Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Kanayan Yara Suriye

S Çevrimdışı

sehadet yusra

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
KANAYAN YARA SURİYE

Bugün Suriye’de yaşanan olaylar 2005 yılında hicret ettiğimiz bu ülkede adeta ileride olacakların sinyalini veriyordu. Necip Fazıl’ın “Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya” dizesinde manasını bulduğu gibi bizde öz vatanımızda gariptik. İslami ilke, değer ve hassasiyetlerimiz gereği birçok mü’min gibi bizde hicreti düşünmüştük. Çocuklarımızın hergün, putların önünde eğilmeyeceği, beyinlerinin çağdaşlık felsefesiyle yıkanmayacağı dinine, inancıns, yaşam tarzına saygı duyulacağı, aşağılanmayacağı, üçüncü sınıf vatandaş muamelesi görmeyeceği, istediği ölçüde islami eğitim ve terbiye ile yetişeceği, tesettürü ile okuyabileceği bir ülkeydi bizim hayalimizde olan.

Bir bayan olarak en küçüğü 2 yaşında olan üç çocuğumla birlikte, kültürünü, dilini bilmediğim bu ülkeye hicret ettim. Gitmekten başla çaremiz yoktu. Mü’min olmanın gereğiydi hicret etmek. Eriyip yok olmamak için. Daha güçlü adımlarla geri dönmek için gerekliydi. En büyük azığımız imanımızdı. Rabbimizin bizi mahzun etmeyeceğini biliyorduk. Suriye’de okuyan bir arkadaşımızın bize hicret için uygun bir ülke olduğunu söylemesi üzerine, Rabbimize tevekkül ederek 10 Temmuz 2005’de yola çıktık. Bizim durumumuzda olan birçok bayan gibi bizlerde hicretin külfeti ile nimetini bir arada yaşayıp üç yılımızı doldurduk elhamdulillah.

Suriye dışarıdan gelenler için uygun bir ülke gibi gözüksede, hem içerideki durum için, hemde halkı için aynı şeyi söylemek mümkün değildi. Üç yıl içerisinde gördüşüm en bariz şey, Kürtlerin özelliklede müslümanların, üzerinde aşır baskıların olmasıydı. Ortada henüz yürürlüğe girmemiş bir demokrasi lafı dolanıp duruyordu. Hafız esadın demir yumrukla yönettiği ülke, aslında yine demir yumrukla yönetiliyordu. 19 yıl ülkeyi demir yumrukla yöneten Hafız Esad, ölümünden bir, ikş yıl önce dış dünya’ya açılım göstermiş olsada, ülkede fazlaca değişen birşey yoktu. Dışarıya farklı lanse edilmişti. Oysa burası bir nevi yasaklar ülkesiydi. Kimse siyasetten bahsedemiyor, rejime dair en ufak bir eleştiri getiremiyordu. Muhbirlerini ülkenin her yanına salan Esad rejimi, halk üzerinde büyük bir korku ve panik oluşturmuştu. Halk güvensiz bir ortamda yaşamayı susarak öğrenmişti. Hiçbir kimse bir diğer yakınının muhbir olmadığından emin değildi. Bazan bu bir bakkal, fırıncı, sütçü, kapıcı, kapı komşusu ve bazanda kardeşi olarak karşısına çıkabiliyordu. Kimse kimseden emin değildi. Bunun karşılığında birde para ödülü vardı. Halk arasında sıkça söylenen bir sözdür:
“Burası 15 bine kardeşini el-Muhaberatın ajanlarına satan ülke” muhbirler şüphelendikleri kişileri ihbar etmesi sonucunda, güvenlik güçleri tarafından tutuklama kararı olsun olmasın yakalama, sorgulama, işkence ve gözaltı kaybına uğratma hakkına sahipler. Bu ülkede halkın tedbirsiz davranması sözkonusu dahi olamazdı. Çünkü haberalma örgütü el-Muhaberatın ajanları, her yerde her alanda hizmetteydiler.

Hataydan arapça öğrenmek için Suriye’ye gelen bir gencin, o üllenin siyasetini bilmeden yapmış olduğu konuşmasının ardından, başına neler geldiğine hepimiz şahit olmuştuk. Belliki bu genci, bu ülkeye ilk geldiğinde uyaran olmamıştı. “Burada okumak istiyorsan, bu ülke hakkında özelliklede rejim hakkında en ufak bir olumsuzluğa dair yorum yapma, sonra yanarsın” diyen olmamış. Nereden bilebilirdiki ders verdiği hocasının kasıtlı sorularının ardından onu ele vereceğini. Kendisinden üç ay haber alınamamıştı. Üç ayın sonunda araya giren Türk yetkililerin ve gazatecilerin vesilesiyle zindandan çıkarılıp sınırdışı edilmişti. Duyduşumuza göre gördüşü işkenceden dolayı, hafızası gelip gidiyormuş ve dili tutulmuş konuşamıyormuş. Bu gencin Tirk olması ve sadece fikirlerini söylemesi karşısında başına gelenleri düşününce, mazlum halkının başına gelenler için söyleyecek bir söz bulamıyorum.

Bizim talebelik dönemimizde, alimin ve zalimin birbirine karıştığı, alim sıfatıyla hizmet edenlerin can, mal korkularından dolayı, nasıl asılsız fetvalar verdiğine şahitlik etmişti. Büyük islam alimi olarak bilinen Ramazan El-Buti’nin haftada iki gün halka talebelere açık yaptığı hadis dersinde utanmadan, sıkılmadan “ Ben burada selefi talebeleri görmek istemiyorum. Selefiler varsa derhal burayı terk etsinler. Hatta buradan istihbarata sesleniyorum, onların alameti uzun sakallı, kısa pantolonlu olmalarıdır. Gördüğünüz yerde yakalayın. Sizde şahit olursanız ihbar edin” demesi üzerine dersi terk etmiş, bir daha gitmemeye yemin etmiştim. Velev ki tek ders verilecek merci olsa dahi. İnanmış mü’minlerin bel’amların derslerine ihtiyacı yoktu. İşte akide bu kadar mühim bir meseleydi. Vela ve bera akidesi her mü’minde olması gereken. Akide fasid olunca , amellerde fasid oluyor.

Yine o dönem muştu dergisinin benden Ebu Nur Üniversitesinin kurucusu, Ahmed Kuftaru’nun oğlu Salahaddin Kuftaru ile röportaj yapmamı istemesi üzerine, aynı üniversitede görev yapan bir bayan öğretmenin vasıtası ile röportaj için randevu almıştık. Bayan öğretmen ile birlikte, Salahaddin Kuftaru’nun yanında bir kaç kişininde olduğu bir odada röportaj yapıldı. Yönelttiğim soruların karşısında aldığım cevaplar dudak uçuklatacak cinstendi. Neticedede öyle oldu. Duyduklarım midemi bulandırmıştı. Ne pahasına olursa olsun duyduklarımı yazmamaya, sansür uygulamaya karar vermiştim. Öylede yaptım. Ogün eve geldiğimde, gün boyu hiçbir derse katılmadan düşündüm. Nereye gelmiştim? Ne yapmak istiyordu bu insanlar? Sözlerinde samimilermiydi? Yoksa korkularından takiyye mi yapmaya çalışıyorlardı ki, bunun takiyyeylede bir alakası yoktu. Takiyyenin şartları belliydi. Bir müslüman nasıl yahudi ve hiristiyanları bu kadar dost görebilirdi. Nasıl bu kadar dostluk ve düşmanlık kavramlarından kör olabilirlerdi. Bu husustaki ayetleri, müfessirlerin aksine heva ve hevesleri doğrultusunda nasıl te’vil edebiliyorlardı. İslam için bu kadar hizmet eden biri ölümünün son anında neden bir papaz onu yolçuluyordu. (İsmi bizde saklı) Hıristiyan bir papaz Ahmad Kuftaru’nun ellerini avuçlarının arasına alarak “dostum, sen benden önce tanrının yanına gidiyorsun. Orada cennetin kapısında beni bekle. Cennetin kapısını senin bana açmanı istiyorum” cümleleri arasında ruhunu teslim etmesi akıl alır şey değildi. Aklıma bizim Türkiye’deki bazı cemaat liderlerinin diyalog girişimi geldi. Salahaddin Kuftaru’nun bu vahim durumu onurlu birşeymiş gibi anlatması dahada vahim içler acısı bir durumdu.

En son olay, haftada bir gün Cuma günleri Dr. Üstad Muhammed Fatımi’nin son dersimize girdiği gündü ve bardağı taşıran son damlaydı. Üstad diyalog girişimlerini, yahudi ve hıristiyanlarla olması gereken dostluğu, islam hududlarının dığında kendi anlayışıyla anlatmaya, kafalara birşeyleri nakletmeye çalışıyordu “Yahudi ve hıristiyanlar bizim kardeşlerimizdir, onlarla iyi geçinmek bizim dindeki asli vazifemizdir” diyince araya girmek zorunda kaldım, Maide suresinin 51. Ayetini delil olarak getirdim. “Ey iman edenler!Yahudi ve hırıstiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinizrse şüphesiz o onlardan olur.Şüphesiz Allah, zalim kavmi doğru yola iletmez.

Bu bariz ifadelerden sonra, daha fazla konuşmanın bir anlamı olmayacağını düşündüm, daha fazla küfrünü artırmanın gereği yoktu. Bir insanın basireti ancak bu kadar kapalı olabilirdi. Sanki ayetleri duymuyor gibiydi. Benimde orada daha fazla kalmamın bir anlamı yoktu. Saflar birbirine karışmıştı. Dışarıdan gelen talebelerde şaşkındı. Bir kısmı susmayı yeğliyor, bir kısmıda okula gitmemekle bu fasit düşünceleri protesto ediyordu. Tabiiki herşey bunlardan ibaret değildi. Arada bir Cuma günleri hıristiyan papazların, boynunda haçla Cuma hutbesi yerine diyalogtan bahsetmeside cabası... Ezanların merkezi sistemden okunması, bayanlarda nikap yasağı erkeklerde kısa pantolon ve uzun sakala karşı gösterilen tepkiler bunlardan birkaçı.

Buğün Suriyede, dığer bir cok cemaat, grup dagılmış, iş yapamazken, nedense en fazla hızmet eden gruplar yine bunlar. En zor anlarda dahi bu gruplar dokunulmazlıgını korumakta.
Hicret ettigim, binbir ümitlerle, geldigimbu ülkede de sorunlar bir birini kovaliyordu.Rejimin halk üzerindeki baskıları, zulmü, biz yabancılara aynı şekilde sirayet etmıyordu.Ama bizim icin asıl sorun akideydi.Asıl hizmet eden, birçok alim sıfatını taşıyan kişi, yada kişiler, kuruluşlar malesef rejim taraftarı bozuk bir akideyle halka hizmet etmekteydiler. Bana gore en tehlikeliside buydu.

Nereye hızmet etsek benzer sorunlarla karşılaşacagımızı biliyorduk.O gun daha iyi anlamıştım bir an evvel islam devletinin kurulmasının zaruretini.Bunun için inanan mü’minlerin, bütün gayretleriyle, var güçleriyle çalışması gerekiyordu. Hiç birşey yapamıyorlarsa da çalışanlara destek olmalıydık.O gün Suriye içinde bir inkılaba gerek oldugunu biliyorduk. Bu ınkılap safların belirlenmesi,müslümanların ozgürce yaşayabilecekleri, kuklalardan tağutlarda arınmış yeni bir bilad-ı Şam için gerekliydi.

Suriye de yaşayan kürtlere gelecek olursak,hala bır çoğunun bir kimlikleri dahi yok.Yani vatandaştan sayılmıyorlar.Hiç bir haktan istifade edemiyorlar.Yönetim biçimi çok partili başkanlık tipi cumhuriyet olsada,baasçılar karşısında rakip bir partinin bu zamana kadar çıkmaması şaşırtıcı olmasa gerek.Digerleri göstermelik.Ciddi kısıtlamalar altında ayakta kalmaya çalışan siyasi partiler,aktif rol alamamaktalar.Siyasi arenada kısıtlı hareket etmekteler. Baas rejimine aykırı en ufak birsiyasi çatışma bu partilerin ihracı için yeterli olmakta.Sürekli muhalif çatışmaların önü ne geçilmiştir.

Suriye için biraz geriye gidecek olursak 1940 lı yıllarda kurulan, amacı arapların tek bir sosyalist devlette birleştirmek olan baas partisinin iktidarı elinde bulunduran üyeleri başa geçtigi ğünden bu yana ezici bir güçle iktidarı ellerinde tutmayı başarmıslardı. Henüz 16 yaçında baas partisine üye olan Hafız Esad, 1966 da baas partisinde aktif rol alarak savunma bakanı oldu. Arap dunyasının liderligine oynayan Hafız Esad,13 Kasım 1970 tekansız bir darbeyle iktidarı ele aldı.Mart 1971 de halkın onayı ile Suriye devletinin başkanı oldu.

Asker kökenli fakir bir alevi ailenin çocuğu olan Hafız Esad,1973 arap ısrail savaşında Mısırın yanında oldu.İsraile karşı Fşlşstşn kurtuluş örğütünr destek verdi.1976 da Lübnana girdi.Filistin kurtuluş örğütünün Suriyenin kontrolüne girmeyi rettetmesi üzerine yollarını ayırdı.böylelikle arap dünyasının lideri olma hayali de suya düşmüş oldu.

O aralar Mısırda temelleri atılan ıhvan-ı müslimin hareketi kısa sürede dünyanın bir çok ülkesine yayılmaktaydı.Hamada da bir hareketlilik vardı.Daha sonraları ihvan-ı müsliminin kalesi durumuna geldi.Baasçılar için tehlike sinyalleri veriyordu.Dikdatör rejimin muhaliflere bugün oldugu gibi, o günde göz yumması mümkün gözükmüyordu. Katliam öncesi şehrin dış baglantısı kesildi.Giriş çıkış engellendi.ulaşım haberleşme ağları tamamen kesildi.12 bin asker, özel tim bu vahşete katıldı.Sivilleri öldürmek istemeyen askerler kurşuna dizildi.Bu operasyona karşı çıkan savunma baçkanı tüm generalAli Habibin istifasından sonra evinde ölü bulundu.Aynı gün yaçanılan bu olaya tepki gösteren büyük sunni alimi Halep müftüsü ve beraberindeki beş din adamı öldürüldü.Hafız Esadın kardeşi Rıfat Esad komutasında 2 Şubat 1982 de Hama ya karadan ve havadan saldırı başlatıldı.Saldırılar üç hafta sürdü. Genç yaşlı, çoluk çocuk demeden insanlar vahçice katlediliyordu.Yaşları 10-11 civarındaki kız çocukları tecavüze ugruyordu.Evlerin içlerine zehirli bombalaratılıyor, evler içindekilerle birlikte yakılıp yıkılıyordu.Toplu katliamlar vahşetin dehşetini anlatmaya yetiyordu. Hama ölü bir şehre dönmüştü.Taş üstünde taş bırakılmamıştı.Katliam haberi dünya ya bir hafta sonra duyruldu.Bahane olarak (ülkeyi bölmek için isyan çıkaran gruba müdahale edildigi söyleniyordu.)Kardeş Rıfat Esata şöyle soylenıyordu. (Kimsenin onayını almadan beş bin kişiyi bile öldürebilirsin.)

Tarih tekerrürden ibaretti.Bu günde aynı yetki ile katliam yapılmakta.Bu insanlık dışı katliamda 40-50 bşn kişi hayatını kaybetti.15 bin kişiden haber alınamadı.100 bin insan tutuklandı.27 gün süren katliam tarihe son yüzyılın büyük katliamı olarak geçti.

Diktatör Hafız Esad kendisinden sonra büyük oglunu iktidara geçirmek istiyordu. Oglunun ani ölümü ile ciddi sarsıntı yaşayan Hafız Esad kısa süre sonra kansere yakalandı.10 Haziran 2000 yılında kanser hastalıgından öldü.Babasının ölümünden sonra 40 yaş sınırının 35 yaş sınırı ile degiştirilmesiyle, Bessar Esad 35 yasında 2000 yılında Cumhurbaşkanı oldu.

Arap baharının ilk adımının Tunusta atılması, ardından Mısır,Libya, Yemen derken Suriye ye sıçraması ile demokrasiden, insanlıktan, haktan, hürriyetten, adaletten bahsederken ogul Esadın maskeside düştü ve ılımlı gözüken bu caninin de babasından farksız olmadıgı ortaya çıktı. Bu kezde operasyon yine bir kardesin eliyle Mahir Esad tarafından yönetiliyordu.Tıpkı babasının döneminde oldugu gibi. Aradan geçen 30 yıl sonra bu sefer ogul Beşşar Esad tarafından bu katliam tekrarlanmaktaydı.orantısız güç kullanan Esad taraftarlarının katliamları sonucunda günlük ölü sayısı 100 civarında.Her ailede bir yada iki ölü var.Bu durumun ciddiyetini anlatmaya yeter.Zülme baş kaldıran rütbeliler yada askerler kurşuna dizildi. İnsanlar bogazlandı. Diri diri yakıldı, tecavüze ugradı. 20 bin mülteci Türkiye ye sıgındı. Bir o kadarı da Lübnana ürdüne sıgındı.Topragın 30 mt altına yapılmış cezaevlerinde 17 bin müslümandan haber alınamamakta.6 bin 275 kişi öldü.Bunun 286 sı işkence altında öldü. İnsanlıktan zerre kadar nasibini almamış cellat ruhlu caniler bir yandan islamdan, müslümanlıktan, kardeşlikten bahsederken,dıger taraftan canilerin guantanamoda ve diger ülkelerde işkence altında zulme ugrayan müslümanlara yaptıklarının fazlasını yaparak kafirleri aratmamışlardır.

18 Mart 2011 tarıhınde başlayan olaylar birinci yılını doldurdu.Ama dünya halen bu katliamları izlemekle yetiniyor.Arap birliginin Suriye ye gönderdigi gözlemci heyeti olayların basın tarafından çarpıtılarak anlatıldıgını söyleyince bazı arap ülkeleri gözlemliyicilerini geri çekti. Olaylar gerçek cıplaklıgı ile rapor edilmedi.Batı ise kendi ve dostlarının çıkarını korumak adına sessizligini koruyor.

Beşşar Esad, babasının Hama katliamında uyguladıgı politikanın aynısı ile dünyayı birkez daha aldatmaya çalışmakta.Rejime muhalefet eden küçük azınlık grupla olan sorunlarının çok büyütülecek bir şey olmadıgını, kendi iç meseleleri olan bu küçük sorunun kısa zaman sonra çözülecegini iddia ediyordu.Katliamdan asıl sorumlu olanların isyancılar olduguna dünyayı inandırmaya çalışıyordu.

Mezhep yapısı üzerine kurulmuş büyük çogunlugu sunni olan ülkenin % 12 sini yöneten alevi rejim bunca yıl bu azınlıkla iktidarı ellerinde nasıl tuttukları çok açık anlaşılmakta. Kirli güçlerin de destegi ile baskı ve zorbalıkla yünetenler karşılıklı çıkar dostları iran, Çin, Rusyanın da destegini almış durumdalar.

Bugün Suriyede 80 den fazla kurulmuş özgürlük isteyen ve bu ugurda mücadele eden birlik var.Bu birlikier içinde en güçlü olanı özgür suriye ordusu. 60 bin asker ve milisle 29 Temmuz 2011 de Riad Esad liderliginde kuruldu.

Şahsen ben üç yılını Suriyede geçiren biri olarak, Surıyedeki safların bundan sonra netlik kazanacagını ve müslümanların özgürce yaşayabilecekleri, kuran anayasasının hakim olacagı bir ülke olması temennisi ile bu sürecin mazlumlar icin hayra sebeb olacagını ümid ediyorum. Bedelsiz inkılap nasıl olmuyorsa,zahmetsiz hedefe ulaşmakta söz konusu olmuyor. Rabbimizde kısa zamanda haksız yere akan kanın durmasını , kafirlerin gereken cezayı dünyada da tıpkı ahırette olacagı gibi bulmasını istiyoruz.Bizler her şer gözükenin altında bir hayır olduguna inanmış, iman etmişleriz elhamdülillah. Daha öncede var olan fakat adı kon ulmamış zülmün son bulması dilegi ileRabbimizden şehidlerimiz için Rahmet, geride kalan kardeşlerimiz içinse sabrı cemıl nasip etmesini diliyoruz. ( Allahumme Amin )

Ayşe ŞİMŞEK
 
Üst Ana Sayfa Alt