Bugün Türkiye'de iki siyasi parti vardır.
Bunlardan birincisi liberal görüşleriyle tanınır. Bu partiye göre, Türkler her Avrupa ve Amerika halkı gibi mutlaka Frenkleşmelidir. Bunların dışındaki her konuda, âdetleriyle, yaşam tarzıyla, ev hayatıyla, ahlâkî ve sosyal yapısıyla Türk erkeği ve kadını, tam bir Batı erkeği ve kadını gibi olmalıdır. Mesela, Türklerle Fransızlar arasındaki fark, İspanyollarla İtalyanlar arasındaki dil ve etnik köken farkı mesabesinde olmalıdır. Bu görüşte olanlara göre, Türkiye'nin ilerlemesinin ve kalkınmasının tek yolu, her şeyi ile tam bir Avrupalı olmasına bağlıdır.
İkinci siyasi görüş ise; Doğuyu Doğu, Batıyı da Batı olarak görür. Gelişme ve ilerleme kaynakları sadece Batı'ya has değil, genel ilme mebnidir. İlmin ise doğusu-batısı olmaz. Doğu kendi özelliklerini koruyarak, dilediği yerden ilim ve tekniği alabilir. Böylece Doğu, kendinden ve milli geleneklerinden uzaklaşmadan güçlenip ilerleyebilir.
"Bu görüşler Mısır, Şam ve Hind'de de var. Fakat Türkiye'nin Doğu ülkelerinden farkı şu, Batıcılık akımının Türkiye'de erkek ve kadınlar arasında birçok destekleyicileri var. Ayrıca, bugünkü Türk yöneticilerinin büyük bir kısmı Batıcı düşünceyi temsil ederler. Böylece düşüncelerini devlet eliyle diledikleri gibi yayma imkanına sahiptirler. Devlet gücü onların hizmetindedir. Görüşlerini yaymak için tüm resmî vasıtaları kullanırlar.
"Bunların karşısında ise, basite alınamayacak ikinci görüşü savunan yazarlar, edipler ve fazilet ehli var.
(Fakat ne yazık ki, Batıcılar baskın çıkarak, ülke yönetimini ellerine geçirdiler. Böylece devlet imkanlarını kullanarak fikirlerini Türk halkı arasında yayma fırsatı buldular. Batı kanunlarını tercüme ettirerek, silah zoruyla aynen uyguladılar. Zorla Türk halkının kıyafetini değiştirip, Avrupa şapkası giymeye mahkum ettiler. Arap harflerini değiştirerek, halkın geçmişiyle olan ilgilerini kesmeye çalıştılar. Kendilerine muhalefet eden herkesi silah zoruyla ve idam sehpalarıyla susturdular. Oysa eğer Türk halkına seçme özgürlüğü verilseydi, durum bambaşka olurdu.)
Zaman zaman seslerini yükselterek, Türk halkını Batıcıların fikirleri ve yol açabileceği tehlikeli sonuçları konusunda uyarıyorlar.
"Tevhid-i Efkar gazetesi 23 Aralık 1923 sayılı başyazısında, liberal partinin hedeflerine yer vermiştir. Bu parti daima şunları söyler:
Hedefimiz, ülkede laik bir yönetim oluşturarak din ve devlet işlerini birbirinden ayırmak, ülkeyi ve halkı Batılılaştırmak ve ülkenin sosyal yapısını çağdaşlaştırmaktır. Ancak çağdaşlaşmak ülkümüzün önündeki en önemli engel, muhafazakârlardır. Ülkeyi uygarlaştırmak için attığımız her adımda, din gücüyle karşımıza dikilen gericilerle karşılaşıyoruz. Geleneklere yapışan bu geri kafalı mürtecilerden kurtulursak, ancak o zaman hakiki mânâda ülkeyi geliştirebilir, sosyal seviyemizi yükseltebiliriz. Ancak, bu gericilerden, hacılardan ve şeyhlerden yakamızı kurtarabilirsek...
"Tevhid-i Efkar Batıcıların saldırdığı muhafazakârların ise İslâm medeniyetinin Batı medeniyetinden çok daha üstün olduğunu savunduklarını bildiriyor. Ülke, İslâm medeniyeti kaidelerine uyarak ve faydalı geleneklerimizi koruyarak gerçekten kalkınabilir. Eğer tüm gelenek ve âdetlerimizi terkedersek, o zaman tüm millî özelliklerimizi ve üstünlüklerimizi kaybederiz. Milli karakter ve kimliğimizi yitiririz, diyorlar. İşte bu düşüncedeki muhafazakârların, laiklik ve çağdaşlık iddialarıyla kendi kültür ve değerlerinden kopan Türk kadın ve erkekleri gördükçe, yürekleri yanıyor." (el-Ehram, 3 Ekim 1923)
ŞEYH MUSTAFA SABRİ'NİN BU YAZI HAKKINDAKİ YORUMU
Tevhid-i Efkar'ın, Batıcı düşüncelerinden şikayetçi olduğu birinci görüşün, şu anda Türkiye'yi yönettiğini ifade eden el-Ehram'ın bu tesbitini biraz açmak istiyorum:
Şu anda bu görüşün liderliğini Mustafa Kemal yapıyor. Daha önce de belirttiğim gibi, Tevhid-i Efkar şu anda Türkiye'de muhafazakârları savunan yegane gazetedir. Türklerin kahir ekseriyeti ise muhafazakâr ve mütedeyyindir. Fakat, Mustafa Kemal bu kesimi zayıflatmış ve mustaz'af konumuna düşürmüştür. Ülkedeki tüm güçler laik azınlığın lehine bozulmuştur. Devlet, hükümet ve basın onların kontrolündedir. İslâm âlemi ise muhafazakârlara yardım edip destekleyeceğine, maalesef büyük bir gaflet ve cehaletle bu laik azınlık grubu desteklemektedir.
Veyl Müslüman Türklerin haline ki, laik azınlık onları yönetiyor ve gün be gün, halkı kendi bâtıl düşünce ve ideolojilerine çekiyor. Halk ise bunu hissetmiyor veya hissetse bile gereği gibi önemsemiyor.
Veyl -İslâm âleminin haline ki, bilinçsizce Müslüman kardeşlerine karşı laikleri destekliyorlar. Onların yaptığı her şeyi iyi göstermeye, din usulüne aykırı söz ve eylemlerini tevil etmeye yelteniyorlar. Yardım ettikleri bu laikler ise aralarında kendi elleriyle evlerini yıkıp iyi iş yaptıklarını sanan bu Müslümanların hallerine gülüyorlar. Oysa hakikatleri bilenler -ki onlar çok azdır- buna ağlamaktalar. Cenab-ı Hakk, bu gafletin cezasını dünya ve ahirette verecektir. Ülkemizde bu tavrı iki o insan savunur:
1 - Onlarla aynı görüşleri paylaşanlar (laikler),
2 - Dünyevî çıkarları karşılığı dinlerini satanlar.
Onları savunan Mısırlılar ve diğerleri ise, ne onların görüşlerini paylaşıyorlar, ne de ganimetlerden pay alabiliyorlar. Böylece ahiretlerini başkalarının dünyalığı için satarak, çok kötü bir tüccar olduklarını gösteriyorlar.
(Ancak çoğunlukta olmalarına rağmen, muhafazakârların görüşlerini açıklamalarına mûsade edilmemiştir. Atatürk'ün liderliğindeki laik güçler devlet, hükümet, ordu ve basını ele geçirerek kendi amaçları doğrultusunda kullanmışlardır. Zor ve şiddete başvurarak çoğunluk olan Müslümanların seslerini çıkarmalarını engellemişlerdir.
Bugün, Toplumları Batılılaştırmak ve dinlerinden uzaklaştırmak için aynı yol takip edilmekte. Ebu'l-hasan en-Nedvî'nin tesbit ettiği gibi, Kemalist tecrübe kötü örnek olmuştur.)
Şeyhü'l-İslâm Mustafa Sabri
Bunlardan birincisi liberal görüşleriyle tanınır. Bu partiye göre, Türkler her Avrupa ve Amerika halkı gibi mutlaka Frenkleşmelidir. Bunların dışındaki her konuda, âdetleriyle, yaşam tarzıyla, ev hayatıyla, ahlâkî ve sosyal yapısıyla Türk erkeği ve kadını, tam bir Batı erkeği ve kadını gibi olmalıdır. Mesela, Türklerle Fransızlar arasındaki fark, İspanyollarla İtalyanlar arasındaki dil ve etnik köken farkı mesabesinde olmalıdır. Bu görüşte olanlara göre, Türkiye'nin ilerlemesinin ve kalkınmasının tek yolu, her şeyi ile tam bir Avrupalı olmasına bağlıdır.
İkinci siyasi görüş ise; Doğuyu Doğu, Batıyı da Batı olarak görür. Gelişme ve ilerleme kaynakları sadece Batı'ya has değil, genel ilme mebnidir. İlmin ise doğusu-batısı olmaz. Doğu kendi özelliklerini koruyarak, dilediği yerden ilim ve tekniği alabilir. Böylece Doğu, kendinden ve milli geleneklerinden uzaklaşmadan güçlenip ilerleyebilir.
"Bu görüşler Mısır, Şam ve Hind'de de var. Fakat Türkiye'nin Doğu ülkelerinden farkı şu, Batıcılık akımının Türkiye'de erkek ve kadınlar arasında birçok destekleyicileri var. Ayrıca, bugünkü Türk yöneticilerinin büyük bir kısmı Batıcı düşünceyi temsil ederler. Böylece düşüncelerini devlet eliyle diledikleri gibi yayma imkanına sahiptirler. Devlet gücü onların hizmetindedir. Görüşlerini yaymak için tüm resmî vasıtaları kullanırlar.
"Bunların karşısında ise, basite alınamayacak ikinci görüşü savunan yazarlar, edipler ve fazilet ehli var.
(Fakat ne yazık ki, Batıcılar baskın çıkarak, ülke yönetimini ellerine geçirdiler. Böylece devlet imkanlarını kullanarak fikirlerini Türk halkı arasında yayma fırsatı buldular. Batı kanunlarını tercüme ettirerek, silah zoruyla aynen uyguladılar. Zorla Türk halkının kıyafetini değiştirip, Avrupa şapkası giymeye mahkum ettiler. Arap harflerini değiştirerek, halkın geçmişiyle olan ilgilerini kesmeye çalıştılar. Kendilerine muhalefet eden herkesi silah zoruyla ve idam sehpalarıyla susturdular. Oysa eğer Türk halkına seçme özgürlüğü verilseydi, durum bambaşka olurdu.)
Zaman zaman seslerini yükselterek, Türk halkını Batıcıların fikirleri ve yol açabileceği tehlikeli sonuçları konusunda uyarıyorlar.
"Tevhid-i Efkar gazetesi 23 Aralık 1923 sayılı başyazısında, liberal partinin hedeflerine yer vermiştir. Bu parti daima şunları söyler:
Hedefimiz, ülkede laik bir yönetim oluşturarak din ve devlet işlerini birbirinden ayırmak, ülkeyi ve halkı Batılılaştırmak ve ülkenin sosyal yapısını çağdaşlaştırmaktır. Ancak çağdaşlaşmak ülkümüzün önündeki en önemli engel, muhafazakârlardır. Ülkeyi uygarlaştırmak için attığımız her adımda, din gücüyle karşımıza dikilen gericilerle karşılaşıyoruz. Geleneklere yapışan bu geri kafalı mürtecilerden kurtulursak, ancak o zaman hakiki mânâda ülkeyi geliştirebilir, sosyal seviyemizi yükseltebiliriz. Ancak, bu gericilerden, hacılardan ve şeyhlerden yakamızı kurtarabilirsek...
"Tevhid-i Efkar Batıcıların saldırdığı muhafazakârların ise İslâm medeniyetinin Batı medeniyetinden çok daha üstün olduğunu savunduklarını bildiriyor. Ülke, İslâm medeniyeti kaidelerine uyarak ve faydalı geleneklerimizi koruyarak gerçekten kalkınabilir. Eğer tüm gelenek ve âdetlerimizi terkedersek, o zaman tüm millî özelliklerimizi ve üstünlüklerimizi kaybederiz. Milli karakter ve kimliğimizi yitiririz, diyorlar. İşte bu düşüncedeki muhafazakârların, laiklik ve çağdaşlık iddialarıyla kendi kültür ve değerlerinden kopan Türk kadın ve erkekleri gördükçe, yürekleri yanıyor." (el-Ehram, 3 Ekim 1923)
ŞEYH MUSTAFA SABRİ'NİN BU YAZI HAKKINDAKİ YORUMU
Tevhid-i Efkar'ın, Batıcı düşüncelerinden şikayetçi olduğu birinci görüşün, şu anda Türkiye'yi yönettiğini ifade eden el-Ehram'ın bu tesbitini biraz açmak istiyorum:
Şu anda bu görüşün liderliğini Mustafa Kemal yapıyor. Daha önce de belirttiğim gibi, Tevhid-i Efkar şu anda Türkiye'de muhafazakârları savunan yegane gazetedir. Türklerin kahir ekseriyeti ise muhafazakâr ve mütedeyyindir. Fakat, Mustafa Kemal bu kesimi zayıflatmış ve mustaz'af konumuna düşürmüştür. Ülkedeki tüm güçler laik azınlığın lehine bozulmuştur. Devlet, hükümet ve basın onların kontrolündedir. İslâm âlemi ise muhafazakârlara yardım edip destekleyeceğine, maalesef büyük bir gaflet ve cehaletle bu laik azınlık grubu desteklemektedir.
Veyl Müslüman Türklerin haline ki, laik azınlık onları yönetiyor ve gün be gün, halkı kendi bâtıl düşünce ve ideolojilerine çekiyor. Halk ise bunu hissetmiyor veya hissetse bile gereği gibi önemsemiyor.
Veyl -İslâm âleminin haline ki, bilinçsizce Müslüman kardeşlerine karşı laikleri destekliyorlar. Onların yaptığı her şeyi iyi göstermeye, din usulüne aykırı söz ve eylemlerini tevil etmeye yelteniyorlar. Yardım ettikleri bu laikler ise aralarında kendi elleriyle evlerini yıkıp iyi iş yaptıklarını sanan bu Müslümanların hallerine gülüyorlar. Oysa hakikatleri bilenler -ki onlar çok azdır- buna ağlamaktalar. Cenab-ı Hakk, bu gafletin cezasını dünya ve ahirette verecektir. Ülkemizde bu tavrı iki o insan savunur:
1 - Onlarla aynı görüşleri paylaşanlar (laikler),
2 - Dünyevî çıkarları karşılığı dinlerini satanlar.
Onları savunan Mısırlılar ve diğerleri ise, ne onların görüşlerini paylaşıyorlar, ne de ganimetlerden pay alabiliyorlar. Böylece ahiretlerini başkalarının dünyalığı için satarak, çok kötü bir tüccar olduklarını gösteriyorlar.
(Ancak çoğunlukta olmalarına rağmen, muhafazakârların görüşlerini açıklamalarına mûsade edilmemiştir. Atatürk'ün liderliğindeki laik güçler devlet, hükümet, ordu ve basını ele geçirerek kendi amaçları doğrultusunda kullanmışlardır. Zor ve şiddete başvurarak çoğunluk olan Müslümanların seslerini çıkarmalarını engellemişlerdir.
Bugün, Toplumları Batılılaştırmak ve dinlerinden uzaklaştırmak için aynı yol takip edilmekte. Ebu'l-hasan en-Nedvî'nin tesbit ettiği gibi, Kemalist tecrübe kötü örnek olmuştur.)
Şeyhü'l-İslâm Mustafa Sabri