Şeyh Ebu Batın'dan Şeyhul İslam İbn Teymiyye'nin Mardin Fetvası’nın Yorumu
İbn Teymiye’nin büyük fetavasında şu fetvası sabit oldu;Şeyh’ e Mardin beldesi hakkında soruldu ve dendi ki; "Darul harp midir yoksa selam diyarı mıdır? Orda yaşayan müslümanın İslam beldesine hicret etmesi vacip midir değil midir? Eğer hicret vacip olur da hicret etmezse ve Müslümanların aleyhinde onlara nefsi ve malı ile yardımcı olursa günahkâr olur mu? Bu günahı işleyene nifak itlak edilir mi ve sövülür mü sövülmez mi?
Şeyh cevaben dedi ki; "Elhamdulillah. Müslümanların kanları ve malları Mardin’de ve buranın dışında haramdır. İslam dininden çıkanlara yardım etmek Mardin ve buranın dışında haramdır. Burada ikamet eden dinini ikameden aciz ise, hicret o zaman vacip olur. Ama böyle olmazsa vacip değil, müstehap olur. Mülsümanların düşmanlarına mal ile ve nefis ile yardım ise haramdır. İmkân buldukları yol hangi yol olursa olsun bundan imtina etmeleri gerekir. Engel çıkararak, ortadan kaybolarak ve farklı yollarla yardımdan imtina etmelidir. Ama bunlara güç yetiremezse, onlara genel olarak sövmek ve nifakla itham etmek olmaz. Bilakis sövmek ve nifak atfetmek Kuran ve sünnette zikredilen sıfatlardır. Mardin ehlinin bazıları ve başkaları bunun içine girerler. Darul harp veya darul selam olması noktasında ise; orası ikisini de barındıran mürekkeptir. Orası İslam’ın ahkâmının icra edildiği ve ordusunun Müslümanlar olduğu ne bir darus selamdır. Ne de ehlinin kâfirler olduğu darul harptir. Bilakis üçüncü kısımdır. Orada Müslüman müstehak olduğu şekilde muamele görür. Allah’ın şeriatından çıkanda hak ettiği şekilde muamele görür."
Bizim burada açıklamaya çalışacağımız kısım şurasıdır; "Darul harp veya darul selam olması noktasında ise; orası ikisini de barındıran mürekkeptir. Orası İslam’ın ahkâmının icra edildiği ve ordusunun Müslümanlar olduğu ne bir darus selamdır. Ne de ehlinin kâfirler olduğu darul harptir. Bilakis üçüncü kısımdır.''
Bu fetvayı açıklamaya geçmeden önce bütün ilim talebelerine bazı uyarılarda bulunmakta fayda vardır;
Çok iyi bilmek gerekir ki kurtuluş ancak ve ancak Allah’ın ve Rasulü’nün sözüne yapışmakta ve ona tabi olmaktadır. Hüsran ve zelillik ise onların sözüne muhalefettedir. Öncelikle bilinmesi gereken şudur ki Allah’ın dininde kim olursa olsun sözü mutlak olarak kabul edilmez. Ancak o söz kitap ve sünnetten bir nassa dayanıyorsa o zaman kabul edilir.
"Rabbinizden size indirilene uyun, O'ndan başka velilere uymayın. Ne az öğüt alıyorsunuz?"(Araf suresi 3.Ayet)
"Allah'ın dışında başka veliler edinenlerin örneği, kendine ev edinen örümcek örneğine benzer. Gerçek şu ki, evlerin en dayanıksız olanı örümcek evidir; bir bilselerdi.(Ankebut suresi 41.Ayet)
İslam hiç bir şeyi Allah’a ortak koşmadan ona ibadet etmektir. İhtilafları ihtilaf anında Kuran ve Sünnete döndürerek insanları tek bir ortak payda da toplamaktır.
"Onlar hâlâ Kur'an'ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı."(Nisa suresi 82.Ayet)
4 imam ve diğer bütün imamlar körü körüne taklidden ve hüccetlere bakmadan birilerine mukallit olmaktan insanları sakındırmışlardır. Allah bize ne İbnul Kayyum’un ne de İbn Teymiyye’nin kitaplarından hesaba çekmeyecektir. Bilakis kendi kitabından bizi hesaba çekecektir.
"Şu halde, sana vahyedilene sımsıkı-tutun; çünkü sen dosdoğru bir yol üzerindesin. Ve şüphesiz o (Kur'an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan) sorulacaksınız."(Zuhruf suresi 33.ve34.Ayet)
“O gün (Allah) onlara seslenerek: "Gönderilen (elçilere) ne cevab verdiniz?" der.”(Kasas suresi 65.Ayet)
İlim ehlinin sözleri zatında hüccet değildir. Ancak onlar hücceti açıklarlar. Her kim ilim ehlinin sözlerine önünden ve arkasından batıl gelmez ve onlar hata etmez ve Allah’ın kelamıdır derse kâfir olur.
İbn Teymiyye dedi ki; "Eğer bir kişi Ebu Hanife, Malik, Şafiî veya Ahmed’den birini taklit ediyor ise ve bu kişinin yanında başkasının görüşünün daha kuvvetli olduğu sabit olursa ve o da başka mezhep imamına tabi olursa işte bu en güzelidir. Bu ne onun dinini ne de adaletini bozmaz. Tartışmasız bir şekilde bu böyledir. Bilakis bu hakka daha yakın ve Nebi sav’den başka bir kişiye her mesele de mutaassıp olandan daha iyi ve Allah’a ve Rasulüne daha sevimlidir."
Allah bizi âlimlerin sözlerini ezberlemek ile mükellef kılmadı. Eğer birinin sözü dinin asıllarına ters ise ilim ve diyanetine saygı ile beraber sahibine döndürülür.
İbn Teymiyye’nin sözüne gelince; öncelikle bilmemiz gerekir ki fetvada ki iki şarttan biri vakıayı bilmektir. Onun için önce İbn Teymiyye’nin fetva verdiği dönemdeki Mardin’in durumuna vakıf olmamız gerekmektedir. Tarihçilerin hepsinin zikrettiği gibi o dönemde tatarların hücumu sırasında Mardin’in Meliki said Necmettin Gazi idi.
İmam Zehebi İslam Tarihi kitabında dedi ki; "Said anladı ki Tatarlar onu kesinlikle muhasara edeceklerdi. Bu yüzden Zehair beldesindeki bir kaleye sığındı. Daha sonra 4 gün geçtikten sonra Hülaku’dan elçiler geldiler. Bunun akabinde de Tatarlardan bir taife geldiler. Cemaziyel evvel’in 3. Günü Tatarlar
Mardin’e indiler…
Bu senenin sonuna kadar muhasara devam etti. Kaleye bir veba hastalığı düştü. Ölenler ile beraber Melikte öldü. Yaratılmışlar helak oldular. Adamlardan biri kendini kaleden aşağı atarak Melik’in öldüğünü haber verdi. Melik’in oğlu Muzaffer’e taatlerine girmeleri için haber gönderdiler…"
Aynı şekilde Kutbettin Yununi'de "Zeylü Meretüz Zaman" adlı kitabında Melik’in 658 yılındaki vefatından bahsettikten sonra dedi ki; "Tatarlar Melik Said’in ölümünü duyduktan sonra oğluna bir elçi gönderdiler. İtaatlerine girmelerini istediler. Oğlu da onların taatine girdiğine dair haber gönderdi ve onların yardakçılığına başladı."
Burada bizim için önemli olan nokta şurasıdır ki Tatarlar bu topraklara sulh ve barış yolu ile hâkim oldular. Tarihçiler arasında ihtilaflı olarak bu tarih 658 veya 659 yılıdır.
Melik Muzaffer 33 sene melik olarak kaldı. Daha sonra onun yerine oğlu said Davud geçti. Sonra diğer oğlu Melik Mansur Necmeddin Gazi geçti. O da 712 yılına kadar iktidarda kaldı. Tarihçilere göre 809 yılına kadar Mardin bu sülalenin iktidarı altındaydı.
Şeyh İbn Teymiyye’nin doğumu ise 661 senesidir. 718 de de vefat etmiştir. Yani Şeyh’e Mardin hakkında soru sorulduğunda, Mardin Tatarlar ile sulh döneminde idi.
Şeyh’in şu sözüne gelince; “Darul harp veya darul selam olması noktasında ise; orası ikisini de barındıran mürekkeptir.”
Şeyh burada küfür ahkâmı ve İslam ahkâmını kast ediyor.
Şeyh İshak ibn Abdurrahman Ali Şeyh dedi ki; "İbn Muflih Şeyh Takiyyuddin’den hikâye ettiği gibi; İslamın ve küfrün ahkâmının izhar edildiği beldeye, ne her yönden küfür hükmü verilir ne de her yönden İslam hükmü verilir."(Durerus seniyye)
Şeyh Süleyman ibn Sehman "Keşf'ul Evham" adlı risalesinde şöyle dedi; "Hanbelîlerin ve diğerlerinin zikrettiği gibi küfür ahkâmının izhar edildiği ve İslam ahkâmının icra edilmediği belde küfür beldesidir.
Şeyhulislam ne bunun ne de diğerinin izhar olmadığı beldede İbn Muflih’in de naklettiği gibi ne her yönden küfür hükmü ne de her yönden İslam hükmü vermemiştir. Aynı zamanda bazı âlimler buralarda hükmün çoğunluğa göre verileceğini zikretmişlerdir."
“…ne bunun ne de diğerinin izhar olmadığı…” burada kasıt ne İslam ahkâmı ne de küfür ahkâmı izhar olunmuyor.
“…orası ikisini de barındıran mürekkeptir.” Şeyhulislam’ın buradaki kastı orada hem İslam ahkâmı izhar olunuyor hem de küfür ahkâmı izhar olunuyordur.
Bir beldede hem İslam ahkâmının hem de küfür ahkâmının izharının aynı olduğu ve birinin diğerine galip olmadığı bir ortam şaşılacak iştir. Ancak bu fetvadaki soru ve cevaptan anlaşılan şudur ki oranın ekseri oturanı Müslüman ve daha çok İslam izhar olmakta idi. Tatarlılarla sulh döneminde tarihçilerin de zikrettiği gibi Mardin ehli küfüre zorlanmadan sadece sultanın Tatarların hâkimiyetini kabul etmesi ile kalmıştı. İşte bu yüzden Mardin’i Darul İslam diye de isimlendiremediler. Çünkü darul İslam şudur ki; orada İslam’ın ahkâmı icra olunur ve Müslümanlar bütün dinlere üstündürler. Sultan ve güç Müslümanlardadır.
Ancak Mardin ise o sırada Tatarların kontrolü altında idi. Bu yüzden Müslümanlar tam manası ile oraya hâkim değillerdi. Bunun için İbn Teymiyye dedi ki;
"Orası İslam’ın ahkâmının icra edildiği ve ordusunun Müslümanlar olduğu ne bir darus selamdır."
Aynı şekilde şu sözünden de anlaşılmaktadır ki; "İslam şeriatından çıkanlar hak ettikleri şekilde muamele görürler." Bu belde de şeriatın kontrolünden çıkan herkes tatarlılara yardıma girmiştir demektir.
Şeyh diyor ki; “ Ehli kâfir olan darul harp menzilesinde de değildir.”
İbn Teymiyye’nin bu beldeyi küfür beldesi olarak isimlendirmemesinin sebebi Müslümanların orada çoğunlukta olmasındandır. Ancak bir beldenin isimlendirilmesi orada ikamet edenlerin durumu ile alakalı değildir. Bilakis bütün alimlerin belirttiği gibi sultanın ve gücün kimin elinde olduğu ile alakalıdır. Eğer bir beldede yönetim kafirlerin elinde ise orada oturanların ekserisi Müslümanlar da olsalar o belde küfür beldesi olarak isimlendirilir.
Durerus Seniyye’de şöyle geçti; "Kafirlerin hükmettiği belde darul küfürdür. İbn Muflih dedi ki; Eğer bir belde de Müslümanların ahkamı varsa o belde darul islamdır. Eğer kafirlerin ahkamı varsa orası darul küfürdür. Bu ikisinin dışında başka bir belde yoktur.
Şeyh Takıyyuddin’e Mardin hakkında orası darul İslam mıdır yoksa darul küfür müdür diye soruldu. Oda dedi ki; "Orası ikisini de barındıran mürekkeptir. Orası İslam’ın ahkâmının icra edildiği ve ordusunun Müslümanlar olduğu ne bir darus selamdır. Ne de ehlinin kâfirler olduğu darul harptir. Bilakis üçüncü kısımdır. Orada Müslüman müstehak olduğu şekilde muamele görür. Allah’ın şeriatından çıkanda hak ettiği şekilde muamele görür." Ancak evla olan Kadı ve arkadaşlarının zikrettiği görüştür."(Durerus Seniyye fi Ecvibetin Necdiyye; ibn Kasım topladı. Kitabul Cihad 353)
Sonuç olarak -Allah en iyisini bilir- bir dar ya darulislamdır ya da darulküfürdür. Üçüncü bir kısım yoktur. Böyle bir ıstılahtan söz edilse dahi bu şeriat ve küfür ahkamının birbirine galip olmadan izhar olunduğu beldedir ki bu şaşılacak ve eşine ender rastlanacak türdendir.
İbn Muflih, Şeyhulislam’ın talebesi olmasına rağmen bu konuda onun görüşünü almamış, Kadı ve ashabının görüşünün daha kuvvetli olduğunu belirtmiştir.
Belki de İbn Teymiyye sadece oradaki halkın durumu konusunda ictihadı ile fetva vermiştir ve beldenin nefsi hükmü konusuna değinmemiştir bile. Allah her şeyin en iyisini bilendir.
Bilakis bu asırda dünyanın her tarafında Mardin'e benzeyen bir yer yoktur. Dünyanın her tarafında küfür ahkâmı izhar olup icra edilmektedir. İnsanlar da bu küfür ahkâmını benimsemekte ve ona iman etmektedirler. Bu nedenle Şeyhin bu fetvasını alarak günümüzde küfrün ahkâmının izhar olduğu beldelere tatbik etmek istidlal olamaz. Bilakis batıl bir kıyas ve batıl bir istidlal olur.