Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İlmi Konu Küfrün Bayram ve Törenleri

ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
DAR'UL-HARB'TE BAYRAMLAR , TÖRENLER VE MÜSLÜMANIN TAVRI

Bayram+yeri_jpg.jpg

Allah (cc), insanlık için son mesajını ve hayat nizamını Rasulullah (s.a.v.) ile göndermiştir. Rasulullah (s.a.v.)'de aldığı vahyi eksiksiz bir şekilde bizlere tebliğ etmiştir. Bu tebliğinde eksik hiçbir şey bırakmamış, hayata dair ne varsa açıklamıştır. Kendi zamanında bulunan ve bulunmayan mûminlere hayatlarını nasıl düzenleyeceklerini bizzat yaşayarak öğretmiştir.
Allah (cc) hayata yön veren kelamında kendine tam bir teslimiyetle teslim olan kullarına şunu bildiriyor:
"Bu gün kafirler dininizden ümitlerini (tamamen) kestiler. Artık onlardan korkmayın. Ben'den korkun. Bu gün sizin için dininizi kemale erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Ve din olarak İslam'ı beğenip seçtim." (Maide 3)

İrad b. Sariye (r.anh) Rasulullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu haber veriyor:
"Ben sizi, gecesi, gündüzü gibi apaydın olan (en küçük bir şüpheyi kabul etmeyen gayet açık) bir din üzerinde bıraktım. Benden sonra ancak helak olanlar o dinden (başka yönlere) saparlar!" (İbni Mace, (1/67) Mukaddime bab: 6 hadis no: 43)

Allah (cc) dini tamamlamış, Rasulü'de o dini, karanlığı, gizlisi, saklısı olmadan her şeyi açıklamış olarak bırakmıştır. Bu noktası ile din apaçıktır bir ekleme kabul etmez..
Bu dine tabi müslümanlar da onun aydınlığıyla hayatlarına yön verirler. Allah'ın ve Rasulü'nün emrettiklerini yapar, reddettiklerini de yapmazlar.
Allah(cc) şöyle buyurur:
"Allah ve Rasulu bir işi hükme bağladıklarında hiçbir mûmin erkek ve hiçbir mûmin kadına o işlerinde istediklerini yapma hakları yoktur. Kim Allah'a ve Rasulune isyan ederse, şubhesiz apaçık bir sapıklıkla sapmış olur." (Ahzab 36)

Hayatın her alanında mûminin tavrı budur!...Allah ve Rasulü bir işi hükme bağladı mı, mûmin olanlar ona uymada yarışır, ona ters düşecek tavırlardan sakınırlar. Dinin aslını muhafaza eder, sonradan çıkan işlere dikkat ederler. Çünkü Allah'ın Rasulu (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
" Bundan sonra (mâlumunuz olsun ki) sözün en hayırlısı Allah'ın kitabıdır. İrşadların en hayırlısı da Muhammed'in irşadıdır. Umurun (işlerin) en kötüsü sonradan çıkarılandır. Her bid'at dalâlettir (sapıklıktır)" (Muslim (4/528) K.Cumua Bab. 13 Hadis no: 43)

Din tamamlanmış, işler yerli yerince yerleştirilmiştir. Kimde bunu beğenmeyerek, delilsiz olarak kendinden bir şeyler ortaya koyarsa işte bu bid'attır. Bid'at dalalet yani sapıklıktır.
Müslümanlar hangi bayramları kutlayabilir, muşriklerin bayramlarının kutlanmasının hükmü nedir ?
Bu açıklamalar ışığında, kutlanması gereken bayramlar ve bir müslüman müşriklerin bayramlarını kutlayabilir mi sorularına açıklık getirelim.
Allah (cc) Kelamı olan Kur'an da şöyle buyurmaktadır:
"O kimseler ki zura şâhidlik etmezler." (Furkan 72)
Ayeti kerimedeki "Zura" kelime yalan olarak ifade edilir.
İmam Kurtubi bu ayetin tefsirin de konu ile ilgili olarak şunları şöylemiştir:
Yüce Allah'ın "Ve onlar yalan şâhidlik yapmazlar" buyruğu şu demektir:
Onlar yalan ve batılın bulunduğu yerde hazır olmazlar ve bunu da müşahede edip seyretmezler.
"ZÛR" (yalan) değiştirilmiş allanıp pullanmış batıl olan her bir şeydir. Bunun en büyüğü ise Allah'a ortak koşmak ve Allah'a ortak koşulanları tazim etmektir. Ed-Dahhak ve ibn Abbas böylece tefsir etmişlerdir.
İbn Abbas dan gelen bir rivayete göre de bu müşriklerin bayramları demektir.
İbni Abbas (r.anhuma) dan rivayet edilen ikinci mana üzerinde durulursa ayetin manası şöyle olur:
"O kimseler ki, (yani mu'minler) zûra, (cahiliyyenin bayramlarına) şahidlik etmezler, (yani o bayramlarda bulunmazlar)" (...............) (Furkan 72)
(El-cami’u-li Ahkami’l Kur'an (12/ 618-9) çev. M.beşir Eryarsoy Buruc.y)

Ayetin hükmü budur. Rasulullah (s.a.v) sünnetine yani Kur'an’ın hayattaki yaşanış şekline muracaat ettiğimizde konunun bir bütünlük içinde aynı olduğu görülür. Rasulullah İslam'a uymayan ne varsa onu kaldırmıştır. Bu konuda "Enes bin Malik (r.anh) dan şöyle bir rivayet vardır :
"Rasulullah (s.a.v.) Medine'ye teşrif ettiklerinde Medinelilerin eğlenip oynadıkları iki günleri vardı.
Efendimiz:
-'Bu günler neyin nesidir?' dedi.
Dediler ki: -'Biz cahiliyye devrinde bu günlerde eğlenirdik (Ya Rasulullah)'
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.): -'Şubhesiz Allah size bu günlerin yerine daha iyilerini, Kurban ve fıtır günlerini (kurban ve Ramadan Bayramlarını) verdi'"

(Ebu Davud (4/ 258) K.Salat Bab: 239 Hadis no: 1134)

Rasulullah (s.a.v.) Medine'ye geldiğinde Medineli müslümanlar cahiliyye yani islam dışı hayatlarında iki günü bayram diye kutluyorlardı. Bunların biri Nevrûz, diğeri de Mihrican'dı. Nevrûz Mart ayının 21de , Mihrican'da Eylül'ün 21'de kutlanırdı. Astronomi uzmanlarının çıkardığı bir şeydi bu. O günlerde hava oldukça mutedil ve gece-gündüz birbirine denk olduğu için o günü bayram diye kutlamışlardı. Bu diğer insanlar arasında da yayılmış ve bir bayram gibi itibar görerek kutlanmıştır. Ama Rasulullah (s.a.v.) bu cahiliyye bayramlarını hoş görmeyerek reddetmiş yerine mûminlere iki bayram bırakmıştır. Bunlar, yani Nevrûz ve Mihrican yasaklandıktan sonra mûminler tarafından bir daha kutlanmamıştır. Eğer ashab Rasulullah'ın emrine yerine getirmez o günleri kutlamaya devam etmiş olsalardı muhakkak ki, dinden çıkmış olurlardı.
Dolayısı ile Mûminlerin Kurban ve Ramadan bayramı dışında bayramları yoktur. Kutlanması gerekenler bunlardır.
Bir mûmin bu bayramları kutlamadığı gibi, bu bayramı kendi bayramı görenleri de tebrik edemez.

Konu ile ilgili olarak Ulemamızdan Ebu Hafs el-Kebir(rh.a) şunları söylemektedir:
"Nevruz gününde o günü tâzim maksadıyla muşrike hediye olarak bir yumurta dahi veren kimse kafir olur."
Ulemamızdan Hasan b. Mansur da:
"Nevrûz günü başka günlerde almadığı bir şeyi satın alan veya kafirlerin bu güne saygı duydukları gibi saygı duyarak başkasına hediye veren bir kimse kafir olur." (Ebu Davud (4/258) Nel ve H. Kayapınar. Şamil y)


Bir mûmin bu benzeri şeylerden sakınmak zorundadır ki imanını muhafaza edebilsin!..Tabi ki bu konu yalnız günümüzde de kutlanan Nevruz için geçerli değildir. Rasulullah (s.a.v.)'ın getirmiş olduğu bayramların dışında ki hepsi için geçerlidir.
Müslüman kendine has bir karaktere sahip bir şahsiyettir!... Başkasını taklid etmekten uzak, şahsiyetini İslam'a göre şekillendiren bir kişidir. İslam'ın tanımadığı sistemlerin hepsini reddettiği gibi onların bayramlarını da reddeder. Cahiliyye bayramlarının yapıldığı mekanlarda bulunmaz onların kutlamalarına katılmaz.
Eğer onların bayramlarına izlemek amacıyla katılsa bile imanı kaybeder. Bu konuda Rasulullah (s.a.v.) mûminlere bıraktığı ölçü şudur:
"....Abdullah ibni Mes'ud (r.anhuma) ....dedi ki:
Muhakkak ki ben Rasulullah (s.a.v.) şöyle derken işittim:
"Kim bir kavmin(topluluğun) karartısını (sayısını) çoğaltırsa o da onlardandır. Ve kim bir kavmin amelinden radı olursa onların amellerinde ortaktır." (İbni kesir Cami’u-Mesanid ve's-Sünen (27/308) hadis no: 589)

Kim hangi kavmin karartısını çoğaltıyorsa, sayısını çoğaltıyorsa o da ondandır. Kim iman tarafının görüşlerini, amellerini, hükümlerini, bayramlarını beğeniyor kabul ediyorsa ondandır. Kimde kafirlerin görüşlerini, amellerini, hükümlerini, bayramlarını beğeniyorsa o da ondandır.
Bu hadis biz mûminlere islami olmayan topluluklardan, kurum ve kuruluşlardan uzak olmayı gerekli kılmıştır. Eğer onların, yani kafirlerin organizelerine, eğlencelerine ve bayramlarına katılacak olunursa, bu hareket sevginin bir nişanesi olduğundan ve kişi sevdiği ile birlikte olacağından bu kişiyi onlardan yapar.
Mûmin şahsiyetli bir insandır!... Şahsiyetinin olgunluğunu dininden alır!.. Taklid edeceği merci öncelikle Allah'ın Rasulu (s.a.v.)'dır. Allah'ın Rasulu (s.a.v.)'nun hayatıyla mûminin hayatı aynîleşmeli onun yap dediklerini yapmalı, yapma dediğini yapmamalıdır. Her hareketinin ölçüsünü getirdiği dinden ve Onun (s.a.v.) yaşantısından almalıdır. Taklid de veya benzerlikte başkalarını takib etmek, O'nun (s.a.v.) getirmiş olduğunu beğenmemek ve cahiliyyeye dönmek demektir.
İbni Ömer (r.anhuma)'dan gelen bir rivayette Muhammed (s.a.v.) şöyle buyurmuştur :
"Kendisini bir kavme benzetmeye çalışan kimse, O kavimdendir."
(Ebu Davud(14/106)K.Libas Bab: 4 hadis no: 4031)

Hadisten de anlaşılacağı gibi kim kendini bir kavme benzetmeye çalışırsa o da onun gibi olur. Hadisten çıkan hükümler noktasında düşünüldüğünde mûminin hayatında İslam dışı her türlü taklidin, adetin, örfün, alışkanlığın çıkması gereklidir.
Netice itibariyle İslam'ın iki bayramı dışında bayramları ve günleri kutlamak insanı dinden çıkaran bir ameldir. Bu amele bilmeden düşenlerin tecdidi iman ile nasuh tevbe edip bir daha bu olayı tekrarlamamaları gereklidir.
Ayrıca müslümanın Bid'at olan unsurlardan sakınması da gereklidir ki imanının kemaletini korusun. Mesela bazıları, çağın getirdiği ya da insanların içinde bulunduğu buhranlardan kurtulma endişesiyle, İslamın hakim olmadığı ortamda yaşamanın getirmiş olduğu gevşeklik sonucu, kendi elindekileri ve neslini koruma adına İslam'da olmayan yeni işler çıkarmaktadır. İslam cahiliyye bayramlarına karşı olduğu gibi bunlara da karşıdır.
Cumhuriyet Türkiye’si batılılaşma dönemi inkılâplarıyla birlikte Hıristiyan Batının hayat tarzını benimsemişti. Gerçekleştiği köklü değişiklikler arasında takvim değişikliği de vardı. Bu amaçla 26 Aralık 1923’de (Aralığın 26’sı dikkate şayandır) İslami olan Hicri takvim bırakılarak Papa Gregoryen’in hazırlamış olduğu Hıristiyan miladi takvimi benimsenmiştir. Yılbaşı günü de 1 Muharrem’den 1 Ocak tarihine alındı. İnkılâpların amaçladığı batı değer yargılarının ise bu arada “Noel Baba Kültürü”nün halk arasına zorlamalarla sokularak zamanla meşrulaşması sağlandı. Bu anlayışla yapılan inkılaplar o raddeye varmıştı ki, 1928’de “Devletin Dini: İslam’dır” hükmünü anayasalarından çıkardıklarında o hengamede “din Hıristiyanlık olsun” diye teklif getirenler dahi olmuştu. Neyse ki 1938’de laiklik imdada yetiştiğinde Hıristiyanlığa sakin bir geçişin yolu da bulunmuştu. Gerçekten de laiklik Türkiye’deki uygulamasıyla devrimciler için iyi bir ara dönem ve atlama taşı pozisyonundadır.
Roma imparatoru Konstantin’in noeli bayram olarak kabul ettiği 325. miladi yıldan sonra Hıristiyan alemi bu günü gelenekselleştirerek bayram edinmişlerdir. Onlar Noelden bir hafta önce özel hazırlıklar yaparlar. Bu günlerde sokaklar, caddeler ve vitrinler çam ağaçlarıyla dolmakta, Noel Baba resimleri her yeri kaplamaktadır. Bu vesileyle kitaplar, dergiler vs. yayınlanmakta, resmi daireler ve okullar süslenmekte, bütün bir halk tatile girmektedir. İnsanlar tebrik ve telgraflarla birbirlerinin yeni yılını kutlamaktadır.
Hıristiyanların geleneksel bayramları olan Noel şu anda Türkiye’de de diğer İslam ülkelerinde de rağbet duyulmaya, teşvik görmeye başlamıştır. İşin en korkunç yanı ise bu kutlamalara Müslümanların rağbet göstermesi ve İslam’dan uzaklaşma yoluna girmeleridir. Müslümanlar önce Allah’a (cc) verdileri sözü hatırlamalı, Kur’an ve sünnet doğrultusunda kendisine bahşedilen “Müslüman” ismine yaraşır bir şuurda olmalıdır. Müslümanlar için yılbaşı 1 Muharram’dir. 1 Muharram gecesi bizler için yılbaşı gecesi sayılmaktadır. Buradan kaynakla son yıllarda bazı Müslümanlarda 1 Muharram günü yılbaşı kutlama maksadıyla farklı bir gayret içine girdikleri gözlemlenmektedir. Baskı ve gaflete sevk etme yöntemleriyle yılbaşılarını şaşıran insanların dikkatlerini tekrar Hicri yılbaşına çekilemeye çalışılmaktadır.
Tabi bu unutulan değerlerimizi hatırlamak amacıyla yeni yeni (bidat) kutlamalar peydahlamaya çalışmamalıyız.

Mesela yılbaşı gecesinde kutlanan "Mekke'nin Fethi" gecesi. Bu geceyi, insanlar yılbaşını kutlamasınlar da o günlerde Mekke fetih edildi onu hatırlasınlar, bu konuda düzenlenen organizelere gelsinler niyetiyle yapıyor olsalar bile bu Bid'at'tir". Rasulullah'ın ve ashabının yapmadığı bir iştir.
Hakeza bunun gibi "Kutlu doğum Haftası" kutlamaları da yukarıda belirtilen gecenin hükmü gibidir!...Bu gibi işler tamamıyla birilerinin aşağılık kompleksinde kaynaklanmaktadır. Allah'ın Rasulu'nu bir bid'at ile değil de, Kur'anın emri olan bir örneklikle hayatımıza aktarmamız yerinde olur. Mûmin müslümanların bu tür bid'at olan işlerden sakınmaları vacibdir. Eğer Allah yolunda yapmış olduğumuz farz nafile amellerin boşa gitmesini istemiyorsak!....
Rasulullah (s.a.v.) Şöyle buyuruyor : "Kim nefsinden veya hevasından bir iş ortaya koyarsa, Allah'ın, Meleklerin ve insanların hepsinin lâneti onun üzerinedir. Onun farz ve nafile (amelleri) kabul olmaz."
(Musnedi ishak b. Rahuve, sh: 173, Hadis no: 395)


Kâfirlere Bayramları Konusunda Karşı Çıkmanın İcma-i Ummet Kaynaklı Gerekçeleri

Bu bayramlara karşı çıkmanın “Îcma-i Ummet” kaynaklı bir çok gerekçesi vardır ve başlıcaları şunlardır:

1 - Bu gerekçelerin ilki, daha önce sünnet bölümünde vurguladığımız gibi, halen bir çok müslüman şehirde cizye ödeyerek inanç serbestliğini elinde tutan yahudi, hrıstiyan ve ateşperestler kendi bayramlarını özgürce kutlamaktadırlar. Öte yandan onların bayramlarında yaptıkları hareketlerin bir çokları için çekiciliğini koruduğu da meydandadır. Buna rağmen ilk müslümanlar arasında hiç kimsenin bu bayramlara şu veya bu ölçüde katıldığı görülmemiştir. Eğer ummetin vicdanında bu bayramlara karşı köklü bir nefret ve yasaklık duygusu kökleştirilmeseydi, çoklarının bu törenlere katıldığı görülürdü. Çünkü sürükleyici sebebi (motifi) olan bir şeyin önünde eğer bir engel yoksa o şey kesinlikle meydana gelir. Demek ki, bu bayramlara katılmayı önleyen bir engel vardır. Bu engel de dindir. Bundan anlıyoruz ki, din, yani İslâm dini bu bayramlara katılmayı önleyen güçlü bir engeldir ki, bizim de söylemek istediğimiz budur.

2 - Bu delillerin ikincisi, Ömer -Allah ondan radı olsun- zamanında ortaya konan Kitablı dini azınlıkların İslâm diyarında bayram törenlerini gösterişli biçimde kutlayamayacakları hükmü idi. Bilindiği gibi bu hükmün İslâma uygun olduğu hem o günün sahabileri ve hem de daha sonra gelen fıkıh alimleri tarafından onaylanmıştı. Müslümanlar kâfir ve muşriklerin bayramlarını gösterişli biçimde kutlayamayacakları konusunda görüş birliğine vardıklarına göre bizzat müslümanların bu bayramlara katılması nasıl söz konusu olabilir?
Bu bayramlardaki hareketleri müslümanların açıktan işlemeleri, kâfirlerin yapmalarından daha ağır bir günah olmaz mı?
Çünkü bizim kâfirleri bu bayramları açıkça kutlamaktan alıkoyuşumuzun sebebi, bunların taşıdıkları fesat niteliğidir. Bu nitelik ya bu törenlerin doğrudan doğruya günah olan bir eylem veya günahın sembolü oluşlarından ileri gelir. Bu iki ihtimalin hangisi gerçek olursa olsun, müslümana hem doğrudan doğruya günah işlemek ve hem de günahı sembolize eden davranışları yapmak yasaktır. Eğer bir müslümanın bu bayramlara katılmasının kâfirleri yüreklendirmekten başka hiç bir sakıncası olmasaydı, sırf bu sakınca bu törenlere katılmanın yasaklığını belirten yeterli bir gerekçe olurdu. Oysa bu işin daha bir çok kötülükleri vardır ki, inşeAllah başlıcalarına ileride değineceğiz.

3 - Bu delillerin üçüncüsü Ömer'in -Allah ondan radı olsun- Ebu Şeyh İsfahanî tarafından Ata b. Dinar'a dayandırılarak nakledilen Acem dilini konuşmaktan ve müşriklerin bayram günlerinde onların mabedlerine gitmekten sakınınızşeklindeki uyarışıdır.
(Kenz El-Ummal, c. 3, sf: 886, Hadis No: 9034; Beyhakî, Sunen, El-Kûbra, c. 9. sf: 234, Bab: Zimmilerin arasına katılmanın keraheti.)
(Ata b. Dinar El-Hezelî Ebu El-Zeyat El-Mısrî, altıncı kuşak ravilerdendir, İbn Hacer onun hakkında: “Doğru sözlüdür, ancak Said b. Cubeyr'den olan rivayetleri dinleyerek değil, ezberedir.” der. Buhari, Ebu Davud ve Tirmizi ondan hadis tahriç ettiler. H. 126'da vefat etti. Takrib El-Tehzib, c. 2, sf: 21, Biy. No: 188.)

Ömer'in bu sözleri, Beyhakî'de yer aldıklarına ve Sufyan-ı Sevri tarafından Ata b. Dinar'a dayandırılarak nakledildiklerine göre daha ağır anlamlı olarak şöyledir:
Sakın âcem dilini öğrenmeyiniz ve muşriklerin bayram günlerinde onların mâbedlerine gitmeyiniz. Çünkü o gün onların üzerine Allah'ın azabı iner.
(Beyhâki, Sunen El-Kubra, c. 9, s. 234; Abdurrazzak El-Musannef, c. 1, sf: 411, Hadis No: 1609)

Öte yandan yine Sufyan-i Sevrî'nin, Ebu Velid'e dayandırarak belirttiğine göre bu konuda Abdullah b. Ömer -Allah ondan radı olsun- şunları söylüyor:
Kim acem diyarında ev-bark edinerek yerleşir, onların Nevruz ve Mihrican gibi bayramlarını benimser, onlara özenir ve ölünceye kadar böyle kalırsa Kıyamet günü onlarla birlikte haşrolur.
(Beyhâki, Sunen El-Kubra, c. 9, s. 234.)

Buhari'nin bildirdiğine göre . Ömer'in -Allah ondan radı olsun- bu konudaki bir başka ve daha ağır bir sözü şöyledir:
Allah'ın düşmanlarının bayram törenlerinden uzak durunuz.

Bu arada bir gün Ali'ye -Allah yüzünü ak etsin- acemlerin Nevruz bayramını hatırlatan bir sembol getirdiler.
Ali: “Bu nedir?” diye sordu.
Kendisine:
“Bu Nevruz gününün sembolüdür” diye cevab verilince bu sözlere:
“Her gününüzü Nevruz sayınız, (O güne özel bir önem vermeyiniz)diye karşılık vermiştir.
Ali'nin bu sözlerini nakleden Usame: Onun Nevruz kelimesini belirli bir isim olarak değil, belirsiz bir isim şeklinde ifade etmesindeki inceliğe dikkat çekmektedir.
Beyhakî'ye göre Ali'nin bu üslubu, herhangi bir günü şeriatın belirlemediği bir olaya bağlamaktan hoşlanmadığını belirtir.

(Beyhâki, Sunen El-Kubra, c. 9, sf. 235)

Görüldüğü gibi, Ömer -Allah ondan radı olsun- müslümanlara acem dilini öğrenip konuşmayı ve onların bayram günlerinde sırf mâbedlerine gitmeyi yasaklıyor. Böyle olunca onların bayramlarındaki bazı adetlerine özenmek veya onların dinlerinin gereği sayarak yaptıkları bir hareketi işlemek nice olur?
Acaba onların adetlerini taklid etmek, dillerini öğrenip konuşmaktan daha büyük bir günah değil mi?
Acaba onların bazı bayramlık davranışlarına özenmek, o günlerde sırf onların mâbedlerine girmekten daha sakıncalı bir hareket olmaz mı?
Onlara bayram günlerinde yaptıkları günahlardan dolayı Allah'ın gadabı indiğine göre bu hareketlerin tümünde veya bir kısmında onlara katılanlar, acaba aynı akıbete uğrama tehlikesi ile karşı karşıya kalmazlar mı?
Yukarıda okuduğumuz gibi, Abdullah b. Ömer -Allah ondan radı olsun- de açık bir dille:
“Acem diyarında ev-bark edinerek yerleşenlerin, onların Nevruz ve Mihrican gibi bayramlarını benimseyenlerin ve ölünceye kadar onlara özenmeye çalışanların Kıyamet günü onlarla birlikte haşrolacaklarını” belirtiyor.
Bu sözlerinden anlaşıldığına göre Abdullah b. Ömer belirttiği şekilde acemlere özenenleri, ya bu taklidçiliklerinden dolayı kâfir sayıyor veya bu tutumu cehennemlik olmayı hak eden büyük günahlardan kabul ediyor. Eğer bu sözler ilk ihtimale yorulacak olursa o zaman bu alan kısmen acemlere özenmek “günah” olur. Çünkü bu kısmî davranış belirlenen akıbeti hakketmede etkili olmasaydı, onu bu akıbeti gerektiren davranış bütününün bir parçası saymak yersiz olurdu. Zira insan mubah davranışlar yüzünden cezaya çarptırılmaz. Bu arada kınanan bütünde yer alan münferit hareketler sadece o bütün içinde bulundukları takdirde kötüdürler diye bir şey yoktur. Tersine kötü olduğu belirtilen bütün parçalan da ayrı ayrı kötüdürler.
Doğrusunu Allah bilir ya, Abdullah b. Ömer'in “Acem diyarında ev-bark edinip oralara yerleşmek”ten söz etmesinin sebebi şu olsa gerek. Çünkü onun yaşadığı günlerde müslüman olmayan azınlıkların İslâm diyarında açıktan açığa bayram şenlikleri düzenlemeleri yasaklandığı için hiç bir müslümanın İslâm diyarında acem bayramlarına özenmesi söz konusu değildi, böyle bir şey ancak acemlerin ülkelerinde oturanlar için mümkündü.
Öte yandan Ali, acemlerin bayramlarındaki davranışlarına katılmak şöyle dursun, onların bayramlarına takmış oldukları ismi bile onaylamaktan kaçınmıştır, İşte Ahmed b. Hanbel de bu konudaki tutumun Ali ile Ömer'in (r.anhuma) yukarıdaki sözlerinin anlamına dayandırarak belirlemiş ve bu görüşünü arkadaşlarına açıklamıştır.
Hatırlanacağı üzere İmam-ı Ahmed'in arkadaşlarından biri olan Kadı Ebu Yala'nın hocasına dayanarak müslüman olmayanların bayram törenlerine katılmamak gerektiğini belirttiğini nakletmiştik. Onun diğer bir arkadaşı olan ve “İbn-i Bağdadî” lâkabı ile anılan İmam Ebu Hasan Amidî de “Umdet-ul Hazin ve Kifayet-ul Musafiri” adlı eserinde bu konuda şunları söylüyor:
“Yahudi ve hrıstiyanların bayram törenlerine katılmak câiz değildir. Ahmed-i Hanbelî bunun böyle olduğunu belirtiyor ve bu görüşünü - ... ve onlar ki, eğriliklere şahid olmazlar- ayetine dayandırıyor. Ayette geçen -eğrilikler- deyiminin kâfirlerin bayramları ve geleneksel törenleri demek olduğunu söylüyor. Bayram günleri kurdukları pazarlara gelince bu pazarlara katılıb alış-veriş yapabilir.
Ahmed-i Hanbelî bunu da belirtiyor ve şöyle diyor:
-Müslümanlara yasak olan şey, onların bayramlarında kilise ve mabetlerine girmektir. Pazarda satılan yiyecek maddelerinden satın almanın hiç bir sakıncası yoktur. Her ne kadar bu yiyecek maddelerini satın almakla onların bayramını sayıb takdir etme kasdı taşımış olsa bile bu alış-veriş sakıncasızdır.-”

Yine Ahmed-i Hanbelî'nin öğrencilerinden biri olan Hilâl, “cami” adlı eserinde bu konuda şunları yazıyor;
“Konumuz, müslümanların müşrik bayramlarına katılmalarının mekruh oluşu hakkındadır. Bu konuda Muherma diyor ki -Bir defasında Ahmed-i Hanbelî'ye Şam'da Tur Yabur Deyr Eyub gibi yerlerde kutlanan bu bayramlara katılmak hakkında ne düşündüğünü sordum. Müslümanlar bu törenlere katılarak bu munasebetle kurulan çarşılardan koyun, sığır, un, buğday, arpa gibi besin maddeleri alıyorlar, yalnız alış-veriş maksadı ile bu çarşılara çıkıyorlar, yoksa onların mabedlerine girmiyorlar bu konuda ne dersin, dedim. Bana -Muşriklerin mabedlerine girmez de sadece pazarlara katılırlarsa bunun sakıncası yoktur- dedi.”


Görüldüğü gibi, Ahmed-i Hanbelî, muşriklerin mâbedlerine girmemek şartı ile bu bayramlarda kurulacak pazarlara katılmayı serbest bırakıyor. Demek ki, bu törenlerde müşriklerin mabedlerine girmeyi yasak sayıyor. Nitekim yukarıdaki satırların yazarı olan Hilâl da İmam-ı Ahmed'in bu sözlerinden, onun müslümanların müşrik bayramlarına katılmalarını menettiği sonucunu çıkarıyor. Ahmed-i Hanbelî, bu görüşünü Ömer'in yukarda söz konusu ettiğimiz “muşriklerin kilise ve mâbedlerine girmeyi yasaklayan” sözlerinin aynı anlama gelen bir benzerine dayandırıyor. Bilindiği gibi Ömer'in o sözleri müslümanlan “muşriklerin yaptıkları gibi yapmamaları” hususunda uyarıcı nitelikteydi.
Acemce konuşmak ve yılın aylarına farsça isimler verme meselesine gelince:
Ebu Muhammed Kirmanî bu konuda şunları yazıyor:
“Konumuz yılın aylarını farsça isimleri ile söylemek hakkındadır. Bir defasında İmam-ı Ahmed'e -Farslılar haftanın günleri ile yılın aylarını bizim manâlarını anlamadığımız isimlerle anıyorlar, bu konuda ne dersin?- diye sordum. Bana bunu ağır şekilde mekruh saydığını belirtti ve Mucahid'in de Farsça ay isimleri kullanarak “Azermah” veya “Deymah” demeyi mekruh gördüğünü nakletti. Kendisine ismi farsça olan birini bu isimle çağırmanın yerinde olup olmadığını sordum, bunu da mekruh saydığını söyledikten sonra sözlerine şöyle devam etti -Bir defasında İshak'a, kitab tarihlerinin “Azermah, Deymah” gibi farsça ay isimleri kullanılarak atılıp atılamayacağını sordum. Bana eğer bu isimler arasında çirkin anlamlı olanı yoksa bunun sakıncalı olmadığını söyledi. İbn-i Mubârak, Cenab-ı Allah (c.c.) kasdedilerek “Ized” adına yemin edilmesini mekruh saydı ve bunun gerekçesini açıklarken “Bu ismin bir puta izafe edilip edilmediğinden emin değilim” dedi. Diğer farsça Allah isimleri ve hatta bu tip eski Arabca isimler de böyledir. Yani putlarla ilgili olan isimler.”

Ahmed İbn Hanbelî'nin bu tip yabancı kaynaklı isimlerin kullanılmasını mekruh sayması iki gerekçeye dayanır.
Birincisi, manası bilinmeyen bir isim, İslâmca haram olan bir anlama gelebilir. O halde müslüman anlamını bilmediği yabancı kaynaklı bir ismi kullanmamalıdır. Bu yüzden farsça, ibranice ve süryanice gibi yabancı dillerle dua etmek mekruhtur, çünkü söylenecek sözler arasında anlamı câiz olmayan sözler bulunabilir. Yukarıdaki belgede görüldüğü gibi, bu konuda İshak bu gerekçeyi göz önünde tutuyor. Hemen belirtelim ki, eğer kullanılan yabancı kaynaklı kelimenin anlamının mekruh olduğu biliniyorsa, bu kelimeyi kullanmanın mekruh olduğu kuşkusuzdur. Fakat kelimeyi kullanan kimse kullandığı kelimenin anlamını bilmediği takdirde Ahmed-i Hanbelî, bu kelimeyi kullanmayı mekruh sayarken İshak'ın sözleri bunu mekruh görmediği izlenimini bırakıyor.
Gerekçelerin ikincisi ise yabancı kelimeler kullanan kimsenin git gide arabca dışında bir dille konuşma alışkanlığı edinmesi sakıncasıdır. Çünkü arabca İslam dininin ve müslümanların sembolüdür. Ummetleri diğer ümmetlerden ayıran en önemli özellik onların dilleridir. Bu yüzdendir ki, çoğu fıkıh alimleri, belki de çoğunluğu namaz kılarken ve zikrederken yapılan duaların Arabcadan başka bir dille okunmasını doğru saymamışlardır.
İktidau's Sıratı_Mustakim – Şeyhu'l İslam ibn Teymiyye : 4. bölüm


MÜSLÜMAN KÂFİRLERİN TÖRENLERİNE KATILAMAZ

Müslüman bir devlet, maslahat gereği bazı kafir devletlerle barış anlaşması yapabilir. Fakat Müslüman devletin her hangi bir temsilcisi , sebeb ne olursa olsun barış anlaşması yapılan kafir devletlerin küfür olan törenlerine katılamaz. Çünkü bir Müslüman böyle bir törene katıldığında o kafirlerin küfrünü kabul etmiş sayılır ki bu apaçık bir küfürdür. Kâfir devletler, ülkelerini ziyaretine gelen kimselerden, kendilerine saygı ifade eden birtakım ameller yapmalarını isteyebilirler.
Mesela ; devletlerinin kurtarıcısı olarak gördükleri kimselerin mezarlarını , mozalelerini ziyaret ettirip onun için fatiha okutturabilir veya onun mezarına çelenk koydurarak saygı duruşunda bulunulmasını isteyerek “Tİ” sesiyle başlayıp Tİ sesiyle biten , rukûsuz , secdesiz namaz kıldırarak ibadet ettirebilirler.

Mesela Şeriatın, hilafetin, Allah'ın Hakimiyet hakkının gasb edilip mahlukâtına - millete - verildiği kara günü "Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı" adında kutlayamaz!

Kafirlerin putlarına saygı ifade eden her türlü hareket küfürdür. Kafir devletin kurtarıcısı olarak görülen kişiler için saygı duruşunda bulunmak veya mezarlarına bir şeyler takdim etmek ; Ebu Cehil’e, Firavun’a , puta secde etmek veya onlar için kurban kesmek gibi küfür olan bir ameldir. Bu yüzden bir müminin mutlak manada elfaz-ı küfr (küfür sözler–dinden çıkaran kelimeler), ve efal-i küfr (küfür ameller- insanı dinden çıkaran ameller , hareketler) bilmesi ,anlaması gerekir. Bunun gibi kafir devletin (Dar’ul- harb) simgesi olan bayrağa karşı saygı duruşunda bulunmak da küfürdür . Bütün bunları Müslüman bir şahıs yapamayacağı gibi , Müslüman devletin temsilcisi de yapamaz.
Müslüman bir şahıs , ikrah-ı mulci (zorlayıcı baskı) dışında her ne sebeble olursa olsun bunlardan birini yaparsa kafir olur. Müslüman bir devlet için ise ikrah söz konusu değildir. İkrah, devletler için değil ancak fertler için söz konusu olur. Müslüman devletin temsilcisi bunlardan birini yaparsa söz konusu bu devlet o kimsenin kendisini temsil etmediğini söylemedikçe, kendi sınırları içinde Allah’ın hükümlerini uygulasa bile kafir olur.
Şayet Müslüman devletin temsilcisi kendisine ikrah-ı mulci derecesinde bir baskı yapıldığı için bunlardan birini yapacak olsa bile, o zaman bu devletin Müslüman kalabilmesi için, yine o temsilcinin kendisini temsil etmediğini bildirmesi gerekir.

Rasulullah (s.a.v.)'in kafirlere tebliğ için gönderdiği elçileri , kafir devletlerin küfür olan hiçbir törenine katılmamış , onların saygı duyup taptıkları nesnelere saygıyı ifade eden hiçbir söz veya harekette bulunmamış ve onların küfür olan adetlerine uymamışlardır. İşte Rasulullah (s.a.v.)'in Habeş kralı Necaşi’ye gönderdiği elçisi Amr b. Umeyye ! O Habeş ülkesine gittiğinde, insanların, Necaşi’nin huzuruna küçük bir kapıdan eğilerek girdiklerini gördü. Kapıya geldiğinde , hemen oradan geri döndü. Bir rivayete göre de kapıdan eğilerek değil, geri geri girdi. Amr b. Umeyye , bir insanın yanına secde eder gibi eğilerek girmenin küfür olduğunu bildiği için böyle yapmıştı . Müslümanların böyle konularda çok hassas olmaları ve kafirlerin oyunlarına gelmemeleri gerekir. Çünkü bir Müslüman için Allah’tan başkasına tapmak, ateşe girmekten daha ağırdır .

Kafir bir devletin putlarına, maslahat gereği laf atılmayabilir veya imkan olmadığı için onları ortadan kaldırmaya teşebbüs edilmeyebilir. Fakat onlara saygı göstermek veya bir şey takdim etmek ya da övmek, Allah’tan başka bir varlığa ibadet etmek manasına gelir ki, bu açık bir küfürdür. Müslümanların, merhale gereği veya güçleri yetmediği için kafirlerin putlarına laf atmamaları veya onları yıkmamaları caizdir. Fakat, ne merhale icabı, ne muttefiklerini kızdırmama amacıyla, ne de bunların dışında herhangi bir sebeble , onların put olduklarını ve onlara tapanların kafir veya muşrik olduklarını gizlemeleri katiyen caiz değildir.

Rasulullah (s.a.v.) , Kurayş’le Hudeybiye’de barış anlaşması yaptıktan sonra , ertesi sene kaza umresi için Mekke’ye gittiğinde , Kâbe‘nin içinde ve etrafında pek çok put vardı. Rasulullah (s.a.v.), o putlara dokunmadan umresini yaptı. Fakat o putlara hiçbir şekilde saygı ifade edecek bir davranışta veya takdimde, tazimde bulunmadı. Aynı şekilde, o putlara tapmanın câiz olduğunu veya onlara ibadet edenlerin kafir olmadıklarını söylemediği gibi, o putlara ibadet edenlere de Müslüman muamelesi yapmadı . Müslümanlar böyle küfür amelleri yapmadıkları için , muşrikler barış anlaşmasını bozmaya kalksaydılar bile , ne Rasulullah (s.a.v.) , ne de diğer Müslümanlar böyle bir şey yapacak değillerdi. Çünkü bunlar , putları kabul veya onlara ibadet etmek kapsamına giren hareketlerdir .

Tarık b. Şihab (r.anh) Rasulullah (s.a.v.) in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor :

“Bir sinek yüzünden adamın biri cennete , diğeri de cehenneme girdi “ dedi.

Sahabeler :Bu nasıl oldu ey Allah’ın Rasulu ?“ dediler.
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu :
“İkisi beraber bir şehre uğradılar. Bu şehir halkının oradan her geçenin mutlaka kurban takdim etmesi gereken bir putu vardı.

Birine ; “Bir kurban takdim et“ dediler .
O ‘ da ; “
Takdim edecek hiç bir şeyim yok ki “ dedi.
Onlar da ; “
Hiç değilse bir sinek takdim et“ dediler.
O da bir sinek takdim etti, yolunu serbest bıraktılar. Allah (c.c) o kişiyi bu amelinden dolayı cehenneme soktu.
Diğerine ; “
Sen de takdim et“ dediler.

O : “Allah’tan başka hiç bir varlığa sinek dahi takdim etmem “ dedi.
Bunun üzerine boynunu vurdular. O adam da bu amelinden dolayı cennete girdi

(Ahmed b. Hanbel, Kitab'uz Zuhd, s. 15 - hadisi, zayıf)

(Hadisin zayıf olduğunu gösteren iki sebeb vardır:
Birincisi: Alimler, hadisi rivayet eden Tarık b. Şihab'ın, hadisi Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'den duymadığına dair ittifak etmiş, fakat onun sahabeden olup olmadığı konusunda ihtilaf etmişler.
Alimlerin çoğuna göre sahabelerdendir. Eğer sahabi olduğunu kabul edersek hadisi Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'den duymamış olması rivayetin sahih olmadığını göstermez. Çünkü sahabeden rivayet edilen mürsel hadis, delildir ve huccettir. Eğer sahabelerden değilse bu demektir ki bu rivayet sahabi olmayan bir kişinin rivayet ettiğidir. Böyle olursa bu zayıf türlerindendir.
İkincisi: Hadis A'meş'ten rivayet edilmiştir. Ameş ise mudellislerden (hadis rivayet ederken hata yapan kişilerden)dir. Bu da hadisin zayıf olduğunu gösteren şeylerdendir.

Ayrıca imam Ahmed bu hadisi Tarık'tan, o da Selman'dan mevkuf olarak rivayet etmiştir. Aynı şekilde Ebu Naim ve İbn Ebi Şeybe böyle rivayet etmişlerdir. Selman'ın kendi sözünden rivayet ettiğine göre Beni israil'den aldığına dair bir ihtimal söz konusudur.)


Fakat maslahat icabı laf atılmayan veya dokunulmayan bu putlar , güç yetirildiğinde veya o belde ele geçirildiğinde hemen yerle bir edilmelidir. Nitekim , Mekke’yi feth ettiği zaman Rasulullah (s.a.v.) in ilk işi , Kâbe'deki bütün putları kırmak olmuştur. Müslüman devlet , kafirlerin küfür törenlerine katılmayacağı , putlarını yüceltemeyeceği gibi, barış anlaşması yapmış olsa bile , İslam şeriatını tatbik etmeyen ülkelerin küfür diyarı olduklarını bildiren İslam’ın açık hükmünü hiçbir şekilde gizleyemez. Çünkü böyle bir hareket İslam akidesinden tavizdir. Böyle bir ülke, kendi içinde şeraiti tatbik etse bile küfür devleti olur .


Kafirleri Ziyaret Ve Onları Tebrik Etmek

İmam Buharı, Cenaze bahsinde, Enes (r.anh)'den rivayette bulunuyor.
Enes (r.anh) demiştir ki: "Yahudi bir çocuk vardı, bu çocuk Peygamber (s.a.v.)'e hizmet ediyordu. Hastalandı, Peygamber (s.a.v.) kendisini ziyarete gitti, başucunda oturdu ve ona dedi ki:
"Gel, müslüman ol". Çocuk, dönüp babasına baktı, çünkü babasının yanında idi.
Bunun üzerine babası dedi ki: "Ebu'l-Kasım'a (Muhammed'e) itaat et. O da müslüman oldu."
Peygamber (s.a.v.) oradan çıkıp gittiğinde şöyle diyordu:
"Onu cehennem ateşinden kurtaran Allah'a hamdolsun."

(Buharî, 3/219 H. 1356)

Yine bir başka rivayet Ebu Talib ile ilgilidir. Ebu Talib ölüm döşeğinde iken, Peygamber (s.a.v.) kendisini ziyaret eder ve, ona İslâmı sunar." (Buharî, Cenaiz, H. 1360)
İbn Battal diyor ki: "Eğer bunların ziyaret edilmelerinde, İslama girmeleri umudu varsa, ziyaret meşrudur. Şayet böyle bir durum yoksa, gerekmez." (Fethu'1-Barî, 10/119)
îbn Hacer ise der ki: Benim kanaatim odur ki, bu ziyaret meselesi maksadlara göre değişir. Bazan olur ki, gayri müslimi ziyaret etmenin bir başka yaran ve maslahatı olabilir." (Fethu'1-Barî, 10/119)

Ancak gayri muslimlere ait küfür şiarları ve alâmetleri ile ilgili olarak kendilerini tebrik etmek, kutlamak haramdır. Hem de bu haramlık ittifak iledir. Meselâ bunları bayramları sebebiyle tebrik etmek gibi. Bir misal olarak adam diyor ki:
"Bayramın kutlu olsun, veya seni bayram dolayısıyla tebrik ederim."
İşte böyle söylemek, söyleyen kimseyi küfre sokmasa da, bu da işlenen haramlar türümdendir.
Bu tıpkı şuna benzer:
Haça secde eden kimseyi yaptığı secdeden ötürü kutlamak gibi. Hatta belki bu kimsenin onu tebrik etmesi bundan da büyük bir günah olabilir.
Adamı içki içtiğinden ötürü tebrik etmekten öteye Allah'ın gazabını çeken bir hal olmuş olur. Adam öldürmek, haram olan zina fiilini işlemek ve benzeri şeylerden de ağır bir günah olmuş olur, Allah'ın gazabını çeker.
Çoğu kimse, dinde bu gibi şeylerin yapılmasının bir önemi olmadığını düşünebilir. Yaptığı işin kötü ve çirkin bir iş olduğunu da bilmeyebilir. Kim bir kulu bir masiyetinden, bid'atından ve küfründen ötürü tebrik eder veya kutlarsa, bu kimse sının aşmış, Allah'ın lanetini ve gadâbım üzerine çekmiş olur.
Nitekim gerçek takva sahibi kimseler, bunlardan ilim ehli olan zatlar, zalimlerin belli makamlara gelmeleri halinde, onların bu görevleri sebebiyle tebrik etmiyorlar, kutlamıyorlar. Aynı zamanda cahil ve makama ehil olmayan kimselerin kaza (yargı) makamına getirilmelerini, öğretim görevlisi vazifesinin verilmesini, fetva makamına getirilmesini gördüklerinde bunları kutlamıyorlar, tebrikte bulunmuyorlar. Çünkü onların hepsi Allah nezdinde düşük oldukları için, kendileri yüzünden gelebilecek bir gadabdan çekiniyorlar. Ancak bir kimsenin şerrinden ve kötülüğünden emin olabilmek için ona giderse, bundan dolayı hiçbir şey söylemeyip sadece ona hayır söyler, muvaffakiyeti ve doğru olabilmesi için, düzelebilmeleri için onlara dua ederse, bunda herhangi bir sakınca yoktur. [İbn Kayyım, "Ahkamu Ehli'z-Zimme", 1/205-206]

Bu konuya ayrıca şu hususlar da girer:
İslâma aykırı davrananlara tazimde bulunmak, onlara 'efendim, beyim, paşam' gibi ifadelerle saygı göstermek kesinlikle haramdır.
Nitekim merfu olan bir hadislerinde Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:
"Munafık olan kimseyi "Efendim, beyim, paşam" diye çağırmayın. Şayet o kimse bey ve paşa yapılacak olursa, siz bu durumda aziz ve celil olan Rabbınızın gadabını çekmiş olursunuz."

(Ebû Davud, Sunen, Edeb, H, 4977; Mişkatu'l-Mesabîh, 3/1349, H. 4780. Elbanî, hadisin isnadı sahihtir, demiştir)


KAFİRLERE BENZEMEK HARAMDIR

Abdullah b. Ömer'den (r.anh) rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Kim kendini bir kavme benzetirse, o da onlardandır."
(Ahmed: 2/50-92, 7/142, Ebu Davud Libas: 4031)

İbni Ebu Şeybe Said b. Cebele vasıtasıyla Rasulullah'tan (s.a.v.) tamamını şöyle rivayet ediyor:

"Kıyamete yakın, eşi ve ortağı olmayan Allah'a ibadet edilinceye kadar kılıçla gönderildim. Rızkım, mızrağımın gölgesinde kılındı. Bana, emrime karşı gelenlerin zelil ve aşağılanması verildi. Kim kendisini bir kavme benzetirse o da onlardandır."
(Buhari, K. el-Cihad, bab: 88; Ahmed b. Hanbel, Musned, c. 2, sf: 50)

Şeyhu'l islam İbni Teymiyye, bu hadisin isnadının sahih olduğunu belirtmiştir. Bu hadis onlara benzemeyi haram kılmaktadır. Kendisini görünüş olarak kafir ve muşriklere benzetenler, haram işlemiş olmakla birlikte, zahiri anlamda kafir de olmuşlardır.

Çünkü yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"...
Sizden kim onları dost edinirse, oda onlardandır..." (Maide: 51)

Abdullah b. Amr demiştir ki:

"Kim muşriklere ait bir toprakta bulunur (bina yapar), onların nevruzlarına (yılbaşılarına) katılır, onların bayramlarını (festival ve galalarını) kutlar ve ölünceye kadar onlarla birlikte bulunursa, Kıyamet Gününde onlarla birlikte haşrolunur." (Beyhaki, Sunenu'l-Kubra: 9/234.)

Aişe'den (r.anha) rivayet edildiğine göre, Rasulullah (s.a.v.), namaz kılarken elleri böğürlerine koymayı mekruh sayarak:
"
Yahudilere benzemeyin." buyurmuştur."

(Buhari el-Amel fi's-Salat: 17, Muslim Mevarid: 47, Ebu Davud Salat: 172, Tirmizi Salat: 164, Nesai iftitah: 12, Darimi Salat: 138, Ahmed: 2/232-290-295-331-339)

Ömer b. Hattab (r.anh) şöyle dedi:
"Acemlerin rumuzlu sözlerini öğrenmeyin. Bayramlarında muşriklerle birlikte kiliselerine girmeyin. Çünkü Allah'ın gazabı onların üzerine iner." (Beyhaki 'Sunenu'l-Kubra: 9/234; Abdurrazzak, Musannef: 1609)

Abdullah b. Amr dedi ki:
"Kim Acemlerin ülkesinde kalırda, onların yeni yıllarını ve mihricanlarını (bayram, festival ve galalarını) kutlayarak (bu şekilde) onlara benzer ve bu hal üzereyken ölürse, Kıyamet Gününde onlarla birlikte haşrolunur."

Dikkat edilirse Ömer (r.anh), Âcemlerin bazı sözlerini öğrenmeyi ve bayramlarında kiliselerine girmeyi yasaklamıştır. Bu durumda kafir ve muşriklerin dinlerinden kaynaklanan bir takım şeyleri yapanlara ne hüküm verilmelidir?

Onların fiillerini yaparak onlara uyum sağlamak daha büyük bir tehlike değil midir?

Onların bayramlarına ve bir takım festivallerine katılmak ve onlar gibi hareket etmek, bayramlarına sadece seyretmek için gidenlerin durumundan daha büyük bir tehlike değil midir?

Madem ki işledikleri ameller sebebiyle bayramlarında onlara Allah'ın (c.c.) gazabı iniyor, amellerinin tamamında ya da bir kısmında onlara katılmak, onlarla birlikte olmak, kendini bizzat cezanın içine atmak değil midir?

Abdullah b. Amr şöyle diyor:

"Kim, muşrik ve kafirlerin ülkelerinde kalır, yılbaşılarına, bayramlarına, festival ve galalarına katılır ve onlara benzeyerek ölürse, onlarla birlikte haşrolunur."
Bütün bu hususlar; o kimsenin kafir olduğunu, kişiyi Cehenneme götüren büyük günahlardan birini işlediğini gösterir. Lafzın zahirinden anlaşılan manaya göre, onlarla birlikte hareket, kimi durumlarda günahtır. Çünkü mubah olan birşey için cezalandırma söz konusu değildir.

Ömer (r.anh) şöyle demiştir:

"Cahiliye ehli (hacda) güneş doğuncaya dek toplanma yerinden gitmezlerdi. Rasulullah (s.a.v.) ise güneşin doğmasından önce oradan ayrılır ve şöyle derdi:
"Bizim yolumuz muşriklerin yolundan ayrıdır."
(İbni Kesir Tefsir Bakara: 2/199 ayeti, Suyuti ed-Durru'l-Mensur: 1/266-267, Beyhaki, Sunenu'l- Kubra: 5/125)

Muşrikler güneş batmadan önce Arafat'tan ayrılırlardı. Rasulullah da (s.a.v.) onlara muhalefet etmek için güneş battıktan sonra oradan ayrılırdı.

Abdullah b. Amr diyor ki:
"Rasulullah (s.a.v.) benim üzerimde boyanmış iki elbise gördü ve şöyle buyurdu:
"Doğrusu bunlar kafirlerin giysilerindendir. Onları giyme."
(Muslim, Libas: 29-31, Ebu Davud, Libas: 8, Nesai, Zinet: 43)

Rasulullah (s.a.v.), kafirlere ait kıyafetlerin giyilmesini yasaklamıştır.

Ömer de (r.anh), Utbe b. Ferkad'a gönderdiği mektubda:

"Muşriklere ait giysi giymekten seni men ediyorum." diye yazmıştır.
(Buhari, Libas: 25, Muslim, Libas: 11, 21, Ahmed: 1/16,43, Camiu'l-Usul: 8343.)

Hilal, Muhammed b. Sirin'den şöyle rivayet etmiştir:
Huzeyfe bir eve geldi ve orada yabancılara ait bir giysi gördü.
Hemen oradan dışarı çıkarak şöyle dedi:
"Kim kendini bir kavme benzetirse, o da onlardandır."
Ali b. Ebu Salih es-Sevvak diyor ki:
"Biz bir ziyarette iken Ahmed b. Hanbel çıkageldi. İçeri girdiğinde, üzerinde gümüş bulunan bir sandalye gördü. Hemen gerisin geri çıktı.
Peşinden ev sahibi yetişti, imam elini onun yüzüne karşı silkeleyerek şöyle dedi:
"Mecusilerin kıyafeti ha? Ateşe tapanların kıyafeti ha?"
Kays b. Ebu Hazım'dan rivayete göre:
"Ebu Bekir, Ahmus'tan Zeyneb adındaki bir kadının yanına gitti.
Kadının konuşmadığını görünce: "
Bu kadın niye konuşmuyor?" diye sordu.
Dediler ki: "
Bu kadın konuşmadan haccetmek istiyor."
Ebu Bekir (r.anh), kendisine: "Konuş! Çünkü böyle bir davranış helal değildir. Bu, cahiliye döneminin adetidir." dedi.

Kadın, Ebu Bekir'e (r.anh): "Sen kimsin?" diye sordu.
Ebu Bekir de (r.anh): "
Muhacirlerden biriyim" dedi.
Kadın: "
Hangi muhacirlerden?" diye sordu.
O da: "
Kurayş'ten" dedi.
Kadın: "
Hangi Kurayş'ten?" diye sorunca,
Ebu Bekir (r.anh): "
Amma da çok sordun ha!" dedi ve:
"
Ben, Ebu Bekir'im" diye ekledi.
Kadın:
"Allah'ın cahiliye sisteminden sonra bize gönderdiği bu salih din üzerinde kalmamız neye bağlıdır?" dedi.
Ebu Bekir (r.anh): "Sizin kalıcılığınız, sizi idare eden imamlarınız (liderleriniz ve devlet adamlarınız) doğru yolda oldukları sürecedir." dedi. Kadın: "İmamlar da kimdir?" dedi.

Ebu Bekir (r.anh): "Sizin kavminizin liderleri ve önde gelenleri yok mu, onlar sizlere emir verince, onlara itaat ediyorsunuz değil mi?" dedi.
Kadın: "
Evet, öyledir." dedi.

Ebu Bekir (r.anh): "İşte halkı idare eden bu kimseler." cevabını verdi."
(Buhari Meftakıbu'l-Ensar: 26; Darimi Mukaddime: 23.)

Ebu Bekir (r.anh), hac sırasında mutlak suskunluğun helal olmadığını ve bunun cahiliye adetlerinden olduğunu haber vermiştir. Böylece kadının yaptığı işin yanlışlığını, ve kötülüğünü dile getirmiş, verdiği hükmün hemen ardından bunun sebebini, de açıklamıştır. Bu amelin mutlak olarak yasaklanması cahiliye adetlerinden olması sebebiyledir.

Ömer b. Hattab (r.anh) Fars beldelerinde yaşamakta olan müslümanlara yazdığı genelgesinde onları:
"Sizi, muşriklere ait kıyafetler giymekten menederim." diye uyarmıştır.

Ömer'in (r.anh) bu yasaklaması içine, muşrik ve kafirlere ait her türlü kıyafet ve moda girmektedir. Çünkü Utbe b. Ferkad'a (r.anh) yazdığı mektubunda şöyle diyordu:
"Sizi aşırı nîmetler içinde kendinizi kaybetmekten, muşriklere ait kıyafetler giyinmekten ve ipek giysi giymekten menederim."

Ömer b. Hattab (r.anh), Cabiye'de Kudus'ün fethini muzâkere ediyordu. Ka'b'a şöyle dedi: "Nerede namaz kılmamı istersin?"
O da: "Bana sorarsan, kayanın ardında namaz kıl. Çünkü Kudüs tümüyle senin gözlerinin önünde olacaktır." dedi.
Bunun üzerine Ömer (r.anh):
"Olmaz, ben namazımı ancak Rasulullah'ın (s.a.v.) kıldığı yerde kılarım." dedi.
Hemen kıbleye yöneldi ve Kâbe'ye doğru namazını kıldı. Sonra geldi ve rıdasını yere yayarak üzerindeki çer çöpü silkeleyib süpürdü. Halk da aynısını yaptı."

(Ahmed: 1/38; Heysemi Mecmau'z-Zevaid: 4/6; İbni Kesir el-Bidaye ve'n-Nihaye: 7/58.)

Ömer (r.anh), Kâb'ı, sadece yahudilerin döndüğü kayaya dönerek, yahudilere benzemesi sebebiyle ayıplamıştır. Çünkü böyle bir davranışta eski bir kıbleyi halen kıble olarak tanıma inancı yatmaktadır. Bir müslüman oraya yönelirken böyle bir amaç gütmese de, bundan sakınması gerekir.

Ömer (r.anh) bu noktada oldukça hassas bir siyaset izlemiştir. Bu tutumuyla o İslam'ı aziz kılmış, küfrü ve küfür ehlini de zelil etmiştir. İslam'ın ipini çürütecek ne varsa, hepsini yasaklamış ve bu hususta Allah ve Rasulu'nün emirlerine itaat ederek dinin esaslarını sağlamlaştırmıştır. O her zaman Allah'ın Kitabı ve Rasulü'nün Sünnetine bağlı kalarak Ebu Bekir'in (r.anh) çizgisini izlemiş, İslam'da seçkin olan sahabelerle istişarede bulunmuştur.
Ehli kitab hakkında esas aldığı şeyler, İslam'ın öngördüğü şartlar çerçevesinde olmuş, kafirlerin devlet işlerinde görevlendirilmesini yasaklamış, bunların güvenilir kişiler olarak kabul edilmelerini engellemiş ve Allah (c.c.) zelil kıldıktan sonra kimsenin onları aziz kılmaya hakkı olmadığını vurgulamıştır.

Hatta rivayete göre; Acemlere (kafirlere) ait kitab ve yayınları yaktırmış, bid'at işleyen kimseleri sürgün etmiş, onların her an ve her yerde aşağılanmalarını sağlamıştır.

İbni Abbas'a: "Bir adama şırınga ile ilaç vereyim mi?" denilince,
O: "
Hayır, avret yerini açma, muşriklerin yolunu da izleme." dedi.
Buradaki "Müşriklerin yolunu izleme" ifadesi geneldir.

Enes'in (r.anh) yanına iki (boynuzu) kahkülü olan bir genç girdi.
Enes kendisine: "
Bu iki saçtan boynuzu (kahkülü) ya kes ya da kısalt, çünkü bu yahudilerin adetidir." dedi. (Ebu Davud Tereccül: 15.)
Dikkat edilirse buradaki yasaklamanın nedeni, bu davranışların yahudi adeti olarak nitelendirilmiş olmasıdır. Müslümanlara ait olmayan bu davranışlardan sakınmak gerekir.

Şeyhu'l İslam İbni Teymiyye bu olayı Rasulullah'ın (s.a.v.):
"Orada cahiliyeye ait bayramlardan bir bayram var mı?" (Ebu Davud Eyman: 22) hadisinin yanında zikretmiştir.

Her ne şekilde olursa olsun, cahiliye bayramları, şenlik, festival ve galalarıyla ilgili olarak herhangi bir fiilin yapılması şiddetle ve kesin bir dille yasaklanmıştır. Buna mutlaka uymak gerekir. İster ehli kitab isterse diğer kafirler olsun her iki topluluğun yaptığı da kufurdur. Aralarında hiçbir fark yoktur. Belki küfürlerinin daha ağır veya hafif olması yönüyle aralarında bir fark olabilir. Allah'u Teala'nın, kafirlere ait bayramları kesin bir şeklide yasaklamasının sebebi, müslümanların inançlarının kâfirlere ait adet ve geleneklerle ve ehli kitabın eskiden kalan yanlışlarıyla kirletilmesi endişesidir. Bu bakımdan yasaklama çok daha şiddetlidir. Rasulullah (s.a.v.) ümmetinin hiç bir konuda kafirlere benzememesini, onlara muhalefet etmelerini istemiştir. Çünkü, mûminle Cehennem ehli arasındaki muhalefet ne kadar artarsa, mûmin Cehennem ehlinin, amellerini işlemekten o kadar uzaklaşır.

Rasulullah'ın (s.a.v.) ummetine olan düşkünlüğü ve onlara nasihati Allah'ın (c.c.) kendisine ve halka bir fazlı ve keremidir ki, halkın çoğu bunu bilmezler.

Rasulullah (s.a.v.), görünürdeki işlerinde onlara benzemelerinden korkub endişe duyması sebebiyle, ümmetinin kafirlere muhalefet etmesi konusunda çok titiz davranmıştır. Çünkü bir müslümanın görünürde kafirlere benzemesi, zamanla onlarla uyum sağlamasına, onları sevip dost edinmesine yol açabilir. Nitekim, müslüman olduğunu ileri süren birçok kimse, farkında olmadan böyle bir duruma bulaşmışlar, buna rağmen yaptıkları işi iyi görmüşlerdir.

Huşeym diyor ki:
"Ebu Bişr, Ebu Umeyr b. Enes'ten, o da Ensar'dan bir halasından rivayet etmiştir:
"Rasulullah (s.a.v.), müslümanları namaza nasıl davet edeceği konusuna çok önem gösterdi. (Ashabıyla istişarede bulundu). Kendisine, yahudilerin yaptığı gibi boru çalınmasını teklif ettiler.
Bu, onun hoşuna gitmedi ve:
"O, yahudilere aittir" buyurdu.
Bunun üzerine hristiyanlara ait çanı hatırlattılar. "O da hristiyanlara aittir" diyerek hoş karşılamadığını belirtti." (Ebu Davud, Salat: 27.)
Rasulullah'a (s.a.v.), yahudilere ait boru ve hristiyanlara ait çan teklif edilince, bunları yahudi ve hristiyanlara ait semboller olmaları sebebiyle hoş karşılamamıştır. Hükmün hemen ardından işin niteliğinden söz edilmesi, bu şeyin onun illeti olduğunu gösterir.

Boru ve çanın yahudi ve hristiyanlara ait olması bunların yasaklanmasını gerektirmiştir. Artık böyle birşey namaz dışında da mutlak anlamda yasaktır. Çünkü hristiyanlar bazen ibadet vakitlerinin dışında da çan çalarlar.

Tevhide dayalı hanif dininin asıl şiarı ise ezandır. Ezan ile yapılan davette aynı zamanda Allahu Teala'yı zikir vardır. Bu sayede göklerin kapıları açılır, şeytanlar kaçışmaya başlarlar ve Allah'ın (c.c.) rahmeti iner.

Ne yazık ki, bu ummetten bir çok melik, devlet adamı ve başkaları, yahudi ve hristiyanlara ait bu istenmeyen şiarlara mubtela olmuşlardır.

Fars ve Acem muşrikleriyle, yahudi ve hristiyanlara benzeyiş, onların doğu ülkelerinde işbaşında olan devlet adamlarına karşı ağırlıklarını koymalarından sonra olmuştur. Bütün bunlar bir müslümanın asla kabul etmeyip, muhalefet etmesi gereken şeylerdir. Ne acıdır ki, bu ümmetin çoğu Allah (c.c.) ve Rasulü'nün (s.a.v.) hoşlanmadığı bu şeylere bulaşmışlardır. Kendileriyle cihad edilmesi gereken müşrikler ümmetin başına musallat olunca, İslam beldesinde görülmemesi gereken şeyler gerek müslüman halk arasında, gerekse bir zamanlar İslam diyarı olan ülkelerde işlenir hale gelmiştir.
Bu da Rasulullah'ın (s.a.v.) şu ifadelerini doğrulamaktadır:

''Siz, sizden öncekilerin yollarını aynen izleyeceksiniz." (Buhari İ'tisam: 14, Enbiya: 50; Muslim İlim: 6; İbn Mace Fiten: 17.)

Şeyhu'l İslam İbni Teymiyye'nin de zikrettiği gibi; günümüz müslümanlarının da daha önceki müslümanların cezalandırıldıkları gibi cezalandırılmaları söz konusudur.

Müslüman olduklarını ileri süren birçok kişi, yahudi ve hristiyanların yolunu izleyerek, cahiliye ehlinin İslam'a uymayan fiillerini yapar hale gelmişlerdir. Oysa onların kendilerini taklit ettikleri bu kimseler, Allah düşmanıdırlar. Allahu Teala, İslam şeriatiyle uzaktan yakından alakaları olmayan bu kimselere benzemeye çalıştıkları için, bunları müslümanların üzerine musallat etmiştir.

Bunlar müslümanların başına çorap örmüşler, onları felaketlere ve büyük belalara uğratmışlar, yaşlılarını aşağılamış, acizlere merhamet etmemiş ve zayıfın yanında yer almamışlardır. Dinlerini ifsad etmiş ve ülkelerini harabe durumuna getirmişlerdir. İşte bütün bunlar yüce Allah'ın (c.c.) hikmeti ve bu kimselerin zulüm ve isyanlarının cezası olarak meydana gelmiştir.

Yardım ancak Allah'tandır ve ancak O'na tevekkül edilip dayanılır. Allah'ın (c.c.) rahmetiyle, henüz hak yok olmamıştır. Allah (c.c.), dinini kesinlikle üstün kılacaktır.

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Oysaki kafirler hoşlanmasalar da, Allah nurunu tamamlamaktan asla vazgeçmez. O (Allah), muşrikler hoşlanmasalar da kendi dinini bütün dinlere üstün kılmak için Rasulü'nü hidayet ve hak dinle gönderendir." (Tevbe: 32-33)
Allah (c.c.), iman ehlini böylece temizlemiş, onlara isyan ettikleri takdirde başlarına nelerin geleceğini göstermiştir. Aynı zamanda, bozguncuların ve kafirlerin burunlarını da yere sunmuştur. Çünkü onlar gelecekte egemenliğin kendilerinde olacağını sanmışlar, devletin ve gücün ellerine geçeceğini iddia etmişlerdir. Oysa Allah (c.c.), üzerlerine iman ve İslam güneşini egemen kılarak bozguncu ve kafirleri kısa bir sürede darmadağın hale getirmiş, onları en umulmadık yerlere sürgün etmiştir.

İbni Kayyım diyor ki:
"Allah başka zamanlarda da dinine Kitabına ve Rasulüne yardımcıdır.
Ancak bu kendi hizbinin öteki hiziple karşılıklı savaşıyladır.
Çünkü bu, iki farklı cemaat karşılaştığında O'nun hikmetidir. "
Yine şöyle der: "Hak muzafferdir,

Sakın şaşırma, bu Rahman'ın sünnetidir.
Bu sayede O'nun hizbi ötekine üstün gelir.
Bunun için insanlar iki taife olarak gelir."


Şeyhülislam İbni Teymiyye, zımmilerle ilgili şartlar konusunda da şöyle demiştir:
"Bu şartlar, müslümanların, kendilerinin görünüş olarak kafirlerden kesinlikle ayırt edilmeleri gerektiği konusunda icma ettiklerini gösterir. Bu da onlara benzemeyi terk etmeyi gerektirir.

Nitekim, hidayet emirleri olan iki Ömer (Ömer b. Hattab ve Ömer b. Abdulaziz) ve daha başkaları, bu hususta ellerinden gelen tüm gayreti göstermişlerdir."

Ebu Şeyh el-İsfahani'den rivayete göre, Ömer (r.anh) şöyle bir genelge yayınlamıştır:

"Zımmileri yazı işlerinde kullanmayın. Aksi takdirde sizinle onlar arasında sevgi oluşur. Onlara sırlarınızı vermeyin, onları zelil kılıb aşağılayın; ancak kendilerine zulmetmeyin."
Sonra devamla demiştir ki:
"İleri sürülen şartlardan bir kısmına göre; zımmiler, dinlerine ait olan munkerleri açıkça yapamazlar. Bu şartların bir kısmı da, dinlerinin şiarlarıyla ilgilidir."
Ömer (r.anh), beraberindeki müslümanlar, İslam alimleri ve daha sonraki zamanlarda Allah'ın (c.c.) kendilerine emirlik nasib ettiği kimseler şu konuda ittifak etmişlerdir:
Herhangi bir İslam ülkesinde, zımmilerin fitne ve düşmanlığa sebeb olacak şeyleri açıktan yapmalarına izin verilmez. Gayri muslimlere bile böyle bir izin verilmezken, nasıl olur da müslümanlar İslam beldesinde onlara ait amelleri açıkça işleyebilirler?
Hiçbir müslümanın, kafirlere saygı gösterip, onlara ikramda bulunmak gibi şeriatça yasaklanmış amelleri yapması câiz değildir. Bilindiği gibi kafirlere ait bayram ve festivallere değer verip, saygı göstermek, onlara uymak ve yaptıklarını tasvib etmek demektir. Böyle bir durum onları mutlu eder. Dinlerinden kaynaklanan batıl inanış ve davranışların aşağılanması ise onları üzer.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Dinlerini parça parça edip, gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur..." (En'am: 159)
Şeyh İsfahani şöyle diyor:
"Bu ayet onlardan her bakımdan uzak kalmayı gerektirmektedir. Bütün meselelerde olmayıp sadece bir kısım meselelerde dahi olsa onların inançlarına tabi olanlar, tabi oldukları şeyde onlarla beraberdirler. Çünkü bu: "Ben bundanım, bu da bendendir" diyen kimsenin ifadesine benzemektedir ve bununla adeta şu söylenmek istenmiştir:
"Ben, onun türündenim, o da benim türümdendir."
Çünkü iki şahıs, ancak tür noktasında birleşirler. Nitekim:
"Onlar birbirlerindendir..." (Tevbe:/67) ayetinde ifade edilen de budur.
Rasulullah (s.a.v.) de Ali'ye (r.anh) şöyle buyurmuştur:
"Sen bendensin, ben de sendenim."
(Buhari Fedailu Ashabi'n nebi: 9, Muslim Cihad: 90, Tirmizi Menakıb: 20, İbni Mace Mukaddime: 11, Ahmed: 1/170, 177 3/22, Camiu'l-Usül: 6/33)

Bir kişinin "Benim bu gibi şeylerle ilgim yok" demesi, onun bu gibi işlerin hepsinden uzak olduğunu gösterir.
Allah (c.c.) ve Rasulü (s.a.v.), kafirlerin tüm işlerinden uzak olduklarına göre, Allah'ın Rasulu'ne uyan kimselerin de gerçekten ona tabi olmaları için, onun uzak olduğu her şeyden uzak olmaları gerekir. Bir kimse, muşrik ve kafirlere muvafakat ediyorsa, bu kimse onlara muvafakati oranında Allah Rasulü'ne muhalif demektir. Çünkü her bakımdan farklı olan iki kişiden bun diğerine ne oranda benzemezse, ondan o nisbette ayrı düşer ve ona muhalefet etmiş olur.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Yahudi ve hristiyanları dost edinmeyin..." (Maide: 51)
"Allah'ın kendilerine gadâbettiği bir topluluğu dost edinenleri görmedin mi? Onlar ne sizdendirler ne de onlardan. Bile bile yalan yere yemin ediyorlar. Allah, onlar için şiddetli bir azab hazırlamıştır. Yapmış oldukları şey ne kötüdür. Yeminlerini kalkan edinmişler ve böylece insanları Allah'ın yolundan saptırmışlardır. Onlar için zelil edici bir azab vardır. Ne malları ne de evlatları, Allah'ın azabından hiçbir şeyi onlardan savamayacaklardır.
Onlar cehennem ehlidirler; orada daimidirler. Allah onların hepsini dirilttiği gün size yemin ettikleri gibi O'na da yemin edecekler ve kendilerine bir yarar sağlayacağını zannedeceklerdir. Haberiniz olsun ki, onlar yalancıdırlar. Şeytan onları hükmü altına almış ve Allah'ın zikrini unutturmuştur. İşte bunlar, şeytanın taraftarlarıdır. Haberiniz olsun ki, hüsrana uğrayacak olanlar şeytanın taraftarlarıdır. Allah'a ve Rasulü'ne karşı gelenler, işte bunlar insanların en alçakları arasındadırlar. Allah "Ben ve peygamberim mutlaka gâlib geleceğiz" diye yazmıştır. Şubhesiz Allah kuvvetlidir, güçlüdür. Allah'a ve Ahirat Gününe inanan bir milletin, babaları oğulları, kardeşleri yahutta akrabaları olsalar bile, Allah'a ve Rasulü'ne karşı gelen kimselere sevgi beslediklerini göremezsin. İşte bunlar, Allah'ın kalblerine imanı yazdığı ve, kendinden bir ruh ile kuvvetlendirdiği kimselerdir. Allah onları içinde ebediyyen kalacakları, (ağaçlan) altından ırmaklar akan Cennetlere sokacaktır. Allah onlardan, onlar da Allah'tan radı olmuşlardır. İşte bunlar Allah'ın taraftarı olanlardır. Haberiniz olsun ki, asıl kurtuluşa erenler şubhesiz Allah'ın taraftarlarıdır." (Mucâdele: 14-22)
"İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve muhacirleri barındırıb yardım edenler var ya, işte bunlar birbirlerinin velileridirler..." (Enfal: 72)

Bu ayetten başlayıp, surenin sonuna kadar hep aynı konu incelenmekte, Allah (c.c.), bu ayeti kerimede, muhacirler ile ensar arasındaki dostluğu ve iman edip hicret edenlerle cihad edenler arasındaki bağı dile getirmektedir.
Muhacir; Allah'ın (c.c.) nehyettiği şeylerden uzak durub, onları terk edendir. Cihad ise, kıyamete kadar bakidir. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Sizin dostunuz (veliniz) ancak Allah, Rasulü ve iman edenlerdir. Onlar ki namazı kılar, zekatı verir ve rûku ederler. Kim Allah'ı, Rasulü'nü ve iman edenleri dost edinirse (bilsin ki) üstün gelecek olanlar şubhesiz Allah'ın tarafını tutanlardır." (Maide: 55-56)

Kur'an'da buna benzer daha pek çok ayet vardır. Allah (c.c.) bu ayetlerde müslümanlara, mûminlerle gerçek anlamda dostluk kurmalarını emretmektedir. Çünkü mûminler Allah'ın hizbi ve ordusudurlar. Kafirlerle asla dostluk kurmaz ve onlara sevgi beslemezler. Dostluk ve sevgi gönül ile ilgili durumlardır; kafirlerle dostluk bağlarını koparmanın en etkili yolu, görünürde kafirlere muhalefet etmektir.
Her ne kadar görünüşte kafirlerden farklı olmak onlara dostluk ve sevgi göstermemenin sebebleri değilse de, onlarla bağları kopartmamanın ve mubayenetin (zıt, farklı olmak) de bir faydası yoktur. Aksine onlarla birliktelik, kişilerin karakterlerinin uyuşması gibi bir yakınlaşmaya sebeb olabilir. Bunun içindir ki selef (r.anhuma), bu ayetleri delil göstermişlerdir.
Ebu Musa (r.anh) diyor ki:
"Ömer'e (r.anh): "Benim hristiyan bir katibim var" dedim.
O da bana dedi ki: "Ne yaptın? Allah cezanı versin! Sen Allah'ın (c.c.):
"Ey iman edenler! Yahudi ve hrıstiyanları dost edinmeyin..." (Maide: 51) buyurduğunu işitmedin mi? Tevhid ehlinden birini katip edinemez miydin?"
Ben de: "Ey mûminlerin emiri! Onun yazı işlerinde çalışması benim içindir, dini de kendisine aittir." dedim.
Ömer (r.anh): "Madem ki Allah onları aşağılamış, sen onlara saygınlık kazandırma, Allah onları zelil kılmışken, seri kendilerini aziz kılma. Allah'ın uzaklaştırdıklarını sen yaklaştırma!" dedi."
(Beyhaki, Sunenu'l-Kubra: 9/204; Ahmed)

Ayet, hadis ve Raşid Halifelerin uygulamaları bu gerçeği ortaya koymaktadır.
Ayrıca bütün fukaha da, kafir ve muşriklere muhalefet etmek ve onlara benzememek gerektiğinde icma etmişlerdir. Ebu Hurayra'nin rivayetine göre, Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Yahudi ve hristiyanlar boyanmazlar (sakallarına kına yakmazlar). Siz onlara muhalefet edin."
(Buhari Enbiya: 5, Libas: 67; Muslim Libas: 80; Ebu Davud Tereccul:18; Nesai Zinet: 14; İbni Mace Libas: 32; Ahmed: 2/240, 260, 309, 401.)
Dikkat edilirse, Rasulullah (s.a.v.) bu noktada da onlara muhalefet edilmesini emretmiştir. Bu ise, onlara muhalefetin Şari'in (Şeriat koyucunun) amacı ve emri gereği olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Onlar ki, zura şahidlik etmezler..." (Furkan: 72)

Dahhak şöyle diyor: "Ayette yer alan "zur" muşriklere ait bayram demektir."
Ebu Şeyh şöyle rivayet etmiştir:
"Zur"; şirk sözüdür."
Murre'den gelen rivayette ise:
"Onlar, muşriklerin şirklerine meyletmezler, onlarla karışık olarak birarada bulunmazlar" diye zikredilmiştir.
Ömer (r.anh) şöyle demiştir: "Sizi, Acemlere ait sözler öğrenmekten, muşriklerin bayramlarında onların kiliselerine girmekten menederim."
Tabiinden olan zatların açıklamalarına göre, bu ifadeyle kastedilen; "kafirlere ait bayramlar"dır. Bu yorum, bazılarının bunun şirk veya cahiliyede put, işret ve meyhane meclislerinde söylenen kötü sözler ya da şarkı ve türkü sözleri olduğu şeklindeki görüşleriyle çelişmez. Çünkü selef, bu tabirlere kişilerin ihtiyaç duydukları meselelere göre adlar vererek, o şey hakkında uyarıda bulunmuşlardır.
Muşriklere ait bayram ve festivallerde hem şubhe hem de şehvet yatmaktadır. Oysa bunlar dinde olmayan, batıl şeylerdir. İlk anda hoş ve tatlı gözükseler de acı ve üzüntü ile sonuçlanırlar. Bu da yukarıda yorumu yapılan "zur"un kendisi, yani; şirk, şehvet ve yalandır. Bu gibi yerlerde bulunarak yapılanlara şehadette bulunmak, dinlemek, bunları yapmak gibi sakıncalıdır. Dikkat edilirse Allah (c.c.), insanların böyle yerlerde bulunup bu gibi şeyleri görmelerini istememekte ve bunları terk edenleri övmektedir. Gerçek anlamda orada bulunmak o şeyi görmekle veya onu dinlemekle olur. Bir de bunları eyleme dönüştürmek vardır ki, bu sadece dinlemek veya görmek gibi olmayıp, şirktir. Bütün bunları yapmak kişinin muşriklerle uyumluluğunu artırır. Halbuki bu istenmeyen bir durumdur.
Şurası iyice bilinmelidir ki kafirlerle uyum içinde olmak çirkinlik ve rezaletle sonuçlanır. Onlarla beraber olanların huy ve tabiatları giderek onlara uyum sağlamaya başlar. İşte şeriatin bu gibi şeyleri daha baştan yasaklaması, ileride doğabilecek büyük tehlikeleri önlemek içindir.


Bugün, her konuda kafirlere benzerlik sergilenmektedir. Bu ise kişinin neredeyse tamamen İslam'dan çıkmasına sebeb olmaktadır. Çünkü müşriklere ait herhangi bir fiil ya da adetin uygulanması, kişiyi küfre veya isyana ya da aynı anda hem küfre hem de isyana götürür.

Bu anlatılanlar, muşrik ve kafirlere benzemeyi yasaklayan delillerden sadece birkaçıdır. Kafirlerden uzak durmak konusunda Allah'ın (c.c.) istediği titizliği gösteren kimselere Allah (c.c.) rahmetiyle muamele etsin.

Görünüşte onlara benzemenin yasaklanmasının sebebi; zamanla bu amelin' kişinin kalbinde kafir ve müşriklere karşı sevgi ve dostluk duygusuna yol açarak, neticede kişiyi küfre yada isyana yöneltebilmesidir. İşte. kişiyi küfre götürebileceğinden dolayı bu amel, daha baştan haram kılınmıştır.

Kafir ve muşriklere sevgi ve dostluk besleyen çoğu kimsenin geçirdiği merhaleler göz önünde bulundurulduğu takdirde, bu yasaklamanın sebebinin, müslümanların bu gibi tuzaklara düşmeleri endişesi olduğu görülecektir. Buna rağmen, bu şekilde davrananlar kendilerini sakıncalı olan şeyin kucağına atmış ve tehlike kapısını aralamış olurlar.


Fıkıh ve Tevhid İlminin Hocası İmam-ı Azam Ebu Hanife (Rahimehullah)'ye ait olan Fıkhı Ekber Şerhi'nde "Açık ve Kapalı Küfür Sözler" Başlığı altında aynen şu hükümler vardır:


1-"El-Hulasa" adlı kitapta zikredildiğine göre, bir kimse "Nevruz" gününde bir mecusiye yumurta hediye etse kafir olur. Çünkü bu mecusiye küfründe ve hatalarında yardımcı olmuştur. Nevruz gününde bir müslümana bir yumurta hediye ederse kâfir olmaz. Fakat bu görüş de sağlam değildir. Çünkü müslümana hediye etmekle de benzeme oluyor. Ancak bilerek değil de öyle tesadüf ederse o zaman küfür olmaz.»

2- «Mecmaun-Nevâzil» adlı kitapta şöyle yazılmıştır: «Mecusîler Nevruz gününde toplansa ve bir müslüman, onlar için 'güzel bir adet koydular', dese kâfir olur. Çünkü bu sözü ile küfrü güzel kabul etmiş oluyor.»
Yine
«Fetâvâ-yı Suğrâ»da yazıldığına göre, bir kimse daha önce satın almadığı halde özellikle Nevruz gününe saygı için bir şeyler satın alırsa kâfir olur. Çünkü bu hareketi ile kâfirlerin bayramına saygı göstermiş olur. Ancak ihtiyaç sebebiyle satın alırsa o zaman bir şey lâzım gelmez. Yine bir kimse bir insana Nevruz gününde bir şey hediye etse ve bununla Neruz gününe saygı göstermeyi kastetse kâfir olur. Yine bir öğretmen birinden Nevruzluk hediyesi istese ve istenen kişi verse de vermese de öğretmenin kâfir olmasından korkulur.

3-«Tetimme» adlı kitapta: Ebû Hafs el-Kebîr el-Buharî'den rivayet edilmiştir: "Bir kimse elli sene Allah'a ibadet etse sonra Nevruz günü gelse ve bugüne saygı için muşriklere bir şey hediye etse Allah'a küfretmiş ve elli senelik ibadetini yok etmiş olur. Yine bir kimse Nevruz günü kâfirlerin toplandığı yere giderse kâfir olur. Çünkü bu küfrünü ilân etmektir."

(İmam-ı Azam, Fıkh-ı Ekber, Aliyyu'l- Kari Şerhi, sh:345. Çağrı Yay.1992-İst.)

"Nevruz ve Mehricân günlerinin adı ile hediye vermek caiz değildir, haramdır. Eğer bunu, müşriklerin saygı gösterdiği gibi saygı göstererek yaparsa kafir olur.
Ebû-Hafs el-Kabir şöyle der:
«Bir adam elli sene Allah'a kulluk etse sonrada Nevruz gününde, bu güne saygı göstermek için bir müşrike bir yumurta hediye etse kafir olur, amelleri yok olur.» Şayet bu günlerde, tazim kasdetmeden halkın adetine uyarak bir müslümana hediye verse kâfir olmaz. Ancak, şubheyi def etmek için bunu anılan günlerden önce veya sonra yapmalıdır. Daha önce almadığı bir şeyi bu günde satın alsa; eğer bu günleri tazim için satın almışsa kâfir olur. Ama eğer yemek içmek ve nimetlenmek için almışsa kafir olmaz. Zeylaî."

(İbn-i Abidin, C/17, sh: 310 Şamil Yay.1988-İst.)

"Mecusilere uyup, Nevruz'da, onlarla birlikte çıkıp, o günde, onların yaptığını yapmak küfürdür.
Bir kimse, yemek içmek için değil de, sırf Nevruz gününe tâzim olsun diye, başka zaman satmadığı, bir şeyi, satmak sebebiyle de, kafir olmuş olur.
O gün, muşrikleri tâzim maksadı ile, onlara bir yumurta bile hediye etmek küfürdür.
Kafirlerin işini güzel gören kimse, küfre girmiş olur. Bu bi'l-ittifak böyledir."

(Nizamuddin ve Bir Heyet, Fetavay-i Hindiyye, C/4, sh:342. Akçağ Yay. Ankara)



Kafirlerin Bayramlarını Kutlamak da Haramdır

Müslümanlardan olmayan Nasraniler (Hıristiyanlar) Meryem’in oğlu ‘İsa (a.s.)’ın doğum günü ve Yeni Yıl olarak inandıkları bu günlerde kutlamalar yapmaktadırlar. Müslümanların evlatlarının Nasranilerin kutlamalarında onları taklid ettiklerini, onların geleneklerine bağlandıklarını ve bu bayramlar ile geleneklerin, Nasranilerin sapık ve bozulmuş inançlarından kaynaklandığından ve bunların şer'î hükümlerde hiçbir yerinin olmadığından habersiz olduklarını görmek, bir Müslümanın kalbi için acı vericidir.
Şubhesiz ki Şeri’at, Müslümanların bayram günlerini belirledi ve bunlar yevm-ul fitr [Ramadan Bayramı] ve yevm-ul edha [Kurban Bayramı]’dır.

En-Nesai, Enes [RadiyALLAHu ‘Anh]’den şöyle dediğini rivayet etti:
Nebi [SallALLAHu ‘Aleyhi ve Sellem] Medine’ye geldi ki orada iki gün (bayram olarak) kutlanıyordu ve şöyle dedi:
ALLAH Te’alâ onları sizin için daha hayırlısı ile değiştirdi: el-Fitr [Ramadan Bayramı] ve el-Edha [Kurban Bayramı]
Bu, Rasulullah [‘Aleyhi’s Salatu ve’s Selam]’in Müslümanlara bir beyanıdır ki, onlar için yalnızca iki bayram yani yevm-ul fitr ve yevm-ul edha vardır.
Ayrıca bu iki bayram, İslam öncesi cahiliyye (İslam-dışı) bayramlarını, kutlamalarını da ibtal etti.
Bu iki bayram; ibadette, itaatte ve ALLAH Te’alâ’nın emirlerine bağlanmakta tevhidden doğan Müslümanların akidesine raptedilmiştir, çakılmıştır.
Ama özelde Batılıların ve genelde Nasranilerin olan Noel bayramına gelince, bu onların Meryem oğlu ‘İsa [‘Aleyhi’s Selam]’a hakkındaki sapık ve bozuk inançlarından kaynaklanan bir kutlamadır. Bu ise, eski Romen putperest geleneklerini taklit etmekten karışmıştır. Bunun sapık ve çürük olarak kabul edilmesi ve sahiplerinin kâfir olması apaçık bir gerçektir ve Müslümanlar için bunda hiçbir şubhe yoktur. ALLAH Subhanehu şöyle buyurdu:

ALLAH, üçün üçüncüsüdür diyenler şubhesiz kâfir olmuşlardır. [Ma'ide 73]
Ve ALLAH [‘Azze ve Celle] yine şöyle buyurdu:
ALLAH, Meryem oğlu Mesih’tir” diyenler şubhesiz kâfir olmuşlardır. [Ma'ide 17]

Nasraniler bu bayramda, evlerini, dükkânlarını, okullarını ve caddelerini süslerler ve kiliselerde ve diğer yerlerde özel ve genel partiler düzenlerler. Bu kutlama munasebetiyle birbirleriyle hediyeleşirler ve dinî şarkılar söylerler.
Muhakkak ki Şeri’at, Müslümanların kâfirlerden olan Nasranileri ve Yahudileri veya diğer kâfirleri onların dinlerinin emirleri olan şeylerde ve hükümlerde taklit etmeyi kesinlikle yasaklamıştır.

Buhari, Ebi Sa’îd el-Hudri [RadiyALLAHu ‘Anh]’den Nebi [SallALLAHu ‘Aleyhi ve Sellem]’in şöyle dediğini rivayet etti:

Kendinizden öncekileri, karış karış ve adım adım tâkib edeceksiniz. Onlar bir kertenkele deliğine girseler bile, (tâkib edeceksiniz).
Dedik ki; Ya RasulALLAH! (Onlar) yahudiler ve nasraniler midir?

Dedi ki, Ya kim (olacak)?

Nebi [SallALLAHu ‘Aleyhi ve Sellem] yahudi ve nasranilere tâbi olmayı, onları takip etmeyi, onların günlük hayatlarında onlar gibi davranmayı ve inançlarında, geleneklerinde ve hükümlerinde onları taklid etmeyi yasakladı. Bu ise, Müslümanların onları tâkib etmekten kaçınmaları için apaçık bir delildir. Şeri’at bu kaçınmayı, kâfirleri taklid eden herhangi bir kimseyi onlardanmış gibi değerlendirecek derecede vurguladı.
Rasulullah [‘Aleyhi’s Salatu ve’s Selam] şöyle buyurdu:
Her kim bir kavmi taklid ederse, onlardandır.
[Ebu Dâvud ve Ahmed rivayet ettiler.]

Dolayısıyla Müslümanların, kâfirlere ait olan, meselâ nasranilerin Yeni Yıl ve Noel bayramı gibi, kutlamalarını kutlaması câiz değildir.
İster bu kutlamalar özel veya genel olsun, ister kilisede veya okulda veya başka bir yerde olsun şekillerden herhangi bir şekilde onlarla birlikte olmak, onlara katılmak câiz değildir. Bu kutlamalar ile ilgili, meselâ hediyeleşmek yada evlerin veya dükkânların süslenmesi veya onların tebrik edilmesi gibi her şey de bu kapsama dahildir.

Bazı Müslümanların Batılıları taklid etmesinin arkasındaki asıl sebeb muhakkak ki, taklit eden kimselerde, taklit ettikleri kimselere karşı bir aşağılık kompleksinin var olmasıdır.
Bu aşağılık kompleksinin kaynağı ise; İslam Akidesi’nin, fikirlerinin ve hükümlerinin azâmetinden ve İslam’ın insanî tatmin, adalet ve saadet anlayışının mükemmelliğinden şuursuz olmalarının ve çürük akideleri ve hayat yolundan kaynaklanan değerlerden ve kutladıkları kutlamalardan Batı hadaratının fesadını henüz idrak edememiş olmalarının bir sonucu olarak taklitçilerin entelektüel ve psikolojik yenilgisidir.
ALLAH
[Subhanehu ve Te’alâ] şöyle buyurdu:
Artık Benden size hidayet geldiğinde, her kim benim hidayetime tâbi olursa, o asla sapıtmaz ve bedbaht olmaz. Her kim de beni zikretmekten (anmaktan) yüz çevirirse, şubhesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacaktır. [Tâ-Hâ 123-124]


Sizin kutlamalarınız, bayramlarınız ey Müslümanlar, şubhesiz halis değerlerden ve yüce anlamlardan doğmuştur. ‘İyd-ul Fitre (Ramadan bayramında) mubârak Ramadan ayının sona ermesini kutlamaktasınız.
O Ramadan ayı ki, tek olan ALLAH’a ibadet ve itaat ayıdır. O ay ki, hayır-hasenat, sadaka ve Müslümanlar arası birlik ve samimiyet ayıdır. O ay ki, Müslümanların içerisinde hayırlar gerçekleştirmek ve seçkin amellerde bulunmak üzere birbirleriyle yarıştıkları takva ve fazilet ayıdır. Yine ALLAH’ın yasakladığı bütün çirkin davranışlardan, azgınlıktan, aşırılıktan ve kötülüklerden uzaklaşmakta yarıştıkları bir aydır. Sizin bayramınızda, İslam’a teşvik edilmeye muhtaç olan fakirlere ve yoksullara karşı merhamet ve şefkat değerleri açığa çıkar.
Mubarek ‘iyd-ul edhaya (Kurban bayramına) gelince; bu da Müslümanların ALLAH [Subhanehu ve Te’alâ]’yı tâzim ederek, günahlardan arınmak ve şirkten beraat etmek üzere Hacc menasiklerini (amellerini) gerçekleştirmek için Beytullah-il Haram’a (Kâbe’ye) gidişlerini kutlamak içindir.
Bu bayramda Müslümanların, babaları İbrahim [‘Aleyhi’s Selam]’ın gösterdiği kulluğu örnek almalarıyla, ibadetin en yüce anlamı ve ALLAH yolunda, O’nun rıdası için kurban kesilmesi gerçekleşir.
Her iki bayramda da görünüşlerden bir görünüş olarak, işgalci kâfir devletlerin bu Ummetin vücudunu parçalayarak aralarına setler ve sınırlar yerleştirmiş olmasına rağmen, Müslümanların birliğinin en yakından en uzağa kadar cisimleşmesi meydana gelir.
Ğayr-ı muslimlerin Noel ve Yeni Yıl kutlamalarına gelince; bunlar kokuşmuş Batı medeniyetinin değerleri ile cisimleşmiştir.
Onlar için hanımlarına ihanet etme, zina etme, içki içme, arsız partiler düzenleme ve ALLAH’a şirkin sembolü olan haçı yükseltme zamanıdır.
İnsanlar rezil davranışlarda yarışmaktadırlar. İffet ve fazilet çiğnenmekte, cinsellik çılgınlığı yaşanmakta ve akrabalık bağları (aile içi cinsellik ile) parçalanmaktadır. Yüksek ruhî, insanî ve ahlâkî değerler insanların nefislerinden koparılmaktadır.
Peki tüm bunlar veya bunların bir kısmı var mıdır?
Öyleyse bir şahsı, velev ki bu taklitçi, yegane ilah olarak tek olan ALLAH’a, ALLAH’tan gelen kitap olarak Kur’an’a ve tüm insanlar için bir sistem ve risalet olarak İslam’a iman etmeyen bir kimse de olsa, böylesi kimseleri taklit etmeye, bunlardan hoşlanmaya veya hayran kalmaya iten şey nedir?


"Sonra seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy; bilmeyenlerin hevalarına (arzularına) uyma" (Câsiye ,18).

Dinlerine uymadıkça Yahudiler ve Hıristiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır…” (Bakara, 120)

Ehli Kitabdan çoğu hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek isterler…” (Bakara, 109)

Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirlerinin dostudurlar. İçinizden kim onları dost tutanlar onlardandır…” (Maide, 51)

İmam Rabbanî de benzer şeyleri kendi zamanındaki Hindistanlı müslüman kadınların yaptıklarını, başka inançlarda olanlar (kafir) gibi belli günlerde, o günlere has hediyelerle hediyeleştiklerini anlatır ve "bütün bunların şirk ve İslam dinini inkâr demek olduğunu" söyledikten sonra şu mealdeki ayeti zikr eder.(İmam Rabbanî, Mektûbat NI/55 (Mek. 4l) "Onların çoğu şirk koşmaksızın Allah'a iman etmezler ". (Yusuf 106)


HINDISTAN'IN MUMBAI KENTINDE BULUNAN DEVLET BAKANI KURSAD TUZMEN, HINTLILERIN NEVRUZU OLAN HOLI BAYRAMINA KATILMISTI. TUZMEN, HOLI'YI FICCI BATI BOLGESI KONSEY BASKANI YARDIMCISININ MUMBAI'NIN SAHIL KENARINDAKI SITESININ BAHCESINDE KATILDI



Not :
Hindistan'ın en ilginç bayramlarından Holi'de, ülkenin bütün sokakları göz alıcı renklerle boyandı.
Sıradışı festivalleri ve ve mistik hayatı ile bütün dünyanın dikkatini çeken Hindistan'da boya bayramı olarak bilinen Holi kutlamaları başladı.
22 Mart'ta yapılacak ana kutlamalar öncesinde bütün sokaklar rengarenk boya satıcıları ve birbirini boyayan insanlar ile dolu.

Hint mitolojisine göre, şeytanların kralı Hiranyakaşipu, Hindu tanrısı Brahma tarafından ölümsüzlükle ödüllendirilir. Sadakatinden dolayı Brahma'nın takdirini kazanan Hiranyakaşipu, Brahma'dan ölümsüzlüğünün sonsuza kadar devam etmesini ister. Zamanla küstah ve kibirli biri olan Hiranyakaşipu, cennete ve iyi insanlara saldırmaya başlar. Bunun üzerine kralın oğlu Prablah, diğer bir Hindu tanrısı Vishnu'ya yalvararak iyileri babasından kurtarmasını ister. Oğlunu öldürmeye çalışan Hiranyakaşipu, sonunda onu kız kardeşinin kucağında uyurken yakmayı planlar. Kız kardeşi Holika' nın üzerindeki şalı yanmamaktadır. Ve kardeşini kurtarmak için şalını üzerinden çıkarıp Pralabh'a verir. Kendisi yanar ama Pralab kurtulur. Hindu tanrısı Vishnu Hiranyakaşipu'yu öldürerek yerine oğlunu getirir. Bunun üzerine Holika kutsallaşır. Ve iyinin kötüye karşı zaferini temsil ettiği için bu zaman dilimi Holika'nın isminden esinlenerek Holi olarak kutlanır.

Ülkede herkes, 7'den 77'ye bütün Hintliler, Holi bayramı coşkusu yaşıyor. Holi, Hindu bayramları içinde en coşkulu olanı. İlkbaharın gelişini kutlamak için boyalı sularla, ve toz boyalarla boyanmak gerekiyor. Gece kurulan Holi şenlik ateşleri, şeytan ruhlu Holika'nın yokedilişini sembolize ediyor.


İSLAM'A GÖRE DOST VE DÜŞMAN

Velayet Arap lugatinde veli ve mevla sözleri ile eş manaya gelir. « Vela üzere gayret etti » demek “yardım etmek üzere toplandı, birleşti” demektir. Vela mastardır. Mevla ise dostluk üzere velilik yapan demektir. Onun da müslüman olması gerekir. (Lisanul Arab)

Fıkhi bir kavram olarak vela:
Müslümanlar arasında sevgi, yardım, şefkat, merhamet, kefalet ve her türlü zulüm ve şer çeşidini engelleme gibi manalara gelir ki bunlarız bazıları kimi zaman farz ve vacib, kimi zaman da mustehab ve mendubdur.


Müslümanlara vela göstermemek de küfür, haram ya da mekruh olabilir.
Beraet kavramına gelirsek, beraet de velayetin zıddı yani kafirlere dostluk sevgi ve muhabbet beslememek ve onlara yardım etmemek demektir.

Dostluğun ve düşmanlığın da bazı gerekleri vardır.

Dostluğun gerekleri:

Hicret : Yani küfür toplumundan soyutlanmak ve İslama ve islam olan insanlara yönelmek.
Yardım : Mûminlere canı, malı, kendi nefsi ve diliyle yardım etmek. İyi ve kötü günde onların sevinç ve hüzünlerine ortak olmak.
Hüsn-ü zan : Kendisi için istediği iyiliği mümin kardeşi için istemek, onlarla alay etmemek, onları sevmeye gayret etmek, onlarla sohbet ve müşavere de bulunmak.
Hakları eda : Hastasını ziyaret etmek, ölüsünü kaldırmak, onlara alçakgönüllü olmak, onlar için dua ve istiğfarda bulunmak ve kardeşlik haklarının tümünü yerine getirmek.
Zulmetmemek : Haklarında casusluk yapmamak, onlara eziyet etmemek.
Hakkı tavsiye :
Cemaatlarına katılmak, fitne yapmamak, onlarla iyilik ve takva hususunda yardımlaşmak, emr-i bil maruf ve nehy-i anil munkerde bulunmak. Düşmanlığın gereklerini de şöylece sıralaya biliriz.


1. Şirk ve küfür ehlinden nefret etmek.
2. Kafirleri sevmemek ve onları dost edinmemek.
3. Kafirlere yardım etmemek.
4. Ölülerine rahmet dilememek ve istiğfarda bulunmamak.

5. Onlara şirin görünmek için dalkavukluk yapmamak, din namına onları idare etmemek.
6. Onların kanunlarına mahkeme olmamak, ve bu kanunlara rıza göstermemek, adalet beklememek.
7. Emirlerine itaat etmemek.
8. Selamda ilk başlayan olmamak.
9. Dini ve dünyevi olsun onların adet, örf, gelenek ve göreneklerine uymamak.
10. Onların düğün, bayram diğer ayin ve merasimlerine iştirak etmemek.


İşte bahsettiğimiz kaideler ve gerekleri bunlardır bunların delil ve isbatları Kuran ve sünnette mevcuttur ki dileyenler oralarda bulur. Burada detaylarıyla açıklamaya kalkmamız gayenin dışına çıkmamızdır.
Rasulullah davet yolunda küfür sistemi içerisine girmenin tehlikesini ve olumsuzluğunu bize hareketiyle göstermiş ve gelecek inanan nesillere miras bırakmıştır.
ALLAH c.c. küfrün meşrulaştırılmaması için şöyle buyurmuştur :
"Andolsun biz her kavme ALLAHa ibadet edin ve tağuta kulluktan kaçının diye tebliğ etmesi için bir peygamber göndermişizdir." (Nahl, 36)
Evet, Rasulullah’ın ve o şanlı kadronun evvel veya sonra gelenleri hep bu noktayı vurgulamışlardır. "ALLAH'a itaat, tağuta isyan" .

İslam tarihi ile iştigal edenler hatırlarlar ki:
Muşrik liderler Rasulullaha gelib: “Ne istiyorsun? İstersen seni Mekke'nin lideri yaparız" dediklerinde Rasulullah,
Bu işin muhal olduğunu şu sözlerle ifade etmiştir:

"Bir elime Güneşi bir elime de ayı verseniz ben davamdan dönmem."

Evet, onların sisteminde yer alış bir nevi davadan dönüş olmalıdır ki, Rasulullah bunu böylece ifade etmiştir. Aslında şu şekilde yola çıkarsak daha faydalı olacak kanaatindeyim:

Rasulullah şayet bu teklifi kabul etse Mekke lideri olub halka kendini iyice benimsetse, ve vardığı doruk noktada tebliğe başlasa daha etkili olabilirdi o kadar insan telef de olmazdı iş insancıl hümanist yollarla bağlanırdı, ne vardı bir kaç sene kimliğini gizleyib onlar gibi davransa ve içten içe sistemi fethetseydi vs.vs.
Burada Rasulullah stratejik bir hata yapmıştır diyebilir miyiz?

Elbette ki hayır çünkü her şeyde olduğu gibi Rasulullah bu davanın metodunu da ALLAH'tan almıştır. Kıyas ve icmaya gelince şanlı muctehidlerimiz "Kafirin mûmine velayet hakkı yoktur diyerek sosyal standardı belirlemişlerdir. Şu halde biz müslümanların demokratik seçimlerde tavrımız, ona katılmak değildir. Ona katılarak bazı müslümanları şirk, zulüm, günah çukuruna bize vekaleten itmek hiç değildir.

Bu işten ALLAH’a sığınmalıyız. Tavrımız, hayatımızı kokuşturan, haramlar ve münkerlerle, zulüm ve zulümat ile, cehaletle dolduran çağdaş cahiliyye ve tağuti sistemi tüm kurumları ile red edip hayatımızdan söküp atmak ve ALLAH’ın dinini hakim kılmak için ALLAH’a dayanıb, ALLAH’ın hükümlerine sımsıkı sarılarak ihlas, sabır ve sebatla çalışmak olmalıdır.

Kufre rıda küfürdür”. Ayrıca Rasulullahın "Kim kötü bir çığır açarsa " diye başlayan hadisi de bize diyor ki muşriklerin dinden sayılan fakat İslam dışı olan kutlama , tören , bayram , anma, matem gibi günlerine iştirak etmek tehlikeli ve büyük vebali olan bir ameldir. O halde bize düşen murted kafirlerle aynı çatı altında aynı işleri görecek yeni tağutlar çıkarmak değil, ALLAH'ın(cc) nizamını ikame edecek mucahidler çıkarmaktır.
Partiler ancak mevcud statükoyu muhafaza yoluna girmiş tembellerin ve çıkar ve menfaatperestlerin yurdudur.
Bizler insanları iktidarı bir tağuttan almaları ve diğer bir tağuta vermeleri inancını reddediyor, onları anın vacibine çağırıyoruz. Anın vacibi tağutu inkar etmek, düzenini tarumar etmektir.

Yemin meselesi: Partiler gerçekten de Türkiye müslümanları açısından çok muallakta bırakılan meselelerden birisidir. Bu bölümde işlemek istediğimiz mesele milletvekili olarak seçilenlerin, mecliste ettikleri yemin ve fıkhi görüntüsü ile ilgilidir.

Öncelikle şunu arz edelim ki, Darul harb olan beldeler, çağdaş Ebu Cehillerin beldeleridirler. O beldeler cehalet ve taassubun yuvasıdır. Ve böyle bir diyarda kişiler ALLAH’ın din ve diyanetini hakkıyla öğrenemeye bilirler. Şimdi tekrar konumuza dönelim...
Kişi hiç bir surette elfaz-ı küfür olan bir lafzı söyleyemez ve kullanamaz. Yalnız işkence ve ölüm tehdidi gibi durumlar hariç. Şayet kullanırsa cümle fukahanın ittifakıyla Kâfir olur.
İyilik ve takva (ALLAH’ın yasaklarından sakınıp emirlerine uyma) hususunda yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. ALLAH’tan korkun (O’nun şeriatına bağlanın). Çünkü ALLAH’ın cezası çetindir.” (Maide: 2)

Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
İster zalim olsun, ister mazlum (mûmin) kardeşine yardım et".
Oradan bir adam;
Ya Rasulullah, mazlum ise ona yardım ederim, fakat zalim ise nasıl yardım edebilirim? dedi.
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Onu zulüm yapmaktan alı koyarsın. İşte bu ona yardımdır.”
(Buhari, K. Mezalim ve’l Gasb, 2264)

Ayrıca bu kişiye bu uyarı yapıldığında; O zat "Hayır canım neresi harammış, neresi küfürmüş gibi bir tavra bürünürse, bu sefer gerçekten daha da büyük bir pisliğin içine düşmüş olur.


Kâfirlerin bayramlarını kutlamak câiz değildir. Zira bu onların batıl işlerini ikrar etmek - meşrulaştırmak olur. Hıristiyanların miladi tarihine iştirak edilmez. Müslümanların, kâfirlerin adetlerinden mustakil olması gerekir. Çünkü eşsiz nesil olan Sahabeler (ALLAH hepsinden radı olsun) miladi tarih mevcud olmasına rağmen onu kullanmıyorlardı. Onun yerine hicri takvimi kullanmışlardır. Hıristiyanların Noel bayramlarını ve bunun sonucunda başlattıkları yeni yılı (Yıl başını) katılmak, kutlamak câiz değildir. Zira kim bir kavme benzerse onlardandır. Herhangi bir şeyde onlara yardım edemez. Buna rağmen iyi niyetle yeni yılı kutlayanları ise dinimize sövmüş gibi tepki vermeden nazikçe nasihat etmeliyiz.
Noel ise küfrün bayramıdır, kabul edilemez, biz de kaşımızdakini tebrik edemeyiz. Zira Kâfirlerin bayramlarını kutlamak câiz değildir. Zira bu onların batıl işlerini ikrar etmek - meşrulaştırmak olur. Müslümanların, kâfirlerin adetlerinden mustakil olması gerekir.


Kafirlerin (laik , müşrik) rejimlerinin kuruluş yıl dönümlerini kutlamak da küfürdür. Zira küfür rejiminin kurulması için Meşru İslam düzeninin yıkılması-ilga edilmesi gerekmektedir.
Hilafetin kalktığı
(29 Ekim), Hakimiyet hakkının ALLAHtan alınarak insanlara-ulusa verildiği günler (23 Nisan) Müslümanım diyenlerin sevinip bayram edeceği günler olamaz. Aksine müslümanların nefret duyacağı , İslamın yasaklanmasından dolayı hüzün duyacağı , tekrar şeriatı getirmek için kat be kat hırslanacağı günler olmalıdır .

Yine bu küfür rejimlerinin musebbiblerin ölüm günleri yas tutub anmak değil , lokum ve şeker dağıtacağı teselli günleri olmalıdır.
Muvahhid Müslümanların yapması gereken, bu günlerde sözünü geçirebildiği tüm yakınlarını Muşriklerin törenlere katılmaktan uzak tutmaya çalışmalıdır. Olayın vahâmetini herkese aktarmamız vazifelerimizden olmalıdır.


Kâfirin düğün yemeğine daveti ve yemek yedirmek mevzusunda Eğer kâfirler İslam’a rağbet ettirilmek ve onlara nasihat etmek için veya yanında misafir oldukları için davet edilirse bunda sakınca yoktur. Ama onlara sadaka olması ve ünsiyet kurmak için yemeğe davet edilmeleri uygun olmaz.
Müslüman kadının, kâfire kadınlar yanında, Müslüman kadınların önünde göründüğü şekilde görünmesi caizdir.
Kâfirleri sevmek câiz değildir. Zira onlar ALLAH’ın ve rasulunun düşmanları olup, bizim de onlara düşman olmamız gerekir. Müslümanın kâfire nazik davranması veya yaptıklarına muvafakat etmesi câiz değildir. Her fikre ve herkese saygılı olduğunu iddia edenler burada durmalıdırlar.
Kâfirin hediyesini kabul etmek caizdir. Zira peygamber sallALLAHu aleyhi ve sellem kafirin hediyesini kabul etmiştir. Mesela Mısır kralı Mukavkıs’ın hediyesini almıştır.
Kâfirlere selam vermeye gelince mutlak olarak önce selama başlamamalıdır. Eğer önce o selam verirse “ve aleykum” diye cevab vermek gerekir. Bundan sonra “nasılsın, çocukların nasıl” gibi konuşmalara bir mani yoktur.
Kâfirle arkadaşlık ise Eğer ona İslam’ı tebliğ edib Müslüman olması umulursa bunda sakınca yoktur. Onların Müslüman olması ümidi yoksa onlarla beraber yaşamamalıdır. Zira onlarla beraber yaşamak günaha düşmeye sebeb olur.
Nasrani ile Mesihî kelimeleri arasındaki fark Mesihi (yada isevî) kelimesi Mesih ibn Meryem a.s.’a nisbettir. Onlar kendilerini İsa aleyhisselam’a nisbet etseler de, İsa (a.s.) onlardan beridir. Layık olan onlara, ALLAH’ın Kur’anda verdiği isim gibi: “nasara (hıristiyan)” demektir.
Hıristiyan veya Yahudi ile musafaha etmek abdesti bozmaz. Lakin onlarla musfaha etmemeli, selama önce başlamamalıdır.
Müslümanın komşusu kâfir ise: Ona iyilik yapılması, kötü davranılmaması, fakat onunla ünsiyet edilmemesi gerekir. Dinen mubah olan işler olması şartıyla kafirlerle birlikte çalışmak, alış veriş vb. yapmakta sakınca yoktur ancak mekruhtur.
Eğer onlara eman (güvence) verirsek, onlara düşmanlık yapmamız, zarar vermemiz câiz değildir. Onlarla adalet ile davranıp onlara zulmetmememiz ve haklarını vermemiz gerekir.
Faziletli olanı, kâfirlerle beraber ikamet etmemek ve onların arasına karışmamaktır. Eğer bunda zaruret varsa müslümanın dinini muhafaza etmesi şartıyla, bir kâfirle bir odada kalmasına, beraber yemek yemesine engel yoktur.


Sözün özü ;
Müslüman hiç bir zaman muşriklere müslüman muamelesi yaparak onların bayramlarını kutlayamaz. Eğer bir müşrik bir müslümanın bayramını kutlarsa bunu kabul eder , ama müslüman , muşriğe "bayramın mubârak olsun v.s." diyemezsin.
Çünkü onlar her ne kadar bu bayramlara ALLAH için kurban kestiklerini zannetseler de aslında eş koşuştukları denk tutukları, teşriyi velayeti kendisine verdikleri bir ilaha kurban keserler.
Yoksa eşi benzeri olmayan hem göklere hem de yerlere hükmeden helal ve haram sınırlarını belirleyen gerçek ilaha kurban kesmezler. Bunlar ya et yemek için ya da şeker bayramı adını verdikleri gerçek ilah sandıkları sahte bir ilah adına kurban keser ve sahte bir ilah adına bayram kutlarlar. İsmini de şeker ve et bayramı koyarlar.

ALLAH'ı radı etmek yerine nefislerini tatmin etmek için bayram kutlarlar bu da islama temelden zıttır.
Doğum günü, evlenme yıl dönümü kafir adetlerindendir. Kâfirler bu gibi şeylere çok önem verirler. Müslüman olarak onların bu değerlerine muhalefet etmek mecburiyetindeyiz.
Bu şeyler onlara benzeme niyetiyle yapılırsa küfürdür. Benzeme niyetiyle yapılmazsa bidat işlenmiş olur. Öyle ki küfre yakın olduğu için ya haram olur veya harama yakın olur.
Fakat bir müslüman kâfirlerin yapmadığı kendine göre bir adet uydurursa bu âdetin devamlı yapılmasında bir şey yok. Misal olarak her salı günü hanımıyla gezinmek, tatlı yemek v.s. .

Bu amel devamlı yapılsa bile bir şey olmaz. Ama kâfirlerin adetlerinden olan şeyleri yapmak ise böyle değildir. Onlardan mümkün olduğu kadar uzak kalmak gerekir. Benzeme niyetiyle olmasa bile bu amellerden kaçınılmalıdır..

Hediyeleşmek konusundaki hüküm de aynıdır. Çünkü o günlerde hediyeleşmek, o günü merasim haline dönüştürmek anlamına gelir velev ki merasim niyetiyle yapılmasa bile.


Kâfirlerin bayramlarını kutlamak caiz değildir. Zira bu onların batıl işlerini ikrar etmek olur. Hıristiyanların miladi tarihine iştirak edilmez. Müslümanların kâfirlerin adetlerinden mustakil olması gerekir. Sahabeler (ALLAH hepsinden radı olsun) miladi tarih mevcut olmasına rağmen onu kullanmıyorlardı. Onun yerine hicri takvimi kullanmışlardır.
Hıristiyanların bayramlarına katılmak câiz değildir. Zira kim bir kavme benzerse onlardandır. Herhangi bir şeyde onlara yardım edemez.

Kâfirin düğün yemeğine daveti ve yemek yedirmek mevzusunda Eğer kâfirler İslam’a rağbet ettirilmek ve onlara nasihat etmek için veya yanında misafir oldukları için davet edilirse bunda sakınca yoktur. Ama onlara sadaka olması ve unsiyet kurmak için yemeğe davet edilmeleri uygun olmaz.
Müslüman kadının, kâfire kadınlar yanında, Müslüman kadınların önünde göründüğü şekilde görünmesi caizdir.
Kâfirleri sevmek caiz değildir. Zira onlar ALLAH’ın ve rasulunun düşmanları olup, bizim de onlara düşman olmamız gerekir. Müslümanın kâfire nazik davranması veya yaptıklarına muvafakat etmesi câiz değildir. Her fikre ve herkese saygılı olduğunu iddia edenler burada durmalıdırlar.

Kâfirin hediyesini kabul etmek caizdir. Zira peygamber sallALLAHu aleyhi ve sellem kafirin hediyesini kabul etmiştir. Mesela Mısır kralı Mukavkıs’ın hediyesini almıştır.

Kâfirlere selam vermeye gelince; mutlak olarak önce selama başlamamalıdır. Eğer önce o selam verirse “ve aleykum” diye cevap vermek gerekir. Bundan sonra “nasılsın, çocukların nasıl” gibi konuşmalara bir mani yoktur.

Kâfirle arkadaşlık ise; Eğer ona İslam’ı tebliğ edib Müslüman olması umulursa bunda sakınca yoktur. Onların Müslüman olması ümidi yoksa onlarla beraber yaşamamalıdır. Zira onlarla beraber yaşamak günaha düşmeye sebeb olur.

Nasrani ile Mesihî kelimeleri arasındaki fark Mesihi (yada isevî) kelimesi Mesih ibn Meryem a.s.’a nispettir. Onlar kendilerini İsa aleyhisselam’a nisbet etseler de, İsa a.s. onlardan beridir. Layık olan onlara, ALLAH’ın Kur’anda verdiği isim gibi: “nasara (hıristiyan)” demektir.
Hıristiyan veya Yahudi ile musafaha etmek abdesti bozmaz. Lakin onlarla musfaha etmemeli, selama önce başlamamalıdır.


Müslümanın komşusu kâfir ise:
Ona iyilik yapılması, kötü davranılmaması, fakat onunla unsiyet edilmemesi gerekir. Dinen mubah olan işler olması şartıyla kafirlerle birlikte çalışmak, alış veriş vb. yapmakta sakınca yoktur ancak mekruhtur.
Eğer onlara eman (güvence) verirsek, onlara düşmanlık yapmamız, zarar vermemiz câiz değildir. Onlarla adalet ile davranıp onlara zulmetmememiz ve haklarını vermemiz gerekir.
Faziletli olanı, kâfirlerle beraber ikamet etmemek ve onların arasına karışmamaktır. Eğer bunda zaruret varsa müslümanın dinini muhafaza etmesi şartıyla, bir kâfirle bir odada kalmasına, beraber yemek yemesine engel yoktur.


ALLAH bunların koştukları eşlerden ve denklerden yücedir munezzehtir.

ORİJİNİ VE DEVAMI :
 
T Çevrimdışı

tevhide

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
çok mükemmel bir yazı allah emeği geçenlere emeğini iki dünyada da naip eylesin aeo
 
Birtat Çevrimdışı

Birtat

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
komşuluk, dostluk, arkadaşlık âdaplarıni da anlatan yazınızın başlığına bunları da anlatan "başlık" ekleseniz, daha güzel olmazmıydı hocam??:rolleyes:
 
Üst Ana Sayfa Alt