Onlar, istivanın istila manasına geldiğine, aşağıdaki şiiri delil getirirler:
Büşr, Irak'ı istiva etti.
Kılıçsız ve kan akıtmadan
Buna şu şekilde cevap veririz:
Öncelikle bu şiir insan yapısıdır, bu yüzden onunla delil getirilmez. Sonra da; 'Allah'ın (c.c.) istilası, Büşr'ün Irak'ı istilası gibidir' demek bizatihi teşbihin kendisidir. Halbuki Allah'ın istilası kendisine layık bir şekilde ve özel olarak gerçekleşmektedir. Büşr'ün istilası da böyledir.
İbn Kayyım şiirinde şöyle diyor:
Kim azamet sahibi Allah'ı yaratıklarına benzetirse
O, Müşrik Hristiyanlara nispet edilir.
Ya da kim Rahman'ı O'nun sıfatlarından ta'til ederse
O da, imanı olmayan kafir kimsedir.
Şimdi istivanın hakikatini belirtmeye çalışalım:
Tevilciler istiva kelimesinin istevla manasına geldiğini iddia etmektedirler. Buna delil olarak da, istivanın istevla manasına geldiğim ifade eden bir şiiri getirirler. Şair şöyle diyor:
Büşr, Irak'ı istila etti (istiva).
Kılıçsız ve kan akıtmadan.
Bu münasebetle bizde tevillerinde delillerin takibinde yanlışlığa düştüklerini, yani isitvanın istevla manasında olmadığını tesbit etmeye çalışalım.
1. Hafız İbn Kayyım, bu şiirin tahrif edildiğini iddia etmektedir. Çünkü şiirdeki ifade "istiva" değil de "istevla" şeklindedir. Ayrıca şairin kim olduğuda belli değildir. Bu şiirin şairi belli de olsa durum aynıdır. Halbuki bu şiir, Arapların şiir divanlarının hiç birinde bulunmamaktadır. Ayrıca bu, Arapça hususunda delil olabilecek şiirlerin hiç birisinden değildir.
2. Şayet bu şiir doğru olsa yani istiva kelimesi kullanılmış ve tahrif edilmemiş olsa bile yine de delil olmaz. Belki tevilcilerin aleyhine bir delil olur. Şöyle ki istiva burada (şiirde) gerçek manasında kullanılmıştır. Çünkü bu şiirin konusu olan "Büşr" Abdulmelik b. Mervan'ın kardeşidir. Kendisi Irak'ın emiri idi. Saltanat tahtında oturmak kral ve kral vekillerinin adetidir. İşte bu, lafzın lügat manasına uygun olarak yapılmış bir tevildir.
Nitekim Cenab-ı Hak:
"Onların sırtlarında istiva edesiniz diye" ve başka bir ayette "...ekin kökünün üzerinde istiva etti" buyuruyor.
3- Eğer şiirde kastedilen, cebren ve saltanat yoluyla istila etmek ise, o zaman Irak'ı istila eden Abdulmelik b. Mervan'dır, onun kardeşi Büşr değildir. Çünkü Büşr hiçbir zaman krallık hususunda kardeşiyle mücadele etmemiş ve kral olmamıştır. Ancak Irak'ta onun vekili ve onun tayin ettiği bir vali idi. Bu sebeple, Irak'ı istila eden Büşr değil de Abdulmelik'tir. Ama hakiki istiva onun aksinedir. Bu Irak'ta yerleşmesi ve Irak'ın saltanat tahtına oturmasıdır.
4- Bir memleketi istila edip de o memlekete giremeyen, oraya yerleşmeyen kendisiyle o memleket arasında uzun bir mesafe bulunan bir hükümdar veya bir kimse için bu zat, falan memleketi istiva etti denilmez. Mesela Ebu Bekir-i Sıddık için 'Ebu Bekir Şam'ı istiva etti.' Ömer için 'Ömer Mısır'ı istiva etti, Irak'ı istiva etti' denilmez. Rasulü Ekrem (s.a.v.) Yemeni istila ettiği halde onun için hiç kimse "Yemeni istiva etti" dememiştir. Ondan sonra halifeleri Şam'ı, Mısır'ı ve Irak'ı istila etmişlerdir. Şairler şiirlerinde, istiarelerinde kral ve halifeleri fetihlerle övüp dururlar; bunlara geniş geniş yer verirler. Fakat ister cahiliye dönemindeki, ister İslami dönemdeki, isterse sonradan İslam'a giren şairlerden olsun, hiç birinin herhangi bir kral yada halifenin fethettiği bir memleket için 'falan memleketi istiva etti' dediğini göremezsin. Buna mevcut divanlarında rastlamak mümkün değildir.
5- İstila ile istiva zıt anlamlı iki kelimedir. Onları eşanlamlı kabul etmek vaz yoluyla mümkündür. Araplar, istiva lafzını hiçbir zaman istila manasında kullanmamışlardır. Eğer 'pratik kullanımda böyledir' denilirse, bu da yalandır. Buna onların nazım ve nesirleri delildir. Ayrıca Kur'an ve Sünnette istiva kelimesinin geçtiği yerlere bakıldığında, istila manasına kullanılmadığı görülür. Bu kelimelerin anlamca aynı değerlendirilerek kullanımları sadece bu şiirde söz konusudur. Eğer istivayı mecazi kıyas yoluyla istila manasına alacak olursak, bu sadece bunu yapana has bir kullanım olur ve başkasına genellenemez. Bu yapılamayacağına göre Allah'ın Rasulüne ait olan kelamın buna hamledilmesi hiç mümkün değildir.
6- Onlar: "Allah mahlukatı yarattıktan sonra ister Arş'a olsun ister başkasına olsun, bütün mahlukatına istiva etmektedir" diyorlar. O zaman istivayı istila (mal edinme, kahretme, galebe çalma) ya tevil etmelerinin hiçbir anlamı yoktur. İstivanın hakiki manası üzerinde bulunduğu "söz bakımından Allah'tan daha doğru kim olabilir?" ayetiyle açıklamaktadır.
Hakikat şudur ki: yüce Allah, zattyla Arşının üzerindedir; ancak Arşın üzerinde olması keyfiyetsizdir Cenab-ı Hak, bütün yaratıklardan ayrıdır ve Allah (c.c.), yarattığı bütün mekanlarda zatıyla değil ilmiyle hazırdır. Çünkü sınırlı olan mekanlar, O'nun sınırsız zatını kapsayamazlar. Ayrıca O'nun zatı, bütün mekanlardan daha büyüktür.
Cenab-i Hakkın:
"Siz nerede olursanız olun o sizinle beraberdir" ayetindeki beraberlikten maksat ilmi beraberliktir.
"Şüphesiz Allah, takva sahipleri ve ihsanda bulunanlarla beraberdir" ayetindeki beraberlikten maksat ise; onlara yardım etmesi, onları desteklemesidir ve onları takviye etmesidir.
Özetle; gerek Kur'an nasları, gerek Sünnetteki hadisler gerekse selefi salihinin konuşmaları, yüce Allah'ın göklerde, Arş üzerinde celal ve kemaline yaraşır şekilde istiva ettiğinde ittifak halindedir. Yine Kur'an, Sünnet ve selefi salihinin konuşmaları, bu sıfatı inkar etmenin çok açık ve çirkin bir bid'at ve sapıklık olduğunda birleşmişlerdir. Böyle bir sıfatı inkar etmenin İslam diniyle bağdaşmayacağını, İslam'ın zaruri meselelerine ve bir çok nasslarına ters düştüğünü de ittifakla belirtmişlerdir. Kitap, Sünnet ve selefi salihinin sözlerinde bu sıfatın inkarını gerekli kılacak tek bir delil yoktur. Araştıran böyle bir delile rastlayamaz. Ne Allah'ın Kitabında, ne de Peygamberinin Sünnetinde bu sıfatın yokluğuna delalet edebilecek bir tek lafız yoktur ki, Cenab-ı Hakkın bu sıfatla sıfatlanmasının doğru olmadığını açıklasın ve yine hiçbir zaman, ne selefin kelamında, ne de Kur'an ve Sünnetin durduğu noktada duran, meşhur imamların kelamından bir tek kelime yoktur ki, Yüce Allah'ın semada olmadığına ve Arş üzerinde istiva etmediğine delalet etsin. Bu sıfatı Allah'a (c.c.) izafe etmenin teşbih ve tecsim (cisimlendirmek) olduğunu söyleyen de olmamıştır. Bu imamların hiç birisinden, bu hususta varit olan nassları, te'vil etmek ve zahirinin hilafıyla tefsir etmek gibi bir durum vaki olmadığı gibi, fasih insanların kelamında da böyle bir şey yoktur.
Kitap, Sahih Sünnet veya sahabi, tabiin, tebei tabiin ya da selef kelamından, sıfatı tevil ettiklerine veya bu ispatı noksanlığa veya Allah'ın (c.c.) teşbih veya tecsimine (cisimleştirilmesine) delalet eden bir tek harf delil getirsinler. Yüce Allah onların söylediklerinden yüce ve büyüktür. Allah'a yemin ederim ki, onlar göklere yükselip, yedi kat yerin dibine inseler de kendilerini destekleyecek bir delil bulamazlar. Ancak bozuk teviller, Cehmiyye ve Mutezile'nin batıl sözleri hariçtir. Ve ben anlayamıyorum, onlar nasıl düşünemiyorlar ki Kur'an ve Sünnet; abdest, taharet, hayız, hela adabı ve haram çeşitlerini açık seçik hükme bağlarken, nasıl olur da onlarda Allah'ın (c.c.) semada olmadığına işaret eden bir tek lafız zikredilmez ve onların tevilinin doğruluğuna delalet edecek bir delil bulunmasın. İşte ben hitabımı İmam Ebu'l-Hasan el-Eş'ari'ye tabi olduklarını iddia edenlere yöneltiyorum; eğer gerçekten ve hakkıyla Eş'ari iseler, İmam Eş'ari El-Mücez, Makalatu'l-İslamiyyin ve selefi salih akidesi üzerine yazılmış son eseri El-İbane’de kesinlikle istiva, vech, yedeyn gibi sıfatları ispat ettiğini bilirler. O, bu eserlerinde Kitap ve Sünnetle gelen sıfatları, keyfiyetsiz ve temsilsiz olarak nassan belirtmekte ve kendisinin İmam Ahmed b. Hanbel akidesi üzerine olduğunu bildirmektedir.
Ahmed b. Hacer,( Tevhid,) : 10/82-86.
Büşr, Irak'ı istiva etti.
Kılıçsız ve kan akıtmadan
Buna şu şekilde cevap veririz:
Öncelikle bu şiir insan yapısıdır, bu yüzden onunla delil getirilmez. Sonra da; 'Allah'ın (c.c.) istilası, Büşr'ün Irak'ı istilası gibidir' demek bizatihi teşbihin kendisidir. Halbuki Allah'ın istilası kendisine layık bir şekilde ve özel olarak gerçekleşmektedir. Büşr'ün istilası da böyledir.
İbn Kayyım şiirinde şöyle diyor:
Kim azamet sahibi Allah'ı yaratıklarına benzetirse
O, Müşrik Hristiyanlara nispet edilir.
Ya da kim Rahman'ı O'nun sıfatlarından ta'til ederse
O da, imanı olmayan kafir kimsedir.
Şimdi istivanın hakikatini belirtmeye çalışalım:
Tevilciler istiva kelimesinin istevla manasına geldiğini iddia etmektedirler. Buna delil olarak da, istivanın istevla manasına geldiğim ifade eden bir şiiri getirirler. Şair şöyle diyor:
Büşr, Irak'ı istila etti (istiva).
Kılıçsız ve kan akıtmadan.
Bu münasebetle bizde tevillerinde delillerin takibinde yanlışlığa düştüklerini, yani isitvanın istevla manasında olmadığını tesbit etmeye çalışalım.
1. Hafız İbn Kayyım, bu şiirin tahrif edildiğini iddia etmektedir. Çünkü şiirdeki ifade "istiva" değil de "istevla" şeklindedir. Ayrıca şairin kim olduğuda belli değildir. Bu şiirin şairi belli de olsa durum aynıdır. Halbuki bu şiir, Arapların şiir divanlarının hiç birinde bulunmamaktadır. Ayrıca bu, Arapça hususunda delil olabilecek şiirlerin hiç birisinden değildir.
2. Şayet bu şiir doğru olsa yani istiva kelimesi kullanılmış ve tahrif edilmemiş olsa bile yine de delil olmaz. Belki tevilcilerin aleyhine bir delil olur. Şöyle ki istiva burada (şiirde) gerçek manasında kullanılmıştır. Çünkü bu şiirin konusu olan "Büşr" Abdulmelik b. Mervan'ın kardeşidir. Kendisi Irak'ın emiri idi. Saltanat tahtında oturmak kral ve kral vekillerinin adetidir. İşte bu, lafzın lügat manasına uygun olarak yapılmış bir tevildir.
Nitekim Cenab-ı Hak:
"Onların sırtlarında istiva edesiniz diye" ve başka bir ayette "...ekin kökünün üzerinde istiva etti" buyuruyor.
3- Eğer şiirde kastedilen, cebren ve saltanat yoluyla istila etmek ise, o zaman Irak'ı istila eden Abdulmelik b. Mervan'dır, onun kardeşi Büşr değildir. Çünkü Büşr hiçbir zaman krallık hususunda kardeşiyle mücadele etmemiş ve kral olmamıştır. Ancak Irak'ta onun vekili ve onun tayin ettiği bir vali idi. Bu sebeple, Irak'ı istila eden Büşr değil de Abdulmelik'tir. Ama hakiki istiva onun aksinedir. Bu Irak'ta yerleşmesi ve Irak'ın saltanat tahtına oturmasıdır.
4- Bir memleketi istila edip de o memlekete giremeyen, oraya yerleşmeyen kendisiyle o memleket arasında uzun bir mesafe bulunan bir hükümdar veya bir kimse için bu zat, falan memleketi istiva etti denilmez. Mesela Ebu Bekir-i Sıddık için 'Ebu Bekir Şam'ı istiva etti.' Ömer için 'Ömer Mısır'ı istiva etti, Irak'ı istiva etti' denilmez. Rasulü Ekrem (s.a.v.) Yemeni istila ettiği halde onun için hiç kimse "Yemeni istiva etti" dememiştir. Ondan sonra halifeleri Şam'ı, Mısır'ı ve Irak'ı istila etmişlerdir. Şairler şiirlerinde, istiarelerinde kral ve halifeleri fetihlerle övüp dururlar; bunlara geniş geniş yer verirler. Fakat ister cahiliye dönemindeki, ister İslami dönemdeki, isterse sonradan İslam'a giren şairlerden olsun, hiç birinin herhangi bir kral yada halifenin fethettiği bir memleket için 'falan memleketi istiva etti' dediğini göremezsin. Buna mevcut divanlarında rastlamak mümkün değildir.
5- İstila ile istiva zıt anlamlı iki kelimedir. Onları eşanlamlı kabul etmek vaz yoluyla mümkündür. Araplar, istiva lafzını hiçbir zaman istila manasında kullanmamışlardır. Eğer 'pratik kullanımda böyledir' denilirse, bu da yalandır. Buna onların nazım ve nesirleri delildir. Ayrıca Kur'an ve Sünnette istiva kelimesinin geçtiği yerlere bakıldığında, istila manasına kullanılmadığı görülür. Bu kelimelerin anlamca aynı değerlendirilerek kullanımları sadece bu şiirde söz konusudur. Eğer istivayı mecazi kıyas yoluyla istila manasına alacak olursak, bu sadece bunu yapana has bir kullanım olur ve başkasına genellenemez. Bu yapılamayacağına göre Allah'ın Rasulüne ait olan kelamın buna hamledilmesi hiç mümkün değildir.
6- Onlar: "Allah mahlukatı yarattıktan sonra ister Arş'a olsun ister başkasına olsun, bütün mahlukatına istiva etmektedir" diyorlar. O zaman istivayı istila (mal edinme, kahretme, galebe çalma) ya tevil etmelerinin hiçbir anlamı yoktur. İstivanın hakiki manası üzerinde bulunduğu "söz bakımından Allah'tan daha doğru kim olabilir?" ayetiyle açıklamaktadır.
Hakikat şudur ki: yüce Allah, zattyla Arşının üzerindedir; ancak Arşın üzerinde olması keyfiyetsizdir Cenab-ı Hak, bütün yaratıklardan ayrıdır ve Allah (c.c.), yarattığı bütün mekanlarda zatıyla değil ilmiyle hazırdır. Çünkü sınırlı olan mekanlar, O'nun sınırsız zatını kapsayamazlar. Ayrıca O'nun zatı, bütün mekanlardan daha büyüktür.
Cenab-i Hakkın:
"Siz nerede olursanız olun o sizinle beraberdir" ayetindeki beraberlikten maksat ilmi beraberliktir.
"Şüphesiz Allah, takva sahipleri ve ihsanda bulunanlarla beraberdir" ayetindeki beraberlikten maksat ise; onlara yardım etmesi, onları desteklemesidir ve onları takviye etmesidir.
Özetle; gerek Kur'an nasları, gerek Sünnetteki hadisler gerekse selefi salihinin konuşmaları, yüce Allah'ın göklerde, Arş üzerinde celal ve kemaline yaraşır şekilde istiva ettiğinde ittifak halindedir. Yine Kur'an, Sünnet ve selefi salihinin konuşmaları, bu sıfatı inkar etmenin çok açık ve çirkin bir bid'at ve sapıklık olduğunda birleşmişlerdir. Böyle bir sıfatı inkar etmenin İslam diniyle bağdaşmayacağını, İslam'ın zaruri meselelerine ve bir çok nasslarına ters düştüğünü de ittifakla belirtmişlerdir. Kitap, Sünnet ve selefi salihinin sözlerinde bu sıfatın inkarını gerekli kılacak tek bir delil yoktur. Araştıran böyle bir delile rastlayamaz. Ne Allah'ın Kitabında, ne de Peygamberinin Sünnetinde bu sıfatın yokluğuna delalet edebilecek bir tek lafız yoktur ki, Cenab-ı Hakkın bu sıfatla sıfatlanmasının doğru olmadığını açıklasın ve yine hiçbir zaman, ne selefin kelamında, ne de Kur'an ve Sünnetin durduğu noktada duran, meşhur imamların kelamından bir tek kelime yoktur ki, Yüce Allah'ın semada olmadığına ve Arş üzerinde istiva etmediğine delalet etsin. Bu sıfatı Allah'a (c.c.) izafe etmenin teşbih ve tecsim (cisimlendirmek) olduğunu söyleyen de olmamıştır. Bu imamların hiç birisinden, bu hususta varit olan nassları, te'vil etmek ve zahirinin hilafıyla tefsir etmek gibi bir durum vaki olmadığı gibi, fasih insanların kelamında da böyle bir şey yoktur.
Kitap, Sahih Sünnet veya sahabi, tabiin, tebei tabiin ya da selef kelamından, sıfatı tevil ettiklerine veya bu ispatı noksanlığa veya Allah'ın (c.c.) teşbih veya tecsimine (cisimleştirilmesine) delalet eden bir tek harf delil getirsinler. Yüce Allah onların söylediklerinden yüce ve büyüktür. Allah'a yemin ederim ki, onlar göklere yükselip, yedi kat yerin dibine inseler de kendilerini destekleyecek bir delil bulamazlar. Ancak bozuk teviller, Cehmiyye ve Mutezile'nin batıl sözleri hariçtir. Ve ben anlayamıyorum, onlar nasıl düşünemiyorlar ki Kur'an ve Sünnet; abdest, taharet, hayız, hela adabı ve haram çeşitlerini açık seçik hükme bağlarken, nasıl olur da onlarda Allah'ın (c.c.) semada olmadığına işaret eden bir tek lafız zikredilmez ve onların tevilinin doğruluğuna delalet edecek bir delil bulunmasın. İşte ben hitabımı İmam Ebu'l-Hasan el-Eş'ari'ye tabi olduklarını iddia edenlere yöneltiyorum; eğer gerçekten ve hakkıyla Eş'ari iseler, İmam Eş'ari El-Mücez, Makalatu'l-İslamiyyin ve selefi salih akidesi üzerine yazılmış son eseri El-İbane’de kesinlikle istiva, vech, yedeyn gibi sıfatları ispat ettiğini bilirler. O, bu eserlerinde Kitap ve Sünnetle gelen sıfatları, keyfiyetsiz ve temsilsiz olarak nassan belirtmekte ve kendisinin İmam Ahmed b. Hanbel akidesi üzerine olduğunu bildirmektedir.
Ahmed b. Hacer,( Tevhid,) : 10/82-86.