TASAVVUFÇULARIN BABALARI
======================================================
Somuncu Baba
Hamidettin-i Aksarayi hazretleri Yıldırım Beyazıt zamanında Bursa'da ekmek yapar satardı. Onun ekmeklerini şehir halkı âdeta yağmalarcasına alırlardı. Nasıl bir hamur yoğuruyordu da, bu derece lezzetli ekmek yapıyordu, bu kimsenin malumu değil onun
"Somunlar ... Mümünler ..." diye sokak aralarına, tatlı tatlı dökülen sesini duyunca , bütün Bursalı'lar birbirine girerdi.
Böylece Ulu Camii yapılırken orada çalışan işçilere kendi fırnında yaptığı somunlarını getirir ve dağıtırdı. O küçücük fırınında yapılan somunlar işçilere yeter ve herkes o somunlardan rızıklanırdı. Camide çalışan işçiler yemek saatinin gelmesini ve somuncubabalarının onlara taptaze sıcacık ve leziz somunlarından getirmesini dört gözle bekler, öğle saatini kollardı.
Nihayet Ulu Camii inşaatı bittiğinde; Yıldırım Beyazıt Emir Sultan Hz. lerine ilk hutbeyi okumasını söyler. Emir Sultan Hz. Padişah'a burada Hamidettin-i Aksarayi hazretlerinin ikamet ettiğini ve o varken hutbeyi okumanın kendisine düşmeyeceğini anlatır. Padişah'ta Somuncu baba'nın okumasını kendisinden rica etmesini söyler. Ve nihayet Israrlara dayanamayan Somuncu baba hutbeye çıkar.
Hutbe'de Fatiha süresinin yedi farklı tefsirini yapar. Tefsir bittikten sonra;
"Fatiha süresinin ilk tefsirini bütün cemaat anlar,
ikinci tefsiri cemaatin büyük bir kısmı anlar,
üçüncü tefsiri cemaatin yarısı anlar,
dördüncü tefsirini cemmatin küçük bir kısmı anlar,
beşinci tefsiri cemaatin çok azı anlar,
altıncı tefsiri birkaç kişi anlar,
ve yedinci tefsiri sadece kendisi anlar"
Cemaat Somuncu babalarının ne kadar büyük bir Allah dostu Evliya olduğunu görünce cami çıkışında onun elini öpmek isterler. O mübarek Zat cemaat'in isteğini kıramaz ve Ulu Camiin üç kapısından çıkan cemaat'e elini öptürür. Böylece bütün cemaat Hazret'in elini öpme şerefine nail olur.
Artık dağılmaya başlayan cemaat kendi aralarında konuşurken kendilerinin somuncu babanın elini öptüğünü anlatırken birden farklı kapılardan çıktıkları halde elini öptüklerini anlarlar. Kendilerinin Somuncu babalarının kerametini görünce Somuncu babalarına koşarlar. Oradaki görevi biten Hazret artık gitmiştir. O günden sonra bir daha Bursa yakınlarında görülmez. Hamidettin-i Aksarayi Hazretleri Soluğu Kayseri'de alır.
Sürç-ü lisan ettikse affola.
===================================================================
ZİYARET MEKANLARI
Bazı mekanların ziyaretleri Roma'dan günümüze İstanbul folklorunda önemli bir yer işgal eder. Bu mekanlar adak adamak, dilek tutmak veya bir sıkıntıdan kurtulmak gayesi ile ziyaret edilir. Ziyaret edilen bu mekanlar arasında kutsal kabul edilen bazı kimselere ait mezarlar, sularının şifalı olduğuna inanılan kuyular ile dileklerin kabul olunup olunmayacagının öğrenilebildiği yerler olarak değerlendirilen dilek kuyuları başta gelmektedir.
Eskiden çok daha fazla önem atfedilen ve herbiri için farklı ziyaret usul ve tören geleneğinin bulunduğu bu yerler, günümüzde de insanların umut içerisinde gittikleri mekanlar olma özelliklerini sürdürmektedir.
EYYUB SULTAN TÜRBESİ
Eyüp Sultan Camii'nin yanındadır. Hz. Muhammed'in ordusunda sancaktar olup, İstanbul'un muhasarası sırasında şehit olan Hz. Eyyub E1-Ensari'nin mezarıdır. Mezar fetihten sonra bulunmuş ve üzerindeki türbe 1459 yılında cami ile birlikte inşa edilmiştir.
Dışı çinilerle süslü türbe özellikle Cuma, kandil ve bayram günleri ziyaretçilerle dolup taşar. İşleri ters gidenler, kısmetini açtırmak isteyen kızlar, yeni evlenenler, sünnet olanlar ve çeşitli dilekleri olanlar türbenin önünde dua eder ve çevresini üç defa dolaşırlar. Türbenin ayak ucunda bulunan suyun kalp hastalığına şifa olduğuna inanılır. Eyüp Sultan'da dilek tutanlar çeşitli adaklar adarlar (yiyecek dagıtmak, kurban kesmek vs.) ve dilekleri gerçekleşenler bu adaklan fakir insanlara dağıtırlar.
SAHABE KABİRLERİ
Peygamber Hz. Muhammed'i görmüş, O'nu dinlemiş Müslümanlar "sahabe" olarak isimlendirilir. Sahabelere, Peygamberi görmüş ve O'nun sesini duymuş olmalarından ötürü Müslümanlarca büyük saygı duyulmaktadır.
İstanbul'da mezarları bulunan sahabeler Bizans döneminde Emevi veya Abbasi ordularıyla birlikte,şehri fethetmek için buraya gelmişlerdir. Daha sonra çeşitli nedenlerle hayatlannı kaybetmişler ve İstanbul'a gömülmüşlerdir.
İstanbul Osmanlı'larca fethedildikten sonra bu sahabelerin mezarları tesbit edilmiş ve üzerlerine türbe ve mescitler inşa ettirilmiştir. Mezarı ilk tesbit edilen sahabe Hz. Eyyub el-Ensari'dir Günümüzde mezarının üstünde bir türbe ve külliye vardır. (Eyüp Sultan Külliyesi).
Bunun dışında İstanbul'da, tesbit edilebilen 28 tane daha sahabe kabri vardır. Bunların 9'u Ayvansaray'da surların dibinde, 4'ü Eyüp semtinde, 3'ü Karaköy Yeraltı Camii'nde, 1'i Karacaahmet Mezarlığı'nda,12'si ise Suriçi bölgesindedir.
Bu kabirler, başta Eyüp Sultan olmak üzere, Müslüman halk tarafından kutsal kabul edilmekte ve sık sık ziyaret edilmektedir.
MERKEZ EFENDİ TÜRBESİ
Bu ziyaretgah Zeytinburnu Mevlanakapı'da, Merkez Efendi Mahallesi'nde yer alır. Burası Halveti Tarikatı Şeyhlerinden Merkez Efendi'nin tekke ve türbesinin bulunduğu yerdir. Tekkenin bahçesinde bulunan niyet kuyusu, yüzyıllar boyunca çok popüler bir ziyaretgah olmuştur. İnanışa göre, bir dileği olanlar bu kuyudan taş alırlar. Daha sonra dilek gerçekleşince alınan taş kuyuya geri bırakılır.
Cumhuriyet'ten sonra bütün diğerleri gibi Merkez Efendi Tekkesi de kapatılmış ve bu inanışın önüne geçebilmek için kuyunun ağzı demir kapakla örtülmüştür. Buna rağmen hala insanlar türbeyi ziyaret etmektedir.
HIRKA-İ ŞERİF
Hz. Muhammed'in kullandığı eşyalar Müslümanlar tarafından kutsal kabul edilmektedir. Bunlardan biri olan peygamberimizin hırkası da, Sultan Abdülmecid tarafından 1851'de yaptırılan, Fatih İlçesinde, camiyle aynı adı taşıyan semtte bulunan Hırka-i Şerif Camii'nde muhafaza edilmektedir.
Bu hırka Ramazan'ın 15-27. günleri arasında ziyarete açılmakta ve cami özellikle bu günlerde ziyaretçi akınına uğramaktadır.
AZİZ MAHMUD HÜDAİ TÜRBESİ
Üsküdar'da Doğancılar semtindedir. Aziz Mahmud Hüdai, Celveti tarikatinin kurucusu ve önemli bir mutasavvıftır. Aziz Mahmud Hüdai'nin "ben öldükten sonra mezarımı ziyaret edenlerin ölümü denizden olmasın ve duaları kabul olsun" şeklinde dua ettiğine dair inanç nedeniyle kendi adını taşıyan külliyesinin içinde yer alan türbesi halkın sıkça ziyaret ettiği bir mekandır.
SÜMBÜL EFENDİ TÜRBESİ
Bu ziyaretgah, Kocamustafapaşa semtinin merkezindeki, Kocamustafapaşa Külliyesi'ne dahil Sümbül Efendi Türbesi'dir. Bu türbe Halveti .Tarikatı'nın Sümbülilik kolunun kurucusu Sümbül Efendi'ye aittir. Bu türbe ve türbenin yanındaki dilek kuyusu İstanbul ziyaret kültüründe önemli bir yer tutar. Bir hastalığı veya dileği olanlar tarafından özellikle her ayın ilk Cuma günü ziyaret edilir.
YAVEDUD SULTAN TÜRBESİ
Ayvansaray'da, Yavedud Caddesi üzerinde bulunmaktadır. Buradaki türbede yatan zat, halk arasında Yavedud Sultan adıyla tanınan Şeyh Abdulvedud Efendi'dir. Bu zatın Buhara veya Şam'dan gelerek İstanbul'un fethine katıldığı ve bu esnada bazı kerametler gösterdiği rivayet edilir. Bu nedenle türbesi öldüğü zamandan günümüze kadar İstanbul'un önemli ziyaret yerlerinden biri olmuştur.
TELLİ BABA TÜRBESİ
Rumelikavağı'nda bulunan Telli Baba Türbesi'nin yapım tarihi ve burda yatan zatın kim olduğu bilinmemektedir. Ancak İstanbul'un en popüler ziyaretgahlarından biridir. Evlenmek isteyen gençler veya aileleri burayı ziyaret edip, gelin teli adarlar. Dilekleri gerçekleşenler düğün öncesi türbeye tekrar gelip adadıkları teli bırakırlar. Bu yüzden türbe gelinlik ve damatlıklarıyla ziyarete gelen genç çiftlerle dolup taşmakta, türbe ise gelin telleri ile süslü ilginç bir görüntü sunmaktadır.
HELVACI BABA
Şehzade Külliyesi'nin avlusunda yer alan boş bir mezardır. Halk arasında Helvacı Baba olarak bilinen ve sıkça ziyaret edilen zatın mezarı, ziyaretleri engelleyebilmek maksadıyla 1960 veya 1961 senesinde gizlice açılmış ve kemikler bilinmeyen bir yere nakledilmiştir. Fakat buna rağmen özellikle Cuma günleri hala yoğun bir ziyaretçi grubu tarafından bu boş mezara gelinmekte, dilek tutulmakta ve bu dilekler kabul olunsun diye fakirlere ve yoldan geçenlere helva dağıtılmaktadır.
YUŞA TEPESİ
Beykoz İlçesi'nde, İstanbul'un en yüksek tepesinde gömülü olan zatın Yuşa Peygamber olduğuna inanılmaktadır. Bu inanışı doğruluyacak hçbir belge olmamakla birlikte, yine de halk arasında buraya büyük bir ilgi vardır.Yuşa Tepesi’ndeki bu türbe her türlü sıkıntı ve dilek için ziyaret edilmekte ve adak adanmaktadır.Daha sonra dilekleri gerçekleşenler adaklarını geciktirmeden yerine getirmektedir.
================================================================
YAŞAR ÇORUHLU : Azerbaycan’ın Mereze Köyü’nde Diri Baba Türbesi
20 Temmuz 1997 yılında incelemelerde bulunduğumuz, Diri Baba Türbesi, gerek planı gerekse içinde yer aldığı mimari gelenek bakımından önemli bir mimari eserdir.
Elimizdeki kitabe metnine göre H. 805 (M. 1402 - 1403 ) yılında ve Şeyh İbrahim Han zamanında inşa edilmiş bu yapının mimarının ismi tam olarak bilinmemektedir. Mimarın adının yer aldığı madalyonlardaki tahribattan dolayı, onun isminin "bin üstad hacı" bölümünü ve dolayısıyla sadece babasının ismini öğrenebiliyoruz.
Türbe binası inşa edildikten sonraki yüzyıllar içerisinde çok tahrip olmuş ve nihayet 1955 yılında bir restorasyon projesi hazırlanarak, onarılmış ve bugünkü şekline kavuşmuştur.
Bir vadiye bakan yamaçta bulunan mimari eser, kesme taşla inşa edilmiş, sade fakat sağlam görünüşte bir yapıdır. Alttaki , dört ana yöne doğru genişletilmiş tonozlu bir esas mekandan oluşan, üst kattâ ise tromplu kubbeli bir salona sahip iki katlı bir yapıdır. Üst katta ayrıca kayanın içine oyulmuş bir oda (mağara) vardır. Buradan bir merdivenle kubbe eteğine ve türbenin sırtını yasladığı kayalıklara ulaşılmaktadır.
Diri Baba Türbesi'nin Asya Türk mimarisindeki en yakın örneği , Türkmenistan'da Rabat-Ferava civarındaki Parav Bibi Türbe-Mescididir.
Bununla birlikte kısmen kaya içine oyulmuş ve kısmen kaya dışına yapılmış mimari eserler, İslamiyetten önceki Türk Budist mimarisi veya Orta Asya Budist mimarisinde bilhassa kayalara oyulmuş mağara tapınakları olarak da karşımıza çıkmaktadır.
================================================================
KUTSAL BABALAR LİSTESİ
Kaymak baba
Telli baba
Helvacı baba
Düzgün baba
Murat baba
İmam Efendi baba
Fatih Ahmet baba
Midilli baba
Garip Baba
Mah Baba
Gözcü Baba
Buhur Baba
Ali Mansur Baba
Seyit Ali Baba
Çoban Baba
=================================================================
MİDİLLİ BABA TÜRBESİ
Gülabibey Camisi’nin güneyinde,Abdülbaki Ertuğrul’un
evinin bahçesinin içerisindedir.Halk tarafından “Midilli
Baba Türbesi”diye anılır. Kim olduğu ve nereden geldiği hususunda hiçbir bilgi yoktur.
Şimdi ancak bir bölüm duvarı ve yarım kubbe tarzında olduğunun zar-zor anlaşılmasına yarayan kubbe parçasından küçük bir taş yığını kalabilmiştir.Eskiden çarşıya bakan bir giriş kapısı varmış,oradan mezarın olduğu alttaki bölüme girilirmiş.Ama şimdi ne kapısı belli,ne de kubbesi belli.Dört tarafı yıkık ve harab haliyle yanından geçenlerin, burada bir türbe olduğunu farkedemeyecekleri kadar kaybolmuş.Üst tarafı yol seviyesinden biraz yukarıda düz bir çimen ve birkaç taştan ibaret bir halde.Yanında kocaman bir ceviz ağacının gölgesinde,türab halinden türbe haline geleceği günü bekler gibi.
==============================================================
İSKENDER BABA TÜRBESİ
İlçe merkezinde Mektepönü Mahallesinde,yolun altında Fikri Erol’un bahçesinin içinde bir türbedir.Türbenin kime ait olduğu ve ne zaman yapıldığı hususunda pek bir bilgi yoktur.Yoldan bakıldığında pek belli olmayan türbe iki bölmeden müteşekkil.Cami yönündeki kapısından zorla içeri girilen bölüm, eskiden küçük mescit gibi kullanılır,Kur’an okunurmuş.Oradan bir girişle geçilen iç odada ise iki adet mezar varmış.
Nüfus Müdürü Fikri Bey,bu mezarların başında şamdan olduğunu söyledi, fakat biz gittiğimizde görememiştik.Zaten birinci odanın kubbesi yol tarafından çökmüş ve içine taş toprak dolmuş durumda.Üst kısmı da kubbeden bir eser kalmamış ve bir yığıntıya dönüşmüş gibi duruyor.
================================================================
GÜL BABA’NIN ÜLKESİ
Macaristan , Yahya Kemal’in “bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik” mısralarının ilham kaynağı... Macaristan. Tuna kıyısında Osmanlı askerlerinin deli deli akan mavi suya “Akma Tuna akma ben bir dertliyim” diye dert döktüğü anıların ülkesi. Macaristan,1526’da Osmanlı’nın hakimiyetine girdi. Bu tarihten itibaren 145 yıl boyunca bölgede kendine özgü bir Balkan-İslam ortamı oluştu ve Macar topraklarının çehresi yeni bir karakter kazandı. Zigetvar’da, Mohaç’ta, Estergon’da atalarımız at bindiler... Şimdi bile Macaristan topraklarında nereye gitseniz ecdat topraktan doğrulup karşınıza çıkacak gibi. Kanuni Sultan Süleyman Macaristan topraklarında, Zigetvar’da şehit düştü. Şimdi onun iç organlarının bulunduğu mezarının olduğu yer Türk-Macar Dostluk Parkı ismiyle ebediyete uzanıyor. Osmanlı’nın Kanuni Sultan Süleyman’dan sonra eski gücünü kaybetmeye başlamasıyla Macar toprakları da elinden çıktı. Bu tarihten itibaren de bölge halkı savaş ve istilalardan başını kaldıramadı. Bugün ise Macaristan özgürlüğün tadını çıkarıyor. Ve Macaristan, sanatı, mimarisi, tarihi, yeşili ve sevecen halkıyla konuklarını gururla ağırlıyor... Orta Avrupa’nın tarih boyunca iştiyakla sevilmiş, iştahla kuşatılmış şehri Budapeşte’deyiz. Tarihin mühürlediği Budapeşte, ne dünkü güzelliğinden bir şey kaybetmiş, ne de gelecekte kaybedeceğe benziyor. Renk renk köprüler Buda ile Peşte’yi birbirine bağlıyor. Ve bu köprülerin altından bir çok savaşa şahitlik etmiş, her milletten askerleri serinletmiş aynı zamanda mezar olmuş Tuna akıyor. Tuna, bir çok kimsenin zaman zaman hayallerini kağıttan bir kayık gibi sularına bıraktığı nehir. Arif Nihat Asya’nın şiirinde seslendiği Tuna, bugün kirlerinden kurtulmaya çalışıyor. “Orda evlek evlek havuzların var Burda boynu bükük öksüzlerin var Ey Tuna! EyTuna; susuzların var Suyundan içem de kanam! der ağlar Gider Mustafa Paşa’m“Tuna’m”der ağlar” “Gül Baba” Osmanlı’nın 150 yıla yakın hakimiyetinde kalan Budapeşte’de bize Osmanlı’yı hatırlatacak çok az şey buluyoruz. Bunlardan biri de Gül Baba Türbesi... Gül Baba Türbesi, Budapeşte’de Macarların Rozsadomb dedikleri Gül Tepesi’nin Doğu yamacında küçük bir Türk yapısı. 1997 yılında restorasyonu tamamlanan Gül Baba türbesi gülen yüzüyle ziyaretçilere hoş geldin diyor şimdilerde. Gül Baba türbesine adını veren Gül Baba hakkında değişik rivayetler var. O bir savaşçı mı yoksa dostluk ve hoşgörü temsilcisi bir Bektaşi miydi? Yoksa Gül Baba’nın ismi taşıdığı misyonun remziyle mi bütünleşmişti. Bu konularda kesin bir bilgi yok. Ancak şu kesin; Gül baba, Tuna kıyılarındaki türbesiyle ve türbenin bitişiğindeki tekkesiyle, Türk- Macar halklarının birlikte yaşadığı dönemi hatırlatan hoşgörü abidesi adeta. Buranın ruhaniyeti insanı sarıp sarmalıyor. Macaristan’da Gül Baba demek hoşgörü demek, sevgi demek. Onu içinde Ülkenin her yerinde “Gül Baba” isimli lokantalar, iş yerleri bulabilirsiniz. “ Kahraman Düşmandı, Rahat Uyusun” Budapeşte’de Gül Baba türbesinden başka Buda kalesinin kuşatmasında şehit olmuş ecdadımızın bulunduğu bir mezarlık da var. Ama mezarlık olduğunu yanına iyice yaklaşınca anlıyorsunuz. Çevresi düzenlenmemiş ve ilgi görmemiş. Yalnızca şehitlerimizin mezar taşları var. İlgi bekliyor. Buda’daki son Osmanlı valisinin kabri ise daha bakımlı. Buda kalesinin içinde yer alan mezar taşına Macarların yazdığı yazı onun büyüklüğüne büyüklük katıyor. “Kahraman Düşmandı Rahat Uyusun”. İstanbul’dan 1500 kilometre uzakta Macar, Türk ve daha bir çok milleti adilce yöneten Osmanlı’nın son Buda valisi Abdurrahman Abdi Arnavut Paşa’ nın mezar taşına ayne böyle yazmış Macarlar. Ve Galiçya şehitleri. Budapeşte’de görülmesi gereken yerlerden diğeri. Birinci dünya savaşında Macarlarla birlikte, omuz omuza savaştığımız cepheye gönderdiğimiz Mehmetçikler burada yatıyor. Bir çoğu 17-18 yaşındaki şehitleri ziyaret ederken, bu günlere gelmemiz için herşeylerini verenlere bir kere daha şükran duyuyorsunuz. Macaristan’la ilgili bir kaç satır başı; · Ülkedeki hamamların hemen hemen hepsi Osmanlı yapımı. · 147 yıllık Osmanlı tadrihinde hiç kilise yıkılmamış. · Ancak Osmanlı’dan sonra 80 camiyi yıkmışlır · Macarca’da sakal, fincan, kerem gibi 300’e yakın Türkçe kelime var. · Atilla ismi çok kullanılanlardan. Hunlardan gelen bu ismi cadde adı olarak bile görebilirsiniz. · Bir çok aile “Türk” soyadını kullanıyor. · Ülkede Türkçe öğreten bir dil merkezi., 100 tanede Türkçe öğrenen Macar öğrenci bulunuyor. Ayrıca Türk girişimcilerin açtığı bir de Bugs Bunny adında Türk kreşi var. · Avrupa’nın ilk metrosu Budapeşte’ye yapılmış. · Şehir içinde hiçbir binayı yıkmıyorlar, yalnızca restore ediyorlar. · yapılmış. · Macar-Türk dostluk derneği, Macar-Türk işadamları derneği. Macar-türk öğrenci derneği ülkedeki Türkiye bağlantılı kuruluşlar. · Ülkede 150 bin civarında yabancı yatırımcı bulunuyor. Bunlardan sadece 100 kadarı Türk. · Özelleştirmenin %80’i tamamlanmış. · Macaristan, 2000’de Şengen vizesine geçiyor, 2001’de AB’ye üye oluyor · Enflasyon 6 yıldır %17 civarıda. · Üniversiteler ülkesine Türkiye denklik veriyor.
================================================================
Gül Baba Türbesi ve Heykeli
Türbenin Bulunduğu Yer
Gül Baba’nın Türbesi Macaristan'ın başkenti Budapeşte'de, Tuna nehrinin sağ tarafında yükselen Rózsadomb (Gültepe) semtinde, tepenin doğuya bakan yamacında bulunur. Peşte’den Buda’ya[1] Tuna üzerindeki Margit Köprüsü'nü geçtikten sonra, köprübaşından batıya doğru yaklaşık 100 m. yürüyerek, anayoldan (Margit körút) ayrılıp sağa doğru Török utca (Türk Sokağı) başlar. Küçük ve kısa sokak ucundan Gül Baba utca'dan (Gül Baba Sokağı) tam türbeye kadar gidilir.
Türbenin Mimari Özellikleri
Gül Baba türbesi 3. Budin beylerbeyi Yahyapaşazâde Mehmed Paşa’nın 1543-1548 tarihleri arasında süren beylerbeyliği döneminde yerli inşaat malzemesinden ve büyük ihtimalle yerli inşaat işçileri tarafından yapılmıştır.[2] Plâni çapı altı m.li[3] sekizgen temel üzerine ayaklığa yerleştirilmiş sekizgen düz gövdesi kesme (blok) kum taşlarındandır. Binanın her yüzeyi kare biçiminde nişlerle düzenlenmiştir. Binanın kubbe altındaki kenarı, kesme kireç taşlarındandır. Kubbe ile pandantifleri tuğladan yapılmıştır. Kubbenin çatısı eskiden kurşunla örtülmüştü. Kapısı segment (yayvan) kemerlidir. Aslında giriş kapısı, üzerinde tek bir “Bursa kemeri” biçiminde oluşturduğu demir parmaklı penceresiydi.
Türbenin iç mekânının tek süslemesi sadece gövde duvarlarının sekiz “kör Bursa kemeri”dir. İç duvarları sıvalanmış; dış yüzeyi sıvalanmamıştır. Yazık ki sonraki tamirler sırasında, eski badanası tamamen bozuldu. Çünkü türbenin iç duvarlarında ziyaretçiler tarafından yazılmış güzel gazeller bulunduğunu yazılı kaynaklar bildirirler. [4] Mekân ortasında tek bir sanduka yerleştirildi. Türbede mihrab nişi yoktur.
Eserin Tarihi ve Onarımları
Alman Wernher 1551 tarihli Budin'i ve çevresini de değerlendirdiği yazısında ilk defa türbe ile zaviyeyi (tekke) anar, ama Gül Baba’nın şahsiyetinden hiç söz etmez. Bu kaynak Evliya Çelebi’nin “Seyahatnâme” eserinden yüz yıl önce yazılmıştır.
Evliya önce tekkeden söz eder: “Gül Baba Bektaşi Tekkesi, Veli bey hamamının yanında bağ tepesinde bulunan güzel tekkedir” der; sonra türbeden
“Gül Baba kurşunla kapalı bir kubbe altında çiçekler arasında gömüldü. Sandukası yeşil kumaşla örtüldü, şad başında parlayan Bektaşi tacı var. Etrafını çeşitli Arab ayetlerle süslenir. Ben fakirim de şiirlerimi yazdım...”
diye ayrıntılı bilgi verir.
1660 çevresinde Behram Dimişki Bektaşi tekkesinden bahsederken türbeden hiç söz etmez.
Evliya’nın zamanında bir Alman seyyah Ottendorf, Budin'i geçtikten sonra Gül Baba Türbesi'nden yazarken, Gül Baba’nın ismini Almanca'ya “güllerin babası” (Vater der Rosen) olarak çevirmiştir. Budin şehir planında türbenin tasviri de yer almıştır. Türbenin ilk resmi 1600 tarihli bir akvareldir. Budin'in geri almasından sonra daha çok çizilmiş betimlenmesini tanıyoruz. Arasında Fontana tarafından çizilen türbenin sekizgen plâni ile kubbesini de gösteren betimleme en güzelidir.[5]
Türbe, kentin geri alması için Türkler ve Macarlar arasında süren savaşlarda önemli bir zarar görmedi. Geri aldıktan sonra türbenin bulunduğu yeri Gül Tepesi (Rózsadomb) olduğu gibi Cizvitlerin Buda merkezine tahsis edildi ve türbe de Aziz Jozef’e adanmış olarak şapele dönüştürüldü. Cizvit tarikati 1773’te dağıtıldıktan sonra tarikatın tepedeki gayri menkullerine şehir yönetimi el koyup, sonraları satmıştır.
1861’de Buda Şehir Meclisi, János Wagner ismindeki zata Mecset (Mescit) sokağındaki arsaların almasına ancak “Mescite uğrayanlara ve yıllık ibadetlerini kılmak için gelen Türk papazlarına (!) kendi arsasından geçmelerini” sağlaması şartı ile izin verir. Meclisin türbeyi yanlışlıkla mescit saymasıyla birlikte haclar hâlâ devam etmekteydi.[6]
Wagner, daha sonra türbenin arsasını da satın almış. 1885’te inşaat ustası Lajos Grill, Türkiye Başkonsolosluğu'nca türbenin restorasyonu ile görevlendirilmiştir:
“Bu mezar anıtının duvarlarını içerden ve dışardan düzeltirim, yeni merdiven, pencere ve kapı yaparım, eski tahta kiremitlerle kaplı çatı yapısını söker, yerine pala ile kaplı yeni bir çatı hazırlamaktayım, dolayısıyla bu mezar anıtının uzun bir dönem için herhangi bir tamirine ihtiyacı olmıyacaktır.”[7]
Türbenin onarımları 1867 yılında Sultan Abdülaziz’in girişimi ile bitirmiş. 1914’te Macar Diyanet ve Milli Eğitim Bakanlığı Gül Baba Türbesi'nini “tarihi ve kültürel ehemmiyeti gerekçesiyle” yasayla “korunacak tarihi anıt” olarak ilan etti.[8]
Tarihi anıtın 1915 yılki tamiri ile zemin asıl düzeyine indirilmesine bağlı olarak, antropolog Ord. Prof. Lajos Bartucz’un yönetiminde mezar araştırma kazıları yapıldı. Mezarlarda üç kişinin iskelet kalıntıları bulundu. Bunlardan biri Ortaçağ'dan, 16. yüzyıldan çok daha evvel, ama ikisi 16. yüzyıldan kalmaydı. Bunların arasında boyu 164 cm. olan güçlü bir yaşlı erkek iskelet sahibinin tabutu, türbenin ortasında bulunduğu için de tabutun konumu ve buna paralel yerleştirilmiş iskeletin, Gül Baba’nın ebedi uykusuna Mekke’ye dönük olarak bırakıldığını göstermesi sebebiyle de büyük ihtimalle Gül Baba’ya ait olduğunu araştırmacılarca kabul edildi. Başka bir iskeletin sahibi, doğal bir ölümle ölmemiş. Çünkü göğüs ve kaburga kemiği ile kürek kemiğinde keskin bir aletin saplanmasından doğan ağır yaralanma izleri görünmektedir. Büyük bir olasılıkla 16. yüzyıl sonu ölen bir Türk savaşçısının iskeletidir.
Yaklaşan Ramazan Bayramı nedeniyle mezar kalıntıları “yakın ve uzaklardan gelen hacı ve müminlerin türbede ibadetlerini yapabilmeleri için” aynı yıl temmuz ayında törenle tekrar mezara konmuştur. Uzayan tamir işleri bitince, türbe ancak 1918 yılında müminlere ve hacılara açıldı.[9]
1931’de Gül Baba İslam Cemiyeti, bir sene sonra ise Gül Baba Derneği kuruldu. 1934’te Cenevre'de Milletler Cemiyeti'ndeki dünya Müslümanlarının temsilcisi Suriye prensi emir Arslan Habib, Budapeşte'yi ziyaret edince Gül Baba Türbesi'nin çevresinde inşa edilecek bir Orta Avrupa İslam Merkezi oluşturulmasının planı da ortaya atıldı. 2. Dünya Savaşı nedeniyle bu plan gerçekleşemedi. [10]
Wagner köşkü, 2. Dünya Savaşı'nda bombalanmış, şato yerle bir edilmiş, türbe toprak altında kalmıştı. Ama şato, türbenin daha ağır zarara uğramasını engelledi. Asıl durumunun rekonstrüksiyonu 1960’ta başlandı. 1963'te Macar Hükümeti tarafından türbe onarılmış, şatonun yıkıntıları kısmen temizlenmiştir. Bu esnada türbenin kurtarılması için çeşitli mimari ihaleler düzenlenmiş, ancak bir netice alınamamıştır. [11]
1995 yılında Macar mimar Tamás K. Pintér ve ekibi tarafından hazırlanan proje uygun bulunmuş ve 1996'da Macar Tarihi Anıtlar Koruma Mevzuatı'na ve çevrenin mimari-doğal yapısına da uyumlu, aynı zamanda daha mütevazi bir Gül Baba Türbesi'nin restorasyonuna, çevre düzenlenmesine Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı'nın girişimleri ve maddi desteğiyle başlanmış; büyük toprak yığınlarının altında Wagner Şatosu zamanında mahzen olarak kullanılan Bektaşi tekke ve hücreleri ortaya çıkarılmıştır.
1997’de Budapeşte'yi Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel liderliğinde Türk devlet adamları heyeti ziyaret edince, Gül Baba Türbesi'nin açılış töreni düzenlendi. Türkiye Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Daire Başkanı Mehmet Özel, konuşmasında daha önce yapılmış restorasyonlardan ve yeni biten onarım işlerinden söz etti:
“Gültepe temizlenmiş, 200 kamyondan fazla toprak şehrin dışına atılmış ve bugünkü onarım 14 ayda tamamlanmıştır... Türbenin çevresi Osmanlı mimarisine uygun olarak revaklı yol haline getirilmiş, 64 sütunla çevrilmiştir. Sütunlarda Koca Sinan’ın sütun başlıkları kullanılmıştır. Bahçeye bir Osmanlı çeşmesi ile selsebil yapılmıştır. Ortaya çıkmış Bektaşi tekke ve hücreleri onarılarak Türk kahvesi, okuma ve dinlenme salonları, üstü ise seyir tarası haline getirilmiştir. Türkiye’den getirilen 150 gül fidanı sembol olarak bahçeye dikilmiştir. Kullanılan bütün çiniler 16. asır motiflerinden ve Kütahya’da yaptırılmıştır. Döşeme taşları ise Kayseri’den getirilmiştir.”[12]
Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanı İstemihan Talay da açılış törenindeki konuşmasında:
“Balkanlarda birçok Türk eseri yok edilirken, Macaristan’daki eserlerin pek çoğu korunmuştur. Bu yüce anlayış dolayısıyla Macar dostlarımıza Türk ulusunun şükranlarını sunuyorum. Gül Baba Türbesi Avrupa’da Türkiye Cumhuriyeti’nin restore etmesine izin verilmiş ilk Türk mimari eseri olması bakımından da önemlidir...“ [13]
dedi.
Türbenin açılış töreninde Gül Baba’nın başında gülü ve elinde şiir demeti ile yapılan heykelini de açıldı.
Gül Baba'nın Şahsiyeti [14]
Gül Baba kimdi?
Bir savaşçı mıydı?
Dostluk ve hoşgörü dolu bir Bektaşi miydi?
Nerede yaşamış, nerede ölmüştü?
Bu soruların cevapları değişik tarih kaynaklarında değişik şekillerde yer alıyor.
Gül Baba hakkındaki bilgileri 1663’te Budin’i ziyaret eden Evliya Çelebi'den öğrendik. Gül Baba’yı 15. yüzyıl sonlarıyla 16. yüzyıl başlarında yaşamış bir şair Bektaşi dervişi diye anlatıyor[15] ve Budin Kalesi'ni Kanunî Sultan Süleyman, paşaya verince “Gül Baba, Budin’in bekçisidir. Onun bakınıni muhafaza edin!” diye de buyruk çıkardığını kaydediyor.[16] Mezarının Budin’de bir çiçekli bahçe içinde, kurşun örtülü bir kubbede olduğunu söylüyor. Birkaç kaynak Evliya Çelebi'nin doğum yerinin Merzifon’da olduğunu söylüyor. Kendisi Seyahatnâme'sinde Gül Baba’nın da “Türklerin Türk'ü”nün Ahmed Yesevi sülâlesinden, babası Derviş[17] Mohammed Zilli'nin ise Merzifonlu[18] olduğunu yazdı:
“Doğum yeri Sivas eyaletindeki Merzifun. Budin fethedildiği zaman Süleyman han yanındaydı, ve camide ilk namaz kıldığı zaman vasiyetnâmesinden sonra, vefat etti. İkiyüzbin askerlerden oluşan topluluk hemen üzerinde namaz kıldı, tabudunu Süleyman kendisi götürdü. Şímdi parlayan mezarında yatar.”
diye kaydediyor.[19] Sonra:
“Babam bana söylediği rivayetinde, Müslüman ordusu o cuma günü o kadar çok sayılıydı, ki yalnız kaleyi değil, dışarda bir saat mesafeye uzanan dağları ve bağları Gül Baba Tepesi'ne kadar doldurdu. Burada ilk defa Gül Baba vefat etti, ve Süleyman han namaza hazırlanınca, (Gül Baba için) Ebu Suud Efendi namazını kıldıktan sonra Budin toprağı içine gömüldü. Gül Baba Bektasi fakırların birisiydi, Fatih, Beyazit, Selim ve Süleyman hanlar beraber ile bütün savaşta mevcut oldu. Gül Baba Peygamber’in ailesindendi; Allah mezarini takdis etsin!”
diye yazıyor.[20] Bu yazılı kaynaktaki zatın Budin (Buda) şehrinde yaşamış, Kanunî Sultan Süleyman’ın da onu büyük saygı gösterdiği bilinmektedir.
Gül Baba'ya Evliya Çelebi mümkün olamayak bir şekilde çok uzun bir ömür biçmiştir. Çünkü Fatih ilk defa 1444-1446 arasında, babası öldükten sonra da 1451-1481’e kadar hüküm sürdü; ama Gül Baba Budin Kalesi'ni fethedildiği 1541’de öldü.[21]
20. yüzyıla kadar Evliya Çelebi Seyahatnâmesi'nden başka bir kaynak ele geçirmemiş, ama 1935 yılında Türkiye'de Isparta ilinin Uluborlu ilçesinde bağlı İlegüp köyünde bulunan bir tarihî kayıtta asıl adı Cafer olan Gül Baba’nın, Kanunî Sultan Süleyman’ın daveti üzerine Budin seferine katıldığı bildiriliyor.
Alman Theodor Menzel Bektaşi tekkesi şeyhinin işaret olarak tacında gül taşıdığı için kendisine Gül Baba dendiğini yazıyor.[22] Evliya Çelebi de erenin başında Bektaşi dervişlerin parlak tacının bulunduğunu yazmaktaydı. Bu tac ya da arakiye Bektaşi dervişlerinin ve genelde sofilerin en önemli simgelerinden olup, sofi dünya görünüşünün özünü ifade etmektedir: İçi sır, dışı ışık, iğnesi hoca, ipliği talebe, kubbesi Allah, oniki dilimi Oniki İmam, mührü Muhammed-Ali'dir. Tac baştaki alt ve bunun üzerinden üst kısımdan ibarettir. Yarım küre şeklindeki üst kısmın kaç dilimden oluştuğuna bağlı olarak ayrı ayrı anlamlara sahiptir: Bir dilim Allah’ın tek Tanrı olduğunu; yedi dilim göğü; oniki dilim ise Oniki İmamı ya da Kelime-i Tevhid’deki oniki harfi simgelemektedir. Tacdaki gül, yani küre şeklinde kumaş parçası, tek hakikat olan Tanrı'yı sembolize etmekte, fakat aydınlananların mührü olarak da saymaktadır. [23]
Ünlü Macar türkolog Gyula Németh’in, gül sözcüğünün gülmek eyleminin emir şekli olduğunu belirterek Gül Baba lakabını gülmekle açıkladığını biliyoruz.
Gül Baba’nın efsanevî hayatı Danimarkali yazar Andersen tarafından kaleme almıştır. Macar besteci Jenő Huszka, Gül Baba adlı bir operet bestelemiştir.[24]
Gül Baba Heykeli
Heykelin bulunduğu yer Macaristan'da, Törökkopány (Türk Kaplan?) köyündedir. Köyün isminde yer alan Macar “török” sözü, Türkçede Türk demektir. Osmanlıların döneminde Koppány ismin önüne yapıştırıldı. Köy Macaristan’ın Tuna ötesindeki (Dunántúl) bölgesinde Somogy ilinde, Balaton gölünden güneye yaklaşık 30 km.de bulunur. Köyün ismini Evliya Çelebi kalesinden ve kapılarından söylerken Seyahatnâme'sinde de anar.
Köyün bugünkü arsa ve sokak isimlerinin çoğu Türk asıllıdır. Örneğin: Török kút (Türk kuyu) a Csesme dűlő (çeşme arsası) Hodzsa kert (hoca bağçesi), Bég útja (Bey’in yolu), Baba dağ (Baba dağ) vs. Türk kuyu çeşme arsası da köyden 2-3 km. uzakta güzel bir orman içinde bulunur, pınarın arı suyunu blok taşlarıyla karışmış tuğlalardan olusturduğu kemerli niş koruyor. Yakınında ahşap masalar ile banklar yerleştirilmiş, güzel bir piknik yeridir.
12 Ağustos 2001 tarihinde Törökkopány köyünün merkezinde bir alana "Gül Baba Alanı" adı verildi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin armağan ettiği, heykeltıraş Metin Yurdanur’un daha önceki günlerde yerleştirilmiş eseri olan Gül Baba heykelinin açılış töreni yapıldı.
Şimdi Törökkopány köyünde Roma Katolik kilisesi ve yanına yenileştirilmiş güzel bir sebilin tam karşısında, Belediye Binası’nın yakınında, anayolun bir köşebaşında Gül Baba’nın göz kamaştırıcı heykeli yükseliyor. Heykel çiçeklerle çevrilmiştir ve arka planda gül bahçesi vardır.
Özet
Gül Baba beş asırdır düşünceleriyle var olmaya devam etmiştir. Bugünkü dünyada eksikliğini hissettiğimiz sevginin, dostluğun ve “incinsen de incitme” felsefesinin düşünürüdür. Gül Baba Türbesi sadece tarihî değil, aynı zamanda insanlığın kardeşliğini ve barış arzusunu temsil etmektedir. Gül Baba, Ahmed Yesevî, Mevlana, Yunus Emre ve Hacı Bektaş Veli çizgisinin Avrupa'daki uzantısıdır. Gül Baba ve temsilcisi olduğu çizgi, “diğerkâmlığın” yüceliğini bizlere öğretmektedir. Diğer bir deyişle, dünyaya bizden farklı olanın “öteki”nin gözüyle bakabilmeyi salık vermektedir. Dünyaya, “öteki”nin, bizden farklı olanın gözüyle bakabilmeyi öğrendiğimiz taktirde, “biz ve onlar” söyleminin ayrımcı duvarlarını yıkabiliriz. Birbirimize saygı göstermeyi ve kalıcı dünya barışını ancak bu zeminde kurabiliriz. Gül Baba işte bu hoşgörü çağrısını seslendiren ululardan biridir.[25]
Gül Baba asırlardır güzelliği, hoşgörüsü ile herkesi kendisine hayran bırakmış, gerek Macar Hıristiyan gerek Türk Müslüman halkı açısından bir efsane ve gönül kahramanı olmuştur.
Zebân-ı bülbül-i bâğ zikr ü senadur
Dil âyîne-i hüsn-i sıdk u saâdur
Beni bî-dil ü bî zebân koyma yâ Rabb
Ki bî dillik ü bî zebanlık belâdur. [26]
==================================================================
TÜRBELER
Yeşil Türbe (Kubbe-İ Hadra)
Dört fil ayağı sütun üzerine bir Selçuklu şaheseridir. Kubbeyi hadranın ve kalkmalı dıştan 16 dilimli bir külahı vardır. Külahla silindir gövdenin birleştiği yerde Ayet-Ül Kürsi yazılıdır. Kubbe muhtelif motifler süsü ve kufi ayetlerle bezenmiştir. Kubbenin altında Mevlâna ve Sultan Veled yatmaktadır. Mezar üzerinde en son Abdülhamit II.'nın hediye ettiği altın sim işli bir puşide örtülüdür. Kubbenin doğusunda Sultan-Ül - Ülema'nın kabri bulunmaktadır. Selçuklu ağaç işlemeciliğinin bir şaheseri olan sandukası yüksekçedir. Arka cephesi görülmediğinden ayakta imiş hissini verir. Bu sanduka Mevlâna için yapılmış, bilahare babasının üzerine kaldırılmıştır.
Sultanlar Türbesi
Alaeddin Camii içinde kuzeyde, klasik Selçuklu türbeleri tipindedir. Gövdesi kesme taşlardan on yüzlü prizma şeklinde yükselmiş, üzeri tuğladan on köşeli bir pramitle örtülmüştür. Türbe, Sultan Kılınçaslan tarafından yaptırılmıştır. Türbede sekiz çinili sanduka vardır. Aşağıda isimleri yazılı Selçuklu Sultanları; Sultan Mesud I, Kılınçaslan II, Rükneddin Süleymen II, Gıyaseddin Keyhüsrev I, Alaeddin Keykubat I, Gıyaseddin Keyhüsrev II, Kılınçaslan IV, Gıyaseddin Keyhüsrev III medfun bulunmaktadır.
Tavus baba Türbesi
Konya'nın tarihi bir mesire yeri olan Meram'dadır. I. Alaeddin Kuykubat Devrinde Konya'da ölmüş olan Şeyh Tavus Mehmet-el Hindi'ye aittir. Taş ve tuğladan yapılmış, tonas kubbeli sade bir eserdir.
Ateş-Baz Veli Türbesi
Eski Meram yolu üzerindedir. Klasik Selçuklu Kümbetleri tipindedir. Türbe 1285 yılında ölen Mevlevi Ateş-Baz Yusuf'a aittir. Kesme taşlardan sekiz köşeli gövde sekizgen pramit tuğla örtülü bir külahla yapıştırılmıştır. Taş söveli kemerli kapısının altında mezar mahsenine inilen bir de kapısı mevcuttur.
Gömeç Hatun Türbesi
Musalla Mezarlığındadır. Selçuklu türbeleri arasında değişik bir karakteri vardır. Bodrum, sivri kemerli beşik tonozlu bir eyvandan müteşekkildir. Büyük bir kısmı kesme taştan, geri kalan kısmı ise tuğladan örülmüştür. Dış görünüşü itibariyle bir kaleyi andırmaktadır. Eyvan kemerlerin içinde mozayiklerle süslenmiştir. Türbenin Anadolu Selçuklu Sultanı Rükneddin Kılıç Aslan'ın karısı IV. Gömeç Hatun'a ait olduğu söylenmektedir.
Kesikbaş Türbesi
Kalenderhane Mahallesindedir. Kime ait olduğu bilinmemektedir. Klasik Selçuklu türbe örneklerine uygun olarak yapılmıştır. Sekizgen bir kaidesi ve gövdesi vardır. Sekizgen bir pramitle örtülmüştür.
Tahir İle Zühre Türbe Ve Mescidi
Beyhekim mahallesindedir. Türbe halk hikayelerine geçmiş Tahir ile Zühre'ye aittir. Tuğla örtülü bir kubbe olarak yapılmıştır. Mescidin doğusunda tuğla moziyiklerle küçük portale oradan çapraz kubbeli bir dehlize oradan da bir kapı ile mescide geçilmektedir. Türbenin alçı relyeflerle süslü bir mihrabı vardır.
Emir Nurettin Türbesi
Sephavan mahallesindedidr. Selçuklu emiri Nurettin'e aittir. Sekiz köşeli bir plan üzerine kesme taşlarla yapılmış ve sekizgen bir külahla üzeri kapatılmıştır.
Taç-Ül Vezir Türbesi
Dede Bahçesi civarındadır. (Kültür Fuarı) Klasik Selçuklu kümbetleri tipinde bir külliyeye dahil olarak yapılmıştır. Bu gün külliyede yalnız türbe kalmıştır. Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat I, Gıyasettin Keyhüsrev II , emirlerden Taç- Ül Vezir Seyit tarafından sekizgen bir gövde üzerine sekizgen bir pramit külahtan tuğla ile yaptırılmıştır. İçerisi sekizgen nişle süslenmiş, yuvarlak bir kubbe ile örtülmüştür.
Ali Gav Zaviyesi Ve Türbesi
Tarla mahallesindedir. XIV. yüzyılda inşa edilmiş, medresede bulunan bir zaviyesidir. XV. yüzyılda yaşamış Hacı Bayram-ı Veli ahvalinden Ali Gav Baba metfundur. Eyvanı ve dört odası vardır.
Burhaneddin Fakih Türbesi
Burhandede mahallesindedir. 1454 yılında bilgin ve mutasavvıf Burhaneddin Fakih Paşa için yaptırılmıştır. Kare bir plana oturan gövde sekiz köşeli ikinci bir gövde ile tamamlanmakta ve örtü pramit bir külahla son bulmaktadır. Türbenin içten tuğla örgülü bir kubbe ile örtülüdür. Basit bir sandukası ve mermer kitabesi mevcuttur.
Diğer Türbelerden bazıları
Gühertaş Türbesi, Karasungur Türbesi, Pir Esat Türbesi, Ulaş Baba Türbesi, Şeyh Osman Rümi Türbesi, Fakih Dede Türbesi, Kalender Baba Türbesi, Siyavus Veli Türbesi, Turgutoğulları Türbesi
==================================================================