Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Kadere İman, İmanın Şartlarından mıdır?

Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
SORU:
Kadere iman, İmanın şartlarından mıdır?
Mustafa İslamoğlu, Buhari'nin İman bahsindeki 37 nolu hadiste (cibril hadisi) iman nedir? sualine karşılık sayılan maddeler içerisinde Kader maddesi geçmiyor; Muslim'in İman bahsinde ise bir hadiste de kader maddesi geçmiyor fakat diğer hadiste Kader maddesi sayılmaktadır.
Bahis konusu olan konuşmasını da buraya ekliyorum, zahmet olmazsa dinleyip cevaplar mısınız?






Ehl-i sunnet akidesine göre, Kadere inanmak, imanın şartlarında kabul, inkarı küfür kabul edilmiştir. Cuz-i iradeyi Kulliye çevirerek, Kulli irdeyi ibtal eden bu anlayış tamamen batıl kabul edilmiştir.
Günümüzün akılcıları(!), Rasulullah (s.a.v.)'i sadece Allah'tan aldığı vahyi ummetine ileten aracı, kendilerinin ifadesiyle postacı gibi görmeleri sonucunda Rasulullahın (s.a.v.) kadrini ve yetkilerini kavrayamamış, sunnetin muslumanı bağlayıcılığını anlayamamışlardır.

"Yeryüzünde vuku bulan ve nefislerinizde meydana gelen hiçbir kötülük yoktur ki, biz onu yaratmadan önce bir kitapta (yazılı) olmasın. Şubhe yok ki bu, Allah'a göre pek kolaydır. Bu, elinizden çıkan şeylere üzülmeyesiniz ve Allah'ın size verdiğiyle şımarmayasınız diyedir. Çünkü Allah, kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez." (Hadîd, 22- 3)
"Haberiniz olsun ki, biz her şeyi bir kadere göre yarattık." (Kamer 49)

"Kendilerine kitab verilenlerden oldukları halde ne Allah'a, ne ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Rasulunun haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini din edinmeyen kimselere alçalmış oldukları halde elden cizye verecekleri hale gelinceye kadar savaş yapın." (Tevbe 29)

"Onlar ki, O ummî peygambere uyarlar, yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılmış bulacakları o peygambere uyup, onun izinden giderler ki, o, onlara iyiyi emreder ve onları kötülüklerden alıkoyar, temiz ve hoş şeyleri kendilerine helâl kılar, murdar ve kötü şeyleri de üzerlerine haram kılar, sırtlarından ağır yükleri indirir, üzerlerindeki bağları ve zincirleri kırar atar, işte o vakit ona iman eden, ona kuvvetle saygı gösteren, ona yardımcı olan ve onun peygamberliği ile birlikte indirilen nuru izleyen kimseler var ya, işte asıl murada eren kurtulmuşlar onlardır." (Âraf 157)

Kur'an-ı Kerim'de Kader konusu imanın şartları arasında zikredilmemiş olması, sahih-i Muslim gibi en muteber kitabların arasında Hadis-i şeriflerde zikredilmiş olmasına, ummetin muhaddislerince tetkik edilerek sahihlenmesine rağmen inkar edilemez. Sahih hadisleri ilmi bir delile dayanmadan inkar etmek kişinin sapıklığına delalet eder. Hele ki ummetin mutevatir dediği bir hadisi inkar edenin kafirliğinde ittifak vardır.
Başta Mustafa İslamoğlu olmak üzere kendisi gibi (Abdulaziz Bayındır vb) sözde akılcı(!), işine gelmeyen hadisi inkar edebilenlerin, sahih hadis-i şeriflerde kayıtlı olmasına, ehl-i sunnetin alimlerinin ittifak etmesine rağmen, (bazıları Kur'an-ı Kerimde açıkça zikredilmiyor diyerek) inkar ettiklerinin arasına İsa (a.s.)ın nuzulunu, evliyken zina edenin recm edilmesi, kabir azabını , hayızlı kadının oruç tutmasını, cennetin ebediliği, nazarı da inkar edebilecek derecede sapıklıkta gemi iyice azıya almışlardır. Bu hadis inkarcılarının en büyük sapıklıklarından birisi de hakimiyet tevhidini kavrayamamış olup, tağutu meşrûlaştırmada gönüllü fedâilerdir!
Şimdi konuyla ilgili meşhur Cibril hadisini alimlerin değerlendirmelerinden Kâder bahsi üzerine inceleyelim:

Ebu Hurayra (r.anh) şöyle demiştir:
Birgün Peygamber ashabı ile bir arada otururken bir adam ona gelerek sordu:
İman nedir?
Peygamber (s.a.v.) : Allah'a, meleklerine, O'na kavuşmaya, peygamberlerine ve yeniden dirilmeye inanmandır.
İslâm nedir?
Allah'a ibadet etmen ve ona hiçbir şeyi ortak koşmaman, namaz kılman, farz olan zekâtı vermen ve Ramadan orucunu tutmandır.
İhsan nedir?
Allah'ı görüyormuşçasına O'na kulluk etmendir. Sen Onu göremesen de O seni görmektedir.
Kıyamet ne zaman?
Bu sorunun sorulduğu kişi, bu konuda sorandan daha bilgili değildir. Sana bazı alâmetlerini bildireceğim: Cariyenin efendisini doğurması, deve çobanlarının binaları yükseltme yarışına girmesi. Kıyâmetin bilgisi Allah dışında kimsenin bilmediği beş şey içindedir. (Daha sonra Peygamber şu âyeti okudu),
"Kıyamet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah'ın katındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Şubhesiz Allah, her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır. (Lukman 34)
Peygamber'e soru soran adam arkasını dönerek gitti.
Peygamber (s.a.v.), "O'nu geri çağırın" dedi.
Ashâb-ı kiram (onu aradılar fakat) hiç kimseye rastlamadılar.
Bunun üzerine Peygamber şöyle buyurdu: "O Cebrail idi. Size dininizi öğretmek için gelmişti".

Ebû Abdullah (Buhârî) şöyle demiştir: Peygamber bunların tümünü din olarak kabul etmiştir.
(Sahih-i Buhari, İman Bahsi, 37. Bab, Hadis no : 50)

Cebrail'in İnsan Kılığında Ashabı İle Birlikte Olan Peygamber'e Gelmesi

"Bir adam ona gelerek. Yani melek, bir adam suretinde ona geldi. Buhârî , Tefsir bölümünde "bir adam yürüyerek ona geldi" denilmektedir.
Ebû Ferve'nin rivayetinde ise şöyle denilmektedir: "Biz Peygamber'in yanında otururken, insanların en güzel yüzlüsü ve en güzel kokulan sürünmüş olan bir adam çıkageldi. Elbisesine hiçbir kir bulaşmamıştı".
Muslim'de, Kehmes yolu ile Ömer'den şu şekilde rivayet edilmiştir: "Bir gün Peygamber'in yanında iken birden elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah bir adam çıkageldi".
İbn Hibban'ın rivayetinde ise şöyle denilmektedir: Sakalları siyah bir adam geldi. Üzerinde yolculuk işareti bulunmadığı gibi İçimizden kimse de onu tanımıyordu. Adam Peygamber'in karşısına oturarak dizlerini onun dizlerine dayadı ve avuçlarını onun bacaklarına koydu".
Suleyman et-Teymîye ait bir rivayette şöyle denilmektedir: "Üzerinde yolculuk alâmeti bulunmadığı gibi, Medine'li de değildi. İnsanları yararak Peygamber'in karşısına gelip bizden birinin namazda oturduğu gibi oturdu. Sonra elini Peygamber'in dizlerine koydu".
Anlaşıldığı kadarıyla Cebrail elini Peygamber'in dizlerine koymakla, kendisinin kaba bedevilerdenmiş gibi gösterip işi daha gizli hale getirmek istemiştir. Bu sebeble de Peygamber'in yanına varıncaya kadar insanları yararak ilerlemiştir. Bu yüzden sahabenin bir kısmı onun bu hareketini garib karşılamıştır. Ayrıca o Medine'li değildi ve yürüyerek geldiği halde üzerinde yolculuk alameti de bulunmuyordu.
Şu sorulabilir: Ömer sahabeden hiç kimsenin onu tanımadığını nereden bilmektedir?
Buna şu şekilde cevab verilmiştir: Ömer'in tahminen bunu söylemiş olması mümkündür. Yahut da orada bulunanların açık ifadelerine dayanarak bunu söylemiştir. Bu ikinci ihtimal bana göre daha güçlüdür. Osman b. Gayyas'ın rivayetinde de bu şekilde yer almıştır. Bu rivayet şöyledir: "Orada bulunanlar birbirine baktı ve bu adamı tanımıyoruz dediler".

İmanın Şartları

"İman Allah'a ..... inanmaktır" : Bu cevab gösteriyor ki, Peygamber Cebrail'in imanın sözlük anlamını değil, ilişkili olduğu şeyleri sorduğunu biliyordu. Aksi taktirde Peygamber "İman tasdik etmektir" diye cevab verirdi.
Peygamber şöyle demiş olmaktadır: "Dindeki iman özel bir tasdiktir. Allah'a iman; onun var olduğunu, kemal sıfatları ile muttasıf ve noksan sıfatlardan munezzeh olduğunu tasdik etmektir."

Meleklere iman; onların var olduğuna ve Allah'ın onları nitelediği gibi "kendilerine ikramda bulunulan kullar" olduğuna inanmaktır. Meleklere imanın, kitablar ve peygamberlerden önce zikredilmesi vakıadaki tertibe riayet içindir. Çünkü Yüce Allah melekleri, kitablarla birlikte peygamberlere göndermiştir. Bu, meleğin peygamberden üstün olduğunu savunanlar için bir delil teşkil etmez.
Allah'ın kitablarına iman; onların Allah'ın sözü olduğuna, içindekilerin hak olduğuna inanmaktır.

Allah'a Kavuşmaya İman

"Allah'a kavuşmaya iman" Bunun "yeniden dirilmeye iman" konusuna dahil olduğu için bu ifadenin bir tekrar olduğu söylenmiştir. Doğrusu bu bir tekrar değildir. Hadisteki "ba's" ifadesinden kabirlerden kalkmanın, "Allah'a kavuşmak" ifadesinden ise bundan sonrasının kasdedildiği söylenmiştir. Bir başka görüşe göre ise Allah'a kavuşmak, dünyadan intikal etmekle gerçekleşir, "ba's" ise bundan sonrasıdır. Matar el-Verrâk'ın rivayeti de bunu göstermektedir. Bu rivayette şöyle denilmektedir:
"Ölüme ve ölümden sonra yeniden dirilmeye inanmak. Enes ve İbn Abbas'ın hadisinde de böyledir.
Diğer bir görüşe göre Allah'a kavuşmaktan maksat O'nu görmektir, Hattabî bunu zikretmiştir. Nevevî onun bu görüşünü şu sözleri ile eleştirmiştir: "Kimse Allah'ı göreceğini kesin olarak söyleyemez. Çünkü bu mu'min olarak ölenlere özgüdür. Kişi kendi sonunun nasıl olacağını bilemez. O halde bu nasıl imanın şartlarından olabilir?"
"Nevevî'nin bu itirazına da şu şekilde cevab verilmiştir:" Burada kasdedilen, bunun bizatihi gerçek olduğuna inanmaktır. Bu, ehl-i sünnetin âhiratte Allah'ı görmeyi isbat konusundaki güçlü delillerindendir. Çünkü Allah'ı görmeye inanmak, imanın şartlarından sayılmıştır.

Peygamberlere iman; onların Allah'tan alıp insanlara bildirdikleri iman esaslarında doğru söylediklerine inanmaktır. Melekler, kitaplar ve peygamberlere iman konusunda bu açıklama ile yetinilmesi, bu konuda tafsilata girişmeksizin bu kadarla yetinmenin caiz olduğunu göstermektedir. Ancak ismen zikredilenlere ayrı ayrı iman etmek şarttır.
Hadiste yer alan sıralama şu âyetle uyum içindedir: "Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, mu'minler de (iman ettiler). Her biri Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler" (Bakara 285)
Bu sıralama ile kasdedilen şudur: Hayır ve rahmet Allah'tandır. Onun en büyük rahmetinden biri de kitablarını kullarına indirmesidir. Kullar içinden bu kitabların kendilerine indirildiği kimseler peygamberlerdir. Allah ile peygamberler arasındaki aracılar ise meleklerdir.

Yeniden dirilmeye inanmak: Buhârî Tefsir bölümünde "âhirate" ifadesi, Muslim'in Ömer'den gelen rivayetinde ise "âhirat gününe inanmak" ifadesi de eklenmiştir. "Sonraki diriliş" ifadesindeki "sonraki" ibaresi hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür: Bunlardan birine göre bu ifade tıpkı "geçen gün" ifadesindeki gibi pekiştirme amacıyla getirilmiştir.
Diğer bir görüşe göre yeniden dirilme iki kere gerçekleşmektedir:
Birincisi yoktan var edilmek, yahut ana karnındaki embryo halinden başlayarak doğuma kadar ve doğumla birlikte dünya hayatına kavuşmak, İkincisi kabirlerden kalkarak âhiratte kalınacak mekanda istikrar bulmak için dirilmek. Ahiret günü denilmesinin sebebi, dünya günlerinin veya sınırlı zamanların sonu olmasından dolayıdır. Buna iman etmekten maksat, o günde meydana gelecek hesab, mizan, cennet ve cehennem gibi şeyleri tasdik etmektir.

Hadisin Farklı Rivayetleri

el-İsmailî, Mustahrec adlı eserinde "Kadere inanmandır" ifadesini de eklemiştir. Bu ibare Ebû Farva'nın rivayetinde de vardır. Yine aynı ifadeler Muslim'in Ammâre Ibnu'l-Ka'kâ'dan yaptığı rivayette de bu görülmektedir.. Bunu "bunların tümüne" ifadesi ile pekiştirmiştir.
Kehmes ve Suleyman et-Teymî'nin rivayetinde ise "Kadere; hayır ve şerrin Allah'tan geldiğine inanmak" ibaresi yer almaktadır. İbn Abbas hadisinde de bu ifade vardır.
Atâ'nın İbn Ömer'den yaptığı rivayette ise "Tatlısı ve acısının Allah'tan olduğuna inanman" şeklinde bir fazlalık vardır.
Yeniden Dirilme Ve Kaderden Bahsedilirken "İnanmak" ifadesinin Tekrar Edilmesi

Yeniden dirilmeden bahsederken, "inanman" ifadesini tekrar etmesinin hikmeti, bunun iman edilen şeyler içinde farklı bir tür olduğuna işaret etmek içindir. Çünkü yeniden dirilme daha sonra meydana gelecektir. Daha önce zikredilen şeyler ise şu an zaten vardır. Bunun diğer bir sebebi de bunu inkâr edenlerin çok olmasıdır. Bu yüzden yeniden dirilme konusu Kur'an'da da çokça tekrarlanmıştır.
Kaderden bahsederken de "inanman" ifadesi tekrarlanarak bir anlamda bu konuda meydana gelecek görüş ayrılıklarına işaret edilmiştir. Bu kelime tekrar edilerek kadere inanmanın önemi vurgulanmıştır. Daha sonra bu ifade şu açıklamalarla da pekiştirilmiştir: "Hayrına, şerrine, acısına, tatlısına". Daha sonra bunu da "Allah'tan olduğuna" ifadesi ile pekiştirmiştir.

"Kader" sözcüğü masdar olup bir şeyin miktarını kesin olarak bilmek anlamına gelir. Bununla kasdedilen, Allah'ın varlıkların miktarlarını ve meydana gelecekleri zamanı, onları yaratmadan önce bilmesidir. Allah, kendi ilminde olacağını bildiği şeyi zamanı gelince yaratır. Sonradan meydana gelen her şey onun ilmi, kudreti ve iradesi ile meydana gelir. Bu, dinde kesin delillerle bilinmektedir.
Sahabe, tabiinin önde gelenleri ve ilk dönem âlimlerinin büyük bir kısmı bu inanç üzerindeydiler. Sahabe devrinin sonuna doğru kader konusunda bidat anlayışlar ortaya çıkmaya başladı.
Muslim; Kehmes, îbn Burayde ve Yahya b. Ya'mer yoluyla bununla ilgili olayı şu şekilde aktarmaktadır:
"Kader konusunda Basra'da ilk olarak ileri geri konuşan Ma'bed el-Cuhenî idi. Yahya ve Humeyd el-Himyerî, Abdullah b. Ömer'in yanma gitmiş ve bu durumu ona bildirmişdi. O da kendisinin bu görüşte olanlardan uzak olduğunu, Allah'ın kadere iman etmeyenlerin hiçbir amelini kabul etmeyeceğini söyledi."

Şafiî'nin şu sözleri de bunlar aleyhine bir delildir: Kadere inanmayan kişi, Allah'ın her şeyi bildiğini kabul ediyorsa çelişkiye düşer.
Bu kişiye şöyle denir: Allah'ın bildiğinden farklı bir şeyin meydana gelmesi mümkün müdür?
Şayet bu soruya "hayır" diye cevab verirse ehl-i sünnetin görüşünü kabul etmiş olur. Öyle bir şeyin mümkün olduğunu kabul ederse, Allah'ın bilgisizliğini ileri sürmüş olur. Allah bundan munezzehtir.

Hadisin bağlamından anlaşıldığına göre mu'min adı, zikredilenlerin tümünü tasdik eden kişi için kullanılır. Oysa fakihler yalnızca Allah'a ve Rasûlu'ne inanan kişiye mu'min adını vermektedirler. Bu ikisi arasında bir çelişki yoktur. Çünkü Allah'ın peygamberine inanmak demek, onun varlığına ve Allah katından getirdiği şeylerin doğru olduğuna inanmak demektir. Dolayısıyla yukarıda zikredilenlerin tümü bu şekilde peygambere inanma kavramına dahil olur. (Fethu'l Bâri -Sahih-i Buhari Şerhi-, C 1, İman Bahsi, 37. bab, Sayfa 152 - 166 arasından konuyla ilgili kısaltılarak alıntı)

*****

Bana Ebu Hayseme Zuheyr b. Harb rivayet etti (Dedi ki): Bize Vekî' Kehmes'den, O da Abdullah b. Burayde'den, O da Yahya b. Ya'mer'den naklen rivayet etti.
Yine bize Ubeydullah b. Muâz el-Anberî rivayet etti. Bu hadis onundur. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. (Dedi ki): Bize Kehmes, İbni Burayde'den o da Yahya b. Yâmer'den naklen rivayet eyledi. Yahya şöyle demiş:

«Basrada kader hakkında ilk söz eden, Ma'bed el-Cuheni olmuştu. Bir ara ben ve Humeyd b. Abdirrahman el-Himyeri (Hacc yahud Umre) yapmak üzere yola çıktık. Ve (kendi aramızda):
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in ashabından bir kimseye rastlasak da şu heriflerin kader hakkında söylediklerini ona sorsak, dedik.
Az sonra mescide girmekte olan Abdullah b. Ömer b. el-Hattab'a tevafuk ettik. Ben ve arkadaşım, birimiz sağından birimiz solundan olmak üzere hemen etrafını çevirdik. Ben arkadaşımın sözü bana havâle edeceğini anlayarak:
«Yâ Ebâ Abdirrahman! Bizim taraflarda bir takım insanlar türedi. Bunlar Kur'anı okuyor ve ilmi araştırıyorlar.» dedim. (Ravi diyor ki):
— Yahya, bu adamların "hâllerini, Kader diye bir şey tanımadıklarını hâdisât Allah'ın hiç bir takdir ve malûmatı olmaksızın yeni yeni husule gelir, iddiasında bulunduklarını" anlattı.
Abdullah (r.anhum) şunları söyledi: O halde sen onlarla görüştüğün zaman kendilerine hemen haber ver ki, ben onlardan beriyim. Onlarda benden beridirler.
Abdullah b. Ömer'in kendisine yemin ettiği, Allaha and olsun ki, onlardan birinin Uhud dağı kadar altını olsa da onu infak etse, Kadere inanmadıkça Allah onun infakını kabul eylemez.
Abdullah (r.anhum) sonra şöyle devam etti:
«Bana babam Ömer'ubnu'l- Hattâb rivayet etti. Dedi ki:
Bir gün Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in yanında bulunduğumuz bir sırada anîden yanımıza, elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah bizât çıkageldi. Üzerinde yolculuk eseri görülmüyor; bizden de kendisini kimse tanımıyordu. Doğru Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in yanına oturdu; ve dizlerini onun dizlerine dayadı. Ellerini de uylukları üzerine koydu. Ve:
«Yâ Muhammed; Bana İslâm'ın ne olduğunu haber ver!» dedi.
Rasulullah (s.a.v.) «İslâm: Allah'dan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Rasulu olduğuna şehâdet etmen; namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramadan orucunu tutman ve yol (külfetleri) cihetine gücün yeterse Beyt'i Hacc etmendir.» buyurdu.
O zât: «
Doğru söyledin.» dedi.
Babam dedi ki: «Biz buna hayret ettik. (Zira) hem soruyor hem de tasdik ediyordu.
«Bana imandan haber ver!» dedi.
Rasulullah (s.a.v.) «Allah'a, Allah'ın Meleklerine, kitablarına, Peygamberlerine ve âhirat gününe inanman, bir de Kadere; hayrına şerrine inanmandır.» buyurdu.
O zât (yine): «
Doğru söyledin.» dedi.
(Bu sefer): «Bana ihsandan haber ver!» dedi.
Rasulullah (s.a.v.) «Allah'a: Onu görüyormuşsun gibi ibâdet etmendir. Çünkü her ne kadar sen O'nu görmüyorsan da, O seni muhakkak görür.» buyurdu. O zât:
«Bana kıyametten haber ver!» dedi.
Rasulullah (s.a.v.) , «Bu meselede sorulan sorandan daha âlim değildir.» buyurdular.
«O halde bana onun alâmetlerinden bari haber ver!» dedi.
Rasulullah (s.a.v.) «Cariyenin kendi sahibesini doğurması ve yalın ayak, çıplak, yoksul koyun çobanlarının bina yapmakta birbirleriyle yarış ettiklerini görmendîr.» buyurdu.
Babam dedi ki: — Bundan sonra o zât gitti. Ben hayli bir müddet (bekledim) durdum. Nihayet Rasulullah (s.a.v.) bana:
«Yâ Ömer! O sual soran zâtın kim olduğunu biliyor musun?» dedi. .
«Allah ve Rasulu bilir." dedim.
«Gerçekten O Cibril'di. Sîzlere, insanlara dinlerini öğretmek için geldi. Çünkü siz sormamıştınız» buyurdu.
(Sahih-i Muslim, İman Bahsi, Hadis no : 1 ve 7)

Konuyla İlgili İzahat :

Kaderiyye, kaza ve kaderi tamamıyla inkâr ederler. Ancak bunu sırf şer-i şerifi ta'zim maksadıyla yaptıkları için küfre nisbet edilmezler, Bunlar:
«Kul kendi fiilini kendisi yaratır.» diyecek kadar ileri gitmiş; ve bu sebeble Ehl-i Sünnet uleması tarafından pek şiddetli hücumlara ma'ruz kalmışlardır. Bahusus Mâvera-un' Nehir uleması bu bâbda pek şiddet göstermiş ve:
«Mecûsilerin halleri Kaderiyye'nin halinden daha iyidir.» demişlerdir.
Hadis-i şerif de de beyan olunduğu vecihle Basra'da ilk defa kadere dil uzatan Ma'bed-i Cuheni 'dir. Ma'bed :
«Vücuda gelecek şeyler evvelce mukadder olmaz, Allah olacak şeyleri bilmez. O yalnız olanları bilir, insan doğduktan sonra said veya şaki olur.» derdi.
Onun bu görüşü eski feylesofların mezhebidir ki sonraları Basra'lıların da mezhebi haline gelmişti. Kula yaratıcılık isnad etmekle onu âdeta Allah olmak derecesine yükselten bu bâtıl görüş son derece ifrat halindedir. Bu sebeble çabuk inkıraz bulmuş; ehl-i kıble müslümanlar arasında ona sâlik kimse kalmamıştır. Kaderiyye mezhebinde olanlar sonraları Allah'ın kaderine inanmağa başlamışlarsa da hayırn Allah'dan, şerrin başkasından geldiğine inandıklarından Mecusilere benzemekden yine kurtulamamışlardır. Filhakika Ebu'z-Zubeyr, Cabir b. Abdullah (r.anh)'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir Rasulullah (s.a.v.)'de:
«Bu ummetin mecusileri yüce Allah'ın kaderlerini yalanlayan kimselerdir. Bunlar hastalanacak olursa onlara ziyarete gitmeyiniz, ölürlerse cenazelerinde bulunmayınız. Onlarla karşılaşacak olursanız, onlara selam vermeyiniz.» (ibn Mace, I, 35; Ebu Davudi, IV, 222) buyurarak onları Mecusîlere benzetmiştir."
Ayrıca bu hadîsi Ebû Hazım, îbni Ömer (r.anh)'dan da rivayet etmiştir.
(Sunen-i Ebu Davud. Kitabu's Sunne, Babu'l-Kader. C. 2, s. 524)

Yine İbn Mace, İbn Abbas ve Cabir'den şöyle dediklerini rivayet etmektedir: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Ummetimden iki sınıf insan vardır ki onların İslam'dan herhangi bir payları yoktur. Bunlar murcie ile kaderiyedir. "
(İbn Mâce, I, 28; Tirmizi, IV, 454)

en-Nehhas senedini kaydederek dedi ki: Bize İbrahim b. Şerik el-Kuft anlattı, dedi ki: Bize Ukbe b. Mukrem ed- Abbillah anlattı, dedi ki: Bize Yunus b. Bukeyr, Said b. Meysere'den anlattı. O Enes'ten dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Hayır da, şer de bizim elimizdedir, diyen kaderiyenin benim şefaatimden herhangi bir payları yoktur. Ben de onlardan değilim, onlar da benden değildir. "
(Deylemi, Firdeus, III, 23S)

Ebu Hurayra (r.anh) dedi ki: Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"
Kadere iman üzüntü ve kederi giderir."
(İbn Hacer d-Askalani, Lisanu'l-Mizan, II, 12 de bu hadisin es-Seri b. Asım b. Sehf'in ortaya çıkarttığı "helalar'dan biri olduğunu söylemektedir)

Hadîsi Ebu Davud «Sunen»inde, Hâkim de «e1 -Mustedrak»inde tahriç etmişlerdir. Hâkim:
«Eğer Ebû Hâzim'in, İbni Ömer'den işittiği doğru ise; bu hadîs Şeyhey'nin şartı üzere sahilidir.» demektedir.
Hattâbı diyor ki:
«Peygamber (s.a.v.)'in Kaderiyye'yi Mecusilere benzetmesi mezhebleri, nur ve karanlık aslına kail olan Mecûsilerin mezhebine benzediği içindir. Zira Mecusiler hayrı yaradanın nur, şerri yaradanın da karanlık olduğuna kaildirler. Böylelikle onlar iki ilâha taparlar. Kaderiyye'nin hali de öyledir. Onlar da hayrı Allah'a, şerri başkasına izafe ederler. Halbuki hayır ve şerrin her ikisini yaratan Allahu Teâlâ'dır.

Cebriyye; Bunlar tamamiyle Kaderiyye'nin zıddına olarak: «Her şey kaza kadere bağlıdır. Kulun elinde hiç bir şey yoktur. Fiili, ihtiyar ve kudreti yaratan Allah'dır.» derler. Kula irâde-i cûz'iyye tanımadıkları için onlarca kul kendiliğinden iman etmeğe bile kâadir değildir. Allah kime iman ettirirse o mu'min, kime iman ettirmezse o da kâfir olur.
Görülüyor ki bunlar da Allah'ı tenzih edelim derken müthiş bir tefrite saplanıyor ve farkına varmadan ona (hâşâ) zalimlik isnâd ediyorlar. Öyle ya! Kulun hiç bir ihtiyarı yoksa Ebu Cehil:
«Benim ne kabahatim var yâ Rabbi? Beni sen kâfir yarattın, küfrüm de bana değil sana aittir. Çünkü benim elimde hiç bir şey yoktu. Sen nasıl diledinse öyle halkettin. O halde beni niçin azâb ediyorsun? Bu bir zulum değil midir?» diye Allah'a i'tiraz etmez mi?

Hattabi, Cebriyye'yi kasdederek şunları söylemiştir: «Bir çok insanlar kaza ve kaderin ma'nası: Allahu Teâlâ'nın, takdir ve kaza buyurduğu hususlara kulunu kahr-u icbar etmesidir sanırlar. Halbuki mesele onların zannettiği gibi değildir. Kaza ve kader, kulun ne amelde bulunacağını Allahu Teâlâ'nın evvelden bildiğini bu amellerin onun takdiriyle meydana geldiğini, onların hayır ve şerrini Allah'ın halk ettiğini haber vermekten ibarettir.»

«Ben onlardan beriyim; onlar da benden beridirler, ilâhir...» diye konuşması, Kaderilerin küfrüne kail olduğuna delildir. Kâadi Iyâz bu sözün kaderi inkâr eden eski kaderiyye hakkında söylendiğine kaildir. O böyleleri için: «Hilâfsız kâfirdirler.» diyor.


İlgili Konu :

Dua Kaderi Değiştirir mi?

https://www.islam-tr.org/konu/dua-kaderi-degistirir-mi.21212/#post-149736
 
Üst Ana Sayfa Alt