Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İsrailiyat sorusuna cevap

K Çevrimdışı

KırıkGitar

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Yazdırılan kitapta uydurma hadisler- zayıf bilgiler, bir kitabında "Coğrafyacılar, hâşâ bu Hadîsi inkâr ediyorlar. " diyerek sahihlediği hadisi diğer bir kitabında "Evvelâ: Teslim etmiyoruz ki, hadistir. Zira, İsrailiyatın nişanı vardır. " diyerek uydurma olduuğunu itiraf etmesi, yazılma esnasında Şeytanın fısıldamalarını Allahın fısıldaması diye karıştırdığını göstermez mi ?

Size bu meslelrin geçtiği yerleri gönderiyorum.Birbirinden müstakil ve farklı konular.Ancak bazı kişiler sanki aynı konuda Bediüzzman çelişkili imiş gibi göstermişler.Halbuki konu çok farklı yerlerde geçiyor.İşte bir kısmı:

Pûşide olmasın, Sevr ve Hûtun kısas-ı meşhuresi, İslâmiyetin dahil ve tufeylîsidir. Râvisiyle beraber Müslüman olmuştur. İstersen, Mukaddeme-i Saliseye git, göreceksin, hangi kapıdan daire-i İslâmiyete dahil olmuştur.
Amma, İbn-i Abbas'a olan nispetin ittisali ise: Dördüncü Mukaddemenin aynasına bak; o ilhakın sırrını göreceksin. Bundan sonra mervîdir: "Arz, Sevr ve Hût üzerindedir." Hadis olarak rivayet ediliyor.
Evvelâ: Teslim etmiyoruz ki, hadistir. Zira, İsrailiyatın nişanı vardır.
Saniyen: Hadis olsa da zaaf-ı ittisal için yalnız zannı ifade eden âhâddendir. Akideye dahil olmaz. Zira yakîn şarttır.
Salisen: Mütevatir ve kat'iyyü'l-metin olsa da, kat'iyyü'd-delâlet değildir. Eğer istersen, Beşinci Mukaddemeye müracaatla, On Birinci Mukaddemeyle müşavere et! Göreceksin, nasıl hayalât, zahirperestleri havalandırmış, bu hadisi, mahamil-i sahihadan çevirmişlerdir. (Muhakemat)

Burası ile ilgili uzun açıklama konunun devamında ve 14.lemada ve başka yerlerde var.Üstada Dünya öküz ve balığın üstündemidir hadisi soruluyor.Üstad da buna cevap ve rirken her söylenen bu gibi hadislerin hemen kabul edilmemesi gerektiğini ve bu hadislere israiliyattan bulaşmış ve hadisten zannedilen kısmların temizlenmesi gerekir manasında bunu ifade etmiş ve izahlarında da hadisin orijinalini hem kabul etmiş hemde o hadis ile ilgili israliyattan gelen temsil ve hikayeleri mücedditliği icabı kaldırmıştır.Durum budur bunun bazılarının iddiası ile ne alakası var?

Diğer coğrafya meselesine falanda bakayım gerekli bilgileri bulursam buraya yazarım!

Abdulbaki
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Yav ne boş konuşuyorsun kardeşim .
Ne hadisin orjinali vs diyorsun .
Evvela hadisin sened zincirini bul, hangi hadis kitabında geçiyor? muhaddislerin bu söz hakkında açıklamalarına bir bak .
Tabi sizin için hadis ilmi ve usulünün bir önemi yoktur. Üstadınıza keşf olundu mu muhaddisler istediği kadar reddetsinler değil mi ?
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
Bencede hadis kulliyatlarında geçiyorsa ki yazınızda herhangibi hadis kulliyatı bende görmedim. Buyur bize hangi külliyatta hangi cildinde yazıyor bunu verde bizde okuyalım.
 
laylay Çevrimdışı

laylay

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
şimdi abdulhak yazılarında bu mesele hakkında üstad tezat yapmıştır diyor değil mi? burayı anlayalım hatta reddiesinin ilk tezat dediği konuda bu...tamam bu konuda burda üstad tezat yapmamıştır diyorlar....


ayrıca nur cemamatindeki herkese bir genelleme yapmasa iyyi olur...
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Burası ile ilgili uzun açıklama konunun devamında ve 14.lemada ve başka yerlerde var.Üstada Dünya öküz ve balığın üstündemidir hadisi soruluyor.Üstad da buna cevap ve rirken her söylenen bu gibi hadislerin hemen kabul edilmemesi gerektiğini ve bu hadislere israiliyattan bulaşmış ve hadisten zannedilen kısmların temizlenmesi gerekir manasında bunu ifade etmiş ve izahlarında da hadisin orijinalini hem kabul etmiş hemde o hadis ile ilgili israliyattan gelen temsil ve hikayeleri mücedditliği icabı kaldırmıştır.Durum budur bunun bazılarının iddiası ile ne alakası var?

Diğer coğrafya meselesine falanda bakayım gerekli bilgileri bulursam buraya yazarım!Abdulbaki


Kardeşim sen kasıtlı mı anlamak istemiyorsun ? Buradan anlamak istediğin gibi çarpıttığında anlaşılıyor.
Madem üstadınıza dünya öküzle balık üzerinde mi diye sorulmuş. Dediğimiz:

Üstad lemalarda sahih derken , muhakemat kitabında niye israliyat nişanı var diyor ? (Doğrusu israliyattır)

Madem bu adam ilham ile iradesi dışında yazdırılıyor neden bu uydurmadır deyip kestirip atmıyorda sayfalarca izah etmeye çalışıyor.
Yok efendim tarlada çalışan öküz ile , denizcilik yaparak balık yakalanarak dünya rızkını elde ediyor gibi yorumlarla bu uydurma israiliyatı neden güçlendirmeye sahihlemeye çalışmıştır.
Birde demişsin ki "Hadisin orjinini kabul etmiş ? " Böyle bir hadis yok ki orjini olsun. Orjinini buraya aktar bakalım deliliyle!
 
laylay Çevrimdışı

laylay

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
14.LEM'A

Bu defaki sualinizde diyorsunuz ki: "Hocalar diyorlar: Arz, öküz ve balık üstünde duruyor. Halbuki Arz, muallakta bir yıldız gibi gezdiğini Coğrafya görüyor. Ne öküz var ve ne de balık?"

Elcevap: İbn-i Abbas (R.A.) gibi zatlara isnad edilen sahih bir rivayet var ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'dan sormuşlar: "Dünya ne üstündedir?" Ferman etmiş: عَلَى الثَّوْرِ وَالْحُوتِ Bir rivayette bir defa عَلَى الثَّوْرِ demiş, diğer defada عَلَى الْحُوتِ demiştir. Muhaddislerin bir kısmı, İsrailiyattan alınma ve eskiden beri nakledilen hurâfevâri hikâyelere bu Hadîsi tatbik etmişler. Hususan Benî İsrail âlimlerinin müslüman olanlarından bir kısmı, kütüb-ü sâbıkada "Sevr ve Hût" hakkında gördükleri hikâyeleri, Hadîse tatbik edip, Hadîsin mânâsını acib bir tarza çevirmişler. Şimdilik bu sualinize dair gâyet mücmel Üç Esas ve Üç Vecih söylenecek.

Birinci Esas: Benî İsrail ulemâsının bir kısmı müslüman olduktan sonra, eski malûmatları dahi onlarla beraber müslüman olmuş, İslâmiyete

(Orjinal Sayfa:84)

malolmuş. Halbuki o eski malûmatlarında yanlışlar var. O yanlışlar, elbette onlara aittir, İslâmiyete ait değildir.


MUHAKEMAT İKİNCİ MESELE:
Pûşide olmasın, Sevr ve Hûtun kısas-ı meşhuresi, İslâmiyetin dahil ve tufeylîsidir. Râvisiyle beraber Müslüman olmuştur. İstersen, Mukaddeme-i Saliseye git, göreceksin, hangi kapıdan daire-i İslâmiyete dahil olmuştur.
Amma, İbn-i Abbas'a olan nispetin ittisali ise: Dördüncü Mukaddemenin aynasına bak; o ilhakın sırrını göreceksin. Bundan sonra mervîdir: "Arz, Sevr ve Hût üzerindedir." Hadis olarak rivayet ediliyor.
Evvelâ: Teslim etmiyoruz ki, hadistir. Zira, İsrailiyatın nişanı vardır.
Saniyen: Hadis olsa da zaaf-ı ittisal için yalnız zannı ifade eden âhâddendir. Akideye dahil olmaz. Zira yakîn şarttır.
Salisen: Mütevatir ve kat'iyyü'l-metin olsa da, kat'iyyü'd-delâlet değildir. Eğer istersen, Beşinci Mukaddemeye müracaatla, On Birinci Mukaddemeyle müşavere et! Göreceksin, nasıl hayalât, zahirperestleri havalandırmış, bu hadisi, mahamil-i sahihadan çevirmişlerdir. İşte vücuh-u sahiha üçtür:


ŞİMDİ BANA BURDA TEZATI GÖSTERİN ARKADAŞLAR

DİYORSUNUZKİ BİRİNDE HADİS DİĞERİNDE DEĞİLDİR DEMİŞSİNİZ...AMA HERİKİSİNDE DE HADİS DEĞİLDİR...14 LEMA DA İSRAİLAYATTAN GELMİŞTİR...BOZULMUŞ VE ACİP BİR TARZA ÇEVİRMİŞLERDİR DİYOR...VE ONALRA AİT İSLAMİYETE AİT DEĞİL DİYOR..

MUHAKEMATTA DA HADİS DEĞİLDİR ZATEN DİYOR...

TEZAT NEREDE ???
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Lemalardaki bu ifade neden yok seninkinde ? Nerden kopyaladın bunu ?



ONDÖRDÜNCÜ LEM'A
"İki Makam"dır.
BİRİNCİ MAKAM: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'dan sorulmuş ki: "Arz ne üstünde duruyor?" Resul-i Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâm ferman etmiş: عَلَى الثَّوْرِ وَالْحُوتِ Yâni "Öküz ve balık üstünde duruyor." Şu Hadîse dair çok münakaşat vardır. Coğrafyacılar, hâşâ bu Hadîsi inkâr ediyorlar.

İşte bu Hadîsin hakikî mânâsını üç vecihle, bu Risalenin Birinci Makamı öyle bir tarzda beyan ediyor ki; münkirlerin zerre mikdar insafı varsa ve Coğrafyacıların hakka karşı zerre mikdar iz'anları bulunsa, bu Hadîsi, bâhir bir mu'cize-i Ahmediye (A.S.M.) sayacaklardır. Çünki o üç cevap hem hakikî ve kat'î, hem manidardırlar.


http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=Lemalar&Page=376


Lemalarda haşa bu hadisi inkar ediyorlar der iken sonunda da aklamak için 3 vecihle izah ediyor,
daha eski tarihlerde yazılmış olan muhakemat kitabında İsrailiyat demekjtedir !
 
laylay Çevrimdışı

laylay

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
("İki Makam"dır. Birinci Makam'ı iki sualin cevapıdır.)

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

Aziz sıddık kardeşim Re'fet Bey:

Sevr ve Hûta dair sorduğun sualin bazı Risalelerde cevapı vardır. O nev'i suallere göre cevap Yirmidördüncü Söz'ün Üçüncü Dalında Oniki Asıl namiyle oniki kaide-i mühimme beyan edilmiştir. O kaideler Ehâdis-i Nebeviyeye dair muhtelif tevilâta dair birer mehenktirler ve Ehâdise gelen evhamı defedecek mühim esaslardır. Maatteessüf şimdilik sünûhattan başka ilmî mesail ile iştigalime mani bazı haller var. Onun için sualinize göre cevap veremiyorum. Eğer sünuhat-ı kalbiye olsa, bilmecburiye meşgul oluyorum. Bazen suallere, sünuhat tevâfuk ettiği için cevap verilir, gücenmeyiniz. Onun için herbir sualinize lâyıkınca cevap veremiyorum. Haydi bu defaki sualinize kısa bir cevap vereyim.

Bu defaki sualinizde diyorsunuz ki: "Hocalar diyorlar: Arz, öküz ve balık üstünde duruyor. Halbuki Arz, muallakta bir yıldız gibi gezdiğini Coğrafya görüyor. Ne öküz var ve ne de balık?"

Elcevap: İbn-i Abbas (R.A.) gibi zatlara isnad edilen sahih bir rivayet var ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'dan sormuşlar: "Dünya ne üstündedir?" Ferman etmiş: عَلَى الثَّوْرِ وَالْحُوتِ Bir rivayette bir defa عَلَى الثَّوْرِ demiş, diğer defada عَلَى الْحُوتِ demiştir. Muhaddislerin bir kısmı, İsrailiyattan alınma ve eskiden beri nakledilen hurâfevâri hikâyelere bu Hadîsi tatbik etmişler. Hususan Benî İsrail âlimlerinin müslüman olanlarından bir kısmı, kütüb-ü sâbıkada "Sevr ve Hût" hakkında gördükleri hikâyeleri, Hadîse tatbik edip, Hadîsin mânâsını acib bir tarza çevirmişler. Şimdilik bu sualinize dair gâyet mücmel Üç Esas ve Üç Vecih söylenecek.

Birinci Esas: Benî İsrail ulemâsının bir kısmı müslüman olduktan sonra, eski malûmatları dahi onlarla beraber müslüman olmuş, İslâmiyete

(Orjinal Sayfa:84)

malolmuş. Halbuki o eski malûmatlarında yanlışlar var. O yanlışlar, elbette onlara aittir, İslâmiyete ait değildir.

http://www.risale-inur.org/yenisite/moduller/risale/index.php?tid=47
 
laylay Çevrimdışı

laylay

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
14 lema birinci sualinin sonunu da oku istersen

Bazı kütüb-ü İslâmiyede sevr ve hûta dair acib ve hâric-i akıl hikâyeler, ya İsrailiyattır veya temsilâttır veya bazı muhaddislerin te'vilâtıdır ki, bazı dikkatsizler tarafından Hadîs zannedilerek Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a isnad edilmiş.

رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسِينَا اَوْ اَخْطَاْنَا

سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
 
laylay Çevrimdışı

laylay

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Aziz, sıddık kardeşim Refet Bey,
Sevr ve hût'a dair sorduğun sualin bazı risalelerde cevabı vardır. O nevi suallere göre cevap, Yirmi Dördüncü Sözün Üçüncü Dalında "On İki Asıl" namıyla on iki kaide-i mühimme beyan edilmiştir. O kaideler ehâdis-i Nebeviyeye dair muhtelif tevilâta dair birer mihenktirler ve ehâdise gelen evhâmı def edecek mühim esaslardır. Maatteessüf şimdilik sünuhattan başka ilmî mesâille iştigalime mâni bazı haller var. Onun için, sualinize göre cevap veremiyorum. Eğer sünuhat-ı kalbiye olsa, bilmecburiye meşgul oluyorum. Bazı sualler sünuhata tevafuk ettiği için cevap verilir; gücenmeyiniz. Onun için, herbir sualinize lâyıkınca cevap veremiyorum. Haydi, bu defaki sualinize kısa bir cevap vereyim.
Bu defaki sualinizde diyorsunuz ki: "Hocalar diyorlar: Arz öküz ve balık üstünde duruyor. Halbuki arz, muallâkta bir yıldız gibi gezdiğini coğrafya görüyor. Ne öküz var, ne de balık!"
Elcevap: İbni Abbas (r.a.) gibi zatlara isnad edilen sahih bir rivayet var ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan sormuşlar:"Dünya ne üstündedir?" Ferman etmiş:
b585.gif
-2-
Bir rivayette, bir defa
b586.gif
-3- demiş, diğer defada
b587.gif
-4- demiştir. Muhaddislerin bir kısmı, İsrailiyattan alınma ve eskiden beri nakledilen hurafevâri hikâyelere bu hadisi tatbik etmişler. Hususan Benî İsrail âlimlerinin Müslüman olanlarından bir kısmı, kütüb-ü sabıkada sevr ve hût hakkında gördükleri hikâyeleri hadise tatbik edip, hadisin mânâsını acip bir tarza çevirmişler. Şimdilik bu sualinize dair gayet mücmel Üç Esas ve Üç Vecih söylenecek.

BİRİNCİ ESAS: Benî İsrail ulemasının bir kısmı Müslüman olduktan sonra, eski malûmatları dahi onlarla beraber Müslüman olmuş, İslâmiyete mal olmuş. Halbuki o eski malûmatlarda yanlışlar var. O yanlışlar elbette onlara aittir, İslâmiyete ait değildir.
(14.lemanın birinci sualinin sonu)
Bazı kütüb-ü İslâmiyede sevr ve hûta dair acip ve haric-i akıl hikâyeler, ya İsrailiyyattır veya temsilâttır veya bazı muhaddislerin tevilâtıdır ki, bazı dikkatsizler tarafından hadis zannedilerek Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma isnad edilmiş.

http://www.risaleara.com/oku.asp?id=1318

iki farklı internet sitesi tezat nerede hiç değiştirmeden aktardım...sadece bir cümleyi kalın harfle yazdım
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
14 lema birinci sualinin sonunu da oku istersen

Bazı kütüb-ü İslâmiyede sevr ve hûta dair acib ve hâric-i akıl hikâyeler, ya İsrailiyattır veya temsilâttır veya bazı muhaddislerin te'vilâtıdır ki, bazı dikkatsizler tarafından Hadîs zannedilerek Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a isnad edilmiş.

رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسِينَا اَوْ اَخْطَاْنَا

سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

Uydurmaysa sayfalarca ne diye tevil etmeye çalışıyor, aklama girilşiminde buluyor. Haşa bu hadisi inkar ediyorlar ifadesi Ne oluyor ? Yazdırıla, ilham ile yazılan kitab böyle mi olur.
 
laylay Çevrimdışı

laylay

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Lemalarda haşa bu hadisi inkar ediyorlar der iken sonunda da aklamak için 3 vecihle izah ediyor,
daha eski tarihlerde yazılmış olan muhakemat kitabında İsrailiyat demekjtedir !


aklamak için değil ... o hadis zannedilen şeyin neden bahsettiğini anlatıyor..aklasaydı sondaki baştaki sözleri neden söylerdi...zaten yine aklasaydı bu lema kendi içinde tezat olurdu...görmek isteyen nereyi istiyorsa orayı görürü abdulhak kardeşim
 
laylay Çevrimdışı

laylay

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Uydurmaysa sayfalarca ne diye tevil etmeye çalışıyor, aklama girilşiminde buluyor. Haşa bu hadisi inkar ediyorlar ifadesi Ne oluyor ? Yazdırıla, ilham ile yazılan kitab böyle mi olur.


hemen ilhama atla siz tezat demişiniz bende tezat olmadığını gösterdim ...

banane said nursi den istediğini yaz ama yanlış ve tek taraflı kırpıp keserek yazma...
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Sen ya türkçe mağdurusun, ya idrak yolların kapalı.
Haşa bu hadisi inkar ediyorlar de, ondan sonra hadisin manasının günümüzde nasıl anlaşılması gerektiği hakkında; tarlada ziratten, öküzden, denizdeki balık tutup insanların yemesinden bahsederek dünyanın öküz ve balık yanı ziraat ve denizcilik gelirlerine tevil et. Ondan sonrada bunu uydurma israiliyat diye sonuçlandırdığına inanın.
Madem israiliyat kardeşim, bu tevillere yorumlara ve haşa bu hadisi inkar ediyorlar demesini size hediye ediyorum.

Siz uydurma olduğunu kabul edin gerisi önemli değil.
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Yine risale yine zayıf hadis !

Beşinci nokta: Bu hesab-ı ebcedî, makbul ve umumî bir düstur-u ilmî ve bir kanun-u edebî olduğuna deliller pek çoktur. Burada yalnız dört-beş tanesini numune için beyan edeceğiz.
Birincisi: Bir zaman Benî İsrail âlimlerinden bir kısmı, huzur-u Peygamberîde, sûrelerin başlarındaki
b755.gif
gibi mukattaat-ı hurufiyeyi işittikleri vakit, hesab-ı cifrî ile dediler:
"Ya Muhammed, senin ümmetinin müddeti azdır."
Onlara mukabil dedi: "Az değil." Sâir sûrelerin başlarındaki mukattaatı okudu ve ferman etti: "Daha var." Onlar sustular


Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sayfa 87
http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=SikkeiTasdikiGaybi&Page=87



Hadis diye aktarılan bu nakilin sıhhatini biliyor musunuz ?
Zayıf olduğunu ispatlamadan önce sizden sahihliğini ispatlamanızı istiyorum.

Aynı yerde geçen :

İkincisi: Hazret-i Ali Radıyallahu Anhın en meşhur Kaside-i Celcelûtiyesi, baştan nihayete kadar bir nevi hesab-ı ebcedî ve cifir ile telif edilmiş ve öyle de matbaalarda basılmış.
Üçüncüsü: Câfer-i Sâdık Radıyallahu Anh ve Muhyiddin-i Arabî (r.a.) gibi esrar-ı gaybiye ile uğraşan zatlar ve esrar-ı huruf ilmine çalışanlar, bu hesab-ı ebcedîyi gaybî bir düstur ve bir anahtar kabul etmişler.


Şu altını çizdiğim terimleri ve bahislerin ehli sünnete göre hükmünü delillendirirmisiniz.

 
laylay Çevrimdışı

laylay

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Yine risale yine zayıf hadis !

Beşinci nokta: Bu hesab-ı ebcedî, makbul ve umumî bir düstur-u ilmî ve bir kanun-u edebî olduğuna deliller pek çoktur. Burada yalnız dört-beş tanesini numune için beyan edeceğiz.
Birincisi: Bir zaman Benî İsrail âlimlerinden bir kısmı, huzur-u Peygamberîde, sûrelerin başlarındaki
b755.gif
gibi mukattaat-ı hurufiyeyi işittikleri vakit, hesab-ı cifrî ile dediler:
"Ya Muhammed, senin ümmetinin müddeti azdır."
Onlara mukabil dedi: "Az değil." Sâir sûrelerin başlarındaki mukattaatı okudu ve ferman etti: "Daha var." Onlar sustular


Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sayfa 87
http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=SikkeiTasdikiGaybi&Page=87



Hadis diye aktarılan bu nakilin sıhhatini biliyor musunuz ?
Zayıf olduğunu ispatlamadan önce sizden sahihliğini ispatlamanızı istiyorum.

Aynı yerde geçen :

İkincisi: Hazret-i Ali Radıyallahu Anhın en meşhur Kaside-i Celcelûtiyesi, baştan nihayete kadar bir nevi hesab-ı ebcedî ve cifir ile telif edilmiş ve öyle de matbaalarda basılmış.
Üçüncüsü: Câfer-i Sâdık Radıyallahu Anh ve Muhyiddin-i Arabî (r.a.) gibi esrar-ı gaybiye ile uğraşan zatlar ve esrar-ı huruf ilmine çalışanlar, bu hesab-ı ebcedîyi gaybî bir düstur ve bir anahtar kabul etmişler.


Şu altını çizdiğim terimleri ve bahislerin ehli sünnete göre hükmünü delillendirirmisiniz.


abdulhak akrdeşim konu bumu allahını seversen konu başka hemen niye değiştiriyorsun..başka bir başlık altında bunu değerlendiririz...konudan konuya atlamanın ne faydası var...bir meseleyi bitirelim sonrasını hallederiz...hadisiin uydurma olduğunu benim dememe gerek yok zaten said nursi bunun islam dışı olduğunu söylemiş..ve tezat diye gösterdiğiniz yerlerde de tezat olmadığını da siz kabul edin bu konuyu bitirelim...sizin sorduğunuz soruyu ihtiva eden konudan deva edelim ...kabul mü
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
abdulhak akrdeşim konu bumu allahını seversen konu başka hemen niye değiştiriyorsun..başka bir başlık altında bunu değerlendiririz...konudan konuya atlamanın ne faydası var...bir meseleyi bitirelim sonrasını hallederiz...hadisiin uydurma olduğunu benim dememe gerek yok zaten said nursi bunun islam dışı olduğunu söylemiş..ve tezat diye gösterdiğiniz yerlerde de tezat olmadığını da siz kabul edin bu konuyu bitirelim...sizin sorduğunuz soruyu ihtiva eden konudan deva edelim ...kabul mü
Konu aynı konu tezat ve uydurma hadisler.
said nursi uydurma olduğunu muhakematta söylemiş doğru . ama sonraki yıllarda yazdığı Lemalarda Haşa bu hadisi inkar ediyorlar ifadesiyle sahihlemiştir !!
Üstelik 3 tevil ile hadisin izahını yapmıştır. Daha ne konuşuyorsun kafana göre bir hedef yapmışsın anlamak istemiyorsun.

İşte aynı yerdeki hadis hakkındaki yorumu :

On Dördüncü Lem’a
İki makamdır.
BİRİNCİ MAKAM : Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan sorulmuş ki:"Arz ne üstünde duruyor?" Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş
b1059.gif
Yani, "Öküz ve balık üstünde duruyor." şu hadîse dâir çok münâkaşât vardır. Coğrafyacılar-hâşâ-bu hadîsi inkâr ediyorlar.

İşte, bu hadîsin hakîki mânâsını, üç vecihle, bu risâlenin Birinci Makamı öyle bir tarzda beyân ediyor ki, münkirlerin zerre miktar insafı varsa ve coğrafyacılann hakka karşı zerre miktar iz’anları bulunsa, bu hadîsi, bâhir bir mu’cize-i Ahmediye (a.s.m.) sayacaklardır. Çünkü o üç cevap hem hakîki ve katî,hem mânidardırlar.

http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=Lemalar&Page=376

Sözler yayınları 1990 basım , Lemalar , Ondördüncü Lema

Altı çizgili olan yerleri bir izah et istersen !!
 
laylay Çevrimdışı

laylay

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Konu aynı konu tezat ve uydurma hadisler.
said nursi uydurma olduğunu muhakematta söylemiş doğru . ama sonraki yıllarda yazdığı Lemalarda Haşa bu hadisi inkar ediyorlar ifadesiyle sahihlemiştir !!
Üstelik 3 tevil ile hadisin izahını yapmıştır. Daha ne konuşuyorsun kafana göre bir hedef yapmışsın anlamak istemiyorsun.

İşte aynı yerdeki hadis hakkındaki yorumu :

On Dördüncü Lem’a
İki makamdır.
BİRİNCİ MAKAM : Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan sorulmuş ki:"Arz ne üstünde duruyor?" Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş
b1059.gif
Yani, "Öküz ve balık üstünde duruyor." şu hadîse dâir çok münâkaşât vardır. Coğrafyacılar-hâşâ-bu hadîsi inkâr ediyorlar.

İşte, bu hadîsin hakîki mânâsını, üç vecihle, bu risâlenin Birinci Makamı öyle bir tarzda beyân ediyor ki, münkirlerin zerre miktar insafı varsa ve coğrafyacılann hakka karşı zerre miktar iz’anları bulunsa, bu hadîsi, bâhir bir mu’cize-i Ahmediye (a.s.m.) sayacaklardır. Çünkü o üç cevap hem hakîki ve katî,hem mânidardırlar.

http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=Lemalar&Page=376

Sözler yayınları 1990 basım , Lemalar , Ondördüncü Lema

Altı çizgili olan yerleri bir izah et istersen !!
1-)
Aziz, sıddık kardeşim Refet Bey,
Sevr ve hût'a dair sorduğun sualin bazı risalelerde cevabı vardır. O nevi suallere göre cevap, Yirmi Dördüncü Sözün Üçüncü Dalında "On İki Asıl" namıyla on iki kaide-i mühimme beyan edilmiştir. O kaideler ehâdis-i Nebeviyeye dair muhtelif tevilâta dair birer mihenktirler ve ehâdise gelen evhâmı def edecek mühim esaslardır. Maatteessüf şimdilik sünuhattan başka ilmî mesâille iştigalime mâni bazı haller var. Onun için, sualinize göre cevap veremiyorum. Eğer sünuhat-ı kalbiye olsa, bilmecburiye meşgul oluyorum. Bazı sualler sünuhata tevafuk ettiği için cevap verilir; gücenmeyiniz. Onun için, herbir sualinize lâyıkınca cevap veremiyorum. Haydi, bu defaki sualinize kısa bir cevap vereyim.
Bu defaki sualinizde diyorsunuz ki: "Hocalar diyorlar: Arz öküz ve balık üstünde duruyor. Halbuki arz, muallâkta bir yıldız gibi gezdiğini coğrafya görüyor. Ne öküz var, ne de balık!"
Elcevap: İbni Abbas (r.a.) gibi zatlara isnad edilen sahih bir rivayet var ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan sormuşlar:"Dünya ne üstündedir?" Ferman etmiş:
b585.gif
-2-
Bir rivayette, bir defa
b586.gif
-3- demiş, diğer defada
b587.gif
-4- demiştir. Muhaddislerin bir kısmı, İsrailiyattan alınma ve eskiden beri nakledilen hurafevâri hikâyelere bu hadisi tatbik etmişler. Hususan Benî İsrail âlimlerinin Müslüman olanlarından bir kısmı, kütüb-ü sabıkada sevr ve hût hakkında gördükleri hikâyeleri hadise tatbik edip, hadisin mânâsını acip bir tarza çevirmişler. Şimdilik bu sualinize dair gayet mücmel Üç Esas ve Üç Vecih söylenecek.

http://www.risaleara.com/oku.asp?id=1315


2-)
Aziz, sıddık kardeşim Refet Bey,
Sevr ve hût'a dair sorduğun sualin bazı risalelerde cevabı vardır. O nevi suallere göre cevap, Yirmi Dördüncü Sözün Üçüncü Dalında "On İki Asıl" namıyla on iki kaide-i mühimme beyan edilmiştir. O kaideler ehâdis-i Nebeviyeye dair muhtelif tevilâta dair birer mihenktirler ve ehâdise gelen evhâmı def edecek mühim esaslardır. Maatteessüf şimdilik sünuhattan başka ilmî mesâille iştigalime mâni bazı haller var. Onun için, sualinize göre cevap veremiyorum. Eğer sünuhat-ı kalbiye olsa, bilmecburiye meşgul oluyorum. Bazı sualler sünuhata tevafuk ettiği için cevap verilir; gücenmeyiniz. Onun için, herbir sualinize lâyıkınca cevap veremiyorum. Haydi, bu defaki sualinize kısa bir cevap vereyim.
Bu defaki sualinizde diyorsunuz ki: "Hocalar diyorlar: Arz öküz ve balık üstünde duruyor. Halbuki arz, muallâkta bir yıldız gibi gezdiğini coğrafya görüyor. Ne öküz var, ne de balık!"
Elcevap: İbni Abbas (r.a.) gibi zatlara isnad edilen sahih bir rivayet var ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan sormuşlar: "Dünya ne üstündedir?" Ferman etmiş:

[2]

Bir rivayette, bir defa ale's-sevr demiş, diğer defada ale'l-hût demiştir. Muhaddislerin bir kısmı, İsrailiyattan alınma ve eskiden beri nakledilen hurafevâri hikâyelere bu hadisi tatbik etmişler. Hususan Benî İsrail âlimlerinin Müslüman olanlarından bir kısmı, kütüb-ü sabıkada sevr ve hût hakkında gördükleri hikâyeleri hadise tatbik edip, hadisin mânâsını acip bir tarza çevirmişler. Şimdilik bu sualinize dair gayet mücmel Üç Esas ve Üç Vecih söylenecek.
BİRİNCİ ESAS: Benî İsrail ulemasının bir kısmı Müslüman olduktan sonra, eski malûmatları dahi onlarla beraber Müslüman olmuş, İslâmiyete mal olmuş. Halbuki o eski malûmatlarda yanlışlar var. O yanlışlar elbette onlara aittir, İslâmiyete ait değildir.
http://www.risaleinur.com.tr/

3_)
Bu defaki sualinizde diyorsunuz ki: “Hocalar diyorlar: Arz öküz ve balık üstünde duruyor. Halbuki arz, muallâkta bir yıldız gibi gezdiğini coğrafya görüyor. Ne öküz var, ne de balık!”

Elcevap: İbni Abbas (r.a.) gibi zatlara isnad edilen sahih bir rivayet var ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan sormuşlar: “Dünya ne üstündedir?” Ferman etmiş:
Bir rivayette, bir defa عَلَى الثَّوْرِ demiş, diğer defada عَلَى الْحُوتِ demiştir. Muhaddislerin bir kısmı, İsrailiyattan alınma ve eskiden beri nakledilen hurafevâri hikâyelere bu hadisi tatbik etmişler. Hususan Benî İsrail âlimlerinin Müslüman olanlarından bir kısmı, kütüb-ü sabıkada sevr ve hût hakkında gördükleri hikâyeleri hadise tatbik edip, hadisin mânâsını acip bir tarza çevirmişler. Şimdilik bu sualinize dair gayet mücmel Üç Esas ve Üç Vecih söylenecek.

BİRİNCİ ESAS: Benî İsrail ulemasının bir kısmı Müslüman olduktan sonra, eski malûmatları dahi onlarla beraber Müslüman olmuş, İslâmiyete mal olmuş. Halbuki o eski malûmatlarda yanlışlar var. O yanlışlar elbette onlara aittir, İslâmiyete ait değildir.
http://www.sorularlarisaleinur.com/subpage.php?s=kulliyat&risale=174&sayfa=164

4-)

Aziz Sıddık Kardeşim Re’fet Bey:
Sevr ve Hûta dâir sorduğun sualin ba’zı Risâlelerde cevabı vardır. O nev’i suallere göre cevab Yirmi Dördüncü Söz’ün Üçüncü Dalında On iki Asıl nâmiyle on iki kaide-i mühimme beyân edilmiştir. O kaideler Ehâdîs-i Nebeviyeye dâir muhtelif te’vilata dâir birer mehenktirler ve Ehâdîse gelen evhamı defedecek mühim esaslardır. Maatteessüf şimdilik sünuhattan başka ilmî mesâil ile iştigâlime mâni ba’zı haller var. Onun için sualinize göre cevab veremiyorum. Eğer sünuhat-ı kalbiye olsa, bilmecbûriye meşgul oluyorum. Ba’zan suallere, sünuhat tevâfuk ettiği için cevab verilir, gücenmeyiniz. Onun için herbir sualinize lâyıkınca cevab veremiyorum. Haydi bu def’aki sualinize kısa bir cevab vereyim.
Bu def’aki sualinizde diyorsunuz ki: “Hocalar diyorlar: Arz, öküz ve balık üstünde duruyor. Halbuki Arz, muallâkta bir yıldız gibi gezdiğini Coğrafya görüyor. Ne öküz var ve ne de balık?”
Elcevab: İbn-i Abbas (R.A.) gibi zâtlara isnad edilen sahih bir rivayet var ki, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’dan sormuşlar: “Dünya ne üstündedir?” Ferman etmiş:
i123.gif
Bir rivayette bir def’a
i125.gif
demiş, diğer def’ada
i124.gif
demiştir. Muhaddislerin bir kısmı, İsrailiyattan alınma ve eskiden beri nakledilen hurâfevâri hikâyelere bu hadîsi tatbik etmişler. Husûsan Benî İsrail âlimlerinin müslüman olanlarından bir kısmı, kütübü sâbıkada “sevr ve hut” hakkında gördükleri hikâyeleri
Hadîse tatbik edip, Hadîsin ma’nasını acîb bir tarza çevirmişler. Şimdilik bu sualinize dâir gâyet mücmel “Üç Esas” ve “Üç Vecih” söylenecek.
Birinci Esas: Benî İsrail ulemâsının bir kısmı müslüman olduktan sonra, eski ma’lûmatları dahi onlarla beraber müslüman olmuş, İslâmiyete malolmuş. Halbuki o eski ma’lûmatlarında yanlışlar var. O yanlışlar, elbette onlara âittir, İslâmiyete âid değildir
http://www.nur.gen.tr/tr/Risale/Ris...tapId=77&BolumId=5468&KitapAd=Lemalar&Page=91
abdulhak beye

1-üslubunuza dikkat edin
2- 4 ayrı yerde sizin dediğiniz gibi değil
3-sizin kaynağınız kısaltılmış özettir...ve nasıl kısaltıldığı bilinmiyor
4-idrakte zorlanıyorsanız ve tek kaynaktan olaya bakıyorsanız..ve o kaynak böyle yazmışsa kimin suçlayacağınıza iyi karar verin
5-şu konuyu artık bitirelim diğerlerine başlıkları altında devam edelim...
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
SEVR VE HÛT

Pûşide olmasın, Sevr ve Hût’un kıssa-i meşhûresi İslâmiyetin dahîl ve tufeylîsidir. Râvisiyle beraber Müslüman olmuştur. İstersen Mukaddeme-i Sâlise’ye git, göreceksin; hangi kapıdan daire-i İslamiyete dahil olmuştur.
( Muhakemât, 51, Birinci Makale/İkinci Mes'ele.)

Said Nursî, bu açıklamasında, Sevr ve Hut kıssasının İslâm’a yabancı ve ravisinin Müslüman olduktan sonra ancak onun rivayetiyle İslâm’a giren bir mesele olduğunu açık bir şekilde belirtiyor. Şimdi Said Nursî’nin işaret ettiği
3. Mukaddime’ye bakalım:

İsrailiyyatın bir taifesi ve hikmet-i Yunaniyyenin bir kısmı, daire-i İslâmiyete duhul etmeleriyle, din süsüyle görünerek, efkârı ihtilâle verdiler. Şöyle ki: O necîb kavm-i Arab, zaman-ı cahiliyette bir ümmet-i ümmiyye idi. Vakta ki içlerinden hak tecelli edip istidad-ı hissiyatları uyandı da meydanda yol açan din-i mübini gördüklerinden umum rağâbat ve meyilleri, yalnız dinin mârifetine inhisar eylediler.
Fakat kâinata olan nazarları teşhirat-ı hikemiyye nazarıyla değil, belki istitraden yalnız istidlâl için idi. Onların o hassas zevk-i tabiilerine ilham eden yalnız onların fıtratlarına münasib olan geniş ve ulvi muhitleri; ve safi ve müstaid olan fıtrat-ı asliyeleri talim ve terbiye eden yalnız Kur'an idi. Bundan sonra kavm-i Arab, sair akvamı bel’ ettiği gibi milel-i sairenin mâlumatları dahi Müslüman olmaya başladığından, muharrefe olan İsrailiyat ise: Vehb, Ka’b gibi ulema-i ehl-i kitabın İslâmiyetleri cihetiyle Arapların hazain-i hayalatlarına bir mecra ve menfez bularak o efkâr-ı safiyeye karıştılar. Hem sonra da ihtiram dahi gördüler. Zira ulema-i ehl-i kitabdan İslâmiyete gelenler, İslâmiyet şerefiyle gayet celâlet ve tekemmül ettiklerinden, mâlumat-ı müzahrefe-i sâbıkaları makbule ve müselleme gibi oldular.. reddedilmedi. Çünki İslâmiyetin usûlüne musadim olmadığından hikâyat gibi rivâyet olunur iken ehemmiyetsizliği için, tenkitsiz dinlenirler idi. Fakat hayfâ! Sonra hak olarak kabul edildiler. Çok şübeh ve şükûkâta sebebiyet verdiler.
Hem de vaktaki şu İsrailiyat, kitap ve sünnetin bazı imaatlarına merci ve bazı mefahimlerine bir münasebetle me'haz olabilirler idi. Fakat âyât ve hadisin mânâları değil. Belki faraza doğru olsalar idi, mâsadak ve efradından olmaları mümkün olduğundan; su’-i ihtiyarlarıyla başka bir me'hazı bulmayan veya atf-ı nazar etmeyen zahirperestler, bazı âyât ve ehâdisi o hikayat-ı İsrailiyyeye tatbik ederek tefsir eylediler. Halbuki Kur'anı tefsir edecek yine Kur'an ve hadis-i sahihtir. Yoksa; ahkâmı,mensuh olduğu gibi kasası dahi muharrefe olan İncil ve Tevrat değildir. Evet,mâsadak ile mânâ ayrıdırlar. Halbuki: Mâsadak olmaya mümkün olan şey, mânâ yerine ikame olundu. Çok da imkânat vukuata karıştırıldı.
( Muhakemât, 18-19, Birinci Makale/Üçüncü Mukaddeme. )

Aynı konuda Lem'alar’da da şöyle der:

Benî-İsrail ulemâsının bir kısmı müslüman olduktan sonra, eski malûmatları dahi onlarla beraber müslüman olmuş, İslâmiyete malolmuş. Halbuki o eski malûmatlarında yanlışlar var. O yanlışlar, elbette onlara aittir, İslâmiyete ait değildir.
( Lem'alar, 93, Ondördüncü Lem'a/Birinci Makam/Üç Esas/Birinci Esas. )

İsrailiyat ve etkileri hakkındaki bu güzel açıklamalardan sonra, Said Nursî Sevr ve Hut kıssası ile ilgili şu izahları verir:

Ama, (Sevr ve Hût kıssasının) İbn Abbas’a olan nisbetin ittisali ise: Dördüncü Mukaddeme’nin âyinesine bak. O ilhakın sırrını göreceksin.
( Muhakemât, 51, Birinci Makale/İkinci Mes'ele. )

İşte 4. Mukaddeme:
Şöhret; insanın malı olmayanı da insana mal eder. Şöyle ki: Beşerin seciyelerindendir, garip veya kıymettar birşeyi; asil-zâde göstermek için o kıymetdar şeylerin cinsiyle müştehir olan zata nisbet ve isnad etmektir. Yani; sözleri revac bulmak veya tekzib olunmamak veyahut başka ağraz için, zâlimâne ve istibdadkârâne, bir milletin netaic-i ekârını veya mehasin-i etvarını bir şahısta görüp ondan bilirler. Halbuki; o adamın şânındandır o hediye-i müstebidaneyi red ede... Zira güzel bir sıfat veya ulvi bir san'atla meşhur olan bir adam, hüsnü-ü sûrinin maverasını görmek şanından olan nazar-ı sanatperveranesine haksız olarak ona isnad olunan emir arz edilip gösterilir ise; Senin dest-i hattındır denilir ise; o emir san'atın tenasüb ve muvazenesinden nâşi olan güzelliğini ihlal ettiği için, reddedip i’raz ve teberi edecektir. "Hâşa ve kellâ" diyecektir. Bu seciyeye bina ile meşhur kaideye -"Bir şey sâbit olsa, levazımıyla sâbit olur."- istinaden insanlar o şahs-ı meşhurda tahayyülatlarına bir nizam verdirmek için muztardırlar ki: Çok kuvvet ve azamet ve zekâ gibi levazım-ı harikulâdeyi isnad etsinler, tâ o şahsın cümle mensubatına merciiyyeti, mümkün olabilsin. O halde o adam bir u’cûbe olarak zihinlerinde tecessüm eder. Eğer istersen hayalât-ı Acemâne içinde perverde olan Rüstem-i Zâl’ın timsal-i manevisine bak, gör.. ne u’cûbedir! Zira; şecaatle müştehir olduğundan ve hiç İranîler tazyikatından kurtulamayan istibdad sırrıyla ve şöhret kuvvetiyle İranîlerin mefahirini gasb ve garât ederek büyülttü. Hayallerde büyültüp şişti.
Yalan, yalana mukaddeme olduğu için, şu harikulâde şecaat harikulâde bir ömür ve dehşetli bir kamet ve onların levazım ve tevabi’leri olan çok emirleri toplayıp, içinde o hayal-i hâil nara vurarak "Ben nev'ün münhasırün fi’ş-şahs’ım" der. Gul-i yabânî gibi hurûfâtı arkasına takarak dillerin destanlarında dönüyor. Emsaline dahi meydan açar.
Ey hakikati çıplak görmek isteyen zat!.. Bu mukaddemeye dikkat et; zira hurâfâtın kapısı bu yerden açılır. Ve bab-ı tahkik dahi bunun ile sed olur. Hem de kıssadan hisse ve meylü’t-terakkiyle mütekaddimînin esasları üzerine bina ve seleflerin mevrusatında tasarruf ve ziyadeye cesaret bu şûristanda mahvolur. Eğer
istersen meşhur Molla Nasreddin Efendiye de: "Bu garip sözler umumen senin midir?" Elbette sana diyecektir: "Şu sözler ciltleri dolduruyor. Epeyce ömür ister. Zira bütün sözlerim nevadirden değildir.
Ben hocayım. Onların zekâtını da bana verseler razıyım ve kâfidir. Fazlasını istemem. Zira zerafetimi tabiilikten çıkarıp tasannua kalbeder." Yahu, bu kökten hurâfât ve mevzuat biter ve tenebbüt eder ve doğru şeyin kuvvetini bitirir.
( Muhakemât, 22-23, Birinci Makale/Dördüncü Mukaddeme. )


İşte gerek Hz. Peygamber (s.a.v.) ve gerekse sahabîler üzerine atfedilmiş, uydurulmuş sözler hakkında güzel bir açıklama daha. Böylece Said Nursî, bu sözleriyle Sevr ve Hut hadisinin İbn Abbas’a (r.a.) nisbetini de kabul etmiyor. Nitekim diyor ki:

Bundan sonra mervidir: "Arz; sevr ve Hût üzerindedir." Hadis olarak rivâyet ediliyor.
Evvelâ: Teslim etmiyoruz ki, hadistir. Zira: İsrâiliyyatın nişanı vardır.
Sâniyen: Hadis olsa da zaaf-ı ittisal için yalnız zannı ifade eden âhâddendir.Akideye dahil olmaz. Zira yakîn şarttır.
Sâlisen: Mütevatir ve kat'iyyü’l-metin olsa da kat'iyyü’d-delâlet değildir.
( Muhakemât, 51, Birinci Makale/İkinci Mes'ele)

Maalesef, Said Nursî’nin "sâniyen" ve "sâlisen" diye başlayan sözleri; baştan beri yaptığımız nakilleri iptal eden aşağıdaki sözlerine bir mukaddime oluşturmuştur. Said Nursî’nin yukarıdaki ifadeleri, söz konusu rivayeti kabul etmediği izlenimini vermektedir. Oysa o, kendisiyle çelişkiye düşmüş ve şöyle demiştir:

Bu defaki sualinizde diyorsunuz ki: "Hocalar diyorlar: arz, öküz ve balık üstünde duruyor. Halbuki Arz, muallâkta, bir yıldız gibi gezdiğini Coğrafya görüyor.Ne öküz var, ve ne de balık?"
Elcevap: İbn-i Abbas (R.A.) gibi zatlara isnad edilen sahih bir rivâyet var ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan sormuşlar: "Dünya ne üstündedir?"
Ferman etmiş: "Ale’s-Sevri ve’l-Hût". Bir rivayette bir def'a "Ale’s-Sevr" demiş, diğer def'ada "Ale’l-Hût" demiştir. Muhaddislerin bir kısmı, İsrailiyattan alınma ve eskidenberi nakledilen hurâfevâri hikâyelere bu Hadîsi tatbik etmişler. Hüsusan Benîİsrail âlimlerinin müslüman olanlarından bir kısmı, kütüb-ü sâbıkada "sevr ve hut" hakkında gördükleri hikâyeleri, Hadîse tatbik edip, Hadîsin mânâsını acip bir tarza
çevirmişler .
( Lem'alar, 92-93, Ondördüncü Lem'a/Birinci Makam. )

İşte şimdi meseleyi kilitledi...
---------------

Said Nursî, bu rivayet için de herhangi bir kaynak vermemiştir. "Sahih bir rivayet" diyerek Hz. Peygambere (s.a.v.) isnat ettiği bu sözler hangi hadis kitabındandır? Hangi âlim bunu sahih görmektedir? Bu rivayet hakkında onca güzel açıklamadan sonra, nasıl olmuş da bu haberi sahih zannetmiş akıl almıyor.

Biz rivayeti tahkik edelim:

İbn Abbas’tan (r.a.) mervî konu ile ilgili rivayet şöyledir:
(...) Allah, yeri balık üzerinde yarattı. Bu balık Cenab-ı Hakk’ın: "Nûn ile kaleme (...)andolsun." (Kalem, 68/1) ayetinde belirttiği gibi Nûn’dur. Balık suyun içinde (üzerinde)dir. Su da, düz ve yalçın bir kaya üzerinde yaratılmıştır. Bu yalçın kaya, bir meleğin sırtındadır. Melek, kaya üzerindedir. Kaya, rüzgârın üstündedir. (...)
( Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyât, 80. Aydemir, rivayetin kaynaklarını kitabında belirtmiştir.)

İbn Kesir de, bazı tefsircilerden şunu nakleder:
Bu balığın sırtında bir kaya varmış. Kayanın ağırlığı gökle yeryüzünün ağırlığındaymış. O balığın sırtında bir öküz varmış ve onun kırk bin boynuzu varmış. Yedi kat yer ve onun üzerinde bulunanlarla bunların arasında yer alanlar bunun sırtında imiş.
( İbn Kesir, 14/8030-8031.)

Bu rivayeti eserine alan Taberî, senet hakkında şüphe olduğunu, binaenaleyh buna fazla itimat etmediğini söyler. İbn Kesir, habere öz olarak değindikten sonra, bunun İsrailiyattan olduğu ihtimalini tasrih eder. Eserlerine İsrailiyatı almamak için titizlik gösteren bazı İslâm bilginleri ise bu tür haberlere -ilgili ayetleri tefsir ederken- kat'iyen ehemmiyet vermemişlerdir. Tıpkı İbn Kesir gibi İbn Atıyye de rivayetleri eserine aldıktan sonra; bunların zayıf haberler olduğunu, mevcut senetlerle bunları ispata imkân olmadığını tembih eder.
( Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyât, 81. Rivayetlerin durumu hakkındaki bu açıklamaların herbirinin kaynağı aynı sayfada verilmiştir.)

Görüldüğü gibi, bu rivayetlerin hepsi İsrailiyattan olup, hiçbir şekilde sahih değildir.Bunlar, aşağıda açıklanacağı üzere Kur'an-ı Kerim’e de aykırıdırlar.
"Allah yıkılmamaları için gökleri ve yeri tutmaktadır. Andolsun, yıkılsalar kendisinden sonra artık onları kimse tutamaz. Şüphesiz O, halimdir, çok bağışlayandır." (Fâtır, 35/41)

Bu ayetle ilgili olarak Ka’bu’l-Ahbar’dan şöyle bir açıklama menkuldür:

Abdullah b. Mesud’un arkadaşlarından biri bilgi edinmek niyetiyle -o gün için- Şam’da bulunan Ka’b’ın yanına gitti. Bu zat, Şam’dan dönüp gelince Abdullah b. Mesud kendisine:
-Ka’bu’l-Ahbar’dan ne öğrendin? diye sordu. O zat:
- Ka’b’ın şöyle dediğini duydum: "Gökler değirmen eksenine benzer bir direğin ucunda olduğu hâlde bir meleğin omzunda dönmektedir." Bunun üzerine Abdullah b. Mesud arkadaşına:
-Bunu söylediği zaman Ka’b’ı tasdik mi ettin, tekzip mi?
-Ne tasdik ettim ne de tekzip!
-Gerçek şu ki, ben senin atına atlayıp Şam’ı terk etmeni arzu ederdim. Ka’b "gökler bir meleğin omzunda dönmektedir" demekle yanlış ve hatalı bir söz sarf etmiş. O hâlâ Yahudiliğinden vazgeçmedi mi? Baksana Allah ayetinde ne buyuruyor...
Diyerek yukarıdaki ayeti okudu. Bu sözleriyle İbn Mesud, Ka’b’ı yalanlıyor ve anlattığı şeyin İslâm ile alâkasının bulunmadığını, bu tür haberlerin İsrailiyat olduğunu dile getiriyor.
(Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyât, 86-87. Naklin kaynakları aynı sayfada belirtilmiştir.) İşte sahih olan bu rivayettir. ( İbn Kesir, 12/6711.)

Said Nursî, rivayet hakkında üç yorum yapmıştır. Herhâlde, benimsediği birinci yorumu olsa gerektir, çünkü diğer risalelerde diğer iki yorumu zikretmeden, bu yorumu vermektedir.
Şimdi de, Said Nursî’nin söz konusu rivayet için gösterdiği üç vücuhu inceleyelim:

1. Vecih:
Meselâ, felsefenin ruhsuz kanunları pek karanlık ve vahşetli gösterdikleri hilkat-ı arziye ve vaziyet-i fıtriyesini, bu meyve ile nurlu, ünsiyetli bir tarzda "Sevr" ve "Hut" namlarındaki iki meleğin omuzlarında, yâni nezâretlerinde ve cennetten getirilen ve fâni küre-i arzın bâki bir temel taşı olmak, yâni ileride bâkî cennete bir kısmını devretmeğe bir işaret için Bahret namında uhrevî bir madde, bir hakikat gönderilip Sevr ve Hut meleklerine bir nokta-i istinad edilmiş diye Benî-İsrail’in eski peygamberlerinden rivâyet var ve İbn Abbas’tan dahi mervîdir. Maatteessüf bu kudsî mâna, mürûr-u zamanla bu teşbih avamın nazarında hakikat telâkki edilmekle aklın haricinde bir sûret almış. Madem melekler havada gezdikleri gibi toprakta ve taşta ve yerin merkezinde de gezerler; elbette onların ve küre-i arzın, üstünde duracak cismanî taş ve balığa ve öküze ihtiyaçları yoktur.
(Şuâlar,228,Onbirinci Şua/Meyve Risalesi/Onbirinci Mes'ele; Âsâ-yı Mûsa,74,Meyve Risalesi/Onbirinci Mes'ele)

Teşbihler ve temsiller suretinde rivâyet edilen bir kısım hadîsler mürûr-u zamanla avamın nazarında hakikat telâkki edildiğinden vâkıa çıkmıyor. Ayn-ı hakikat olduğu halde vâkıa mutabakatı görünmüyor. Meselâ: Hamele-i Arş gibi arzın hamelesinden olan "Sevr" ve "Hut" namında ve misâlinde iki melâike, koca bir öküz ve pek büyük bir balık tasavvur edilmiş.
( Şuâlar, 446, Beşinci Şua/İhtar/üçüncü Nokta.)

(...) ve "Sevr" ve "Hûd" namlarında iki meleği o sefineye kaptan yapmış.
( Îman ve Küfür Muvazeneleri, 183, El-hüccet-üz-Zehra’nın İkinci Makamı )

Küre-i Arza Emr-i İlâhi ile nezarete memur "Sevr" ve "Hût" namlarında iki ruhani melâikeyi dehşetli cismâni bir öküz, bir balık tevehhüm edip ehl-i fen ve felsefe hakikatı bilmediklerinden İslâmiyete muarız çıkmışlar.
( İctimâi Reçeteler II, 104, Arabî Hutbe-i Şamiye Eserinin Tercümesi/Sekizinci Mâni; Bediüzzaman Said Nursî, 90, İlk Hayatı/Arabî Hutbe-i Şamiye Eserinin Tercümesi/Sekizinci Mâni.)

Hamele-i Arş ve Semavat denilen Melâikenin birinin ismi "Nesir" ve diğerinin ismi "Sevr" olarak dört melâikeyi, Cenab-ı Hak, Arş ve Semavata saltanat-ı Rububiyetine nezaret etmek için tâyin ettiği gibi, semavatın bir küçük kardeşi ve seyyarelerin bir arkadaşı olan Küre-i Arza dahi iki melek, nâzır ve hamel olarak tayin etmiştir. O meleklerin birinin ismi "Sevr" ve diğerinin ismi "Hut" dur. Ve o namı vermesinin sırrı şudur ki: Arz iki kısımdır: Biri, su; biri toprak. Su kısmını şenlendiren balıktır. Toprak kısmını şenlendiren, insanların medar-ı hayatı olan ziraat, öküz iledir ve öküzün omuzundadır. Küre-i Arza müvekkel iki melek, hem kumandan, hem nâzır olduklarından, elbette balık taifesine ve öküz nev'ine bir cihet-i münasebetleri bulunmak lâzımdır.
Belki, ve’l-ilmu indallâhi o iki meleğin âlem-i melekût ve o nezarete işareten ve Küre-i Arzın o iki mühim nev'i mahlûkatına îmaen lisan-ı mu’cizül-beyan-ı Nebevî, el-Arzu ales’s-Sevri ve’l-Hûti demiş, gayet derin ve geniş bir sahife kadar mes'eleleri hâvi olan bir hakikatı, gayet güzel ve kısa tek cümle ile ifade etmiş..
(Lem'alar, 94, Ondördüncü Lem'a/Birincisi.)

Nasıl; sevr ve nesir ve insan ve diğerleriyle müsemma olan hamele-i arş, melâikedir. Bu sevr ve hût dahi, öyle iki melâikedir. Yoksa; arş-ı âzamı melâikeye;küreyi, küre gibi himmete muhtaç olan bir öküze tahmil etmek, nizam-ı âleme münafidir. Hem de lisan-ı şeriatten işitiliyor: Herbir nev'e mahsus ve o nev'e münasip bir melek-i müekkel vardır. Bu münasebete binaen o melek o nev'in ismiyle müsemma, belki âlem-i melâikede onun suretiyle mütemessil oluyor... Hadis olarak işitiliyor: "her akşamda güneş arşa gider, secde eder. İzin alıyor, sonra geliyor." Evet, şemse müekkel olan melek; ismi şems, misali de şemsdir. Odur gider, gelir. Hem de hükema-i İlâhiyyun nezdinde herbir nev' için hayy ve nâtık ve efrada imdad verici ve
müstemiddi bir mahiyet-i mücerrede vardır. Lisan-ı şeriatte melekü’l-cibal ve melekü’lbihar ve melekü’l-emtar gibi isimler ile tâbir edilir. Fakat tesir-i hakikileri yoktur.Müessir-i hakiki yalnız Zat-ı Akdes’tir.
( Muhakemât, 52, Birinci Makale/İkinci Mes'ele )

Said Nursî’ye ait bu sözler, açıklanması gereken birçok mesele içermektedir:
Bazı meleklerin arşı taşıdıkları doğrudur. Nitekim, Allah Tealâ buyuruyor ki:
"Arşı taşıyanlar ve onun etrafında bulunanlar, Rablerini hamd ile tesbih ederler ve ona iman ederler."(Mu'min 7)
"Gök yarılmıştır; o gün o, zayıf, sarkıktır. Melekler de onun kenarındadır. O gün Rabbinin arşını üstlerinde sekiz (melek) taşır." (Hākka, 16-17.)
Fakat, bu meleklerin "Sevr, Nesir ve İnsan" diye isimlendirildiklerini Said Nursî nereden bulmuştur?
Said Nursî, bazı meleklerin arşı taşıdıklarını delil ve örnek göstererek; arzı da iki meleğin taşıdığını ve isimlerinin "Sevr ve Hut" olduğunu söylemiştir. Abdullah b. Mesud’un (r.a.) hadisini nakletmiştik ki, hadis, Said Nursî’nin bu istidlâlini çürütmektedir.
Ayrıca, meleklerin isimleri ancak dinin kaynaklarından öğrenilebilir; Sevr ve Hut isminde iki meleğin olduğuna dair herhangi bir rivayet yoktur.
Her bir nev'e mahsus ve o nev'e münasip bir melek-i müekkel olduğu da doğrudur, ama o meleğin, o nev'in ismiyle isimlendiği iddiası mesnetten yoksundur.
Said Nursî, bu iddiasına "Her akşamda güneş arşa gider, secde eder. İzin alıyor, sonra geliyor" hadisini delil olarak getirmiştir, oysa hadisten böyle bir hüküm çıkarılabilmesi mümkün değildir. Hadisin bu mesele ile yakından uzaktan ilgisi yoktur.
Bu hadise geçmeden önce şunu belirtmeyi gerekli görüyoruz: Birçok zayıf ve mevzu hadisi Resulullaha (s.a.v.) kesin bir biçimde isnat edip, bunlardan bazılarının da kendisine ihtar edildiğini söyleyen Said Nursî, sıra Buharî’nin bu sahih hadisinin nakline gelince, nedense "hadis olarak işitiliyor" gibi şüphe ifade eden bır sıyga kullanmıştır. Üstelik, hadisi hem yanlış hem de eksik rivayet etmiştir.

Biz, hadisin tamamını nakledelim:

Ebu Zerr (r.a.) şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.) güneş battığı zaman bana:
-Güneş nereye gider, bilir misin? diye sordu. Ben:
-Allah ve Rasulü en bilendir, dedim. Rasulullah şöyle buyurdu:
"Güneş de kendi müstekarrı (karar bulacağı yer veya karar bulması) için akıp gider. Bu, üstün ve bilen (Allah)ın takdiridir." (Yâsîn, 38)
(Buhārî, Bed‘i’l-Halk, 4/9.)

Said Nursî bu hadisi, "Evet, şemse müekkel olan melek; ismi şems, misali de şemsdir. Odur gider, gelir." şeklinde tevil etmiştir.
Hâlbuki, hadiste ne şemse müekkel olan meleğin isminin "Şems" ve ne de misalinin şems olduğuna dair bir işaret vardır. Gidip gelenin, secde edenin melek olduğuna dair de hiçbir karine yoktur. Bu tevil benimsenir ve -Said Nursî’nin, "kırk bin başlı, her başı kırk bin dilli melekler" rivayetinde ele aldığımız badem ağacı hakkındaki "melek-i müekkel" tevili de göz önünde bulundurularak- teşmil edilirse; kâinatta insanlardan, cinlerden ve meleklerden başka Allah Tealâ’yı tesbih eden, ona hamdeden hiçbir şey yok demektir.
Bu tevile göre; Kur'an ayetlerinin tesbihi, hamdı, secdeyi insan, cin ve melek dışındaki bir varlığa mecazen de olsa izafe etmesi boşunadır, çünkü bu varlığın adaşı müekkel bir melek vardır ve bütün bu fiillerin müsnedün ileyh (özne)i olan gerçekte bu melektir.
Bu tevil, açıklanmaya muhtaç olmayan derecede sakattır, batıldır.
Kur'an her şeyin, hatta gölgelerin bile secde ettiğini haber vermektedir:
"Göklerde ve yerde her ne varsa, ister istemez Allah’a secde ederler. Gölgeleri de sabah akşam (ona secde ederler)." ( Ra‘d, 15.)
"Allah’ın yarattığı her şeyin gölgelerinin nasıl sağdan, soldan sürünüp Allah’a secde ederek döndüğünü görmediler mi? Göklerde ve yerde bulunan bütün canlılar ve melekler, hiç büyüklük taslamadan Allah’a secde ederler." (Nahl, 48-49.)

Güneşin arşın altında secde etmesinin keyfiyetini Buharî şarihleri; secde kast ve iradeyi gerektiren bir fiil olduğundan inkıyad (boyun eğmek, itaat etmek)dan kinaye olmak üzere tevcih etmişlerdir.
(Kâmil Miras, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, DİB Yayınları, Ankara 1982 )

Şah Veliyyullah, bu hadisi şöyle açıklamaktadır: Her nev'i mevcudun kendi yaratılışına göre bir secdesi ve Allah’a karşı bir ubudiyet arz etmesi vardır. Gölgenin secdesi yere düşmesi (uzayıp kısalması)dır. Güneşin secdesi de istivadan guruba meylidir.
( Miras, Tecrîd-i Sarîh; Sofuoğlu, Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, aynı yerler.)

Bu üslûp oldukça yaygındır. Meselâ; Arapların şöyle dediğini görüyoruz: "Devem yolun uzun olduğunu bana şikâyet etti. (Dedim ki,) sabret deveciğim ikimiz de müptelâyız."
Görüldüğü gibi, bu şiirde ne şikâyet ne de konuşma söz konusudur. Bu sadece bir mecaz ve bir temsilden ibarettir. Temsildeki inceliğe bakın, eğer başka şekilde ifade edilse, bu incelik görülmeyecektir. Bu tür beliğ temsiller, hiçbir şüpheye maruz kalmayan ve bize mütevatir olarak gelen Kur'an-ı Kerim’de de mevcuttur. "Şimşek, Allah’ı hamd ile tesbih eder" ayetinde olduğu gibi... Öyleyse, hadislerin de bu tür ifadeler kullanması ilk defa yapılan bir şey değildir.
( Ebû Şehbe, Sünnet Müdafaası, 1/102 ) İşte hadisin izahı... Ne delilsiz bir şekilde bir meleğe "Şems" ismini vermek var, ne o meleği güneş misaline sokmak ve ne de fiili meleğe isnat etmek...

Muhammed Ebu Şehbe de şöyle diyor:
Şayet, bu hadisi hakikî manasına hamledecek olursak, yanlış olduğu açıkça ortaya çıkar, eğer mecazî olarak mana verecek olursak beliğ bir ifade olduğu ortaya çıkar. Zira, güneşin secdesi yüce Allah’ın iradesine boyun eğerek seyrine devam etmesi ve Allah’ın yerleştirdiği sağlam sistemden şaşmayarak, kesintisiz, ara vermeden devam etmesidir. Bu tür hadislerle, yaratıkları âlemlerin Rabbine boyun eğmeye teşvik kastedilir. Son derece azametli bir yapıya sahip olan güneş, Allah’ın iradesine boyun eğiyorsa, zayıf bir yaratık olan insanın -özellikle güneşe ibadet edenlerin- ona inanması ve boyun eğmesi elbette gerekir.
Evet, dağlar meleği/melekleri, denizler meleği/melekleri, yağmur meleği/melekleri... elbette vardır, ama onların isimlerini -vahyin bildirmesi dışında bilemeyiz.
Meleklerin müekkel oldukları şeyin ismini ve misalini aldıklarına dair iddia, Kur'an’dan ve hadislerden bir delil olmadıkça kabul edilmez.
Said Nursî’nin yorumu doğru olsaydı, eceli gelenlerin ruhlarını kabzeden meleğin isminin "Mevt" olması gerekirdi; oysa, ismi Azrail’dir ve bu işle görevli başka melekler de vardır. "Ölüm meleği" ise bir isim tamlamasıdır, has (özel) isim değildir.
Birisi için "inşaat işçisi" denildiğinde, onun inşaat işçisi olduğu anlatılır, yoksa ismi Ahmet, Mehmet olan birinin adının "inşaat işçisi" olduğu değil...
Keza, tabiat olaylarını idare eden meleğin ismi Mikâil, peygamberlere vahyi getirenin ismi Cebrail, Sûr’a üfürecek olanın adı da İsrafil’dir. Tabiî, burada anlatmak istediğimiz, bu meleklerin sadece bu işlerle görevli olduğu değildir. Başka neler yaptıklarını, vazifelerini Allah bilir. Görüldüğü gibi, Said Nursî’nin "Sevr ve Hut, iki meleğin ismidir" şeklindeki tevili geçerli değildir.

2. Vecih:
Meselâ: Nasılki denilse: "Bu devlet ve saltanat hangi şey üzerinde duruyor?" cevabında: ale’s-seyfi ve’l-kalem denilir. Yani "Asker kılıncının şecaatine, kuvvetine ve me'mur kaleminin dirayetine ve adâletine istinad eder" öyle de: Küre-i Arz madem zîhayatın meskenidir ve zîhayatın kumandanları da insandır ve insanın ehl-i sevâhil kısmının kısm-ı â’zamının medar-ı taayyüşleri balıktır ve ehl-i sevâhil olmıyan kısmının medâr-ı taayyüşleri de balıktır.
Elbette devlet, seyf ve kalem üstünde durduğu gibi; Küre-i Arz da, öküz ve balık üstünde duruyor denilir. Zira ne vakit öküz çalışmazsa ve balık yumurtayı birden doğurmazsa, o vakit insan yaşayamaz, hayat sukut eder, Hâlık-ı Hakim de Arzı harab eder.
İşte Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, gayet mu’cizane ve gayet ulvî ve gayet hikmetli bir cevâp ile: el-Arzu ale’s-Sevri ve’l-Hût demiş. Nev-i insanînin hayatı, ne kadar cins-i hayvanînin hayatiyle alâkadar olduğuna dair geniş bir hakikatı iki kelime ile ders vermiş.
( Lem'alar, 94-95, Ondördüncü Lem'a/İkinci Vecih.)

Bu sözler, yakın ifadelerle Muhakemât’ta da yer almaktadır.( Muhakemât, 52-53, Birinci Makale/İkinci Mes'ele.)

Bu yorum, birinci ve üçüncüden daha tutarlı görünmekle beraber, yine de boşunadır; çünkü Hz. Peygambere ait olmayan bir sözü kurtarmak için yapılmıştır.

3. Vecih:
Eski Kozmoğrafya nazarında Güneş gezer. Güneşin her otuz derecesini, bir burc tabir etmişler. O burçlardaki yıldızların aralarında birbirine rabtedecek farazî hatlar çekilse, birtek vaziyet hasıl olduğu vakit, bazı esed suretini, bazı terazi mânâsına mîzan suretini, bazı öküz mânâsına sevr suretini, bazı balık mânâsına hût suretini göstermişler.
O münasebete binaen o burçlara o isimler verilmiş. Şu asrın Kozmoğrafyası nazarında ise, Güneş gezmiyor.
O burçlar boş ve muattal ve işsiz kalmışlar. Güneşin bedeline Küre-i Arz geziyor. Öyle ise; o boş, işsiz burçlar ve yukarıdaki muattal daireler yerine, yerde arzın medâr-ı senevîsinde küçük mikyasta o daireleri teşkil etmek gerektir.
Şu halde burûc-u semaviye, Arzın medâr-ı senevîsinden temessûl edecek. Ve o halde Küre-i Arz her ayda burûc-u semaviyenin birinin gölgesinde ve misalindedir. Güya Arzın medâr-ı senevîsi bir âyine hükmünde olarak semavî burçlar, onda temessül ediyor.
İşte bu vecihle Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm sabıkan zikrettiğimiz gibi bir def'a "ale’s-Sevri" bir def'a "ale’l-Hûti" demiş. Evet mu’ciz-ül-beyan olan lisan-ı Nübüvvete yakışır bir tarzda gayet derin ve çok asır sonra anlaşılacak bir hakikata işareten bir defa "ale’s-Sevri" demiş. Çünki: Küre-i Arz, o sualin zamanında Sevr Burcunun misalinde idi. Bir ay sonra yine sorulmuş, "ale’l-Hûti" demiş. Çünki: o vakit Küre-i Arz, Hût Burcunun gölgesinde imiş.
İşte istikbalde arlaşılacak bu ulvî işareten ve Küre-i Arzın vazifesindeki harekete ve seyahatına îmaen ve semavî burçlar, Güneş itibariyle muattal ve mesafesiz olduklarına ve hakiki işliyen burçlar ise, Küre-i Arzın medâr-ı senevîsinde bulunduğuna ve o burçlarda vazife gören ve sayahat eden Küre-i Arz olduğuna remzen "ale’s-Sevri ve’l-Hût" demiştir. Vallâhu a‘lemu bi’s-savâb.
( Lem'alar, 95, Ondördüncü Lem'a/Üçüncü Vecih.)

Said Nursî’nin bu yorumunda da incelenmesi gereken birçok mesele vardır. Bu bölümün gayesi kozmografyayı, astronomiyi ve astrolojiyi ilgilendiren meselelere girmek değildir. Mevzumuzla ilgili olduğundan bir-iki konuya yüzeysel olarak değinilecektir. Said Nursî; "kendi zamanındaki kozmografya nazarında güneşin gezmediğini" söylemiş, isnat ettiği söz dolayısıyla da Hz. Peygamberin güneşin gezmediğine, yani hareket etmediğine, hareket eden ve gezenin ise dünya olduğuna işaret ettiğini belirtmiştir. Said Nursî böylece, kendi zamanındaki güneşin dönmediğini ileri süren bu teorileri Hz. Peygambere doğrulatmıştır!
Oysa, güneşin hareketsiz durması, Kur'an-ı Kerim’in bazı ayetlerine fiilen ters düşmektedir:
"Güneş de kendi müstekarrı (karar bulacağı yer veya karar bulması) için akıp gider. (...)" (Yâsîn, 38.)
Burada "müstekarr" kelimesi mîmli masdardır, ism-i zaman ve ism-i mekân olabilir. Lâm ile de birkaç anlam kazanır. Onun için bu ifade birkaç manaya gelir: Önce güneş bir kör tesadüf eseri değil, sabit bir kanunla cereyan eder, demektir. Güneş bir istikrar için, yani kendi sisteminde bir düzen meydana getirmek için akıp gider, manası da vardır.
Müstekarr zaman ismi olduğuna göre mana: Güneş, kendine mahsus bir istikrar yani durma zamanına kadar akıp gider, demek olur ki, bu durma zamanı, güneşin söneceği kıyamet zamanıdır.
Müstekarr mekân ismi olursa: Güneş kendisine tahsis edilmiş bir istikrar yerinde, yani bir yörüngede akıp gider, demek olur. Keza güneş, istikrar bulacağı yeri için hareket eder manası da vardır ki, bu takdirde güneşin, başka bir merkeze doğru hareket ettiği de anlaşılır. Hâsılı ayet, her manasıyla pozitif ilmi doğrulayan ilâhî bir mucizedir.
(Süleyman Ateş, Kur'ân-ı Kerîm ve Yüce Meâli, Kılıç Kitabevi, Ankara, 441.)
"Geceyi, gündüzü, ayı yaratan odur. (Bunların) her biri bir yörüngede yüzmektedir."(Enbiyâ, 33)
Ateş, bu ayet için de şöyle der:
Bu ayet, bütün gök cisimlerinin bir felekte (belli bir yörüngede) yüzmekte olduklarını söylüyor.
Kur'an indiği sırada ilim çevrelerine hâkim olan Batlamyus teorisine göre güneşi ve ayı hareket ettiren, felektir. Hâlbuki ayet, bunların felekte yüzdüklerini söylemekle o teoriyi yıkmıştır. Nitekim, bugünün ispatlanmış bilgisine göre de bu varlıkların her biri, Kur'an’ın dediği gibi bir yörüngede yüzmektedir.
(Süleyman Ateş, Kur'ân-ı Kerîm ve Yüce Meâli,323)

"(...) Güneşi ve ayı buyruğu altına aldı. Her biri belli bir süreye kadar akıp gitmektedir. (...) (Zümer, 5.)

Yusuf el-Kardavî, yukarıdaki ayeti zikrederek şöyle demiştir:
Güneşin hareketini ve dolaşmasını haber verdiği gibi, diğer bütün gezegenlerin hareketini ve dolaşmasını da Kur'an-ı Kerim haber veriyor. Eskiden astronomi derslerinde okutulan güneşin hareketsiz olduğu yolundaki teorinin yanlış olduğu, bilimsel yönden kanıtlanmıştır. Bu teoriden sonra ortaya atılan teoriler de Kur'an-ı Kerim’in haber verdiği gibi güneşin de diğer gezegenler gibi hareket ettiğini teyit etmiştir. Bu teoriler, yerkürenin ve güneşin hareket ettiğini söylemektedir. Önceki devirlerde dendiği gibi sabit değildir.
(Yusuf el-Karadavî, Çağdaş Problemlere Fetvalar, çev. Mehmet Keskin, İlim Yayınları, İstanbul, 15-16.)

Mevdudî de Yasin suresinin 38. ayetinin tefsirinde şu açıklamayı yapmıştır:

(...) Kısacası, daha önce sabit olduğu sanılan gezegenlerin, saniyede 10 veya 100 mil hızla hareket ettiği kabul edilmektedir. Astronomi bilginlerine göre, güneş tüm sistemle birlikte saniyede 20 km. hızla hareket etmektedir.
( Mevdudî, Tefhimu’l-Kur'ân, çev. Kurul, İnsan Yayınları, İstanbul 1987, 4/523.)

Görüldüğü gibi, Said Nursî’nin bu mevzu hadisi kotarayım derken, kendi zamanındaki yanlış kozmografya bilgilerini de kullanarak vardığı netice, bilimsel açıdan da yanlıştır. Çoğu kişinin yanlış bir metot izleyerek, ispatlanmamış teorilerle Kur'an’ı tefsir ederken düştükleri hataların içine bu kez Kur'an’ı değil, sahih zannettiği bir uydurma hadisi tefsir ederken Said Nursî düşmüştür.
Said Nursî’nin, güneşin dönmesi ile ilgili olarak, bazı açıklamaları daha vardır ki, ifadelerinden bu konudaki fikri tam olarak anlaşılmıyor. Şöyle diyor:
Kur'an der: "ve’ş-Şemsu tecrî" Güneş döner. Bu "döner" tâbiriyle; kış, yaz,gece, gündüzün deveranındaki muntazam tasarrufat-ı kudreti ihtar ile, azamet-i Sânii ifham eder.
İşte bu "dönmek" hakikatı ne olursa olsun, maksud olan ve hem mensuc, hem meşhud olan intizama te’sir etmez.
( Mektubat, 187-188, Mu’cizat-ı Ahmediyye’nin Birinci Zeyli/Ondördüncü Reşha.)

Oysa mevsimler ile gece ve gündüzün deveranı güneşin dönmesinin değil, dünyanın güneş etrafında dönmesinin neticeleridir. Dünyanın öküz (biz "boğa" diyelim) burcunda olduğu zaman Resulullahın "ale’s-Sevr"; balık burcunda olduğu zaman da "ale’l-Hût" dediği şeklindeki yorum, tarihsel bağlama da uygun düşmemektedir. Çünkü, Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Biz, ümmî bir ümmetiz. Yazıyı ve (gök bilimiyle ilgili) hesabı bilmeyiz. Ay,bazen şöyle, bazen de böyledir." Ravi dedi ki: Peygamber bununla, "ay, bir defa yirmi dokuz; bir defa da otuz (gün çeker)" demek istedi.
( Buhārî, Savm, 13/23; Müslim, Sıyâm, 2/15.)

Araplar, o zaman ümmî bir topluluktu. Okur yazarı, hele riyazî bilgi sahibi olanları azdı. Hz. Peygamberin, böyle bir topluluğa durup dururken dünyanın o sırada bulunduğu burcu açıkladığını iddia etmek, tutarsızdır. Bu sözün, gelecekteki kişiler için de bir anlamı yoktur, çünkü bu sözlerde genel olarak burçlardan bahsedilmemektedir. Ayrıca, Said Nursî’nin bu açıklamalarından; bu sözün Peygamberimiz tarafından bir defasında "el-Arzu ale’s-Sevri ve’l-Hût"; bir defasında "ale’s-Sevr" ve bir diğerinde de "ale’l-Hût" şeklinde üç ayrı olayda söylendiği anlaşılmaktadır. Bu üç rivayetin hiçbirinin kaynağı belirtilmemiştir. Aslında, bu sözlerin ayrı ayrı zamanlarda söylendiği mevzu olarak bile hiçbir yerde rivayet edilmemiştir. Said Nursî, yaptığı yorumun tutarlı olması için, bu uydurma haberi bu şekle dönüştürmüştür.
Sözün özü; kabul edilemeyecek kadar yanlış olan bu rivayetleri Hz.Peygambere delilsizce isnat etmek, ilmî sorumlulukla bağdaşamaz. Bu rivayetin İsrailiyattan olduğu apaçıkken, olmayacak zorlamalarla yanlış yorumlarla çabalamak, olsa olsa tekellüfe dalmaktır.
Said Nursî, kendi rivayet ettiklerinin ve yorumlarının dışındakiler için ise şöyle demiştir:
Bazı kütüb-ü İslâmiyede sevr ve hûta dair acib ve hâric-i akıl hikâyeler, ya İsrailiyattır veya temsilâttır veya bazı muhaddislerin te'vilatıdır ki, bazı dikkatsizler tarafından Hadîs zannedilerek Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma isnad edilmiş.
( Lem'alar, 95, Ondördüncü Lem'a/Üçüncü Vecih.)

Biz de cümlesini, kendisine reddediyoruz. alıntı : abdullah tekhafızoğlu
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
1-)
abdulhak beye

1-üslubunuza dikkat edin
2- 4 ayrı yerde sizin dediğiniz gibi değil
3-sizin kaynağınız kısaltılmış özettir...ve nasıl kısaltıldığı bilinmiyor
4-idrakte zorlanıyorsanız ve tek kaynaktan olaya bakıyorsanız..ve o kaynak böyle yazmışsa kimin suçlayacağınıza iyi karar verin
5-şu konuyu artık bitirelim diğerlerine başlıkları altında devam edelim...

1_Uslubuma dikkat ediyorum da dikkat etmeyen sensin. Kendini kontrol et.

2_ Senin gösterdiğin linklerde deidğin gibi. fakat yine benim gösterdiğim kendi linklerinde ve kitabında gösterdiğim gibi. Anlaşıldığı üzere kendi eserlerind e bile tuhaflık , karışıklık var.
Sen benim gönderdiğim bir önceki mesajda cevaplamanı isteyip altını dahi çizdiğim yeri cevaplamaktan kaçınsanda , itibar etmesende önemli değil !

3- 4_
sizin kaynağınız kısaltılmış özettir...ve nasıl kısaltıldığı bilinmiyor
demişsin de bu kendi eserleri ve linkleri.
Onları da savunan yine sensin. Cevabını bekliyorum

5- Diğer hadisi ekledim ve sormuştum bu sayfaya (başlığa ) . Aynı mevzuda olduğu için buradan cevap veriniz





Yine risale yine zayıf hadis !

Beşinci nokta: Bu hesab-ı ebcedî, makbul ve umumî bir düstur-u ilmî ve bir kanun-u edebî olduğuna deliller pek çoktur. Burada yalnız dört-beş tanesini numune için beyan edeceğiz.
Birincisi: Bir zaman Benî İsrail âlimlerinden bir kısmı, huzur-u Peygamberîde, sûrelerin başlarındaki
b755.gif
gibi mukattaat-ı hurufiyeyi işittikleri vakit, hesab-ı cifrî ile dediler:
"Ya Muhammed, senin ümmetinin müddeti azdır."
Onlara mukabil dedi: "Az değil." Sâir sûrelerin başlarındaki mukattaatı okudu ve ferman etti: "Daha var." Onlar sustular


Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sayfa 87
http://www.risaleinurenstitusu.org/i...iGaybi&Page=87



Hadis diye aktarılan bu nakilin sıhhatini biliyor musunuz ?
Zayıf olduğunu ispatlamadan önce sizden sahihliğini ispatlamanızı istiyorum.

Aynı yerde geçen :

İkincisi: Hazret-i Ali Radıyallahu Anhın en meşhur Kaside-i Celcelûtiyesi, baştan nihayete kadar bir nevi hesab-ı ebcedî ve cifir ile telif edilmiş ve öyle de matbaalarda basılmış.
Üçüncüsü: Câfer-i Sâdık Radıyallahu Anh ve Muhyiddin-i Arabî (r.a.) gibi esrar-ı gaybiye ile uğraşan zatlar ve esrar-ı huruf ilmine çalışanlar, bu hesab-ı ebcedîyi gaybî bir düstur ve bir anahtar kabul etmişler.


Şu altını çizdiğim terimleri ve bahislerin ehli sünnete göre hükmünü delillendirirmisiniz.
 
Üst Ana Sayfa Alt