Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Konuşmalar...Konular ve Selef'in Ahlakı...

KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
KONUŞMALAR


Konuşmalara gelince; onların korunması ağızdan bir tane olsun boş söz çıkarmamakla, o da; sadece dinine bir kâr ve artı getirecek şey konuşmakla olur. Bir şey konuşmak istediğinde onda bir kâr ve fayda var mı yok mu diye bakar. Hiç bir kârı yoksa dilini tutar, konuşmaz. Bir kârı varsa, bu kez de bunu söylediğinizden daha kârlı bir sözü kaçırmış olur mu olmaz mı diye bakar, öyle olacaksa, onu yine konuşmaz.


Eğer kalptekini öğrenmek istiyorsan dilin hareketine bak; çünkü o seni -sahibi istese de istemese de- kalpte olana mutlaka götürür.

Yahya b. Muaz der ki:

"Kalp kazan gibidir, içindekiler kaynar durur. Onun kepçesi de dildir"

Konuşurken adamın diline (konuşmasına) bak; o sana -acı veya ekşi, tatlı veya acı- kalptekini kepçeleyip sunmaktadır. Kazandan kepçeyle çıkardığınla yemeğin tadına baktığın gibi, onun bir kepçe olan dilinin kalbinden çıkardığıyla kalbindekinin tadını bilirsin. Böylece işin hakikatini öğrenirsin.

Enes'in rivayet ettiğine göre Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Kulun kalbi düzgün olmadıkça imanı düzgün olmaz, dili düzgün olmadıkça da kalbi düzgün olmaz."

Rasûlullah'a, insanları cehenneme en çok neyin soktuğu soruldu,

"Ağız ve ferç (cinsel organ)!" buyurdu. Tirmizî sahih bir hadistir, demiştir.

Muaz (r.a.) Rasûlullah'a onu cennete sokacak, cehennemden uzaklaştıracak ameli sordu. O da onun başını ve zirvesini açıkladıktan sonra:

"Sana bunların hepsini kapsayan şeyi söyleyeyim mi?" dedi.

O "Evet Ya Rasûlullah!" dedi. Rasûlullah kendi dilini tuttu ve:
"Bunu koru, engelle" dedi. O (r.a.):

"Biz hakikaten konuştuklarımızdan sorumlu muyuz?" dedi.

Rasûllullah-Sallahu aleyhi ve Sellem:

"Anan seni kaybetsin ey Muaz! İnsanları yüzleri üzeri -bir rivayete göre: çeneleri üzeri- (cehenneme) atan dillerinin kazandıklarından başa nedir ki?" buyurdu.

Tirmizî: Bu hasen-sahih hadistir, demiştir.

Hayret edilecek bir durum ki insana haram yemek, zulüm, zina, hırsızlık, içki içme, harama bakma vs.den korunmak ve kaçınmak kolay geliyor da dilinin hareketini kontrol altına almak zor geliyor.

Zühd, dindarlık ve çok ibadette parmakla işaret edilen adamı görürsün; ne dediğini bilmeksizin ve önemsemeksizin Allah'ın gazabını celbedecek öyle sözler sarfederki, tek kelimesinden dolayı doğuyla batı arasındaki mesafeden daha derinlere düşer. Fuhşiyattan ve zulümden şiddetle sakınan nice insanların ne dediğine dikkat etmeksizin, sürekli hayatta olanlara ve ölmüşlere iftira attığını görürsün.

Hadisenin dehşetini öğrenmek istiyorsan Müslim'in sahih'inde Cündüb b. Abdullah kanalıyla rivayet ettiği Rasûlullah'ın şu hadisine bak:

"Adamın biri: Vallahi Allah filanı affetmeyecek," dedi.

Bunun üzerine Allah (c.c.):

"Kimmiş o benim hakkımda ahkam keserek filanı affetmeyeceğimi söyleyen. İşte... O filanı affettim, kendisinin amelini ise yok ettim, sildim." dedi.

İşte Allah'ın dilediği kadar (yıllarca) O'na ibadet eden bu âbidin tek bir sözünden dolayı bütün amelleri silinmiştir.
Aynı hadisi Ebû Hureyre de rivayet etmiştir. Ebû Hureyre sonunda şöyle demiştir:

"Dünyasını ve dinini helak eden bir cümle konuştu."

Buhârî ve Müslim'in Ebû Hureyre kanalıyla rivayet ettikleri hadiste Allah Rasûlü şöyle buyurmuştur.:

"Kul dikkatsizce Allah'ı razı edecek öylesi bir söz söyler ki Allah bununla onu yüksek derecelere yükseltir. Yine kul, farkında olmadan/dikkatsizce Allah'ın gadabını celbedecek öylesi bir söz söyler ki Allah onu cehennemine sokar."

Müslim'in rivayeti şöyledir:

"Kul, ne kadar çirkin olduğunu bilmediği bir söz söyler. Ondan dolayı cehenneme, doğuyla batı arası (derinliğine) atılır."

Tirmizî'nin Bilal b. Haris Müzenî'nin rivayetiyle zikrettiği hadisin lafzı da şöyledir:

"Biriniz Allah'ı razı edecek öyle bir söz söyler ki, ulaştığı noktayı tahmin edemez; Allah buluşuncaya kadar ondan hoşnutluğunu yazar. Biriniz Allah'ı kızdıracak öyle söz söyler ki, o kadar çirkin olduğunu tahmin edemediği bu söz Allah'ın onu, Allah'a varacağı güne kadar gadabını yazmasına sebep olur."

Tirmizî Enes'ten (r.a.) şöyle rivayet etmiştir: Sahabeden biri vefat etmişti. Bir adam "Cennetle sevin" dedi. Rasûlullah:

"Nereden biliyorsun? Belki de kendisini ilgilendirmeyen bir şey konuşmuş veya kendisinden bir şey eksiltmeyecek bir malda cimri davranmıştı?" dedi. Tirmizî: Bu hasen bir hadistir, demiştir.

Buharî ve Müslim'in Ebû Hureyre'den rivayet ettiklerini göre Rasûlullah:

"Her kim Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsa hayır konuşsun veya susun." buyurmuştur.

Müslim'in rivayetinin lafzı şöyledir:

"Her kim Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsa bir şeye tanık olunca hayır konuşsun veya sussun."

Tirmizî'nin sahih senedle rivayet ettiği bir hadiste Allah Rasulü:

"Kişinin İslâmının iyiliğinden biri de kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terketmesidir" buyurmuştur.

Tirmizî Süfyan b. Abdullah Sekafî'den şöyle rivayet etmiştir: Dedim ki:

"Yâ Rasûlullah! bana İslâm'da öyle bir şey söyle ki, senden sonra kimseye ondan sormayayım." Rasûlullah:

"Allah'a inandım, de sonra dosdoğru ol" buyurdu. Sonra:
"Ya Rasûlullah, hakkımda en çok korktuğun şey nedir?" dedim.

Kendi dilin tuttu ve "Bu" buyurdu. Hadis sahihtir.

Peygamberin hanımı Ümmü Habîbe Rasûlullah'dan (Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle rivayet etmiştir:

"Âdem oğlunun sözlerinin hepsi de lehine değil, aleyhinedir. Ancak bir iyiliği emir veya bir kötülükten nehiy ya da Allah'ı zikir müstesna." Timizi: Hadis hasendir, demiştir.

Başka bir hadiste şöyle buyurmuştur:

"Kul sabahladığında tüm âzâlar bile hatırlatmada bulunarak şöyle derler: Bizim için Allah'tan kork. Çünkü biz sana bağlıyız. Düzgün olursan düzgün olur. Eğrilirsen eğriliriz."

Seleften bir zât "sıcak bir gün" "Bu gün soğuk" gibi sözlerinden dolayı kendisini hesaba çekerdi. Büyük bir âlim (vefatından sonra) rüyada görüldü. Halini sordular. Dedi ki: söylediğim bir sözden dolayı hesaba çekiliyorum. "İnsanların yağmura ne kadar da ihtiyaçları var" demiştim. Bana: "Nereden biliyorsun? Ben kullarımın yararına olanı daha iyi bilirim" denildi

En kolay hareket eden uzuv dildir ve dil, kula en zararlı uzuvdur.

Selef ve Halef âlimleri insanın tüm söylediklerinin mi yoksa iyi ve kötü olanlarının mı kaydedildiği hususunda iki farklı görüşe sahiptirler ve en doğruya yakını birincisi, yani hepsinin kaydedildiğini söyleyen görüştür.

Seleften bir zât şöyle der:

"Adem oğlunun sözlerinin hepsi de aleyhinedir. Ancak Allah rahmani olan ve benzeri sözler müstesna,"

Ebû Bekir (r.a.) dilini tutar ve "İşte beni helaklara bu sürükledi" derdi. Söz senin esirindir. Ağzından çıkınca sen onun esiri olursun. Allah (c.c.) her konuşanın dilinin yanındadır:

" (İnsan), hiç bir söz söyleyemez ki yanında (onu) gözetleyen dediklerini zapteden (bir melek) hazır bulunmasın" (Kâf, 18)

Dilin iki büyük âfeti-felaketi vardır. Kişi bunun birinden kurtulsa diğerinden kurtulamaz. Konuşma âfeti ve susma âfeti. Bazen her birinin, vaktinde, diğerinden büyük günahı olduğu olur.
Örneğin hakkı söylemeyip susan dilsiz şeytandır, Allah'a (c.c.) âsîdir, başına bir şey gelmesinden korkmadığı halde yapmışsa riyakâr ve yağcıdır.

Batıl konuşan da, konuşan bir şeytan ve Allah'a âsî biridir. İnsanların çoğu konuşmasında ve susmasında bu iki türden birindendir, itidalden sapmıştır. İtidal ehli ise -ki doğru yolun sahipleri onlardır- dillerini batıl konuşmadan engeller ve ahirette kendilerine fayda getirecek durumlarda soruna kadar serbest bırakırlar. Onların -bırak ahiretlerine zarar vereceği- boş ve yararsız bir kelime dahi konuşmadıklarını görürsün. Kul kıyamet günü dağlar gibi sevaplarla gelir ve dilinin onu tamamiyle yıkıp mahvettiğini görür. Yine dağlar gibi günahlarla gelir ve dilinin Allah'ı zikir ve benzeri şeylerle onları yıkıp yok ettiğini görür.

Adımlara gelince; onları korumak ayağı ancak, sevap umduğu yere doğru hareket ettirmekle olur. Eğer attığı adımda kazanılacak bir sevap yoksa oturması onun için daha iyidir. Kul mubaha doğru attığı her adımı, onunla ibadeti ve Allah'a (c.c.) yakınlaşmayı niyetlemek suretiyle bir ibadete dönüştürebilir. Böylece adımı bir ibadet olur. Asıl tökezleme, ayağın tökezlemesi ve dilin tökezlemesi olmak üzere iki tane olduğundan yüce Allah'ın şu âyetin de bunlar birlikte zikredilmişlerdir:

"Rahman'ın kulları ki yeryüzünde mütevazi olarak yürürler, cahiller kendilerine lâf atarsa "selâm" der (geçer)ler." (Furkan, 63)

Yüce Allah burada onları sözlerinde ve adımlarında düzgün ve doğru yol üzere olmakla vasıflandırmıştır. Yüce Allah şu âyette bakışlarla akla gelen hayal ve düşünceleri birlikte zikretmiştir.

"(Allah) gözlerin hain (bakışlar)ını ve göğüslerin gizlediği düşünceleri bilir." (Mü'min, 19)

Bunların hepsini fuhşiyatın haramlılığı ve ırzı korumanın vacipliğinin girişinde zikretmiştik.

Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) :

"insanları cehenneme en çok sokan şeyler ağız (dil) ile ferçdir." buyurdu.

Buhârî ve Müslim Rasûlullah'dan şunu rivayet etmişlerdir.

"Bir müslümanın kanı (nın dökülmesi) ancak şu üç şeyden biri sebebiyle helâl olur: Zina etmiş evli, cana karşı can (kısas) ve dinini terkedip cemaati (müslümanları) bırakan".

Bu hadiste zinanın küfür ve öldürme ile birlikte zikredilmesi, Furkan süresindeki âyete ve İbn Mesud'un rivayet ettiği hadise benzemektedir.

Rasûlullah bunları en yaygınından en az yaygına doğru sıralamıştır. Çünkü zina, öldürmekten, öldürmek de irtidattan (dinden dönmeden) daha yaygındır. Yine O büyük günahtan daha büyüğüne göre sıralamıştı. Zira zinanın zararı dünyanın sağlık ve selametini tehdit eder.

Çünkü kadın zina ettiğinde ailesine, eşine ve akrabalarına leke getirir. Onları insanlar önünde boynu eğik yapar. Kadın zinadan hamile kaldığında; şayet bebeğini öldürürse zinaya öldürmek de eklemiş olur.

Eğer kocasıyla evliyken doğurursa kendisinin ailesine ve eşinin ailesine onlardan olmayan bir yabancı sokmuş ve kendilerinden olmadığı halde çocuğu onlara vâris kılmış olur. Çocuk onları görür, onlarla başbaşa kalır ve onlardan olmadığı halde onlara nisbet edilir, onların soyundan ailesinden kabul edilir. Ve daha pek çok zararları. Erkeğin zinasına gelince; o da soyların birbirine karışmasına yol açar. Adam namuslu kadını bozmuş, kirletmiş, helâka ve bozulmaya maruz bırakmış olur. Kısaca bu büyük günah dünya ve ahireti harap eder. Zina ile nice haramlar helâl kılınmış, nice haklar çiğnenmiş, nice zulümler vuku bulmuştur.

Zinanın bir özelliği de fakirliğe, ömrün kısalmasına yol açması, insanlar arasında sevimsizlik ve nefret giysisi giydirmesidir. Zina kalbi dağınık ve dalgın yapar, (öldürdüğü kalbi öldürür), öldürmediğini en azından hasta eder, kişiye keder, hüzün ve korku verir, sahibini melekten uzaklaştırıp şeytana yaklaştırır. Öldürmeden sonra ondan daha zararlı ve kötü bir şey yoktur. O yüzden cezası en çirkin en dehşetli ve en zor biçimde öldürülmek yapılmıştır. Kişiye, hanımının veya akrabasından bir kadının öldürüldüğünü duyması, onu zina ettiğini duymasından daha hafif gelir.

Sa'd b. Ubâde:

"Bir adamı bir kadınla zina eder halde görsem onu acımaksızın kılıçla öldürürüm" dedi.

Bu Rasûlullah'a ulaşınca şöyle buyurdu:

"Sa'd'ın kıskançlığına hayret mi ediyorsunuz? Vallahi ben ondan daha kıskancım, Allah da benden daha kıskançtır. Allah, kıskançlığından dolayı açık ve gizli tüm fuhşiyatı haram kılmıştır." Buhârî ve Müslim.

Yine Buhârî ve Müslim'de Rasûlullah'dan (Sallallahu aleyhi ve sellem) şu hadis rivayet edilmektedir:

"Allah kıskanır, mü'min de kıskanır. Allah'ın kıskanması kulunun, haram kıldığı şeyi yapmasıdır."

Buhârî ve Müslim'de rivayet edilen hadiste Allah Rasûlü (Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur.

"Allah'dan daha kıskanç kimse yoktur.O yüzden açık ve gizli tüm fuhşiyatı haram kılmıştır. Kendinden özür dilenmeyi (tevbe edilmeyi) Allah'dan daha çok seven yoktur. O sebeple müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak peygamberler göndermiştir. Övülmeyi Allah'dan daha çok seven hiç kimse yoktur. O yüzden kendisini övmüştür."

Buhârî ve Müslim de Resûlullah'ın Güneş tutulmasındaki hutbesinde şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

"Ey Muhammed ümmeti! Vallahi hiç kimse Allah'ın erkek veya kadın kulunun zina etmesini kıskanmasından daha çok kıskançlık duyamaz. Ey Muhammed ümmeti! Şayet benim bildiklerimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız. "Rasûlullah sonra ellerini kaldırdı ve "Allahım! tebliğ edip ulaştırdın mı?" dedi.

Güneş tutulması namazı sonrasında özelikle bu büyük günahtan bahsedilmesinde, düşünen için büyük bir sır vardır. Çünkü zinanın aşikâre yapılması dünyanın harap oluşunun emârelerindendir. Bu aynı zamanda kıyametin alametlerindendir.

Nitekim Buhârî ve Müslim Enes'ten şöyle rivayet etmişlerdir:
Vallahi size öyle bir hadis söyleyeceğim ki onu size benim dışımda hiç kimse anlatmamıştır.

Rasûlullah'ı şöyle derken işittim:

"Kıyametin alametlerinden bazıları ilmin kalkıp cehaletin yaygınlaşması, içki içilmesi, zinanın yaygınlaşması, erkeklerin azalıp kadınların çoğalmasıdır. Öyle ki elli kişinin başında (geçimlerini vs. sağlayan) bir erkek bulunur."

Yüce Allah'ın kullarıyla muamelesi tarih boyunca söyle süregelmiştir:

Zina yaygınlaşıp aşikâre yapıldığında Allah gadaplanır, gadab şiddetlenir ve bu yeryüzünde bir cezalandırma şeklinde tecelli eder.

Abdullah b. Mesud (r.a.):

"Bir kasabada faiz ve zina yaygınlaşırsa Yüce Allah mutlaka, oranın helak edilmesine izin verir." demiştir.
İsrailoğullarından bir âlim, oğlunun göz ucuyla bir kadına baktığını gördü. Baba birden koltuğundan yere düştü ve "Yavaş oğlum" dedi. Omuriliği kırıldı, hanımı çocuk düşürdü.

Âlime:

"Benim için öfkelenmen böyle mi? senin neslinde ebediyyen hiçbir hayır olmayacak" denildi.

Yüce Allah zina cezasına diğer cezalara vermediği şu üç özellik vermiştir:

Bir: En dehşetli ve çirkin biçimde öldürülme. Bu cezanın (bekar için) hafifletilmişinde ise iki ceza birlikte vardır: Birisi sopalanmak suretiyle bedene, diğeri yurdundan bir yıl sürgün edilmek suretiyle kalbine ceza/azap.

İki: Allah kullarını, dini konusunda onlara acımaktan, yani cezayı uygulamaktan men'etmiştir. Çünkü yüce Allah şefkat ve merhametiyle birlikte onlara bu cezayı koymuştur. O merhametlilerin en merhametlisisi olduğu halde, rahmeti onu bu cezayı vermekten engellememişse, kalbinize doğan, şefkat duygusu da sizi bu cezayı uygulamaktan alıkoymasın.
Bu bütün cezalarda geçerlidir. Fakat zina cezasında özellikle zikredilmesi, hatırlatılmaya büyük ihtiyaç duyulduğundandır. Çünkü insanlar kalplerinde hırsız, iftiracı ve içkiciye duydukları katı kalplilik ve sertliği zina eden kimse için duymazlar. Kalpleri zinâkâra diğer günahları isteyenlerden daha çok acır. Vakıa bunun şahididir. İşte o yüzden insanlar bu duyguya kapılıp Allah'ın cezasını uygulamamaktan nehyedilmişlerdir.

Bu merhametin sebebi şudur:

Zina üst, orta ve alt tabakanın işlediği bir günahtır. Nefislerde ona son derece güçlü bir eğilim vardır. Bunu yapan çoktur. Sebebi çoğunlukla aşktır. Kalplerin fıtratında da aşıklara acıma vardır. Çoğu insanlar aşığa yardımı ibadet ve Allah'a yaklaşma vesilesi sayarlar. Aşık olduğu kişi ona haram da olsa, insanlar böyle düşünürler. İnsanların bu durumu garipsenecek bir durum değildir. Çünkü bu, diğer hayvanların benzerleri olan bizlerin fıtratına konmuştur, içimizde yerleşiktir. Bir de böylesi şeyleri kadınlar ve hizmetçiler gibi kısa akıllılar bize bol bol anlatırlar.

Ayrıca bu günah genelde iki tarafın rızasıyla olur ve onda tecavüz, zulüm ve gasp gibi nefislerin hoşlanmadığı şeyler vuku bulmaz.

Bir de nefislerde, onlara hükmeden bir şehvet vardır. O yüzden hadiseyi gözünde çok büyük ve çirkin görmez. Kalbini şefkat kaplar ve bu onun cezayı uygulamasını engel olur. Bunların tümü iman zayıflığından kaynaklanmaktadır. İmanın kemali; kişideki, onunla Allah'ın emrini uygulayacağı "kuvvet" ile onunla ceza uygulanana acıyıp şefkat edeceği bir "merhamet" ledir. Böylece, emrinde ve merhametinde yüce Allah'la uyuşmuş olur.

Üç: Yüce Allah zinakârların cezalarının mü'minlerin gözü önünde uygulanmasını, hiç kimsenin göremeyeceği şekilde ıssız bir yerde yapılmamasını emretmiştir. Bu, cezanın faydasını ve vazgeçiricilik hikmetini gerçekleştirmede daha etkindir. Evlinin cezası yüce Allah'ın Lût kavmini taşlamasından gelmedir. Çünkü zina ve lûtilik fuhuş olma hususunda ortaktırlar. Her ikisinde Allah'ın yaratmasındaki ve emrindeki (şeriatındaki) hikmete ters düşen fesad vardır. Çünkü lûtiliğin sayılamayacak kadar çok zararı vardır. Kendisine yapılan için öldürülmek bundan daha hayırlıdır. Çünkü o, ileride telafi edilmesi ve düzelmesi imkansız bir çok zarar ve fesada yol açar, ondan her türlü iyiliği götürür (ruhunu çökertir) Yeryüzü haya suyunu yüzünden çeker. Artık o kişi Allah'tan da insanlardan da haya etmez. Kendisine yapanın suyu onun kalbinde ve ruhunda, zehirin bedendeki etkisini yapar.

Âlimler lûtiliğin kendisine yapıldığı kimsenin cennete girip girmeyeceği hususunda iki görüşe sahiptirler. Şeyhu'l İslam'dan bu iki görüşü söylerken işittim.

Cennete girmeyeceğini söyleyenler bir takım deliller getirmişlerdir.

Bunların biri Lûtilikte mef'ul kişi veled-i zinadan daha kötü, rezil ve iğrençtir. O hiçbir hayra muvaffak kılınmamaya, hayırla arasına engel konulmaya layıktır. Her ne hayır yapsa Allah ceza olarak ona, onu bozan bir şey musallat eder. Küçüklüğünde böyle gördüğün birini büyüdüğünde -genelde- daha kötü halde görürsün. O hiçbir faydalı ilme hiçbir salih amele ve samimi bir tevbeye muvaffak kılınmaz.

Meselenin doğrusu şudur:

Bu belâya uğrayan kişi eğer tevbe eder, Allah'a döner, samimi tevbe ile salih amele muvaffak kılınırsa, büyüklüğünde küçüklüğünden daha iyi olur. Kötülüklerini iyiliklere dönüştürür, ayıbını çeşit çeşit ibadet ve tâatlerle yıkar, gözünü ve fercini haramlardan korur, Allah'a (c.c.) muamelesinde dürüst olursa bu kimse affedilir, cennetliklerden olur. Çünkü Yüce Allah tüm günahları bağışlar. Tevbe her günahı yok ediyor, Allah'a eş koşmayı, peygamberlerini öldürmeyi, sihri ve küfrü vs. dahi siliyorsa, bu günahı da silmekten geri / aciz kalmaz. Yüce Allah'ın adaleti ve lütfuyla belirlediği:

"Günahtan tevbe eden hiç günahı olmayan gibidir"

şeklindeki hikmetli kaidesi, şirkten, adam öldürmeden ve zinadan tevbe edenin günahlarını sevaplara dönüştüreceğini garanti etmesi, bununda affedilmesini gerektirir. Çünkü bunlar her türlü günahtan tevbe eden hakkında geneldir.

Yüce Allah da :

"(Benim adıma) kullarıma de ki: Ey kendilerine zulmeden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümid kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları bağışlar. O şüphesiz çok bağışlayıcı, çok merhametli O'dur."(Zümer, 53) buyurmuştur.

Bu genellemeden bir günah dahi çıkmaz. Ancak bu, sadece tevbe edenler hakkındadır.

Ancak kendisine lûtilik yapan kişi eğer büyüklüğünde küçüklüğünden daha kötü olursa samimi bir tevbeye de, salih bir amele de, yaptıklarını telafi etmeye de, kötülükleri sevaplara dönüştürmeye de muvaffak kılınmaz. Bu kişinin güzel bir samimi, ölüme muvaffak kılınıp cenneti hak etme ihtimali de uzaktır. Bu onun amelinin cezasıdır. Çünkü Yüce Allah bir iyiliği başka bir iyilikle (ona muvaffak kılmakla) ödüllendirdiği gibi, bir günahı da, kişinin başka bir günahıyla cezalandırır. Günahların cezaları birbirlerini katlarlar. Ölüm anında bir çok kimseye baktığında, işledikleri kötü amellerinin cezası olarak, güzel ölümle aralarına girildiğini görürsün.

Hafız Ebû Muhammed Abdulhak b. Abdurrahman Eşbîli (r.a.) şunları söylemektedir:

İyi bil ki kötü ölümün. Allah bizi ondan korusun- bir takım sebepleri, yolları ve kapıları vardır. Bunların en büyüğü dünyaya çöreklenmek, ahiretten yüz çevirmek, Allah'ın haramlarına yönelmek ve onları pervasızca işlemektir. İnsana bir hatası, bir çeşit günahı, Allah'tan yüz çevirmesinin bir yönü cür'etkârlıktan bir nasibi galebe çalar ve kalbini ele geçirir, aklını esir alır, nurunu söndürür, üzerine perdelerini gönderir. Artık ona hiçbir hatırlatma fayda vermez, onda hiçbir nasihat etki etmez.

Söylenenleri -tekrar tekrar söylesen de- çok uzaktan gelen sesler gibi işitir ve ne kastedildiğim, ne denmek istendiğini bir türlü anlayamaz.

Devamla der ki:

Anlatılır ki; Halife Nâsır'ın adamlarından biri ölmek üzereydi. Oğlu "Lâilâhe illallah" de diyor, o "Nasır benim efendim" diyordu. Oğlu tekrar tekrar söylüyordu. Adam sonra bayıldı. Uyandığında yine "Nasır benim efendim" diyordu Ona bir "Lâilâhe illallah, de" denildiğinde, O "Nasır benim efendim" diyordu. Sonra oğluna "Ey filan (kendisini kastediyor), Nasır seni sadece kılıcınla tanıyor, öldürmek, öldürmek!" dedi ve hemen öldü.

Devamla derki:

Tanıdığım birine "Lâilâhe illallah, de" denildi. O ise "Filan evde şunları tamir edin, falan bahçede şunları yapın" diyordu.

Devamla der ki:

Ebû Tâhir Silefî, kendisinin bana anlattığı şu hadiseyi anlatmama izin verdi. Bir adam ölmek üzereydi. Ona "Lâilâhe illallah de" denildi. O Farsça "Deh yazdeh deh yazdeh" -yani on bire on- deyip duruyordu.

Bir başkasına da ölüm anında "Lâilâhe illallah, de" denildi. O ise sürekli "Müncab hamamına nereden gidilir?" diyordu.
Hafız Ebû Muhammed derki:

Bu şiirin hikâyesi şöyledir.

Bir adamın evinin kapısı hamamın kapısına benziyordu.
Bir gün evinin önünde dururken oradan güzel bir cariye geçti ve "Müncab hamamına nereden gidilir?" dedi.

Adam "İşte burası Müncab hamamı" dedi.

Cariye önden, adam da arkasından girdi. Cariye orasının adamın evi olduğunu ve adamın onu aldattığını anlayınca onunla birlikte olmaktan sevinç duyuyormuş gibi gözüktü ve:

"Yanımızda hayatımızı renklendirecek ve bize neşe katacak birşeylerin bulunması uygun değil mi?" dedi.

Adam: Hemen şimdi istediğin ve canının çektiği herşeyi getireceğim dedi ve kapıyı kilitlemeden çıkıp gitti. Alacaklarını alıp geri döndüğünde cariyeyi çıkıp gitmiş halde buldu. Bunun üzerine adam kara sevdaya tutuldu ve sürekli onu zikreder oldu. Yollarda ve sokaklarda yürür ve şöyle derdi:

Vaâh bir gün yorgun halde soran kadın:

Müncab hamamına nasıl gidilir diye.
Yine bir gün böyle söylerken bir cariye pencereden şöyle cevap verdi:

Onu eline geçirir geçirmez hemen Eve bir bekçi bulsan veya kapıyı kitleseydin ya.

Adamın sevdası daha da arttı ve şiddetlendi. Bu hâl üzere devam etti ve dünyadaki son sözü de bu oldu.

Süfyan-ı Sevrî bir gece sabaha kadar ağladı. Sabahleyin ona:

"Tüm bunlar günah korkusundan mı?" dediler.

Yerden bir saman çöpü aldı ve:

"Günahlar bundan da basit. Ben sadece kötü ölümle ölme korkumdan ağlıyorum" dedi.

Bu son derece müthiş bir anlayış...

O kişinin, işlediği günahların onu ölüm esnasında rezil ederek güzel ölümüne engel olmalarından korkması!
Ahmed b. Hanbel Ebû Derdâ'nın ölüm esnasında sürekli bayılıp ayıktığını, ve şu âyeti okuduğunu rivayet etmiştir:

"Gönüllerini ve gözlerini ters çeviririz, ilkin ona inanmadıkları gibi. Ve bırakırız onları, azgınlıkları içinde bocalayıp dururlar." (En'am, 110)

Bu yüzden selef günahlardan, güzel ölüme engel olacağı sebebiyle korkmuşlardır.

Hafız Ebû Muhammed devamla şöyle der:

İyi bil ki kötü son (sûi hatime) -Allah bizi ondan korusun- dışı düzgün, içi temiz kimseye olmaz. Allah'a şükür böyle bir şey duyulmadı da bilinmiyor da! Bu ancak akitteki (iman) bozukluktan, günahlarda ısrardan ve büyük günahlar işlemekten dolayı olur. Çoğunlukla bu hâl kişinin üzerinde hakimiyet kurar ve kişi tevbe etmeden, içini ıslah etmeden, Allah'a yönelmeden ölüm gelip çalar. O ânî kazada şeytan onu ele geçirir, o dehşette onu kapıverir...

Allah'a sığınırız.

Der ki: Anlatılır ki:

Mısır'da ezan ve namaz için sürekli mescide gidip gelen itaat güzelliği üzerinde ve ibadet nuru bulunan birisi vardı. Bir gün -âdeti üzere- ezan için minareye çıktı. Minarenin hemen altında bir hristiyanın evi vardı. Oraya baktı ve adamın kızını gördü. Hemen aşık oldu. Ezanı okumadan indi. Eve, kızın yanına girdi.

Kız: Ne oldu, ne istiyorsun? dedi.

Adam: seni istiyorum, dedi.

Kız: Neden? dedi.

Adam: Sen benim aklımı esir aldın, kalbimi çaldın, dedi.

Kız: seninle zina etmeye kesinlikle razı olmam, dedi.

Adam: Öyleyse seninle evlenirim, dedi.

Kız: Sen müslümansın, ben ise hristiyanım. Babam beni
seninle evlendirmez, dedi.

Adam: Ben de hristiyan olurum, dedi.

Kız: (Onu) yaparsan bende yaparım (seninle evlenirim), dedi.
Adam onunla evlenmek için hristiyan oldu ve onlarla birlikte evlerinde kaldı. Aynı gün bir ara evin damına çıktı. Oradan düştü ve öldü. Böylece hem kızı elde edemedi hem de dinini kaybetti.

Hâfiz Ebû Muhammed devamla şöyle der:

Anlatıldığına göre adamın biri birine aşık oldu, ona vuruldu. Sevgisi kalbine öyle yerleşti ki, bu ona acı vermeye baladı. Sonunda yatağa düştü. Diğer adam ise ondan uzak durdu, daha da uzaklaştı. Aracılar aralarında gidip geldiler. Sonunda diğer onu ziyaret edeceğine söz verdi. İnsanlar gelip ona bunu haber verdiler. O buna son derece sevindi ve kederi, üzüntüsü ortadan kalktı. Bu belirlenen randevuyu beklerken arabulucuları gelerek ona söyle dedi:

"Benimle birlikte yolun yarısına kadar geldi sonra geri döndü. Onunla konuşup gelmeye zorladıysam da, "Benimle sevinde, neşelendi. Şüphe uyandırıcı konuma düşmek, günahla itham olunacağım yerde bulunmak istemem" dedi. Israr ettimse de kabul etmedi ve geri döndü!" Bunu işiten ızdıraplı adam tekrar hastalandı, öncekinden kötü bir hâle geldi. Hâli yüzünden okunuyordu. Dedi ki:

Ey Selem, ey hastanın rahatlığı Ey bir deri bir kemik kalmışın şifası, Senin hoşnutluğun gönlüm için daha tatlı Yaradanın ve Celal sahibinin rahmetinden.

Ona: Ey adam, Allah'tan kork, dedim. "Evet öyle dediğim gibi!" dedi. Yanından kalktım, daha evinin kapısından çıkmadan onun ölüm çığlığını işittim. Uğursuz sondan Allah'a sığınırız.


İbn Kayyım El-Cezviyye ''Kalbin İlacı'' ndan alıntıdır.
 
Üst Ana Sayfa Alt