Mali de nereden çıktı diyeceksiniz şimdi! Suriye meselesi varken, Türkiye her gün yeni bir gündemle sarsılırken, sınırlarımızda hararet giderek artarken..
Belki son günlerde haberlerde, gazetelerin dış haber sayfalarında görmüşsünüzdür. İç savaş yaşayan Mali, tarihte özgürlüklerine düşkün millet olarak bilinen Tuareg'lerle İslamcı Ensar örgütü arasındaki çatışmalara sahne oluyor. Önce birlikte hareket eden bu iki grup, şimdi birbiriyle savaşıyor.
Elbette Tuareg'ler üzerine, Mali üzerine, Ensar örgütü üzerine çok şey söylenebilir. Buraya kadar olan, Yemen'de ya da Afrika'nın çok dinli, çok etnik yapılı biri çok ülkesinde tanık olduğumuz şeyler.
Ancak iç savaş, yeni devlet kurma gibi siyasi gelişmelerin ötesinde çok daha endişe verici bir durum gelişti: Ülkenin bir bölümünde bağımsızlık arayan Ensar örgütü, İslam medeniyetinin şaheser örneklerinden Timbuktu'yu adeta yok ediyor.
Dünya kültür mirasında önemle bir yere sahip olan, İslam şehirlerinin, özellikle eğitim geçmişinin zengin mirasını barındıran, yüzyıllara dayanan eğitim/üniversite geçmişi olan, yazılı eserlerle dolu kütüphaneleriyle bilinen Timbuktu, Ensar örgütü tarafından kıyıma uğratılıyor.
Sufizmin kalıntıları temizleniyor, türbeler yıkılıyor. İslam'ı sığ bir ideoloji olarak algılayan bu yapı, silah ve güce ulaşır ulaşmaz, keskin kurallar koyup, yüzyılların mirasını yok ediyor. Altı yüz yıllık bir türbenin traktörlerle yıkılması çok acı. Camilerin içindeki türbelerin birer birer yıkılması ürkütücü.
"Şirk", "haram" sözleriyle hareket ediliyorsa, bu şehrin büyük bölümü yıkılacak demektir. Bu kavramların böylesine dar yorumlanması, böylesine sığ bir İslam anlayışı yakın gelecekte çok daha yıkıcı sonuçlar doğurabilir.
Bu miras, İslam mirası, UNESCO tarafından korunuyorsa, uluslararası mekanizmalar bu yıkımları "savaş suçu" kabul ediyorsa, "333 evliya şehri" kültürel soykırıma uğratılırken Müslümanların, İslam İşbirliği Teşkilatı'nın susması akıl alır bir şey değil.
Şu ana kadar dört türbe yıkıldı ve devam ediyor. Bunlardan biri altı yüz yıllık Şeyh Mahmud Türbesi. Mesela 1327 yılında yapılan Djingareyber Camsi'nin içindeki türbe, tekbirler eşliğinde kazmalarla yıkıldı.
"Biz şeriatı tanırız" diyor ve örgüt yetkilisi. "yıkım Allah'ın emridir. Peygamberimizin mezarı üzerine inşa edilen şeylerin de yıkılması gerekiyor" diyor. Mekke ve Medine ellerine geçse, Bağdat, Şam, İstanbul ellerine geçse bütün bu şehirler çorak bir araziye dönüşecek demektir.
Bu bakışın, Moğolların Bağdat'a yaptığından ne farkı var!
Aklıma Mekke'deki yıkımlar geldi. Tarihi mekanlar yıkılırken, Cenk Kalesi yıkılırken, İslam'ın öncülerine ait mezarlar yok edilirken yerine gökdelenler inşa eden, Starbuks açan zihniyet geldi. "Haram ve şirk" olduğu gerekçesiyle yıkılanlar ve yerlerine inşa edilenler geldi. O ürpertici çarpık zihniyet geldi.
Bu bir insanlık suçudur. Bir kültür katliamıdır.
Müslüman dünya böylesine tehlikeli bir dalga ile nasıl başa çıkar, bilinmez. Ancak Batılı kurumlar İslam kültür mirası örneklerini kurtarmak için seferber olurken, Müslüman dünyanın sessizliği, bu kıyımdan çok daha büyük bir suçtur.
İbrahim Karagül
Kaynak
Belki son günlerde haberlerde, gazetelerin dış haber sayfalarında görmüşsünüzdür. İç savaş yaşayan Mali, tarihte özgürlüklerine düşkün millet olarak bilinen Tuareg'lerle İslamcı Ensar örgütü arasındaki çatışmalara sahne oluyor. Önce birlikte hareket eden bu iki grup, şimdi birbiriyle savaşıyor.
Elbette Tuareg'ler üzerine, Mali üzerine, Ensar örgütü üzerine çok şey söylenebilir. Buraya kadar olan, Yemen'de ya da Afrika'nın çok dinli, çok etnik yapılı biri çok ülkesinde tanık olduğumuz şeyler.
Ancak iç savaş, yeni devlet kurma gibi siyasi gelişmelerin ötesinde çok daha endişe verici bir durum gelişti: Ülkenin bir bölümünde bağımsızlık arayan Ensar örgütü, İslam medeniyetinin şaheser örneklerinden Timbuktu'yu adeta yok ediyor.
Dünya kültür mirasında önemle bir yere sahip olan, İslam şehirlerinin, özellikle eğitim geçmişinin zengin mirasını barındıran, yüzyıllara dayanan eğitim/üniversite geçmişi olan, yazılı eserlerle dolu kütüphaneleriyle bilinen Timbuktu, Ensar örgütü tarafından kıyıma uğratılıyor.
Sufizmin kalıntıları temizleniyor, türbeler yıkılıyor. İslam'ı sığ bir ideoloji olarak algılayan bu yapı, silah ve güce ulaşır ulaşmaz, keskin kurallar koyup, yüzyılların mirasını yok ediyor. Altı yüz yıllık bir türbenin traktörlerle yıkılması çok acı. Camilerin içindeki türbelerin birer birer yıkılması ürkütücü.
"Şirk", "haram" sözleriyle hareket ediliyorsa, bu şehrin büyük bölümü yıkılacak demektir. Bu kavramların böylesine dar yorumlanması, böylesine sığ bir İslam anlayışı yakın gelecekte çok daha yıkıcı sonuçlar doğurabilir.
Bu miras, İslam mirası, UNESCO tarafından korunuyorsa, uluslararası mekanizmalar bu yıkımları "savaş suçu" kabul ediyorsa, "333 evliya şehri" kültürel soykırıma uğratılırken Müslümanların, İslam İşbirliği Teşkilatı'nın susması akıl alır bir şey değil.
Şu ana kadar dört türbe yıkıldı ve devam ediyor. Bunlardan biri altı yüz yıllık Şeyh Mahmud Türbesi. Mesela 1327 yılında yapılan Djingareyber Camsi'nin içindeki türbe, tekbirler eşliğinde kazmalarla yıkıldı.
"Biz şeriatı tanırız" diyor ve örgüt yetkilisi. "yıkım Allah'ın emridir. Peygamberimizin mezarı üzerine inşa edilen şeylerin de yıkılması gerekiyor" diyor. Mekke ve Medine ellerine geçse, Bağdat, Şam, İstanbul ellerine geçse bütün bu şehirler çorak bir araziye dönüşecek demektir.
Bu bakışın, Moğolların Bağdat'a yaptığından ne farkı var!
Aklıma Mekke'deki yıkımlar geldi. Tarihi mekanlar yıkılırken, Cenk Kalesi yıkılırken, İslam'ın öncülerine ait mezarlar yok edilirken yerine gökdelenler inşa eden, Starbuks açan zihniyet geldi. "Haram ve şirk" olduğu gerekçesiyle yıkılanlar ve yerlerine inşa edilenler geldi. O ürpertici çarpık zihniyet geldi.
Bu bir insanlık suçudur. Bir kültür katliamıdır.
Müslüman dünya böylesine tehlikeli bir dalga ile nasıl başa çıkar, bilinmez. Ancak Batılı kurumlar İslam kültür mirası örneklerini kurtarmak için seferber olurken, Müslüman dünyanın sessizliği, bu kıyımdan çok daha büyük bir suçtur.
İbrahim Karagül
Kaynak