Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Kim 'La İlahe İllallah' Derse, ...

tawh1d Çevrimdışı

tawh1d

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Kim 'La İlahe İllallah' Derse, ...
la_ilaha_illallah_poster-p228854209579527010t5ta_400.jpg


Dergimizin Aralık sayısında bu konuya işaret ederek, bir girizgâh olarak ‘Farzı Evvel: Akletmek’ başlıklı bir değerlendirme yaptık. Aklı olmayanın dininin/ sorumluluğunun/ mükellefiyetinin ol(a)mayacağından hareketle… Aklı emanete vermenin kişiyi muahezeden kurtarmayacağı gibi daha büyük bir yükün altına iteceğini de ekleyerek… Yine ‘akletmek’ ameliyesi ile birlikte ‘tezekkür, tedebbür, tefakkuh’ gibi Kur’anî kavramların da mutlaka doğru düşünülmesi ve ihmal edilmemesi gereğini vurgulayarak…

Şimdi sebebi vürûdu çerçevesinde, hadis diye aktarılıp çoğunluğun can simidi gibi sarıldığı ve vazifelerini erteleme/öteleme/sakıt görme sakatlığı ile yaklaştığı, ameli imandan ayırmaya kılıf olarak gördüğü, bedavadan kurtuluşa vesile kıldığı “Kim La İlahe İllallah/Allah’tan başka ilah yoktur derse cennete girer!” sözünü anlamaya, oluşturulan yanlış algı ve anlama dikkat çekerek tashihe çalışacağız.

Evet, bu sözün peygamberimize aidiyetini, söyleyip söylemediğini, sahih olup olmadığını, senedini irdelemeden sırf anlamı ve bizce vurgulanmak, verilmek istenen mesajı öne çıkaracağız. Sıhhatini, peygamberimize aidiyetini ön kabulle alıp/kabul edip doğru bir okumaya, bu ifadeden hareketle doğru bir çıkarsamada bulunmaya çalışacağız.

Bu sözün etrafında örülen örümcek ağı benzeri, çürük çarık, uyduruk, pasifize edici, kanaralaştırıcı, soyutlayıcı, ucuzcu ve bedavacı, hurafe yığını algı ve anlayış(sızlık)ları öyle bir çırpıda silip atmak, düzeltmek hiç mümkün değildir! Yılların tortusunu, üzerine bina edilen, buradan hareketle oluşturulan yeni ve farklı idrak(sizlik)leri bir anda temizleyebilmek pek olası da değildir! Kabir azabı, cehennemden çıkış, şefaat vb. argümanlarıyla artık fikir olmaktan çıkıp yaşam tarzına, inanış biçimine dönüşmüş bu durum tez elden düzeltilmelidir! Akletmek dedik ya, eğer insanlar azıcık düşünseler, kafalarını birazcık yorsalar, bu sözün atfedildiği Hz. Muhammed’in hayatı göz önüne getirilse, merak edilip bir bakılsa, O’nun neler yapıp ettiği, ne mücadeleler verdiği, ashabıyla beraber ne sıkıntılara göğüs gerdikleri ve diğer peygamberlerin hayatları, hayat kitabımız, kendisinden sual olunacağımız kitabımıza, Kur’ana bir bakılabilse apaçık/ayan beyan görülecek! Lakin nerede bu hassasiyet! Bakılmıyor, çünkü sorumluluklarla yüzleşmekten kaçılıyor, başını kuma gömerek saklandığını düşünen devekuşu misali! Şimdi buradan hareketle bu sözü reddetmek, uydurukluğuna hükmetmek çok kolay! Sıraladığımız haklı gerekçeler bize sağlam birer dayanak da olur! Bunu, Hz. Ömer’in peygamberimizin vefatından sonra, insanların yanlış algı ile hürmet göstermeye başladıkları ağacı kesmesine de benzetebiliriz! Yine de biz böyle yapmayıp doğru vurguyu, sebebi vürûdunu peygamberimizin hayatını düşünerek, genel söylemine uygun yorumlayarak şunları söyleyebiliriz: Gerçekten de bu sözü söyleyen; Allah’tan başka hiçbir otorite, kanun koyucu, rab, yönetici ve hâkim tanımadığını ilan ve deklare eden, bu anlamda her kim ve ne kendini bu otorite yerine sunmaya kalkarsa onları tümüyle, elinin tersiyle düzüyle, sözüyle eylemiyle reddeden, Yalnız ve ancak Allah’a boyun eğen, O’nun emir ve yasaklarına uyma azim ve karlılığında bulunan, O’nu razı etme cehdini gösteren er veya hatun her er kişi, Allah’ın tarafında, Allah taraftarı olarak Allah’ın vadi gereği, Allah’ın izniyle cennete girecektir! Yeter ki bu ifadeyi kuru bir söz olmaktan çıkarsın, bir hayat tarzı, imtihanının bir manifestosu olarak mücadelesinin baş tacı, şiarı edinsin! Bu noktada Rabbimizin rızası ile zorunlu ve sorumlu olduğumuz amellerimizin –ki O bunları emretmiş, karşılığında rızasını ve cennetini vaat etmiştir- arasını ayırmamamız gerekmektedir! Bunları bir bütünlük içinde düşünmeliyiz; eksiltmeden, fazlalaştırmadan! (Buradaki ‘fazlalaştırmayı’ da ne olur doğru okuyalım!) İfrata tefrite düşmeden! İmanın tasdik, ikrar ve hayatın bütünün kuşatacak ibadî/salih ameller yekûnundan oluştuğunu unutmayalım! İman “emin olmak/güvenmek-güven duymak/Allah’ı görüyormuşçasına O’na tüm benliğimizle yönelmek, adanmak” olarak sırf teslim olmanın çok üstünde bir olgudur!

Evet, ‘Kim Allah’tan başka ilah yoktur!’ der ve yola koyulur, son nefesini verene kadar bu söze sadık kalırsa Allah mutlaka vadinde duracaktır! Bu söz o kadar kapsayıcı bir ifadedir ki hiçbir şeyi dışarıda bırakmaz! Hayatın tümünü kuşatır. Hayatın her an ve mekânını düzenler. Nizamât ortaya kor. Kurallar vazeder. Tüm insanî edinimleri, hal ve tavırları, söz-sükût-ikrar ve iddiaları, insanın Allah ile/insanın insanlar ile/insanın eşya ile ilişkilerini içine alır; bunların ‘nasıllığını’, ‘nice’liğini’ hatta ‘nicel’liğini içine alır, ‘niteliğini’ aldığı gibi…

Yeter ki bu ifadedeki ‘Kim derse’ bölümünü vahyin ilk inen ayetlerindeki ‘Oku!’ sözcüğünde olması gerektiği gibi doğru okuyalım, doğru anlayalım!

Mustafa Bozacı
 
bahakar Çevrimdışı

bahakar

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
iyi niyetle yazılmış bir yazı besbelli .. Allah razı olsun, yalnız bu hadisi yorum-kelam ile değil de hadis usulüne göre şerhetmeye çalışssak ... mesela şu hadisler belki şerhetme noktasında bize yardımcı olabilir mi?
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Kim La ilahe illallah’ der ve Allah’tan başka ibadet edilenleri inkar ederse, malı, kanı haram kılınmış olur. Hesabı ise Allah’a bırakılmıştır.” (Müslim, İman: 23; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 3/472.)

Muhammed b. Abdu’l Vehhab en-Necdi bu hadisle ilgili olarak şöyle diyor:
“İşte Allah Rasulü bu kelimenin manasını en açık şekilde izah etmiştir. Dikkat edilirse hadis, bu kelimeyi sadece dil ile söyleyen kimsenin malının ve canının haram olmayacağını, sadece bu kelimenin manasını bilmekle imanın gereğinin yerine getirilmiş olmayacağını bildiriyor. Evet, bu kelimeyi sadece ikrar etmek, Allah’tan başka ibadete layık ilah olmadığını, O’nun eşi ve ortağı bulunmadığını söylemek kişinin can ve mal emniyetini sağlamak için yeterli olmuyor. Kişinin can ve mal emniyetine sahip olabilmesi için yukarıda sıralanan şartlarla amel edip, tüm küfür çeşitleri ve düzenlerini reddetmesi, üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmesi gerekir. Bu kelimenin gereklerini yerine getirmediği, bunlardan biraz olsun uzaklaştığı ya da şüphe ettiği taktirde can ve mal güvenliği söz konusu olmaz. (Kitabu’t-tevhid: 115.)

Şunu kesinlikle bilmemiz gerekecektir ki: Amaç, sadece bu kelimenin (La ilahe illallah’ın) lafızlarını saymak veya ezberlemek değildir. Nitekim Vehb b. Münebbih kendisine “La ilahe illallah Cennetin anahtarı değil midir?” diye soran bir kimseye şu cevabı vermiştir:
“Elbette öyledir, ancak açacak olan anahtarın dişleri varsa! Bilindiği gibi hiçbir anahtar dişsiz değildir. Ancak dişleri olan bir anahtar getirirsen senin için Cennetin kapısı açılır, aksi takdirde açılmaz. İşte bu anahtarın dişleri, “La ilahe illallah” kelimesinin manasını bilip, şartlarını yerine getirerek amel etmektir.
İbn-i Teymiyye ve bazılarının şu sözü, bu konu hakkında söylenecek sözlerin en güzelidir. “Tüm bu hadisler, şehadet kelimesini söyleyen ve bu hal üzere ölen kimseler hakkındadır.” Bu hadisler, diğer rivayetlerde “doğrulamak, manasını bilmek hiçbir şekilde şüphe etmemek, kalbinden halisane bir yakinle söylemek” gibi kayıtlarda da görülmektedir.

Şüphesiz tevhidin hakikati, ruhu tümden Allah’a (c.c.) yönelterek Allah’tan (c.c.) başka ibadete layık ilah olmadığına şehadet etmektir. Böyle bir kimse sözünde doğru olduğu takdirde Cennete girecektir. Çünkü ihlas, tüm günahlardan gerçekten tevbe ederek kalbi Allah’a (c.c.) yöneltmektir. Kul bu hal üzere öldüğü takdirde Cennete nail olacaktır.
Muhammed b. Abdulvehhab hadisler için şöyle bir açıklama getirmiştir:
Bunların, bir başka şüphesi şudur;
“Rasulullah (s.a.v.) “La ilahe illallah” diyen bir adamı öldürmesi üzerine, Üsame’yi (r.a.) azarlayarak:
“Sen, o adamı ‘La ilahe illallah’ dedikten sonra mı öldürdün?” demiş (Buhari, Diyet: 2; Müslim, İman: 96, 158, 159.) ayrıca:
“İnsanlarla, ‘La ilahe illallah’ deyinceye kadar savaşmakla emrolundum” buyurmuştur.” (Buhari, İman: 17; Müslim, İman: 22, 41; Tirmizi, İman: 1-2.)
“La ilahe illallah” diyenlere dokunulmayacağına dair daha başka hadisler de vardır. Cahillerin bu hadisleri delil olarak getirmedeki amaçları; “La ilahe illallah”ı, amellerinde göstermeseler bile sırf dille söyleyenlerin tekfir edilemeyecekleri, öldürülemeyecekleri, hatta ne yaparlarsa yapsınlar, haklarında bir şey yapılamayacağı şeklindeki görüşlerini ispatlamaktır.
Bu cahil müşriklere denir ki:
“Rasulullah (s.a.v.) “La ilahe illallah” diyen yahudilerle savaştı ve onları esir aldı. Rasulullah’ın (s.a.v.) ashabı da, Allah’tan (c.c.) başka ibadete layık ilah olmadığına ve Muhammed’in (s.a.v.) de Allah’ın Rasulü olduğuna şehadette bulunmalarına, namaz kılıp, müslüman olduklarını ileri sürmelerine rağmen, Beni Hanife ile savaştı. Ali b. Ebu Talib tarafından yakılanların durumları da böyleydi. Bu cahiller de, öldükten sonra dirilmeyi inkar edenlerin kafir olduklarına ikrar ediyor ve öldürülmeleri gerektiğini belirtiyorlardı. Bu kimseler: “La ilahe illallah” dedikleri halde bu bir şey değiştirmedi. Tıpkı; İslamın rükunlarından herhangi birisini inkar eden bir kimsenin tevhid kelimesini söylemesinin, tekfir olunması ve öldürülmesi açısından bir şeyi değiştirmediği gibi. Rükunlardan birini inkar durumunda kişi tekfir ediliyorsa, fer’i meselelerle ilgili herhangi bir şeyi inkar halinde neden tekfir edilmesin?
Usame (r.a.), “La ilahe illallah” diyen bir kişiyi, can ve mal korkusuyla müslüman olduğu zannıyla öldürmüş. Rasulullah (s.a.v.) da yanlış bir uygulamada bulunduğunu belirterek onu azarlamıştı. Eğer bir kişi, müslüman olduğunu açıklarsa, bu kişiden aksi bir durum sabit olmadıkça malına ve canına dokunulmaz. Yüce Allah bununla ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
“Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek, “Sen mümin değilsin” demeyin.” (Nisa: 4/94)

İşte bu ayete göre; tevhid kelimesini söyleyen, fakat durumunu bilmediğimiz bir kişiyle karşılaşmamız halinde, iyice araştırıp durumunu belirleyinceye kadar, onun malına ve canına dokunmamamız gerekir. Eğer İslama aykırı bir durum sergilerse öldürülür. Çünkü: “İyi anlayıp dinleyin, tespit edip ortaya çıkarın” ifadesi buna işaret etmektedir. Bu kelimeyi söyleyen kişi, buna uygun amel etmediği görüldüğü takdirde, eğer öldürülmeyecekse araştırıp soruşturmanın bir manası yoktur. Nitekim bu konuda, manası bizim yaptığımız yoruma uygun bir çok hadis vardır. Yani bir kişi tevhid kelimesini söyleyip müslüman olduğunu açığa vurursa, ona dokunmamak vaciptir. Ancak söyledikleriyle çelişen bir durum tespit edildiği takdirde gereken yapılır.
Bunun delili ise şu hadistir:
Rasulullah (s.a.v.) Usame’ye (r.a.) şöyle buyurmuştu:
“Sen, o adamı ‘La ilahe illallah’ dedikten sonra mı öldürdün?”
Yine şöyle buyurmuştur:
“İnsanlarla “La ilahe illallah” deyinceye kadar savaşmakla emrolundum.”
Haricilerle ilgili olarak da şöyle buyurmuştur:
“Onlarla nerede karşılaşırsanız, hemen öldürün. Eğer ben onlara erişebilseydim (onları görebilseydim), onları tıpkı Ad kavminin öldürülmesi gibi, öldürürdüm.” (Bu iki hadisin birleşmesinden meydana gelen bir hadistir. Bunlardan ilki: “Onları nerede bulursanız, hemen öldürün” Buhari, Salat: 28; İstitabe: 3; Müslim, Zekat: 1066. İkincisi: “Ad kavminin öldürülmesi gibi onları öldürürdüm.” Buhari, İ’tisam: 2, 28; Müslim, Zekat: 1064.)

Hariciler, çok ibadet eden ve çok tehlil getiren (La ilahe illallah diyen) kimselerdi. Hatta, sahabeler, onları gördüklerinde kendi ibadetlerini küçümserlerdi. Bunlar ilmi sahabelerden öğreniyorlardı. Bütün bunlara rağmen, “La ilahe illallah” demeleri, fazla ibadet etmeleri ve müslüman olduklarını söylemeleri onlara bir yarar getirmedi. Daha önce anlattığımız, yahudilerle ve Beni Hanife ile savaş durumu da böyleydi.
Hafız İbn-i Receb Kelimetü’l-İhlas ismiyle isimlendirdiği risalesinde konuyu şöyle açıklamıştır. (Hafız İbn Receb el-Hanbeli, Kelimetü’l-İhlas: 13-14.)
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“La ilahe illallah, Muhammedun Rasulullah’a şehadet edinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum.” (Buhari, İman: 16.)
Ömer (r.a.) ve sahabeden bir grup, bu hadisi şeriften yalnızca bu iki şehadeti getiren herkesin dünya cezasından (onlarla savaştan) kurtulacağını anlamışlardı. Ancak “La ilahe illallah”a şehadet etmesine rağmen zekatı vermeyen kimseyle savaş etme hususunda tereddüte düşmüşlerdi. Ebu Bekir Sıddık (r.a.) bu hadis-i şeriften kendisiyle savaşılmayacak olanın, ancak “La ilahe illallah”ı söyleyip, bunun mana ve gereğince hareket eden kişi olduğunu anlamış ve bu görüşüne Rasûlullah’ın (s.a.v.) şu hadisi şerifini dile getirmiştir.

Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
“La ilahe illallah’ı diliyle ikrar edip, bu sözün gereğince hareket ettikleri vakit, onlar benden mallarını ve canlarını korumuş olurlar. İnsanların (gizli işlerinden dolayı olan) hesapları da Allah’a aittir.” (Müslim, İman: 8.)

Ebu Bekir Sıddık (r.a.): “Zekat malın hakkıdır” demiştir.

Ebu Bekir’in (r.a.) anladığı bu mana İbni Ömer, Enes ve diğer birçok sahabi tarafından Rasûlullah’tan (s.a.v.) aşağıdaki gibi rivayet edilmiştir:
“La ilahe illallah Muhammedun Rasulullah deyip namazı gereği gibi kılıp, zekatı verinceye kadar insanlarla muharebe etmekle emrolundum. ” (Buhari, İman: 16; Müslim, İman: 8.) Bu hadisin içerdiği manaya, şu ayetler de delil oluşturmaktadır.

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
“Eğer tevbe eder, namazı kılar ve zekat verirlerse yollarını serbest bırakın.” (Tevbe: 5)
“Eğer tevbe eder, namazı kılar ve zekatı verirlerse sizin kardeşiniz olurlar.” (Tevbe: 11)

Bu dindeki kardeşlik, ancak tevhidle beraber diğer farzların da edasıyla gerçekleşir. Şirkten tevbe ise, ancak tevhidle mümkün olabilmektedir. Ebu Bekir Sıddık (r.a.) bu hadisten çıkardığı manayı sahabiye açıklayınca, onu doğrulayarak bu görüşünü kabul ettiler. Sadece La ilahe illallah Muhammedun Rasulullah diyen kimseden, dünya cezasının kaldırılmayacağını, (muaf tutulmayacağını) aksine İslam’ın şartlarından birini ihlal ettiğinden dolayı muhakkak cezalandırılacağını bundan dolayı ahirette de ceza göreceğini bildirmişlerdir.
Alimlerimizin meseleyle ilgili açıklamaları daha da devam etmektedir.. lain bu kadarının kafi olacağını ümit ederim... Allah en doğruyu bilendir...
 
Üst Ana Sayfa Alt