Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Itikadda Selefi Amelde Hanefi Olmak

Z Çevrimdışı

ziyad el türki

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Es selamu aleykum ve rahmetullah,
İtikadda selefi amelde hanefi olmak mümkün mü?
 
bahakar Çevrimdışı

bahakar

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
tarık kardeşe bir şey sormak istiyorum;
amelde hanefi olduğunu söylüyorsun ama ebu hanife ve tüm hanefi alimlerin rafül yedeyni nedensiz terk ettiğini düşünüyorsun sanırım? peki gerçekten nedenini hiç araştırdınız mı neden bu görüşü seçiyorlar??? -haşa- yoksa kendisine nisbet ettiğiniz hanefi mezhebi Peygamber as ın hadisine muhalefet mi ettiler(!) yoksa siz muhterem müctehid(!) hazretlerine ulaşan Buhari TERCÜMESİ sahabenin kucağında büyüyen müctehidlere ulaşmadı mı??? (ki imam malikin mezhebinde de raful yedeyn yoktur)
işin özü şu, sizlerin hanefi mezhebiyle ya da herhangi bir fıkıh disipliniyle alakanız kalmamış bence ama şimdi ben mezhep imamlarının görüşlerini ayıklar şeçer alırım desen ya da kısaca ben mezhepsizim desen ayıp olacak .. işte hanefiyiz de rafül yedeyn yapmadan edemeyiz diyorsunuz bu da bir çeşit takiyye herhalde...
meselenin özü senin yaptığın telfiktir ve fakihlere göre haramdır... bu bidat dan tövbe etmenizi samimiyetle rica ederim...
Raf ül yedeyn meselesini tartışacak alt yapın varsa sana konuyla ilgili bir çok hadis tahlili sunabilirim ama.. ilmin kokusunu alan biri zaten yukardaki cümleleri hiç kurmazdı sanırım...
 
bahakar Çevrimdışı

bahakar

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
"Bizim görüşümüze uymayan sahih hadis bulursanız ona uyun" sözünün nasıl anlaşılması gerektiğini hiç araştırdınız mı acaba?
mesela her mezhebin kendi fıkıh disiplini içinde bir hadis usulü olduğunu hadisin sıhhat şartının müctehidlere göre farklılık arz edebileceğini, buna binaen bu sözden kastın mesela ebu hanifenin usuluyle hadisleri sahih zayıf ayrımı yapan hanefi ulemasının hükümlerde ebu hanifenin görülerinin sadece % 30 unu civarında fetvasına uyduğunu diğer konularda farklı görüşler oluştuğunu ... hiç duydunuz mu acaba????
mesela... sahihi müslimdeki bir çok hadislerin imam buhariye göre SAHİH OLMADIĞINI... ticari amaçla çevrilmiş LATİN harfleriyle LAİK DEVLETTE basılmış tercümelerde bulamadıysanız... suç Hanefilerin mi acaba???
 
Kozsoy Çevrimdışı

Kozsoy

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
hmmm ?

"Bizim görüşümüze uymayan sahih hadis bulursanız ona uyun" sözünün nasıl anlaşılması gerektiğini hiç araştırdınız mı acaba?
mesela her mezhebin kendi fıkıh disiplini içinde bir hadis usulü olduğunu hadisin sıhhat şartının müctehidlere göre farklılık arz edebileceğini, buna binaen bu sözden kastın mesela ebu hanifenin usuluyle hadisleri sahih zayıf ayrımı yapan hanefi ulemasının hükümlerde ebu hanifenin görülerinin sadece % 30 unu civarında fetvasına uyduğunu diğer konularda farklı görüşler oluştuğunu ... hiç duydunuz mu acaba????
mesela... sahihi müslimdeki bir çok hadislerin imam buhariye göre SAHİH OLMADIĞINI... ticari amaçla çevrilmiş LATİN harfleriyle LAİK DEVLETTE basılmış tercümelerde bulamadıysanız... suç Hanefilerin mi acaba???
 
E Çevrimdışı

Ebu Ubeyde bin Cerrah

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
tarık kardeşe bir şey sormak istiyorum;
amelde hanefi olduğunu söylüyorsun ama ebu hanife ve tüm hanefi alimlerin rafül yedeyni nedensiz terk ettiğini düşünüyorsun sanırım? peki gerçekten nedenini hiç araştırdınız mı neden bu görüşü seçiyorlar??? -haşa- yoksa kendisine nisbet ettiğiniz hanefi mezhebi Peygamber as ın hadisine muhalefet mi ettiler(!) yoksa siz muhterem müctehid(!) hazretlerine ulaşan Buhari TERCÜMESİ sahabenin kucağında büyüyen müctehidlere ulaşmadı mı??? (ki imam malikin mezhebinde de raful yedeyn yoktur)
işin özü şu, sizlerin hanefi mezhebiyle ya da herhangi bir fıkıh disipliniyle alakanız kalmamış bence ama şimdi ben mezhep imamlarının görüşlerini ayıklar şeçer alırım desen ya da kısaca ben mezhepsizim desen ayıp olacak .. işte hanefiyiz de rafül yedeyn yapmadan edemeyiz diyorsunuz bu da bir çeşit takiyye herhalde...
meselenin özü senin yaptığın telfiktir ve fakihlere göre haramdır... bu bidat dan tövbe etmenizi samimiyetle rica ederim...
Raf ül yedeyn meselesini tartışacak alt yapın varsa sana konuyla ilgili bir çok hadis tahlili sunabilirim ama.. ilmin kokusunu alan biri zaten yukardaki cümleleri hiç kurmazdı sanırım...
Subhanallah! Iste Tarik kardesin kast ettigi asiri mezhepcilik de bu olsa gerek! Bu nasil bir uslup? Sanki adam Ebu Hanife'ye (rh) hakaret etti.
Tamam belli ki sen bizlerden bu konuda KAT KAT daha bilgilisin (Allah ilmini artirsin) ancak Tarik kardes bu konuda yanlis konusduysa bile bunu düzeltmenin daha hikmetli bir yolu yok mu? Sen dogru olani yazarsin bizde ögrenmis oluruz bu vesileyle..
 
bahakar Çevrimdışı

bahakar

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
kardesler bu mesele yeni ortaya cikmis bir mesele degil ki... ben alimlere karsi dilimizi tutmamiz gerektigini dusundugum icin boyle tepki vermis olabilirim. haklarinizi helal edin ... ama madem ki ilmimiz az bu kadar, niye koca koca laflar ediyoruz mezheplerle muctehidlerle ilgili kulaktan dolma sozlerle yorum yapiyoruz, bu durum ne kadar ahlaki?!
bunu düzeltmenin ilk yolu haddini bilmektir çünkü hocalarımız bize ilimde ilk ders haddini bilmektir şeklinde öğrettiler... gerçekten bu ilmi edebe riayet ederek konuşacak kardeşim varsa ben konuşmaya hazırım...
ama daha alet ilimleri ini bile tahsil etmeden kardeşlerimiz böyle yüksek perdeden konuşursa nasıl uzlaşacağız ??!
 
-T4LH4- Çevrimdışı

-T4LH4-

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
"bahakar" kardeşimin dediği kısmen doğru olsada onun adı 'telfik' olmuyor. Telfik; kıt aklıyla müctehid imamlarımızın şu sözleri doğru değildir, şu sözleri yanlıştır bu sebeple bu görüşü tercih edelim... Bu telfik esnasında mezhep imamlarının en kolay, işlerine gelen görüşlerini alıyorlar. Bunuda Bu son zamanda türeyen -reformist- dinin yenilenmesini düşününcesini savunan bir takım zevat yapıyor. Bu adamlar, Kuran ve Sünnette birleşelim çırpınışları içinde daha arapça bilmeyen kişileri hadis ve kurandan ahkam çıkarmaya itip yoldan saptırıyorlar.
 
-T4LH4- Çevrimdışı

-T4LH4-

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Fetava-ı Hindiyye'de: " Kadı veya Müftü için esas olan ; Allah'ın (cc) kitabında bulunanla hükmetmektir. Bu sebeple Kur'an'da bulunan nasih ve mensûh ayetleri iyi bilmesi gerekir. Nasih olan ayet-i kerimelerin ; muhkemini, müteşabihini ve kıraat sebebiyle tefsirinde olan ihtilafları kavraması şarttır. Eğer vereceği hükmü Allah'ın kitabında bulamazsa, Peygamberimiz Efendimiz'in (sav) sünnetiyle hükmetmesi gerekir. Bu sebeple sünnetin de nasihini ve mensûhunu iyi bilmesi icab eder. Hadislerde ihtilafa düşerse ; mütevatir ve meşhur olanını alır ve onunla ictihad eder. Bunun dışında ravilerin mertebelerini dikkate alması; adil ve âlim olanlarını, dört halife ve dört Abdullah'dan gelenleri ve diğerlerini bilmesi gerekir. Eğer Kur'an ve sünnette hüküm bulamaz ise; sahabe-i kiramın üzerinde icma ettikleri görüşe göre hüküm verir. Çünkü sahabe-i kiramın icması ile amel etmek vaciptir. Şayet o meselede Sahabe-i kiram ihtilaf etmiş ise, tercihte bulunabilir. Eğer kadı veya Müftü, ictihad edebilecek ilmi kudrete haiz değilse, kendisinden istenilen hükmü bir müctehidden alır. İlimsiz hüküm vermez, sormaktanda utanmaz." (*)

(*) Şeyh Nizamüddin ve Heyet - Fetava-ı Hindiyye - Beyrut: 1400. C:3 sh:306
 
E Çevrimdışı

Ebu Ubeyde bin Cerrah

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
kardesler bu mesele yeni ortaya cikmis bir mesele degil ki... ben alimlere karsi dilimizi tutmamiz gerektigini dusundugum icin boyle tepki vermis olabilirim. haklarinizi helal edin ... ama madem ki ilmimiz az bu kadar, niye koca koca laflar ediyoruz mezheplerle muctehidlerle ilgili kulaktan dolma sozlerle yorum yapiyoruz, bu durum ne kadar ahlaki?!
bunu düzeltmenin ilk yolu haddini bilmektir çünkü hocalarımız bize ilimde ilk ders haddini bilmektir şeklinde öğrettiler... gerçekten bu ilmi edebe riayet ederek konuşacak kardeşim varsa ben konuşmaya hazırım...
ama daha alet ilimleri ini bile tahsil etmeden kardeşlerimiz böyle yüksek perdeden konuşursa nasıl uzlaşacağız ??!
Helal olsun akhi.. Sende helal et..
Akhi söylediklerinde haklisin ancak sunu da göz önünde bulundurmalisin ki bu forumda bulunanlarin bir cogu (ben dahil) tevhid dinini yeni bulmus ve hic bir ser'i ilim tahsili olmayan insanlar. Bizlerde bir konu acildiginda kendi capimizca fikrimizi beyan ediyoruz. Bazen haddimizi asan aciklamalar yapsakta (Allah affetsin) genelde böyle kisa kisa nasihatlar ediyoruz. Yukarida Tarik kardesin yazdigi da bu türden bir sey. "Diger mezheplerin görüsune de acik ol" manasi cikan bir yazi. Buna böyle tepki vermene anlam veremedim dogrusu..

Essalumu aleykum
 
halidvelid Çevrimdışı

halidvelid

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Hanefilerin Raful Yedeyn yapmama konusundaki guclu delillerine ulasmak isteyen kardesler Nasbu Raye ya da Ilaissunen gibi kitaplara muracat edebilirler. Yalniz kitaplar arapca..

Delilleri ozetleyecek olursak

Abdullah ibni mesud (Fakih sahabelerin en onde gelenlerinden, ashabi suffadan) dan gelen sahih bir rivayette peygamber (sav) iftitah tekbirinden sonra diger tekbirlerde elini kaldirmadigi

Peygamber (sav) namazda "uskunu fi salah" emri ile ilgili sahih rivayet (Muslim de geciyor olmasi lazim)

Hz. Omerin ve bir cok sahabenin Raful Yedeyn yapmadigi (bu rivayetlerin hepsinin sahih senetleri mevcuttur)

Ebu Hureyre gibi bir kisim sahabenin de sonradan raful yedeyni terk ettigi ile ilgili sahih senetli rivayetler..

Raful Yedeynin nesh olundugu (yani ilk donemler yapildigi sonradan terk edildigi)


Bu kaynak kitaplarda basliklarini verdigim deliller ve karsit goruste olanlarin delillerine verilen ilmi reddiyeler mevcuttur.


Sonuc olarak RAful Yedeyn meselesi ameli ve ictihadi bir meseledir. Hanefi mezhebindenim diyen bir kardes karar vermeden once en azindan iki tarafin delillerine de etraflica bakmalidir ki bu piyasa kitaplarinda bulamayacaginiz bir bilgidir. Fikih usulunden de anlasilacagi uzere ictihadi meselelerdeki gorus ayriliklari olagan bir seydir ve pek cok meselede ummet icin kolayliktir. Raful Yedeyn meselesine tek tarafli bakip (sadece Ehli Hadis penceresinden), diger iki mezhebin goruslerinin hatali oldugu zanniyla ortaya cikmak, en basit sekliyle ilimsizligin bir gostergesidir. Ayrica bir kisi telfik bile yapsa bu haram degildir bunu da duzeltmek gerek, eger yapmis oldugu telfik bir muctehide dayaniyorsa tabii.. Bir meseleyi izah ederken ifrat ve tefrite kacmaya gerek yoktur. Hanefi mezhebi de dahil olmak uzere tum mezheplerin usul prensibinden sira Kitap - Sunnet - Icma ve Kiyastir.
 
M Çevrimdışı

Mutedil Olun

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Arkadaşlar her ilmin bir usulü vardır. Bu usulü bilmeden, buharide geçiyor diye, zahiren kendi mezhebinde farklı bir görüşmüş gibi duran bir şeyi terketmek doğru olmaz. buharide geçen bir hadisin tercümesini okumak o hadisin ne manaya geldiğini, tevilini, mensuh olup olmadığını, bu hadisle ashabın nasıl amel ettiğini vs, konuları bilmemizi sağlamaz. Ebu Hanife (rahimehullah) yanlış hatırlamıyorsam İmam Zehebi'nin veya İbni Kesir'in (r.h.a) belirttiğine göre hadis hafızıdır. Talebeleri de büyük müctehidlerdir. bu zatların sahih bir hadise aykırı bir hükümle fetva vermesi doğru olmaz. Eğer içlerinden birisi böyle bir şey yapmış ise mutlaka talebeleri veya akranları bunu düzeltmiştir. Ebu Hanife'nin birçok ictihadına talebeleri karşı çıkmıştır. Bu insanlar hamasi duygularla, riyaset arzularıyla, baş olma hevesiyle ilim tahsil etmediler. İlim şimdi ayağa düştü, çoluk çocuk elinde oyuncak oldu. Size tavsiyem feri meselelerde mezhebinizi takip edin, delil arayacak kadar ilminiz ve vaktiniz varsa arayın. Mezhebinizin aleyhinde bir delil bulursanız, mezhep imamlarınızın o konu hakkında ne dediğini araştırın. Belki de onlar bu hadisi sahih kabul etmiyor. belki ravilerinde sıkıntı olduğunu düşünüyor. Belki mensuh bir hüküm olduğuna kanaat ediyor. Belki de kendi delilini daha kuvvetli görüyor.

Mezhepler arasındaki ihtilafın sebeplerini, hikmetlerini İbni Teymiye (rahimehullah)'nin Reful melam isimli risalesinden anlayabilirisiniz bi iznillah.
http://www.hayrettinkaraman.net/kitap/dortrisale/0021.htm
Hayrettin Karaman hoca'nın çevirisinden takip edebilirsiniz bu eseri.
 
T Çevrimdışı

Tarık Yıldız

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
bu bidat dan tövbe etmenizi samimiyetle rica ederim...
Raf ül yedeyn meselesini tartışacak alt yapın varsa sana konuyla ilgili bir çok hadis tahlili sunabilirim ama.. ilmin kokusunu alan biri zaten yukardaki cümleleri hiç kurmazdı sanırım...

Özür dilerim ahim.Dediğim şeyin doğru olduğunu düşündüm.Buhari ve Müslim'de geçtiği için fikrime güvendim.Eğer onlarda ihtilaf olduğunu bilsem dillendirirdim.Bu konuda doğrunun bu olduğundan emindim ama değiilmiş demek ki.Bu arada bir kardeşin dediği gibi bende daha bu İslam'dan soğutan milliyetçilik hastalığından kurtulalı belki bir sene olmamıştır.Takiyye gibi bir niyetimde yoktu.Allah'ın izniyle Hanefiyim.Hakkını helal et inşallah.Soruyu soran kardeşimizde hakkını helal etsin.

Ancak şu halde benimde bu konuda bir sorum var demektir.Kaldıracakmıyız kaldırmayacakmıyız?Bu konuda güçlü kanıtlar hangi yönde?
 
Son düzenleme:
A Çevrimdışı

ahmet ömer

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
yine bir hadis vardı sahih bulursam eklerim size ne oluyorda ellerinizi deli gibi kaldırıyorsunuz yada ona benzer birşey olması lazım
 
T Çevrimdışı

Tarık Yıldız

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Bu konudaki ilmsizliğimi farkettiren Ahilere teşekkür ederim.konuyu araştırınca bende bir kaç şey gördüm.
İmam Ebu Hanife ile İmam Evzai'ninde bu konu hakkında bir tartışması;

Süfyan b. Uyeyne şöyle dedi: Ebu Hanife ve Evzâî Mekke’de buğdaycılar çarşısında bir araya geldiler. Evzâî Ebu Hanife’ye “size ne oluyor da namazda rukudan önce ve sonra ellerinizi kaldırmıyorsunuz?” dedi. Ebu Hanife “Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den bu hususta sahih bir rivayet olmadığı için” dedi. Evzâî; “Nasıl sahih olmaz. Bana Zührî, o Salim’den, o da babasından yaptığı rivayette Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) namaza başlarken, rüku anında ve kalktığında ellerini kaldırdığı vardır” dedi. Ebu Hanife; “bana da Hammad, o İbrahim’den, o Alkame ve Esved’den, her ikisi de İbni Mesud’dan rivayetle ‘Rasûlüllâh’ın ellerini sadece iftitah tekbirinde kaldırdığını, başka bir şey için kaldırmadığını’ söylediler” dedi. Evzâî; “ben sana Zühri, o Salim’den, oda babasından nakletti” diyorum sen ise bana “Hammad İbrahim’den nakletti” diyorsun. Bunun üzerine Ebu Hanîfe; “Hammad Zühri’den daha fakihtir. İbrahim’de Salim’den daha fakihtir. Alkame ise fıkıhta İbni Ömer’den aşağı değildir. İbni Ömer’in sahabelik üstünlüğü varsa Esved’in birçok üstünlüğü vardır. Abdullah ise Abdullah b. Mesud’tur (yani fıkıhtaki ve ilimdeki üstünlüğüne diyecek yoktur)” dedi. Bunun üzerine Evzâî sustu.

3) أخرج محمد في الموطأ [رقم:105] وفي الحجج عن محمد بن أبان بن صالح عن عاصم بن كليب الجرمي عن أبيه قال: رأيت علي ابن أبي طالب رفع يديه في التكبيرة الأولى من الصلاة المكتوبة ولم يرفعهما فيما سوى ذلك.

http://www.darusselam.com/index.php...ri-kaldrma-hakknda-&catid=50:ktibas&Itemid=80
 
bahakar Çevrimdışı

bahakar

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Raful yedeynle ilgili gözümüzün önünde duran başka bir hadis ve imam tırmızinin dikkat çekici yorumunu aktarmak istiyorum...

- حَدَّثَنَا هَنَّادٌ قَالَ: حَدَّثَنَا وَكِيعٌ، عَنْ سُفْيَانَ، عَنْ عَاصِمِ بْنِ كُلَيْبٍ، عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ الأَسْوَدِ، عَنْ عَلْقَمَةَ، قَالَ: قَالَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مَسْعُودٍ: «أَلَا أُصَلِّي بِكُمْ صَلَاةَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ؟ فَصَلَّى، فَلَمْ يَرْفَعْ يَدَيْهِ إِلَّا فِي أَوَّلِ مَرَّةٍ». وَفِي البَابِ عَنْ البَرَاءِ بْنِ عَازِبٍ. حَدِيثُ ابْنِ مَسْعُودٍ حَدِيثٌ حَسَنٌ، وَبِهِ يَقُولُ غَيْرُ وَاحِدٍ مِنْ أَهْلِ العِلْمِ مِنْ أَصْحَابِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، وَالتَّابِعِينَ

Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: “Size Rasûlullah (s.a.v.)’in namazı gibi bir namaz kıldırayım mı? dedi ve namaz kıldı sadece başlangıç tekbîrinde ellerini kaldırdı.” (Nesâî, İftitah: 1; Ebû Dâvûd, Salat: 116)

ž Bu konuda Berâ b. Âzib’den de hadis rivâyet edilmiştir.

Tirmîzî: İbn Mes’ûd’un bu hadisi hasendir. Sahabe ve tabiin alimlerinden pek çoğunun görüşü bu hadis üzeredir.
 
bahakar Çevrimdışı

bahakar

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
telfik meselesine gelince, bir kardeşimiz telfiğin haram olmadığını iddaa etmiş... bilenler için arapça bilmeyenler için türkçe nakiller yapacağım inşallah, tevfik Allahtandır.

Telfik

Nihai sınırını aşan her şey zıddına inkılap eder. Hayatın bütün şubelerinde bu böyledir. Bir hastayı tedavi etmek için belirlenen ilaç eğer hastaya aşırı dozda verilirse niyette tedavi, hakikatte ise hastalık üretilir.
Taklit de fert adına bir kolaylıktır. Aksi takdirde avamın mükellef olduğu hükümleri öğrenmesi aşırı derecede zorlaşırdı. Büyük çoğunluğu da bunu başaramazdı. Mukallidin mevcut kolaylıktan istifade edebilmesi için taklidin sınır ve şartlarını bilmesi gerekir; Kimi, niçin, nasıl ve hangi şartlar altında taklit edecektir. Hadisenin bu boyutunu fıkhın temel dinamiklerini dikkate alarak değerlendiremeyenler için taklit -bir kolaylıktan öte- ciddi manada bir problem olacaktır.
Hayatın, Allah ve Rasülü’nün (s.a.v) vaz’ ettiği mutlak hakikat çevresinde cereyanı ve ferde ait teklif-i İlahinin anlaşılıp uygulanması taklidin meşru sınırlar dahilinde kalmasıyla mümkündür. Aksi bir anlayış ameliyesi hayatın “sapık” bir zemine oturmasına ve yapılan ibadetlerin geçersiz olmasına yol açar. Kur’an-ı Hakim serabı hakikat niyetine algılayıp, ibadet yapıyorum zannıyla avunanları ifade ederken şunları söyler: “De ki; size (yaptıkları) işler bakımından en çok ziyana uğrayanları bildirelim mi? (Bunlar) İyi işler yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatında çabaları boşa giden kimselerdir.”1

Kırmızı Çizgiler

İnsanların taklitle alakalı hakikati saf haliyle görebilmeleri için fakihler muazzam birikimlerini devreye sokarak bir takım kırmızı çizgiler belirlediler. Bunlara taklidin meşruiyetini koruyan önlemler de diyebiliriz. Bu çizgilerin aşılmasıyla dini hayatta kaoslar zuhur etmiştir. Batı emperyalizminin yoğun baskısı altında şekillenen İslami anlayış biçimleri maalesef ki bu kaosun oluşması ve devamında önemli rol oynamıştır.
Müçtehit imamlar devrini takiben başlayan uzun zaman diliminde ( Hicri dördüncü asır sonrası) ulemanın içtihat kapısını kapatıp! taklidi teşvik ettiğini ve bu teşvikle terakkinin de önünü kestiğini iddia eden modernistler, Müslümanlara kolaylık sağlama adına her hangi bir konuda mezheplerin farklı hükümlerinin bir araya getirebileceğini ve oluşturulacak yeni hükümle amel edebileceğini (telfik) söylemektedirler. Yani taklitle alakalı hakikatin saf haline (ki o saf hal Allah Resulünden günümüze kadar devam eden şekildir.) müdahele edilmiştir.

Nedir Ne Değildir?

Bu makalenin mevzuu taklidin meşruiyeti değildir. Çünkü telfikin haram olduğunu kabul eden her makale aynı zamanda taklidin gerekli olduğunu benimser.
Makalenin ne ile alakalı olmadığını söyledik, neden bahsettiğine gelince; Telfikin menşei, ilk defa ne zaman telaffuz edilmeye başladığı, modernitenin önemli temsilcilerinden Reşid Rıza’nın “Muhâverâtu’l-Muslih ve’l-Mukallid” isimli eserinde telfike dair neler söylediği ve son olarak Sünnet ve Cemaat alimlerinin telfik bağlamında nasıl bir mütalaa içerisinde oldukları, incelenecektir. Bütün bunlardan gaye ise, müçtehit imamların içtihatlarını arzu ve isteklerine göre yeniden terkip edip hevai bir din/yaşayış icat etmenin peşinde olanların gayri meşru bir ameliye içerisinde yer aldıklarını ispat etmektir.

TELFİK

L.f.k. kökünden türeyen ve tef’il babından mastar olan “telfik” kelimesi, sözlük anlamı itibarı ile; “bir kumaş parçasının bir ucunu diğer ucuna birleştirerek dikmek, uydurmak, süslemek, ulaşmak, iltihak etmek, anlamamak, elde edememek” gibi anlamlara gelmektedir.2 Tef’il kalıbındaki bu kelime, daha çok; “eşya veya işleri bir araya getirmek, birbirine eklemek, tek bir tarzda yürümesi için aralarında uygunluk sağlamak” gibi anlamlarda kullanılır. Fakihler, usulcüler ve muhaddisler de telfik kelimesinin bu son anlamını dikkate almışlardır.3
Istılah anlamı itibariyle telfik; “müçtehitlerin herhangi bir konudaki ifadele-rinden, onların söyleyemediği bir tarz ya da içerikte hükümler çıkarmak” şeklinde tanımlanmaktadır.4 Bu tanımı biraz daha açarsak şunları söyleyebiliriz: Telfik; iki ya da daha fazla mezhebin birbirine zıt hükümlerini, bir meselede ya da fıkhi bir konuda bir araya getirerek iki ya da daha fazla müçtehidin görüşünden yeni bir hüküm icat etmektir. Böyle bir ameliye içerisinde olan bir mukallit hiçbir müçtehidin istinbat etmediği bir hükmü söylemiş olduğundan bir anlamda içtihat etmiş olur. İçtihada ehil olmayanın içtihat etmesi ise haramdır.

Muazzam Fıkıh Külliyatı

Hicri ikinci asrın başlarından dördün-cü asrın ortalarına kadar devam eden Müctehit İmamlar devrinde muazzam bir fıkıh külliyatı oluştu. Özellikle Hanefilerin henüz olmayan fakat olması imkan dahilinde kabul edilen hadiseler hakkında da içtihat etmeleri bu oluşumu müsbet anlamda destekledi. Fıkhi anlamda doyuma ulaşıldı. Fatimi fitnesinin İslam dünyasını kuşatması ve neticede Batini kimliğe sahip insanların içtihat adı altında hezeyanlar serdetmeleri, Sünnet ve Cemaat alimlerini yeni içtihatlar yapma yerine mevcut birikimi tedvin-tasnif etmeye yöneltti. Bu bağlamda ta’lilü’l-ahkam (hükümlerin illetlerini belirleme) ve tercih çalışmaları kaleme alındı. Tabakat, münazara, hilaf ve fetva kitapları telif edildi. Mevcut fıkhi birikim bir yönüyle sistematize edildi, bir yönüyle de derinlik kazandı.
Taklit devrinde yaşayan fakihlerin müçtehit imamlar döneminden devraldıkları muazzam miras yeni içtihatlar yapmayı gereksiz kıldı. Taklidin hicri dördüncü asırdan sonra mezhepler düzeyine kayması avamı, müçtehitleri hükümde (delili araştırmadan) fakihleri ise delilde (hükmün delilini araştırarak) taklit etmeye sevk etti.
Ümmet arasında taklidin yaygınlaşması ve İslami hükümlerin anlaşılmasının en güvenilir yolu olarak kabul edilmesi fıkhi mirasın sistematize edilme sürecini hızlandırdı. Bu süreç içerisinde hicri yedinci asrın başlarına gelindiğinde fakihler tarafından ilk defa telfikin adı telaffuz edilmeye başlandı.5 Taklidin kırmızı çizgileri belirlendi. Sünnet ve Cemaat an-layışının yaşayan dört mezhebinden herhangi birine aidiyeti olan bir mukallidin mezhep değiştirmesinin cevazı telfikte bulunmamak ifadesi ile kayıt altına aldı. Hanefiler bu konuda icmanın var oldu-ğunu söyledi. Şafilerse bunu kesin bir hüküm olarak kabul etti. Nitekim İbn Hacer telfikin caiz olduğunu söylemenin icmaya muhalefet olacağından söz etmektedir.

Telfik Haramdır

Kasım b. Kutlubuğa (ö. 839/1474), İbn Hacer Heytemi (ö. 974/1576), Remli (ö. 957/1550), Ömer b. Nüceym (ö. 1005/1596) ve İbn Abidin’in (ö. 1252/1836) de aralarında bulunduğu çok sayıda muhakkik fakih telfikin mutlak olarak haram addedildiğini, bu noktada icmanın var olduğunu söylemektedir.6 Onlara göre, telfikin önünün açılmasıyla büyük günahlara meşruiyet kazandırılır. Böyle bir ameliye fıkhın kısmen ya da tamamen bozulmasına sebebiyet verir, haramların mübaha dönüşmesine yol açar.7
Örneğin, bekâr bir kadınla, gayri meşru bir şekilde birleşmek isteyen kişi teflik yaparak Ebû Hanife’nin nikahta veliyi zorunlu görmemesinden hareketle velisiz, İmam Malik’in şahitleri şart koşmamasını taklit ederek şahitsiz bir nikah akdetse, akdi batıl olur. Çünkü yeni icat edilen bu hüküm, yapılmak istenen zina için takdir edilen bir meşruiyet kılıfıdır. Ve şeri’ hiç bir dayanağı yoktur. Bu yüzden haramdır. “Harama götüren her şey haramdır” ilkesinden hareketle de haram fiillere yol açan telfikin haram olduğuna hükmedilir.8
Telfikin yol açacağı fıkhi kaosa şöyle bir örnek daha verebiliriz: Ebû Hanife Hazretleri, şıranın sarhoş etmemek şartıyla helal, içkinin ise mutlak olarak haram olduğunu söylerken; İmam Şafii ayrım yapmadan şıranın da içki gibi haram olduğu görüşündedir. Şair Ebû Nûvas, şıranın helal oluşu noktasında Ebû Hanife’nin, içki hükmünde olduğu hususunda ise İmam Şafi’nin görüşünü alarak şöyle bir kıyas yapar: “İçki şıra gibidir (Şafi’ye göre aynıdırlar), şıra helaldir (Ebû Hanife’ye göre) o halde içki de helaldir.”9 Görüldüğü gibi Ebû Nûvas, telfik yaparken şırayla içkinin haram oluşları açısından aynı olduklarını söyleyen İmam Şafi’yi, şıranın mubah oluşunda ise (içki ile hükmünün farklı oluşunda değil) Ebû Hanife’yi taklit etmektedir.
Hadisenin arka planında haramları mübahlaştırma gayretinin olduğunu keşfeden muhakkik alimler, İslam’ın helal ve haram sistemini koruyabilmek için tavırlarını telfikin haram oluşundan yana koymuşlardır.

Hayali Şahısların Konuştuğu Hayali Eser

Batının buyurgan aklının yönlendirdiği ya da etkilediği İslami anlayış usullerinin önemli bir kısmı ısrarla telfikin meşruiyetinden bahsetmektedirler. Bunlar içerisinde en dikkat çekeni ise Afgani-Abduh-Muhammed Reşid Rıza üçlüsünün temsil ettiği Mısır ekolüdür. “Menar” adıyla şöhret bulan “Tefsiru’l-Kur’an-i’l-Hakîm” adlı natamam tefsirin sahibi Muhammed Reşid Rıza “mukallit” kimliğiyle yargıladığı, şahsında da Sünnet ve Cemaat anlayışına sahip bütün alimleri bidat, israiliyat, hurafe ve vehmi, ilmi bir hakikat olarak kabul etmekle itham ettiği, kendini ise “muslih” etiketiyle dini ve dünyevi ilimleri bütün şubeleriyle bilen genç bir alim olarak takdim ettiği, hayali şahısların yer aldığı hayali eserinin dokuzuncu bölümünde “telfik”in meşruiyetini müdafaa eder.
Yazar “mukallit” kimliğiyle konuşturduğu hayali şahsa önceden tasarladığı düşüncelerini söyletir. Sonra da kendince izahlar getirir. Konuşmalarının son oturumunda ise “mukallit” ıslah-ı hal eyleyerek Hazret-i Muhteremin safına katılır. Muhakkik alimler nezdinde itibar göremeyen, onları hakikaten safına çekemeyen Reşid Rıza, hayalen ürettiği mukallidi safına çekerek teselli bulmaya çalışır.
Yazar, açıklama yapmak istediği hususlarda konuşturduğu hayali “mukallid”e telfikle alakalı şunları söyletir: “ed-Durru’l-Muhtar isimli eserdeki bir söz zihnime takılıyor, burada ‘telfik yapılan hüküm, icma ile batıldır’10 deniliyor, durum böyle olunca üzerinde icma edilen bir konuyu tartışmanın ne manası vardır?”
“Muslih” etiketli Reşid Rıza “mukallid”in itirazına cevap sadedinde şunları söyler; “Hanefi imamlardan hiç birinin söylemediği böyle bir sözü; ed-Dürrü’l-Muhtar yazarının nakletmesi şaşırtıcıdır. Onlar böyle bir sözü nasıl söylesinler ki, mezhepleri bütünüyle telfikten oluşmuştur; çünkü üç imamın (Ebu Hanife, Ebu Yusuf, İmam Muhammed) içtihatlarının birleştirilmesi suretiyle meydana getirilmiştir. Hanefilerin telfiki reddetmediklerinin bir delil ve işareti de, orta zaman Hanefi müçtehitlerinden İbnu’l-Humam’ın bu görüşü (telfikin caiz olmadığı görüşünü) sonradan gelmiş bir fıkıhçıya ait olarak göstermesi, kitabını açıklayan zatın da bu fıkıhçının, Maliki mezhebinden Karafi olduğunu zikretmesidir. Eğer Hanefi müçtehitleri telfiki reddetselerdi, onların görüşlerini başkalarından daha iyi bilen İbnu’l-Humam bu görüşü sonraki müçtehitlerden birine nisbet etmez, ’sonraki fıkıhçılardan birisi telfiki reddetmiştir…’ demezdi.”11

Ebu Hanife Niçin Telfikten Bahsetmedi?

Telfikin haram olduğundan Ebu Hanife Hazretleri ve talebelerinin bahsetmemesi buna mukabil asırlar sonra gelen ed-Dürrü’l-Muhtar müellifi Alauddin Haskefi’nin söz etmesi eğer Reşid Rıza’yı şaşırtıyorsa O, bunun nedenini kendi tetebbuatının eksikliğinde aramalıydı. Çünkü telfik ilk olarak hicri yedinci asırda telaffuz edilmeye başladı. Hicri 150′de vefat eden Ebu Hanife’nin ondan bahsetmesi nasıl mümkün olabilirdi. Hicri 1088 yılında Şam’da vefat eden Haskefi’12 ise yaşadığı dönem itibariyle telfike ve onun fezahetine tanık olduğundan bir fakih olarak hadiseyi tahlil etti, tavrını koydu ve kendinden önceki alimlerin bu noktada icma ettiğini görünce de olanı olduğu gibi nakletti.
Yazarın Hanefi mezhebinin Ebu Hanife, Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’in içtihatlarından oluştuğunu, bunun da telfik anlamına geldiğini iddia etmesi de doğru bir beyan değildir. Çünkü telfik; “Vücudundan kan akan, sonra da kadına dokunan abdestli birisinin bu halde namaz kılması” örneğinde olduğu gibi, bir meselede iki mezhebin (burada Şafii ve Hanefi) abdesti bozmayan hallerinin birleştirilmesiyle gerçekleştirilir.13 Hanefi mezhebinin üç imamın görüşlerinden müteşekkil olması ise telfikten farklı bir durumdur. Fıkhın mündericatında yer alan binlerce meselenin her birinde farklı bir imamın ictihadı tercihe şayan görülmüş ve mezhebin temel eserleri bu çerçevede telif edilmiştir. Bu eserlerin telifinde üç imamın görüşleri telfik edilmiyor, ya ayrı ayrı naklediliyor yahut ta bir tanesi alınıyor.
Muhal farz, böyle bir oluşum telfik kabul edilmiş olsa dahi iddia yine de Hanefi mezhebi için geçerli olmaz. Çünkü mezhebin bütün görüşleri bir noktada toplanır ki orada Ebu Hanife vardır. O, ders takrir ederken önce meseleyi anlatır, delilleri sıralar, hükmü belirtir, huzurda ki talebeler de bu görüşü kabul ederlerdi. Sonra aynı konudaki birinci görüşünden döner, yeniden içtihat yapar, ardından bu ikinci ictihadından da farklı deliller kullanarak döner üçüncü bir görüş izhar ederdi. Bütün ameliyelerin neticesinde O ve talebeleri görüşlerinden yalnızca birini tercih ederlerdi.14 Yani talebelerinin Ebu Hanife’nin hilafına serdettikleri görüşler gerçekte O’nun önceden söyleyip daha sonra terk ettiği görüşlerdir.15

Telfikin İsnadı

İbnu’l-Humam’ın, telfikin haram oluşu ile alakalı görüşü Ebu Hanife ve talebelerine değil de sonraki fakihlere isnat etmesi telfikin caiz olduğuna işaret etmez. Çünkü Ebu Hanife’nin teflik hakkında konuşmaması onun cevazına hükmetmesinden değil, zamanında telfik kapsamında değerlendirilecek bir mesele olmamasındandır. O bir fakihti, sihirbaz değildi ki! Kendi zamanında olmayan, ondan asırlarca sonra ortaya çıkan bir hadise hakkında hüküm beyan etsin!
İbnu’l-Humam, telfikin haram oluşu ile alakalı görüşün kime ait olduğunu bilmesine biliyordu da, Reşid Rıza, Fethu’l-Kadir müellifinin telfikin ilk olarak hicri yedinci asırda telaffuz edilmeye başlandığını bildiğini bilmiyordu. Bu yüzden onun isnadından telfikin caiz olduğu hükmünü çıkarıyor.
İbnu’l-Humam’ın telfikin haram oluşunu Karafi’ye isnat etmesine gelince; bu isnat O’nun telfikin helal olduğunu kabul ettiği anlamına gelmez. Çünkü İbnu’l-Humam başta olmak üzere İz b. Abdisselam, İbn Dakiki’l-İyd (ö. 701/1302) gibi muhakkik fakihler telfikin haram olduğunu açıkça belirtmektedirler.

SURETTE ve HAKİKATTE TELFİK

Telfik üzerine etraflı araştırma yapan bazı Sünnet ve Cemaat alimleri hadiseyi iki farklı başlık altında tahlil etmişlerdir. Buna göre telfik ya mezhepler icmaına aykırı ya da değildir. Aykırı olmaması durumunda caizdir. Hadisenin bu boyutunun mütedavel telfikle münasebeti ise sadece lafız cihetiyledir. Yani mezhepler icmaına aykırı olmayan telfik hakikatte değil, surette telfiktir. Bu durumda, Reşid Rıza’nın telfikin cevazına taraftar gösterdiği İbnu’l-Humam gerçekte yazarın tenkit ettiği Haskefi ve İbn Abidin’le aynı şeyleri söylemektedir.
Telfiki, icmaya aykırı olan ve olmayan diye ikiye ayırıp caiz olabilmesi için icmaya aykırı olmamasını şart koşan16 fakihlerin görüşlerini şöyle izah etmek mümkündür:

İcmaya Aykırı Olan Telfik

Ibnu’l-Humam’ın da aralarında yer aldığı fakihlere göre telfik, icmaya aykırı olursa bâtıl olur ve fıkhi hiçbir hüküm ifade etmez. Buradaki icmadan maksat, mezheplerin bir hükümde ittifak ettikleri noktalar ya da çoğunluğun tercih ettiği görüşlerdir.17 Buna göre, sonraki müctehitler tarafından bir asırda yaşayan müçtehitlerin bir meselede yaptıkları iki farklı içtihadın ortak noktalarına aykırı üçüncü bir görüşün telfik yoluyla ortaya konması caiz değildir.
Mezhepler arasında gerçekleşen icmaya aykırı telfike örnek olarak şunları verebiliriz: Kocasının ölümünden dolayı iddet bekleyen hamile kadınların iddet süresi hakkında iki görüş vardır: Birincisine göre kadının iddet süresi çocuğunu doğurunca, diğer görüşe göre ise doğumla vefat iddetlerinin daha uzun olanıyla biter. İddetin doğumla bitmesi iki içtihadın ittifak noktasıdır. Telfik yoluyla iddetin yalnız ayla hesaplanacağını söylemek,18 bu konudaki icmaya aykırı üçüncü bir görüş olarak değerlendirilir ki; mezhepler icmaına aykırı olduğundan haramdır.
Hanefi, Maliki ve Şafii mezheplerinin nikah hakkındaki görüşleri birleştirilerek velisiz, şahitsiz ve mehirsiz bir nikah akdedilse, böyle bir akit hiçbir müçtehidin önceden söylemediği mezhepler icmaına aykırı telfik kabu edilir. Çünkü velisiz kıyılan bir nikah Hanefilere göre sahih olsa da, Maliki ve Şafii mezheplerine göre sahih değildir. Yine şahitsiz bir nikah Maliki’ye göre sahih iken Hanefi ve Şafii mezheplerine göre batıldır. Aynı şekilde mehirsiz bir nikah Şafii ve Hanefi mezheplerine göre sahihken, Maliki mezhebine göre sahih değildir.19 Bu şartlar dahilinde gerçekleşen bir nikah, farklı açılardan üç mezhebin hiç birine göre sahih olmaz. Ayrıca böyle bir nikahın caiz olacağını söyleyen tek bir müçtehit de yoktur. Söz konusu telfikin caiz olmamasının nedeni icmaya aykırı olmasıdır.

İcmaya Aykırı Olmayan Telfik

Mezhepler icmaına aykırı olmayan telfikin gerçek anlamda telfikle sadece lafız cihetiyle birlikteliği vardır. Bu yüzden caiz olduğunu söylemede bir beis yoktur. 20 Çünkü haram olan teflikten muhteva itibariyle farklıdır. Daha iyi anlaşılabilmesi için şöyle bir örnek verebiliriz: Maliki mezhebine göre, bir abdestin sahih olabilmesi için, yıkanan uzuvları ovalamak şartken, Şafiye göre değildir. Buna karşılık Şafi’ye göre, cinsel istek olmasa bile, bir kadına dokunmak abdesti bozarken Malik’e göre bozmamaktadır. Şu halde bir kişi, bu iki mezhebin birbirine zıt hükümlerini telfik ederek aynı meselede her iki müçtehidi taklit etse, böyle bir abdestle namaz kılsa, her iki mezhebe göre de abdesti geçerli olmadığından, namazı bâtıl olur. Fakat bu namaz, Hanefi mezhebine göre caizdir. Çünkü; Ebû Hanife’ye göre abdest alırken yıkanması gereken uzuvları ovalamak şart olmadığı gibi, kadına dokunmak da abdesti bozmaz. 21 O halde, yapılan telfik mezhepler icmaına aykırı değildir. Çünkü; iki mezhebe göre sahih olmayan abdest, üçüncü bir mezhebe göre sahihtir.
Konuya ilişkin olarak İbnu’l-Humam şunları söylemektedir:
“Mukallit, dilediği bir müçtehidi taklit edebilir. Kendisi için en kolay hükümleri seçmesinde onun adına hiçbir sakınca yoktur. Bu davranışını İslam da yermez. Hz.Peygamber (s.a.v.) de ümmeti için hükümleri kolaylaştıranları sevdiğini bildirmektedir. O’nun (s.a.v.) bu ifadesinden, icmaya aykırı olmayan telfikin caiz olduğu hükmü çıkar.” 22

Doğru Anlayış

İbnu’l-Humam’ın da aralarında yer aldığı fakihlerin “İcmaya aykırı olmayan telfik” başlığı altında verdikleri örnekler gerçekte üçüncü bir müçtehidin görüşü olduğundan mukallidin müçtehidi taklidi şeklinde değerlendirilmektedirler. Yani burada gerçek anlamda bir telfik yoktur. Fakat Allame İbn Abidin’in haram olan telfike verdiği abdest (vücudundan kan akan sonra da kadına dokunan abdestli birisinin bu halde söz konusu abdestle namaz kılması gibi, bir hadisede Şafii ve Hanefi mezheplerinin abdesti bozmayan hallerinin birleştirilmesi yolu ile yapılan telfik… ) örneğindeki hükmü23, bir bütün halinde söyleyen üçüncü bir müçtehit olmadığından bu noktada telfik yapan mukallit bir anlamda içtihat yapmış olur. Liyakati olmadığından da içtihadı muteber olmaz. Telfiki mutlak anlamda haram kabul eden fakihlerin misalleriyle İbnu’l-Humam’la aynı yerde duran alimlerin “İcmaya aykırı olan telfik” başlığı altında serdettikleri örnekler aynıdır. Bu da göstermektedir ki; telfikin haram oluşunda icma vardır. Hadiseyi farklı mütalalarla nakletmek Reşid Rıza’yı haklı çıkarmaya yetmemektedir.

Reşid Rıza ve Haskefi

“ed-Dürrü’l-Muhtar” müellifi Haskefi’yi fikhi hiçbir malumata sahip olmamakla itham eden Reşid Rıza Onun telfikin haram olduğuna dair yaptığı naklin de yanlış olduğunu iddia eder. İddiasına delil olarak da İbnu’l-Humam’ın telfike cevaz verdiğini söyler.24 Hakikatte ise yanlış olan Reşid Rıza’nın malumatıdır. Çünkü bir önceki fasılda İbnu’l-Humam’ın da diğer fakihler gibi telfiki haram kabul ettiğini ona ait ifadelerle vermiştik.
Reşid Rıza eserinin dokuzuncu oturumunun sonlarında hayalinde ürettiği mukallite mezhep imamlarını taklit etmenin zararlarını anlatır.25
Reşid Rıza’nın iddialarının aksine müçtehit imamları taklit etmek Müslümanlara zarar değil önemli faydalar sağlamıştır. Fukaha, siyasi ve sosyo-kültürel anlamda İslam toplumu için koruyucu önlem olarak gördüğü taklidi, ön plana çıkarıp, içtihadı ikinci plana çekerek, fıkhın derinlik kazanmasına ve daha sistematik bir yapıya kavuşmasına katkıda bulunmuştur. Dört asırlık fıkıh külliyatı dışa karşı etkin bir hale gelmiştir. Taklidin kurumsallaşmasıyla içe kapanan ve doğal olarak mevcut içtihat Fukaha, siyasi ve sosyo-kültürel anlamda İslam toplumu için koruyucu önlem olarak gördüğü taklidi, ön plana çıkarıp, içtihadı ikinci plana çekerek, fıkhın derinlik kazanmasına ve daha sistematik bir yapıya kavuşmasına katkıda bulunmuştur. Dört asırlık fıkıh külliyatı dışa karşı etkin bir hale gelmiştir. Taklidin kurumsallaşmasıyla içe kapanan ve doğal olarak mevcut içtihatlarla yetinme stratejisi izleyen İslam toplumu bu tutumuyla, sapık bir din anlayışına sahip olan Fatimi ideolojisine karşı da tavır almıştır. larla yetinme stratejisi izleyen İslam toplumu bu tutumuyla, sapık bir din anlayışına sahip olan Fatimi ideolojisine karşı da tavır almıştır.26 Sünnet ve Cemaat alimlerinin teşvikiyle müçtehit imamları taklîde yönelen halk, içtihat adı altında Fatimiler/Batıniler tarafından kendilerine sunulan teklifleri reddetti. Sünni alimlerin halkla oluşturduğu uzlaşı karşısında uzun süre dayanamayan Fatimi idaresi, zamanla siyasi nüfuzunu yitirdi ve Fatimilerin ortaya çıkışıyla yaygınlık kazanan taklit, zamanla hem Fatimilerin çöküşüne hem de İslam mede-niyetinin tabii kodlarının korunmasına yardımcı oldu.27
Müçtehit imamlar devrini müteakip gelen Sünnet ve Cemaat alimleri dört asırlık fıkhi birikimi tedvin/tasnif ettiler. Usta bir nakkaş gibi fıkhı yeniden işlediler. Eğer önceki devirlerden aktarılan fıkhi birikim üzerine; ta’lil, tercih ve tahriç nevinden çalışmalar yapmamış olsalardı, günümüzde fıkıh büyük olasılıkla usul ve kaideleri tesbit edilmeyen bir hükümler koleksiyonu olarak var olacaktı.
Müçtehit imamları taklit etmek siyasi ve ilmi alanda olduğu gibi adli sahada da önemli faydalar sağladı. İçtihadi hükümlerin illetlerinin tesbit edilmesiyle hüküm-illet bütünlüğü oluştu. Böylelikle, farklı görüşler arasından en doğru olanı tercih etmek kolaylaştı. Dört mezhepten her hangi birine aidiyeti olan fakihlerin kadı olarak tayin edilmesi hem yargıyı izafilikten tecrit etti hem de her bölge halkının hak ve ödevlerini önceden öğrenmesine imkan sağladı. Bu da, toplumun daha bilinçli hareket etmesine neden oldu.28
Bütün bunlar göstermektedir ki, yazarın iddialarının hakikat payı yoktur. Mezhepleri taklit etmek İslam medeniyetinin terakkisine, ümmetin bilinçlenmesine katkıda bulunmuştur.
Müslümanlar için telfikin faydalı, taklidin ise zararlı olduğunu iddia eden Reşid Rıza: “Bir milletin ahirinde gelenlerinin öncekilerden daha ileri olması ilahi kanunun gereğidir.” diyerek sonrakilerin önce yaşayan alimleri taklit etmemesine kendince akli gerekçe getirir. Hz Rasulullah (s.a.v.) ise nesiller arasındaki üstünlük derecesini tayin ederken -yazarın iddiasının aksine- üstünlüğün maziye doğru gidildikçe irtifa kazandığını, kendi devrinin ise ulaşılması mümkün en üst sınır olduğunu bildirir: “Bütün zamanların en hayırlı nesli Ashabımdır. Sonra onları takip edenler…”29
Ezcümle, meşhur ve muteber müçtehit imamların içtihatlarını telfik zarfı içerisinde yeniden terkip edip, hevalarına göre bir yaşayış icat etmek isteyenlerin anlayış ve usulleri gayri meşrudur. Son sözleri madem sultanlar söyler. Son iki asrın fakihlerinin sultanı (İbn Abidin) diyor ki; Telfik haramdır.

* Muhammed Emin İbn Abidin

1- Kur’an, Kehf((18): 103-104.
2- Ebu’l-Fadl Cemaleddin Muhammed b. Mükerrem İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1990, X, 330-331.
3- Muhammed İbrahim Hafnâvî, Tabsirü’n-Nüceba bi Hakikati’l-İctihad ve’t-Taklîd ve’t-Telfik ve’l-İftâ, Darü’l-Hadis, Kahire, 1995, s.261; Muhammed Ahmed Ferec Senhuri, et-Telfik beyne Ahkâmi’l-Mezâhib, Mısır, ty, s.68.
4- Cemaluddin Abdurrahim İsnevi, Nihâyetu’s-Sûl Şerh-u Minhaci’l-Vusûl ile’l-Usûl, (el-Bedahşi şerhi ile birlikte), Mısır, ty, III, 266; Muhammed Saîd el-Bâni, Umdetu’t-Tahkîk fî’t-Taklîd, Dimeşk, 1341, s.91; Muhammed Seyyid Bey, Medhal, Asitane Kitabevi, İstanbul, ty, s.312.
5- Vehbe Zuhaylî, Usûli’l-Fıkhi’l-İslami, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1998, II, 1170.
6- Hafnâvî, a.g.e., s.270 vd..
7- el-Bâni, a.g.e., s.101; Hafnâvî, a.g.e., s.281.
8- el-Bâni, a.g.e., s.101; Hafnâvî, a.g.e., s.282.
9- el-Bâni, a.g.e., s.101; Hafnâvî, a.g.e., s.283.
10- Muhammed Emin İbn Abidin, Haşiyetu Reddi’l-Muhtar ala’d-Dürri’l-Muhtar, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1979, I, 75.
11- Muhammed Reşid Riza, Gerçek İslam’da Birlik, (ter. Hayreddin Karaman), İz Yayıncılık, İstanbul, 2003, s. 335.
12 Bkz. Muhammed Abdulhayy el-Leknevi, Terabu’l-Emasil bi Teracimi’l-Efadil, Beyrut, 1998, s. 565.
13- İbn Abidin, a.g.e., I, 75.
14- Muhammed İbrahim Ahmed Ali, el-Mezheb inde’l-Hanefiyye, Mekke, ty, s. 78.
15- Ebu Hanife, talebelerinin fıkhi melekelerini canlı tutabilmek için böyle bir usul benimsemiştir.
16- Seyyid Bey, a.g.e., s.314.
17- İbni Abidin, a.g.e., I, 69; el-Bâni, a.g.e., s.106.
18- Zuhaylî, a.g.e., II, 1172.
19- Seyyid Bey, a.g.e., s.313.
20- Seyyid Bey, a.g.e., s.313.
21- Seyyid Bey, a.g.e., s.313.
22- İbn Emiri’l-Hac, et-Takrir ve’t-Tahbir ala Tahrir-i İbni’l-Humam ,Bulak, 1317, III, 350 vd; Zuhaylî, a.g.e., II, 1175.
23- İbn Abidin, a.g.e., I, 75.
24- Reşid Riza, a.g.e., s. 338.
25- Reşid Riza, a.g.e., s. 344.
26- İbn Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye, Daru’l-Hadis, Kahire, 1992, XI, 371; Komisyon, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarhi, Çağ Yayınları, İstanbul, 1998, V, 204-.205.
27- Bkz İbn Kesir, a.g.e., XI, 371; Komisyon, Büyük İslam Tarhi, V, 204-205; Muhammed Ali Sayis, Tarihu’l-Fıkhi’l-İslami, Daru’l-Kutübi’l-İlmiyye, Beyrut, ty, s.127; Zeydan, Medhal, s.123; İbn Haldûn, Mukaddime, s.152; Hafnâvî, a.g.e., s.222.
28- Hafnâvî, a.g.e., s.223. Ayrıntılı bilgi için bkz. Subhi Mahmesani, İslam Hukukunun Tedvini, (ter. İbrahim Kafi Dönmez), MÜİFD, sayı 3, yıl 1, 1985, s.313-328.
29- Ebû’l-Hüseyn b. el-Haccac el-Kuşeyri Müslim, Sahih-u Müslim, (tah. M. Fuad Abdulbâki), Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, ty., 44/Fedâilu’s-Sahabe, 52 (IV, 1962-1965, H. no: 2532,33,34,35,36); Ebû Abdillah Muhammed b. Yezid el-Kazvîni İbn Mace, Sünen, 13/Ahkâm, 26 ( II, 791, H. no: 2362,2363); Tirmizî, 34/Fiten, 45 ( IV, 94, H. No: 2228,2229).
 
bahakar Çevrimdışı

bahakar

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
الكتاب: رد المحتار على الدر المختار

وَ
أَنَّ الْحُكْمَ الْمُلَفَّقَ بَاطِلٌ بِالْإِجْمَاعِ، وَأَنَّ الرُّجُوعَ عَنْ التَّقْلِيدِ بَعْدَ الْعَمَلِ بَاطِلٌ اتِّفَاقًا، وَهُوَ الْمُخْتَارُ فِي الْمَذْهَبِ، وَأَنَّ الْخِلَافَ خَاصٌّ بِالْقَاضِي الْمُجْتَهِدِ، وَأَمَّا الْمُقَلِّدُ فَلَا يَنْفُذُ قَضَاؤُهُ، بِخِلَافِ مَذْهَبِهِ أَصْلًا كَمَا فِي الْقُنْيَةِ.
ـــــــــــــــــــــــــــــ
[رد المحتار]
مُحَمَّدٍ مَعَ وُجُودِ قَوْلِ أَبِي يُوسُفَ إذَا لَمْ يُصَحَّحْ أَوْ يَقْوَ وَجْهُهُ، وَأَوْلَى مِنْ هَذَا بِالْبُطْلَانِ الْإِفْتَاءُ بِخِلَافِ ظَاهِرِ الرِّوَايَةِ إذَا لَمْ يُصَحَّحْ وَالْإِفْتَاءُ بِالْقَوْلِ الْمَرْجُوعِ عَنْهُ. اهـ. ح.
(قَوْلُهُ: وَأَنَّ الْحُكْمَ الْمُلَفَّقَ) الْمُرَادُ بِالْحُكْمِ الْحُكْمُ الْوَضْعِيُّ كَالصِّحَّةِ.
مِثَالُهُ: مُتَوَضِّئٌ سَالَ مِنْ بَدَنِهِ دَمٌ وَلَمَسَ امْرَأَةً ثُمَّ صَلَّى فَإِنَّ صِحَّةَ هَذِهِ الصَّلَاةِ مُلَفَّقَةٌ مِنْ مَذْهَبِ الشَّافِعِيِّ وَالْحَنَفِيِّ وَالتَّلْفِيقُ بَاطِلٌ، فَصِحَّتُهُ مُنْتَفِيَةٌ. اهـ. ح.

مَطْلَبٌ فِي حُكْمِ التَّقْلِيدِ وَالرُّجُوعِ عَنْهُ.
(قَوْلُهُ: وَأَنَّ الرُّجُوعَ إلَخْ) صَرَّحَ بِذَلِكَ الْمُحَقِّقُ ابْنُ الْهُمَامِ فِي تَحْرِيرِهِ، وَمِثْلُهُ فِي أُصُولِ الْآمِدِيِّ وَابْنِ الْحَاجِبِ وَجَمْعِ الْجَوَامِعِ، وَهُوَ مَحْمُولٌ كَمَا قَالَ ابْنُ حَجَرٍ وَالرَّمْلِيُّ فِي شَرْحَيْهِمَا عَلَى الْمِنْهَاجِ وَابْنُ قَاسِمٍ فِي حَاشِيَتِهِ عَلَى مَا إذَا بَقِيَ مِنْ آثَارِ الْفِعْلِ السَّابِقِ أَثَرٌ يُؤَدِّي إلَى تَلْفِيقِ الْعَمَلِ بِشَيْءٍ لَا يَقُولُ بِهِ مِنْ الْمَذْهَبَيْنِ، كَتَقْلِيدِ الشَّافِعِيِّ فِي مَسْحِ بَعْضِ الرَّأْسِ، وَمَالِكٍ فِي طَهَارَةِ الْكَلْبِ فِي صَلَاةٍ وَاحِدَةٍ، وَكَمَا لَوْ أَفْتَى بِبَيْنُونَةِ زَوْجَتِهِ بِطَلَاقِهَا مُكْرَهًا ثُمَّ نَكَحَ أُخْتَهَا مُقَلِّدًا لِلْحَنَفِيِّ بِطَلَاقِ الْمُكْرَهِ ثُمَّ أَفْتَاهُ شَافِعِيٌّ بِعَدَمِ الْحِنْثِ فَيَمْتَنِعُ عَلَيْهِ أَنْ يَطَأَ الْأُولَى مُقَلِّدًا لِلشَّافِعِيِّ وَالثَّانِيَةَ مُقَلِّدًا لِلْحَنَفِيِّ، أَوْ هُوَ مَحْمُولٌ عَلَى مَنْعِ التَّقْلِيدِ فِي تِلْكَ الْحَادِثَةِ بِعَيْنِهَا لَا مِثْلِهَا كَمَا صَرَّحَ بِهِ الْإِمَامُ السُّبْكِيُّ وَتَبِعَهُ عَلَيْهِ جَمَاعَةٌ، وَذَلِكَ كَمَا لَوْ صَلَّى ظُهْرًا بِمَسْحِ رُبُعِ الرَّأْسِ مُقَلِّدًا لِلْحَنَفِيِّ فَلَيْسَ لَهُ إبْطَالُهَا بِاعْتِقَادِ لُزُومِ مَسْحِ الْكُلِّ مُقَلِّدًا لِلْمَالِكِيِّ. وَأَمَّا لَوْ صَلَّى يَوْمًا عَلَى مَذْهَبٍ وَأَرَادَ أَنْ يُصَلِّيَ يَوْمًا آخَرَ عَلَى غَيْرِهِ فَلَا يُمْنَعُ مِنْهُ، عَلَى أَنَّ فِي دَعْوَى الِاتِّفَاقِ نَظَرًا، فَقَدْ حُكِيَ الْخِلَافُ، فَيَجُوزُ اتِّبَاعُ الْقَائِلِ بِالْجَوَازِ كَذَا أَفَادَهُ الْعَلَّامَةُ الشُّرُنْبُلَالِيُّ فِي الْعِقْدِ الْفَرِيدِ، ثُمَّ قَالَ بَعْدَ ذِكْرِ فُرُوعٍ مِنْ أَهْلِ الْمَذْهَبِ صَرِيحَةٍ بِالْجَوَازِ وَكَلَامٍ طَوِيلٍ: فَتَحَصَّلَ مِمَّا ذَكَرْنَاهُ أَنَّهُ لَيْسَ عَلَى الْإِنْسَانِ الْتِزَامُ مَذْهَبٍ مُعَيَّنٍ، وَأَنَّهُ يَجُوزُ لَهُ الْعَمَلُ بِمَا يُخَالِفُ مَا عَمِلَهُ عَلَى مَذْهَبِهِ مُقَلِّدًا فِيهِ غَيْرَ إمَامِهِ مُسْتَجْمِعًا شُرُوطَهُ وَيَعْمَلُ بِأَمْرَيْنِ مُتَضَادَّيْنِ فِي حَادِثَتَيْنِ لَا تَعَلُّقَ لِوَاحِدَةٍ مِنْهُمَا بِالْأُخْرَى، وَلَيْسَ لَهُ إبْطَالُ عَيْنِ مَا فَعَلَهُ بِتَقْلِيدِ إمَامٍ آخَرَ؛ لِأَنَّ إمْضَاءَ الْفِعْلِ كَإِمْضَاءِ الْقَاضِي لَا يُنْقَضُ. وَقَالَ أَيْضًا: إنَّ لَهُ التَّقْلِيدَ بَعْدَ الْعَمَلِ كَمَا إذَا صَلَّى ظَانًّا صِحَّتَهَا عَلَى مَذْهَبِهِ ثُمَّ تَبَيَّنَ بُطْلَانُهَا فِي مَذْهَبِهِ وَصِحَّتُهَا عَلَى مَذْهَبِ غَيْرِهِ فَلَهُ تَقْلِيدُهُ، وَيَجْتَزِي بِتِلْكَ الصَّلَاةِ عَلَى مَا قَالَ فِي الْبَزَّازِيَّةِ: إنَّهُ رُوِيَ عَنْ أَبِي يُوسُفَ أَنَّهُ صَلَّى الْجُمُعَةَ مُغْتَسِلًا مِنْ الْحَمَّامِ ثُمَّ أُخْبِرَ بِفَأْرَةٍ مَيِّتَةٍ فِي بِئْرِ الْحَمَّامِ فَقَالَ نَأْخُذُ بِقَوْلِ إخْوَانِنَا مِنْ أَهْلِ الْمَدِينَةِ «إذَا بَلَغَ الْمَاءُ قُلَّتَيْنِ لَمْ يَحْمِلْ خَبَثًا» . اهـ
 
-T4LH4- Çevrimdışı

-T4LH4-

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Telfik meselesinde aklıma birde şöyle bir mevzu geldi; Şafiye göre abdest kadına dokunma suretiyle bozuluyor. Hanefiye göre kanla bozuluyor. Adam şimdi telfik yapmaya kalktığı zaman ikisine göre de bozulmuyor. At çöpe mezhepleri yani.
 
Z Çevrimdışı

ziyad el türki

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
sorarım size ahiler İmam-ı Azam'ın akidesi neydi? Bozuk bir akideye mi sahipti?
 
Üst Ana Sayfa Alt