Gördüğüm kadarıyla Kur'an-ı Kerîm'in tercüme edilmesine karşı çıkmaktan ziyade tercümesinin aslın yerine geçmesinden endişeleniliyor. Modern çağda orta kesim genişledi ve devletin bürokratikleşmesi, medyanın yayılması, kamu alanlarının oluşması gibi gelişmeler ile toplumun omurgasını oluşturur bir konuma geldi. Bunun karşısında şeri ilmi taşıyan ulema toplumdaki özgün ve hakim konumunu kaybetti. Özellikle de sömürgeci devletlerin işgal ettiği ülkelerde bu gelişme daha çabuk cereyan etti. Hindistan bunun belki en çarpıcı örneğidir. Oranın uleması Farsça'yı ve Arapça'yı bırakarak Urduca'ya yöneldiler yazılarında, halka ulaşması için. Çünkü hem şeri ilimleri teşvik eden saray ortadan kalkmış, hem de yeni düzende ilme muhtaç halk tabakası daha önemli bir konuma yükselmişti.
Türkiye'de 1924'ten itibaren başlayan tercüme faaliyetleri İslamı ulusallaştırmak ve Türkçeleştirmek maksadını güdüyordu. Bizdeki hassasiyet de bundan kaynaklanıyor. Örneğin Mehmet Akif Ersoy hazırladığı Kuran mealini yakmıştır istismar edilmesin diye. Elmalılı Muhammad Hamdi Yazır'ın tefsiri neşredilmiştir sadece, o da tefsirinde hassas davranmış ve mealleri açıklamalar ile donatmıştır. Diğer mütedavil tercümeler Fransızca tercümeleri baz aldıkları için iltifat görmemişlerdir.