KÂBİR ÂZABI (Hem Bedene Hem Ruha) HAKTIR , HADİSLER MUTEVATİRDİR
اَلنَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُواًّ وَعَشِياًّۚ وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ۠ اَدْخِلُٓوا اٰلَ فِرْعَوْنَ اَشَدَّ الْعَذَابِ
[ سورة غافر من الآية :46 ]
“Onlar (Firavun âilesi, kabirlerinde azab olunurlar ve hesap gününe kadar) sabah- akşam ateşe sunulurlar. Kıyamet koptuğunda, "Firavun ailesini en şiddetli azabın içine atın!" denilecek." (Ğâfir –Mûmin- Sûresi: 46)[ سورة غافر من الآية :46 ]
“…O zâlimlerin halini ölüm şiddeti içindeyken bir görsen! Melekler onlara ellerini uzatırlar ve ‘Ruhunuzu teslim edin. Bugün Allah’a karşı haksız şeyler söylediğinizden ve Onun ayetlerine karşı böbürlenmenizden dolayı alçaltıcı bir azabla cezalandırılacaksınız’ derler.” (Enam 93)
Bu ayette de melekler zâlimlerin canlarını alırken onlara “bugün alçaltıcı bir azabla cezalandırılacaksınız” dedikleri zikredilmektedir. Bu azabın âhirat azabından farklı bir azab olduğu açıktır. Çünkü “bugün” ifadesi kullanılmıştır.
“…Yakında munafıklara iki defa azâb edeceğiz. Sonra da büyük bir azaba uğratılacaklardır.” (Tevbe 101)
Bu ayetteki büyük azabın cehennem olduğu aşikârdır. Ancak cehennem azabından önce de munafıkların iki defa azab görecekleri beyan edilmiştir. Âlimler bunlardan birinin kabir azabı olacağını beyan etmişlerdir.
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in hanımı Âişe'nin -Allah ondan râdı olsun- rivâyet ettiği hadiste Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
اَللَّهُمَّ إِنَّي أَعُوذُ بِكَ مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ، وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ فِتْنَةِ الْمَسِيحِ الدَّجَّالِ، وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ فِتْنَةِ الْمَحْيَا وَالْمَمَاتِ. اَللَّهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنَ الْمَأْثَمِ وَالْمَغْرَمِ
[ متفق عليه ]
“Allahım! Kabir azabından sana sığınırım. Mesih Deccal fitnesinden sana sığınırım. Hayat ve ölüm fitnesinden sana sığınırım. Allahım! Günah ve borçtan sana sığınırım.” [ متفق عليه ]
(Buhari, Hadis no: 798; Muslim, Hadis no: 589)
Abdullâh b. Abbâs (r.anhuma) diyor ki:
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) Medîne yâhud Mekke bahçelerinden bir bahçenin yanından geçti. Kabirlerinde azab gören iki insanın seslerini işitti ve “Bunlar ikisi de azab görüyorlar. Bunların azab görmeleri büyük bir şeyden değil” buyurdu. Sonra şöyle devam etti: “Evet, onların biri sidiğinden sakınmazdı, diğeri de koğuculuk ederdi.”
Ondan sonra bir hurma dalı istedi. Dalı iki parça yaptı. Her birinin kâbri üzerine bir parça koydu.
“Ey Allah’ın Rasûlu! Bunu niçin yaptın?” denildi.
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) “Bunlar kuruyuncaya kadar onlardan azabın hafifletileceği ümit edilır.” buyurdu. (Buhârî, Vudû, bab: 55, 56; Cenâiz, bab: 82; Edeb, bab: 46, 49; Muslim, Tahâret, bab: 111, Hadis no: 292; Ebû Dâvûd, Tahâret, bab: 11,Hadis no: 20; Tirmizî, Tahâret, bab: 53, Hadis no: 70; Musned, İmam Ahmed, I, 225)
Âişe şöyle demiştir: Benim yanıma Medîne Yahudîleri’nden iki yaşlı kadın girdiler de konuşma arasında bana “Şubhesiz kabirlerdeki ölülere kendi kabirleri içinde azâb edilir.” dediler.
Ben o kadınların bu sözünü kabul etmedim, onları tasdik etmem bana güzel gelmedi. Sonra çıkıp gittiler. Bu sırada Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) benim yanıma girdi.
Ben kendisine “Ey Allah’ın Rasûlü! İki yaşlı kadın benim yanıma geldiler de şunu söylediler.” dedim.
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Onlar doğru söylemişler. Kabir ehli, öyle bir azâbla azâb edilirler ki, onların azâblarını hayvanların hepsi işitır.”
Âişe (r.anha) diyor ki: Bundan sonra Rasûlullâh’ı (sallallahu aleyhi ve sellem), kıldığı her namazda muhakkak kabir azabından Allah’a sığınırken görmüşümdür.
(Buhârî, Deavât, bab: 37)
Abdullâh b. Mes`ûd (r.anh) diyor ki: Muşrikler Rasûlullâh’ı (sallallahu aleyhi ve sellem) ikindi namazından alıkoydular. Tâ ki güneş kızardı yahud sarardı.
Bunun üzerine Rasûlullâh “Bizi orta namazdan (yâni) ikindi namazından alıkoydular. Allah onların karınlarını ve kabirlerini ateşle doldursun!” buyurdu.
(Muslim, Mesâcid, bab: 206, Hadis no: 628; İbni Mâce, Salât, bab: 6, Hadis no: 686; Musned, İmam Ahmed, I, 404, 456)
Câbir b. Abdillâh el-Ensârî diyor ki:
Biz bir gün Rasûlullâhla (sallallahu aleyhi ve sellem) birlikte çıkıp, vefat ettiği zaman Sâd b. Mûâz’ın cenazesine gittik. Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) Onun cenazesini kıldırınca O kabrine konuldu. Kabri düzenlendi.
O esnâda Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) “SubhânAllah!” dedi.
Biz de uzun zaman “SubhânAllah!” dedik.
Sonra “Allahu Ekber!” dedi, biz de dedik.
Bunun üzerine denildi ki: “Ey Allah’ın Rasûlü! Niçin ‘subhânAllah’ dedin ve tekbir getirdin?”
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) dedi ki: “Bu sâlih kulu kabri sıktı. Nihayet aziz ve celil olan Allah onu genişletti”
(Musned, İmam Ahmed, III, 360, 377)
Ebû Hurayra (r.anh) diyor ki:
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Bir adam takım elbisesi içinde, kendini beğenmiş ve başının saçlarını omuzlarına kadar sarkıtmış halde çalımlı çalımlı yolda yürüdüğü sırada, Allah onu birden yere geçiriverdi de artık o kimse kıyamet gününe kadar kalmak üzere yerin içine doğru gömülüp gitmektedir.”
(Buhârî, Libas, bab: 5; Muslim, Libas, bab: 49, Hadis no: 2088; Musned, İmam Ahmed, II, 267)
Âişe (r.anha) diyor ki:
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Ölen kâfirin üzerine iki yılan gönderilir. Biri başı tarafında, diğeri de ayaklarının tarafında olurlar. Devamlı onu ısırırlar. Her bitirdiklerinde tekrar baştan başlarlar. Kıyamete kadar bu böyle devam eder.”
(Musned, İmam Ahmed, VI, 152)
Cerîr yoluyla, Berâ b. Âzib’den nakledilen rivayete göre hadiste şu ifadeler vardır:
“Sonra o kâfire, yanında demirden bir tokmak olan kör ve dilsiz (bir zebani) musallat edilir. Eğer o (tokmak) dağa vurulsa (dağ) toz haline gelir. (Zebani) o tokmağı o kâfire öyle bir vurur ki, o vuruşu(n sesini) insanla cinden başka doğu ve batı arası(nda bulunan tüm varlıklar) işitir. (O kâfir de yediği bu darbe ile) toz haline gelir, sonra (azabın devam etmesi için o kâfirin) ruh(u tekrar) kendisine iade edilır.”
(Ebû Dâvûd, Sünnet, bab: 26, Hadis no: 4753; Musned, İmam Ahmed, IV, 287, 288. (Bu iki kitabın rivayet ettikleri hadisler arasında farklılıklar vardır.)
Esmâ Binti Ebî Bekir (r.anhuma) diyor ki:
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “…Günahkâr veya kâfire kabrinde öyle bir canlı musallat edilir ki, onun elinde kamçı vardır. O kamçının hurması közdür.
(Bu kamçı, sığır derisinden yapılmış bir kovaya benzer. Melek o kamçıyla o günahkâr veya kâfiri Allah’ın dilediği kadar döver. O melek sağırdır, işkence ettiği ölünün sesini duymaz ki ona merhamet etsin”
Musned, İmam Ahmed, VI, 352, 353. (Heysemî bu hadisi İmam Ahmed’in ve Teberani’nin rivayet ettiklerini, Ahmed’in ravilerinin sahîh hadis kitabı ravileri olduklarını söylemiştir)
Enes b. Mâlik (r.anh) diyor ki:
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Ben miraca çıkarıldığım vakit bir topluluğun yanından geçtim. Onların bakırdan tırnakları vardı. Onlarla yüzlerini ve göğüslerini tırmalıyorlardı.
Dedim ki: ‘Ey Cebrâîl! Bunlar kimlerdir?’
Dedi ki: ‘Bunlar (gıybet ederek) insanların etlerini yiyenler ve onların namuslarına dil uzatanlardır’”
(Ebû Dâvûd, Edeb, bab: 35, Hadis no: 4878; Musned, İmam Ahmed, III, 224)
Ebû Hurayra (r.anh) diyor ki:
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: “Sizden biriniz son tahiyyatını bitirdikten sonra dört şeyden Allah’a sığınsın: Cehennemin azabından, kâbir azabından, hayat ve ölümün fitnesinden ve Mesîh Deccâl’in şerrinden…”
(Muslim, Mesâcid, bab: 130, Hadis no: 588)
Kâbir azabının sâbit olduğu konusunda Mûtezile ve diğer sapık tâifeler, ehl-i sünnete aykırı hareket etmişlerdir. Onların aykırı hareket etmelerine de zaten itibar edilmez.
“Hadiste sabit olduğu üzere ruh, cesede veya cesedin bir kısmına döner.” derler. Âzab eğer sadece ruha verilseydi, hadiste beden de hususî şekilde zikredilmezdi. Ölünün bedenen dağılması buna mânî değildir. Çünkü Allah (cc) cesetten bir parçayı iâde etmeye, bu parçaya hesab sormaya kâdirdir, tıpkı bedenin eczâsını bir araya getirmeye kâdir olduğu gibi.
Sahîh hadislerin beyan ettiklerine göre kabir azabı mûminlerin günahkârlarına yapıldığı gibi, kâfirlere, munafıklara, ehl-i kitaba ve hatta peygamber gelmeden önce ölenlere de yapılır.
Kâbir Âzabına Dâir Bâzı Hükümler
- Ehl-i Sünnet’e göre kâbir azabı; ölenin hem ruhuna hem de cesedine yapılır. Cesedinin yanması veya çürümesi buna engel değildir. Çünkü onun cevheri yok olmaz.
- Kabir âzabı hem kâfirlere hem de onu hak eden mûminlere yapılır. Yukarıda zikredilen hadisler bunu ifade etmişlerdir.
- Kâfirlerin ve bazı günahkârların kabirlerinde gördükleri azablar kıyamet kopuncaya kadar devem edecektir. Şu naslar bunu ifade etmektedir:
Allahu Teâlâ buyuruyor ki: “O azâb ateştir. Onlar sabah akşam ateşe takdim edilirler. Kıyamet kopunca da ‘Firavun ailesini azâbların en şiddetlisine sokun’ (denilecektir)” (Mûmin 46)
Rasûlullâh’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) şunları buyurduğu rivayet edilmiştir:
Semura b. Cundeb diyor ki:
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “…Beni götüren iki kişi dediler ki: ‘O başının taşla yarıldığını gördüğün adam Allah’ın, kendisine Kur’ân’ı öğrettiği kimsedir. Fakat geceleri Kur’ân’dan uzak durup uyudu. Gündüzleri de onunla amel etmedi. Bu nedenle kafasının yarılması kıyamete kadar devam edecektir…’”
(Buhârî, Cenâiz, bab: 93; Tabîr, bab: 48; Musned, İmam Ahmed, V, 8-9, 14)
Abdullâh b. Ömer (r.anhuma) diyor ki:
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Bir kişi kibrinden dolayı eteğini yerde sürüklediği sırada birden yere batırıldı da artık o kimse kıyamet gününe kadar yerin dibine batıp çırpına çırpına gidecektır.”
(Buhârî, Enbiyâ’, bab: 54; Libâs, bab: 5; Nesâî, Ziynet, bab: 101; Musned, İmam Ahmed, II, 66)
Ebû Hurayra (r.anh) diyor ki:
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Bir adam takım elbisesi içinde, kendini beğenmiş ve başının saçlarını omuzlarına kadar sarkıtmış halde çalımlı çalımlı yolda yürüdüğü sırada, Allah onu birden yere geçiriverdi de artık o kimse kıyamet gününe kadar kalmak üzere yerin içine doğru gömülüp gitmektedir.”
(Buhârî, Libas, bab: 5; Muslim, Libas, bab: 49, Hadis no: 2088; Musned, İmam Ahmed, II, 267)
Mûminlerin bazı günahkârlarının kâbir azabı ise belli süreden sonra kesilir. Yapılan dualar ve verilen sadakalar kişinin kabir azabını kaldırmaya vesile olabilirler. (Şeyh Hasan Karakaya, İslam Âkaidi)
İbn-i Kayyim -Allah ondan râdı olsun- de bu konuda şöyle demiştir:
"Bu konu Şeyhu'l İslâm İbn-i Teymiyye'ye soruldu. Biz, onun bu konudaki cevabının şöyle olduğunu hatırlıyoruz:
'Aksine kabir azabı ve kabir nimeti, ehl-i sünnet ve'l-cemaatin itifakıyla nefis ve bedenin her ikisine birlikte olur. Nefis, bazen tek başına nimetler içerisinde yaşar veya azab görür. Bazen de bedenle birlikte ya nimetler içerisinde yaşar, ya da azab görür. Beden ile ruh birlikte olduğunda kabir azabı veya kabir nimeti birlikte olur. Aynı şekilde ruh bedenden ayrı olduğunda da böyledir.
İlk müslümanlarla imamların bu konudaki izledikleri yol:
İnsan öldüğü zaman, ya nimetler içerisinde yaşar, ya da azab görür. Bu durum ise, hem ruhun, hem de bedenin üzerinde olur. Ruh, bedenden ayrıldıktan sonra ya nimetler içeresinde yaşar, ya da azab görür. Ruh, bazen beden ile birlikte olur ve böylelikle ya nimetler içerisinde yaşar, ya da azab görür. Sonra büyük kıyâmet günü olunca, ruhlar bedenlere iâde edilir ve Âlemlerin Rabbinin huzurunda hesaba durmak için kabirlerinden kalkarlar. Ruhların bedenlere iâde olunması konusunda müslümanlar ile yahudiler arasında görüş birliği vardır." (İbn-i Kayyim, 'Ruh', Sf: 51-52)
Şeyhu'l İslâm İbn-i Teymiyye -Allah ona rahmet etsin- bu konuda şöyle demiştir:
"Uyuyan bir kimse, uykusunda gördüğü rüyâdan tat alabilir veya acı duyabilir.Bu da hem ruh, hem de beden için olur. Öyle ki bu kimse rüyâsında birisi kendisine vurduğunda uykusundan uyandığı zaman bunun acısını bedeninde hisseder. Yine uykusunda kendisine güzel bir şey ikram edilip onu yediği zaman uykusundan uyandıktan sonra onun tadını ağzında hisseder. Bu olan bir şeydir. Uyuyan bir kimsenin ruhu ve bedeni uyku sırasında hissettiği nimetler içerisinde oluyor veya azab görebiliyor ve yanında olan kimse ise onu hissetmiyorsa, hatta uyuyan kimse uykusunda acıdan veya korkudan haykırabiliyorsa ve uyanık olan kimse de onun bu haykırışını işitebiliyorsa veya gözleri kapalı olduğu halde Kur'an veya duâ okuyabiliyorsa veyahut uykuda bir şeye cevab verebiliyor ve uyanık olan kimse kendisini işitiyorsa ve şayet uykuda kendisine seslenildiği zaman işitmiyorsa, kabirde olan ölünün hâli nasıl inkâr edilebilir? Oysa Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, ölü kabre konulduktan sonra oradan ayrılan insanların ayak seslerini işittiğini haber vermiştir.
Nitekim Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
إِنَّ الْعَبْدَ إِذَا وُضِعَ فِي قَبْرِهِ وَتَوَلَّى عَنْهُ أَصْحَابُهُ إِنَّهُ لَيَسْمَعُ قَرْعَ نِعَالِهِمْ ...
[ رواه البخاري ومسلم ]
"Şubhesiz ki ölü kabre konulunca ve (onu defneden) arkadaşları (yakınları) oradan uzaklaşınca, ölü onların ayak seslerini işitir..." [ رواه البخاري ومسلم ]
(Buhari; Muslim)
Yine şöyle buyurmuştur:
وَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ مَا أَنْتُمْ بِأَسْمَعَ لِمَا أَقُولُ مِنْهُمْ
[ رواه البخاري ]
"Muhammed'in nefsi elinde olan Allah'a yemîn olsun ki, sizler benim onlara söylediklerimi işitmezsiniz!"[ رواه البخاري ]
(Buhâri, hadis no: 3976; Muslim, hadis no: 2875; Fethu'l-Bârî, cilt: 7, sayfa: 304 )
Kalb, kabre benzer. Bunun içindir ki Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Hendek savaşında ikindi namazının vaktinin çıkmasına sebeb olan muşrikler hakkında şöyle buyurmuştur:
شَغَلُونَا عَنْ الصَّلاَةِ الْوُسْطَى صَلاَةِ الْعَصْرِ، مَلَأَ اللَّهُ أَجْوَافَهُمْ وَقُبُورَهُمْ نَارًا
[ رواه البخاري مسلم ]
"Bizi orta namaz olan ikindi namazını kılmaktan alıkoydular.Allah onların karınlarını ve kabirlerini ateşle doldursun!"[ رواه البخاري مسلم ]
(Buhari; Muslim)
Başka bir rivâyette şöyle buyurmuştur:
مَلَأَ اللَّهُ قُلُوبَهُمْ وَقُبُورَهُمْ نَارًا كَمَا شَغَلُونَا عَنْ الصَّلاَةِ الْوُسْطَى
[ رواه ابن خزيمة وصححه الألباني ]
"Bizi orta namazı kılmaktan alıkoydukları gibi, Allah da onların kalblerini ve kâbirlerini ateşle doldursun!"[ رواه ابن خزيمة وصححه الألباني ]
(İbn-i Huzeyme rivâyet etmiş Elbânî de "hadis, sahihtir" demiştir )
Nitekim Allah Teâlâ kabirlerle kalbleri birbirinden ayırarak şöyle buyurmuştur:
أَفَلا يَعْلَمُ إِذَا بُعْثِرَ مَا فِي الْقُبُورِ * وَحُصِّلَ مَا فِي الصُّدُورِ
[ سورة العاديات الآيتان: ٩ – ١٠ ]
"(İnsan) bilmez mi ki (kıyâmet günü hesab ve ceza için) kabirlerde bulunanlar diriltilip dışarı çıkarıldığı ve kalblerde gizlenen (iyilik ve kötülük)ler ortaya konduğu zaman (hâli ne olacak!)!" (Âdiyât : 9-10 )[ سورة العاديات الآيتان: ٩ – ١٠ ]
Bu verilen örnekler, uyku sırasında insanın rûyâsında gördüğü şeyler ile kabirde insanın başına gelecek olanları birbirine yakınlaştırmak ve böyle bir durumun olabileceğini belirtmek içindir.
Kabirdeki nimetin veya azabın, uyuyan kimsenin uyku sırasında bulduğu tat veya acının aynısıdır demek câiz değildir. Aksine kâbir nimeti ile kabir azabı, daha mükemmel ve daha tesirlidir. Kâbir nimeti, gerçek nimettir, kâbir azabı da gerçek azabdır. Fakat bu örnek, böyle bir şeyin vuku bulmasının mümkün olduğunu açıklamak için verilmiştir.
Bir kimse, ölü kabrinde hiç hareket etmiyor ve üzerindeki toprak da hiç değişmiyor gibi sorular sorarsa, bu konunun anlatılması çok uzun sürer ve açıklanması için bu sayfalar yetmez. Allah'ın salât ve selâmı, Muhammed'in, âile halkının ve ashâbının üzerine olsun. (Şeyhu'l islâm İbn-i Teymiyye, "Mecmûu'l-Fetâvâ", C: 4 , Sf: 275-276)
******
Ebû Hurayra (r.anh)’den rivâyete göre, şöyle demiştir:Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Sizden biriniz veya ölü kabre konulunca simsiyah mavi gözlü iki melek ona gelir onlardan birine munker diğerine nekîr denilir. O iki melek şöyle derler:
Bu Muhammed denilen adam hakkında ne dersin? O kimse ise ölmeden önce söylediğini aynen tekrar ederek: O Allah’ın kulu ve Rasûludür. Ben şehâdet ederim ki Allah’tan başka gerçek ilah yoktur. Muhammed’de onun kulu ve elçisidir. O iki melek derler ki: Senin böyle söyleyeceğini biliyorduk. Sonra o kâbir yetmiş arşın kadar genişletilir ve aydınlık hale getirilir ve rahatça yat uyu burada denilir. O kimse bu durumu benim aileme dönüp haber verebilir miyim? Deyince o iki melek; gelin güvey gibi rahatça uyu gelin güveyi olan kimseyi ailesinden en çok sevdiği kimse uyandırır derler. O kişi o kabirde mahşer için diriltilinceye kadar rahat rahat uyur.
O kabre konulan kimse munafık ise Muhammed (s.a.v.) hakkında sorulan soruya; İnsanların peygamber dediklerini duydum bende aynen öyle söyledim, gerçek midir? değil midir? bilemiyorum diyecek. Bunun üzerine o iki melek; senin böyle söyleyeceğini biliyorduk derler. O kabre, sıkıştır onu denilir, kabirde onu sıkıştırır da kaburga kemikleri yerlerinden oynar. Allah onu böylece mahşer günü uyandırıncaya kadar azab etmeye devam eder.”
(Nesâî, Cenaiz: 114; Buhârî, Cenaiz: 86)
* Bu konuda Ali, Zeyd b. Sabit, İbn Abbâs, Berâ b. Âzib, Ebû Eyyûb, Enes, Câbir, Âişe, Ebû Saîd’den de kabir azabıyla alakalı hadis rivâyet edilmiştir.
İbn Ömer (r.anhuma)’den rivâyete göre, şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Bir kimse öldüğü zaman ahiretteki kalacağı yer sabah akşam kendisine gösterilir o kimse Cennetliklerden ise Cennet’ten, Cehennemliklerden ise Cehennem’den olan yeri gösterilir ve ona işte senin oturacağın yer burasıdır, kıyamet günü Allah seni buraya gönderecek denilir.”
(Buhârî, Cenaiz: 89)
* Tirmîzî: Bu hadis hasen sahihtir.
el-Berâ b. Âzib -Radıyallahu anh-dan rivayete göre o şöyle demiştir :
Mûmin kula :
Ona iki melek gelir, onu oturturlar ve ona Rabb'in kimdir? derler.
O da: Rabb'im Allah’tır der,
Dinin nedir? diye sorarlar.
O da, dinim İslam’dır der.
Ona, şu aranızda peygamber olarak gönderilen adam nedir? diye sorarlar,
O da: O Allah’ın Rasûlüdür, der.
Yine iki melek Ona: Senin bilgin nedir? diye sorarlar,
O: Ben Allah’ın Kitabını okudum, ona iman edip tasdik ettim.
Bunun üzerine sema’dan bir mûnadî; Benim kulum doğru söylemiştir, ona cennetten bir döşek yayınız ve ona cennetten bir kapı açınız, diye seslenir.
Bunun üzerine cennetin hoş ve güzel kokuları ona gelir ve gözünün alabildiği kadar bir mesafe kabrinde ona genişlik verilir. Güzel yüzlü, güzel elbiseli, hoş kokulu bir adam ona gelir.
Bu adam Ona: Seni sevindirecek şeylerin müjdesini sana veriyorum. İşte bugün sana vâdolunan gündür, der.
Ona: Sen kimsin? Yüzün hayır ile gelen kimsenin yüzüne benziyor, diye sorar.
Ona, ben senin salih amelinim der.
Bu sefer o kişi: Rabbim kıyameti kopart ki ben de aile halkımın yanına ve malıma geri döneyim, diye yakarır.
Kâfir Kul'a :
Yanına iki melek gelir, Onu oturturlar ve Ona Rabb'in kimdir? derler.
O da; hah, hah bilmiyorum der.
Bu sefer Ona: Aranızda peygamber olarak gönderilen bu adam ne idi? derler.
O yine, hah, hah bilemiyorum der.
Bunun üzerine semadan bir mûnadî: O yalan söyledi. Ona cehennemden bir döşek yayınız ve Ona cehennem ateşine giden bir kapı açınız, diye seslenir.
Cehennemin o yakıcı ve kavurucu sıcağı Ona gelir. Kabri üzerine öyle bir daralır ki kaburga kemikleri birbirine girer. Son derece çirkin yüzlü, çirkin elbiseli, pis kokulu bir adam ona gelerek; Senin hoşuna gitmeyecek şeyleri müjdelemeye geldim. İşte (dünyada iken) sana vadolunan günün budur, der.
Sen kimsin? diye sorar.
Senin yüzün kötü şeyler getiren birisinin yüzüne benzer, der.
O da: Ben senin kötü amelinim, der.
Bu sefer O kimse: Rabb'im kıyameti kopartma! der.
Musned, IV, 287, 295-296; Ebû Davûd 4753./ Bu hadisi İmam Ahmed ve Ebu Davud rivayet etmişlerdir. Nesaî ve İbn Mace onun baş taraflarını rivayet ettikleri gibi, Hakim ile Ebu Avane el-İsferayinî, Sahih’lerinde ve İbn Habban da rivayet etmiştir.
Bütün ehl-i sünnet ve hadis ehli bu hadisin gereğini kabul etmişlerdir. Bu hadisin Sahih (-i Buharî)de de destekleyici rivayetleri vardır.
عن عائشة عن النبي صلى الله عليه وسلم قال : ان للقبر ضغطة ولو كان أحد ناجيا منها نجا منها سعد بن معاذ
{ …. Aişe (r.anha)'dan; Rasulullah s.a.v buyurdular ki :Muhakkakki kabrin bir sıkıştırması vardır. Eğer ondan kurtulacak olan olsaydı, Sâd bin Muaz olurdu. }
AHMED : 6 / 55 – 23762.N , HEYSEMİ : 3 / 46 – 4255.N , S.SAHİHA : 1695.N
{ … Enes İbni Malik (r.anh)'dan :
Peygamber (s.a.v.) buyurdular ki :
Eğer ölülerinizi defnetmeme endişesi olmasaydı, kabir azabından sizlere işittirmesi için muhakkak Allah’a dua ederdim. }
MUSLİM : 8.C.2868.N , AHMED : 6. 21149 , İBNİ EBİ ASIM ES-SÜNNE : 868.N , İBNİ EBİ ŞEYBE MUSANNEF : 3/373
{ … İbni Abbas (r.anhuma) şöyle demiştir :
Peygamber (s.a.v.) iki kabrin üzerine uğradı da :
- Bu iki kabrin içerisindekiler muhakkak ki azab olunuyorlar. Halbuki büyük bir şeyden dolayı da azab olunmuyorlar, buyurdu.
Sonra da : - Bunlardan birisi koğuculuk ederdi, diğeri de idrarından sakınmazdı, buyurdu.
Ravi dedi ki : Bundan sonra rasulullah s.a.v bir yaş çubun aldı,onu iki parçaya böldü, sonra o parçalardan her birini bir kabrin üzerine dikti. Sonra da : Bunlar yaş kaldıkları müddetçe umulur ki bu kabir sahiplerinden azab hafifletilir, buyurdu. }
BUHARİ : 3.C. 1300 .S , İBNİ MACE : 1.C.347.N ,MUSLİM : 1.C.292.N
﴾ سُؤَال الَمَلَكَيْنِ الْمَيِّتِ فِي الْقَبْرِ وَهُوَ فِتْنَتُهُ ﴿
“İki meleğin, kabirde, ölüye sorguya çekmesi ve bunun, ölü için bir fitne olması ile ilgili hadisler"
Bu iki melek, insanlara, bilmedikleri ve görmedikleri bir şekilde göründüklerinden “Munker” ve “Nekir” isimleriyle isimlendirilmişlerdir.
Konu ile ilgili hadisler için : Buhârî, Cenaiz 66, 85, 86, Meğazi 44; Muslim, Küsuf 3, Cennet 70 (2870), 73 (2871); Ebu Dâvud, Cenaiz 72, Sunnet 27; Tirmizî, Cenaiz 70; Nesâî, Cenaiz 109-110, 113, 115; İbn Mâce, Zuhd 32; Musned: 2/146, 172, 3/3, 4, 126, 233-234, 346, 4/63, 139-140, 352, 6/252; Taberânî, el-Kebir, el-Evsat; Hâkim, Mustedrek, 1/370; Bezzâr; Beyhakî, Kitabu azabi’l-kabr, s. 21, 26, 38; İbn Ebi Dunya; İbn Ebi Hâtim
Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:
1.Enes
2.Esmâ’ bint. Ebi Bekr
3.Amr ibnu'l-Âs
4.Berâ’ b. Âzib
5.Hz. Osmân
6.Ebu Hureyre
7.Câbir b. Abdullah
8.Abdullah ibn Amr
9.Ebu Saîd el-Hudrî
10.Hz. Aişe
11.Abdullah ibn Abbâs
12.Abdullah ibn Mes’ud
13.Hz. Ömer
14.Ebu’d-Derdâ’
15.Ebu Râfi’
16.Ebu Musa el-Eş’arî
17.Atâ’ ibn Yesâr (mursel olarak)
18.Temîm ed-Dârî
19.Ubâde b. es-Sâmit
20.Beşîr b. Ekâle
21.Ebu Umâme
22.Sevbân
23.Hamza b. Hubeyb (mursel olarak)
24.Abdullah ibn Ömer
25.Muâz b. Cebel
26.Ebu Katâde
Toplam, 26 kişi.
Derim ki: Suyûtî (ö. 911/1505) “Şerhu’s-Sudûr”da aynen şöyle der:
“Kabrin fitnesi, iki meleğin (ölüyü) sorguya çekmesidir. İki meleğin kabir de ölüyü sorguya çekmesi ile ilgili Enes, Berâ’ b. Âzib, Temîm ed-Dârî, Beşîr b. Ekâle, Sevbân, Câbir b. Abdullah, Abdullah ibn Revâha, Ubâde b. es-Sâmit, Huzeyfe, Hamza b. Hubeyb, Abdullah ibn Abbâs, Abdullah ibn Amr, Abdullah ibn Ömer, Abdullah ibn Mes’ud, Osmân, Ömer, Amr b. el-Âs, Muâz b. Cebel, Ebu Umâme, Ebu’d-Derdâ’, Ebu Râfi’, Ebu Saîd el-Hudrî, Ebu Katâde, Ebu Hureyre, Ebu Musa el-Eş’arî, Esmâ’ bint. Ebi Bekr, Aişe’den naklen gelen hadisler, tevatürdür.”
Suyûtî, bu sahabilerin naklettiği hadislerin hepsini (bu kitapda) aktarmıştır. Dolayısıyla da (bu konuda daha geniş bilgi için) bu kitaba bakabilirsiniz.
İbn Teymiyye (ö. 728/1327) ise ‘ölünün, meleklerin; Rabb, Din ve Peygamber ile ilgili sorularına cevab vermesi şeklinde meydana gelecek kabir fitnesi’ hakkında aynen şöyle der:
“Bu fitne hususunda Berâ’ b. Âzib, Enes b. Mâlik, Ebu Hurayra ve daha bir çoklarının, Peygamber (s.a.v)’den naklettiği hadisler, tevatürdür.”
İbn Kayyim (ö. 751/1350) “Kitâbu’r-Rûh”da derki:
“Kâbir azabı ve Munker ile Nekir adlı meleklerin (kabirde ölüyü) sorguya çekmesi ile ilgili Peygamber (s.a.v)’den gelen hadisler, pek çok olup (bunlar) mutevatirdir.”
Daha sonra İbn Kayyim, bu hadislerin bir kısmını nakletmiştir. (Bu konuda daha geniş bilgi için) bu kitaba da bakabilirsiniz.
Zebîdî “Şerhu’l-İhyâ’”da derki:
“Kabir fitnesiyle ilgili hadisler, tevatürdür.”
Daha sonra Zebîdî, bu hadisleri rivayet eden 25 sahabinin ismini saymış, bu sahabilerin naklettiği hadislerin lafızlarını aktarmış ve bu hadislerin tahricini yapmıştır.
Gülşânî’de “Şerhu’r-Risâle”de derki:
“Kâbir fitnesi ve azabı hakkında gelen haberler, tevatür derecesine ulaşmıştır.”
Yine Ubbî (ö. 827/1424) “Şerhu Muslim”de, Kabir azabından Allah’a sığınma ile ilgili hadislere dair yerde, “İrşâd” şarihinden naklen kabir fitnesi ve azabından (Allah’a sığınma) ile ilgili bütün hadislerin, mutevatir olduğunu ve bu konuda Hak Ehlinin icma’ ettiğini belirtmiştir.
Sa’d et-Taftazânî (ö. 792/1389)’de “Şerhu’n-Nesefî”de derki:
“Kabir azabı, kafirler ve bazı asi mûminler için haktır. Yine kabirdeki nimetlendirme ise, -Allah’ın bildiği ve dilediğ şekilde- itaat ehli için haktır. Munker ile Nekir’in (kabirde ölüyü) sorguya çekmesi haktır. Bütün bunlar, Sem’i (ve Nakli) Delillerle sabittir.
﴾عَوْد الرُّوحِ لِلْبَدَنِ وَقْت السُّؤَالِ﴿
“(Kabirde ölüyü) sorguya çekme sırasında ruhun bedene geri dönmesi ile ilgili hadisler
Suyûtî (ö. 911/1505)’nin “Şerhu’s-Sudûr” da, İbn Teymiyye (ö. 728/1327)’nin konu ile ilgili olarak şöyle söylediğini nakletmiştir:
“(Kabirde ölüye) soru sorulması sırasında ruhun bedene geri dönmesi ile ilgili hadisler, mutevatirdir.”
﴾ عَذَاب الْقَبْرِ وَنَعِيمه ﴿
“Kabir azabı ve nimetleri” ile ilgili hadisler
Konu ile ilgili hadisler için : Buhârî, Cenaiz 32, 45, 66, 84, 85, 86, 87, 88, Sehv 64, Rikak 42; Müslim, Mesacid 35, Cenaiz 4, 9, 12 (924), 26, 61 (950), 72 (957), Cennet 65 (2866), 67 (2867), 68 (2868), 69 (2869), 76 (2873); Tirmizî, Cenaiz 24, 70, 71, Zühd 5 (2309); Ebu Dâvud, Taharet 11, Cenaiz 73 (3221), Cihad 27 Sünnet (4751, 4750); Nesâî, Taharet 25, Cenaiz 10, 12, 20, 21, 23, 44, 48, 49, 69, 78, 110, 114, 115, 116, 117; İbn Mâce, Taharet 26 (346), Salat 6, İkame 26, Cenaiz 53 (1589), 54 (1594); Dârimî, Rikak 94; Müsned: 2/172, 441, 3/3-4, 38, 259, 296, 353, 4/287-288, 295, 6/364; Hâkim, Müstedrek, 1/35; Taberânî, el-Kebir, el-Evsat; İbn Mende, Kitabu’t-Taharet; Bezzâr; Ebu Musa el-Medini, et-Terğib ve’t-Terhib
Kabir azabı ve nimetleri konusunda Sâ’d et-Taftazânî (ö. 792/1389) ile bir çoklarının görüşü daha önce geçmişti.
el-Fâsî (ö. 1052/1642)
“Şerhu’t-Tesbît”de (konu ile ilgili olarak) aynen şöyle der: “Kabir fitnesi ve azabı, bir grup sahabeden rivayet edilmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır:
1.Enes b. Mâlik -Bu hadis, Enes’ten çeşitli yollardan rivayet edilmiştir.
2. Ebu Hurayra -Bu hadis, Ebu Hurayra’den çeşitli yollardan rivayet edilmiştir.
3. Abdullah ibn Amr ibnu’l-Âs
4. Esmâ’ bint. Ebi Bekr -Bu hadis, Esmâ’ bint. Ebi Bekr’den çeşitli yollardan rivayet edilmiştir.
5. Aişe -Bu hadis, Aişe’den çeşitli yollardan rivayet edilmiştir.
6. Berâ’ b. Âzib - Bu hadis, Berâ’dan çeşitli yollardan rivayet edilmiştir.
7. Ömer
1.Abdullah ibn Mes’ud
2.Zeyd b. Erkam
3.Meymûne bint. Sa’d
4. Peygamber (s.a.v.)’in hanımı Meymûne
5.Zeyd b. Sâbit
6.Ebu Eyyûb el-Ensârî
7.Abdullah ibn Abbâs
8.Ebu Saîd el-Hudrî- Bu hadis, Ebu Saîd’den çeşitli yollardan rivayet edilmiştir.
9.Abdurrahman b. Semure
10.Ebu Katâde el- Ensârî
11.Abdullah ibn Ömer
12.Sa’d
13.Ebu Bekre
14. Ali
15.İbn Ebi Eyyûb
16.Ummu Hâlid
17.Câbir b. Abdullah
18.Ummu Mubeşşir
19.Abdurrahman b. Hasene” (el-Fâsî’nin sözü burada bitmektedir.)
(Aynî) ”Umdetu’l-Kârî”nin “Bâbu men kâle fi’l-hutbeti ba’de’s-senâ emmâ ba’d” (Hutbede Peygamber (s.a.v)’e övgüde bulunduktan sonra “emmâ ba’d = Bundan sonra” ifadesini söyleyen kimse hakkındaki bâb) da derki:
“Anlatıldığına göre; kabir azabı, bir grup sahabeden rivayet edilmiştir.”
Daha sonra Aynî, bu sahabilerin isimlerini saymış ve daha sonra da (yukarıdakilere ek olarak) bunlardan birisini de şöyle saymıştır:
20.Esmâ’ bint Yezîd
Aynî, bir başka yerde ise bu sahabilerin bazılarının isimlerini şöyle saymıştır:
21.Ubâde b. es-Sâmit
22.Ebu Musa el-Eş’arî
23.Ebu Umâme
24.Ebu Râfi’
25. Osmân
Ubbî (ö. 827/1424) ise “Şerhu Muslim”de, ‘Kabir üzerine yaş dal dikilmesi ile ilgili hadislere dair yerde aynen şöyle der:
“Bu tutum, kabir azabından (Allah’a) sığınma ile ilgili bir meseledir.
(Derim ki ) Bu, mutevatirdir. Ehli Sünnet de, bu meselede icma’ etmiştir.”
﴾اَلْإِسْتِعَاذَة مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ ﴿
“Kabir azabından Allah’a sığınma” ile ilgili hadisler
Bir çok kimsenin anlattığına göre; bu hadisler, mütevatirdir.
Fâsî (ö. 1052/1642) “Şerhu’t-Tesbît”de (konu ile ilgili olarak) aynen şöyle der:
“Rasulullah (s.a.v)’in, kabir azabından Rabbine sığınması ile ilgili haberler, mutevatirdir. Rasulullah (s.a.v), bu konuda nakledilen dualarda sözü uzatmıştır. Bir çok kimse de, bunu, sahabeden rivayet etmiştir.”
KABİR AZABINA DELALET EDEN AYET’İ KERİMELER
فَوَقَاهُ اللَّهُ سَيِّئَاتِ مَا مَكَرُوا وَحَاقَ بِآلِ فِرْعَوْنَ سُوءُ الْعَذَابِ النَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُوّاً وَعَشِيّاً وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ أَدْخِلُوا آلَ فِرْعَوْن أَشَدَّ الْعَذ
“ Allah onu – yani Musa’yı – onların kurdukları tuzakların kötülüğünden korudu ve Fravn ailesini azabın en kötüsü kuşattı. Onlar sabah akşam ateşe sunulurlar. Kıyamet koptuğu gün de, Fravn ailesini azabın en çetin yerine sokun denir.”(Mûmin 45-46)
Bu Ayet’i kerimelerde zikredildiği gibi, Fravn ailesi kıyametten önce kabirlerinde sabah akşam azaba sunulmaktadırlar. Kıyamet koptuktan sonra ise ikinci bir azabdan ve bunun da şiddetinden bahsedilmektedir.
Bu ayetin tefsirinde İbni Kesir (rahimehullah) birkaç rivayetle , zikredilen bu Ayet’i kerimelerin kabir azabı ile alakalı olduğunu anlatmaktadır.
İbn'i Kesir : C.13 , Sf. 7000
Allah’u Azze ve Celle yine bir Ayet’i celilesinde şöyle buyurmaktadır :
وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكاً وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى
“Kim de benim zikrimden yüz çevirirse,onun için dar bir geçim vardır. Kıyamet gününde de onu kör olarak haşrederiz. (Ta ha 124)
{ … Ebu Hurayra (r.anh)'dan. Dedi ki : Rasulullah (s.a.v.) “ …. Onun için dar bir geçim vardır…. “ Ayet’i hakkında ; “ Bu kabir azabıdır“ buyurmuşlardır. }
Ebu Zura kanalıyla : Bezzar :
{ … Ebu Said el-Hudri (r.anh) dan. Dedi ki : Rasulullah (s.a.v.): Allah’u Teala’nın "Onun için dar bir geçim vardır…." ayet’i hakkında ; "Bu kabir azabıdır" buyurmuşlardır. }
Ebu Zura kanalıyla : İbni Ebu Hatim :
İbn'i Kesir : C: 10, Sf: 5280
Allah’u Azze ve Celle yine bir Ayet’i celilesinde şöyle buyurmaktadır :
يُثَبِّتُ اللّهُ الَّذِينَ آمَنُواْ بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الآخِرَةِ وَيُضِلُّ اللّهُ الظَّالِمِينَ وَيَفْعَلُ اللّهُ مَا يَشَاءُ
"Allah iman edenlere dünya hayatında da ahirette de o sabit sözde daima sebat ihsan eder. Allah zalimleri ise şaşırtır. Allah dilediğini yapar". (İbrahim 27){ … Bera İbni Azib (r.anh)'dan rivâyetle :
Peygamber (s.a.v) : “Allah iman edenlere dünya hayatında da ahirette de o sabit sözde daima sebat ihsan eder. Allah zalimleri ise şaşırtır. Allah dilediğini yapar. “ Ayet’i kabir azabı hakkında indi.
Kabirde ölüye : Rabbin kimdir ? diye sorulur. O da : “ Rabb'im Allah ve Peygamberim Muhammad (s.a.v)'dir “ der. İşte bu, Aziz ve Celil olan Allah’ın : “Allah iman edenlere dünya hayatında da ahirette de o sabit sözde daima sebat ihsan eder…. “ Ayetindeki sabit kavlin delalet ettiği sözdür“ buyurdu. }
Muslim : C.8 ; Hadis no : 2871
{ … Rasûlullah'ın zevcesi mûminlerin annesi Aişe (r.anha)'dan şöyle haber verdi :
Rasûlullah (s.a.v.) namaz'ın sonunda : "Allah’ım ! kabir azabından sana sığınırım. Mesih deccalin fitnesinden sana sığınırım. Hayatın ve ölümün fitnesinden sana sığınırım. Allah'ım ! günahtan ve borçlanmaktan sana sığınırım “ diye dua ederdi. Biri kendisine :
" Yâ Rasûlullah borçtan ne de çok istiaze ediyorsun " dedi. Bunun üzerine :
" İnsan borçlandığı vakit söz söyler de yalan uydurur, söz verir de sözünde durmaz " buyurdu. }
Buhari : C 2 , Hadis No 820 ; Muslim : C 2 ; Hadis No 589
Ehli Sünnet de, bu meselede icma’ etmiştir.”
"Firavûn ve adamları sabah akşam ateşe arzedilirler. Kıyametin kopacağı (koptuğu) gün de denilir ki, Firavûn hanedanını ateşin en şiddetlisine sokun" (El-Mûmin Sûresi: 46)
Bilindiği gibi Firavûn'un (denizde boğulduğu için) kabri mevcûd değildir. Fakat sabah-akşam arzedildiği haber verilmiştir. Ehl-i sünnet alimlerinin bu ayetten istinbat ettikleri hüküm şudur: Kıyamet kopmadan önce (Berzah aleminde) Firavûn ve adamları, kendilerine hazırlanan azabın keyfiyetini, sabah-akşam idrak edeceklerdir. Mûtezîle fırkasına mensub bazı mufessirler "Bu azabın sadece Fir'avn ve adamlarına (hanedanına) mahsus olabileceğini" ileri sürmüş ve ayetin hükmünü tahsis etmişlerdir.
(İmam-ı Zemahşerî -El Keşşaf- Beyrut: 1947 C: 2 Sf: 36 )
Ancak bu tahsisin; habere dayananbir tefsir değil, şahsî bir tevil olduğu sabittir. Zira Abdullah Ibn-i Ömer'den (r.anhuma) rivayet edilen Hadis-i Şerif'te, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğu bilinmektedir:
"Sizden birisi öldüğü zaman, sabah-akşam ahiretteki makamı (cennet veya cehennemdeki yeri) kendisine arzolunur ve kendisine şöyle denilir: "Bu senin makamındır."
(Sahih-i Buhârî -Ist: 1401 C: 2 Sf: 102 K. Cenâiz: 90, Ayrıca Sahih-i Muslim Ist:1401 C: 3 Sf: 2199 K. Cenâiz: 17)
İslam tarihinde ilk defa "Kur'an'ın Mahlûk" olduğunu ileri süren ve kabir azabının mümkün olamayacağını iddia eden Cehm b. Safvân ve talebeleridir. İmam Ebû Muin En-Nesefî "Tebsîratû'l-Edille" isimli eserinde;
"Cehmiyye ve bazı Mûtezile fırkasına mensub kimseler, hayat sahibi olmayanlara soru sorup, cevap almak imkansızdır. Dolayısıyla kabir azabı söz konusu değildir. Onlara göre hayat olmadan ilimden, beden olmadan da hayattan söz edilemez. Mezara konan ve bölünemeyecek kadar küçük parçalara ayrılan cesetlerde hayatın olmadığı, akli ve nakli delillerle sabittir. Bu sebeble onlar için elem ve lezzet gibi duygulardan söz edemeyiz" iddiasını ortaya attıklarını belirtmiş ve şu tesbitte bulunmuştur:
"Hayat için mutlaka bedenin bulunması şart değildir. Zira herhangi bir sıfatın bir mahalde bulunabilmesi için, onun bir zat ile birlikte bulunmasından başka bir şart yoktur. Mûtezile bu görüşünü, zatın canlı olabilmesi için, özel bir bedeni şart gören filozoflardan almıştır. Bu felsefî anlayış doğru değildir. Eğer bu iddia doğru olsaydı; Allah (cc) için beden (cisim) imkansız olduğuna göre, O'nun hayat sahibi olmasının imkansız olduğunun ileri sürülmesi gerekirdi. Bunun doğru olmadığı, yani Allahû Teâlâ'nın (cc) mutlak hayat sahibi olduğu malumdur"
(Imam Ebû Muîn en-Nesefî -Tebsirâtû'l Edille- Şam: 1993 C: 2 Sf: 763).
Mûtezile fırkasına mensub alimlerin büyük çoğunluğu; kabir azabının hak olduğunu ve bu azabın hem beden, hem ruhla hissedileceğini belirtmişlerdir. "Tebsîratû'l-Edille"de zikredilen görüşler, Mûtezile'den Dırar b. Amr ve talebelerinin görüşleridir. İmam-ı Eş'arî "El-Ibâne" isimli eserinde; kafirler için, kâbir azabının hak olduğunu ayetlerle izah etmiştir. (Imam-ı Eş'arî -El Ibane- Beyrut:1994 Sf: 164 )
Ehl-i sünnet ulemasına göre; dinde inanılması zaruri olan hükümlerin kaynağı Kur'an-ı Kerim ve mutevatir sünnettir. Hesa. gününe hazırlanan her müslümanın; hem Allahû Teâla'ya (cc), hem O'nun Rasûlüne (s.a.v.) itaat etmesi farzdır. Usûl alimleri, mutevatir hadisi şöyle tarif etmişlerdir: "Yalan üzere birleşmeleri aklen ve adeten mümkün olmayacak kadar çok kimsenin, senedinin başından sonuna kadar birbirinden rivayet ettikleri hadistir."
(El Accac -Usûl-i Hadis- Beyrut: 1981 Sh: 301)
Bir hadisin mütevatir olabilmesi için, öncelikle yalan üzerinde birleşme ihtimali bulunmayan bir cemaat tarafından nakledilmiş olması şarttır. Mutevatir hadisler, zaruri bilgiyi ifade ederler. Eğer bu bilgi; iman edilmesi gereken bir hususu ifade ediyorsa, tasdik etmek farzdır. Amelle ilgili bir meseleye taalluk ediyorsa, onunla amel edilmesi şarttır. Zira mutevatir haberler âyân (görünen, sarih olarak bilinen) menzilesindedir ve bizzat Rasûl-u Ekram'den (s.a.v.) işitilmiş gibi kabul edilir. İnkar eden kimse, kasden Peygambere (s.a.v.) muhalefet ettiği için küfre düşer."
(Imam Abdulaziz el-Buhârî -Keşfû'l Esrâr- Ist: 1307 C: 3 Sf: 688 vd, Ayrıca Molla , Hüsrev - Mir'at el Usûl Şerhû Mirkat el Vusûl- Ist: 1308 C: 2 Sf: 8. Şeyh, Nizamuddin ve Heyet -Feteva-i Hindiyye- Beyrut: 1400 C: 2 Sf: 265 )
Bu hakikati dikkate alan bir mukellefin, mutevatir sünnetin teşri değerini bilmemesi mümkün değildir. Kütüb-ü Sitte'de; berzah hayatı ve kabir azabıyla ilgili mutevatir, meşhûr ve haber-i vahid hükmünde olan hadislerin varlığı malumdur. Münker ve Nekir'le ilgili hadis-i şerif'ler; mutevatir vasfına haiz oldukları için, akaid kitablarında zikredilmişlerdir.
Peygamberimiz Efendimiz'in (s.a.v.) "Kabir hayatının iman eden ve salih amel işleyen kimseler için cennet bahçelerinden bir bahçe, kafirler için de cehennem çukurlarından bir çukur" olacağını haber verdiği malumdur.
(Sunen-i Tirmizî Ist: 1401 K. Kıyamet: 26 )
Dolayısıyla başta Allah (cc) yolunda savaşırken ölen şehidler olmak üzere; muttakî, muhlis ve muhsin vasfına haiz olan mûminler, berzah aleminde ilâhi nimetlerle mukafatlandırılacaklardır. Tuğyan eden müşriklerin, munkirlerin, zındıkların ve kafirlerin büyük sıkıntılarla ve azabla baş-başa kalacakları mütevatir haberlerle sabittir.
(İmam-ı Taftazânî , -Şerhu'l Akâid- Sh: 251; Ayrıca Imam-ı Munâvî-Feyzû'l Kadîr- Beyrut: 1972 C: 3 Sh: 29 vd)
İstisnasız bütün Akaid kitablarında "Kâbir azabı haktır" hükmü yer almıştır. Tarih boyunca bütün islâm alimlerinin "dalâlette ittifak ettiklerini" söylemek mümkün müdür?
***
Kâbir azabını inkar eden Prof. Mehmet Okuyan diyor ki;
"Kur’an’da kabir azabını ima eden bir ayet yok…"
Şimdilik sahih ve meşhur pek çok hadis rivayetinini hadis inkarcısının arzusu üzere bir kenara bırakalım da sadece Kur’an penceresinden kâbir azabına bakalım:
Öncelikle ifade etmem gerekir; “kâbir hayatı” (ya da kâbir azabı ve mukâfatı) simge bir kavramdır. bu kavram; bir kâbri olsun olmasın, kabrinde çürümüş bulunsun ya da bulunmasın insanın ölümünden, kıyamet için dirileceği zamana kadarki metafizik hayatını ifade eder. yani öldün mü geriye dönemezsin. Dünya yaşamı ile senin ruhun arasında artık aşılması imkânsız bir perde var demektir. Bu perdenin adı “berzah”tır. Bu perdenin ardındaki hayat ise kıyametle başlayacak ahiret hayatından başka bir şey olup “berzah âlemi” diye isimlendirilir.
Berzah, sözlükte “iki şey arasındaki engel, perde ve ayırıcı sınır” demektir. Dinî ıstılahtaki karşılığı ise, “ölümden sonra başlayan ve mahşerdeki dirilişe kadar devam edecek olan kabir hayatıdır. “Onların önlerinde ise, yeniden dirilecekleri güne kadar (süren) bir berzah vardır.” (Mûminûn, 23/100) âyetinde de geçen “Berzah” ile kastedilen budur. Buna göre ölen herkes berzah âlemine girecektir.
Âyetle sabit inanmazsan / inanırsan bak…
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ رَبِّ ارْجِعُونِۙ لَعَلّ۪ٓي اَعْمَلُ صَالِحًا ف۪يمَا تَرَكْتُ كَلَّاۜ اِنَّهَا كَلِمَةٌ هُوَ قَٓائِلُهَاۜ وَمِنْ وَرَٓائِهِمْ بَرْزَخٌ اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
“Nihayet onlardan birine ölüm gelince, “Rabb'im! Beni dünyaya geri gönderiniz ki, terk ettiğim dünyada salih bir amel yapayım” der. Hayır! Bu, sadece onun söylediği (boş) bir sözden ibarettir. Onların arkasında, tekrar dirilecekleri güne kadar (devam edecek, dönmelerine engel) bir berzah (perde) vardır.” (Mûminun 99 - 100)Mehmet Okuyan diyor ki; “berzah hayatı diye bir şey yok.”
Fakat ayet “var” diyor.
Üstelik ayet; Allah’ın, berzahta bulunan ve dünyaya geri dönmek isteyen bir insanla konuştuğunu bize haber veriyor. Yâni adam ölmüş, ama şuuru, muhasebesi, temennileri halen dipdiri. Allah’a yalvarıyor; “ne olur Allah’ım beni geri döndür” diye.
Hadislerde bahsedilen berzah hayatının yaşanacağı kâbir ya cennet bahçelerinden bir bahçedir; ya da cehennem çukurlarından bir çukur.
Her ne kadar biz hissedemesek de şehidler diridirler ve Allah’ın katında rızıklandırılırlar (Âl-i İmrân, 3/129) Yani sen bir şehide “ölü” dediğin an, yani şu an o, diri ve nimetlendiriliyor… İşte cennet bahçelerinden bir bahçe…
Allah buyuruyor ki; Firavunu ve ailesini çok kötü bir azab kuşattı (Mûmin, 40/46) Nedir bu kötü azab?
Şimdi Allah’a kulak ver: “(O azab öyle bir) ateş ki, onlar sabah akşam ona sunulurlar. Kıyametin kopacağı günde de, “Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun” denilecektir” (Mûmin, 40/47) İşte cehennem çukurlarından bir çukur…
Bak Okuyan, ayeti oku! Âyette iki azabdan bahsediliyor: birincisi; kıyametin kopuşundan önce firavun ve avanesinin sabah akşam mâruz kaldıkları azab… İşte bu bildiğimiz ve itikat ettiğimiz kâbir azabı…
Âyetin ikinci cümlesi ise ayette ”اَشَدَّ الْعَذَابِ” “en şiddetli azab” olarak ifade edilen cehennem azabı. o, zaten mâlum…
Şimdi elini vicdanına koy da söyle …
Kur’an’a göre kabirde bir sevab, bir azab ve bir hayat nasıl oluyor da olmuyor? el-insaf…
Şimdi mesele “basit bir kabir azabı inkarı” meselesi değil. mesele bir çırpıda; Kur’an, sünnet ve sebîlu’l-mûminîn potasında vucut bulan on dört asırlık birikimi alaşağı edip yok saymak. Mesele yeni bir din restorasyonu…
Acı olan ise konuyla ilgili ayetlere eklektik, parçacı, samimiyetsiz ve bütünsellikten uzak bir şekilde yaklaşmak ve milletin gözünün içine baka baka asırların akidesini inkar etmek…
Vâkıa suresinin son sayfasında Aziz ve Celil olan Allah; can gelip de boğaza dayandığı zaman, ölünün yakınlarının bakıp kalacağını, o an kendisinin (ve ruh kabzeden meleklerin) ölüye, dostlarından daha yakın olacağını ifade ediyor (Vâkıa, 56/83-88) ve üç ölüm şeklinden bahsediyor:
bunların ilki;
فَأَمَّا إِنْ كَانَ مِنَ الْمُقَرَّبِينَ فَرَوْحٌ وَرَيْحَانٌ وَجَنَّتُ نَعِيمٍ
"Eğer (ölen kişi) Allah’a yakın kılınmışlardan ise, ona rahatlık, güzel rızık ve Naîm cenneti vardır” (Vâkıa 56/88-89). Ayetin metninde ilginç olan husus, ölümden sonra başlayan rahatlık ve nimet sürecinin “hemen meydana gelmek”i anlamını içeren “tâkibiye fâsı” ile gelmesidir. Buradaki rahatlık ruh kabzının kolaylığına; güzel rızık olarak meallendirilen “reyhan” ise cennete girmeden mazhar olunan nimete delalet ediyor. cennet ise “takibiye vav”ı ile üçüncü sırada zikrediliyor.
İkincisi;
وَأَمَّا إِنْ كَانَ مِنْ أَصْحَابِ الْيَمِينِ فَسَلَامٌ لَكَ مِنْ أَصْحَابِ الْيَمِينِ
“Eğer (ölen kişi) Ahiret mutluluğuna ermiş kişilerden ise, kendisine, “Selâm sana Ahiret mutluluğuna ermişlerden!” denir” (Vâkıa, 56/90-91) Bu ölü ortalama bir mûmin ki; selamete erdi. bunun için; ilkinde kullanılan övgü ve nimetler zikredilmedi ama bu da selamete erdi.
üçüncüsü ise;
وَأَمَّا إِنْ كَانَ مِنَ الْمُكَذِّبِينَ الضَّالِّينَ فَنُزُلٌ مِنْ حَمِيمٍ وَتَصْلِيَةُ جَحِيمٍ
“Ama Haktan sapan yalancılardan ise, işte O'na da kaynar sudan bir ziyafet; bir de cehenneme atılma vardır” (Vâkıa, 56/92-94)Bu ölü için “takibiye fâsı” ile zikredilen “kaynar sudan ziyafet”; cehennemin dışında gerçekleşen bir cezadır. Cehenneme girmek “tasliyetu cahîm” ifadesiyle geliyor, yani cehenneme girmek kaynar sudan sonra; kaynar su ise cehennemden önce…
Şimdi zikredeceğim iki ayet Vâkıa 92-94’ün adeta tefsiridir:
وَلَوْ تَرٰى اِذْ يَتَوَفَّى الَّذٖينَ كَفَرُوا الْمَلٰئِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَاَدْبَارَهُمْ وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَرٖيقِ
“Melekler, kâfirlerin yüzlerine ve artlarına vura vura ve “haydi tadın yangın azabını” diyerek canlarını alırken bir görseydin” (Enfâl, 8/50; Muhammed, 47/27)Lütfen meleklerin; “haydi tadın yangın azabını” ifadesindeki azaba ve bu sözün ölüm esnasında söylendiğine dikkat edelim. Yani azab ölümle birlikte başlıyor…
Bir tutam Arabca bilgisi, bir parça insafı olan herkes ayetlerin açık bir şekilde cennet ve cehennemden önce ödül ve cezanın olduğunu anlamakta zorlanmaz.
Yukarıda şehidlere “ölü” denmemesi gerektiğini, onların diri bir şekilde Allah’ın katında rızıklandırıldıklarını ifade eden ayetlerden bahsetmiştik. İmitasyon Mûtezililer “Onların diriliği ve nimetlendirmeleri kıyamet koptuktan sonradır” diye itiraz edebilirler.
Ey Mehmed Okuyan! Kıyamet “bâ’s” ile (yani ölümden sonra dirilişle) başlıyor. O zaman herkes diri, yalnız şehidler değil. O zaman pek çok mûmin rızıklandırılıyor, yalnız şehidler değil…
“Onlara ölüler demeyin” hitabı bize dünyada yöneltiliyor, ahirette değil. Hasılı biz burada; onlar da orada diriler… Ya da biz burada ölüyüz; onlar orada diriler…
Allah yolunda can veren kişinin böyle mukâfatı olur da; onun canını alan zalim (ve her türlü zulmu icra eden), ruhlar âleminde mışıl mışıl uyur mu?
el-Cevab:
اِذِ الظَّالِمُونَ فٖى غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلٰئِكَةُ بَاسِطُوا اَيْدٖيهِمْ اَخْرِجُوا اَنْفُسَكُمْ اَلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ
“Zalimlerin şiddetli ölüm sancıları içinde çırpındığı; meleklerin, ellerini uzatmış, “Haydi canlarınızı çıkarın! Bugün aşağılayıcı azab ile cezalandırılacaksınız” diyecekleri zaman hâllerini bir görsen!” (En’âm, 6/93)Daha azab ölüm anında başlıyor ve melekler “bugün” derken ölüm ile başlayan zaman dilimini zikrediyorlar. “Aşağılayıcı bir azabla cezalandırılacaksınız” derken de acaba hangi azabı kastediyorlar?
Şimdi soralım; nasıl oluyor da Kur’an’da kabir azabı olmuyor?
Konuyla İlgili Bâzı Hadisler
Peygamber Bâkî’ kabristanlığına her girdiğinde;
السَّلَامُ عَلَيْكُمْ دَارَ قَوْمٍ مُؤْمِنِينَ، وَإِنَّا إِنْ شَاءَ اللهُ بِكُمْ لَاحِقُونَ
“Ey mûminler topluluğunun yurdu! Allah’ın selamı üzerinize olsun. (Yakında) biz de size katılacağız” (Muslim, Nesâî, İbn Mâce, İmam Mâlik) diye onlarla muhatab sigasıyla selamlaştı.Yine Bedir savaşından sonra muşriklerin cesetlerini bir çukurun içine doldurup da onlara şöyle sordu;
فَإِنَّا قَدْ وَجَدْنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقًّا، فَهَلْ وَجَدْتُمْ مَا وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقًّا
“Biz Rabb'imizin bize vaadettiğini (zaferi) hak olarak bulduk; siz de Rabb'inizin size vaadettiğini (azabı) hak olarak buldunuz mu?” Ömer (r.anh) : مَا تُكَلِّمُ مِنْ أَجْسَادٍ لاَ أَرْوَاحَ لَهَا؟
“ruhu olmayan cesetlerle ne konuşuyorsun?” dediğinde,
Allah Rasulü ; وَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ، مَا أَنْتُمْ بِأَسْمَعَ لِمَا أَقُولُ مِنْهُمْ
“Muhammed’in canını elinde bulunduran Allah’a yemin olsun ki; onlar sizden daha iyi duyarlar (siz onlardan daha iyi duyamazsınız)" (Buhârî, İbn Mâce)” buyurmadı mı?…
Mûtezili istifini bozmadı; hadisleri duymadı, besbelli paradigmasına uymadı…
***********
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bu konuda şöyle buyurmuştur:
الأَنْبِيَاء أَحْيَاءٌ فِي قُبُورهمْ يُصَلُّونَ
أخرجه المنذري والبيهقي وصححه وله شواهد في الصحيحين
"Peygamberler, kabirlerinde diridirler, namaz kılarlar." أخرجه المنذري والبيهقي وصححه وله شواهد في الصحيحين
(Ebu Yâla, El Musned, No: 3425,6/147; İbni Hacer, el-Metaibul-Âliye, No: 3452, 3/269; Munzirî ve Beyhakî rivâyet etmiş, Beyhakî hadisin sahih olduğunu söylemiştir. Hadisin, Buhârî ve Muslim'in sahihlerinde benzer rivâyetleri vardır.)