Kim 'La İlahe İllallah' Derse, ...
Dergimizin Aralık sayısında bu konuya işaret ederek, bir girizgâh olarak ‘Farzı Evvel: Akletmek’ başlıklı bir değerlendirme yaptık. Aklı olmayanın dininin/ sorumluluğunun/ mükellefiyetinin ol(a)mayacağından hareketle… Aklı emanete vermenin kişiyi muahezeden kurtarmayacağı gibi daha büyük bir yükün altına iteceğini de ekleyerek… Yine ‘akletmek’ ameliyesi ile birlikte ‘tezekkür, tedebbür, tefakkuh’ gibi Kur’anî kavramların da mutlaka doğru düşünülmesi ve ihmal edilmemesi gereğini vurgulayarak…
Şimdi sebebi vürûdu çerçevesinde, hadis diye aktarılıp çoğunluğun can simidi gibi sarıldığı ve vazifelerini erteleme/öteleme/sakıt görme sakatlığı ile yaklaştığı, ameli imandan ayırmaya kılıf olarak gördüğü, bedavadan kurtuluşa vesile kıldığı “Kim La İlahe İllallah/Allah’tan başka ilah yoktur derse cennete girer!” sözünü anlamaya, oluşturulan yanlış algı ve anlama dikkat çekerek tashihe çalışacağız.
Evet, bu sözün peygamberimize aidiyetini, söyleyip söylemediğini, sahih olup olmadığını, senedini irdelemeden sırf anlamı ve bizce vurgulanmak, verilmek istenen mesajı öne çıkaracağız. Sıhhatini, peygamberimize aidiyetini ön kabulle alıp/kabul edip doğru bir okumaya, bu ifadeden hareketle doğru bir çıkarsamada bulunmaya çalışacağız.
Bu sözün etrafında örülen örümcek ağı benzeri, çürük çarık, uyduruk, pasifize edici, kanaralaştırıcı, soyutlayıcı, ucuzcu ve bedavacı, hurafe yığını algı ve anlayış(sızlık)ları öyle bir çırpıda silip atmak, düzeltmek hiç mümkün değildir! Yılların tortusunu, üzerine bina edilen, buradan hareketle oluşturulan yeni ve farklı idrak(sizlik)leri bir anda temizleyebilmek pek olası da değildir! Kabir azabı, cehennemden çıkış, şefaat vb. argümanlarıyla artık fikir olmaktan çıkıp yaşam tarzına, inanış biçimine dönüşmüş bu durum tez elden düzeltilmelidir! Akletmek dedik ya, eğer insanlar azıcık düşünseler, kafalarını birazcık yorsalar, bu sözün atfedildiği Hz. Muhammed’in hayatı göz önüne getirilse, merak edilip bir bakılsa, O’nun neler yapıp ettiği, ne mücadeleler verdiği, ashabıyla beraber ne sıkıntılara göğüs gerdikleri ve diğer peygamberlerin hayatları, hayat kitabımız, kendisinden sual olunacağımız kitabımıza, Kur’ana bir bakılabilse apaçık/ayan beyan görülecek! Lakin nerede bu hassasiyet! Bakılmıyor, çünkü sorumluluklarla yüzleşmekten kaçılıyor, başını kuma gömerek saklandığını düşünen devekuşu misali! Şimdi buradan hareketle bu sözü reddetmek, uydurukluğuna hükmetmek çok kolay! Sıraladığımız haklı gerekçeler bize sağlam birer dayanak da olur! Bunu, Hz. Ömer’in peygamberimizin vefatından sonra, insanların yanlış algı ile hürmet göstermeye başladıkları ağacı kesmesine de benzetebiliriz! Yine de biz böyle yapmayıp doğru vurguyu, sebebi vürûdunu peygamberimizin hayatını düşünerek, genel söylemine uygun yorumlayarak şunları söyleyebiliriz: Gerçekten de bu sözü söyleyen; Allah’tan başka hiçbir otorite, kanun koyucu, rab, yönetici ve hâkim tanımadığını ilan ve deklare eden, bu anlamda her kim ve ne kendini bu otorite yerine sunmaya kalkarsa onları tümüyle, elinin tersiyle düzüyle, sözüyle eylemiyle reddeden, Yalnız ve ancak Allah’a boyun eğen, O’nun emir ve yasaklarına uyma azim ve karlılığında bulunan, O’nu razı etme cehdini gösteren er veya hatun her er kişi, Allah’ın tarafında, Allah taraftarı olarak Allah’ın vadi gereği, Allah’ın izniyle cennete girecektir! Yeter ki bu ifadeyi kuru bir söz olmaktan çıkarsın, bir hayat tarzı, imtihanının bir manifestosu olarak mücadelesinin baş tacı, şiarı edinsin! Bu noktada Rabbimizin rızası ile zorunlu ve sorumlu olduğumuz amellerimizin –ki O bunları emretmiş, karşılığında rızasını ve cennetini vaat etmiştir- arasını ayırmamamız gerekmektedir! Bunları bir bütünlük içinde düşünmeliyiz; eksiltmeden, fazlalaştırmadan! (Buradaki ‘fazlalaştırmayı’ da ne olur doğru okuyalım!) İfrata tefrite düşmeden! İmanın tasdik, ikrar ve hayatın bütünün kuşatacak ibadî/salih ameller yekûnundan oluştuğunu unutmayalım! İman “emin olmak/güvenmek-güven duymak/Allah’ı görüyormuşçasına O’na tüm benliğimizle yönelmek, adanmak” olarak sırf teslim olmanın çok üstünde bir olgudur!
Evet, ‘Kim Allah’tan başka ilah yoktur!’ der ve yola koyulur, son nefesini verene kadar bu söze sadık kalırsa Allah mutlaka vadinde duracaktır! Bu söz o kadar kapsayıcı bir ifadedir ki hiçbir şeyi dışarıda bırakmaz! Hayatın tümünü kuşatır. Hayatın her an ve mekânını düzenler. Nizamât ortaya kor. Kurallar vazeder. Tüm insanî edinimleri, hal ve tavırları, söz-sükût-ikrar ve iddiaları, insanın Allah ile/insanın insanlar ile/insanın eşya ile ilişkilerini içine alır; bunların ‘nasıllığını’, ‘nice’liğini’ hatta ‘nicel’liğini içine alır, ‘niteliğini’ aldığı gibi…
Yeter ki bu ifadedeki ‘Kim derse’ bölümünü vahyin ilk inen ayetlerindeki ‘Oku!’ sözcüğünde olması gerektiği gibi doğru okuyalım, doğru anlayalım!
Mustafa Bozacı
Dergimizin Aralık sayısında bu konuya işaret ederek, bir girizgâh olarak ‘Farzı Evvel: Akletmek’ başlıklı bir değerlendirme yaptık. Aklı olmayanın dininin/ sorumluluğunun/ mükellefiyetinin ol(a)mayacağından hareketle… Aklı emanete vermenin kişiyi muahezeden kurtarmayacağı gibi daha büyük bir yükün altına iteceğini de ekleyerek… Yine ‘akletmek’ ameliyesi ile birlikte ‘tezekkür, tedebbür, tefakkuh’ gibi Kur’anî kavramların da mutlaka doğru düşünülmesi ve ihmal edilmemesi gereğini vurgulayarak…
Şimdi sebebi vürûdu çerçevesinde, hadis diye aktarılıp çoğunluğun can simidi gibi sarıldığı ve vazifelerini erteleme/öteleme/sakıt görme sakatlığı ile yaklaştığı, ameli imandan ayırmaya kılıf olarak gördüğü, bedavadan kurtuluşa vesile kıldığı “Kim La İlahe İllallah/Allah’tan başka ilah yoktur derse cennete girer!” sözünü anlamaya, oluşturulan yanlış algı ve anlama dikkat çekerek tashihe çalışacağız.
Evet, bu sözün peygamberimize aidiyetini, söyleyip söylemediğini, sahih olup olmadığını, senedini irdelemeden sırf anlamı ve bizce vurgulanmak, verilmek istenen mesajı öne çıkaracağız. Sıhhatini, peygamberimize aidiyetini ön kabulle alıp/kabul edip doğru bir okumaya, bu ifadeden hareketle doğru bir çıkarsamada bulunmaya çalışacağız.
Bu sözün etrafında örülen örümcek ağı benzeri, çürük çarık, uyduruk, pasifize edici, kanaralaştırıcı, soyutlayıcı, ucuzcu ve bedavacı, hurafe yığını algı ve anlayış(sızlık)ları öyle bir çırpıda silip atmak, düzeltmek hiç mümkün değildir! Yılların tortusunu, üzerine bina edilen, buradan hareketle oluşturulan yeni ve farklı idrak(sizlik)leri bir anda temizleyebilmek pek olası da değildir! Kabir azabı, cehennemden çıkış, şefaat vb. argümanlarıyla artık fikir olmaktan çıkıp yaşam tarzına, inanış biçimine dönüşmüş bu durum tez elden düzeltilmelidir! Akletmek dedik ya, eğer insanlar azıcık düşünseler, kafalarını birazcık yorsalar, bu sözün atfedildiği Hz. Muhammed’in hayatı göz önüne getirilse, merak edilip bir bakılsa, O’nun neler yapıp ettiği, ne mücadeleler verdiği, ashabıyla beraber ne sıkıntılara göğüs gerdikleri ve diğer peygamberlerin hayatları, hayat kitabımız, kendisinden sual olunacağımız kitabımıza, Kur’ana bir bakılabilse apaçık/ayan beyan görülecek! Lakin nerede bu hassasiyet! Bakılmıyor, çünkü sorumluluklarla yüzleşmekten kaçılıyor, başını kuma gömerek saklandığını düşünen devekuşu misali! Şimdi buradan hareketle bu sözü reddetmek, uydurukluğuna hükmetmek çok kolay! Sıraladığımız haklı gerekçeler bize sağlam birer dayanak da olur! Bunu, Hz. Ömer’in peygamberimizin vefatından sonra, insanların yanlış algı ile hürmet göstermeye başladıkları ağacı kesmesine de benzetebiliriz! Yine de biz böyle yapmayıp doğru vurguyu, sebebi vürûdunu peygamberimizin hayatını düşünerek, genel söylemine uygun yorumlayarak şunları söyleyebiliriz: Gerçekten de bu sözü söyleyen; Allah’tan başka hiçbir otorite, kanun koyucu, rab, yönetici ve hâkim tanımadığını ilan ve deklare eden, bu anlamda her kim ve ne kendini bu otorite yerine sunmaya kalkarsa onları tümüyle, elinin tersiyle düzüyle, sözüyle eylemiyle reddeden, Yalnız ve ancak Allah’a boyun eğen, O’nun emir ve yasaklarına uyma azim ve karlılığında bulunan, O’nu razı etme cehdini gösteren er veya hatun her er kişi, Allah’ın tarafında, Allah taraftarı olarak Allah’ın vadi gereği, Allah’ın izniyle cennete girecektir! Yeter ki bu ifadeyi kuru bir söz olmaktan çıkarsın, bir hayat tarzı, imtihanının bir manifestosu olarak mücadelesinin baş tacı, şiarı edinsin! Bu noktada Rabbimizin rızası ile zorunlu ve sorumlu olduğumuz amellerimizin –ki O bunları emretmiş, karşılığında rızasını ve cennetini vaat etmiştir- arasını ayırmamamız gerekmektedir! Bunları bir bütünlük içinde düşünmeliyiz; eksiltmeden, fazlalaştırmadan! (Buradaki ‘fazlalaştırmayı’ da ne olur doğru okuyalım!) İfrata tefrite düşmeden! İmanın tasdik, ikrar ve hayatın bütünün kuşatacak ibadî/salih ameller yekûnundan oluştuğunu unutmayalım! İman “emin olmak/güvenmek-güven duymak/Allah’ı görüyormuşçasına O’na tüm benliğimizle yönelmek, adanmak” olarak sırf teslim olmanın çok üstünde bir olgudur!
Evet, ‘Kim Allah’tan başka ilah yoktur!’ der ve yola koyulur, son nefesini verene kadar bu söze sadık kalırsa Allah mutlaka vadinde duracaktır! Bu söz o kadar kapsayıcı bir ifadedir ki hiçbir şeyi dışarıda bırakmaz! Hayatın tümünü kuşatır. Hayatın her an ve mekânını düzenler. Nizamât ortaya kor. Kurallar vazeder. Tüm insanî edinimleri, hal ve tavırları, söz-sükût-ikrar ve iddiaları, insanın Allah ile/insanın insanlar ile/insanın eşya ile ilişkilerini içine alır; bunların ‘nasıllığını’, ‘nice’liğini’ hatta ‘nicel’liğini içine alır, ‘niteliğini’ aldığı gibi…
Yeter ki bu ifadedeki ‘Kim derse’ bölümünü vahyin ilk inen ayetlerindeki ‘Oku!’ sözcüğünde olması gerektiği gibi doğru okuyalım, doğru anlayalım!
Mustafa Bozacı