Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü İstanbul Fetih Olundu mu Olunacak mı?

Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
İSTANBUL MUTLAKA FETH OLUNACAKTIR, FETH EDİLMİŞTİR, FETH EDİLECEKTİR

images
images

Bişr el-Ganevî (r.anh) dan nakledildiğine (diğer raviler: Abdullah b. Bişr , El-Velîd b. el-Mugîre , Zeyd b. el-Hubâb, Abdullah b. Muhammed b. Ebî Şeybe) göre, Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"İstanbul mutlaka feth edilecektir. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan; o ordu ne güzel ordudur!.." (Ahmed b. Hanbel ; Musned , V. 241/855)
Hadisin sıhhati hakkında Hâkim, "isnâd-ı sahîh" derken meşhur ricâl âlimi Zehebî, Hâkim'in kanaatine iştirak ile hadisin "sahîh" olduğunu belirtmektedir.
Nâsiruddin el-Albânî de, hadisin râvilerinden Abdullah b. Bişr el-Ganevî hakkındaki İbn-i Hibbân'ın musbet görüşünün kendisini tatmin etmediği gerekçesiyle, "bana göre hadis sahih değildir" demekte ve "zayıf" olduğuna işaret etmektedir. (Silsiletu'l-ehâdisi'z-zâife, II, 268-269)

İstanbul'u ikinci defa feth etmeye gelen İslam devletinin Halifesi Muaviye, ordunun komutanı Yezid b. Muaviye ; İstanbul'u kuşatmaya gelen ordunun içinde şehid olanların içinde ise Rasulullah (s.a.v.)'in sancaktarı olan Eyyub el Ensari idi.

**********************


Bu hadisi zayıf görenlerin izahatları şöyledir :

Fetihlerle İlgili Hadisler

Peygamber, İslamin ilk yıllarından beri müslümanlar zor günlerde bunaldıkça ashabına, gelecek parlak günleri ve İslam’in hakimiyetini haber vermiş, bu suretle hem zor ve sıkıntılı anlar yaşayan ilk müslümanları teselli etmiş, hem de düşmanlara karşı tam bir dayanıklılık göstermesi bakımından onları eğitmiştir.
Örnegin, Mekke’de muşriklerin işkencelerinden şikayet eden Habbab b. Eret’e (r.anh), geçmiş ümetlerden misaller verdikten sonra, San’a’ dan yalnız başına yola çıkan birinin yırtıcı hayvan korkusu dışında hiçbir korku hissetmeden ta Hadramevt’e kadar emniyet içerisinde yolculuk yapacağı günlerin yakın olduğunu bildirmiştir.
Peygamber müslümanlara Yemen, Sam ve Irak bölgelerinin feth edileceğini, Kisra’nin sarayındaki hazinelerin müslümanlarin eline geçeceğini yıllar öncesinden haber vermiştir. Rum diyarının yani Anadolunun fetholunacağını da bildirmiştir. Bunun yanısıra Kostantiniye ve Roma’nin feth olunacağını, Kostantiniyye’nin mi, Roma’nin mi daha önce feth olunacağı sorulduğunda ise, önce Hirakl’in şehri olan Kostantiniyye’nin yani İstanbul’un feth edileceğini bildirmiştir.
Medine döneminde de Hendek harbi (5/627) öncesinde müslümanlar, büyük bir gayret ve fedakarlıkla Medine’yi savunmak için hendek kazmaya çalışırken, Peygamber kendilerine Sam, Kisra ve Yemen’in saraylarının ve nufuz bölgelerinin müslümanların eline geçeceğini müjdelemiştir. Bu müjdeler, müslümanlara içinde bulundukları kötü günleri atlatacaklarını, yani bir anlamda zaferi kazanacaklarını önceden haber vermektedir. Kaldı ki, bu durum asla kuru bir cesaretlendirme taktiği değildir; zira Peygamber hiç kimseyi aldatmaz ve gereksiz konuşmazdı. Onun verdiği haberler şayet ona aidiyeti kesin ise doğru çıkacaktır ve çoğu da doğru çıkmıştır. Bugüne kadar Tarih, şayet doğru anlaşılmışsa Peygamber’in verdiği hiçbir haberde yalan ve yanlış tesbit edebilmiş değildir.

İstanbul’un Fethi ile ilgili hadisler

İstanbul’un fethiyle ilgili meşhur olmuş hadisin dışında kaynaklarda fetihle ilgili bir çok hadis daha bulunmaktadır ki, bunlarda da İstanbul’un fethi haber verilmektedir.
Bu rivayetlerden baska diger bazi rivayetlerde İstanbul’a İslam ordularının tekbir ve tesbihlerle gireceği ve pek çok ganimet elde edecekleri de haber verilmektedir. Hatta Abdullah b. Amr’dan gelen bir rivayette de, “Kostantinyye’yi ismi benim ismim olan bir adam fethedecektir” denilerek İstanbul’u fethedecek kimsenin isminin Muhammed olacağının haber verilmesi, haberin yer aldığı kaynak pek sağlam kabul edilmese de ilginç bir rastlantıdır. Zira bu kaynak fetihten altı asır önce kaleme alınmıştır. Ebû Nuaym el-Mervezi’nin el- Fiten adli bu eserinde daha ilginç olan bir şey de, kıyamet âlametlerinin sayıldığı bir rivayette pek çok şey sıralandıktan sonra İstanbul’da bir ateş ve kibritin çıkacağı, bunların dumanının gökyüzünde kalacağının haber verilmiş olmasıdır. Sanki bir anlamda daha sonra icad edilen toplardan bahsedilmektedir. Ancak bütün bu rivayetler içersinde gerek sıhhat, gerek meşhur olma ve gerekse sonuç bakımından aşağıda metnini ve anlamını verdiğimiz rivayet öne çıkmaktadır ki, fetih hadisi olarak şöhret bulan hadisin orijinal metni ve anlamı şu şekildedir:


حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مُحَمَّدِ بْنِ أَبِي شَيْبَةَ وَسَمِعْتُهُ أَنَا مِنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ مُحَمَّدِ بْنِ أَبِي شَيْبَةَ قَالَ ثَنَا زَيْدُ بْنُ الْحُبَابِ قَالَ حَدَّثَنِي الْوَلِيدُ بْنُ الْمُغِيرَةِ الْمَعَافِرِيُّ قَالَ حَدَّثَنِي عَبْدُ اللَّهِ بْنُ بِشْرٍ الْخَثْعَمِيُّ عَنْ أَبِيهِ أَنَّهُ سَمِعَ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ لَتُفْتَحَنَّ الْقُسْطَنْطِينِيَّةُ فَلَنِعْمَ الْأَمِيرُ أَمِيرُهَا وَلَنِعْمَ الْجَيْشُ ذَلِكَ الْجَيْشُ
قَالَ فَدَعَانِي مَسْلَمَةُ بْنُ عَبْدِ الْمَلِكِ فَسَأَلَنِي فَحَدَّثْتُهُ فَغَزَا الْقُسْطَنْطِينِيَّةَ
Abdullah b. Bisr el-Has’amî’den, o da babasından işittiğine göre, Nebi (a.s.) söyle buyurmuştur:
İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur.”
Abdullah b. Bisr der ki: Mesleme b. Abdulmelik (ö. 120/738) beni çağırdı ve bu hadisi sordu. Ben de ona bu şekilde naklettim. Bunun üzerine O, aynı sene Konstantiniye’yi (İstanbul’u) fethetmek üzere sefere çıktı.
(Ahmed b. Hanbel, Musned, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 2008, cilt: 7, Hadis no: 19471)

Muhammed b. Ebî Şeybe, Zeyd b. el-Hubâb’dan, o, Velid b. Muğire el-Meâfirî’den işitmiş, Velid b. Mugîre Abdullah b. Bisr el-Has’amî’den o da babasından işittiğine göre Nebi (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, Onu fetheden ordu ne güzel ordudur.”
Abdullah b. Bişr der ki: Mesleme b. Abdulmelik (ö. 120/738) beni çağırdı ve bu hadisi sordu. Ben de ona bu şekilde naklettim. Bunun üzerine o, aynı sene Kostantiniyye’yi fethetmek üzere sefere çıktı.

İstanbul’un Fethi ile İlgili Hadisin Kaynakları ve Sıhhat Durumu

Hadis kritiği bakımından özellikle şehirlerin ve şahısların faziletlerine dair rivayetler genel olarak uydurma hadis alanlarıdır. Yani bu sahalarda pek çok hadis uydurulmuş ve yayılmıştır. Dolayısıyla bu tür haberlere temkinle yanaşmak ve araştırma yapmak gerekmektedir. Biz bu nedenle önce hadisin yer aldığı kaynakları sonra da hadisi rivayet eden ravilerin durumunu ele almak istiyoruz.

Hadisin Yer Aldığı Kaynaklar

Bilindiği gibi hadis kaynaklarının temelini Kutub-i Sitte adini verdiğimiz altı hadis kitabı oluşturmaktadır ki bunlar, Buhârî (ö. 256/870) ve Muslim’in (ö. 261/875) Sahihleri, Ebû Dâvûd (ö. 275/888), Tirmizî (ö. 279/892), Nesâî (ö. 303/915) ve Ibn Mâce’nin (ö.273/886) Sunenlerinden olusmaktadir.
Daha sonraki dönemlerde ise, yine ilk devir hadis kitablarından olan ve muteber kabul edilen eserlerden Dârimî’nin (ö. 255/869) Sünen’i, İmam Mâlik’in (ö. 179/795) Muvatta’i ve Ahmed b. Hanbel’in (ö. 241/855) Musned’i bu sayılan altı kitaba ilave edilerek dokuza çıkarılmış ve dokuz kitab anlamında Kutub-i Tis’a adıyla anılır olmuştur. Hadislerin tamamı olmasa da çok büyük bir kısmının söz konusu bu dokuz kitapta yer aldığı, bunlarin dışında farklı olabilecek çok az hadis bulunabileceği ifade edilmiştir ki, kanaatimizce bu iddia tutarlıdır.
Şubhesiz bu eserlerden önce de telif edilmiş hadis sayfaları ya da kitabları olmuştur. Ancak onlar gerek hacimleri itibariyle gerekse sıhhat itibariyle bu sayılanların gölgesinde kalmıştır. Kaldı ki, bu sayılan eserler kendilerinden önce yazılan yüzlerce hadis dokümanından istifade edilerek telif edilmişlerdir.
Konumuz olan fetih hadisi, Sahihayn adını verdiğimiz en güvenilir iki hadis kaynagi olarak bilinen Buhârî ve Muslim’in Sahîh’lerinde yer almamaktadır. Ancak Buhârî ve Muslim’in şartlarını hâiz olduğu halde onların kitablarına almadıkları hadisleri derlemek maksadıyla el-Mustedrak ale’s-Sahîhayn adlı eserini kaleme alan Hakim en- Neysabûrî (ö. 405/1014) fetih hadisini, Buhâri ve Muslim’in şartlarına uygun sahîh bir hadis olduğunu belirterek bilinen şekliyle söz konusu kitabına kaydetmiştir.

Tesbitlerimize göre İstanbul’un fethiyle ilgili meşhur rivayetin geçtiği en eski yazılı kaynaklardan biri Ahmed b. Hanbel’in Musned adlı eseridir.
Buhârî ise, söz konusu hadisi, Sahih’ine almamakla beraber et-Târihu’l-Kebîr ve et-Târihu’s-Sağgîr adli diger iki eserinde rivayet etmiştir.
Diğer yandan metin olarak meşhur olan rivayetle sened ve metin bakımından aynı olmasa da Kutub-i Sitte’ye dahil eserlerden İbn Mâce’nin, Ebû Dâvud’un ve Tirmizî’nin Sunen'lerinde İstanbul’un feth olunacağına dair hadislerin yer aldığı görülmektedir.
Yine söz konusu Sunen’lerdeki rivayetlere benzer rivayetler onlardan daha önce yaşamış olan Ebû Bekir Muhammed b. Ebî Şeybe’nin (ö. 235/849) Musannef’ adlı eserinde bulunmaktadır. Ayrıca sahih hadisleri derlemek amacıyla yazılmış hadis kitablarından biri olan Ibn Hibbân el-Bustî’nin (ö. 354/965) es-Sahih adli eserinde de benzer bir rivayet yer almaktadır. Suleyman b. Ahmed et-Taberânî’nin (ö. 360/971) el-Mûcemu’l-Kebîr adlı eserinde de İstanbul’un fethedileceğine dair haberlere rastlanılmaktadır.

Yukarıda zikredilen eserlerden başka İstanbul’un fethedileceğini bildiren rivayetleri, ilk dönem kaynaklardan sayılabilecek eserler arasında Nuaym b. Hammad el-Mervezî’nin (ö. 228/843) el-Fiten adlı eserinde, Ebu’l-Huseyn Abdu’l-Bakî b. Kânî’nin (ö. 351/962) Mûcemu’s-Sahabe’sinde, Ebu’l-Hasan ed-Dârakutnî’nin (ö. 385/995) el-İlel adli eserinde, Yusuf b. Abdullah b. Muhammed b. Abdilberr el-Kurtubî’nin (ö. 463/1071) el-Istiâb fî Marifeti’l-ashab adlı eserinde de görmek mümkündür.
Daha sonraki dönmelere ait eserler arasinda Ebû Sucâ ed-Deylemî’nin (ö. 509/1115) el-Firdevs, Sadruddîn Ebu’l-Meâlî Muhammed b. İbrahim el-Munâvî’nin (ö. 803/1401) Feyzu’l-Kadîr adli kitabında İstanbul’un fethini bildiren rivayetler bulunmaktadır.
Daha geç dönemlerde yazılmış eserleri ise öncekilerden yapılan nakillerden ibaret olacağı için zikretmeye gerek yoktur.

Hadisin Ravilerinin Durumu

Hadis alimleri bir hadisin Peygamberimize ait olup olmadığını tesbit etmek için bir takım esaslar koymuşlardır. Bunlardan biri de hadisin senedinin güvenilir olmasıdır. Bilindiği gibi hadisi eserine kaydeden kitap sahibi muhaddis ile Peygamber arasındaki vasıtalar zincirine o hadisin senedi denilmektedir. Şayet senedi teşkil eden raviler zincirinde zaman bakımından bir bağlantı bulunursa, yanı sıra ile raviler arasında bir hoca talebe ilişkisi varsa ve raviler de kendilerinde aranan şartlara haiz, itimada şayan güvenilir kimseler iseler, böyle bir senedle rivayet edilen hadis, usul bakımından “sahih” kabul edilir ve sözün Peygamber’e ait oluşu kuvvet kesbeder. Durum bunun aksini ortaya koyarsa, o tip hadislere “zayıf hadis” denir ki, bu taktirde metnin Peygamber’e ait oluşu şubheli demektir. Dolayısıyla bu esasa göre söz konusu fetih hadisinin ravilerini tek tek incelemek gerekmektedir.

Metnini esas aldığımız Ahmed b. Hanbel’in Musned’indeki hadisin, bütün kaynaklardaki senedleri hemen hemen aynıdır.
Hadisin senedi ise muttasıl olup herhangi bir inkıta/kopukluk söz konusu değildir. Yani hadis teknik tabirle “merfû” bir hadistir.
Peygamber’den itibaren eserin muellifine gelinceye kadar oluşan sened zincirine baktığımızda şöyle bir tabloyla karşılasmaktayız:

Peygamber (s.a.v.) , Bişr el-Ganevî , Abdullah b. Bişr , El-Velîd b. el-Muğîre , Zeyd b. el-Hubâb , Abdullah b. Muhammed b. Ebî Şeybe , A:hmed b. Hanbel

Görüldüğü gibi hadis Peygamber’den Ahmed b. Hanbel’in el-Musned adlı eserine aradaki beş ravi vasıtasıyla intikal ettirilmiştir.
Şimdi bu tabloda yer alan ravileri sırasıyla ele alalım:

Bişr el-Ganevî :
Kunyesi Ebû Abdullah’tır. Kaynaklarda ismi Bişr el-Ganevî ya da Bişr el-Has’ami şeklinde geçmektedir. Ashabin hayatından bahseden elimizdeki kaynaklarda, onun sahabî olduğunu ve Peygamberin sohbetinde bulunduğunu kaydedilmektedir. Yine onun biyografisine yer veren eserlerde, fetih hadisini ilk rivayet eden kişi olduğu zikredilmektedir. Bişr el-Ganevî’nin vefat tarihi hakkında bilgiye rastlayamadık.

Abdullah b. Bişr el-Ganevî (ö. 125/743)
Yukarıda bahsedilen Bisr el-Ganevî’nin oğludur. Kunyesi Ebû Umeyr olan Abdullah Kufe’de ikamet etmiştir ve tabiûnun orta tabakasındandır. El-Has’amî ve el-Kâtib nisbesiyle tanındığı bildirilmektedir. Babası Bisr’den fetih hadisini işitmiştir.
Hocalari arasında babası Bisr’den başka Ebû Zur’a b. Amr b. Cerîr zikredilmektedir. Sû’be b. Haccac (ö. 160/776 ), el-Velid b. el-Mugîre (ö. 172/788), Sufyan es-Sevrî (ö. 161/777) ve Süfyân b. Uyeyne (ö. 198/813)’nin hocalarindan biridir. Ayrica oglu Umeyr ve torunu Bisr b. Umeyr de kendisinden hadis rivayet etmislerdir.
Abdullah Cerh ve tadil alimleri tarafindan “seyh”, “sika”, “sadûk” gibi sıfatlarla tanımlanmıştır. Diğer yandan Abdurrauf el-Munâvî, Feyzu’l-Kâdîr adlı eserinde her ne kadar Zehebî'nin, Abdullah b. Bisr’i zayıf kabul ettigini söylese de, tespit edebildiğimiz kadarıyla Zehebî Kutub-i Sitte ravilerine tahsis ettiği el-Kâsif adli eserinde bunun tam aksine Abdulah b. Bisr’in güvenilir bir ravi oldugunu zikretmektedir.

el-Velid b. el-Mugîre el-Meâfirî (ö. 172/788)
İsmi el-Velid b. el-Mugîre b. Suleyman’dır. Tabinin büyüklerinden olan el-Velîd, el-Meâfirî nesebiyle anılmaktadır. Kunyesi Ebu’l-Abbâs olan Velid’in Merv sehrinde ikamet ettiği ve hicri 172 tarihinde vefat ettiği haber verilmektedir.
Fetih hadisinin üçüncü tabaka ravisi olan Velid’in, hadis öğrendiği hocaları arasinda Abdullah b. Bisr’den baska, Abdullah b. Hubeyra (ö. 126/743), Misrah b. Haan (ö. 128/745), Hâris b. Yezîd (ö. 130/747), Vahib b. Abdullah (ö.137/754) sayılmaktadır.
Güvenilir/sika bir ravi olarak vasıflandırılan Velid’i, İbn Hibbân da güvenilir ravilere yer verdiği es-Sikat adli eserinde zikretmiştir.

Zeyd b. el-Hubâb (ö. 230/844)
Zeyd b. el-Hubâb er-Reyyân tabiinin küçüklerindendir. Nesebi al-Aklî olan Zeyd, Ebü’l-Huseyn künyesiyle bilinmektedir. Aslen Horasanlı olub, Kufe’de yaşamış ve hicrî 230 tarihinde vefat etmiştir.
Fetih hadisinin dördüncü tabaka ravisi olan Zeyd b. el-Hubâb hadis uğruna devrinin bütün ilim merkezlerini dolaşmış ve meşhur âlimlerden hadis tahsil etmiştir. Bu amaçla onun Endülüs’e kadar gittiği söylenmektedir. Bu özelliğinden dolayı olsa gerek “cevvâl” (çok hareketli) ve “rahhal” (çok seyahat eden) vasıflarıyla tanınmaktadır.
Doğru sözlü, hafızası kuvvetli ve güvenilir bir ravi olduğu kaydedilmektedir. Hocaları arasında İbrahim b. Osman, İbrahim b. Nafî, Ebû Seleme, Usâme b. Zeyd, Eflah b. Said, Sabit b. Kays, Cerir b. Hâzim, Hammad b. Zeyd, Hâlid b. Dînâr, Su’be, ed-Dahhâk, Imam Malik gibi meşhur âlimler bulunmaktadır.
Yahya b. Main, Ahmed b. Hanbel ve Ebu Hâtim er-Râzî tarafından “saduk” olarak nitelenen Zeyd’in, Sevrî’den yaptığı rivayetlerde hatalı olduğu ileri sürülmektedir.

Abdullah b. Muhammed b. Ebî Seybe (ö. 235/849)
Ebû Bekir künyesiyle maruf olan İbn Ebî Şeybe Kufe’de ikamet etmiş ve hicrî 235 tarihinde vefat etmiştir. Fetih hadisinin besinci tabaka ravisi olan Abdullah, aynı zamanda erken dönem kaynaklarından biri olan el-Musannef adli hadis eserinin de müellifidir.
Hocaları arasında Ebû Bekir b. Ayyâs b. Salim, Ahmed b. İshak b. Zeyd, Ishak b. Süleyman, el-Esved b. Âmir, Halid b. Mahled, Ravh b. Ubade, Zekeriyya b. Adiyy, Ziyad b. er-Rebî, Sufyan b. Uyeyne, Suleyman b. Harb ve Vekî b. el-Cerrâh gibi alimler bulunmaktadır. Talebesi olarak da Ahmed b. Ali b. Said zikredilmektedir.
İbn Ebî Şeybe hakkında Ahmed b. Hanbel, “saduk”, Ibn Ebî Hâtim er-Râzi “sika” derken, Ebû Zur’a er-Râzî de hıfzının çok kuvvetli olduğunu belirtmektedir. Kaldı ki, Ahmed b. Hanbel, İbn Ebî Şeybe’nin el-Musannef adlı hadis eserinden yararlanmış ve kendisinden de fetih hadisini rivayet etmiştir.
Pek çok kaynakta yer aldığını gördüğümüz ve ravilerinin durumunu tesbit ettiğimiz hadisin beş ravisini incelemis bulunuyoruz. Senedi teşkil eden bu beş raviden her biri zaman içerisinde zincirleme olarak birbiriyle görüşmüş ve biri diğerinden söz konusu hadisi öğrenmiştir. Bu durum hadis tekniği bakımından senedin muttasıl (kesiksiz) oluşunu ortaya koymaktadır. Ayrıca her bir ravi, hadis ravilerinde aranan vasiflari taşımaktadır. Bu hadisin senedindeki ravilerin tamami güvenilir ravilerdir. Dolayısiyla söz konusu hadisin, senedin kesintisiz oluşu ve ravilerin güvenilir olması gibi bir hadisin senedinde aranan özellikleri taşıdığı ortaya çıkmaktadır.

Hadîsin geçtiği kaynaklar kronolojik olarak şöyledir:

Buhârî (öl. 870), et-Târih’ul Kebîr
Ahmed b. Hanbel (öl. 855), Musned
Taberânî (öl. 971), el-Mûcem’ul-Kebîr
İbn Kani (öl. 962), Mûcem’us-Sahâbe
Hâkim en-Nisâbûrî (öl. 1014), el-Mustedrek Alâ’s-Sahihayn
Bezzâr (öl. 905), Musned

İstanbul’un Fethiyle İIgili Hadislerin, İstanbul’u Fethetme Girişimlerine Etkisi


Peygamber’in İstanbul’u fethiyle ilgili müjdesi sebebiyle müslümanlar İstanbul fethedilinceye kadar pek çok defa İstanbul’u fethetme girişiminde bulunmuş, Fatih Sultan Mehmed’in fethine kadar tam 11 kez İstanbul önlerine gelmişlerdir. Bunlardan ilki, 655 tarihinde Osman (r.anh) zamanında gerçekleştirilmiştir. Bu seferde Suriye valisi Muaviye (r.anh), Abdullah b. Sarh komutasinda Bizans’a bir donanma göndermiştir...
İkincisi ise, 668 tarihinde Muaviye, Emevî Halifesi iken, oğlu Yezid kumandasında bir orduyu İstanbul’a göndermistir. Bu orduda Peygamber’in akrabası Medineli Ensar müslümanlarindan Halid b. Zeyd Ebu Eyyub el-Ensâri (r.anh) de bulunmaktaydı.
Ebu Eyyub, Bizans surlarına yakın bir yerde şehid olmuştur. Söz konusu bu seferler tarihçileri ilgilendirdiği için konumuz açısından bu kadarla iktifa ediyoruz.
Ancak şu husus gayet açıktır ki, İstanbul’un fethiyle ilgili Peygamber tarafından verilmis olan bu müjde, müslümanlarin gönlünde vazgeçilmez bir fetih sevdasi oluşturmuştur. Müslümanlar Peygamber’in gösterdigi o günün iki süper gücünden birinin merkezini İslam’a açmayı hedeflerin ve şereflerin en büyüğü bilmişlerdir.
Sonuçta belli bir disiplini, gelenegi ve teknolojisi bulunan genç Fatihin komutasındaki Osmanlı ordusu bu görevi yerine getirmiş ve böylece hadiste gösterilen hedefe ulaşmış ve Peygamber’in övgüsüne layık olduklarını bütün insanlığa göstermişlerdir.

SONUÇ

İstanbul’un fethiyle ilgili hadisin yukarıda zikrettiğimiz bunca kaynak içerisinde yer almış olması hadis kritiği bakımından oldukça önemlidir. Ayrıca hadis eserleri bakımından ilk devir hadis kulliyatında bulunmuş olması da hadisin sıhhat bakımından değerini artırmaktadır.
Muhammed b. İsmail el-Buhârî, hadis eserleri arasında en muteber kabul edilen Sahih adli kitabına almasa da, fetih hadisine diger iki eseri olan et-Târihu’l-Kebir ve et-Târihu’s Sağir’inde yer vermiştir. Sunen’lerde ise, aynı hadis metni olmasa da İstanbul’un fethiyle ilgili başka rivayetler bulunmaktadır. Bu durum söz konusu hadise olan güveni artırmaktadır.
Diğer yandan bahse konu olan fethin gerçekleşmesi de hadisin sıhhatini olduğu kadar anlamını da pekiştirmektedir. Zira kelime ve kavramların zahirinden değil de batınından hareket ederek farklı yoruma gidilmesini de ortadan kaldırmaktadır. Nitekim bazı rivayetlerde İstanbul’un Müslümanlar tarafından kuşatılması fetih olarak da algılanmış, Peygamber’in verdiği müjdenin gerçeklestiği ifade edilmiştir. Halbuki pek çok kuşatmaya rağmen İstanbul, Fatih Sultan Mehmed’in kusştmasının ardından fethedilmiştir.
Bütün bunlarin yanısıra fetih hadisi için Hâkim en-Neysabûrî “isnadi sahihtir” demiş, İmam Zehebî (ö. 748/1347) de “sahih” olduğunu bildirmiştir. Üstelik hadis diye uydurulmuş sözler ile ilgili kitabların hiç birinde söz konusu hadisin uydurma olduğu söylenmemiştir.
Ancak son dönemde yaşamış Mısırlı Mahmud Ebû Reyye, “Bu hadisin Yezîd b. Muaviye için uydurulmuş olmasi muhtemeldir; zira Kostantiniyye savaşında bulunan ordunun komutanı oydu” diye bir iddia ortaya atmıştır.
Hadisleri sıhhat durumlarina göre değerlendirmesiyle ün yapmış son dönem araştırmacılarından Nâsiruddîn el-Albânî de hadisin ravilerinden Abdullah b. Bişr el-Ganevî hakkındaki İbn Hibbân’in musbet görüşünün kendisini tatmin etmedigi gerekçesiyle, “Bana göre hadis sahih değildir” demekte ve zayıf olduğuna hükmederek bu hadisi kendi derlediği zayıf hadis koleksiyonuna aldığı görülmektedir.
Ebû Reyye’nin iddiasi tamamen kuşkuya dayanmaktadır ve tutarlı bir iddia değildir.
El-Albâni’nin tesbiti ise, hadisin zayıf sayılmasını gerektirecek kadar kuvvetli bir delil olarak görünmemektedir. Kaldi ki, bu iki şahıs dışında hadisin sıhhati konusunda tartışmaya sebep olabilecek herhangi ciddi bir itiraz bulunmamaktadır.
Ancak daha önce de belirttiğimiz gibi bu hadis hakkındaki bir takım kuşkular, özellikle şehirlerin fazileti konusunda pek çok hadis uydurulmuş olmasından kaynaklanmaktadır. Bu endişeler sebebiyle bu gibi hadislerin araştırılması gerektiği görüşü doğrudur. Konuyla ilgili yapılan bilimsel çalışmaların gerekçesini de bu yaklaşımlar oluşturmaktadır.

Buraya kadar serdedilen bilgiler ışığında İstanbul’un fethiyle ilgili ele aldığımız meşhur fetih hadisi, kitaplara kaydedilinceye kadar geçirdiği aşamalar bakımından, râvilerin durumu açısından ve yer aldığı kaynaklar bakımından değerlendirildiğinde herhangi bir şubheye meydan vermeyecek kadar sahih/güvenilir bir hadistir.

Sonuç olarak ifade etmek gerekirse Peygamber İstanbul’un fethedileceğini sekiz asır önceden müjdelemiş, onun sözüne güvenen ve bu uğurda çalışan Müslüman Türkler de İstanbul’u fethederek Peygamber tarafından tebcil edilen/övülen komutan ve asker olma şerefine ermişlerdir. Bu hadisin sıhhati üzerinde tartışma açmak, İstanbul’la ilgili geleceğe yönelik başka emellere hizmet edebilir.

Diğer sorunuza gelirsek İstanbul Feth edilmiştir.
Bahsetmiş olduğunuz hadisi Muslim "Fiten=fitneler ; kıyametin alametleri" ile alakalı olarak almıştır ve (tekrar feth edilecektir) tam metni şöyledir :

حدثنا قتيبة بن سعيد. حدثنا عبدالعزيز (يعني ابن محمد) عن ثور (وهو ابن زيد الديلي) عن أبي الغيث، عن أبي هريرة؛
أن النبي صلى الله عليه وسلم قال "سمعتم بمدينة جانب منها في البر وجانب منها في البحر؟" قالوا: نعم. يا رسول الله! قال "لا تقوم الساعة حتى يغزوها سبعون ألفا من بني إسحاق. فإذا جاؤها نزلوا. فلم يقاتلوا بسلاح ولم يرموا بسهم. قالوا: لا إله إلا الله والله أكبر. فيسقط أحد جانبيها".
قال ثور: لا أعلمه إلا قال "الذي في البحر. ثم يقولوا الثانية: لا إله إلا الله والله أكبر. فيسقط جانبها الآخر. ثم يقولوا الثالثة: لا إله إلا الله والله أكبر. فيفرج لهم. فيدخلوها فيغنموا. فبينما هم يقتسمون المغانم، إذ جاءهم الصريخ فقال: إن الدجال قد خرج. فيتركون كل شيء ويرجعون".
[ش (من بني إسحاق) قال القاضي: كذا هو في جميع أصول صحيح مسلم: من بني إسحاق. قال: قال بعضهم: المعروف المحفوظ: من بني إسماعيل. وهو الذي يدل عليه الحديث وسياقه. لأنه إنما أراد العرب. وهذه المدينة هي القسطنطينية].
Bize Kuteybe b. Saîd rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdu'l-Aziz (yâni ibni Muhammed) Sevr'den (bu zât ibni Zeyd Ed-Dılı’dır), o da Ebû'l-Gays'dan, O da Ebû Hurayra'den naklen rivayet etti ki;
Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar: «Bir tarafı karada, bir tarafı denizde bir şehir işittiniz mi?»
Ashâb : — Evet yâ Rasûlallah! demişler.
«Benî İshak'dan yetmiş bin kîşi bu şehre gaza etmedikçe kıyamet kopmayacaktır. Ona geldikleri vakit inecekler, silâhla çarpışmayacaklar, ok da atmıyacaklar. Allah'dan başka ilâh yoktur, Allah her şey'den büyüktür, diyecekler, hemen iki tarafından biri sükût edecektir

Sevr demiş ki: Ben Onun ancak şöyle dediğini biliyorum: «
Denizdeki taraf düşecek. Sonra ikinci defa: Allah'dan başka ilâh yoktur. Allah her şeyden büyüktür, diyecekler, öteki tarafı da sukût edecektir. Sonra üçüncü defa: Allah'dan başka ilâh yoktur. Allah her şeyden büyüktür, diyecekler. Kendilerine (kapılar) açılacaktır. Müslümanlar oraya girecek ve ganimet alacaklardır. Onlar ganimetleri taksim ederken birdenbire kendilerine bir yaygaracı gelecek: Deccal çıkmıştır, diyecek. Onlar da her şeyi bırakıp döneceklerdir

(Muslim, Kitabu'l Fiten Hadis no: 2920)


Ebu Hurayra (r.anh) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.v.) (bir gün):
"Bir tarafı karada bir tarafı da denizde olan bir şehir işittiniz mi?" diye sordular.
Oradakiler: "Evet!" deyince, şöyle buyurdular:

"İshakoğullarından yetmişbin kişi bu şehre sefer tertiblemedikçe Kıyamet kopmaz. Askerler şehre gelince konaklarlar. Ancak silahla savaşmazlar, tek bir ok dahi atmazlar. "Lâ ilâhe illAllahu vAllahu ekber!" derler.
Bunun üzerine şehrin denizdeki tarafı düşer.
Sonra askerler ikinci kere, "Lâ ilâhe illAllahu vAllahu ekber!" derler, şehrin diğer tarafı da düşer.
Sonra tekrar "Lâ ilahe illAlllahu vAllahu ekber!" derler.

Bu sefer onlara (kapılar) açılır. Oradan şehre girerler ve şehrin ganimetini toplarlar.
Ganimetleri aralarında taksim ederlerken, yanlarına bir munâdi gelip: "Deccal çıktı!" diye bağırır.

Askerler her şeyi bırakıp geri dönerler."

(Muslim, Fiten 78, (2920)


Kaadî lyâd diyorki: «Sahih-i Muslim'in bütün asıl nushalarında burada olduğu gibi Benî İshak'dan yetmiş bin kişi denilmiştir. Bâzı ulema bunun mâruf ve mahfuz olan şekli Benî İsmail'den yetmiş bin kişi demişlerdir. Hadîsin siyakı da bunu göstermektedir. Çünkü Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu sözü ile ancak Arabları kastetmiştir. Gaza edilecek şehir İstanbul'dur.»
Bâzıları «Benî İshak'dan murad; İshak (Aleyhisselâm)'ın neslinden gelen Şam kürtleridir. Bunlar müslümandır.» demiş. Molla Aliyyu'l-Kaârî de bu söze ilâveten: «İhtimal Onlarla beraber Benî İsmail'den Arablar ve başka müslümanlar da varmıştır. Fakat tağlib tarikiyle onları zikretmekle yetinmiştir. Bu işin onlara mahsus olması da muhtemeldir.» demiştir.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Abdulmuizz kardeş Allah razı olsun size uğraştırdık. Lakin konuyla ilgilenen bir sorum daha var.
Ben hep Osmanlı'yı ... işte Padişahlar şeyhlere bakıyorlar, tasavvuf ehli olduklarını, zengin bidat ve hurafenin
Osmanlı dönemi çok yayılmıyor, tekke ve zaviyelerin meşru gibi bilirdim.
O dönemim almaları Osmanlıyı Hilafet devleti olarak mı görüyorlardı veya Osmanlı Şeriat devleti miydi?
Hadisle müjdelenmiş bir komutanın ve Osmanlı'nın kitabı nasıl yorumlayacağız?
Ya da Osmanlıda bir dönem İslam hakimdi sonra bozuldu mu şeklinde anlayacağız
.

Osmanlı devletinin kurulduğu ve sağladığı coğrafyalarda tasavvuf kültürünün olduğu ve devletin de muhakkaktır. Bu ne kadar oranda padişahlar üzerinde etkiliyse, tasavvuftaki şirk ve küfür inançların hangilerini yapmış veya benimsemişler kesin bilgi yoktur. En fazlasını bende yok.
Benim Osmanlı devletindeki tasavvuftan bildiğim; Osmanlı tasavvufcuların kalabalık ve yaygın olmasıyla devletin bunlara pirim vermiş, askerlikten muaf yapıp kendi hallerine bırakmış, tasavvuftaki olan İslamdan olan güzel davranışların diğer halkları da etkilemesi için hoş görünmüştür. Mutlaka Osmanlı padişahlarının hataları günahları olduğu vakıadır. Hatta o hadiste peygamberin övgüsüne nail olan Fatih sultanın, bebek katili (11 aylık bebek kardeşini Ahmedi boğdurarak, Karındaşlarını Nizam-ı Âleminize katletmek için caizdir) hükmünü koyarken de hâkimiyetin ayrılmazlığını sağlamayı ve devleti öne geçirmeyi düşünmüşlerdir. hanedan üyelerini içeren kaldırmaya çalışmak da burada hatırlanabilir.(Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Mehmet II maddesi, cilt: 28, sayfa: 405) öldürtmüştür.
İstanbulu feth etmek, "ne güzel kumandan" olmak; onu hatadan munezzeh kılmaz.

Fatih Sultan Mehmed'in padişah ettiği çağda (1453) Osmanlı ve padişahlardaki tasavvuf anlayışı, günlüğe oturmuş, düzenlenmiş tasavvuf kültüründe bulunan pek çok şirk (Rabıta gibi) bulunmaması mumkundur. Şeyhu'l İslam İbn teymiyye (rahimehullah - 1263 - 1328) , gerçek ve şirkten sakınan Abdulkadir Ceylani, Cüneyd-i Bağdadi, Rabiatu'l Adevi gibi tasavvuf büyüklerini hayırla anarken, İbn arabi, hallac-ı Mansur gibi tasavvufun büyüklerini sapıklıkla itham ediyor.

Son dönem alimlerinden Mısırlı Ahmed b. Mahmud Şakir detayı söylemeleri

“Hadiste müjdelenmiş olan İstanbul'un fethi, Allah'ın bileceği yakın yada uzak bir tutulma. Bu, Müslümanların kendisinden yüz çevirdikleri dinlerine dönüşüyorsun ki gerçek fetihtir. Ancak önceki Türk fethine gelince, o büyük fetih için bir hazırlıktı. Türk hükümeti fayr-ı İslami ve gayr-ı dini olarak ilan ettiğim ve İslam düşmanlarıyla anlaşma yapıp Kâfir Laik kanunlarla toplumunu yönetmeye başladıracak, İstanbul Müslümanların elinden çıktı. İnşallah, Peygamber'in müjdelediği gibi İslami fetih, yeniden gerçekleşecektir "
(Eşratu-Saat, Yusuf b. Abdullah b. Yusufu'l-Vabil, Daru İbnu-l Cevzi hicri: 1404, sf: 217-218)



İlgili Konu

Âlimlerin, Sufi'lerin İlk Kurucuları ve Sonradan Sapıtanlar Hakkındaki Düşünceleri

 
H Çevrimdışı

Habibullah

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
ahmeti boğma işi biraz karışık bir durum tam net değil

Fâtih Sultân Mehmed’in kendi Kanunnâmesinin ilgili maddesini uygulayarak küçük yaştaki kardeşi Ahmed’i katlettiği söylenmektedir. Bunu nasıl izah ediyorsunuz?Burada meseleye değişik yönlerden bakmak gerekir:

Evvela; Bu hadisenin meydana geldiği şüphelidir. Zira Kantemir gibi yabancı tarihçiler dahi, II. Murad vefat ettiğinde Şehzade Mehmed dışındaki bütün evlâdının vefat ettiğini ve bu arada Şehzade Ahmed’in de Amasya’da vali bulunduğu sırada öldüğünü yazmaktadır ki, bu ihtimalin doğru olması halinde, henüz bebek iken öldürülme iddiaları da ortadan kalkar. Namık Kemal de, şehzade Ahmed’in kati edildiği iddiasını sadece bir iftiradan ibaret görmektedir. Böyle bir zulme, Fâtih Sultân Mehmed’in razı olamayacağını ısrarla savunmaktadır. Bazı kaynaklar da, olayı doğrulamakla beraber, Şehzade Ahmed’i haksız olarak katleden Evrenos-zâde Ali Bey olduğunu ve bu sebeple Fâtih tarafından idam ettirildiğini kaydetmektedirler. Şayet vâki ise, yukarıda anlatılan hükümler, Fâtih için de geçerlidir. Ancak hangi gruba girmektedir? Bunun tesbit edilmesi gerekir.

İkinci olarak, Osmanlı kaynaklarının bir kısmında Sultân Murâd’ın İsfendiyar Bey torunu Hatice Hâlime Hatun’dan doğma Ahmed isimli bir şehzadesi olduğu ve yaşı küçük olan bu şehzadenin II. Mehmed’in tahta çıkmasından kısa bir zaman sonra kati olunduğu kaydedilmektedir. Ancak diğer şehzade katilleri gibi, ayrıntılı bilgiler, kaynaklarda mevcut değildir. Ayrıca Babinger’in altı ya da sekiz aylık olduğu konusundaki beyanı dışında, yaşının ne kadar olduğu da kesin değildir.

Üçüncü olarak, II. Mehmed, babası II. Murâd’ın vefatından sonra, çok büyük sıkıntılar içinde tahta geçmiştir. Bizans’ın şehzadeleri kullanarak Osmanlı Devleti’ni yıkma planları herkesçe bilinmektedir ve fetret devri de canlı şahitlerle doludur. Nitekim Fâtih’in Padişah olması üzerine, Bizans İmparatorunun elinde tutsak olarak tuttuğu Süleyman Çelebi’nin oğlu olması kuvvetle muhtemel bulunan Şehzade Orhan’a aynen şöyle söylediği kaynaklarca ifade edilmektedir:

"Haydi göreyim seni, bu taht benimdür deyü dava eyle. Ben Âl-i Osman nesliyim, ben var i-ken bu taht sana neden müstehakdır deyü dava edince, cümle beğler ve paşalar sana dönüb ve tahtı sana teslim ederler. Tahta çıktığında, kulağın bende olsun. Ben sana ne talimat verirsem, öyle hareket eyle. Göreyim seni, nice padişah olursun.".

İşte böylesine bir dönemde, yaşının ne kadar olduğu belli olmayan ve ama küçük yaşta bulunduğu kesin olan Şehzade Ahmed’i, devlete isyan suçuna teşebbüs etmeden, nizâm-ı âlem için diyerek katletmiş olabilir. Bu tamamen üçüncü guruba girmektedir. Eğer bir kusur işlenmiş ise, bunu savunmanın manası yoktur. Ancak bu ayrıntıları tam bilinmeyen olaydan dolayı, Fâtih gibi Hz. Peygamber’in medhine layık olmuş bir padişahı hunharlıkla suçlamak ve hele bu konuda Bizans İmparatorları ile birlikte hareket eden Bizans tarihçilerini onaylamak mümkün değildir. Hammer ve benzeri tarihçiler, sanki şehzadelerin Osmanlı Devleti’nin yıkılması için kullanıldığını bilmiyormuş gibi, bunu vesile ederek Fâtih Sultân Mehmed’e hücum etmişlerdir.
Özetleyecek olursak, Fâtih Sultân Mehmed, kendi koyduğu kanunun nizâm-ı âlem için fesada sa’y ihtimalinin bulunması sebebiyle siyâseten kati müessesesini ilk defa kendisi tatbik etmiş ve küçük kardeşi Ahmed’i kati ettirmişti. Bu, isyan tahakkuk etmediğinden, bir had cezası değildir. Belki nizâm-ı âlem için siyâseten kati müessesesine girmektedir. Burada aranan fesadın şer’ ile tahakkuku şartının, ne derece gerçekleştiğini bilmiyoruz. Ancak tekrar ediyoruz ki, Hz. Peygamber’in senasına mazhar olmuş bir Padişah’ın, şartlan tahakkuk etmeyen bir cezayı tatbik edeceğine de ihtimal vermiyoruz. Önemle ifade edelim ki, 11 aylık bir bebenin öldürülmesini Fâtih’in idam ettirdiğine inanmak istemiyoruz. Zaten Evrenos-zâde Ali Bey isimli bir zatın Padişah’ın haberi olmadan böyle bir cinayeti işlediğini bazı kaynaklar haber vermektedirler


Kaynak : Prof.Dr. Ahmet Akgündüz
 
Abu_ibrahim Çevrimdışı

Abu_ibrahim

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
İstanbul'un Fethi ile ilgili aşağıdaki hadis diye söylenen söz sahihmidir ?
Araştırdığımda sadece El-Bani sahih değil demiştir.

"Istanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur.”

İstanbul'un Fethi ile ilgili bir başka hadis:

Ebu Hureyre(ra)’dan gelen hadiste Rasulullah(sav) şöyle buyurmaktadır:

“Sizler bir yakası karada, bir yakası denizde olan bir şehir işittiniz mi?”

Sahabe: “Evet işittik yâ Rasulullah” dediler.

Resulullah(sav): “İshak oğullarından yetmişbin kişi o beldeyle savaşmadıkça kıyamet kopmaz. Bu ordu o beldeye gelip konakladıkları zaman silah ile savaş yapmazlar, ok da atmazlar. Lailahe illallahu vallahu ekber: Allah’tan başka ilah yoktur ve Allah en büyüktür derler. Bunun üzerine o şehrin iki yakasından biri düşer.

Ravi Sevr şöyle demiştir: “Onun ancak şöyle dediğini biliyorum: Deniz tarafındaki kısmı düşer” Sonra ikinci defa Lailahe illallahu vallahu ekber diyecekler ve şehrin diğer yakası da düşecektir. Sonra üçüncü defa Lailahe illallahu vallahu ekber dediklerinde kendileri için gedik açılacak ve buradan şehre girerek ganimetleri elde edeceklerdir.
Ordu ganimetleri taksim etmekle meşgul oldukları sırada bir bağıran: “Muhakkak Deccal çıkmıştır” der. Bunun üzerine ordu her şeyi terk ederek geri döner.”
Müslim, Fiten (18/43,44-Nevevî Şerhi)

bu hadis ile ilgili yorumlar:

Alametlerden birisi Deccal çıkmadan önce İstanbul’un müslümanlar tarafından fethedilmesidir. Hadislerden öğrendiğimize göre bu fetih, kıyamet kopmadan önce olacak olan büyük savaşta müslümanlarla Rumlar savaş yapacak ve müslümanlar Rumları yendikten hemen sonra İstanbul’a doğru yöneldiklerinde olacaktır.

Doğrusu İstanbul sahabe zamanında fethedilmemiştir. Ancak Muaviye(ra) içlerinde Ebu Eyyub el-Ensârî’nin de bulunduğu bir orduyu oğlu Yezid komutasında orayı fethetmek için göndermiş ama fethedemeden geri dönmüşlerdir. Sonra Mesleme b. Abdulmelik İstanbul’u kuşatmış ama feth edememiştir. Fakat İstanbul’un içinde bir mescid yapılması konusunda Rumlarla anlaşma yapmıştır.

Türklerin İstanbul’u fethetmeleri ise silah kullanılarak olmuştur. Sonra şu an orası kafirlerin elinde sayılır. Rasulullah (sav)’ın haber verdiği gibi son olarak tekrar fethedilecektir.

Ahmed Şakir diyor ki: “Hadiste müjdesi geçen İstanbul’un fethi yakın gelecekte veya uzak zamanda olacak, bunu Allah bilir. Oranın gerçek fethi, müslümanların şu an uzaklaştıkları dinlerine tekrar döndüklerinde olacaktır. Bir önceki çağda Türklerin orayı fethetmiş olmasına gelince, bu ileride olacak olan büyük fethe öncülük etmektedir. Sonra orası şu an müslümanların elinden çıkmıştır.

Nedeni Türkler orada yeni devlet kurup onun İslami bir devlet değilde lâik bir devlet olduğunu açıklamışlar, İslam düşmanı kafir devletlerle sözleşmeler imzalamışlar ve kendi çıkardıkları küfür kanunlarıyla hükmetmişlerdir. İnşallah, Rasulullah(sav)’ın müjdelediği islami fetih orada gerçekleşecektir.”

Bu iki hadisten neyi anlamamız gerekiyor. İstanbul kıyamete yakın mı fethedilecektir, yoksa İstanbul zaten Fatih tarafından fethedilmiş midir?
İstanbulu sultan mehmed fethettiğinde islam halifesi değildi. Osmanlılar hilafeti onun vefatından sonra yavuz selim zamanında elegeçirmişlerdi. Halifenin kureyşten olması zorunlu olduğu için osmanlı hilafeti de meşru bir hilafet olmamış, nitekim osmanlı zamanında Allahın indirdikleri değil, hanefi-maturidi-sufi akidesi hakim olmuştur. cumhuriyetten sonrası ise malum. Sahih hadislerde zikredildiği gibi istanbulun Mehdi tarafından silahsız olarak fethedileceğine iman ediyoruz.
 
H Çevrimdışı

Habibullah

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
İstanbulu sultan mehmed fethettiğinde islam halifesi değildi. Osmanlılar hilafeti onun vefatından sonra yavuz selim zamanında elegeçirmişlerdi. Halifenin kureyşten olması zorunlu olduğu için osmanlı hilafeti de meşru bir hilafet olmamış, nitekim osmanlı zamanında Allahın indirdikleri değil, hanefi-maturidi-sufi akidesi hakim olmuştur. cumhuriyetten sonrası ise malum. Sahih hadislerde zikredildiği gibi istanbulun Mehdi tarafından silahsız olarak fethedileceğine iman ediyoruz.


ya arkadaş lütfen silahsız fetih yapma olsyını delillendirirmisin eğer öyle silahsız işler olsa idi HZ.MUHAMMED SALLALLAHU ALEYHİVESSELLEM zamanında olurdu

HİÇ KİMSE AMA HİÇ KİMSE SIKINTI DERT TASA ZORLUK GÖRMEDEN CENNETE GİREMEZ BUNU DESTEKLEYEN EN AZ 100 AYETİ KERİME VAR AMA BELEŞ CENNET HAAAA GÖRÜRSEM SÖYLERİM

 
F Çevrimdışı

ferdiosman

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Fetihlerin hepsi kanlı olmaz Habibullah mesala Mekke'nin fethi gibi...Aman cevap vereyim derken kollamak zorunda olduklarımıza dikkat edelim..
 
H Çevrimdışı

Habibullah

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Fetihlerin hepsi kanlı olmaz Habibullah mesala Mekke'nin fethi gibi...Aman cevap vereyim derken kollamak zorunda olduklarımıza dikkat edelim..

O FETİH GELENE KADAR OLANLARI NE YAPACAĞIZ YAPMA KARDEŞİM UHUDU BEDİRİ VE ARADA OLAN ONCA OLAYI HEPSİ FETİHİN ÖNCÜLERİ KALDIKI DAHA YOLA ÇIKTIKLARINDA MEDİNEYE O MÜJDE VERİLMİŞTİ ...
 
H Çevrimdışı

Habibullah

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Bu (Kur’an), insanlar için bir açıklama, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için bir hidayet ve bir öğüttür.
Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz.
Eğer siz (Uhud’da) bir yara aldıysanız, şüphesiz o topluluk da (Müşrikler de Bedir’de) benzeri bir yara almıştı. İşte (iyi veya kötü) günleri insanlar arasında (böyle) döndürür dururuz. (Bazen bir topluma iyi ya da kötü günler gösteririz, bazen öbürüne.) Allah, sizden iman edenleri ayırt etmek, sizden şahitler edinmek için böyle yapar. Allah, zalimleri sevmez.
Bir de Allah, iman edenleri arındırmak ve küfre sapanları mahvetmek için böyle yapar.
Yoksa siz; Allah, içinizden cihad edenleri (sınayıp) ayırt etmeden ve yine sabredenleri (sınayıp) ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?
Andolsun, siz ölümle karşılaşmadan önce onu temenni ediyordunuz. İşte onu gördünüz, ama bakıp duruyorsunuz.
Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim gerisin geriye dönerse, Allah’a hiçbir zarar veremez. Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır.

138-144 ALİ İMRAN
 
M Çevrimdışı

Molla_efendi

Üye
İslam-TR Üyesi
İstanbulu sultan mehmed fethettiğinde islam halifesi değildi. Osmanlılar hilafeti onun vefatından sonra yavuz selim zamanında elegeçirmişlerdi. Halifenin kureyşten olması zorunlu olduğu için osmanlı hilafeti de meşru bir hilafet olmamış, nitekim osmanlı zamanında Allahın indirdikleri değil, hanefi-maturidi-sufi akidesi hakim olmuştur. cumhuriyetten sonrası ise malum. Sahih hadislerde zikredildiği gibi istanbulun Mehdi tarafından silahsız olarak fethedileceğine iman ediyoruz.


Burada değerli kardeşime katlıyorum.Zira İstanbul'un Mehdi tarafından tesbih ve tekbirlerle, silahsız olarak fethedileceği, bunun akabinde de Deccal fitnesinin zuhur edeceği sahih hadislerle bildirilmiştir.
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Şu sahih hadisler özel değilse bizde görebilirmiyiz? Hani İstanbulun mehdi tarafından fethedilecek diyen...
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Abu_ibrahim;189460' Alıntı:
İstanbulu sultan mehmed fethettiğinde islam halifesi değildi. Osmanlılar hilafeti onun vefatından sonra yavuz selim zamanında elegeçirmişlerdi. Halifenin kureyşten olması zorunlu olduğu için osmanlı hilafeti de meşru bir hilafet olmamış, nitekim osmanlı zamanında Allahın indirdikleri değil, hanefi-maturidi-sufi akidesi hakim olmuştur. cumhuriyetten sonrası ise malum. Sahih hadislerde zikredildiği gibi istanbulun Mehdi tarafından silahsız olarak fethedileceğine iman ediyoruz.

ebu ibraheem hanefileri, maturidileri ve sufileri tekfir ediyormusun?
Eğer hepsini tekfir etmiyor bir veya birkaçını tekfir ediyorsan hangileridir yazınız?
Fatih sultan Mehmed ve diğer padişahlardan kafir olanları hangileridir?
Kafir olduklarına delillerin nelerdir?
İstanbulu ilk defa 22 yaşında fetihde gören Edirne doğumlu Fatih Sultan Mehmed, nasıl istanbullu oluyor? onu da anlayamadık ya
Suud hükümeti - devletinin İslama göre hükmü nedir?
Sen Tağut suud Kralları hakkında ne diyorsun?
Türkiyedeki Suudcu Telefiler hakkında neler düşünüyorsun?


Halifenin Kurayş'tan olması emir kipi ile mi gelmiştir yoksa istek , tavsiye kipi ile mi gelmiştir delillendiriniz.
Şu hadisi şerh edermisiniz?


Ey insanlar!Allah’tan korkun, içinizde Allah’ın kitabını ayakta tuttukça burnu kesik habeşli bir kölede başınıza emir olsa, dinleyin ve itaat edin.”
(Hadis sahihtir Muslim kitabül imare de tahric etti Ebu Davud Menasik’te tahriç etti,Tirmizi Camiin’de: 1706 rakamıyla tahric etti ve dedi ki:
Hadis hasen sahihtir, Nesai Bey’a ve Menasik’te, ibni Mace Cihad kitabında tahriç etti)


İstanbul Feth olunmuştur. Mehdi zamanında bir daha feth olunacaktır. Eğer fatih sultan Mehmede Kafir diyorsanız, Ve Fethedilmiş istanbılda yuzyıllarca idare eden padişahları da tekfir ediyor ve hilafeti gecerli kabul edenleri de tekfir ediyor fakat siz Osmanlıyı tanımıyor kabul etmiyorsanız Sizin için istanbul feth edilmemiştir.

Biz rasulullah (s.a.v.)'in hadiste buyurduğu "İstanbul mutlaka feth olunacaktır " hadisinin ilk defa feth için söylemiş olabileceğine inanıyoruz. İkinci defa feth edilecek bir yer için, hiç feth edilmemişken "mutlaka feth olunacaktır" demez "mutlaka iki kez istanbul feth olunacaktır derdi. Bundan dolayı o hadise fatih sultan Mehmed uymaktadır.
Mehdi (a.s.) ise İkinci kere İstanbul'u Feth edecektir. Üstelik İstanbul değil Dünyayı da feth edecektir. Bu hadisler birbirlerinden farklı zamanlardaki farklı şekildeki fetihlerle alakalıdır. Muvahhid olmak için; illa geçmişine her halukarda sövmek gerekmez.
Bu konuyu kapatıyorum


ŞERİAT, HALİFE OLMAK İÇİN BELLİ BİR KİŞİYİ TAYİN ETMEK

Halifenin Kurayş’ten olması da şart değildir. Muaviye yoluyla rivayet edilen hadise gelince; Muaviye dedi ki: “Rasulullah (s.a.v.)’in şunun dediğini işittim:
“Bu emir Kurayş’tedir. Onlar dini uyguladıkça bu işte onlara kim düşmanlık yaparsa, Allah onu yüzüstü sürçtürür.” (Buhari)
Yine İbni Ömer’den rivayetle Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Kurayş’ten iki kişi kaldıkça, bu emir onlarda devam eder.” (Buhari)
Bu diğer hadisler, Rasulullah (s.a.v.)’e isnaden rivayet olunarak işlerin idaresinin Kurayşlilere ait olduğunu haber sigasıyla bildiriyor. Fakat bu ve benzeri hadisler emir sigasıyla geçmemiştir. Haber sigası her ne kadar talep ifadesi olsa da onu pekiştirecek bir karine ile birleşmedikçe kesin talep sayılmaz. Bu konuda talebi kesin kılmaya delâlet eden hiç bir karineyle geçen herhangi bir sahih rivayet yoktur. Bu hadisler vacib delâletini taşımaz, ancak mendup işaretini taşır. Buna göre halifenin Kurayş’ten olması farz veya vacib değil mendubdur. O zaman halifenin Kurayşli olması şartı yoktur. Fakat taleb mendub olduğu için tercih şartlarından sayılır, in’ikat şartlarından sayılmaz.
Yukarıdaki hadiste “Onlara kim düşmanlık yaparsa, onu yüzüstü sürçtürür.” ifadesinin manası; Rasulullah (s.a.v.), Kurayş'lilere düşmanlık yapmayı nehyediyor. Onun için bu pekiştirme karinesi sayılmaz. Bu hadis iki husustan oluşur. “Bu emir Kurayş’tedir” ve “Kurayş’e düşmanlık yapmayı nehyetmektedir”. Üstelik “Kurayş” sözcüğü sıfat değil isimdir. İlmil usul ıstılahında buna “lakab” denilir. İsim veya lakab için bir mefhum yoktur. Bu nedenle onunla amel edilmez. (Sıfatın mefhumu var ve mefhumu muhalefeti de vardır. Fakat isim mefhumu olmayıp ona câmit denilir.) Buna göre “Bu iş Kurayş’tedir” denilince, diğerlerinde olmaz anlamını taşımaz. “Bu emir Kurayş’tedir” ve “Bu emir Kurayş’te devam eder” demekteki mana; Kurayş dışındaki olanlarda olmaz ve bu iş onlardan hiç zail olmaz, çünkü diğerlerinde sahih olmaz, demek değildir. Bilâkis hilâfet onlarda olabileceği gibi diğerlerinde de olur. Bu nass, diğerlerin halife olmasına mani değildir. Böylece halifenin Kurayş’ten olması, in’ikat şartlarından değildir, ancak efdaliyet (tercih) şartlarından olur.
Bununla birlikte Rasulullah (s.a.v.), Abdullah b. Revaha’yı, Zeyd b. Harise’yi ve Usame b. Zeyd’i emir yapmıştır. Bunlar ise Kurayşli değillerdir. “Bu emir” sözcüğünün manası, velayetül emirdir. Yani yönetimdir. Velayetül emir, yalnız halife olmak değildir. Rasulullah (s.a.v.)’in Kurayşli olmayan kimseleri emir olarak tayin etmesine göre “emir” yalnız Kurayş’te sınırlı olmadığına ve diğerlerin ondan mahrum olduklarına hiç delâlet etmez. Ancak hadisler Kurayşlilerin hilafet makamına ehil veya uygun olduklarını gösterir. Yani onlardan olursa daha iyidir. Fakat onlara mahsus değildir, diğerleri de halife olabilir.
Bütün bu açıklamalardan sonra, şeriatın halife olmak için belli bir kişiyi tayin etmediği görülür. Halife, yönetim ve otoritede ve şeriat hükümlerini yürürlüğe koyma işinde ümmetin naibidir. Şöyle ki: İslâm, yönetimi ve sultayı ümmete vermiştir. Ummet de, yönetimi vekâleten yürütecek kişiyi belirler. Zira Allah, şeriatın hükümlerinin tümünü uygulama işini ümmete farz kılmıştır. Halife, ancak müslümanlar tarafından nasb edildiği için yönetim ve şeriatın hükümlerini uygulama işinde ümmetin vekili olur. Bu nedenle bir kişiye ümmet tarafından biat edilirse halife olur ve bu halife ümmetin naibi olur. Böylece ümmet biatla hilâfeti ona teslim edince, kendisine ait olan otoriteyi ona vermiş olur. Bu durumda ummetin ona itaat etmesi farz olur.
Buna binaen bir kişi şerî bir biatla ümmet tarafından biat edilmezse, ümmetin işlerini yürütecek halifesi olamaz. Bu biat ümmetin seçmesiyle ve rızasıyla gerçekleşir. Biat edilecek kişi ise halife olmak için in’ikat şartlarına sahip olacaktır. Halife olduktan sonra hemen şeriatın bütün ahkâmını yürürlüğe koymaya başlar.


Bir kişinin halife olabilmesinin şartları yedidir. Bunlara in’ikat (akit yapma) şartları denilir. Bu şartlardan biri eksik olursa halife olamaz. Bu şartlar şunlardır:

1. Müslüman olması;
Hilâfet’in bir kâfire verilmesi kesinlikle caiz olmaz. Ona itaat etmek de vacib olmaz. Çünkü Allahu Tealâ şöyle buyurmuştur:
Allah, kesinlikle kâfirler için mü’minler üzerine bir yol kılmaz.” (Nisa: 141)
Nitekim yönetim veya otorite, yönetici için yönetilenler üzerinde en kuvvetli yoldur. Ayette (‰Ê) sözcüğü, ebedîlik ve kesinlik ifade eder. Buna göre ister hilâfet olsun isterse ondan aşağı yönetim işlerinde olsun yöneticilikle ilgili her hususta kâfirlerin müslümanlar üzerine hakim olmaları kesinlikle veya ebediyyen kabul edilmez. Allah bunu kesinlik ifadesiyle nehyetmektedir. Madem ki Allahu Tealâ kâfirler için müslümanlar üzerinde bir yolun olmasını haram kılmıştır. Öyleyse kendileri üzerinde kâfirleri yönetici yapmalarını kendilerine haram kılmış olur.
Ayrıca halife “Veliyyül-emir”dir. Bunun manası, yönetim sahibidir. Oysa Allahu Tealâ, müslümanların yönetiminin sahibinin müslüman olmasını şart koşmuştur. Şöyle buyurmuştur:
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Rasul’e ve sizden ulul-emre itaat edin.” (Nisa: 59) (Ulul-emir, veliyyül-emrin çoğuludur.)
Onlar kendilerine emniyetle veya korkuyla ilgili haber gelince hemen onu yayarlar. Keşke onu Rasul’e ve kendilerinden olan ulul-emre götürselerdi...” (Nisa: 83)
Kur’an’da “ulul-emir” sözcüğü geçtikçe, onların müslümanlardan olmasını gösteren zamirlerle geçer. Bu ise veliyyül-emir veya ulul-emir hakkında müslüman olması şartının koşulduğuna delâlet eder. Madem ki halife ve tayin ettiği yardımcılar, valiler ve amillerin tümü ulul-emir, o halde halifenin müslüman olması şarttır.


2. Erkek olması:
Halifenin kadın olması caiz değildir. Yalnız erkek olması gerekir. Bunun delili Rasulullah (s.a.v.)’in şu hadisidir:
Ebu Bekre adlı sahabenin rivayetinde şöyle demiştir: “Allahu Tealâ, Rasulullah (s.a.v.)’den işittiğim bir sözle beni cemal vakıasına katılmaya vazgeçmemden faydalandırdı. Bu sözü işitmemiş olsaydım, cemal savaşına katılanlar arasında olurdum. Rasulullah kendisine Pers halkının kendilerine Kisra’nın kızını kraliçe olarak tayin ettiklerine dair haberi ulaşınca şöyle dedi: “Bir kavim kendileri için ulul-emir olarak bir kadın tayin ederse felah bulmayacaktır.” (Buhari)
Rasulullah (s.a.v.), işlerini yönetme konusunu bir kadına teslim edenlerin felah bulmayacağına dair sözü, kadının yönetici olmasını nehyeden bir ifadedir. Onun sözü bir haber olup talebi nehiy sigalarındandır. Çünkü emirlerini bir kadının eline teslim edenlerin felaha kavuşmayacaklarını bildirmektedir. Bu bir zemm (kötüleme) ifadesidir. Hem de kesin nehiy içeren bir karine olur. Buradaki kadını yönetici kılmaya dair nehiy, terkin talebinin kesin bir talep olduğuna delâlet eden bir karine ile beraber gelmiş olur. Böylece kadının ulul-emir olarak tayin edilmesi haram olmaktadır.
Kadın ulul-emir olmaktan nehyedilince, halife ondan daha aşağı her yöneticilikte olmasını yasaklamış olur. Zira bu hadisin konusu, Kisra’nın kızının bir kraliçe olarak ulul-emirlik işinde tayin edilmesidir. Buna göre hadisin üzerinde cereyan ettiği olay, yönetim ile ilgili hastır. Yalnız Kisra’nın kızının ulul emir olması konusuyla ilgili değil, her kadın hakkında açıklanmış genel bir hükümdür. Yönetim konusu dışındaki konuları kapsamaz.


3. Baliğ olması:
Halife olacak kimsenin çocuk olmasını nehyeden delil, Ali b. Ebu Talib rivayetiyle Rasulullah (s.a.v.) şu dediğidir: “Uyuyuncaya kadar uyuyan, büluğa erişinceye kadar çocuk ve aklı başına gelinceye kadar aklını kaybetmiş olan üzerinden kalem kaldırılmıştır.”
Bir kimse üzerinden kalem kaldırılmışsa tasarruf ve idare işinden men edilmiş olur. Böylece çocuk şeriata göre mükellef olmaz. O halde halife olması ve diğer yönetim işlerinde bulunması caiz olmaz. Nitekim o, tasarrufta bulunma yetkisine sahib değildir.
Yine çocuğun halife olmanın caiz olmadığına dair başka delil de şudur: Rasulullah (s.a.v.), çocuğun kendisine biat etmesini kabul etmedi. Nitekim Abdullah b. Hişam’ın biatını red etti. Bunun illeti, onun çocuk olmasıdır. Onun annesine Rasulullah (s.a.v.) “O çocuktur” deyip başını okşadı ve onun için dua etti.
Çocuktan biat alınması sahih olmayınca başkalarının onun halife olması itibariyle ona biat vermeleri caiz değildir. Böylece “evlâ babından” kaidesine göre çocuğun halife olması caiz olmaz.


4. Akil olması:
Halifenin deli olması, Rasulullah (s.a.v.)’in şu sözüyle yasaklanmıştır: “Kelâm şu kişi üzerinden kaldırılmıştır: Mecnun iyileşinceye kadar...”
Kalemin kendisinden kalkmasından dolayı deli, mükellef olmaz. Çünkü akıl, bir kişinin mükellef olması tasarrufların doğruluğu için bir şarttır. Halifenin yönetim işlerini ve mükellef olmanın sorumluluklarını gösterdiğine göre mecnun olması hiç doğru olmaz. “Evlâ babından” kaidesi açısından delinin, insanların işlerini tasarrufta bulunması caiz değildir.


5.Udul olması:
Halife olacak kişinin fasık olması doğru değildir. Udul olmak hilâfet sözleşmesi ve onun devamı için kaçınılmaz şarttır. Çünkü Allahu Tealâ şahit hakkında onun udul olması vasfına sahib olmasını şart koşmuştur. Şöyle buyurmuştur:
Sizden udul olan kimseleri şahit tutun.” (Talak: 2)
(Udul olmak, fasık olmamaktadır. Yani güvenilir kişi olmalıdır. Yalan söylemeyip farzları yerine getiren ve günahlardan kaçınan kimsedir.)
Hilâfet’in şahidlikten daha büyük bir husus olduğundan dolayı “Evlâ babından” kaidesi açısından halifenin udul olması gereklidir. Zira udul olmak şahit için şart koşulunca halife olmak için şart koşulması evlâdır.


6. Hür olması:
Köle, efendisinin mülküdür. Kendi zatında ve işlerinde tasarruf ve idare etme hakkında sahib değildir. “Evlâ babından” köle, başkasıyla ilgili tasarruf ve idare etme işinde bulunmasına hiç sahip olmamalıdır. Özellikle insanların işlerin yürütme veya onların ulul-emri olması hakkına hiç sahib olmaz.

7. Kâdir olması:
Halife olacak kimse, hilâfet yükünü kaldırmaya kadir olmalıdır. Çünkü kadir olmak şartı biatın gereğidir. Zira aciz olan kişi, tebanın işlerini üzerine biat edildiği Kitap ve Sünnet ile yürütmeye gücü yetmez.
İşte müslüman, erkek, akil, baliğ, udul, hür ve kadir olursa halife olabilir. Mucahid olması veya cesaretli olması ve buna benzer hususlar in’ikat şartlarından değildir. Efdaliyat veya tercih şartlarındandır.
Halife ölürse veya bu şartlardan birisinden yoksun olup Mezalim mahkemesinin kararıyla hilâfet makamından azledilince veya İslâm’a aykırı bir hüküm uygularsa veya açık küfür gösterirse neticede hilâfetten indirilirse, ümmet meclisi o yedi şartlara sahib olanlardan adayları tesbit eder. Kim bu şartlara sahip olursa adaylığını sunar. Ummet meclisinin adaylığını kabul ettiği kimseler ümmete sunulur ve ümmetin bunlardan birisini seçmesini ister. Ummet, bu ehil olan adaylarda tercih şartlarına göre istediğini tercih eder. En çok oy alan kimsenin halifeliği ilân edilir. Ummet meclisi de ona in’ikat biatı verir. Ondan sonra ümmetin bireyleri itaat biatı verirler. Bundan sonra biat gereğince Kur’an ve Sünnet’ten çıkartılan ahkâmı yürürlüğe koyar ve dünyaya davayı yüklenmeye başlar. Ta ki bütün dünyada İslâm hâkimiyeti gerçekleşinceye kadar.
 
H Çevrimdışı

Habibullah

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
hepsi bu o belirtilen hadisi halife ile ilgili olanı kabul edersek o kadar çok sahih hadis boşa çıkıyorki ALLAH CELLE CELALUHU razı olun kardeşim....
 
O Çevrimdışı

omer.hattap

Üyeliği İptal Edildi
Banned
"TÜRKLER SİZE DOKUNMADIĞIHARBETMEDİĞİ SÜRECESAKIN SİZ DE TÜRKLERE DOKUNMAYINIZ!"(en-NeseiSünen en-Nesei4s:44)

"SİZLER;TÜRKLERLE ÇARPIŞMADIKÇA KIYAMET KOPMAYACAKTIR"(el-Buhari4s:3435156Sahih-i Müslim17s:3738)

bu turkler hangi turkler ozaman
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
omer.hattap;189531' Alıntı:
"TÜRKLER SİZE DOKUNMADIĞIHARBETMEDİĞİ SÜRECESAKIN SİZ DE TÜRKLERE DOKUNMAYINIZ!"(en-NeseiSünen en-Nesei4s:44)

"SİZLER;TÜRKLERLE ÇARPIŞMADIKÇA KIYAMET KOPMAYACAKTIR"(el-Buhari4s:3435156Sahih-i Müslim17s:3738)

bu turkler hangi turkler ozaman

Türklerle savaşma ilgili hadis sahihtir.
Bazı alimler bu hadisin gerçekleştiğini ve Müslümanların Moğol hun imparatoru Cengiz Han ile savaşmalarını delil göstermişlerdir.
Kutub-i sitte
TÜRKLERLE SAVAŞ
7203 - Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor:
"Rasulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Sizler, gözleri küçük, yüzleri geniş-yuvarlak bir kavimle savaşmadıkça Kıyamet kopmayacaktır. Onların gözleri çekirge gözleri gibi olup yüzleri de kat kat deri ile kaplanmış kalkanlar gibidir. Kıl ayakkabılar giyerler, deriden mamul kalkanlar edinirler ve atlarını hurma ağaçlarına bağlarlar."
Bu tarzda daha pek çok hadis mevcuttur.
"Sizler;Türklerle çarpışmadıkca kıyamet kopmayacaktır"
(Buhari, 4, s: 34, 35, 156, Sahih-i Muslim,17, s: 37, 38)
"Türkler size dokunmadığı, harb etmediği sürece sakın siz de Türklere dokunmayınız!"
(Nesei, Sunen 4, s:44)
Ebu Hurayra (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Ayakkabıları kıldan bir kavimle savaşmadıkça kıyamet kopmaz. Siz, yüzleri kılıflı kalkanlar gibi, gözleri küçük, burunları yassı olan bir kavmle savaşmadıkça kıyamet kopmaz."
[Buharî, Cihad 95, 96, Menâkıb 25; Muslim, Fiten 62, (2912); Ebu Davud, Melahim 9, (4303, 4304); Tirmizî, Fiten 40, (2216); Nesâî, Cihad 42, (6, 45).}
Muhaddisler, bu kavmin Türkler olduğunda müttefiktirler. Buharî' nin bu hadisi verdiği bablardan birinin adı; بَابُ قِتَالِ التُّرْكِ
"Türklerle Savaş Babı"dır.
Hadisin burada kaydedilen vechinde Türk kelimesi geçmezse de, Buharî'nin aynı babta kaydettiği müteakip hadiste Türk kelimesi de geçer: "Küçük gözlü, kırmızı yüzlü, yassı burunlu, yüzleri kılıflı kalkanlar gibi olan, (kıldan ma'mul elbise giyen ve kıl içerisinde yürüyen) Türk(ler)le savaşmadığınız müddetçe kıyamet kopmaz.."
Hadiste, yüzün kalkana benzetilmesi Beyzavî'ye göre yüzün geniş ve yuvarlak olmasındandır, kılıflı denmesi de sertliği ve etinin çokluğundandır.
Ayakkabılarının kıldan olmasından maksad, bazı şarihlerce, saçlarının ayakkabılarına değecek kadar uzun olmasıdır. Bazıları da: "Bundan maksad onların, ayakkabılarını örülmüş (keçeleşmiş) kıl ve yünden yapmalarıdır" demiştir.
Bugün çobanların ve hatta köylülerin hâlâ kullandıkları ve keçeden yapılan "kepenk"in kastedilmiş olması da muhtemeldir. Ayakkabılarının da kıldan olması, geçmiş devirlerde giyilen ve kılı yolunmamış deriden yapılan çarığa işaret de olabilir. Çarığın iç kısmı, yerin sertliğini hafifletmek maksadıyla keçe ile beslenip takviye edilmesi de hadisi te'yid eden bir durumdur.
İbnu Hacer bu hadisin şerhi sadedinde Türklerle ilgili olarak şu açıklamayı sunar: "Sahabe zamanında şu hadis meşhur idi:
اُتْرُكُوا التُّرْكَ مَا تَرَكُوكُمْ
"Türkler sizi bıraktıkça, siz de onları bırakın (onlarla savaşmayın)."
Taberâni bunu Muaviye rivayeti olarak kaydeder.
Muaviye: "Ben Rasulullah (s.a.v.)'ın böyle söylediğini işittim!" demiştir. Ebu Ya'la aynı hadisi bir başka vecihten olmak üzere Muaviye İbnu Hudeyc'ten rivayet eder.
İbnu Hudeyc der ki: "Ben Muaviye'nin yanında idim. Ona amilinden Türklerle karşılaştıklarına ve onları hezimete uğrattıklarına dair bir mektup gelmişti. Muaviye bu habere öfkelendi. Sonra amiline: "Benden emir gelmedikçe onlarla savaşmayın, çünkü ben Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
إنَّ التُّرْكَ تَجْلِي الْعَرَبَ حَتّى تَلْحَقَهَا بِمَنابَتِ الشّيح
"Türkler, Arapları sürecek ve yavşan otunun bittiği yerlerde onlara yetişecek" dediğini işittim. Bu sebeble onlarla savaşmaktan hoşlanmıyorum."
Müslümanlar Emevîler zamanında Türklerle savaştılar. Müslümanlarla onlar arasında büyük mesafe vardı, burası yavaş yavaş fethedilerek açıklık kapandı. Türklerden çok sayıda esir alındı. Türklerde büyük bir güç ve şiddet bulunduğu için melikler onlara sahip olma hususunda aralarında adeta yarış yaptılar. Öyle ki, Mu'tasım zamanına gelindiğinde askerlerin çoğunluğunu onlar teşkil etti. Zamanla Türkler Melik'e galebe çaldılar, oğlu Mutevekkil'i öldürdüler, sonra birer birer onun çocuklarını öldürdüler. Keza Samanîlerin melikleri de Türklerdendi. Böylece acem diyarlarına da galebe çaldılar. Bu diyarlara sonraları, Sebüktekin hanedanı bunların peşine de Selçukîler hakim oldu. Hakimiyetleri Irak, Şam ve Rum diyarlarına kadar uzandı. Bunların etbaları Zengîler, onların etbaları da Eyyubîler olarak devam ettiler. Türk olan bunlar çoğalarak Mısır, Şam ve Hicaz diyarlarına hakim oldular. Bunlar hicrî beşinci yüzyılda Selçukîlere karşı hücuma geçip memleketi harap, insanları perişan ettiler. Derken Büyük Musibet (et-Tammetu'l-Kubra) Tatarlardan geldi: Hicrî altıncı yüzyıldan sonra Cengiz Han çıktı ve dünyayı ateşe verdi. Bilhassa Meşrık tarafları büyük ekseriyeti ile bu felakete maruz kaldı. Onların şerrinden nasibini almayan belde hemen hemen yoktu. Altı yüz elli altıda, Bağdat'ın harab edilip son Abbasî halifesi Mû'tasım'ın onların eliyle öldürülmesi vukua geldi. Bunların bekayası, topal manasına gelen Leng lakabıyla meşhur Timur adındaki kişi gelinceye kadar tahribata devam ettiler. Timur, Şam diyarına geçti, oraları talan etti. Şam nehrini yakıp harabeye çevirdi. Batı'da Rum, doğuda Hind diyarlarıyla bunlar arasındaki yerlere hakim oldu. Allah onu alıp, çocukları arasına tefrika sokuncaya kadar hakimiyeti uzadı.
Rasulullah (s.a.v.)'ın şu sözünde haber verdiği hususların hepsi böyle zuhur etti. اِنَّ بَنِي قَنْطُورَةَ اَوَّلُ مَنْ سَلبَ اُمَّتِى مُلْكَهُمْ
"Ummetimin hakimiyetini ilk defa ortadan kaldıracak olan Benû Kantûra'dır."
Bu hadisi Taberâni, Muaviye rivayeti olarak kaydetmiştir. Benî Kantûra'dan murad Türklerdir.
Türklerle Savaşmadan Kıyamet Kopmaz Hadisi Sahih mi?, Sahih İse Nasıl Anlamalıyız?
 
H Çevrimdışı

Habibullah

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
"TÜRKLER SİZE DOKUNMADIĞIHARBETMEDİĞİ SÜRECESAKIN SİZ DE TÜRKLERE DOKUNMAYINIZ!"(en-NeseiSünen en-Nesei4s:44)

"SİZLER;TÜRKLERLE ÇARPIŞMADIKÇA KIYAMET KOPMAYACAKTIR"(el-Buhari4s:3435156Sahih-i Müslim17s:3738)

bu turkler hangi turkler ozaman



O TÜRKLERDEN ÜRETİLMİYOR ARTIK FABRİKASI KAPANDI MALESEF .........
 
Muaz ibni Cebel Çevrimdışı

Muaz ibni Cebel

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Konuyla alakali iki sorum olacak..

Ebu Hureyre (r.anh) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.v.) (bir gün):
"Bir tarafı karada bir tarafı da denizde olan bir şehir işittiniz mi?" diye sordular.
Oradakiler: "Evet!" deyince, şöyle buyurdular:

"İshakoğullarından yetmişbin kişi bu şehre sefer tertiplemedikçe Kıyamet kopmaz. Askerler şehre gelince konaklarlar. Ancak silahla savaşmazlar, tek bir ok dahi atmazlar. "Lâilâhe illallahu vallahu ekber!" derler. Bunun üzerine şehrin denizdeki tarafı düşer. Sonra askerler ikinci kere, "Lâilâhe illallahu vallahu ekber!" derler, şehrin diğer tarafı da düşer. Sonra tekrar "Lâilahe illalllahu vallahu ekber!" derler.
Bu sefer onlara (kapılar) açılır. Oradan şehre girerler ve şehrin ganimetini toplarlar. Ganimetleri aralarında taksim ederlerken, yanlarına bir munâdi gelip: "Deccal çıktı!" diye bağırır. Askerler her şeyi bırakıp geri dönerler."
(Muslim, Fiten 78, (2920)

1.sorum:Fatih Sultan Mehmet bir ok dahi atmamismi Istanbulu feth ederken,atmis ise demekki hadiste bahs edilen fetih onun fethi degil....


2.sorum:Kuran mahluktur diyen zihniyet gunahkarmi oluyor yoksa dindenmi cikiyor?
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Konuyla alakali iki sorum olacak..

Ebu Hureyre (r.anh) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.v.) (bir gün):
"Bir tarafı karada bir tarafı da denizde olan bir şehir işittiniz mi?" diye sordular.
Oradakiler: "Evet!" deyince, şöyle buyurdular:

"İshakoğullarından yetmişbin kişi bu şehre sefer tertiplemedikçe Kıyamet kopmaz. Askerler şehre gelince konaklarlar. Ancak silahla savaşmazlar, tek bir ok dahi atmazlar. "Lâilâhe illallahu vallahu ekber!" derler. Bunun üzerine şehrin denizdeki tarafı düşer. Sonra askerler ikinci kere, "Lâilâhe illallahu vallahu ekber!" derler, şehrin diğer tarafı da düşer. Sonra tekrar "Lâilahe illalllahu vallahu ekber!" derler.
Bu sefer onlara (kapılar) açılır. Oradan şehre girerler ve şehrin ganimetini toplarlar. Ganimetleri aralarında taksim ederlerken, yanlarına bir munâdi gelip: "Deccal çıktı!" diye bağırır. Askerler her şeyi bırakıp geri dönerler."
(Muslim, Fiten 78, (2920)

1.sorum:Fatih Sultan Mehmet bir ok dahi atmamismi Istanbulu feth ederken,atmis ise demekki hadiste bahs edilen fetih onun fethi degil....


2.sorum:Kuran mahluktur diyen zihniyet gunahkarmi oluyor yoksa dindenmi cikiyor?

Bu fetih Kıyamete yakın olacak (inşeAllah Mehdi a.s.) olan 2. fetihtir.
Kur'an mahluktur diyen Mutezile görüşüdür. Bid'at fırkalardandır.

Detaylı Bilgi:

Kur'an Mahluk Değil, Allah Kelamıdır!

 
F Çevrimdışı

ferdiosman

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
İki sahih hadisin arasını barıştırmak daha iyi değilmi?

"İshakoğullarından yetmişbin kişi bu şehre sefer tertiplemedikçe Kıyamet kopmaz. Askerler şehre gelince konaklarlar. Ancak silahla savaşmazlar, tek bir ok dahi atmazlar. "Lâilâhe illallahu vallahu ekber!" derler. Bunun üzerine şehrin denizdeki tarafı düşer. Sonra askerler ikinci kere, "Lâilâhe illallahu vallahu ekber!" derler, şehrin diğer tarafı da düşer. Sonra tekrar "Lâilahe illalllahu vallahu ekber!" derler.
Bu sefer onlara (kapılar) açılır. Oradan şehre girerler ve şehrin ganimetini toplarlar. Ganimetleri aralarında taksim ederlerken, yanlarına bir munâdi gelip: "Deccal çıktı!" diye bağırır. Askerler her şeyi bırakıp geri dönerler."
(Muslim, Fiten 78, (2920 Buhari ve Müslimin Mehdi kelimesini kullanmadıklarınıda dikkate alalaım)

Bu hadis İstanbul için söylendiği hakkındaki yorumları esas aldığımızda kıyamete yakın yeniden manen Fethine işaret ettiğini söylüyorlar.Yani islam aykırı ahlaksızların düzenin kaldırılmasına yönelik.Bu da Mehdi as işaret eder.

Fiilen ve savaşarak “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur.” hadisi şerifine de Fatih sultan Mehmet ve ordusu nail olmuştur deyip iki sahih hadisin arasını barıştırabiliriz.

Kaldıki bu hadisin devamında Abdullah b. Bişr der ki: Mesleme b. Abdulmelik (ö. 120/738) beni çağırdı ve bu hadisi sordu. Ben de ona bu şekilde naklettim. Bunun üzerine o, aynı sene Kostantiniyye’yi fethetmek üzere sefere çıktı.

Herkez bilirki İstanbula fethetmeye gidenlerin hiçbiri yezid dahil Mehdilik iddia etmemişlerdir.Ve bu hadisi diğer hadise ters görüp mehdi as mı beklememişlerdir.Ve onların Allah resülünü yalancı çıkarmak gibi bir dertleride yoktu...

Şu Hadiste bu yorumları doğrular niteliktedir.Ebu Hureyre (r.a) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
Hüsrev (Sasani İmparatorluğu hükümdarı) yerin dibini boylucaktir, ve ondan sonra bir Hüsrev daha gelmicektir. Ve Bizansin Hükümdarida süphesiz yerin dibini boylucaktir, ve ondan sonda bir (bizans) Hükümdari daha gelmicektir. Ondan geriye kalan Ganimetler ise, süphesiz ALLAH yolunda dagitilacaktir. SAHIHI-BUHARI

 
Üst Ana Sayfa Alt