İslami Hareketler ve Kıyamlar Tarihi-Mustafa İslamoğlu Düşün Yayınları
Ümmet-i
Muhammed’in 1400 küsur yıllık tarihi zaferin, saadetin, îmarın ve yükselişin tarihi olduğu kadar; hezîmetin, felâketin, yıkımın ve çöküşün de tarihidir. Ama her şeyden önce bu tarih İslâmî hareketin tarihidir. Çünkü bu hareketin özünde ‘süreklilik’ vardır.
3 Mart 1924 tarihinde ‘hilafetin ilgâ edilmesiyle ortaya çıkan yeni durum, bir takım yeni kavramların doğmasına sebep oldu. ‘İslâmî hareket’ de bunlardan biri.
Asli hüviyetini çoktan kaybetmiş ve tamamen sembolik bir hâl almış olan ‘hilafet müessesesi’, içeriğinden boşaltılmasına rağmen Müslüman kitlelerin bir çoğu için ümmetin siyasal temsilcisi olma vasfını hâlâ koruyordu. Ne ki, bu da çok sürmedi. Bu kurumdan geriye kalan ‘hilâfet’ unvanı da, Anadolu’daki rejim değişikliğiyle birlikte tarihe karıştı. Belki adından kıvılcım alarak dirilir korkusuna düşen emperyalist güçler, kuru bir unvanı dahi tehlikeli bulmuşlardı.
Hemen ardından parçalanan İslam coğrafyası ve akbabalar gibi koca coğrafyayı bir anda yangın yerine çeviren Batı emperyalizmi, korkunç bir ekonomik, siyasal ve kültürel talana girişti. Dahası bu coğrafyaya, kendisi olmadan da kendi çıkarlarını koruyacak kimseler yerleştirdi.
Değişen yeni şartlarla birlikte evrensel ve çağlar üstü İslâmî mücadelenin seyir çizgisi de değişti. Bu değişikliğe paralel yeni tanımlamalar ortaya çıkmıştı. 1789 Fransız ihtilalinden sonra ivme kazanan ideolojik hareketlerle çalkalanan Batı, kendi dışındaki dünyanın ezilen halklarının tüm değerlerini zorbaca talan ediyordu. İşte böylesi bir ortamda İslâmî hareket söz konusu talana ve onların yerli işbirlikçilerine karşı direnen üçüncü dünyanın tek ciddi hareketi oldu.
Zamana, mekana ve şartlara göre adı değişen bu hareketin hiç değişmeyen yanı ise ilkeleri, nitelikleri ve hedefleriydi. Bunlar her zamanda ve mekanda hep aynı kalmış, özellikle evrensellik ve çağlar üstülük vasıflarını, bugün de olduğu gibi sürekli korumuştur.
Batının iki yüz yıllık sosyal, siyasal ve ekonomik hegemonyasına karşı başkaldırışın bir simgesidir İslâmî hareket. Elbette İslâmî hareketin tek meziyeti dış ve iç sultalara karşı koyuşu değildi. Hem tek başına bu vasıf bir hareketi İslâmî kılmaya yetmezdi. Öyle olsaydı ilkesiz ve düzensiz olarak zulüm ve işgallere karşı ânî bir patlamayla ortaya çıkan kitlesel hareketleri; temeli belli bir ırkın, soyun, kabilenin üstünlüğü fikrine dayalı asabiyetçi hareketleri; zulüm ve sömürüye karşı ezilenleri savunduğunu iddia eden lakin değişmez değerlerden ve erdemli ilkelerden yoksun olan zümrevî ve ideolojik hareketleri de İslâmî saymamız gerekirdi.
Oysa İslâmî hareket, İslâm’ın kendisinden ayrı ve bağımsız değildir. İnsanlığın mutluluğunu amaçlayan İslâm’ın yüce hedefleri, İslâmî hareketin de hedefleridir. Adı üstünde İslâmî hareket, İslâm’ın değişmez İlâhi değerlerinden yola çıkarak, onun reddetmediği bir üslupla insanın ve insanlığın ebedî mutluluğu idealini gerçekleştirmek için vardır. Bu çerçevede yapılacak her şey ve bunları yapan birey, cemaat, devlet vs. gibi kurumsal yapıların tümü İslâmî hareket içerisinde değerlendirilmelidir.
İslâmî hareket tanımı 20. yüzyılın başında kullanılmıyordu. Bu tanıma girmesi gereken Cemaleddin Afgânî’ninki gibi kültürel, Ömer Muhtar’ınki gibi askeri çabalar için bile kullanılmıyordu. Bugün “İslâmî hareket” tanımıyla ifade ettiğimiz şey, yüzyılın ilk çeyreğinde farklı kalıplarla ifade ediliyordu. Anadolu’daki harekete yabancılar “Panislamizm” adını veriyorlardı. Yerliler bunu “İslamcılık” biçiminde Türkçeleştirdiler. İran’da “usûlî” ile ifade edilmek istenilen anlam da buna yakın bir şeydi. Mısır’daki İslâmî kıpırdanmalar ise “es-Sahvetu’l-İslâmiyye” (İslâmî uyanış) deyimiyle adlandırılıyordu. Kuşkusuz bu isimlendirmelerin en ünlüsü ve kıdemlisi Alt Kıtadaki “Müceddidiyye” hareketiydi. Böylece “tecdit-teceddüt” de İslâmî hareketi ifade eden tanımlar arasına girdi.
İslâmî Hareket (el-Hareketü’l-İslâmiyye) tanımının ilk kez Hasan el-Benna’nın güçlü çıkışıyla kullanılmaya başlandığı söylenebilir. Bu tanımı ilk kimin kullandığı konusunda elimizde net bir bilgi yok. Söz konusu tanımın çıkışı ve kullanımı üzerine yaptığımız araştırmalarda ortaya çıkan sonuç, diğer bir çokları gibi İslâmî hareket tanımının da ilk kez Batılılarca kullanılmış (İslamic movement) olabileceği yönünde