Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Maide Suresi İniş Sebebi

ummuyusuf Çevrimdışı

ummuyusuf

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Maide 90-91-93. Ayetlerin Nuzulu

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالأَنصَابُ وَالأَزْلاَمُ رِجْسٌ مِّنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ فَاجْتَنِبُوهُ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

إِنَّمَا يُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَن يُوقِعَ بَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاء فِي الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ وَيَصُدَّكُمْ عَن ذِكْرِ اللّهِ وَعَنِ الصَّلاَةِ فَهَلْ أَنتُم مُّنتَهُونَ



90. Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.

91. Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?

İmâm Ahmed der ki: Bize Süreye... Ebu Hüreyre'den nakletti ki; o, şöyle demiş : İçki üç kere haram kılındı. Hz. Peygamber Medine'ye geldiğinde; Medîne'liler, içki içer ve kumar oynarlardı. Bu hususu Hz. Peygambere sorduklarında, Allah Teâlâ «Sana içki ve kumardan sorarlar. De ki: O İkisinde hem insanlar için faydalar, hem de büyük bir günâh vardır.»(Bakara 219) İnsanlar dediler ki: İçki ve kumar bize haram kılınmadı. Sadece büyük bir günâh olduğu söylendi. Bunun üzerine içki içmeye devam ettiler.
Nihayet günlerden bir gün, muhacirlerden bir kişi, akşam namazında arkadaşlarına imâm oldu ve namaz kıldırdı. Namazda âyeti okurken karıştırdı. Bunun üzerine Allah Teâlâ, öncekinden daha ağır bir hüküm indirerek;
«Ey îmân edenler; siz sarhoşken ne dediğinizi bilinceye kadar, namaza yaklaşmayın.» (Nisa 43). İnsanlar; yine içki içmeye devam ediyorlardı, ayılınca da gelip namazlarını kılıyorlardı.

Sonra daha ağır bir âyet indi. Ve «Ey îmân edenler; içki, kumar, putlar ve fal okları ancak şeytân işi pisliklerdir. Onlardan kaçının ki, felaha eresiniz.» buyurdu. Bunun üzerine insanlar; ey Rabbimiz; biz, kaçındık, dediler.

îbn Cerir der ki: Bize Muhammed İbn Beşşâr, Katâde kanalıyla Enes îbn Mâlik'den nakleder ki; o, şöyle demiş : Ben; Ebu Talha, Süheyl îbn Beyzâ, Ebu Dücâne, Muâz İbn Cebel ve Ebu Ubeyde îbn el-Cerrâh'a içki sunuyor ve aralarında kâse döndürüyordum. Olgun ve ham hurmaların karışımından elde edilmiş olan içkiden başları dönmek üzere idi. Bu sırada bir münâdînin; dikkat edin, rakı haram kılınmıştır, dediğini duyduk. Enes der ki: Bizim yanımıza ne bir kimse girdi, ne de aramızdan bir kişi çıktı. Hemen içkileri döktük ve büyük kırbaları, büyük içki küplerini kırdık. Bir kısmımız abdest aldı, bir kısmımız gusletti.

Ümmü Selîm'in kokusundan süründük, sonra mescide gittik. Rasûlullah (s.a.) : «Ey îmân edenler; içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytân işi pisliklerdir. Bunlardan kaçının ki felaha eresiniz» âyeti ile daha sonraki âyeti okudu.

İbn Ebu Hatim der ki: Bana babam... Abdullah İbn Amr'm şöyle dediğini nakletti: Kur'an-ı Kerîm'de yer alan «ey îmân edenler; içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytân işi pisliklerdir...» âyeti Tevrat'ta da vardır. Tevrat'taki ifâde şöyledir : Allah Teâlâ hakkı, bâtılı yok etmek İçin gönderdi. Hak ile eğ*lenceyi, çalgıları, dansı, tanburları, davulları, tefleri ve şiiri yok etmek ister. Rakı, tadan için acıdır. Allah, yemîn ederek gücüne ve izzetine kasem edip demiştir ki: Ben onu yasakladıktan sonra kim rakı içerse; kıyamet günü onususatırım.Kim de Ben onu yasakladıktan sonra rakı içmeyi terkederse; yüce katımdan ona içiririm. Bu hadîsin isnadı sa*hihtir.

Bu sırada adamın biri gelip dedi ki: İçki içerek ölmüş olanların durumu ne olacak? Bunun üzerine Allah Teâlâ;


لَيْسَ عَلَى الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ جُنَاحٌ فِيمَا طَعِمُواْ إِذَا مَا اتَّقَواْ وَّآمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ ثُمَّ اتَّقَواْ وَّآمَنُواْ ثُمَّ اتَّقَواْ وَّأَحْسَنُواْ وَاللّهُ
يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ


93. İman eden ve iyi işler yapanlara, hakkıyle sakınıp iman ettikleri ve iyi işler yaptıkları, sonra yine hakkıyle sakınıp iman ettikleri, sonra da hakkıyle sakınıp yaptıklarını, ellerinden geldiğince güzel yaptıkları takdirde (haram kılınmadan önce) tattıklarından dolayı günah yoktur. (Önemli olan inandıktan sonra iman ve iyi amelde sebattır). Allah iyi ve güzel yapanları sever.

(Maide 93)

âyetini inzal buyurdu.

Kaynak: İbn-i Kesir
 
Ummu Aişe Çevrimdışı

Ummu Aişe

حسبي الله ونعم الوكيل
Site Emektarı
5- MÂİDE SÛRESİ



Bu Sûre, Peygamber'e (sas) son nazil olanlar meyanındadır. Ashabdan bir çoğundan rivayete göre son nazil olan sûrelerden olmakla tamamı muhkemdir, içinde mensûh âyet yoktur. Nitekim Damre ibn Habîb ve Atiyye ibn Kays'dan rivayete göre Peygamber (sas): "Mâide Kur'ân'dan son indirilenlerdendir; binaenaleyh onun helâlini helâl kılın, haramını da haram kılın." buyurmuşlardır.[1]

Bir rivayete göre Hudeybiye Barışından sonra nazil olmuştur. Yalnız Sûrenin ikinci âyetinde sözü edilen "muşriklerin Mescid-i Haram'dan alıkoymaları" hiç kuşkusuz âyetin nuzûlünden önce meydana gelmiştir.[2] Yine Sûrenin, Peygamber'e (sas), Hudeybiye'den dönerken yolda nazil olduğuna dair bir hadis (Nakkaş, Ebu Seleme'den) rivayet edilmişse de İbnu'l-Arabî bu rivayetin uydurma olduğunu ve hiçbir muslumanın bu hadise inanmasının caiz olmadığını söylemiştir.[3]

Nazil olduğu yere gelince; Ebu Ubeyd'in Muhammed ibn Ka'b el-Kurazî'den rivayetinde o şöyle demiştir: Mâide Sûresi Allah'ın Rasûlü'ne (sas) Veda haccında Mekke ile Medîne arasında inmiştir. Nazil olmaya başladığında devesi üzerinde iken gelen vahyin ağırlığından devenin kaburgaları çatırdamıya başlayınca Efendimiz devesinden inmişlerdi.[4]

Sûrenin tamamının Medîne'de nazil olduğu rivayetleri yaygın ve meşhurdur. Bununla birlikte "Ey iman edenler, Allah'ın şeâirine, haram olan aya, kurbanlık hedylere (kurban edilmek üzere Harem'e sürülüp götürülen hayvanlara), onlardaki gerdanlıklara Rablarından nimet ve rıza isteyerek el-Beytu'l-Harâm'a gelenlere sakın saygısızlık etmeyin." (âyet: 2) ile "Bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinize olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'dan razı oldum." (âyet: 3) âyetlerinin Mekke'de nazil olduğuna dair bir rivayet varsa da[5] herhalde nazil oldukları yer Mekke olduğu için böyle söylenmiş olmalıdır. Değilse zaman olarak her iki âyet-i kerime de Medîne’ye hicretten sonra inmiştir. Hattâ "Bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinize olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'dan razı oldum." âyet-i kerimesinin son nazil olan âyet veya son nazil olan âyetlerden olduğu da rivayet edilmektedir. Nitekim yerinde işaret edilecektir.

Mukâtil Sûrenin gündüz nazil olduğunu ve tamamının Medenî olduğunu da kaydetmektedir.[6]



2. Ey iman edenler, Allah'ın şeâirine, haram olan aya, kurbanlık hedylere (kurban edilmek üzere Harem'e sürülüp götürülen hayvanlara), onlardaki gerdanlıklara Rablarından nimet ve rıza isteyerek el-Beytu’l-Harâm'a gelenlere sakın saygısızlık etmeyin...

Bu âyet-i kerimenin nuzûl sebebi olarak üç hadise anlatılmakta. Bunlardan ikisinde bu âyet-i kerimenin nuzûlüne sebeb olan kişi ve olay aynı olmakla birlikte zaman farkı vardır. Birisi ise daha genel bir sebeb olarak görülmektedir.

1. İbn Abbâs anlatıyor: Bu âyet-i kerime Hatîm hakkında nazil olmuştur. Adı Şureyh ibn Dubey'a el-Kindî idi. Yemâme'den Medîne-i Munevvere'ye Peygamber'i (sas) görmeye gelmişti. Yanındaki atlıları Medîne dışında bırakarak yalnız başın Peygamber'in (sas) huzuruna girdi ve: "İnsanları neye davet ediyorsun?" diye sordu. Peygamber (sas): "Allah'ın yegâne ilâh olduğuna şehadet etmeye, namazı kılmaya, zekâtı vermeye." buyurdu. Peygamber'in (sas) davetini kabul etmiş görünerek: "Ancak, kabilemde kendileri olmadan karar veremeyeceğim büyüklerim var, ben onlara geri döneyim, belki musluman olur, onları da size getiririm." dedi ve Efendimiz'in (sas) yanından çıktı. Peygamber (sas) ashabına, Şureyh yanına girdiğinde: "Yanınıza şeytanın diliyle konuşan bir adam girdi." buyurmuştu. Çıktığında da: "Bu adam sizin yanınıza kâfir yüzüyle girmişti, bir zâlimin çıkışıyla çıktı. Bu adam musluman filân değil." buyurdular. Nitekim Şureyh Medîne’den çıkarken Medînelilerin otlamak üzere dışarı saldıkları hayvanlarını sürüp götürmüş, peşine düşmüşlerse de kaçıp kurtulmuş, yakalayamamışlardı.

Daha sonra Peygamber (sas) Umretu'I-Kazâ için Mekke-i Mukerreme'ye girdiğinde Yemâme hacılarının telbiyesini işitmiş ve ashabına: "Bunlar Hatîm ve arkadaşları." buyurmuş. Hatîm, o Medînelilere ait olup da ğasbederek götürdüğü hayvanları hacda kurban olmak üzere nişanlamış ve Ka'be'de kurban edilmek üzere getirmişti. Peygamber (sas) ile birlikte olan muslumanlar Hatîm'i yakalamak üzere ona yönelince Allah Tealâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirmiştir.[7] Taberî'deki İkrime rivayetinde Hatîm'in Medîne-i Munevvere'ye ticaret maksadıyla geldiği ve kavmine yeni dinin haberini götürmek üzere Peygamber'den (sas) bilgi istediği, musluman olup Peygamber'e (sas) biat ettiği ve fakat kabilesine dönünce irtidad ettiği; Peygamber'in (sas) yanına girerken Efendimiz'in onun hakkında "Yanımıza günahkâr bir yüzle girdi." buyurduğu, çıkarken de "Yanımızdan zâlim bir ense ile çıktı." buyurduğu: Suddî rivayetinde de Efendimiz'in, o yanına girerken "Bugün yanınıza Rabîa'dan şeytan dilli birisi giriyor." buyurduğu ayrıntılarına yer verilmektedir.[8]

Yine Suddî’den gelen bir rivayette adının el-Hutam ibn Hind el-Bekrî[9] ya da Rabîa Oğullarından el-Hatîm ibn Hind[10] bir rivayette de adının Şureyh ibn Dubey'a el-Bekrî, lakabının Hutam[11] olduğu da söylenmektedir. Buna göre ayet-i kerime, Hicretin yedinci senesi Zilkade ayında gerçekleştirilen Kaza Umresi esnasında nazil olmuştur.

2. Zeyd ibn Eslem'den gelen bir rivayete göre ise âyet-i kerime Hicretin altıncı yılı sonlarında (Zilkade ayında), Hudeybiye musâlahası sırasında nazil olmuştur. Bu rivayette şöyle deniliyor: Peygamber (sas) ve ashabı Hudeybiye'de muşrikler tarafından Mekke-i Mukerreme'ye sokulmayıp bir antlaşmayla geri dönmeye zorlandıklarında oraya, umreye gitmekte olan muşrik bir grup uğramış. Mekke'ye girmeleri engellenen ashâb-ı kirâm bunun acısını o muşriklerden çıkarmak istercesine: "Mekke'deki arkadaşları bugün bizi Mescid-i Harâm'a girmekten nasıl alıkoydularsa bunlar da aynı şeyi yapacaklar, gelin şunların haklarından gelelim." demişler de Allah Tealâ (cc) bunun üzerine bu âyet-i kerimeyi indirmiştir.[12]

3. Atâ’dan rivayet ediliyor ki hacca gelenler Harem dışına çıktıklarında kendilerinin hacca geldiği bilinsin de güvende olsunlar diye Harem'deki ağaç kabuklarından gerdanlıklar yapar ve üzerlerinde taşırlardı. Bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[13] Katâde'den gelen rivayette fazlalık olarak onların hacca gelişlerinde Semur ağacı kabuklarından, dönüş yolunda da kıldan gerdanlıklar yaptıkları ve bu gerdanlıkları görenlerin onlara dokunmadıkları zikredilmektedir.[14]

4. İbn Zeyd'den rivayete göre ise Mekke'nin fethi günü bazı muşrikler umre için telbiye getirerek Ka'be'ye yönelmişler. Muslumanlar: "Bunları Ka'be'ye bırakmayalım, üzerlerine hucum edelim." demişler de bu âyet-i kerime nazil olmuş.[15]

Bu rivayetlerin muhassalasına göre âyet-i kerime ya Umretu'1-Kazâ (Hicretin yedinci senesi Zilkade ayında), ya da Mekke'nin fethi senesi (Hicretin sekizinci senesi Ramazan ayında) nazil olmuştur ve mufessirler arasında kabul gören bu ikincisidir.[16]



3. Ölü, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlananlar; canları çıkmadan evvel kestikleriniz mustesna olmak üzere boğularak, vurularak yuvarlanarak veya süsülerek ölen, yırtıcı hayvanlar tarafından parçalananlar ile dikili taşlar üzerine kesilenler ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılınmıştır. Bunlar fâsıklıktır. Bugün kufredenler sizi dininizden etmekten umutlarını kesmişlerdir. Öyleyse onlardan korkmayın da yalnız Ben'den korkun. Bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinize olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'dan razı oldum...

Bu âyet-i kerimenin nuzûl vakti olarak zikredilenler arasında meşhur olanı "Hicretin onuncu senesi Veda haccında Peygamber (sas) Arafat'ta bir cuma günü olan Arafe günü ikindiden sonra Adbâ' adlı devesi üzerinde vakfe yaparken nazil oldu." rivayetidir.[17] Peygamber (sas) bu âyet-i kerimenin inmesinden sonra İbn Cureyc'den rivayete göre 81 veya 82 gün daha yaşamış ve bu âyet-i kerimeden sonra artık teşrîî başka bir âyet de inmemiştir.[18]

Suddî'den rivayette o şöyle demiştir: "Bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinize olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'dan razı oldum." âyet-i kerimesi Arafe günü nazil olmuştur. Bundan sonra helâl ve haram nâzil olmamış ve Peygamber (sas) o hacdan dönüşünde vefat etmiştir. Esma bint Umeys şöyle anlatıyor: O veda haccında Allah'ın Rasûlü (sas) ile birlikte haccettim. Biz yürürken ve Allah'ın Rasûlü biniti üzerindeyken birden Cibril O'na tecelli etti ve biniti, Efendimiz'e inmekte olan Kur'ân'ın ağırlığına dayanamayarak çöktü. Ben Allah'ın Rasûlü'ne geldim ve kendi üzerimdeki bir burdeyi Efendimiz'in üzerine örttüm[19]. Esma bint Umeys'ten bu âyetin nuzûl vakti olarak rivayet edilen bilgi Esma bint Yezîd'den Mâide Sûresi ile ilgili olarak rivayet edilmekte ve "Adbâ' adlı devesinin üzerinde iken nazil olduğu ve vahyin ağırlığından devenin bacaklarının neredeyse kırılacağı" ayrıntılarına da yer verilmektedir. Ancak burada Mâide Sûresi ile kasdedilenin Mâide Sûresinden sadece bu âyetin olması da ihtimal dahilindedir ve esbâb-ı nuzûle dair rivayetlerde bunun emsali pek çoktur. İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette de bu âyetin nazil olduğu gün pazartesi olarak gösterilip: "Peygamberimiz (sas) Pazartesi günü doğdu, hicrette Mekke'den Pazartesi günü çıktı, Medîne’ye Pazartesi günü girdi ve Mâide Sûresinden "Bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinize olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'dan razı oldum." âyeti Pazartesi günü nazil oldu." denilmektedir.[20]

Târik ibn Şihâb'dan rivayette o şöyle demiştir: Bir yahudi Umer ibnu’l-Hattâb’a: Bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinize olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'dan razı oldum." âyet-i kerimesi nazil olduğu sırada: "Biz yahudiler topluluğu böyle bir âyetin indiği günü bilseydik o günü kendimize bayram edinirdik." demişti. Umer ibnu’l-Hattâb: "Bu âyetin nazil olduğu günü, nazil olduğu saati ve o nazil olduğu esnada Rasûl-i Ekrem'in nerede olduğunu çok iyi biliyorum; Bu âyet-i kerime biz, Arafe günü Allah'ın Rasûlü ile Arafat'ta iken ve O, vakfe yaparken nazil oldu." dedi. Yine Umer ibnu’l-Hattâb’dan gelen başka bir rivayette onun: "Arafatta bir cuma gecesi nazil oldu." dediği nakledilmektedir.[21]

Hadisin Buhârî’deki rivayetinde de Umer ibnu’l-Hattâb’ın: "Ben bu âyetin nerede nazil olduğunu, Arafe günü nazil olduğunda Rasûlullah'ın nerede olduğunu çok iyi biliyorum. Vallahi biz de Arafat'ta idik." dediği kaydedilirken o günün cuma olup olmadığında râvî Sufyân'ın şubhesine de yer verilmektedir. Muslim'deki rivayetlerde ise Cuma günü olduğu tasrih edilmiştir. Tirmizî'deki rivayette ise Bayram günü" fazlalığı vardır. Ancak bu rivayet Tirmizî tarafından "hasen ğarîb" olarak değerlendirilmiştir.[22]

Taberî bu rivayetlerden Umer ibnu’l-Hattâb'dan gelen "Arafat'ta, Arafe günü, Cuma günü nazil oldu." kavlini senedi daha sahih olduğu için tercih etmektedir.[23] Bu, sadece Umer ibnu’l-Hattâb'dan değil; aynı zamanda Ali ibn Ebî Tâlib, Muâviye ibn Ebî Sufyân, İbn Abbâs, Semure ibn Cundeb'den ve mursel olarak da Şa'bî, Katâde, Şehr ibn Havşeb ve daha birçok imamdan rivayet edilmiştir.[24]

Bu rivayetler yanında "Bugün kufredenler sizi dininizden etmekten umutlarını kesmişlerdir." kısmında kasdedilen günün hangi gün olduğu konusundaki ihtilâflarla birlikte bu âyet-i kerimenin kasdedilen o günde nazil olduğu ve o günün de Mekke'nin fethi günü (Hicretin sekizinci yılı Ramazan ayında, Ramazan'ın bitmesine sekiz gün kala,[25] olduğuna dair İbnu's-Sâib ve Mucâhid'den bir rivayet varsa da[26] meşhur ve sahih olanı daha önce verilen rivayetlerdir.

İbn Cureyc der ki: "dikili taşlar üzerine kesilenler ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılınmıştır." âyet-i kerimesindeki "Nusub" put demek değildir. Putlar, kendilerine suret verilip üzerine nakış yapılanlardır. Nusub ise bir takım taşlardır ki Ka'be'nin çevresine dikilmişlerdi. Sayılarının 360 olduğu söylenir. Bir rivayette bunlardan 300'ünün Huzâa'ya ait olduğu söylenir. Câhiliye halkı kurban kestiklerinde kurbanların kanlarını bu taşlara sürer, kurban etlerini bu taşlar üzerine koyarlardı. İslâm gelince ashâb-ı kirâm: "Ey Allah'ın elçisi, câhiliye halkı Ka'be'ye, onun etrafındaki dikili taşlara kan sürerek ta'zimde bulunurlardı. Ka'be'ye ta'zime biz elbette onlardan daha lâyığız. Biz de kurbanlarımızın kanlarından Ka'be'ye sürmeyelim mi?" diye sordular. Peygamber (sas) bunu yasaklamadı da hemen peşinden Allah Tealâ (cc) "Hiçbir zaman onların ne kanları, ne etleri Allah'a ulaşacak değildir..." (Hacc, 22/37) âyet-i kerimesini İndirdi.[27]



4. Sana, kendilerine neyin helâl kılındığını soruyorlar. De ki: Size bütün iyi ve temizler helâl kılındı. Allah'ın size öğrettiği ile alıştırıp öğrettiğiniz avcı hayvanların sizin için tuttuklarını yiyin ve üzerine Allah'ın adını anın ve Allah'tan takvâ üzere olun. Allah, hesaba çekmesi çok çabuk olandır.

Bu âyet-i kerimenin nuzûl sebebinde başlıca iki rivayet vardır. Bunlardan birisinde olay köpeklerin öldürülmesi etrafında, ikincisinde de av köpeklerinin yakalayıp sahiplerine getirdikleri av etrafında cereyan etmektedir:

1. Muhammed ibn Ka'b el-Kurazî'den rivayete göre; Peygamber (sas) köpeklerin öldürülmesini emredince ashabı bütün köpeklerin öldürülmesi gerekip gerekmediğini, bu emrin istisnası olup olmadığını öğrenme sadedinde "Ey Allah'ın elçisi, bu ümmetten, yani köpeklerden bize helâl kılınan var mı?" diye sormaları üzerine "Sana, kendilerine neyin helâl kılındığını soruyorlar..." âyet-i kerimesi nazil olmuştur. İkrime'den bu konuda gelen rivayet biraz daha ayrıntılı ve Peygamber'e (sas) bu konuda soru soranların isimleri de veriliyor: Allah'ın Rasûlü (sas) köpeklerin öldürülmesini emrettiğinde ashabı köpekleri öldürmeye başladılar. Medîne içindeki bütün köpekleri öldürdükten sonra Medîne dışına da çıktılar ve köylerdeki (el-Avâlî) köpekleri de öldürmeye başladılar. Bunun üzerine ashabdan Asım ibn Adiyy, Sa'd ibn Hayseme ve Uveym ibn Sâide Peygamber'in (sas) yanına geldiler ve: "Ey Allah'ın elçisi, bunlardan (köpeklerden) bize helâl kılınan yok mu?" diye sordular da "Sana, kendilerine neyin helâl kılındığını soruyorlar..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[28]

Muslim'deki bir rivayetten de Peygamber'in (sas), köpekleri öldürme emrinin sebebini öğrenmekteyiz. İbn Abbâs'ın Ummu’l-Mu'minin Meymûne'den rivayetine göre Peygamber (sas) bir sabah hüzünlü kalkmış Meymûne: "Ey Allah'ın elçisi, bugün sizi üzüntülü görüyorum, neden?" diye sormuş. Peygamber (sas): "Cibril, dün gece bana geleceğini va'detmişti, ama gelmedi. Allah'a yemin ederim ki o bana olan va'dinden dönmez" buyurmuş ve o günü o şekilde üzüntülü olarak geçirmiş. Sonra aklına odada bir köşede bir örtünün altında gördüğü küçük bir köpek eniği gelmiş ve onun ev dışına çıkarılmasını emretmiş, sonra eline bir miktar su alıp o köpek eniğinin bulunduğu köşeye serpmiş. Akşam olunca Cibril gelmiş ve Efendimiz (sas) ona: "Dün bana geleceğini va'detmiştin." demiş. Cibril: "Evet va'detmiştim ama biz, içinde köpek ve resim olan eve girmeyiz." demiş. Sabah olunca da Peygamber köpeklerin öldürülmesini emretmiş. Hattâ sadece şehirdeki köpekleri değil küçük bahçelerde bulunanlarının da öldürülmelerini emretmiş, sadece sahibi tarafından köpeği olmadan korunamayacak kadar büyük bahçelerdeki köpekleri bıraktırmış.[29]

Ebu Râfi'den gelen bir rivayette de Peygamber'in (sas), Medîne-i Munevvere’de bulacağı bütün köpekleri öldürmekle kendisini görevlendirdiği; İkrime'den gelen bir rivayette de Ebu Rafı'in köpekleri öldürme işini Medîne dışına da taşırınca Asım ibn Adiyy, Sa'd ibn Hasme ve Uveymir ibn Sâide'nin Peygamber'e (sas) gelerek "Ey Allah'ın elçisi, bu öldürülmelerini emrettiğin köpeklerden bize helâl olan bir şey var mı?" diye sordukları ve bunun üzerine bu âyet-i kerimenin nazil olduğu ayrıntılarına yer verilmektedir.[30]

2. Şa'bî kanalıyla Adiyy ibn Hatim et-Tâî'den rivayette o şöyle anlatmış: Rasûlullah'a (sas) bir adam gelip köpeklerle yapılan avı sordu. Efendimiz (sas) ona ne söyleyeceğini bilemedi. Nihayet "Allah'ın size öğrettiği ile alıştırıp öğrettiğiniz avcı hayvanların sizin için tuttuklarını yiyin ve üzerine Allah'ın adını anın..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[31]

Saîd ibn Cubeyr'den gelen bir rivayette ise Peygamber'e (sas) av köpeklerinin tuttuklarından neyin helâl olduğunu soran Tayy kabilesinden Adiyy ibn Hatim ve Zeyd ibnu'l-Muhelhel olup âyet-i kerime onlar hakkında nazil olmuştur. Bu Zeyd'in adı Zeyd el-Hayl iken Rasûlullah (sas), "Zeyd el-Hayr" olarak değiştirmişti. Bu rivayete göre ikisi Peygamber'e (sas) geldiler ve: "Ey Allah'ın elçisi, biz, köpek ve doğanla avlanan bir topluluğuz. Dir' Oğulları ve Huriye Oğulları, başka bir rivayette Zerîh Oğulları[32] köpekler, yaban ineği, yaban eşeği, ceylan, keler gibi avları yakaladıklarında biz bazan o avlar ölmeden yetişir keseriz, bazan da olur ki biz kesmeye yetişmeden köpek o avı öldürür. Şimdi ise ölü etini Allah haram kıldı. Av köpeklerinin ve doğanların bizim için yakaladıklarından bize helâl olan nedir?" diye sordular da "Sana, kendilerine neyin helâl kılındığını soruyorlar..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[33] Buna göre âyet-i kerimenin nuzûlü, ölü vs. muharrematın zikredildiği aynı Sûrenin üçüncü âyetinin inişinin akabindedir.[34]



5. Bugün size temiz ve hoş şeyler helâl kılındı. Kendilerine kitab verilmiş olanların yemekleri size helâl kılındı. Sizin yemekleriniz de onlara helâldir mu’minlerden namuslu ve hür kadınlar ile sizden önce kendilerine kitab verilmiş olanlardan namuslu ve hür kadınlar zina etmeksizin, gizli dost tutmaksızın ve mehirlerini verdiğinizde size helâldir. Kim de imanı inkâr ederse yaptıkları boşa gitmiştir ve o, âhirette husrana uğrayanlardandır.

Katâde der ki: Bazı muslumanlar: "Bizim dinimizden başka bir din üzerelerken onların kadınları ile nasıl evlenelim ki?" dediler de Allah Tealâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirdi.[35]

"Kim de imanı inkâr ederse yaptıkları boşa gitmiştir ve o, âhirette husrana uğrayanlardandır." kısmının nuzûl sebebi olarak Ebu Salih kanalıyla İbn Abbâs'tan naklediliyor ki Allah Tealâ (cc) bu âyet-i kerimenin baş kısmında kitab ehli kadınları ile evlenme ruhsatı verince kitab ehlinden kadınlar: "Eğer Allah Tealâ bizden razı olmamış olsaydı mu'min erkeklerle evlenmemizi mubah kılmazdı." demişler. Muslumanlar da: "Onlar bizim dinimiz üzere değilken onlarla nasıl evleniriz!?" demişler ve "Kim de imanı inkâr ederse yaptıkları boşa gitmiştir ve o, âhirette husrana uğrayanlardandır." kısmı bunun üzerine nazil olmuş.[36]



6. Ey iman edenler, namaza kalktığınızda yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın başınızı da meshedin ve topuklarınıza kadar ayaklarınızı yıkayın. Eğer cunub iseniz hemen ğusledip iyice temizlenin. Eğer hasta olduysanız veya yolculukta iseniz, yahut heladan gelmişseniz veya kadınlara yaklaştınız da su bulamadıysanız temiz bir toprakla teyemmum edin; yüzlerinizi ve ellerinizi onunla meshedin. Allah size zorluk vermek istemez, fakat sizi temizlemek, üzerinize olan nimetini tamamlamak ister. Tâ ki O 'na şukredesiniz.

Buna "Vudû' âyeti=Abdest âyeti" de 'Teyemmum âyeti" de denilmiştir. Meşhur olan birincisidir. Daha önce Nisa Sûresinde (Nisa, 4/43 âyetinin nuzûl sebebinde) geçtiği üzere o âyete 'Teyemmum âyeti" denilmektedir. Bazı rivayetlerde 'Teyemmum âyeti" denilip de âyet-i kerimenin lâfzı verilmediği için bazı âlimler bununla Nisa 43 âyetinin kasdedildiğini zannetmişlerdir. Bu yüzden teyemmum hukmünün inmesine sebeb olan Ummu'l-Mu'minin Aişe'nin gerdanlığını kaybetmesi hadisesi birçok eserde ve tefsirde Nisa Sûresinin 43. âyetinde zikredilmiştir.

Biz de bu âyet-i kerimedeki teyemmumle İlgili kısmın nuzûl sebebini, teyemmumün ilk geçtiği yer olan Nisa 43'te geniş olarak verdiğimizden burada tekrarına gerek görmüyoruz. Burada da sadece Humeydî'nin Musned'indeki şu kısa rivayetle yetindim:

Humeydî'nin... Aişe'den rivayetine göre Ebvâ gecesi gerdanlığı düşüp kaybolmuştu. Allah'ın Rasûlü (sas) iki kişiyi gerdanlığı aramaya gönderdi. Namaz vakti girdiğinde yanlarında su yoktu ve ne yapacaklarını da bilmiyorlardı da teyemmum âyeti nazil oldu.

Useyd ibn Hudayr (Aişe'ye) dedi ki: "Allah senin hayrını versin! Başına hoşlanmayacağın bir iş gelip de Allah'ın sana bir çıkış yolu vermediği, muslumanlara da hayırlı kılmadığı hiçbir iş yok."[37]

Ancak, Aişe'nin gerdanlığının kaybolması hadisesinin de iki kere meydana geldiğini; bunlardan birincisinin İfk ehlinin iddiaları ile namuslu kadınlara zina iftirasında bulunanlara had uygulanmasını getiren âyetlerin inmesine, ikincisinin de bu teyemmum ruhsatını getiren Mâide 6 âyet-i kerimesinin inmesine sebeb olduğunu da hatırlatmadan geçmemeliyiz. Nitekim Taberânî'nin Abbâd ibn Abdullah ibnu'z-Zubeyr kanalıyla Aişe'den rivayetle tahric ettiği bir haberde bu açıkça belirtilmektedir. Bu haberde Ummu’l-Mu’minin Aişe şöyle anlatıyor: Gerdanlığımın kaybolduğu ve İfk ehlinin attıkları iftiralarla bunu takip eden olaylardan sonra yine bir defasında başka bir ğazvede Peygamber (sas) ile birlikte sefere çıkarılmıştım. Yine gerdanlığım düştü ve insanlar, onu aramak üzere habsolundu, bulundukları yerden ayrılamadılar. Ebu Bekr bana: "Kızcağızım, her seferde insanlara yük ve belâ oluyorsun." dedi. Bunun üzerine Allah Tealâ (cc) teyemmumle ilgili ruhsatı indirdi de Ebu Bekr: "Hiç kuşkusuz sen çok mubareksin." dedi.[38]

Suyûtî, bu rivayeti verdikten sonra iki hususa tenbihte bulunma ihtiyacı hissediyor ki luzumuna ve faydasına binaen biz de buraya almayı uygun görüyoruz:

Birincisi: Buhârî, Teyemmum hukmünün inmesine sebeb olan hadiseyi zikrettikten sonra bu hadise üzerine başka rivayetlerde "teyemmum âyeti nazil oldu." diye zikredilen âyetin Mâide âyeti olduğunu açıkça belirtmektedir.

İbn Abdilberr ise: "Bu, biraz karışık bir durumdur ve hastalığının ilâcını da bulamadım. Çünkü Aişe'nin bu iki âyetten (Nisa, 43 ve Mâide 6) hangisini kasdettiğini bilmiyoruz. İbn Batal der ki: Bu (Aişe'nin kasdettiği) Nisa Sûresindeki âyettir. Çünkü Mâide Sûresindeki âyet "Abdest âyeti" olarak bilinmektedir. Halbuki Nisa Sûresindeki âyette abdestten hiç bahsedilmemektedir. O halde ona "teyemmum âyeti" denilmesi daha uygundur. Vâhidî de bu hadiseyi Nisa Sûresindeki âyetin nuzûl sebebinde zikretmektedir. Ancak Buhârî'nin, burada kasdedilenin Mâide Sûresindeki âyet olduğuna meyletmesi doğru olandır. Çünkü verdiği rivayette bu husus açıkça ifade edilmiş ve "Ey iman edenler, namaza kalktığınızda..." âyeti nazil oldu." denilmiştir.

İkincisi: Hadis-i şerif abdestin, bu âyet-i kerime inmeden önce de vacib olduğuna delâlet etmektedir. Bu sebebledir ki sahabe-i kiram, su olmayan bir yerde konaklayıp kaybolan gerdanlık yüzünden oraya adeta habsolunmalarını büyük görmüş, önemsemiş ve yine bu sebebledir ki Ebu Bekr kızını azarlamış; "İnsanları burada habsettin, su başında da değiller, yanlarında su da yok." demiştir.

İbn Abdilberr der ki: Bütün Meğâzî âlimlerince malûmdur ki Peygamber (sas), namazın farz kılınmasından itibaren hiç abdestsiz namaz kılmamıştır. Bunu ancak bilgisiz olan ya da inatçı bir inkarcı reddeder. Burada akla şöyle bir soru geliyor: O halde daha önceden fiilen abdest varken, bir çeşit abdest âyeti olmaksızın abdest hukmü uygulanırken daha sonra abdest âyetinin inmesindeki hikmet nedir? Buna şöyle cevab verilebilir: Bunun hikmeti abdestin farziyetinin Kur'ân'da okunan bir vahiyle olmasıdır. Ya da şöyle denilebilir: Ayet-i kerimenin baş kısmı (abdest hukmünün bulunduğu kısım) abdestin farz kılınması zamanında inmiş, kalan kısmı, yani teyemmumle ilgili hukmün bulunduğu kısım ise daha sonra bu olay üzerine (Aişe'nin gerdanlığının ikinci kez kaybolduğu hadise üzerine) inmiştir. Ancak bu cevablardan birincisi daha uygun gibi görünmektedir. Çünkü abdestin farz kılınması Mekke'de olmakla birlikte âyet-i kerime (bütün olarak) Medîne’de nazil olmuştur.[39]



8. Ey iman edenler, adaleti gözeten şâhidler olun ve bir topluluğa karşı olan kininiz sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Adaletli davranın ki bu; takvâya en yakın olan davranıştır. Allah'tan takvâ üzere olun; hiç şubhesiz Allah yapmakta olduklarınızdan hakkıyla haberdardır.

1. Bu âyet-i kerimenin, Peygamber'i (sas) öldürmeye kasdeden yahudiler hakkında nazil olduğu rivayet edilmektedir. Ancak Abdullah ibn Kesîr'den gelen iki rivayetin birinde Efendimiz'i öldürmeye kasdeden Hayber yahudileri hakkında indiği belirtilirken yine ondan gelen ikinci rivayette aralarındaki bir antlaşmaya istinaden bir diyet konusunda yardımlarını istemeye gittiğinde Nadir Oğulları yahudilerinin Peygamber'i (sas) öldürmeye kasdetmeleri üzerine indiği kaydedilmektedir.[40] Ancak neticede mu'minlerin, her iki halde de haklarında adaletli davranmaları emredilen muhatablar yahudiler olduğuna göre iki rivayet arasında çelişki yok demektir.

2. Râzî burada "Bu âyet-i kerime, muslumanları Mescid-i Harâm'dan alıkoyan, Mescid-i Harâm'a girmelerini engelleyen Kureyş hakkında nazil oldu." şeklinde ikinci bir görüş daha zikretmekle birlikte bu görüşün kime ait olduğunu belirtmemiştir.[41] Râzî'deki bu nuzûl sebebine Hasan-ı Basrî'den gelen: "Kureyşliler, Peygamber'i (sas) öldürmesi için birisini göndermişlerdi. Allah Tealâ (cc), Rasûlü'nü bundan haberdar etti ve bu âyet-i kerime ile bunu takib eden âyet nazil oldu."[42] şeklindeki bir rivayet bir ölçüde açıklık getirmekte ve onu tahsis etmektedir.

3. Daha önce bu sûrenin ikinci âyetinin nuzûl sebebinde geçen ve Zeyd ibn Eslem'den gelen rivayette anlatılan hadise Suyûtî tarafından bu âyet-i kerimenin nuzûl sebebi olarak zikredilmektedir. Bu rivayette şöyle deniliyor: Peygamber (sas) ve ashabı Hudeybiye'de muşrikler tarafından Mekke-i Mukerreme'ye sokulmayıp bir antlaşmayla geri dönmeye zorlandıklarında oraya, umreye gitmekte olan doğudan gelen muşrik bir grup uğramış. Mekke'ye girmeleri engellenen ashâb-ı kirâm bunun acısını o muşriklerden çıkarmak istercesine: "Mekke'deki muşrikler bugün bizi Mescid-i Harâm'a girmekten nasıl alıkoydularsa, gelin biz de bunların Mescid-i Harâm'a girmelerini engelleyelim" demişler de Allah Tealâ (cc) bunun üzerine bu âyet-i kerimeyi indirmiştir (Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl; ı,134). Buna göre âyet-i kerime Hicretin altıncı yılı sonlarında (Zilkade ayında), Hudeybiye musalahası sırasında nazil olmuş olmalıdır.[43]



11. Ey iman edenler, Allah’ın üzerinize olan nimetini hatırlayın. Hani bir kavim size el uzatmaya kalkışmıştı da onların ellerini üzerinizden geri çekmişti. Allah'tan takvâ üzere olun ve mu'minler Allah'a tevekkul etsinler.

Bu âyet-i kerimenin nuzûl sebebi olarak iki hadise nakledilmektedir ki ikisinde de Peygamber'e (sas) bir tecavuz girişimi vardır:

1. İbn İshâk'ın... Câbir ibn Abdullah'tan rivayetine göre Muhârib Oğullarından Ğavres (Ğûres, Ğavrek, Ğuveyris rivayetleri de vardır) adında birisi kavmi Muhârib ve Ğatafan'dan bazılarına: "Sizin için Muhammed'i öldürüvereyim mi?" demiş. "Bunu nasıl yapacaksın?" demişler, "Ona gizlice yaklaşacağım ve onun haberi olmadan üzerine saldırıp öldüreceğim." demiş.Allah'ın Rasûlü'ne (sas) sinsice yaklaşmış, Efendimiz'in kılıcı kucağında oturuyor imiş. Birden uzanıp Efendimiz'in kılıcını ele geçirmiş ve sallayarak yaklaşmış: "Ey Muhammed, benden korkuyor musun?" demiş. Efendimiz: "Hayır, senden niye korkayım?" buyurmuş. "Neden korkmayasın? Elimde kılıç var." demiş. Efendimiz (sas): "Hayır, korkmuyorum, Allah beni senden korur." buyurmuş. Ğavres hamle edince Efendimiz'e yaklaşması engellenmiş ve Peygamber'e (sas) kılıcını iade etmiş. Kılıcı alan Peygamber (sas): "Şimdi söyle bakalım seni benden kim koruyacak?" buyurmuş da Ğavres: "Sen, insanların cezalandırmada en hayırlısı ol." demiş. Efendimiz ona İslâm'ı arzettiyse de kabul etmemiş ve "Sadece seninle savaşmamaya, seninle savaşanlarla birlikte olmamaya söz veririm." demiş ve Efendimiz de onu cezalandırmayıp salıvermiş ve bu hadise üzerine Allah Tealâ (cc) "Ey iman edenler, Allah'ın üzerinize olan nimetini hatırlayın. Hani bir kavim size el uzatmaya kalkışmıştı da onların ellerini üzerinizden geri çekmişti..." âyetini indirmiş.[44] Muslim'deki Câbir ibn Abdullah rivayetinde Peygamber'in (sas) kılıcı kucağında uyuduğu ifadesi yerine "Kılıcını bir ağaç dalına astığı" kaydedilirken Ğavres'in: "Şimdi seni benden kim koruyacak?" sorusuna Peygamber'in (sas): "Allah" cevabı üzerine Ğavres'in, kılıcını kınına koyarak olduğu yere oturakaldığı" ifade edilmekte ve hadise yerinin Zâtu'r-Rikâ' olduğu tasrih edilmektedir (Muslim, Fedâil, 13,14). Kurtubî, Peygamber (sas) tarafından serbest bırakılan Ğavres'in, kabilesine dönünce "Size, insanların en hayırlısının yanından geliyorum." dediğini de kaydeder.[45] Katâde'den gelen rivayette Ğavres'e, Peygamber'i öldürme işi, kabilesi tarafından havale edilmiştir (Taberî, age. VI,94). Ebu Hatim ve Vâkıdî, Peygamber'e (sas) saldırmaya kalkışan bu kişinin adını Du'sûr ibnu'l-Hâris olarak verip sonra musluman olduğunu kaydetmektedirler (Kurtubî, age. VI,74). Hadisenin Muslim'deki rivayetinde olayın Necd tarafına (Ğatafan kabilesi de Necd tarafındadır) yapılan bir ğazvede meydana geldiği kaydedilirken âyetin nuzûlüne temas edilmemektedir.[46]

Bu hadise hicretin dördüncü senesi ğazvelerinden Ğatafan kabilelerinden Muhârib ve Sa'lebe Oğulları üzerine gerçekleştirilen Zâtu'r-Rikâ' Ğazvesi sırasında Batnu Nahle'de meydana gelmiştir. Buna göre âyet-i kerime hicretin dördüncü senesi nazil olmuş demektir. Hadise, ayrıntılarda küçük farklarla daha önce Nisa, 4/101-102 âyetlerinin nuzûl sebebinde de geçmişti.

2. Yine İbn İshâk'ın... Yezîd ibn Rûmân'dan rivayetine göre bu âyet-i kerime Ğavres hakkında değil, Nadîr Oğullarının kardeşi Amr ibn Cihâş ibn Ka'b'ın Peygamber'i (sas) öldürmeye kalkışması üzerine nazil olmuştur.[47]

İbn Hişâm'ın kısa olarak verdiği bu ikinci nuzûl sebebi Taberî tarafından biraz daha geniş olarak şöyle naklediliyor: Asım ibn Umer ibn Katâde ve Abdullah ibn Ebî Bekr'den rivayette onlar şöyle anlatıyorlar: Allah'ın Rasûlü (sas), Amr ibn Umeyye ed-Damrî tarafından öldürülen iki Amir'linin diyeti konusunda yardımlarını istemek üzere Nadîr Oğullarına gitmişti. Efendimiz onlara gelince birbirleriyle yalnız kalıp "Muhammed'i öldürmek için bundan daha iyi bir fırsat asla elinize geçmeyecek. Birisine emredin, onun yanında durduğu evin damına çıksın, üzerine bir kaya yuvarlasın da bizi şu adamdan kurtarıp rahata erdirsin." dediler. Amr ibn Cihâş ibn Ka'b, söyleneni yapmak üzere kalktığında Peygamber'e (sas) yahudilerin bu suikasdlerinin haberi geldi de oradan ayrıldı. İşte bunun üzerine Allah Tealâ (cc) "Ey iman edenler, Allah'ın üzerinize olan nimetini hatırlayın. Hani bir kavim size el uzatmaya kalkışmıştı da onları ellerini üzerinizden geri çekmişti..." âyetini indirdi.[48]

Bu konudaki İkrime rivayeti olayı anlatmaya ilgisi itibariyle Bi'ru Maûne vak'asından başlıyor ve biraz daha ayrıntılı, şöyle ki: Allah'ın Rasûlü (sas) Neccâr Oğullarından ve ashabın alemdarlarından el-Munzir ibn Amr el-Ensârî'yi muhâcir ve ensârdan oluşan 30 kişilik (40 ve yetmiş kişi oldukları rivayetleri de vardır.) bir grubun başına geçirip (Amir Oğullarına) muallim olarak göndermişti. Amir Oğulları sularından (kuyularından) olan Bi'ru Maûne'de Amir ibnu't-Tufeyl ibn Mâlik'in bunlar üzerine hucum etmesiyle aralarında çıkan çatışmada üçü haric hepsi öldürüldü. Bu üç kişi de kaçıp kaybolan bir binitlerini aramak üzere gruptan ayrılanlardı. Bu üç kişiden biri olan Haram ibn Milhan da saldırganlar tarafından yakalanıp öldürülmüş, diğer ikisi kaçmayı başarmıştı. Bunlar Medîne’ye dönerlerken Suleym Oğullarından iki kişiye rastlayıp onları da Amir Oğullarından zannederek öldürmüşlerdi. Suleym Oğulları ise Peygamber'le (sas) antlaşmalı olup düşman değillerdi. Daha sonra Suleym Oğullarından bu öldürülenlerin yakınları Medîne-i Munevvere'ye gelerek Peygamber'den (sas) o iki kişinin diyetini istediler. Peygamber de (sas) bu ikisinin diyetini ödemede kendilerine yardımcı olmalarını istemek üzere Nadîr Oğullarına gitmeye karar verdi. Yanına Ebu Bekr, Umer, Osman, Ali, Talha ve Abdurrahman ibn Avf'ı alarak Nadîr Oğullarına geldi ve Ka'b İbnu'l-Eşref ve Nadîr Oğulları yahudilerinin bulunduğu yere girdiler. Onlar konuşur ve Efendimiz'i (sas) "Biraz bekleyin, size bir yemek yapıp ikram edelim." diyerek oyalarken diğer bir takım yahudiler (Huyey ibn Ahtab ve arkadaşları,[49] de Efendimiz'i (sas) öldürmek üzere bir suikasd planı hazırlamakla meşğuldüler. Hemen Cibril gelerek yahudilerin Efendimiz'e (sas) suikasdle onu öldürmeye kasdetmekte ittifak ettiklerini haber vermesiyle Efendimiz (sas) hemen oradan ayrıldı ve Ali'ye: "Ashabından kim kendisinin nerede olduğunu sorarsa acele Medîne-i Munevvere'ye dönmelerini söylemesini emretti. Ali ibn Ebî Tâlib, Peygamber'in (sas) bu emrini orada bulunanlara tebliğ ederek o da sonuncularıyla birlikte Medîne-i Munevvere’ye döndü. İşte Allah Tealâ'nın (cc) "İçlerinden pek azı mustesna daima hainliklerini görürsün, (âyet: 13) kavli budur. Sonra Allah'ın Rasûlü (sas) Nadîr Oğulları üzerine sefer edip onları kalelerinden indirdi Ve yurtlarından sürgün etti.[50]

İbn İshâk'tan gelen rivayette ise Efendimiz (sas), ashabına bir şey söylemeden Nadîr Oğulları yurdundan sur'atle ayrılmış, bir süre onun dönmesini bekleyen ashabı da oradan ayrılarak Medîne-i Munevvere’nin yolunu tutmuşlar ve yolda rastladıkları birisinden Efendimiz'in Medîne’ye döndüğünü öğrenmişlerdir.[51] Taberî, bu rivayetleri verdikten sonra Nadîr Oğulları yahudilerinin, Efendimiz'in (sas) canına kasdetmeleri üzerine nazil olduğu rivayetini tercih etmektedir. Bu tercihte bu âyet-i kerimeyi takib eden âyetlerde de yahudilerden bahsedilmesi etkili olmuş görünüyor. Nitekim İbn Atıyye de böyle söylemektedir.[52] Bi'ru Ma'ûne ve Nadîr Oğulları Ğazvesi hicretin dördüncü yılı olaylarından olduğundan bu rivayete göre de âyet-i kerime hicretin dördüncü yılında nazil olmuş demektir.[53]



15. Ey ehl-i kitab, size Rasûlümüz gelmiştir. Kitabdan gizlemekte olduğunuz şeylerin çoğunu size beyan eder, çoğundan da geçiverir. Gerçekten Allah'tan size bir nûr ve bir kitâb-ı mubîn gelmiştir.

16. Allah onunla, rızasını gözetenleri selâmet yollarına iletir. İzniyle onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları dosdoğru yola hidayet eyler.

İkrime'den "Ey ehl-i kitab, size Rasûlümüz gelmiştir. Kitabdan gizlemekte olduğunuz şeylerin çoğunu size beyan eder..." âyeti hakkında rivayete göre o şöyle anlatıyor: Yahudiler, recm'i sormak üzere Peygamber'e (sas) gelmişler ve bir evde toplanmışlardı. Allah'ın Rasûlü (sas): "İçinizde en bilgiliniz kim?" diye sordu. İçlerinden İbn Sûriyâ adındaki birini işaret ettiler. "En bilgilileri sen misin?" diye sordu. Onun: "Dilediğini sor." demesi üzerine: "Onların en bilgilisi sen misin?" diye sorusunu tekrarladı. O: "Onlar öyle sanıyorlar." dedi. Efendimiz (sas) "Musa'ya Tevrat'ı indiren, dağı üzerlerine kaldıran ve onlardan ağır ağır sözler alan Allah adına doğru söyleyeceğine" dair söz aldıktan sonra recmin Tevrat'ta olup olmadığını sordu da İbn Sûriyâ şöyle dedi: "Bizim kadınlarımız çok güzel kadınlardı ve zina sebebiyle bizde (zina eden kadınları recmederek) öldürme çoğalmıştı. Bunun üzerine zina eden kadınlarımızı zina cezası olarak öldürmek yerine onlara yüz sopa vurmak ve saçlarını traş etmekle yetindik." dedi. Efendimiz (sas) (o iki yahudinin) recmedilerek öldürülmesini emretti ve Allah Tealâ (cc) onlar hakkında “Ey ehl-i kitab, size Rasûlümüz gelmiştir. Kitabdan gizlemekte olduğunuz şeylerin çoğunu size beyan eder...” âyetini indirdi.[54]



18. Yahudiler ve hristiyanlar: "Biz, Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz." dediler. De ki: "Öyleyse günahınızdan dolayı size neden azâb ediyor? Hayır, siz O'nun yarattıklarından bir beşersiniz. O, dilediğini bağışlar, dilediğine azâb eder. Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin hukumrânlığı Allah'ındır ve O'nadır dönüş.

Saîd ibn Cubeyr veya İkrime’nin İbn Abbâs’tan rivayetlerinde o şöyle anlatıyor: Nu'mân ibn Adâ (veya âsâ, bak: Alûsî, age. vuoo), Bahrî ibn Amr ve Şâs ibn Adiyy adlı yahudiler Peygamber'e (sas) gelip O'nunla konuştular. Efendimiz de onlarla konuşup kendilerini Allah'a, Allah'ın hak dinine davet edip onları Allah'ın azâbı ile uyardı. Onlar da aynen hristiyanlar gibi Ey Muhammed dediler, “Bizi ne ile korkutuyorsun? Bizler Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz.” İşte bunun üzerine Allah Tealâ onlar hakkında, sonuna kadar olmak üzere "Yahudiler ve hristiyanlar: "Biz, Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz." dediler..." âyetini indirdi.[55] İbn İshak'ın İbn Abbâs'tan rivayetinde bu yahudilerin isimleri Nu'mân ibn Kusayy, Bahrî ibn Amr ve Şâs ibn Adiyy şeklindedir.[56]

Tevrat'da Allah Tealâ (cc) : "Ey bilginlerim (hahamlarım) ve ey elçilerimin oğulları!" demişken değiştirip "Ey dostlarım ve ey oğullarım!" yazdılar. Allah Tealâ (cc), onların bu iddialarında (Allah'ın dostları ve oğulları oldukları iddiasında) yalancı olduklarını bildirmek üzere "Yahudiler ve hristiyanlar: Biz Allah’ın oğulları ve dostlarıyız. dediler. De ki: Öyleyse günahlarınızdan dolayı size neden azâb ediyor?..," âyetini İndirdi.[57]



19. Ey ehl-i kitab, peygamberlerin arkasının kesildiği bir dönemde gerçekten size bu Rasûlümüz gelmiştir. Size gerçekleri beyan ediyor ki "Bize bir müjdeci ve uyarıcı gelmedi." demeyesiniz. Gerçekten o size bir müjdeci ve uyarıcı olarak gelmiştir ve Allah her şeye Kadir'dir.

Saîd ibn Cubeyr veya İkrime'nin İbn Abbâs'tan rivayetlerinde o şöyle anlatıyor: Muâz ibn Cebel, Sa'd ibn Ubâde ve. Ukbe ibn Vehb, yahudilere: "Ey yahudiler topluluğu, Allah'tan sakının; Allah'a yemin olsun ki sizler, Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğunu çok iyi biliyorsunuz. Çünkü o gelmezden önce sizler bize onu hatırlatıyor, sıfatlarını bize söylüyordunuz." dediler. İçlerinden Râfi' ibn Harmele (veya Hureymile, bak: Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, VI,50) ve Vehb ibn Yahuda: "Biz size bunları söylemedik; Allah Musa'dan sonra hiçbir kitab indirmedi, ondan sonra bir müjdeci ve uyarıcı da göndermedi." dediler de Allah Tealâ (cc) "Ey ehl-i kitab, peygamberlerin arkasının kesildiği bir dönemde gerçekten size bu Rasûlümüz gelmiştir. Size gerçekleri beyan ediyor..." âyetini indirdi.[58]



33. Allah ve Rasûlü ile savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa koşanların cezası ancak öldürülmek, asılmak, çaprazlama el ve ayakları kesilmek veya yerlerinden sürülmektir. Bu, onlara dunyadaki bir rusvaylıktır ve onlara âhirette de çok büyük bir azâb vardır.

1. Enes ibn Mâlik'ten rivayette o şöyle anlatıyor: Ukl (veya Ureyne demiştir) kabilesinden bir grup musluman olduklarını izhar edip İslâm üzere biat etmek üzere Peygamber'e (sas) geldiler ve Medîne-i Munevvere’de ikamet etmektelerken karınlarından rahatsız oldular. Allah'ın Rasûlü (sas), onlara Medîne dışına çıkmalarını ve şehir dışında bulunan zekât develerinin idrar ve sütlerinden içmelerini emretti, bununla şifa bulacaklarını haber verdi. Medîne dışına çıkıp Rasûlullah'ın (sas) dediğini yaptılar ve sağlıklarını kazandılar, sonra da irtidad edip Rasûlullah'ın (sas) zekât develerini gütmekte olan musluman çobanını öldürdüler ve zekât develerini sürüp götürdüler. Ertesi sabah Peygamber'e (sas) bu haber ulaşınca hemen peşlerinden bir seriyye gönderdi de gün yeni yükselmişken yakalanıp getirildiler. Allah'ın Rasûlü (sas) emretti de elleri ve ayakları çaprazlama kesildi, gözleri oyuldu ve güneşin altında, çobanları işkence ile öldürdükleri yerin yakınındaki taşlık araziye atıldılar. Susuzluktan kavrulup su istemişler ve onlara su verilmemişti. Ebu Kılâbe der ki: Onlar zekât develerini çalan, zekât develerinin çobanını öldüren, iman ettikten sonra irtidad edip Allah ve Rasûlü ile savaşan kimselerdi. İşte Allah Tealâ (cc) bunun üzerine "Allah ve Rasûlü ile savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa koşanların cezası ancak öldürülmek, asılmak, çaprazlama el ve ayakları kesilmek veya yerlerinden sürülmektir..." âyet-i kerimesini indirdi.

Eyyûb'dan gelen rivayette onların gözlerinin çıkarılması haberi yerine gözlerine kızgın şişlerden mil çekildiği, el ve ayaklarının kesilip yaralarının, kanlarının dinmesi için dağlanmadığı kaydı vardır. Enes'den gelen başka bir rivayette Peygamber'in (sas), bu katil murtedlerin peşine saldığı seriyye ile birlikte bir de iz sürücü gönderdiği ve onlara verilen cezanın akabinde Allah Tealâ'nın (cc) bu âyet-i kerimeyi indirdiği kaydı vardır. Enes'den gelen başka bir rivayette de o: "Onlardan birisini bizzat ben de gördüm. Susuzluktan belki içinde bir damla su vardır umuduyla yerdeki toprağı (veya taşları) ağzına alıyor, sonra tükürüyordu. Sonunda bu halde öldüler." demiştir.[59]

İbn İshâk'ın belirttiğine ve Enes'ten gelen bir rivayete göre Peygamber'in (sas), bu murted katillerin gözlerine kızgın mil çektirmesi ve ellerini ayaklarını çaprazlama kestirmesi; onların, zekât develerinin çobanlarına yaptıklarına karşılık bir kısastır. Onlar, Peygamber'in (sas) çobanını (veya çobanlarını), ellerini ayaklarını kesmek, gözlerini çıkarmak ve gözlerine diken otları dikmek suretiyle işkence ederek öldürmüşlerdi. Enes'den gelen rivayetlerin birinde bu murted katillerin Ukl ve (veya değil) Ureyne'den sekiz kişi (başka bir rivayette dördü Ureyne'den, üçü Ukl'den olmak üzere yedi kişi) olup birsam denilen bir hastalığa (akciğer zarı iltihabı) yakalandıkları; Peygamber'in (sas), O'na gelip hastalıklarından şikâyet etmeleri üzerine bir miktar zekât devesini bir çobanla birlikte Medîne dışında (şehir havasından çıkıp çöl havası alarak) idrar ve sütlerinden içmek suretiyle şifa bulmaları için bunlara tahsis edip Medîne dışına gönderdiği, peşlerinden gönderilen seriyyenin de ensârdan yaklaşık yirmi süvari genç olduğu; Cerîr ibn Abdullah'tan gelen bir rivayette de Peygamber'in (sas), kendisini bir grup sahabî ile onları takibe ve yakalamaya gönderdiği, kavimlerinin topraklarına iyice yaklaşmışlarken yakalayıp getirdikleri, bunlar tarafından öldürülen musluman çobanın isminin Yesâr olduğu, Peygamber'in (sas) onları işkence ile öldürmesi sırasında "su, su!" diye feryatlarına Peygamber'in (sas): "Ateş, ateş" diye cevab verdiği, Peygamber'in (sas) onları işkence ile öldürmesinin Allah Tealâ (cc) tarafından hoş görülmeyerek bu âyet-i kerimeyi indirdiği, Enes'den gelen bir rivayette de Peygamber'in (sas), bunları öldürdükten sonra ateşte yaktırdığı ayrıntılarına yer verilmektedir.[60]

2. Râzî bu âyetin nuzûl sebebinde ikinci bir görüş daha zikreder. Ebu Berze (veya Ebu Burde) Hilâl ibn Uveymir el-Eslemî, Peygamber (sas) ile antlaşmalı imiş. "O, Rasûlullah'a ve muslumanlara yardım etmeyecek, ama onlara karşı olanlara da yardım etmeyecek." yani tarafsız olacaktı. Ancak onun yokluğunda kabilesinden bazıları, musluman olmak üzere Medîne-i Munevvere’ye gitmekte iken yanlarına uğrayan Kinâne kabilesinden bazı kimseleri öldürerek mallarını almışlar ve işte âyet-i kerime Ebu Berze'nin kabilesinden bunu yapanlar hakkında nazil olmuş[61] Ancak âyet-i kerimenin nuzûlünde meşhur ve sahih olan hadise birincisidir ve bu hadise de hicretin altıncı senesinde vuku bulduğuna göre âyet-i kerimenin inmesi de o senede olmalıdır.[62]

3. İbn Ebî Talha'nın İbn Abbâs'tan rivayetine göre ise Peygamber (sas) ile antlaşmalı olan kitab ehlinden bir kabile, aralarındaki antlaşmayı bozunca Allah Tealâ (cc) bu âyet-i kerime ile Rasûlü’nü, onları, öldürmek veya çaprazlama ellerini ve ayaklarını kesmek suretiyle cezalandırmada muhayyer kılmıştır.[63] Bu rivayet âyet-i kerime için bir nuzûl sebebi olmaktan çok âyet-i kerimenin hukmü ile ilgili bir haberdir.[64]



38. Hırsız erkek ve hırsız kadının, yaptıklarına karşılık Allah tarafından bir ceza olarak, ellerini kesin. Allah Azîz'dir, Hakîm'dir.

Kelbî bu âyet-i kerimenin, Tu'me ibn Ubeyrik'in komşusu Rifâa ibn Nu'mân'ın evinden bazı silahları (veya bir zırhı) çalması ile gelişen olaylar üzerine indiğini söylemektedir.[65] Bu Tu'me ibn Ubeyrik hadisesi bütün ayrıntılarıyla daha önce (Nisa Sûresinin 105-107. âyetlerinin nuzûl sebebinde) anlatıldığı için burada tekrarına gerek görmüyoruz.

Yine orada geçtiği üzere Suyûtî, bu hadisenin Hicretin dördüncü yılının Rebî aylarından birinde (evvel veya sânî) meydana geldiğini kaydediyor ki[66] bu, âyet-i kerimenin de nuzûl zamanına işaret etmektedir.[67]



39. Kim de zulmettikten sonra tevbe eder ve kendini düzeltirse muhakkak ki Allah onun tevbesini kabul buyurur. Gerçekten Allah Ğafûr'dur, Rahîm'dir.

Abdullah ibn Amr'dan rivayette o şöyle anlatıyor: Bir kadın, bir aileden bir takım süs eşyaları çalmış, süs eşyaları çalınan kimseler hırsız kadını yakalayıp cezalandırması için Rasûlullah'a (sas) getirmişler ve: "Ey Allah'ın elçisi, bu kadın bizden hırsızlık yaptı." demişlerdi. Rasûlullah (sas): "Sağ elini kesin." buyurdu. Kadına had uygulandıktan sonra Rasûl-i Ekrem'e (sas) gelip: "Ey Allah'ın elçisi, bana tevbe yok mu?" diye sordu da Efendimiz (sas): "Bugün sen, annenden doğduğun günkü gibi (günahsızsın)." buyurdular ve Allah Tealâ da (cc) "Kim de zulmettikten sonra tevbe eder ve kendini düzeltirse muhakkak ki Allah onun tevbesini kabul buyurur..." âyet-i kerimesini indirdi.[68] Haberin Musned'deki rivayetinde kadının ailesinin, elinin kesilmemesine karşılık fidye vermek istedikleri, hattâ fidyeyi beş yüz dinara kadar yükselttikleri fakat Efendimiz'in onların fidye tekliflerine kulak asmayarak mutlaka el kesme cezasının uygulanmasını emrettikleri de kaydedilmektedir.[69] İbn Kesîr, bu kadının, hırsızlık hadisesi Buhârî ve Muslim'de de anlatılan Mahzûm kabilesinden bir kadın olduğunu kaydeder[70] ki buna göre bu hırsızlık ve el kesme hadisesi Mekke'nin fethi günlerinde meydana gelmekle âyet-i kerime de Mekke'nin fethinden sonra nazil olmuş demektir.[71]



41. Ey o peygamber, ağızlarıyla inandık dedikleri halde kalbleriyle inanmayanlardan, yahudilerden yalana kulak verenler ve sana gelmeyen başka bir kavmin sözünü dinleyenlerden kufre koşanlar seni üzmesin. Sözlerin yerlerini değiştirirler de "Size bu verilirse alın, verilmezse kaçının." derler. Allak kimin de fitneye düşmesini dilerse o kimse için senin hiçbir şeye gücün yetmez. İşte onlar, Allah'ın, kalblerini temizlemek istemediği kimselerdir. Dunyada rusvaylık onlaradır ve onlar için âhirette de çok büyük bir azâb vardır.

42. Yalana çok kulak verici, haram yiyicilerdir. Sana gelirlerse ister aralarında hukum ver, ister onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir zarar veremezler. Şayet hukum verirsen de aralarında adaletle hukum ver. Hiç şubhesiz Allah adaletli olanları sever.

Bu âyet-i kerimelerin nuzûl sebebinde farklı rivayetler vardır:

1. Humeydî'nin... Câbir ibn Abdullah'tan rivayetine göre o şöyle anlatıyor: Fedek halkından bir adam zina etmişti. Fedekliler, Medîne'deki bir takım yahudilere mektup yazarak "Muhammed'e bu kimsenin durumunu bir sorun. Eğer celde cezası verilmesini emrederse bu cezayı alıp kabul edin. Yok eğer recmi (taşlayarak öldürmeyi) emrederse almayın, kabul etmeyin." Dediler. Medîne yahudileri de gelip Peygamber'e (sas) bunu sordular. Efendimiz (sas): "Bana içinizden en bilgin iki kişi gönderin." buyurdu. İbn Sûriyâ adında şaşı bir adamla bir diğerini getirdiler. Efendimiz bu iki kişiye: "Siz, sizden öncekilerden daha mı bilgilisiniz?" diye sordular. Onlar: "Kavmimiz öyle iddia ediyor, veya kavmimiz öyle sanıyor." dediler.

Efendimiz (sas) o ikisine dönerek: "İçinde Allah'ın hukmü olan Tevrat yanınızda değil mi?" diye sordu. Onlar: "Evet, yanımızda." dediler. Peygamber (sas): "İsrail Oğullarına denizi yaran, üzerinize bulutu gölgelik yapan, sizi Fir'avun hanedanından kurtaran, İsrail Oğullarına menn ve selvayı indiren Allah aşkına söyleyin, recm hakkında Tevrat'ta ne buluyorsunuz?" diye sordu. Birisi diğerine "Şimdiye kadar hiç kimse bana bu şekilde yemin verdirmemişti." dedi, sonra ikisi birden Peygamber'e (sas) dönerek: "tekrar tekrar bakmanın, kucaklamanın, öpmenin zina olduğunu, sürmeliğin milinin sürmedanlık içine girip çıkması gibi erkeğin kadına girip çıktığını gördüğüne dört kişinin şahitlik etmesi halinde recmin farz olduğunu buluyoruz." dediler. Peygamber (sas): "İşte bu, (doğru söylediniz, durum söylediğiniz gibidir.)" buyurup o (Fedekli zina eden erkeğin) recmedilmesini emrettiler ve o kişi taşlanarak öldürüldü. İşte bunun üzerine "Sana gelirlerse ister aralarında hukum ver, istersen onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir şeyle zarar veremezler. Ve eğer hukmedersen aralarında adaletle hukum ver." âyet-i kerimesi nazil oldu.

Yine Humeydî'nin... Câbir ibn Abdullah'dan rivayetine göre "Onlar yalana çok kulak verenlerdir." den kasdedilenler Medîneli yahudiler; "sana gelmeyen diğer kimselere çok kulak verirler" deki Peygamber'e (sas) gelmeyenlerle kasdedilenler Fedek yahudileri; "sana gelmezler ve kelimeleri yerlerinden kaydırıp değiştirirler" ile kasdedilenler Fedek yahudileridir. Bu sonuncuları: "Eğer size (hukum olarak) celde, yani sopa vurma verilirse alıp kabul edin, eğer celde cezası verilmez (de recm cezasına hukmolunursa recm cezasını uygulamaktan ve) taşlayıp öldürmekten sakının." diyorlardı.[72]

Taberî Tefsirinde hadise Ebu Hureyre'den rivayetle şöyle anlatılıyor: Peygamber'in (sas) Medîne-i Munevvere'ye gelmesinden sonra evli bir yahudi erkek, evli bir yahudi kadınla zina etmiş ve bunların durumunu görüşmek üzere yahudi bilginleri, Tevrat okudukları evde (herhalde havra olmalı) bir araya gelmişlerdi. O zamanda yahudiler bu suçu işleyenleri Tevrat'taki recm cezası yerine zifte (veya siyah boyaya) batırılmış liflerden yapılmış bir iple sopa vurup yüzlerini siyaha boyarlar sonra da ikisini ayrı ayrı merkeblere ters olarak bindirip halka teşhir ederlerdi. Muzakere sırasında bazıları: "Bu adam ve kadını Muhammed'e götürün ve aralarındaki hukmü sorun, aralarında hukum vermeyi ona bırakın. Eğer sizin hukmünüze uygun hukum verirse alın kabul edin. O, bulunduğunuz ülkenin kralı olduğundan onun hukmüne uymanız sizin için uygundur ve günah değildir. Böylece bu zina eden arkadaşınızı taşlanarak öldürülmekten kurtarmış olursunuz. Yok eğer Tevrat'taki ceza olan taşlanarak öldürmeye hukmederse kabul etmeyin ve elinizdeki hukum verme (kendi cemaatiniz hakkında kendi hukumlerinizi uygulama) hakkını elinizden almasına musaade etmeyin." dediler. Bu karara vardıktan sonra Peygamber'e (sas) geldiler ve: "Ey Muhammed, bu adam evlendikten sonra başka birisiyle evli olan bu kadınla zina etmiş. Bunlar hakkında hukum ver, onlar hakkında hukum vermeyi sana bırakıyoruz." dediler. Peygamber (sas) bir şey söylemeyip kalktı ve hahamlarının bulunduğu havralarına geldi. "Ey yahudiler topluluğu, en bilgilinizi bana çıkarın." buyurdu. Abdullah ibn Sûriyâ adında şaşı birisini çıkardılar. Kurayza Oğullarından birisinden gelen başka bir rivayette o gün, İbn Sûriyâ ile birlikte Ebu Yâsir ibn Ahtab ve Vehb ibn Yahuda'yı da çıkardılar ve: "İşte bunlar en bilgililerimizdir." dediler. Efendimiz (sas) onlarla konuştu ve aralarındaki muzakerede nihayet, hayatta kalan yahudiler içinde Tevrat'ı en iyi bilenin İbn Sûriyâ olduğunu söylediler de Peygamber (sas) onunla yalnız konuşmak istedi. İbn Sûriyâ o sırada yahudilerin yaşça küçük gençlerinden biriydi. Peygamber (sas) ona: "Ey İbn Sûriyâ, Allah adına, İsrail Oğullarına o nimetleri veren Allah adına doğru söyle; Allah Tevrat'ta, evlendikten sonra zina edenler için recm (taşlanarak öldürülme) cezasına hukmetmedi mi?" dedi. İbn Sûriyâ: "Allah için evet, Allah öyle hukmetti. Ey Ebu'l-Kasım, Allah'a yemin ederim bu yahudiler senin Allah'ın gerçek elçisi olduğunu biliyor ve fakat seni çekemiyorlar." dedi. Allah'ın Rasûlü (sas) İbn Sûriyâ'nın yanından çıktı ve o iki yahudinin taşlanarak öldürülmelerini emretti de o ikisi Osman ibn Ğâlib ibnu'n-Neccâr Oğulları mescidinin kapısı yanında recmedildiler. Peygamber'e (sas) Tevrat'taki hukmü söyleyip musluman olan İbn Sûriyâ ise daha sonra irtidad etti de Allah Tealâ (cc) “Ey o peygamber, ağızlarıyla inandık dedikleri halde kalbleriyle inanmayanlardan, yahudilerden yalana kulak verenler ve sana gelmeyen başka bir kavmin sözünü dinleyenlerden kufre koşanlar seni üzmesin...” âyetini indirdi.[73] Râzî'de İbn Sûriyâ'nın Fedek yahudilerinden parlak, köse bir genç olduğu, o sırada hayatta olan yahudiler içinde Tevrat'ı onun en iyi bildiği bilgisinin Peygamber'e (sas) bizzat Cibril tarafından verildiği, Peygamber'in (sas) ona doğruyu söylemesi için yemin verdirirken "Yegâne ilâh olan Allah adına ki O Allah Musa'ya denizi yardı, Tûr'u üzerinize kaldırdı, Sizi kurtarıp Fir'avun ailesini suda boğdu, size kitabını, onda helâl ve haramı indirdi. İşte O Allah adına söyle; evli iken zina edenin cezasını kitabınızda recm olarak buluyor musunuz?" diyerek sorduğu; İbn Sûriyâ'nın "Evet." demesi üzerine yahudilerin ayak takımının onun üzerine hucum ettiği, onun da: "Ona yalan söylersem üzerimize azâb ineceğinden korktum da doğru söyledim." dediği ayrıntılarına da yer verilmektedir.[74] Bu hadisede zina eden kadının yahudilerin ileri gelenlerinden Yusre adında bir kadın olduğu, onunla zina halinde yakalanan erkeğin de Kurayza Oğullarından olduğu söylenmiştir.[75]

Buhârî'deki İbn Umer rivayetinde İbn Sûriyâ'nın, recm âyetini okumamak veya Peygamber'in (sas) görmesini önlemek üzere Tevrat'taki recm âyetini eliyle kapatıp önünü ve arkasını okuduğu, Peygamber'in (sas) ise onun elini koyduğu yerden kaldırıp altındaki âyeti okuttuğu [76]; Muslim'deki İbn Umer rivayetinde Peygamber'in (sas), yahudilerin Tevrat okuma evine geldiğinde onlardan Tevrat'ı çıkarıp okumalarını istediği; İbn Sûriyâ'nın recm âyetinden önceki ve sonraki âyetleri okuyup elini recm âyeti üzerine koyarak kapattığı; Peygamber'le birlikte orada bulunan Abdullah ibn Selâm'ın Efendimiz'i uyararak Tevrat'ı okuyan İbn Sûriyâ'ya elini koyduğu yerden kaldırmasını ve altındaki âyeti okumasını emretmesini söylediği ve böylece yahudilerin Abdullah ibn Selâm sayesinde rezil edildikleri ifade edilmektedir.[77] Ancak Buhârî ve Muslim'deki bu hadiste hadisenin bu âyetin inmesine sebeb olduğu zikredilmemektedir.

Hadise, Berâ ibn Azib'den şöyle naklediliyor: Zina ettiği için kendisine celde (sopa) cezası uygulanmış ve yine ceza olarak yüzü siyaha boyanmış bir yahudi Efendimiz'in yanından geçiyordu. Allah'ın Rasûlü (sas) onların alimlerinden bir adamı çağırıp: "Tevrat'ta zina edenin cezasını böyle mi buluyorsunuz?" diye sordu. Adam: "Evet." dedi. Peygamber (sas):" Musa'ya Tevrat'ı indiren Allah adına doğru söyle, Tevrat'ta zina edenin cezası bu mudur?" diye sorusunu yineledi. Adam: "Hayır, eğer Allah adına diye yeminle sormasaydın sana bunu söylemezdim. Madem böyle yeminle sordun, doğruyu söyleyeceğim: onun cezası recmdir." deyip şöyle devam etti: Eşraf ve ileri gelenler arasında zina çoğalınca onlara recmi uygulamak istemedik ve eşraftan biri zina eder de zinasını yakalarsak ona recmi uygulamayı bıraktık, sıradan birisinin zinasını yakaladığımızda da ona recmi uygulamaya başladık. Ancak bu ikilik de bizi rahatsız edince orta bir yol aradık ve gelin recm yerine herkese; ileri gelenlere de sıradan kimselere de uygulayabileceğimiz bir ceza koyalım dedik ve işte bu celde ve tahmîmi tesbit ettik. Celde sopa vurmak (ki liflerden yapılmış ve zifte bulanmış bir kamçı ile kırk kamçı vurulurmuş), tahmîm de yüzünü siyaha boyamaktır." Peygamber (sas) o yahudinin itirafı üzerine: "Ey Allah’ım, senin, yahudiler tarafından terkedilen emrini ilk ihya eden benim." deyip o yahudinin recmedilmesini emretti ve recmedildi de Allah Tealâ (cc) "Ey o peygamber, ağızlarıyla inandık dedikleri halde kalbleriyle inanmayanlardan, yahudilerden yalana kulak verenler ve sana gelmeyen başka bir kavmin sözünü dinleyenlerden kufre koşanlar seni üzmesin..." âyet-i kerimesini indirdi.[78]

Ebu Hureyre'den gelen başka bir rivayette yahudilerin, recm cezasını nasıl kaldırdıkları ayrıntısına da yer veriliyor. Buna göre krallarından birinin amcası oğlu zina etmiş. Kral, recmi o amcası oğluna uygulamamış. Bir süre sonra kralın karşısına halktan birisi zina etmiş olarak getirilmiş, kral da onun recmedilmesini emretmiş. Ancak halk buna karşı durup: "Daha önce zina eden amcanın oğlunu recmetmedikçe bu adamı recmetmeyiz." demişler ve nihayet recmden daha hafif bir ceza tesbit ederek anlaşmış ve recmi terketmişler. Tesbit ettikleri ceza işte Peygamber (sas) zamanında uygulamakta oldukları celde ve tahmîm imiş. Bu rivayete göre bu hadise hakkında "İnsanlardan korkmayın da Ben'den takva üzere olun ve âyetlerimi az bir bahaya değiştirmeyin. Kim de Allah'ın indirdiğiyle hukmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir." (âyet: 44)'e kadar olmak üzere "Ey o peygamber, ağızlarıyla inandık dedikleri halde kalbleriyle inanmayanlardan, yahudilerden yalana kulak verenler ve sana gelmeyen başka bir kavmin sözünü dinleyenlerden kufre koşanlar seni üzmesin..." âyetleri nazil olmuş.[79]

Suddî'den gelen rivayet, Ebu Hureyre rivayetine benzemekte ise de hadisenin, yukardaki rivayetlerde bulunmayan bazı ayrıntılarına yer verilmekle onu da vermemiz uygun olacak: Allah Tealâ (cc), İsrail Oğullarına: "Sizden birisi zina ederse onu recmedin." emrini indirmişti. Hayırlılarından birisi zina edinceye kadar bu hukmü uygulamaya devam ettiler. İsrail Oğulları o zina eden hayırlı kişiyi recmetmek üzere toplanınca ileri gelenler ve hayırlı kimseler kalktılar zina eden o hayırlı kişinin recmedilmesine engel oldular. Bir süre sonra sıradan birisi zina etti. İsrail Oğulları onu recmetmek üzere bir araya gelince bu sefer avam ayağa kalkıp onun recmedilmesine karşı çıktılar ve: "O zina edip de recmedilmesini engellediğiniz arkadaşınız getirilip bununla birlikte recmedilmedikçe bu adamı recmetmeyiz." dediler. İsrail Oğulları "Bu iş (bu zina edenin recmedilmesi emri) bize ağır gelmeye başladı. Gelin bir orta yol bulup onda anlaşalım." deyip recmi terk ettiler. Recm yerine de "zina edene, siyaha boyanmış bir iple 40 sopa vurulması, sonra yüzünün siyaha boyanarak bir merkebe ters olarak bindirilip teşhir edilmesi" cezasında anlaştılar. Muhammed’in (sas) peygamber olarak gönderilip Medîne'ye gelmesine kadar da bu uygulama devam etti. Allah'ın Rasûlü (sas) Medîne-i Munevvere'ye geldikten sonra yahudilerin ileri gelenlerinden birisinin Busra adındaki kızı zina etti. Kızın babası, arkadaşlarından bazısını Peygamber'e (sas) gönderdi "O’na zinayı ve zina hakkında gelen emri sorun. Yapmakta olduğumuzun Tevrat'a uymadığını ve Tevrat'taki gerçek hukmü bize haber vermesinden ve böylece bizi rezil rusvay eylemesinden korkarız. Ama siz yine de gidip O'na bir sorun bakalım. Eğer O da celde yani sopa vurma ile hukmederse o hukmü alın ve uygulayın, eğer recmi emrederse ondan sakının ve uygulamayın" dedi. Rasûlullah'a (sas) geldiler, sordular, O da recm ile hukmetti ve Allah Tealâ (cc) "Ey o peygamber, ağızlarıyla inandık dedikleri halde kalbleriyle inanmayanlardan, yahudilerden yalana kulak verenler ve sana gelmeyen başka bir kavmin sözünü dinleyenlerden kufre koşanlar seni üzmesin. Sözlerin yerlerini değiştirirler de size bu verilirse alın, verilmezse kaçının derler..." âyetini indirdi.[80]

2. "Sana gelirlerse ister aralarında hukum ver, ister onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir zarar veremezler. Şayet hukum verirsen de aralarında adaletle hukum ver. Hiç şubhesiz Allah adaletli olanları sever." âyet-i kerimesinin nuzûl sebebinde İbn Abbâs'tan farklı bir rivayet daha vardır. Bunda da yahudiler, aralarındaki bir ihtilâftan dolayı Peygamber'e (sas) gelmişlerdir. Ama ihtilâf sebebi farklıdır. Şöyle ki:

İbn Abbâs'tan, o şöyle anlatıyor: Câhiliye devrinde Nadîr Oğulları ile Kurayza Oğulları şerefte bir değildiler. Nadîr Oğulları daha şerefli ve üstün sayılmakla aralarındaki öldürme hadiselerinde öldürülen Nadîr Oğullarında ise öldürenin cezası öldürülenin karşılığı olarak öldürülmesi idi. Öldürülen Kurayza Oğullarından ise diyet olarak sadece 100 vesak hurma verilirdi. Muhammed (sas), peygamber olarak gönderildikten sonra Nadîr Oğullarından birisi, Kurayza oğullarından birisini öldürdü. Kurayzalılar gelip Nadîr Oğullarından katili istediler; "Kısasen öldürmemiz için onu bize verin." dediler. Nadîr Oğulları da katili vermeyip "Muhammed aramızda hakem olsun." dediler ve Peygamber'e (sas) geldiler de "Şayet hukum verirsen de aralarında adaletle hukum ver. Hiç şubhesiz Allah adaletli olanları sever.." âyet-i kerimesi nazil oldu.[81] Câhiliye devrindeki eşitsizlikte yine İbn Abbâs'tan gelen bir rivayete göre Nadîrlinin diyeti 100 vesak hurma iken Kurayzalının diyeti 50 vesak hurma idi.[82] Yine İbn Abbâs'tan gelen başka bir rivayette ise yahudilerin Peygamber'e (sas) bizzat gelmedikleri; munafıklardan dostlarına haber göndererek gizlice ve kendilerini ele yermeden Peygamber'in (sas), kendileri hakkında nasıl bir hukum vereceğini öğrenmelerini istedikleri kaydedilmektedir.[83]

Bu iki hadise farklı gibi görünse de aslında yahudilerin Tevrat'taki hukumleri kendi arzu ve heveslerine göre değiştirip Tevrat'ı tahriflerine dayalı olarak aralarında meydana gelen bir ihtilâfta durumu Peygamber'e (sas) arz etmeleri ve O'ndan kendi arzularına uygun bir hukum alabilme heveslerine işaret etmesi yönüyle nuzûl sebebi rivayetlerindeki bu farklılık aslında bir ihtilâf sayılmaz. Veya âyet-i kerimeler birbiri peşinden meydana gelen bu iki olay üzerine nazil olmuş olmalıdır.

3. Suddî ve Mukâtil'den rivayete göre Kurayza Oğulları, kalelerinde Peygamber (sas) tarafından muhâsara edildiklerinde Ebu Lubâbe ibnu'l-Munzir'e: "Sa'd'ın hakkımızda vereceği hukme razı olalım mı?" diye sormuşlar. Ebu Lubâbe de Sa'd'ın, onlar hakkında öldürülmelerine dair hukum vereceğini ifade eden bir işaret yapmış (elini boğazına götürerek boğazlanma işareti yapmış). İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş. Ebu Lubâbe: "Bildim ki ben Allah'a ve Rasûlü'ne böylece ihânet ettim." dermiş[84] Ancak bu âyet-i kerimenin nuzûl sebebinde meşhur ve sahih olan birinci görüştür.[85]



44. Doğrusu Tevrat'ı Biz indirdik. Onda hidâyet ve nûr vardır. Kendilerini Allah'a teslim etmiş peygamberler, yahudilere onunla; Rabb'a kul olanlarla bilginler de Allah'ın kitabından elde mahfûz kalanla hukmederlerdi ve ona şâhid idiler, insanlardan korkmayın da Ben'den takvâ üzere olun ve âyetlerimi az bir bahaya değiştirmeyin. Kim de Allah’ın indirdikleriyle hukmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.

Bundan önceki âyet-i kerimelerin nuzûl sebebi olarak Ebu Hureyre’den naklen anlatılan hadisenin bu âyet-i kerimenin nuzûlüne sebeb olduğu Zuhrî'den rivayetle Taberî'nin tefsirinde ve Vâhidî'nin Esbâbu'n-Nuzûl'ünde zikredilmiştir.[86] Herhalde bu âyetlerin hepsi aynı hadise üzerine ve bir defada inmiş olmalıdır.[87]



45. Biz onda onlar üzerine yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş, yaralar birbirine kısastır. Kim de hakkından vazgeçerse o kendisi için bir keffârettir. Kim Allah'ın indirdiğiyle hukmetmezse işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.

Katâde'den rivayette o şöyle anlatıyor: Câhiliye ehli azgın ve şeytana uymuş kimselerdi. Bu cumleden olarak meselâ bir kabile kendinde bir başka kabileye karşı bir güçlülük hissettiği takdirde onlardan bir köle başka bir kabilenin bir kölesi tarafından öldürüldüğünde "bu kölenin kanı karşılığında ancak hur birisinin öldürülmesini kabul ederiz." derlerdi. Onlardan bir kadını başka bir kabileden bir kadın öldürdüğünde "Bu kadının kanı karşılığında ancak bir adamın öldürülmesini kabul ederiz." derlerdi. İşte bunun üzerine Allah Tealâ (cc) Bakara 178 âyetini indirerek kölenin köle karşılığı, dişinin dişi karşılığı olduğunu haber verdi, sonra da Mâide suresindeki bu "Biz onda onlar üzerine yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş, yaralar birbirine kısastır..." âyetini indirdi.[88]

Daha önce (Nisa Sûresinde 60. âyetin nuzûl sebebinde) geçtiği üzere Suddî'den gelen bir rivayette Evs ve Hazrec'in antlaşmalıları olan Nadîr Oğulları yahudileri ile Kurayza Oğulları yahudileri arasında bir öldürme hadisesinin diyeti konusundaki anlaşmazlık üzerine Nisa, 4/60 âyeti indiği gibi bu âyet-i kerimenin ve "Onlar halâ câhiliye devrinin hukmünü mü arıyorlar?..." (Mâide, 5/50) âyetinin de bu hadise üzerine indiği kaydedilmektedir.[89]

Taberî'de İbn Cureyc'den gelen bir rivayette bu recm ve diyet hadiseleri birleştirilerek şöyle naklediliyor: Kurayza Oğulları, Peygamber'in (sas), daha önceden Tevrat'ta olup da gizledikleri recm hukmünü verdiğini görünce doğrulup: "Ey Muhammed, kardeşlerimiz Nadîr Oğulları ile aramızda da hukum ver." dediler. Kurayzalıların, Peygamber'in (sas) hukum vermesini istedikleri olay bir diyetle ilgili idi. Şöyle ki: Câhiliye devrinde, Peygamber (sas) Medîne-i Munevvere’ye gelmezden önce aralarında bir öldürme hadisesi olmuştu. Nadîr Oğulları, Kurayza Oğullarına karşı bir üstünlük davası güdüyor ve aralarındaki öldürmelerde diyeti yarım diyet olarak ödüyorlardı. Bir Nadîrlinin diyeti 140 vesak hurma iken bir Kurayzalının diyeti 70 vesak hurma olarak veriliyordu. Allah'ın Rasûlü (sas): "Kurayzalının kanı Nadîrlinin kanına eşittir." buyurunca Nadîr Oğulları kızdılar ve: "Verdiğin recm hukmünde de sana itaat etmeyiz. Daha önceden aramızda uyguladığımız haddi uygularız." dediler bunun üzerine "Onlar halâ câhiliye devrinin hukmünü mü arıyorlar?..." (Mâide, 5/50) âyet-i kerimesi ile "Orada onlara yazdık ki muhakkak cana can, göze göz... kısas vardır." âyet-i kerimesi nazil oldu.[90]

Taberî tefsirinde verilen bir rivayette de "Ey peygamber, ağızlarıyla inandık dedikleri halde kalbleriyle inanmayanlardan, yahudilerden yalana kulak verenler..." âyetinden başlayarak "Kim de Allah'ın indirdiğiyle hukmetmezse işte onlar fâsıkların ta kendileridir." (âyet: 47) âyetine kadar olmak üzere yedi âyetin bir defada ve bir hadise üzerine indiği ifade edilmektedir. İsa'nın (as) da İsrail Oğulları peygamberlerinden olduğu vakıasına göre İncil ehli de yahudilere ilhak edilerek bütün bu âyetlerin yahudiler hakkında nazil olduğunu söylemek mumkindir.

Ancak Şa'bî'den "Kim de Allah'ın indirdikleriyle hukmetmezse işte onlar kâfirlerin tâ kendileridir." âyet-i kerimesinin muslumanlar; "Kim de Allah'ın indirdikleriyle hukmetmezse işte onlar zâlimlerin tâ kendileridir." âyet-i kerimesinin yahudiler; "Kim de Allah'ın indirdikleriyle hukmetmezse işte onlar fâsıkların tâ kendileridir." âyet-i kerimesinin de hristiyanlar hakkında nazil olduğu da rivayet edilmiştir.[91] Buradaki muslumanlardan, Peygamber'in (sas) Medîne-i Munevvere’ye gelişi ile Kurayza ve Nadîr Oğulları yahudilerinden musluman olanların kasdedilmiş olduğu göz önünde bulundurularak ilk ikisinin yahudiler, sonuncusunun da âyetin başında "İncil ehli Allah'ın onda indirdikleri ile hukmetsinler" ifadesine göre hristiyanlar hakkında nazil olduğu görüşü vakıaya daha uygun görünmektedir.[92]



49. Ve aralarında Allah'ın indirdiği ile hukmet. Seni, Allah'ın sana indirdiklerinden bazılarında fitneye düşürmelerinden sakın. Eğer yüz çevirirlerse bil ki Allah, bir kısım günahları yüzünden onları cezalandırmak istiyor. Gerçekten insanların bir çoğu fâsıklardır.

1. Saîd ibn Cubeyr veya İkrime'nin İbn Abbâs'tan rivayetinde o şöyle anlatıyor: İçlerinde Ka'b ibn Esed[93], Abdullah ibn Sûriyâ ve Şâs ibn Kays ve İbn Salûbâ'nın da bulunduğu bir grup yahudi, aralarında "Gelin Muhammed'e gidip onunla konuşalım. Belki O'nu dininde fitneye düşürebiliriz." diye konuşup Peygamber'e (sas) geldiler ve: "Ey Muhammed, biliyorsun ki biz, yahudilerin bilginleriyiz, eşrafıyız ve efendileriyiz. Eğer biz sana tâbi olursak kavmimiz bize muhâlefet etmez ve bütün yahudiler sana tâbi olurlar. Bizimle kavmimiz arasında bir dava var. Bu davada gelip senden hukum isteyelim, seni aramızda hakem kılalım. Sen de onların aleyhine olarak bizim lehimize hukum ver. Biz de gelip sana iman edelim, seni tasdik edelim." dediler. Peygamber (sas) bu tekliflerini kabul etmedi ve Allah Tealâ da (cc) "Ve aralarında Allah'ın indirdiği ile hukmet. Şeni, Allah'ın sana indirdiklerinden bazılarında fitneye düşürmelerinden sakın..." âyet-i kerimesini indirdi.[94] Kurtubî, Peygamber'e (sas) gelen bu yahudilerden Şâs ibn Kays'ın adını Şâs ibn Adiyy olarak vermektedir. [95]

2. Mukâtil'in zikrettiğine göre ise Nadîr Oğullarından bir cemaat Peygamber'e (sas) gelerek: "Kurayza Oğulları ile aramızda vuku bulacak diyetlerde sen gelmezden önce olduğu şekilde (onlardan daha şerefli ve üstün olduğumuza binaen bizim diyetimizin, onlarınkinin iki katı olması şeklinde) bizim lehimize hukmetmen karşılığında sana biat etmemize ne dersin?" demişler de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş.[96]

Her iki hadisede de Peygamber'e (sas) haksız hukum vermesi teklifinde bulunanlar yahudiler olmakla iki nuzûl sebebi arasında bir ihtilâf söz konusu değildir.[97]



50. Câhiliye hukmünü mü istiyorlar? Ama yakîn getiren bir kavim için Allah'tan daha güzel hukum veren kimdir?

Mukâtil der ki: Muhammed (sas) peygamber olarak gönderilmezden önce Kurayza Oğulları ile Nadîr Oğulları arasında bazı öldürme olayları geçmişti. Muhammed (sas) peygamber olarak gönderilince bunlar gelip onun hakemliğine başvurdular. Kurayza Oğulları: "Nadîr Oğulları bizim kardeşlerimizdir; babamız bir, dinimiz birdir. Ama Nadîr Oğulları bizden birini öldürdüğünde onlar bize 70 vesak hurma verdiler, biz onlardan birini öldürdük mü de onlar bizden yüz kırk vesak hurma aldılar. Biz onlardan birisini öldürdük mü onlar bunun karşılığında bizden iki kişi öldürdüler. Biz onlardan bir kadını öldürdük mü onun karşılığında bizden bir erkek öldürdüler. Yaraların diyetinde de bizim yaralarımızın diyeti onların yaralarının diyetinin yarısı oldu. Şimdi onlarla bizim aramızda sen hukum ver." dediler. Allah'ın Rasûlü (sas): "Ben hukmediyorum ki Kurayzalının kanı Nadîrlinin kanına eşittir; Nadîrlinin kanı da Kurayzalının kanına eşittir. Ne kısasta, ne diyette, ne yaralarda birinin diğerine hiçbir üstünlüğü yoktur." buyurunca Nadîr Oğulları kızdılar ve: "Senin hukmüne razı olmayacağız, emrine de itaat etmeyeceğiz, hiç şubhesiz sen bizim düşmanımızsın." dediler de Allah Tealâ (cc) "Cahiliye hukmünü mü istiyorlar?..." âyet-i kerimesini indirdi [98]



51. Ey iman edenler, yahudi ve hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden her kim onlara dostluk beslerse o da onlardandır. Şubhesiz ki Allah zâlimler güruhunu hidâyete erdirmez.

52. Kalblerinde bir hastalık olanların, "Bize bir felâket gelmesinden korkuyoruz." diyerek onlara koşuştuklarını görürsün; olur ki Allah bir fetih verir veya katından bir emir getirir de onlar, içlerinde gizlediklerinden dolayı pişman olurlar.

1. Atıyye ibn Sa'd'den rivayet ediliyor: el-Hâris ibnu'l-Hazrec Oğullarından Ubâde ibnu's-Sâmit Rasûl-i Ekrem'e (sas) gelip: "Ey Allah'ın elçisi, benim yahudilerden bir çok dostum var. Onların dar zamanımda bana yardım edeceklerinden de eminim. Ama ben, o yahudi dostlarımın dostluğunu terkedip Allah ve Rasûlü'ün dostluğuna dönüyorum. Ben Allah'a ve Rasûlü'ne dostluk besliyorum, dedi. Orada bulunan Abdullah ibn Ubeyy: "Ben, zamanın ilerde başımıza getirebileceği felâketlerden korkan bir adamım. Onun için daha önceki dostlarımın dostluğundan ayrılacak değilim." dedi. Rasûl-i Ekrem (sas), Abdullah ibn Ubeyy'e: "Ey Ebu'l-Hubâb, yahudilerin dostluğunu Ubâde ibnu's-Sâmit'inkine tercih ediyorsan buyur yap!" buyurdu. Abdullah İbn Ubeyy: "Evet öyle yaptım." dedi de bunun üzerine Allah Tealâ (cc): "Kalblerinde bir hastalık olanların, bize bir felâket gelmesinden korkuyoruz, diyerek onlara koştuklarını görürsün..."e kadar olmak üzere "Ey iman edenler, yahudi ve hristiyanları dost edinmeyin..." âyetlerini indirdi.[99]

2. Zuhrî'den gelen rivayette olay, Bedr Ğazvesi ile ilişkilendiriliyor. Şöyle ki: Mekke muşrikleri Bedr'de bozguna uğrayınca muslumanlar, dostları olan (veya aralarında velâ antlaşması olan) yahudilere: "Bedr günü muşriklerin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden gelin iman edin." dediler. Yahudilerden Mâlik ibn Sayf: "Savaşmayı bilmeyen bir grup Kureyşliyi yenmek sizi gururlandırıp aldatmasın. Biz, size karşı gücümüzü bir toparlayacak olursak bizimle hiçbir şekilde savaşamazsınız." dedi. Bunun üzerine Ubâde ibnu's-Sâmit Rasûlullah'a (sas) gelerek: "Ey Allah'ın Rasûlü, benim dostum olan yahudiler gerçekten güçlü kuvvetli ve tepeden tırnağa silâhlı kimselerdir. Ama ben, onların dostluğundan teberrî ile Allah ve Rasûlü'nün dostluğuna dönüyorum. Benim için Allah ve Rasûlü'nden başka dost yok!" dedi. Orada hazır bulunan Abdullah ibn Ubeyy: "Ben, yahudilerin dostluğunu terk etmiyorum. Ben, onlara ihtiyacı olan bir adamım." dedi. Efendimiz'in (sas): "Ey Ebu Hubâb, Ubâde'den kıskandığın yahudi dostluğunun ona değil de sana olabileceğini mi sanıyorsun?" buyurdu da İbn Ubeyy: "Evet, öyle kabul ediyorum." dedi ve Allah Tealâ da (cc): "Allah, seni insanlardan korur..." (âyet: 67) âyetine kadar olmak üzere "Ey iman edenler, yahudi ve hristiyanları dost edinmeyin..." âyetlerini indirdi.[100]

3. Suddî'den gelen rivayette de hadise Uhud Ğazvesi ile ilişkilendirilmektedir. Şöyle ki: Uhud'da muslumanlar bozulunca bu, bazı muslumanlara ağır geldi, devletin ve hâkimiyyetin kendileri aleyhine muşriklerin eline geçeceğinden korktular. Onlardan birisi arkadaşına: "Ben, gidip filân yahudiye sığınacağım; onun emanını alacağım ve onunla birlikte ben de yahudi olacağım." derken bir başkası meselâ: "Ben de Şam'daki filân hristiyana gidip onun emanını alacağım ve hattâ gerekirse onun yanında hristiyan da olacağım." diyordu. İşte bunun üzerine Allah Tealâ (cc) "Ey iman edenler, yahudi ve hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden her kim onlara dostluk beslerse o da onlardandır. Şubhesiz ki Allah zâlimler güruhunu hidâyete erdirmez." âyetini indirdi.[101]

Bu iki farklı rivayete nazaran âyet-i kerimeler ya Bedr ya da Uhud Ğazvesinden sonra nazil olmuş olmalıdır.

4. Kurtubî, görüş sahibini belirtmeksizin ayet-i kerimenin Ebu Leheb hakkında nazil olduğuna dair bir görüşe de yer vermiştir.[102]

Bu arada özellikle “Kalplerinde hastalık olanların, “Bize bir felaket gelmesinden korkuyoruz” diyerek onlara koşuştuklarını görürsün; olur ki Allah bir fetih verir veya katından bir emir getirir de onlar, içlerinde gizlediklerinden dolayı pişman olurlar.” ayet-i kerimesinin nuzûl sebebinin ise munafıklar veya Abdullah ibn Ubeyy ibn Selul olduğuna dair rivayetler vardır. Bunlara göre yahudi ve hristiyanlar munafıklara yemek getirirler, onlara yiyecek ve borç verirler, böylece onların dostluklarını elde ederlerdi. Ne zaman ki, “Ey iman edenler, yahudi ve hristiyanları dost edinmeyin…” ayet-i kerimesi nazil oldu, munafıklar: “Bir kıtlık olduğunda bize yardım eden ve elimizi bollaştıran kimselerle dostluk ilişkilerimizi nasıl koparır, onların dostluğunu nasıl terkederiz?!” dediler de bu ayet-i kerime nazil oldu. Bu, Ebu Salih kanalıyla İbn Abbas’tan rivayet edilmiştir.[103]



55. Sizin dostunuz yalnız ve yalnız Allah, O’nun Rasûlü ve namaz kılan, rukû etmiş haldeyken zekât veren mu’minlerdir.

56. Her kim ki Allah’ı, Rasûlü’nü ve mu’minleri dost edinirse muhakkak ki ğâlib gelecek olanlar Allah’ın taraftarlarıdır.

Bu ayet-i kerimelerin Ubâde ibnu's-Sâmit, Abdullah ibn Selam ve Ali ibn Ebî Tâlib haklarında nazil olduğuna dair üç ayrı rivayet vardır.

1. Yukarıda Ubâde ibnu's-Sâmit hakkında rivayet edilen hadise İbn İshâk tarafından bu ayet-i kerimelerin nuzûl sebebi olarak kaydedilmektedir. Oradakinden farklı olarak bu rivayette Ubâde ibnu's-Sâmit’in, dostluklarından teberri ettiği yahudilerin Kaynuka Oğulları yahudileri olduğu ayrıntısına da yer verilmektedir.[104]

2. Câbir ibn Abdullah ve İbn Abbâs’tan, bu ayet-i kerimenin Abdullah ibn Selam ve arkadaşları hakkında nazil olduğu da rivayet edilmiştir. Buna göre Abdullah ibn Selam bir gün yanında, kavminden iman eden bazı kimselerle birlikte Peygamber’e (sas) gelmişler ve: “Ey Allah’ın elçisi, bizim evlerimiz Medîne’ye uzak. Ne bizimle oturan var ne konuşan. Kavmimiz Kurayza ve Nadîr Oğulları bizim Allah’a ve Rasulü’ne iman ettiğimizi, O'nu tasdik ettiğimizi görünce bizi dışladılar; bizimle birlikte oturmamaya, bizden kız alıp vermemeye ve bizimle konuşmamaya karar verdiler. Çevremizde oturup konuşabileceğimiz, muaşerette bulunabileceğimiz kimse olmaması bize çok zor geliyor.” dediler. Peygamber (sas): "Sizin dostunuz ancak Allah'tır, Rasûlü'dür ve iman etmiş olanlardır." âyetini tilâvet buyurdu.[105] Bunun üzerine Abdullah ibn Selâm: "Dost olarak Allah, Rasûlü ve mu'minlerden elbette razıyız." demiştir.[106]

3. Suddî'den âyet-i kerimedeki "rukû etmiş haldeyken zekât veren mu'minlerdir." kısmı ile örtüştüğü için âyetin, Ali ibn Ebî Tâlib hakkında nazil olduğu; Rukû halindeyken yanına gelip de sadaka isteyen bir fakire, parmağındaki yüzüğü almasını işaret ettiği ve rukû halinde bile tasaddukta bulunduğu rivayet edilmekteyse de[107] bu vasıf bütün mu'minlerin vasfı olmakla birlikte Ali'nin de evleviyyetle âyet-i kerimenin hukmüne dahil olduğu şeklinde anlaşılmalıdır.

Ali ibn Ebî Tâlib'in, rukûda iken tasaddukta bulunduğu anlatılan rivayet Râzî'de, bu âyetin nuzûl sebebi olduğu tasrih edilmeksizin geniş olarak anlatılıyor: Ebu Zerr'den rivayet ediliyor ki o şöyle anlatmış: Bir gün Allah'ın Rasûlü (sas) ile birlikte öğle namazı kıldık. Mescide bir dilenci geldi ve oradakilerden sadaka istedi, fakat kimse sadaka vermedi. Dilenci ellerini göğe kaldırdı ve: "Ey Allah’ım, ben şehâdet ederim ki Rasûlullah'ın (sas) mescidinde sadaka istedim ama kimse bana bir sadaka vermedi." dedi. Ali o sırada rukûda idi. O dilenciye sağ elinin küçük parmağındaki yüzüğü işaret etti. Dilenci de gelip onun parmağındaki yüzüğü aldı. Ali ibn Ebî Tâlib'in işaretini ve dilencinin yüzüğünü alıp gidişini Rasûl-i Ekrem de (sas) gördü ve: "Ey Allah’ım, kardeşim Musa senden istedi ve: "Rabbım göğsüme inşirah ver, işimde bana bir ortak ver. Kardeşim Harun'la beni kuvvetlendir..." dedi de onun hakkında Kur'an indirildi "Senin pazunu kardeşinle kuvvetlendireceğiz ve ikinize hukumrânlık vereceğiz." buyruldu. Ey Allah’ım, ben de senin peygamberin, safiyyin Muhammed’im. Benim sadrıma da inşirah ver, işimi kolaylaştır, ailemden bana bir vezir ver, Ali'yi; onunla benim sırtımı güçlendir." diye dua etti. Ebu Zerr der ki: Allah'a yemin olsun, Allah'ın Rasûlü (sas) daha duasını bitirmemişti ki Cibrîl geldi ve: Ey Muhammed oku: "Sizin dostunuz yalnız ve yalnız Allah, O'nun Rasûlü ve namaz kılan, rukû etmiş haldeyken zekât veren mu'minlerdir..." dedi.[108] Biraz önce de söylediğimiz gibi Ali ibn Ebî Tâlib de diğer bütün mu'minler gibi tasaddukta bulunmayı severdi ve bu âyet-i kerimenin hukmüne evleviyyetle dahildir. Ebu Zerr'den gelen bu rivayet sebebi hususileştirmekle birlikte âyetin, umumu üzere bütün mu'minler hakkında genel olduğu da gözden uzak tutulmamalıdır.[109]



57. Ey iman edenler, sizden önce kendilerine kitab verilmiş olanlardan dininizi alaya alan ve eğlence edinenleri ve kâfirleri dost edinmeyin. Eğer mu'minler iseniz Allah'tan takvâ üzere olun.

58. Birbirinizi namaza çağırdığınızda; onu alaya alır ve eğlence edinirler. Bu, onların gerçekten akıllarını kullanmaz bir topluluk olmalarındandır.

1. Saîd ibn Cubeyr veya İkrime'nin İbn Abbâs'tan rivayetlerinde o şöyle anlatıyor: Yahudilerden Rifâa ibn Zeyd ibn Tâbut ve Suveyd ibnu'l-Hâris musluman olmuş görünmüş ve sonra da munafıklığa başlamışlardı. Musluman göründükleri için bazı muslumanlar onlara dostluk beslemeye başlamakla Allah Tealâ (cc) “Ve Allah, gizlemekte olduklarını çok daha iyi bilir." (âyet: 61)'e kadar olmak üzere "Ey iman edenler, sizden önce kendilerine kitab verilmiş olanlardan dininizi alaya alan ve eğlence edinenleri ve kâfirleri dost edinmeyin..." âyetlerini indirdi.[110]

Kelbî’nin Ebu Sâlih kanalıyla İbn Abbâs'tan rivayetinde "Birbirinizi namaza çağırdığınızda; onu alaya alır ve eğlence edinirler..." âyet-i kerimesinin de özellikle Peygamber'in (sas) muezzini namaz için ezan okuyup da muslumanların Mescid-i Nebevî'ye doğru gitmeleri üzerine yine onların (o iki yahudinin veya genel olarak yahudilerin) alay yollu "kalktılar kalkamaz olasıcalar, namaz kıldılar kılamaz olasıcalar." demeleri üzerine ya da yine alay kabilinden olmak üzere muslumanlara: "Kalkın namaz kılın, rukû edin bakalım!" demeleri üzerine nazil olduğu da söylenmiştir.[111] İbn Abbâs'tan gelen başka bir rivayette de muşriklerin ve yahudilerin özellikle muslumanlar secdede iken onlara güldükleri, secde ile veya muslumanların secdedeki halleriyle alay ettikleri belirtilmektedir.[112]

"Her üç halde de bu âyetlerin nuzûlüne sebeb olanlar yahudiler ve onlara uyan diğer muşrikler ve onların Peygamber (sas) ve muslumanlarla alay etmeleri, İslâm'ı alaya almalarıdır. Dolayısıyla rivayetler arasında bir zıtlık veya çelişki söz konusu değildir.

2. Bu arada Suddî'den gelen bir rivayette nuzûl sebebi bir hristiyan olarak gösterilmekte. Buna göre Medîne hristiyanlarından birisi ezanda muezzinin: "Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şehadet ederim." cumlesini duyunca "Yalancı olan yansın." dermiş. Bir gece hizmetçisi elinde bir ateşle eve girmiş. Ateşten bir kıvılcım sıçramış hem o, hemde evde bulunan ailesi yanmışlar da bu âyet-i kerime nazil olmuş.

3. "Birbirinizi namaza çağırdığınızda; onu alaya alır ve eğlence edinirler..." âyet-i kerimesinin nuzûlü ile ilgili çok farklı bir rivayet daha var ki Vâhidî bu rivayeti kimseye nisbet etmeden şöyle anlatır: Kâfirler, ezanı işittiklerinde Rasûlullah'a (sas) geldiler. Muslumanlar da Efendimizin yanındaydılar. "Ey Muhammed" dediler; "Geçmiş ummetlerden hiç işitmediğimiz bir şey ihdas ettin. Hem peygamberlik iddia ediyorsun, hem de uydurduğun bu ezanla senden önceki peygamberlere muhalefet ediyorsun. Eğer bunda bir hayır olsaydı senden önceki peygamberler elbette buna senden daha lâyıktılar. Nereden aldın bu deve böğürmesini. Ne kadar çirkin bir ses, ne kadar çirkin bir kufur!" Bunun üzerine Allah Tealâ (cc) bu âyet-i kerimeyi ve "Allah'a çağıran ve sâlih amel işleyenden sözü daha güzel olan kimdir?" (Fussilet, 41/33) âyet-i kerimesini indirdi.[113] Kurtubî, hadiseyi Kelbî'den rivayetle zikretmiştir.[114]



59. De ki: "Ey kitab ehli, bizden hoşlanmayışınız, ancak Allah'a, bize indirilene ve daha önce indirilenlere inanmamızdan ve sizin bir çoğunuzun da fâsıklar olmanızdandır.

Saîd ibn Cubeyr veya İkrime'nin İbn Abbâs'tan rivayetinde o şöyle demiştir: İçlerinde Ebu Yâsir ibn Ahtab, Râfi' ibn Ebî Râfi', Azer (veya Azur), Zeyd, Hâlid, Ezâr ibn Ebî Ezâr ve Eşya'ın da bulunduğu bir grup yahudi Peygamber'e (sas) gelip hangi peygamberlere iman ettiğini sormuşlardı. Peygamber de (sas): "Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshâk'a, Ya’kûb'a ve torunlarına indirilenlere, Musa ve İsa'ya verilenlere, peygamberlere rablerinden verilenlere iman ediyorum. Biz, onlardan hiçbirini diğerinden ayırmayız ve biz Allah'a teslim olmuş olanlarız." deyip iman ettikleri arasında İsa'yı da sayınca onun peygamberliğini inkâr ettiler ve "Biz, ona iman edene iman etmeyiz. Dunya üzerinde bir dine salik olanlar içinde dunya ve ahirette sizden daha nasibsizini, sizin dininizden daha kötü bir dini bilmiyoruz" dediler de Allah Tealâ (cc) onlar hakkında "De ki: "Ey kitab ehli, bizden hoşlanmayışınız, ancak Allah'a, bize indirilene ve daha önce indirilenlere inanmamızdan ve sizin de bir çoğunuzun fâsıklar olmanızdandır." âyet-i kerimesini indirdi[115] Suyûtî'nin Lubâbu'n-Nukûl’ünde bu yahudilerin isimleri Ebu Yâsir ibn Ahtab, Nâfi' ibn Ebî Nâfi’, Ğâzî ibn Umer olarak verilmektedir.[116] İbn Abbâs'tan gelem başka bir rivayete göre de bu hadise üzerine bu ve bunu takib eden âyet-i kerime nazil olmuştur.[117]



60. De ki: "Allah katında, bir ceza olmak bakımından bundan daha kötüsünü size haber vereyim mi? O kimse ki; Allah ona lanet etmiş, aleyhine ğazab etmiş ve onlardan maymunlar, domuzlar ve tağuta kullar kılmıştır. İşte onlar; yer bakımından en kötü ve doğru yoldan en çok sapmış olanlardır.

İbn Abbâs der ki: Bir grup yahudi Peygamber'e (sas) geldiler ve: "Ey Muhammed, hangi peygamberlere iman etmektesin?" diye sordular. Allah'ın Rasûlü (sas): "Biz O'na teslim olmuşlarız"a kadar olmak üzere "Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e...indirilene..." âyet-i kerimesini okudu. Bu âyet-i kerimedeki İsa'nın adı geçince onun peygamberliğini inkârla: "Biz İsa'ya da, ona iman edene de asla iman edecek değiliz. Dunya ve âhirette payı sizinkinden daha az bir din, sizin dininizden daha kötü bir din bilmiyoruz." dediler de Allah Tealâ (cc) "De ki: "Allah katında, bir ceza olmak bakımından bundan daha kötüsünü size haber vereyim mi?..." âyet-i kerimesini indirdi.[118]



6l. Size geldiklerinde "İman ettik." derler. Halbuki onlar, kufur ile girmişler ve yine onunla çıkmışlardır. Ve Allah, onların gizlemekte olduklarını en iyi bilendir.

Katâde ve Suddî derler ki: Bu âyet-i kerime, bir kısım yahudiler hakkında nazil olmuştur ki onlar, Rasûlullah'ın (sas) yanına girdiklerinde sırf munafıklıklarından iman etmiş ve O'nun getirdiklerinden razı olmuş görünürlerdi.[119]



64. Yahudiler: "Allah'ın eli bağlıdır. " dediler. Böyle dediklerinden ötürü kendi elleri bağlansın ve onlara lanet olsun. Hayır, Allah'ın iki eli de açıktır; nasıl dilerse öyle infak eder...

Taberânî'nin İbn Abbâs'tan rivayetle tahricine göre en-Nebbâş ibn Kays adındaki bir yahudi: "Senin Rabbın cimri. Baksana hiç infakta bulunmuyor” demişti. Bunun üzerine Allah Tealâ (cc) "Yahudiler: "Allah'ın eli bağlıdır." dediler..." âyet-i kerimesini indirdi.[120]

Peygamber'in (sas) asr-ı saadetinde yahudilerin ticaretleri kesada uğradığı bir zamanda "Allah'ın eli bağlıdır." demişler ve bununla Allah cimridir, baksana bize vermede cimri davranıyor..." gibisinden laflar etmişlerdi. İkrime'den rivayete göre bu lafı söyleyenlerden birisi de Finhâs adındaki yahudi olup bu âyet-i kerime onun hakkında nazil olmuştur.[121] Ebu Sâlih kanalıyla İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette bu sözü söyleyenler Kaynukâ Oğullarının reisi Finhâs ibn Azûrâ ve arkadaşları olarak verilirken Mukâtil ondan başka İbn Sûriyâ, Azer ibn Ebî Azer'in de isimlerini vermektedir.[122]

İbn Abbâs, İkrime ve Dahhâk'ten gelen bir rivayette de onların bu sözü söylemelerinin sebebi "daha önceden rızıkları genişletilmiş, kendilerine bol rızıklar verilmişken Muhammed'e (sas) iman etmemeleri sebebiyle bu rızıklarının kesilmesi ve ellerinin daraltılması" olarak verilmiştir.[123]

"Allah'ın eli bağlıdır." sözünün, Bakara, 2/245 âyetinin nuzûlü üzerine yahudilerin söyledikleri sözlerden biri olduğu daha önce o âyet-i kerimenin nuzûl sebebinde geçmişti.[124]



67. Ey o Peygamber, Rabbından sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O 'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur. Hiç şubhesiz Allah, kâfirler güruhunu hidayete erdirmez.

Bu âyet-i kerimenin nuzûl sebebi mufessirler arasında ihtilaflıdır.

1. Ayetteki "Allah seni insanlardan korur." kısmının da delaletiyle bu âyetin nuzûl sebebindeki meşhur rivayetlerden birisine göre daha önce de geçen Ğavres hadisesi üzerine inmiştir (Taberî, age. VI,199) ki bu sûrenin 11. âyetinin nuzûl sebebinde İbn İshâk rivayetiyle geçmiş olup hadisenin farklı kanallardan rivayetlerini, rivayetlerin ayrıntılardaki farklarını ve kaynaklarını orada vermiştik.

İbn Hişâm'ın İbn İshâk kanalıyla Câbir ibn Abdullah'tan rivayetle zikrettiği ve yukarda verdiğimiz bu haber yine Câbir ibn Abdullah'dan rivayetle ibn Ebî Hatim ve İbn Merdûye tahricinde şöyledir: Allah'ın Rasûlü (sas) Enmâr Oğulları Ğazvesinde iken Zâtu'r-Rakî' denilen mevkide en yüksek hurmanın altına inip konaklamıştı. Kuyunun başında ayaklarını uzatmış otururken Neccâr Oğullarından el-Vâris adında birisi: "Ben muhakkak Muhammed'i öldüreceğim." demiş. Arkadaşları: "Bunu nasıl yapacaksın?" diye sormuşlar. "Ona: "Kılıcını bana ver." diyeceğim, kılıcını bana verince de onunla onu öldüreceğim." demiş ve Efendimiz'e (sas) gelerek: "Ey Muhammed, kılıcını bana versen de bir koklasam." demiş, Peygamber de (sas) kılıcını ona vermiş. Adam Peygamber'e (sas) vurmak üzere kılıcı kaldırınca kolunu bir titreme tutmuş ve isteğini yerine getirememiş. Allah'ın Rasûlü (sas): "Allah, seninle istediğinin arasına engel koydu." buyurmuş ve bunun üzerine Allah Tealâ (cc) "Ey o Peygamber, Rabbından sana indirileni tebliğ et..." âyet-i kerimesini indirmiş.[125]

2. Hasenu'1-Basrî ve Mucâhid'den gelen rivayetler bu âyet-i kerimenin manâ ve ğayesine biraz daha uygun görünmektedir:

Buna göre Peygamber (sas): "Allah Tealâ beni peygamber olarak gönderince bu işi çok zor gördüm. Çünkü biliyordum ki insanlardan mutlaka beni yalanlayanlar olacak." buyurmuş. Hasen der ki: Allah'ın Rasûlü (sas) davetinin başlarında Kureyş'ten, yahudilerden ve hristiyanlardan korkardı. İşte O'nun bu korkusu üzerine Allah Tealâ (cc) bu âyet-i kerimeyi inzal buyurdu.[126]

İbn Ebî Hatim'in Mucâhid'den rivayetle tahricinde o şöyle demiş: "Ey o Peygamber, sana indirileni tebliğ et." nazil olunca Peygamber (sas): "Ey Rabbım, herkes benim aleyhimde toplanmış durumda ve ben yalnız başınayken bunu nasıl yapayım?" dedi de "Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur..." kısmı da nazil oldu. Suyûtî, bu el-Hasanu'l-Basrî ve Mucâhid rivayeti ile amcası Ebu Tâlib'in Efendimiz'i korumak üzere Hâşim Oğullarından bazılarını görevlendirmesinin bu âyetin nuzûl sebebi olduğuna dair rivayetleri, âyet-i kerimenin Mekke'de nazil olmuş olmasını gerektirdiği için zayıf görmekte ve âyet-i kerimenin Medenî olduğunu tasrih etmektedir.[127]

Ancak Alûsî, rivayetlerin arasını te'lif sadedinde bu âyet-i kerimenin iki defa; bir kere Mekke'de, bir kere de Medîne'de nazil olmuş olabileceğini söylemektedir[128] ki hem Mekke'de ve hem de Medine'de nuzûlüne delâlet eden haberlerin sahih olmalarına nazaran bu ihtimal daha kuvvetli ve tercihe şayan görünmektedir.

3. Tirmizî'de Aişe'den rivayetle verilen bir haberde Peygamber'in (sas) bu korkusunun aslında O'nda değil de ashabında olduğunu anlıyoruz. Çünkü Allah Tealâ (cc) tarafından risâletle gönderilen bir peygambere, Allah'tan başka kimseden korkusunun olması yaraşmaz. Aişe şöyle anlatıyor: "Allah seni insanlardan korur." âyet-i kerimesi nazil oluncaya kadar Allah'ın Rasûlü (sas) korunurdu. Bu âyet inince Peygamber (sas) başını çadırdan çıkarıp: "Ey insanlar yanımdan ayrılıp gidebilirsiniz. Çünkü beni Allah korumuştur." buyurdular.[129]

Taberânî'nin Ebu Saîd el-Hudrî'den rivayetle tahricinde Peygamber'in (sas) amcası Abbâs'ın da onu geceleyin koruyanlar arasında olduğu zikrediliyor. Ayıca ashâbdan İsmet ibn Mâlik el-Hatmî "Allah seni insanlardan korur." âyet-i kerimesi nazil oluncaya kadar Allah'ın Rasûlü'nü (sas) geceleri korurduk." demektedir.[130]

Vâhidî'deki rivayette konu biraz daha muşahhas hale getiriliyor: Buna göre Ummu'l-Mu’minin Aişe şöyle anlatıyor: Bir gece Rasûlullah'ın (sas) uykusu kaçtı. Ben: "Ne oldu ey Allah'ın elçisi?" dedim. "Bu gece bizi koruyacak sâlih bir adam yok mu?" buyurdular. Biz bunları konuşurken bir silâh sesi işittik. Rasûlullah (sas): "Kim o?" dediler. Bir ses: "Sa'd ve Huzeyfe, ey Allah'ın elçisi seni korumak üzere geldik." dedi. Rasûlullah (sas) uyudular. Hattâ düzenli bir şekilde nefes alışını (veya horultusunu) işittim ve bu âyet-i kerime nazil oldu da Peygamber (sas) çadırdan başını çıkarıp: "Ey insanlar, artık etrafımdan ayrılıp gidebilirsiniz. Çünkü beni Allah korumaktadır." buyurdu.[131]

Buna göre bu âyet-i kerime Efendimiz'in (sas), yanında hanımlarından Aişe'nin de bulunduğu ğazvelerinden birisinde, geceleyin ve Peygamber (sas) yatakta iken (âyet leylî-firâşî'dir) nazil olmuştur.

4. İbn Abbâs anlatıyor: Allah'ın Rasûlü (sas) Mekke-i Mukerreme'de korunurdu. "Ey o Peygamber, Rabbından sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur." âyet-i kerimesi nazil oluncaya kadar Ebu Tâlib, Hâşim Oğullarından bazı erkekleri, Peygamber'le (sas) birlikte onu korumak üzere gönderirdi. Bu âyet-i kerimenin inmesinden sonra da Ebu Tâlib bu âdetine devam etmek isteyince Peygamber (sas): "Ey amca, Allah beni ins ve cinden korumuştur." dedi.[132] Bu rivayete göre bu âyet-i kerime bi'setin ilk yıllarında, hattâ Peygamber'in (sas) amcası Ebu Tâlib henüz hayatta iken Mekke-i Mukerreme'de nazil olmuştur. Ancak âyet-i kerimenin nuzûl vaktinde meşhur olan bundan önceki rivayettir ve âyet-i kerime hicretten sonra inmiş olup Medenîdir.

Bunlar dışında bazı nuzûl sebebleri daha bazı tefsirlerde verilmekte olup bunları özet olarak şöyle sıralayabiliriz:

1 .Yahudiler, İslâm'ı ayıplayan konuşmalar yapmış, Peygamber (sas) susup onların bu ayıplamalarına cevab vermemişti. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.

2. Peygamber'in (sas) hanımlarını dunya nimetleri ile Peygamber'in (sas) hanımı olarak kalma arasında muhayyer bırakan âyet (Ahzâb, 33/38) nazil olduğunda "Peygamber hanımı olarak kalmayı değil de dunyayı seçerler endişesiyle Peygamber (sas) eşlerine bu âyet-i kerimeyi okumamıştı. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.

3. Zeyd ve Zeyneb bint Cahş'ın durumu hakkında nazil olmuştur. Aişe der ki: Her kim Rasûlullah'ın (sas) vahiyden bir şey gizlediğini söylerse Allah'a en büyük iftirayı atmış olur. Çünkü Allah Tealâ: "Ey o Peygamber, Rabbından sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun..." buyurmuştur. Eğer Rasûlullah (sas) vahiyden bir şeyi gizlemiş olsaydı "Allah'ın açığa vuracağını içinde gizliyordun..." âyetini (Ahzâb, 33/37) gizlerdi."

4. Bu âyet-i kerime cihad hakkında nazil olmuştur. Munafıklar cihada çıkmaktan hoşlanmadıkları için Peygamber (sas) bazan onları savaşa çıkmaya teşvikte bulunmazdı. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.

5. "Allah'tan başkasına dua edenlerin ilâhlarına sövmeyin. Çünkü onlar da tutar bilgisizce Allah'a söverler..." âyet-i kerimesi (En'âm, 6/108) nazil olunca Peygamber (sas), muşriklerin ilâhlarını ayıplamayı bırakmıştı. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[133]

6. Ebu Saîd el-Hudrî'den rivayete göre ise "Ey o Peygamber, Rabbından sana indirileni tebliğ et." âyet-i kerimesi Ğadîr Hum günü Ali hakkında nazil olmuştur.[134]



68. De ki: "Ey kitab ehli, Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbınızdan size indirilenleri dosdoğru uygulamadıkça hiçbir şey üzere değilsiniz. Andolsun ki Rabbınızdan size indirilenler, onlardan çoğunun azgınlık ve kufrünü artıracaktır. Öyleyse o kâfirler topluluğu için hiç tasalanma.

İkrime veya Saîd ibn Cubeyr'den rivayette İbn Abbâs şöyle anlatıyor: Râfi' ibn Harise, Selâm ibn Miskîn, Mâlik ibnu's-Sayf ve Râfi' ibn Harmele adındaki yahudiler Peygamber'e (sas) geldiler ve: "Ey Muhammed, Sen, İbrahim milleti ve dini üzere olduğunu, bizim yanımızdaki Tevrat'a iman ettiğini söyleyip onun Allah'tan gelen bir hak olduğuna şehadet etmiyor musun?" dediler. Peygamber (sas): "Evet öyledir. Fakat sizler sonradan birçok şeyler uydurdunuz, onda sizden alınmış olan misakı inkâr ettiniz, onda, (benim nubuvvetim ve vasıflarım gibi) insanlara açıklamakla emrolunduğunuz şeyleri gizlediniz. Ben, sizin bu sonradan uydurup meydana getirdiklerinizden beriyim." buyurdu. Onlar yine: "Biz, elbette yanımızda mevcud olanı alacağız. Hiç kuşkumuz yok biz hak ve hidâyet üzereyiz; sana iman edecek ve sana uyacak da değiliz." dediler de Allah Tealâ (cc) "De ki: "Ey kitab ehli, Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbınızdan size indirilenleri dosdoğru uygulamadıkça siz hiçbir şey üzere değilsiniz. Andolsun ki Rabbınızdan size indirilenler, onlardan çoğunun azgınlık ve kufrünü artıracaktır. Öyleyse o kâfirler topluluğu için hiç tasalanma." âyet-i kerimesini indirdi.[135] Suyûtî'nin Esbâbu'n-Nuzûl’ündeki İbn Abbâs rivayetinde gelen yahudilerden Selâm ibn Miskîn'in adı Selâm ibn Mişkem (i,149), Râfi' ibn Harmele'nin adı da Râfi' ibn Hureymile[136] şeklinde verilmiştir.[137]



71. Bir fitne olmayacağını zannettiler de körleştiler, sağırlaştılar. Sonra Allah kendilerine tevbe imkânı verdi ama içlerinden bir çoğu yine körleştiler ve sağırlaştılar. Allah yapmakta olduklarına Basîr'dir.

İbnu'l-Enbârî der ki: Bu âyet-i kerime Peygamber'in (sas) bi'setinden önce kufur üzere olup O'nun peygamber olarak gönderilmesinden sonra da azgınlık ve çekememezlikten dolayı onu yalanlayan ve bu yaptıklarının onlara bir zarar vermeyeceğini, bu yüzden cezalandırılmayacaklarını zanneden bir kavim hakkında nazil olmuştur.[138]



72. "Meryem oğlu Mesîh, gerçekten Allah'ın kendisidir. " diyenler andolsun ki kâfir olmuşlardır. Halbuki Mesih: "Ey İsrail Oğulları, benim de Rabbım, sizin de Rabbınız olan Allah'a kulluk edin. Zira her kim Allah'a ortak koşarsa muhakkak ona cenneti haram eder ve onun varacağı yer ateştir. Zâlimlerin hiçbir yardımcıları yoktur" demişti.

Mukâtil der ki: "Meryem oğlu Mesîh, gerçekten Allah'ın kendisidir." diyen Necran hristiyanları hakkında nazil olmuştur.[139]



82. Andolsun ki insanlardan, iman edenlere en katı düşman olarak yahudileri ve Allah'a ortak koşan muşrikleri bulacaksın. Yine andolsun ki onlardan, iman edenlere sevgice en yakını da "Biz hristiyanlarız." diyenleri bulacaksın. Bunun sebebi, onların içinde keşişler ve rahibler bulunmasından ve onların gerçekten büyüklük taslamamalarındandır.

83. Peygamber'e indirileni işittiklerinde, hakkı tanıdıklarından dolayı gözleri yaşla dolup taşar da derler ki: "Rabbımız, biz iman ettik, bizi de şâhidlerle birlikte yaz.

84. Hem Rabbımızın bizi sâlihler topluluğu ile beraber bulundurmasını umarken niçin Allah'a ve bize gelen hakikate iman etmeyelim?!.

Bu âyet-i kerimelerin nuzûl sebebinde bir kaç rivayet vardır:

l. Saîd ibn Cubeyr'den rivayette o şöyle diyor: Necâşî, Peygamber'e (sas) ashâbının hayırlılarından oluşan 30 kişilik bir hey'et göndermişti. Allah'ın Rasûlü (sas) onlara Kur'ân okudu da kalbleri inceldi, ağladılar ve "Allah'a yemin ederiz ki biz bunları biliyoruz." deyip iman ettiler. Bunun üzerine Allah Tealâ (cc) "Andolsun ki insanlardan, iman edenlere en katı düşman olarak yahudileri ve Allah'a ortak koşan muşrikleri bulacaksın. Yine andolsun ki onlardan, iman edenlere sevgice en yakını da "Biz hristiyanlarız." diyenleri bulacaksın..." âyetlerini indirdi. Bu hey'et, Necâşî'ye dönüp olanları ona da anlattılar ve o da musluman oldu. Necâşî musluman olarak öldü. Onun ölüm haberi Peygamber'e (sas) ulaşınca Medîne’de onun üzerine (ğâib) cenaze namazı kıldırdı.[140]

Suddî'den gelen rivayette Necâşî'nin gönderdiği bu hey'etin, yedisi yüksek dereceli papaz (piskopos), beşi rahiblerden olmak üzere 12 kişiden oluştuğu; bu hey'etin kendisine dönüp olanları anlatmaları ile musluman olan Necâşî'nin musluman olup Medîne'ye hicret için yola çıktığı ve yolda vefat ettiği ayrıntılarına da yer verilmektedir.[141] İbn Kesîr ise Necâşî'nin Peygamber'e (sas) gelmek üzere yola çıkmış ve yolda vefat etmiş olmasını tarihî vakıaya aykırı olduğunu, çünkü Necâşî'nin Habeş kralı olarak Habeşistan'da vefat ettiğini söylemekte[142] ise de Suddî rivayeti, onun, Habeş topraklarından ayrıldıktan sonra vefatını söylemediği cihetle bu itiraza gerek yoktur.

Saîd ibn Cubeyr'den rivayete göre ise bunlar, Necâşî'nin kavminin en hayırlılarından 50 veya yetmiş kişidir ki Necâşî'nin ve halkının musluman oldukları haberini getiren elçi hey'etidir ve Efendimiz (sas) bunlara Yâsîn Sûresini okumuştur.[143] Mukâtil ve Kelbî ise bu Hey'etin Necran'lı Haris ibn Ka'b Oğullarından 40, Habeşistan'dan 32 ve Şam halkından 68 olmak üzere 140 kişiden oluşan kalabalık bir hey'et olduğunu söylemişlerdir,[144]

Suddî rivayetinde bu hey'ettekilerin, Peygamber'in (sas) onlara Yâsîn Sûresini okumasıyla ağlamaya başladıkları ve özellikle "Peygamber'e indirileni işittiklerinde, hakkı tanıdıklarından dolayı gözleri yaşla dolup taşar da derler ki: "Rabbımız, biz iman ettik, bizi de şâhidlerle birlikte yaz." âyet-i kerimesinin bunun üzerine nazil olduğu ayrıntısına da yer verilmektedir.[145] Vâhidî'deki bir rivayette, bu hey'ettekilerin Yâsîn Sûresini dinlediklerinde "Bunlar İsa'ya indirilenlere ne kadar çok benziyor." dedikleri ayrıntısı vardır.[146]

İbn Abbâs'tan gelen bir rivayete göre ise Peygamber'e (sas), Ca'fer ibn Ebî Tâlib ile gelen Habeş hey'eti değil de onunla birlikte gelen bazı köylüler bu âyet-i kerimelerin inmesine sebeb olmuşlardır. Bu rivayette Peygamber'in (sas), onlara Kur'ân okumasıyla gözlerinin yaşararak duygulanmaları ve musluman olmaları üzerine Peygamber'in (sas): "Belki de yurdunuza dönünce tekrar eski dininize dönersiniz." buyurması üzerine: "Asla bu dinimizden başka bir dine dönmeyeceğiz." dedikleri ve onların bu sözleri üzerine Allah Tealâ'nın (cc) bu âyetleri indirdiği ayrıntılarına da yer verilmektedir [147]

2. İbn Abbâs'tan gelen rivayette ise âyet-i kerimenin nuzûlü bundan daha önce ve Ca’fer ibn Ebî Tâlib'in Habeşistan'a gönderilmesi üzerinedir. Bu rivayet şöyledir:

Allah'ın Rasûlü (sas) Mekke-i Mukerreme'de muşriklerin ashâbına kötülük yapmalarından korkardı. (Bir çıkış yolu ararken) Ca’fer ibn Ebî Talib ve İbn Mes'ûd'u ashâbından bir grup ile Necâşî'ye gönderip: "O sâlih bir kralmış; zulmetmez ve yanında kimseye zulmedilmezmiş. Ona gidin. Umulur ki Allah muslumanlara bir açıklık, ferahlık ve kurtuluş yeri kılar." buyurmuş. Ca’fer ve yanındakiler Necâşî'nin yanına varınca o onlara ikramda bulunmuş ve: "Size indirilenden bir şeyler biliyor musunuz?" diye sormuş; "Evet." demişler, "O halde onlardan okuyun." demiş. Etrafında papaz ve rahibler de varmış. Onlar her bir âyeti okuduklarında ondaki hakkı tanıyıp bildikleri için gözlerinden yaşlar süzülürmüş. İşte bunun üzerine Allah Tealâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirmiştir.[148] İbn Kesîr âyet-i kerimenin bu hadise üzerine inmiş olmasını şubheli görür ve der ki: Ca'fer ibn Ebî Tâlib'in Necâşî'ye gitmesi ve ona Kur'ân okuması, o ve etrafındakilerin dinlediklerinden etkilenerek ağlamaları hadisesi hicretten öncedir. Halbuki bu âyet-i kerime Medîne'de nazil olmuştur.[149]

3. Beyhakî'nin İbn İshâk'tan naklen rivayetine göre Peygamber (sas) Mekke-i Mukerreme'de iken O'nun peygamber olarak gönderildiği haberini Habeşistan'a giden muslumanlardan öğrenen 20 kadar hristiyan Mekke-i Mukerreme'ye gelirler. Peygamber'i (sas) Ka'be'nin yanında bularak onunla konuşurlar. Mekke muşrikleri de kendi meclislerinden onların gelişlerini ve konuşmalarını izlemektedir. Rasûlullah'a (sas) soruları bitince Allah'ın Rasûlü (sas) onları İslâm'a davet eder ve onlara Kur'ân okur. Kur'ân'ı işitince gözleri dolar, Onun, kitablarında verilen vasıfta olduğunu anlar, Peygamber'in (sas) davetine icabetle iman ve onu tasdik ederler. Bu grup Peygamber'in (sas) yanından ayrılır ayrılmaz Ebu Cehl'in de aralarında bulunduğu bir grup Kureyşli muşrik yollarını keser ve onlara: "Ne kadar nasibsiz bir toplulukmuşsunuz! Arkanızda bıraktıklarınız sizi, kendilerine bu adam hakkında haber derleyip götürmeniz için gönderdiler. Halbuki siz, onun yanına oturur oturmaz, onun söylediklerine kanıp hemen dinizi terkettiniz ve onu tasdik ettiniz. Sizden daha aptal bir topluluk görmedik." dediler, onlar ise: "Câhillikte sizin seviyenize inecek değiliz. Sizin işiniz size, bizim işimiz bize. Elbette biz, kendimizi bu hayırdan mahrum etmeyeceğiz." diye cevab verdiler. Bu topluluğun Necran hristiyanlarından olduğu ve yine bunlar hakkında ayrıca Kasas 52-55 âyetlerinin de indiği de söylenir.[150]

4. Urve ibnu'z-Zubeyr'den gelen bir rivayet ise âyet-i kerimenin, Ca’fer ibn Ebî Tâlib'in Habeşistan'a gönderildiği zaman değil, biraz daha sonra Necâşî’ye Peygamber'in (sas) mektubunu götüren Amr ibn Umeyye ed-Damrî'nin Habeşistan'a gitmesi üzerine nazil olmuştur. Urve şöyle anlatıyor: Rasulullah (sas), yanına bir mektub vererek Amr ibn Umeyye ed-Damrî'yi Necâşî’ye göndermişti. Amr, Necâşî’nin huzuruna girip Rasulullah'ın (sas) mektubunu ona okudu. Necâşî, Rasulullah'ın (sas) mektubu dinledikten sonra Ca’fer ibn Ebî Talib ve beraberindeki muhacirleri de oraya çağırttı. Aynı zamanda papaz ve rahiblerine haber gönderip hepsini (muslumanları ve kendi hristiyan din adamlarını) huzurunda topladı, sonra da Ca’fer'e, kendilerine Kur'an okumasını emretti. Ca’fer onlara Meryem Sûresini okudu. Oradakiler Kur'an'a iman ettiler ve gözlerinden yaşlar süzüldü. İşte onlar hakkında Allah Tealâ (cc) "Peygamber'e indirileni işittiklerinde, hakkı tanıdıklarından dolayı gözleri yaşla dolup taşar da derler ki: "Rabbımız, biz iman ettik, bizi de şâhidlerle birlikte yaz." âyet-i kerimesini indirdi.[151]



87. Ey iman edenler, Allah’ın size helâl kılmış olduğu hoş ve temiz şeyleri kendinize haram kılmayın ve haddi aşmayın. Gerçek şu ki Allah, haddi aşanları sevmez.

88. Allah’ın sizi rızıklandırmış olduklarından helâl ve temiz olarak yiyin. Sizin mu'minleri olduğunuz Allah'tan da takvâ üzere olun.

Bu âyet-i kerimelerin nuzûl sebebinde dört rivayet vardır. Bunlardan birinde, içlerinde Ali ibn Ebî Tâlib ve Osman ibn Maz'ûn'un da bulunduğu bir grup sahabi hakkında; ikincisinde de Abdullah ibn Revâha hakkında, üçüncüsünde de kendisine et yemeyi haram kılan bir sahabi hakkında; dördüncüsünde de bir mağarada inzivaya çekilmek isteyen bir sahabi hakkında nazil olduğu anlatılmaktadır:

l. Suddî'den rivayette o şöyle anlatıyor: Bir gün Allah'ın Rasûlü (sas) oturup (bir rivayette Osman ibn Maz'ûn'un evinde[152] ashâbına öğüt verdi, onlara âhiret hallerini hatırlattı. Efendimizin yanından çıkınca bazıları -ki Ali ibn Ebî Tâlib ve Osman ibn Maz'ûn'un da içlerinde olduğu 12 kişiydiler- yaptıkları amelleri, az görerek daha da artırmak istediler ve dediler ki: "Hristiyanlar şöyle şöyle yapmışlar, kendilerine şunları şunları haram kılmışlar; o halde biz de bunları kendimize haram kılalım." Bazısı eti, et yağını ve gündüz yemek yemeyi kendine haram kıldı. Yani her gün oruçlu olacaktı. Bazısı gece uyumayı, diğer bazıları da -ki Osman ibn Maz'ûn bunlardan idi- kadınlara yaklaşmayı kendine haram kıldı. Osman ibn Maz'ûn bu sözü verdikten sonra hanımına yaklaşmadığı gibi hanımının da kendisine yaklaşmasına musaade etmedi. Bir gün hanımı Havle mu'minlerin annesi Aişe'ye geldi. Aişe'nin yanında Peygamber'in (sas) diğer hanımları da vardı. Aişe ve Efendimiz'in (sas) diğer hanımları: "Ey Havle, ne bu halin? taranmamış, koku sürünmemiş, perişan (pejmürde) bir haldesin?" diye sordular. O: "Ne olsun ki Osman şu kadar zamandır bana yaklaşmadı, elbisemi bile yoklamadı. Niye taranıp koku sürüneyim." dedi. Kadınlar başladılar gülmeye. O sırada Peygamber (sas) yanlarına girdi ve onları gülerken görünce: "Sizi güldüren nedir?" diye sordu. Aişe cevab verdi: "Havle'ye gülüyoruz. Nedir bu pejmürde halin? diye sorduk; Kocam şu kadar zamandır elbisemi bile yoklamadı, dedi" burada "kadının elbisesini yoklamak veya kadının elbisesini kaldırmak ifadesi, onunla temasta bulunmaktan kinayedir. Allah'ın Rasûlü (sas) birisini Osman'a gönderip çağırttı ve gelince de: "Ey Osman sana ne oluyor, durumun nedir?" diye sordu. Osman: "Ey Allah'ın elçisi, ben, ibadet için zaman bulayım diye onu Allah için terkettim." deyip olanları, hattâ kendini iğdiş etmeyi düşündüğünü anlattı. Peygamber (sas): "Allah'a yemin olsun ki hemen şimdi evine dönecek ve hanımınla yatacaksın." buyurdu. Osman: "Ey Allah'ın elçisi, ama ben oruçluyum." dedi. Efendimiz (sa): "O halde orucunu aç." buyurdular. Osman, Efendimizin emrini yerine getirdi. Ertesi günü Havle taranmış, koku sürünmüş olarak Aişe'ye geldi. Aişe yine gülerek:" Nasılsın ey Havle?" dedi. Havle de kocasının o gece kendisiyle yattığını söyledi. İşte bu hadise üzerine Allah'ın Rasûlü (sas) minbere çıkarak: "Bir kısım insanlara ne oluyor da kadınları, yemeyi ve uykuyu kendilerine haram kılıyorlar? Dikkat ediniz! Ben, gece uyuyorum da kalkıp namaz da kılıyorum, oruç tutuyorum da bazı günleri oruçsuz geçiriyorum ve kadınlarla da temasta bulunuyorum. Her kim benim sunnetimden yüz çevirir ayrılırsa benden değildir." buyurdu ve "Ey iman edenler, Allah'ın size helâl kılmış olduğu hoş ve temiz şeyleri kendinize haram kılmayın ve haddi aşmayın." âyet-i kerimesi nazil oldu.[153] Muslim'de Osman ibn Maz'ûn'un kendini iğdiş etmek istediği ve fakat Peygamber'in (sas) buna izin vermediği rivayetleri olmakla birlikte bu âyet-i kerimenin bu sebeble nazil olduğu kaydı bulunmamaktadır.[154]

Bu hadise Buhârî ve Muslim'de, bu âyet-i kerimenin nazil olduğu kaydı olmamakla birlikte Enes ibn Mâlik'ten rivayetle şöyle zikrediliyor: Peygamber'in (sas) zevcelerinin evine üç kişi geldiler ve onlara, Efendimiz'in ibadetini sordular. Kendilerine haber verilince de onu kendileri için azımsadılar ve: "Peygamber'in yanında biz neyiz ki? Onun, geçmiş ye gelecek günahları yarlığanmıştır." dediler. Bunlardan birisi: "Ben, yaşadığım muddetçe bütün gece namaz kılacağım." dedi. Diğeri: "Ömrüm boyunca oruç tutacağım, asla iftar etmeyeceğim." dedi. Üçüncüleri de: "Kadınlardan uzak kalacağım ve hiçbir zaman evlenmeyeceğim (ya da kadınlarla temasta bulunmayacağım." dedi. Sonra Peygamber (sas) bunların yanına geldi ve onlara: "Şöyle şöyle diyenler sizler misiniz? Dikkat ediniz! Allah'a yemin ederim ki Allah'tan en çok sakınanınız ve en muttakî olanınız benim. Böyle iken bazan oruç tutuyor, bazan da tutmuyorum; geceleri namaz kılıyorum ve uyuyorum ve kadınlarla evleniyorum (yani hanımlarımla temasta bulunuyorum). Eğer bir kimse benim sunnetimden yüz çevirirse o kimse benden değildir." buyurdu.[155]

Mucâhid'den gelen rivayette Osman ibn Maz'ûn'la birlikte Abdullah ibn Amr'ın da adı geçmektedir[156] ki başka rivayetlerde Abdullah ibn Amr'ın, yaptığı ibadetleri az görerek kendine zorlaştırdığı, Peygamber'in (sas) durumu kendisine hafifletmesi tavsiyesine rağmen daha ağır ve çok ibadet etmek istediği ve fakat daha sonra "Keşke Rasûlullah'ın ruhsatını kabul etseydim." diyerek bundan pişman olduğu da kaydedilmektedir.[157]

Vâhidî, Peygamber'in (sas), ashabına âhiret hallerini anlatmasından sonra yaptıkları amelleri az görerek daha da artırmaya karar veren ashâbın sayısını on olarak verir ve bunlar içinde "Ebu Bekr, Ali, Abdullah ibn Mes'ûd, Abdullah ibn Umer, Ebu Zerr el-Ğifârî, Ebu Huzeyfe'nin kölesi Sâlim, el-Mikdad ibnu'l-Esved, Selman el-Fârisî ve Ma'kil ibn Mukarrin"in de isimlerini sayar. (İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette ise İbn Umer ve Ma'kil yerine Umer ibnu'l-Hattâb, Osman ibn Maz'ûn ve Ammâr ibn Yâsir'in isimleri geçer.[158]

Vâhidî rivayeti şöyle devam ediyor: Onların bu kararlarından haberdar olan Peygamber (sas) kendilerini çağırır ve onlara sorar: "Şöyle şöyle yapmaya karar verdiğiniz bana haber verilmedi mi?" "Evet ey Allah'ın elçisi öyle kararlaştırdık ve fakat biz bununla sadece hayır murad ettik." derler. Allah'ın Rasûlü (sas) şöyle buyurur: "Ben bununla emrolunmadım; nefislerinizin sizin üzerinizde hakkı vardır. O halde oruç tutunuz ve iftar ediniz (bazı günler oruç tutmayınız), geceleri kalkıp ibadet ediniz ve uyuyunuz. Ben, gecenin bir kısmını ibadetle ihya ederken bir kısmında da uyuyorum, bazı günler oruç tutuyorum, bazı günlerde de tutmuyorum, et de yiyorum yağ da. Kim benim sunnetimden yüz çevirirse benden değildir."

Sonra Rasûl-i Ekrem (sas) Mescid-i Nebevî’ye çıkıp insanlara hitâben şöyle buyurdular: "Bir kısım insanlar neden kadınları, yemeği, hoş kokuyu, uykuyu ve dunya lezzetlerini kendilerine haram kılıyorlar? Ben, hiçbir şekilde size rahibler ve papazlar olmanızı emretmiyorum. Benim dinimde et ve kadınların terkedilmesi yoktur, manastırlara kapanmak yoktur. Ummetimin seyahati oruçtur. Ruhbanlığı da Allah yolunda cihâd etmektir. Siz, Allah'a kulluk edin, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, haccedin, umre yapın, namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Ramazan orucunu tutun. Sizden öncekiler dinlerini kendilerine zorlaştırdıkları için helâk oldular. Onlar dinlerini kendilerine zorlaştırdılar, Allah da onlara zorlaştırdı. İşte bakın onların son kalıntıları manastırlardadırlar." ve bunun üzerine Allah Tealâ da (cc) bu âyet-i kerimeleri indirdi. Bu âyetin inmesi üzerine: "Ey Allah'ın elçisi, böyle böyle yapacağımıza dair yemin etmiştik. Şimdi bu yeminlerimiz ne olacak?" dediler de Allah Tealâ (cc): "Allah, sizi yeminlerinizdeki lağvden dolayı muâhaze etmez..." (Mâide, 5/89) âyet-i kerimesini indirdi.[159]

2. Ebu Umâme el-Bâhilî'den rivayette o şöyle anlatıyor: Allah'ın Rasûlü (sas) ile birlikte seriyyelerden birisine çıkmıştık. Bir adam (içimizden biri) bir mağaraya uğramış. İçinde bir mikdar su varmış. İçinden geçirmiş ki burada dunyadan ve insanlardan ayrı yaşasa, içindeki suyla ve mağaranın çevresinde bulacağı bakliyat türünden yiyeceklerle kifaf-ı nefs etse." Ama daha sonra düşünüp bunu Allah'ın Rasûlü'ne (sas) sormaya, eğer o buna izin verirse o zaman yapmaya karar vermiş.

Bu kişi gelip Rasûlullah'a (sas): "Ey Allah'ın elçisi, ben bir mağaraya uğradım. Orada benim kifaf-ı nefs edebileceğim kadar su ve bakliyat türü yiyecek vardı. Kendi kendime düşündüm ki orada ikâmet edeyim ve dunyadan kendimi soyutlayayım, ne dersin?" dedi. Peygamber (sas): "Ben, yahudilikle veya hristiyanlıkla gönderilmedim. Ben, musamahalı hanif dini ile gönderildim. Muhammed'in nefsi kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki Allah yolunda bir sabah veya öğleden sonra yürüyüşü dunya ve içindekilerden daha hayırlıdır. Sizden birinin savaşta birinci safta durması altmış sene namaz kılmasından daha hayırlıdır." buyurdular..[160] Musned'de nuzûl kaydı olmadan anlatılan bu hadise Kurtubî tarafından bu âyet-i kerimenin nuzûl sebebi olarak zikredilmiştir.[161]

3. Taberî ve Suyûtî'nin tefsirlerinde İbn Zeyd ve Zeyd ibn Eslem'den nakledildiğine göre bir gün Abdullah ibn Revâha Peygamber'in (sas) yanında iken akrabalarından birisi onun evine misafir gelmiş. Bir süre sonra eve gelen Abdullah ibn Revâha hanımına, misafirine yemek ikram edip etmediğini sormuş. Hanımı: "Yemek az idi. Senin gelmeni bekledim." demiş. Misafirine ikramda bulunulmamasına kızan Abdullah hanımına: "Misafirimizi benim yüzümden aç olarak habsettin. Eğer tadarsam senin yemeğin bana haram olsun." deyince hanımı da: "Sen yemedikçe eğer ben de yersem o yemek bana da haram olsun." demiş. Abdullah ve hanımı arasındaki konuşmalara muttali olan misafiri: "Siz yemedikçe o yemek bana da haram olsun." demiş. Misafirin bu tavrı üzerine Abdullah hanımına: "Getir yemeği. Besmele çekin ve yiyin" deyip yemeği yemiş. Sabah olunca da Peygamber'e (sas) gelip akşam evde olanları haber vermiş. Efendimiz (sas): "Güzel yapmışsın." buyurmuş ve "Allah sizi yeminlerinizdeki lağvden dolayı muâhaze etmez..."e kadar olmak üzere "Ey iman edenler, Allah'ın size helâl kılmış olduğu hoş ve temiz şeyleri kendinize haram kılmayın ve haddi aşmayın..." âyetleri nazil olmuş.[162]

4. İkrime'nin İbn Abbâs'tan rivayetine göre ise Allah'ın Rasûlü'ne (sas) bir adam gelmiş ve: "Ben et yediğim zaman kadınlara arzum şiddetleniyor, şehvetim bana ğâlib geliyor ve kendimi tutamıyorum. Bu sebeble kendime eti haram kıldım." demiş de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş.[163]



89. Allah sizi yeminlerinizdeki lağvden dolayı muâhaze etmez. Ama bile bile ettiğiniz yeminlerden sorumlu tutar. Onun keffâreti; ailenize yedirmekte olduğunuzun ortalamasından on miskini yedirmek, yahut giydirmek veya bir köle azat etmektir. Kim de bunları bulamazsa üç gün oruç tutar. İşte bu, yemin ettiğiniz vakit yeminlerinizin keffâretidir. Yeminlerinizi muhâfaza edin. Şukredesiniz diye Allah âyetlerini size işte böylece açıklar.

Ummu’l-Mu’minin Aişe'den rivayete göre bu âyet-i kerime bir kimsenin "Evet vallahi, hayır vallahi" diye yemin kasdı olmaksızın yemin etmesi hakkında nazil olmuştur.[164] Bu âyet-i kerime, aynı zamanda yeminlerin bozulması halinde bir keffâret getirmesi sebebiyledir ki Aişe'den gelen başka bir rivayette de babası Ebu Bekr'in, bu âyetin inmesine kadar hiçbir yemininden dönmediği, bu âyet-i kerimenin nuzûlü ile "Eğer yemin eder de yeminimden başkasını daha hayırlı görürsem Allah'ın verdiği bu ruhsatı kabul eder ve o daha hayırlı olanı işlerim." dediği nakledilmektedir.[165]

İbn Abbâs'tan rivayete göre ise bundan hemen önceki âyetlerin nuzûlüne sebeb olanların (Osman ibn Maz'ûn ve arkadaşları, ya da Abdullah ibn Revâha'nın) "Ey Allah'ın elçisi, peki bu hususta ettiğimiz yeminler ne olacak?" diye sormaları üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş ve yeminlerini keffâretlemekle emrolunmuşlardır.[166] Aişe'den gelen rivayet sanki âyet-i kerimenin hukmüne kimlerin girdiğinin beyanı gibi iken İbn Abbâs'tan gelen rivayet, âyet-i kerimenin öncesine göre nuzûl sebebi olmaya daha uygun görünmektedir.[167]



90. Ey iman edenler, içki, kumar, tapınmaya mahsus dikili taşlar ve fal okları şeytanın işinden birer murdardırlar. Bunlardan kaçının ki felaha eresiniz.

91. Şeytan ancak içki ve kumarda aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?

Ebu'l-Kamûs Zeyd ibn Ali'den rivayet ediliyor: Allah Tealâ (cc) içki hakkında üç kere vahiy indirdi. Ondan ilk indirileni "Sana içki ve kumarı soruyorlar. De ki: O ikisinde çok büyük bir günah ve insanlara bazı yararlar vardır. Ama günahı yararından daha büyüktür." (Bakara, 2/219) Bu âyetin gelmesiyle muslumanlardan içki içmek isteyenler yine de içmeye devam ettiler. İki musluman içki içip namaza başladılar ve okudukları anlaşılmaz bir şekilde okudular (ya da okuyacaklarını şaşırdılar da yanlış okudular). Bunun üzerine Allah Tealâ (cc): "Ey iman edenler, sizler, söylediğinizi bilir hale gelinceye kadar sarhoşken namaza yaklaşmayın." âyetini indirdi. Bundan sonra da bazıları içki içmeye devam etti ve fakat namaz esnasında içmeyi bıraktı. Nihâyet bir gün birisi içki içip sarhoş oldu ve Kureyşlilerin Bedr'de ölenlerine ağıt yakmaya başladı. Peygamber'e (sas) bu durum haber verilince büyük bir telâşla oraya geldi. Peygamber (sas) o sarhoş adamı o halde görünce elindekini ona vurmak üzere elini kaldırdı. Adam o anda ayıktı ve: "Allah'ın ve Rasûlü'nün ğazabından Allah'a sığınırım. Allah'a yemin ederim ki bir daha asla içmeyeceğim." dedi. Allah Tealâ (cc) bu hadise üzerine "Artık onları bıraktınız değil mi?"ye kadar olmak üzere, içkiyi haram kılan: "Ey iman edenler içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları şeytanın işlerinden bir pisliktir..." âyetini indirdi. Umer ibnu’l-Hattâb âyetteki "Artık onları bıraktınız değil mi?" kısmını duyunca "Bıraktık, bıraktık." dedi.[168]

Şa'bî'den rivayete göre ise içki hakkında dört âyet nâzil olmuştur. Buna göre yukarda geçen üç âyete ilâve olarak "Hurma ağaçlarının meyvesinden ve üzümlerden de içki ve güzel bir rızık edinirsiniz..." (Nahl, 16/67) âyeti de içki hakkında nazil olan âyetlerdendir.[169]

İçki içip sarhoş olununca namaz kılmama hukmüne dayanak olan Nisa 43 âyeti ile içkinin kesin olarak haram kılındığı hukmüne dayanak olan bu Mâide 90 âyetinin nuzûl sebebinde en meşhur rivayet şudur:

Suddî'den rivayet ediliyor: Sana içkiyi ve kumarı sorarlar..." âyeti nazil olunca bazı kimseler yine de içki içmeye devam ettiler. Nihâyet bir gün Abdurrahman ibn Avf bir yemek hazırlayıp içlerinde Ali ibn Ebî Tâlib'in de bulunduğu bazı sahabîleri yemeğe davet etti. Davette yediler, içtiler, namaza kalktılar da imam olan Abdurrahman namazda "De ki: Ey o kâfirler! Ben elbette sizin tapındığınıza tapınmam..." sûresini okudu ama ne kendisi anladı ne de Ali. Bunun üzerine Allah Tealâ (cc) "Ey iman edenler, sizler ne söylediğinizi bilir hale gelinceye kadar, sarhoşken namaza yaklaşmayın." (Nisa, 4/43) âyetini indirdi. Bu âyetin inişinden sonra da içki haram kılınmamış olduğu için bazıları içmeye devam etti. Ancak sabah namazından gün yükselinceye veya öğleye kadar içmezler ve öğle namazına ayık olarak kalkarlardı. Sonra yatsı namazını kılıncaya kadar yine içmezler, ancak yatsıdan gece yarısına kadar yine içerler ve yatıp uyurlar, sabah namazına kalktıklarında da sarhoşlukları geçmiş olurdu. Bu şekilde de bir süre devam ettiler. Nihâyet bir gün de Sa'd ibn Ebî Vakkas yemek yapıp içlerinde ensârdan birinin de bulunduğu bazı sahabîleri yemeğe davet etti. Onlara ikram etmek üzere deve başı kızartmıştı. Yemeğe buyurun dedi; yediler, içtiler, sarhoş oldular, konuşmaya daldılar. Davette bulunan ensârî, Sa'd'ın bir sözüne öfkelenerek elindeki, etini yemekte olduğu deve çene kemiğini kaldırdığı gibi Sa'd'ın kafasına geçirdi ve Sa'd'ın burnunu kırdı. İşte bunun üzerine Allah Tealâ (cc) "Ey iman edenler, içki, kumar, tapınmaya mahsus dikili taşlar ve fal okları şeytanın işinden bir pisliktir... Artık onları bıraktınız değil mi?" âyetlerini indirdi.[170] Sa'd ibn Ebî Vakkâs'ın burnunun kırıldığı davetin Utbân ibn Mâlik tarafından verildiği, sarhoş olan Sa'd'ın, içinde ensârı hicveden beyitlerin de bulunduğu bir şiir okuduğu, bunun üzerine ensârdan birinin hucumuna uğradığı, burnunun kırılması üzerine gelip Peygamber'e (sas) ensârı şikâyet ettiği ve Peygamber'in de (sas) "Ey Rabbım, içki hakkında bize fayda verecek bir açıklıkla re'yini bildir." diye dua ettiği ve bunun üzerine Allah Tealâ'nın (cc) "Ey iman edenler, içki, kumar, tapınmaya mahsus dikili taşlar ve fal okları şeytanın işinden bir pisliktir... Artık onları bıraktınız değil mi?" âyetini indirdiği ve bunun Ahzâb yani Hendek Ğazvesinden bir kaç gün sonra meydana geldiği rivayeti de vardır.[171]

Katâde'den gelen bir rivayette de şu bilgiler veriliyor: Sana içkiyi ve kumarı soruyorlar. De ki: O ikisinde çok büyük günah ve insanlar için bazı yararlar vardır..." âyetinde Allah Tealâ (cc) içkiyi kötüledi ve fakat haram da kılmadı. İçkiyi daha bir şiddetle kınama zamanı gelince de Nisa Sûresindeki "Ey iman edenler, sizler ne söylediğinizi bilecek hale gelinceye kadar, sarhoşken namaza yaklaşmayın." âyetini indirdi. Bu âyetin inmesinden sonra da bazıları içmeye devam ettiler, ancak namaz vakti gelince içmezlerdi. Böylece içki değil de sarhoşluk haram kılınmış oldu. Nihâyet Ahzâb (Hendek) savaşından sonra Allah Tealâ (cc) "Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları şeytanın işinden bir pisliktir. Onun için bunlardan sakının ki felaha eresiniz." âyetini indirdi de bu âyetle az olsun çok olsun, sarhoş etsin etmesin içkinin haram kılınması gelmiş oldu.[172]

Bu âyet-i kerime yanında diğer bazı âyet-i kerimelerin de (Lokman, 31/15; Enfâl, 8/1 ve En'âm, 6/52) kendisi hakkında nazil olduğuna dair Muslim'in Ebu Bekr ibn Ebî Şeybe ve Zuheyr ibn Harb kanalıyla bizzat Sa'd ibn Ebî Vakkâs'ın oğlu Mus'ab'tan rivayet ettiği haber şöyledir: Onun hakkında Kur'ân'dan âyetler nazil olmuştur. Sa'd'ın annesi "Sa'd dininden dönünceye kadar konuşmamaya, yememeye, içmemeye yemin etmiş ve: "Allah'ın sana ana babanı vasıyyet ettiğini iddia ediyorsun değil mi? O halde ben annenim ve sana bunu emrediyorum." demiş. Üç gün yemeden içmeden durmuş ve sonunda dayanamayıp bayılmış. Kadına bir şey yedirmek istediklerinde ağzını zorla açar, bir sopa ile açık tutar ve öyle yemeği ağzına akıtırlarmış. Nitekim bayıldığında da kadının Umara adındaki oğlu gelmiş, annesine zorla su içirmiş; ayılan kadın Sa'd'a beddua etmeye başlamış da Allah Tealâ (cc) "Biz insana ana babasına güzellikle davranmasını tavsiye ettik. Ama şayet seni Bana ortak koşmaya zorlayacak olurlarsa onlara itaat etme..." (Lokman, 31/15) âyet-i kerimesini indirmiş.

Sa'd kendisi anlatıyor: Allah'ın Rasûlü (sas) büyük bir ğanimet ele geçirdi. Baktım ğanimetler içinde bir kılıç var, hoşuma gitti ve aldım, Rasûlullah'a (sas) getirdim: "'Ey Allah'ın elçisi, bu kılıcı bana ver. Savaşta halimi; neler yaptığımı biliyorsun" dedim. "Onu aldığın yere geri koy." buyurdular. Efendimizin yanından ayrıldım, ğanimetlerin bulunduğu yere gittim, kılıcı ğanimetlerin toplandığı yere atmak istedim ama nefsim beni ayıpladı ve kılıcı atmadan geri döndüm, Peygamber'e (sas) tekrar geldim ve: "Ey Allah'ın elçisi onu bana ver." dedim. Sesini biraz daha yükselterek: "Onu aldığın yere koy." buyurdular. Bunun üzerine Allah Tealâ (cc): "Sana ğanimetleri soruyorlar..." (Enfâl, 8/1) âyet-i kerimesini indirdi.

Bir keresinde hastalanmıştım, Rasûlullah'a (sas) haber gönderdim de beni ziyarete geldi, "Bırak malımı istediğim gibi, istediğim yerlere taksim edeyim." dedim. Kabul etmedi. Ben: "Yarısını taksim edeyim." dedim, yine kabul etmedi, ben: "O halde üçte birini taksim edeyim." dedim, susup takrir buyurdular. Daha sonra üçte biri dilediği yerlere taksim etmek caiz kılındı.

Ensâr ve muhâcirlerden bir grubun yanına gitmiştim. Bana: "Gel sana yemek yedirelim, içki ikram edelim." dediler. Bu, içki haram kılınmazdan önceydi. Onlarla birlikte bir bahçeye vardık. Baktım kızartılmış bir deve kellesi ve bir tulum içki var. Onlarla birlikte yedim, içtim. Bir ara aralarında ensâr ve muhâcirler anıldı, ben: "Muhâcirler, ensârdan daha hayırlıdır." dedim. Bir adam kalktı, devenin çene kemiklerinden birini aldı ve onunla bana vurdu, burnumu yaraladı (bir rivayette burnuma vurdu ve yardı). Rasûlullah'a (sas) geldim ve olanları haber verdim ve Allah Tealâ (cc) benim hakkımda içkinin haramlığını bildiren "Ey iman edenler, içki, kumar, tapınmaya mahsus dikili taşlar ve fal okları şeytanın işinden birer murdardırlar..." âyet-i kerimesini indirdi.[173]

İçkinin kesin olarak haram kılındığı hukmüne dayanak olan bu âyet-i kerimenin inişine muhtelif vak'alar tekaddum etmiş olmalıdır. Yani sarhoşluk sebebiyle Medîne İslâm toplumunda hoş olmayan vak'alar cereyan edip bunlar çoğalınca bu âyet-i kerime inmiştir. Nitekim bu âyet-i kerimenin nuzûlünden önce meydana gelen ve bu âyetin nuzûl sebebi olarak gösterilen olaylardan birisi de Ali ile Hamza arasında cereyan etmiştir. Hadiseyi Ali ibn Ebî Tâlib şöyle anlatıyor:

Bedr Ğazvesi günü ğanimetinden benim payıma da yaşlı bir deve düşmüş; Allah'ın Rasûlü (sas) humustan bana o yaşlı deveyi vermişti. Daha sonra Rasûlullah (sas) bana bir deve daha verdi, böylece iki devem oldu. Fâtıma ile evleneceğim sıralardı. Bir gün o iki devemi ensârdan birisinin evi yanında ıhtırmıştım. Pazara götürüp satmak üzere üstlerine izhır otu yükleyecektim. Develerin koşumlarını, iplerini ve semerlerini toplayıp develerin olduğu yere yöneldim. Yanımda da düğün yemeği vermek için kendisinden yardım istediğim Kaynukâ Oğulları kuyumcularından birisi vardı. Meğer Hamza ibn Abdulmuttalib ve arkadaşları develerimi yanında ıhtırdığım evde içki içiyorlarmış. Yanlarında bir de şarkıcı cariye varmış. Cariye Hamza'yı, onun kahramanlığını ve cömertliğini öven bir şarkı söylemiş. Bu şarkı üzerine Hamza kılıcını çekip iki devemin de hörgüçlerini kesmiş, böğürlerini deşmiş, ciğerlerinden de bir parça kesip almış. Develerimin yanına döndüğümde ne göreyim; ikisinin de hörgüçleri kesilmiş, böğürleri deşilmiş, ciğerleri kesilip alınmış. Bu manzarayı görünce üzüntümden gözlerime hakim olamadım. Oradakilere: "Bunu kim yaptı?" diye sordum. "Hamza yaptı. Şimdi o şu evde arkadaşları ile içki içiyor. Yanlarında bir de şarkıcı bir cariye var. Cariye bir şarkısında Hamza'yı, onun kahramanlığını ve cömertliğini öven şeyler söyleyince kalktı, kılıcını aldı ve senin develerinin hörgüçlerini kesti, böğürlerini deşti ve ciğerlerinden birer parça kesip aldı." dediler." Ali ibn Ebî Tâlib anlatmaya şöyle devam eder: "Oradan ayrılıp Peygamber'in (sas) yanına geldim. Zeyd ibn Hârise de Efendimiz'in yanındaydı. Allah'ın Rasûlü (sas), başıma olumsuz bir şey geldiğini anlayıp: "Sana ne oldu?" diye sordu. Ben: "Ey Allah'ın elçisi, bugünkü gibisini hiç görmemiştim; Hamza iki deveme saldırıp onların hörgüçlerini kesmiş, böğürlerini deşmiş, şimdi de bir evde arkadaşları ile birlikte içiyorlar." dedim. Allah'ın Rasûlü (sas) ridâsını isteyip giyindi, sonra yürümeye başladı. Ben ve Zeyd ibn Hârise de peşinden. Nihâyet Hamza'nın bulunduğu eve geldi, girmek için izin istedi. Girmesine izin verdiler. Bir de baktı ki içerde içki içiyorlar. Allah'ın Rasûlü (sas), yaptığından dolayı Hamza'yı kınamaya başlıyordu ki onun sarhoş ve gözlerinin kıpkırmızı olduğunu gördü. Hamza, Rasûlullah'a döndü, ona baktı, Efendimiz'i gözleriyle aşağıdan yukarıya süzdü ve onun yüzüne bakarak: "Sizler babamın kölelerinden başka nesiniz ki!" dedi. Allah'ın Rasûlü (sas), onun sarhoş olduğunu anlayıp onu kınamaktan vazgeçti, gerisin geri döndü, dışarı çıktı, biz de peşinden çıktık." Ravi der ki: İşte bu hadise de içkinin haram kılındığı âyet-i kerimenin inmesini gerektiren sebeblerdendir.[174] Muslim, nuzûl kaydı olmaksızın bu hadisi tahric etmiştir.[175]

Bu olaylardan birisi de içkinin ve içki içerek sahoş olmanın muslumanlar arasında yeniden kin ve düşmanlığa sebeb olması yönüne işaret etmektedir. Saîd ibn Cubeyr'in İbn Abbâs'tan rivayetine göre ensârdan iki kabileye mensup bazıları içki içmişler, sarhoş olmuşlar ve sarhoş haldelerken birbirlerine hoş olmayan şakalar yapmışlar. Sarhoşlukları geçince o esnada yapılan şakaların izlerini yüzlerinde, başlarında, sakallarında görünce düştükleri duruma kızıp: "Bunu bana filân filân kardeşim mi yaptı! Eğer gerçekten benim dostum olsaydı bana bunları yapmazdı." demeye ve ona karşı içinden bir öfke ve kin duymaya başlamıştı. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[176]

Bu âyet-i kerimenin nuzûlü ve içkinin kesin olarak haram kılınmasının vaktine gelince; Hicretin üçüncü senesi Uhud Ğazvesinden sonradır. Malûm olduğu üzere Uhud Ğazvesi de Hicretin üçüncü senesi Şevval ayında meydana gelmiştir.[177]



93. İman edip de güzel güzel ameller işleyenler, (haramlardan) sakındıkları, iman edip güzel güzel ameller işledikleri, sonra yine takvâ üzere olup iman ettikleri ve güzel güzel ameller işledikleri takdirde (önceden) tattıklarında üzerlerine hiçbir suç yoktur. Allah muhsinleri sever.

Ebu Davud et-Tayâlisî'nin kendi isnadıyla el-Berâ (ibn Azib)'den rivayetinde o şöyle anlatıyor: İçkinin haram kılındığına dair âyet nazil olunca "Haram kılınmazdan önce içenlerin durumu nasıl olacak?" diye sordular da bu âyet nazil oldu.[178]

İbn Abbâs'tan rivayette de içki ve kumarın haram kılındığını bildiren âyet nazil olup da içki ve kumarın "şeytanın işinden bir pislik ve murdar olduğu" bildirilince bazı muşkilpesent kimselerin: "Madem içki şeytanın işinden bir pisliktir. O halde daha önceleri, bu bize bildirilmezden önce içki içen, sonra da karnında içki ile Bedr'de ve Uhud'da ölenlerin durumu ne olacak?" demeleri üzerine Allah Tealâ (cc): "İman edip de güzel güzel ameller işleyenler, (haramlardan) sakındıkları, iman edip güzel güzel ameller işledikleri, sonra yine takvâ üzere olup iman ettikleri ve güzel güzel ameller işledikleri takdirde (önceden) tattıklarında üzerlerine hiçbir suç yoktur." âyet-i kerimesini indirmiştir.[179] Katâde'den gelen rivayette Peygamber'e (sas) bu soruyu soran kimselerin: "Biz, içki içip de haram kılınmazdan önce Bedr'de ve Uhud'da ölen kardeşlerimizin cennet ehlinden olduklarına şehâdet ederiz." dedikleri ayrıntısı da yer almaktadır.[180]

Hammâd kanalıyla Enes ibn Mâlik'ten rivayetiyle gelen bir haberde de hem içkinin haram kılındığını, hem de bu haram kılınmadan önce içen ve ölenlerin içki yüzünden kazandıkları günahın bağışlandığını haber veren âyetlerin nuzûlü hadisesini o şöyle anlatıyor:

İçki haram kılındığı gün Ebu Talha'nın evinde, oradakilere içki dağıtan bendim. Ebu Talha, Ebu Ducâne, Muâz ibn Cebel, Suheyl ibn Beydâ, Ebu Ubeyde ibnu'l-Cerrâh ve Ubeyy ibn Ka'b'ın da bulunduğu ensârdan bir grup içki içiyorlardı. O zamanda onların içkileri hurma kurusundan yaptıkları fadîh denilen bir içkiden ibaretti. Dışardan bir munâdînin bir duyuruda bulunduğunu işittik. Ebu Talha bana: "Çık bir bak." dedi. Çıktım, baktım birisi bağırıyor: "Ey insanlar uyanık olunuz, içki haram kılındı." Ravi der ki: Medîne sokaklarında o gün adeta içki aktı. Enes anlatmaya şöyle devam ediyor: Ebu Talha bana: "Çık, içkileri sokağa dök." dedi. Ben de çıktım ve içkileri dışarı (sokağa) döktüm. Bazı kimseler: "Filân filân karınlarında içki ile öldüler (peki onların durumu ne olacak)?" dediler de bunun üzerine Allah Tealâ (cc) “İman edip de güzel güzel ameller işleyenler, (haramlardan) sakındıkları, iman edip güzel güzel ameller işledikleri, sonra yine takvâ üzere olup iman ettikleri ve güzel güzel ameller işledikleri takdirde (önceden) tattıklarında üzerlerine hiçbir suç yoktur” âyet-i kerimesini indirdi.[181]

Aynı hadise Taberî tefsirinde Katâde kanalıyla yine Enes ibn Mâlik'in ağzından ayrıntılarda küçük farklarla şöyle nakledilmektedir:

Ben bir içki meclisinde kadehleri Ebu Talha, Ebu Ubeyde ibnu'l-Cerrâh, Muâz ibn Cebel, Suheyl ibn Beyzâ ve Ebu Ducâne arasında dolaştırıyordum. İçtikleri hurma şarabından dolayı bir kısmı sızmış, başları yana düşmüştü. O sırada dışardan bir munâdînin: "Ey insanlar, uyanın, içki haram kılındı." diye bağırdığını duyduk. Meclisimize dışardan ne kimse girdi, ne de meclisten kimse dışarı çıktı. Hemen içkileri döktük, içki kaplarını kırdık; kimimiz abdest aldı, kimimiz gusletti, Ummu Suleym'in kokularından sürünüp içki kokusunu giderdik, sonra da Mescid-i Nebevî’ye gitmek üzere meclisten çıktık. Bir de Mescide vardık ki Allah'ın Rasûlü (sas) "Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları şeytanın işinden bir pisliktir. Onun için bunlardan sakının ki felaha eresiniz." âyetini okuyor. Bir adam: "Ey Allah'ın elçisi, bizden, içki içerken daha önce (bu haram kılmadan önce) ölenin yeri (makamı) ne olacak?" diye sordu da Allah Tealâ (cc) "İman edip de güzel güzel ameller işleyenler, (haramlardan) sakındıkları, iman edip güzel güzel ameller işledikleri, sonra yine takvâ üzere olup iman ettikleri ve güzel güzel ameller işledikleri takdirde (önceden) tattıklarında üzerlerine hiçbir suç yoktur." âyet-i kerimesini indirdi. O sırada mecliste bulunan bir adam Katâde'ye: "Sen bunu Enes ibn Mâlik'ten işittin mi?" diye sordu. Katâde: "Evet. Bir adam da Enes ibn Mâlik'e: "Sen bunu Allah'ın Rasûlü'nden işittin mi?" diye sormuş da o: "Evet, bana bunu yalan söylemeyen (Allah'ın Rasûlü) nakletti. Allah'a yemin ederim ki biz yalan söylemezdik, yalan nedir de bilmezdik." demiş." diye cevab vermiş.[182]

Bu rivayetlerin muhassalası içkiyi, kumarı ve fal oklarıyla fal çekmeyi yasaklayan ve bu yasaktan öncekilerin ma'fuvv olduğunu bildiren bu âyet-i kerimelerin Uhud Ğazvesinden bile daha sonra nazil olduğudur.[183]



94. Ey iman edenler, Allah, görmeksizin kendisinden korkanları ayırt etmek için elinizin ve mızraklarınızın ulaştığı avdan bir şeyle sizi mutlaka imtihan eder. Bundan sonra da her kim haddi aşarsa onadır azâb-ı elîm.

İbn Ebî Hatim'in Mukâtil ibn Hayyân'dan rivayetle tahricine göre bu âyet-i kerime Hudeybiye Umresinde (Umretu'1-Kazâ) nazil olmuştur. O sene Peygamber (sas) ve ashâbı Ten'îm'de umre için ihrama girdiklerinde vahşî hayvanlar, kuşlar ve av hayvanları, ellerinin uzanabileceği ve bir güç sarf etmeden tutuverecekleri kadar yakınlarına gelirmiş ve bir imtihan olmak üzere onları tutmaktan veya avlamaktan men'edilmişler.[184]



95. Ey iman etmiş olanlar, sizler, ihramlılar iken avı öldürmeyin. Sizden her kim, kasden onu öldürürse öldürdüğü o hayvanın benzeri bir ceza vardır ki Ka'be'ye ulaşmış bir kurbanlık olmak üzere buna içinizden adaletli iki kişi hukmedecektir. Yahut düşkünlere yemek yedirmek şeklinde keffâret veya onun dengi oruç tutmaktır. Tâ ki yaptığının vebalini tatmış olsun. Allah, geçmiştekileri affetmiştir. Kim de sonradan böyle yaparsa Allah ondan intikâmını alır. Allah Azîz'dir, intikâm sahibidir.

Rivayete göre Hudeybiye senesi Ebu'l-Yusr Amr ibn Mâlik el-Ensârî umre için ihrama girmiş ve ihramlı iken bir yaban eşeği avlayıp öldürmüş de onun hakkında "Ey iman etmiş olanlar, sizler ihramlılar iken avı öldürmeyin..." âyet-i kerimesi nazil olmuş.[185]



100. De ki: "Murdarın çokluğu hoşunuza gitse de murdarla temiz bir olmaz. Öyleyse ey akıl sahipleri Allah'tan takvâ üzere olun ki felâha eresiniz.

Câbir'den rivayete göre Peygamber (sas): "Allah Tealâ (cc) size putlara tapınmayı, içki içmeyi, birbirinizin nesebine ta'n etmeyi haram kılmıştır. Uyanın; içki içene, içki yapmak üzere üzümü (veya hurmayı veya içki yapılan diğer herhangi bir meyveyi) sıkana, içki dağıtana, satana, parasını yiyene lanet olunmuştur." buyurmuş. Bunun üzerine bir bedevi kalkmış ve: "Ey Allah'ın elçisi, ben daha önceleri bunun ticaretini yapardım. İçki satışından epeyce de mal edindim. Allah'a itaat yolunda harcayacak olursam bu mal bana fayda sağlar mı?" diye sormuş da Efendimiz (sas): "Bir hacda veya cihadda veya sadaka olarak harcasan bile Allah katında bir sinek kanadı kadar bile bir değeri yoktur. Allah ancak hoş ve temiz olanı kabul buyurur" buyurmuş. Allah Tealâ da (cc) Rasûlü'nün bu sözünü tasdik anlamında olmak üzere "De ki: "Murdarın çokluğu hoşunuza gitse de murdarla temiz bir olmaz..." âyet-i kerimesini indirmiştir.[186]



101. Ey iman edenler, size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın. Kur'ân indirilirken onları soracak olursanız size açıklanır. Allah bunları affetmiştir. Allah Ğafûr'dur, Halîm'dir.

Bu âyet-i kerimenin nuzûl sebebinde bir kaç rivayet vardır:

1. İbn Abbâs, Suleym oğullarından bir bedeviye: "Ey iman edenler, size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın..." âyeti hangi sebeble nazil olmuştur biliyor musun? diye sorup şöyle devam etti: Bir topluluk, sırf alay olsun diye Peygamber'e (sas) sorular soruyor; meselâ birisi: "Babam kim?" diyor; devesini kaybetmiş olan birisi: "Devem nerede?" diye soruyordu. İşte Allah Tealâ (cc) onlar hakkında bu âyet-i kerimeyi indirdi.[187]

2. Şu'be kanalıyla Enes'den rivayette o şöyle anlatıyor: Peygamber (sas) bir gün öyle bir hutbe okudu ki onun gibisini hiç işitmedim. Buyurdu ki: "Şayet benim bildiklerimi bilseydiniz az güler, çok ağlardınız." Rasûlullah'ın (sas) ashâbı hep yüzlerini örtmüşler (dinlediklerinin etkisiyle) inlemekteydiler. Bir adam kalktı ve: "Benim babam kim?" diye sordu. Efendimiz (sas): "Baban filândır." buyurdular bu âyet-i kerime "Ey iman edenler, size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın." âyeti nazil oldu.[188]

Enes'den gelen bu rivayet Taberî'nin tefsirinde Katâde kanalıyla tahric olunmuştur ve biraz daha ayrıntılıdır. Şöyle ki: Bir gün insanlar Peygamber'e (sas) o kadar çok soru sordular ki sorulardan bunaldı ve minbere çıkıp: "Bugün sorun; ne sorarsanız cevabını vereceğim." buyurdu. Kendisiyle munakaşa edildiği zamanlarda babasından başkasına nisbet edilen bir adam vardı. Kalktı ve: "Ey Allah'ın elçisi, babam kim?" diye sordu. Sahabe onun kalkmasından ve soru sormasından hiç hoşlanmadılar. Ama Allah'ın Rasûlü (sas) onun da sorusuna cevab verdiler ve: "Baban Huzâfe ibn Kays'dır." buyurdular. Peygamber'in (sas) kızdığını anlayan Umer ibnu’l-Hattâb: "Rab olarak Allah'tan, din olarak İslâm'dan, Rasûl olarak Muhammed'den razıyız. Fitnenin kötüsünden Allah'a sığınırız." dedi. Peygamber (sas) şöyle devam etti: "Hayırda ve şerde bugün gibisini görmedim. Bana cennet ve cehennem tasvir olundu da onları duvarın arkasında gördüm." Katâde bu hadis-i şerifi, "Ey iman edenler, size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın." âyet-i kerimesinin yanında, onunla birlikte (ve onun nuzûl sebebi olarak) zikredermiş.[189] Zuhrî'nin rivayetine göre bu hadise üzerine Abdullah ibn Huzâfe es-Sehmî'nin annesi: "Senden daha çok ana-babasına âsî evlât görmedim; Annenin, cahiliye kadınlarının işlediği suçlardan birini işlemiş olmasından ve senin bu sorunla insanlar huzurunda rezil olmayacağından nasıl emin olabilirsin? Vallahi Allah'ın Rasûlü seni siyah bir köleye nisbet etseydi ve baban odur, deseydi senin nesebini ona ilhak ederdim." demiş.[190] Ebu Hureyre'den gelen bir rivayette de Abdullah ibn Huzâfe es-Sehmî'nin bu sorusuna ilâveten başka birisinin de: "Babam nerede?" diye sorduğu ve Efendimiz'in (sas): "Baban cehennemde" diye cevab verdiği ayrıntısına yer verilmektedir.[191] Ki, âyetin "açıklanınca hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın." ifadesine daha uygundur.

3. Ali ibn Ebî Tâlib'den rivayete göre "Ona bir yol bulabilenlerin Beyt'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır..." (Âli İmrân, 3/97) âyet-i kerimesi nazil olunca "Ey Allah'ın elçisi, her sene mi?" diye sordular. Rasûlullah (sas) sustu, cevab vermediler. İkinci kere: "Ey Allah'ın elçisi, her sene mi?" dediler. "Hayır, şayet evet deseydim her sene farz olacaktı." buyurdular ve bunun üzerine Allah Tealâ (cc): "Ey o iman etmiş olanlar, size açıklandığı takdirde hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın..." âyet-i kerimesi nazil oldu[192]

Buhârî'ye bu hadis sorulduğunda "Hadis hasendir ve fakat murseldir. Çünkü hadisin senedinde onu Ali'den rivayet ediyor görünen Ebu'l-Bahterî (adı Saîd'dir) ona ulaşmamıştır." demiştir.[193]

Ebu Hureyre'den rivayette ise bu soruyu soranın ismi de verilmekte. Şöyle ki: Rasûlullah (sas): "Allah sizin üzerinize haccı farz kıldı." buyurunca Mihsan el-Esedî kalkmış ve; "Her sene mi ey Allah'ın elçisi?" diye sormuş. Efendimiz'in (sas) cevabtan yüz çevirmesi üzerine adam iki kere veya üç kere daha sorunca "Bunu soran kim?" buyurmuşlar, "filân kimse." diye adını söylemiş. Efendimiz (sas): "Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki evet deseydim hacc üzerinize her sene vâcib olacaktı. Üzerinize vâcib olsaydı güç yetiremeyecektiniz; güç yetiremeyip terk ettiğiniz takdirde de kâfirler olacaktınız. Ben sizi bıraktığım sürece siz de beni bırakın (ve bana soru sormayın). Sizden öncekiler çok soru sormaları sebebiyle helâk oldular. Ben size bir şey emrettiğimde onu gücünüz yettiğince yapın; bir şeyi yasaklamışsam ondan da sakının." buyurmuş ve Allah Tealâ da (cc) sonuna kadar olmak üzere "Ey iman edenler, size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın..." âyet-i kerimesini indirmiş. Ebu Hureyre'den gelen başka bir rivayette bu soruyu soran Ukkâşe ibn Mihsan el-Esedî[194]; Ebu Umâme el-Bâhilî'den gelen bir rivayette bir bedevî[195], Enes'den gelen rivayette Surâka ibn Mâlik[196], İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette el-Akra' ibn Habis et-Temîmî[197] olarak verilmektedir. Bu hadise bu âyet-i kerimenin nuzûlüne sebeb olduğu kaydı olmaksızın Musned'de de tahric edilmiştir.[198]

Mucâhid'den rivayet edilen habere göre ise Abdullah ibn Huzâfe'nin sorusu ile Ukkâşe ibn Mihsan'in sorusu aynı mecliste olmuştur.[199]

4. Bu âyet-i kerimenin, cahiliye devrinde arabların kendilerine haram kıldığı bahîra, sâibe, vasîle, hâmî gibi hayvanların İslâm'daki hukmünü soranlar hakkında nazil olduğuna dair bir rivayet daha vardır[200] ve aslında hemen peşinden gelen "Allah ne bahîra'dan, ne sâibe'den, ne vasîle'den, ne de hâm'den hiç birini meşru kılmamıştır..." âyet-i kerimesiyle munâsebettar olmakla daha da uygun görünmektedir. Ayrıca bütün bu rivayetler içinde Suyûtî, İbn Abbâs'tan gelen birinci rivayetin senedinin en sahih olduğunu da kaydetmektedir.[201] Belki de bu soruların Peygamber'e (sas) sorulması birbirine yakın zamanlarda olmuş ve âyet-i kerime hepsine birden cevab olarak inmiştir. Öte yandan bu konulardan hangisi ve ne zaman sorulmuş olursa olsun her halde âyet-i kerime Peygamber'in (sas), sorulan soruların çokluğundan bunalması ve ona, çok soru sorulmaması gerektiği siyakında nazil olmuş olmalıdır.[202]



103. Allah ne bahîra'dan, ne sâibe'den, ne vasîle'den, ne de hâm'den hiç birini meşru kılmamıştır. Fakat o kufredenler Allah'a karşı yalan düzerler. Onların çoğu akletmezler.

İbn İshâk der ki: Muhammed ibn İbrahim kanalıyla Ebu Hureyre'den rivayete göre o, Allah'ın Rasûlü'nü (sas) Eksem ibn Cevn el-Huzâî'ye şöyle buyururken işitmiş: Ey Eksem, Amr ibn Luhayy ibn Kamea ibn Handef'i cehennemde bağırsaklarını çeker, sürürken gördüm. Ona senden daha çok benzeyen, sana ondan daha çok benzeyen başka birini görmedim." Eksem: "Ey Allah'ın elçisi, benim ona, onun bana benzemesi bana sakın bir zarar vermesin." dedi de Allah'ın Rasûlü (sas): "Hayır, sen mu'minsin, o kâfir idi. İsmail'in dinini ilk değiştiren, putları ilk diken, bahîra'yı, sâibe'yi ve hâmî'yi ilk koyan ve meşru kılan odur." buyurdular.

İbn Hişâm der ki: Bize bazı ilim erbabı şöyle naklettiler: Amr ibn Luhayy bazı işleri için Mekke'den Şam'a çıkmıştı. el-Balkâ' topraklarında Meâb'a gelince -ki o zamanda orada İmlâk'ın oğulları olan Amâlika vardı- oranın halkının putlara taptıklarını gördü. "Tapınmakta olduğunuz bu putlar da ne?" diye sordu. Onlar: "Biz bu putlara taparız; onlardan yağmur isteriz bize yağmur yağdırırlar, onlardan zafer isteriz bizi zafere ulaştırırlar." dediler. "Bana onlardan birini verir misiniz? Alıp Arab topraklarına götürsem de onlar da ona tapınsalar." dedi, ona Hubel denilen bir put verdiler, Mekke'ye getirip dikti ve insanlara, ona tapınmalarını, saygı göstermelerini emretti.[203]



105. Ey iman edenler, siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olursanız, sapıtmış olanlar size bir zarar veremezler. Hepinizin dönüşü Allah'adır. Yapmakta olduklarınızı size haber verecektir.

Bu âyet-i kerimenin nuzûl sebebinde iki rivayet vardır:

l. Kelbî'nin Ebu Salih'ten, onun da İbn Abbâs'tan rivayetine göre Peygamber (sas) kitab ehlinin cizye vererek dinlerinde kalmasına musaade edip arablara da "ya musluman olursunuz ya da aramızda kılıç hakemdir." buyurunca "bazı kâfirlerden cizyeyi kabul edip bazılarından kabul etmedikleri için" munafıklar, mu'minleri ayıpladılar da bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[204]

Hadise Vâhidî'nin Esbâbu'n-Nuzûl'ünde yine Kelbî, Ebû Sâlih kanalıyla İbn Abbâs'tan biraz daha ayrıntılı olarak anlatılıyor. Şöyle ki:

Allah'ın Rasûlü (sas), başlarında Munzir ibn Sâvî'nin bulunduğu Hecer halkına, onları İslâm'a davet eden bir mektub yazdı. Eğer İslâm'a girmeyi kabul etmezlerse cizye ödeyeceklerdi. Mektub Munzir'e gelip de tebeası olan Arablar, Yahudiler, Hristiyanlar, Sâbiîler ve Mecûsîlere Efendimiz'in mektubunu okuyunca musluman olmak istemediler, cizyeyi kabul ettiler. Peygamber'e (sas) bu haber gelince "Arablar için ya musluman olmak ya da kılıç dışında başka bir şey kabul etme. Kitab ehli ile mecûsîlerden ise cizyeyi kabul et." diye bir mektub daha yazdı. Munzir'in bu ikinci mektubu okumasıyla tebeası olan arablar musluman oldular, ehl-i kitab ile mecûsîler de cizye verdiler. Bunun üzerine munafık arablar: "Muhammed'in işine şaşılır doğrusu; Allah'ın kendisini, musluman oluncaya kadar bütün insanlarla savaşmak üzere gönderdiğini iddia ediyor, sonra da cizyeyi sadece ehl-i kitabdan kabul ediyor. Arab muşriklerinden kabul etmediği cizyeyi Hecer halkı muşriklerinden (mecûsîlerinden) kabul ediyor. Arab kardeşlerimizin cizye vermelerini kabul etmeyip musluman olmaya zorladığı gibi onları da musluman olmaya zorlasaydı ya!" dediler de Allah Tealâ (cc): "Ey iman edenler, siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olursanız, sapıtmış olanlar size bir zarar veremezler..." âyet-i kerimesini indirdi.[205]

Mukâtil’den gelen bir rivayette Peygamber'in (sas) sadece kitab ehlinin cizye vermesini kabul buyurduğu, ancak arabların isteyerek veya istemeyerek (tav'an ev kerhen) musluman olmasından sonra Hecer mecûsîlerinden de cizyeyi kabul ettiği, munâfıkların, Efendimiz'in (sas) bu uygulamasını tenkid ettikleri söylenirken Ebû Sâlih kanalıyla İbn Abbâs'tan gelen başka bir rivayette de Efendimiz'in (sas) bu uygulamasını tenkid edenler Mekke munâfıkları olarak zikredilmektedir.[206]

2. Câbir ibn Zeyd der ki: Birisi musluman olduğunda kâfirler ona: "Atalarını beyinsizler yerine koydun, onların sapıklar mevkiine düşmesine sebeb oldun, şöyle yaptın, şöyle yaptın." diye ayıplarlardı. İşte bunun üzerine Allah Tealâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirdi.[207]



106. Ey iman edenler, herhangi birinize ölüm gelip çattığı zaman vasıyyet anında aranızda ya adalet sahibi iki kişiyi veya yolculukta olup da başınıza ölüm musibeti gelip çatmışsa sizden olmayan iki kişiyi şâhid tutun. Onlardan şubheleniyorsanız, namazdan sonra alıkoyarsınız da Allah'a şöyle yemin ederler: “Akraba bile olsa yeminle hiçbir değeri değiştirmeyeceğiz, Allah'ın şâhidliğini gizlemeyeceğiz, yoksa elbette günahkârlardan oluruz.”

107. Şayet onların aleyhinde gerçekten bir vebale hak kazanmış oldukları ortaya çıkarsa, onların aleyhlerine hak iddia ettikleri iki kişi bunların yerine geçer ve: "Bizim şehâdetimiz onların şehâdetinden daha doğrudur. Biz haddi aşmadık; o takdirde doğrusu biz zâlimlerden oluruz." diye Allah'a yemin ederler.

108. Bu, şehâdeti gereği gibi yapmalarına veya yeminden sonra yeminlerinin reddedileceğinden korkmalarına daha yakındır. Allah'tan takvâ üzere olun ve dinleyin. Allah, günahkârlar güruhunu hidâyete erdirmez.

İbn Abbâs'tan rivayete göre Sehm Oğullarından bir adam, Temîm ed-Dârî ve Adiyy ibn Beddâ' (yine ibn Abbâs'tan gelen başka bir rivayette Adiyy ibn Zeyd,[208] Ancak doğrusu diğeridir.) ile bir yolculuğa çıkmış ve Sehm Oğullarından olan bu kişi yolda, hiçbir muslumanın bulunmadığı bir yerde ölmüş de yol arkadaşları olan Temîm ve Adiyy onun arkada bıraktığı mallarını getirip ailesine teslim etmişler. Ancak eşyaları arasında bulunan altın yapraklarla süslü bir gümüş kadehi kaybetmişler. Allah'ın Rasûlü (sas) bu kadehin kaybolmuş olduğuna dair onlara yemin ettirmiş, yemin etmeleri üzerine de onları bırakmış. Bir süre sonra kadeh Mekke'de ölenin akrabaları tarafından görülüp de kadehi elinde bulunduran kişi onu Temîm ed-Dârî ve Adiyy ibn Beddâ'dan satın aldığını söyleyince ölenin akrabaları gelip "şehâdetlerinin o iki kişinin şehâdetlerinden daha doğru olduğuna ve Mekke'de buldukları kadehin ölen akrabalarına ait olduğuna" şehâdet etmişler ve işte bunun üzerine onlar hakkında "Ey iman edenler, herhangi birinize ölüm gelip çattığı zaman vasıyyet anında aranızda ya adalet sahibi iki kişiyi veya yolculukta olup da başınıza ölüm musibeti gelip çatmışsa sizden olmayan iki kişiyi şâhid tutun..." âyet-i kerimesi nazil olmuş.[209]

İbn İshâk'ın İbn Abbâs kanalıyla bizzat Temîm ed-Dârî'den rivayetine göre o, "Ey iman edenler, herhangi birinize ölüm gelip çattığı zaman vasıyyet anında aranızda ya adalet sahibi iki kişiyi veya yolculukta olup da başınıza ölüm musibeti gelip çatmışsa sizden olmayan iki kişiyi şâhid tutun..." âyeti hakkında "Ben ve Adiyy ibn Beddâ' dışında herkes bu âyetin hukmünden uzaktırlar." demiş. İbn Abbâs bununla ilgili hadiseyi şöyle anlatır: O ikisi hristiyan idiler. İslâm'dan önce ticaret için Şam'a gidip gelirlerdi. Yine bir keresinde ticaret için Şam'a gelmişlerdi. Orada yanlarına yine ticaret maksadıyla oraya gelmiş bulunan, Sehm Oğulları kölelerinden musluman ve muhâcir olan Budeyl ibn Ebî Meryem adında birisi geldi. Yanında kralın istediği kıymetli bir gümüş kadeh vardı. Onunla ticaretini büyütmüştü. Budeyl onlarla beraberken hastalandı ve onlara vasıyyette bulunup ölürse kalan eşyasını ailesine götürmelerini istedi. Bundan sonrasını Temîm şöyle anlatır: Budeyl ölünce o değerli kadehi aldık, bin dirheme sattık ve Adiyy ile aramızda beşyüzer dirhem olarak paylaştık. Sonra da eşyasını ailesine götürüp teslim ettik, "Budeyl bunlardan başka bir şey bırakmadı ve bize bunlardan başka bir şey de vermedi." dedik. Rasûlullah'ın (sas) Medîne-i Munevvere'ye gelmesinden sonra musluman olunca bunu saklamayı günah sayarak Budeyl'in ailesine geldim ve olanları aynen anlatıp "Ben size yalan yere yemin ettim. Ben ve arkadaşım o kabı bin dirheme sattık ve parasını bölüştük." deyip beşyüz dirhemi onlara verdim, sonra da kalan beşyüz dirhemin arkadaşım Adiyy ibn Beddâ'da olduğunu söyledim. Adiyy'i Rasûlullah'ın (sas) huzuruna götürdüler de Efendimiz (sas) Budeyl'in akrabalarından bu konuda bir delilleri olup olmadığını sordu, delil getiremediler. Bunlar üzerine ondan, "kendi dinin kudsal saydıkları bir şey üzerine" yemin etmesini istemelerini emretti. Adiyy'in yemin etmesi üzerine "Şayet onların aleyhinde gerçekten bir vebale hak kazanmış oldukları ortaya çıkarsa, onların aleyhlerine hak iddia ettikleri iki kişi bunların yerine geçer..." âyet-i kerimesi nazil oldu. Bu âyet-i kerime gereğince ölenin akrabalarından iki kişi yemin edince Adiyy'den beşyüz dirhem alınıp ölenin akrabalarına verildi.[210] Tirmizî rivayetinde ölen kölenin Sehm Oğulları kölesi değil, Hâşim Oğulları kölesi olduğu farkı vardır.[211] Ancak meşhur olan, Sehm Oğulları kölesi olmasıdır.

Hadise Katâde, İbn Sîrîn, İbn Cureyc ve daha başkaları kanalıyla İkrime'den bundan daha geniş, daha ayrıntılı olarak nakledilmiştir. Bu kanallardan gelen rivayetlerin ortak noktaları alınmak suretiyle Taberî tefsirinde de yer alan bir rivayete göre ise bu hırsızlık Temîm'in itirafıyla değil, ölen Budeyl’in akrabaları tarafından ortaya çıkarılmıştır.

İkrime şöyle anlatıyor: Adiyy ve Temîm ed-Dârî, câhiliye devrinde Mekke'ye ticaret için gelip giden Lahm kabilesinden iki hristiyan tuccar idiler. Allah'ın Rasûlü (sas) Medîne-i Munevvere'ye hicret edince ticaretlerini Mekke'den Medîne'ye kaydırdılar. Amr ibnu'l-As'ın (veya el-As ibn Vâil es-Sehmî,[212] kölesi İbn Ebî Mâriye (veya İbn Ebî Meryem), ticaret için Şam'a gitmek üzere Medîne-i Munevvere'ye geldi. O da Temîm ve Adiyy ile birlikte yola çıktı. Yolda İbn Ebî Mâriye hastalandı, vasıyyetini eliyle yazıp eşyası içine gizledi, sonra da Temîm ve Adiyy'e vasıyyette bulunup eğer ölürse eşyasını ailesine götürmelerini söyledi. İbn Ebî Mâriye ölünce Adiyy ve Temîm onun eşyasını açtılar, içinden dilediklerini aldılar, sonra da Medîne'ye geri döndüklerinde onun eşyasından kalanları ailesine teslim ettiler. İbn Ebî Mâriye'nin ailesi, kendilerine teslim edilen eşyayı açıp da onu kendi el yazısıyla vasıyyetini eşyanın arasında bulunca vasıyyette yazılı eşyayı kontrol edip onda eksiklik olduğunu gördüler de Temîm ve Adiyy'e: "eksik olan eşyayı sordular. O ikisi: "Bizim ondan aldığımız, size teslim ettiklerimizden ibarettir." dediler. Ölenin ailesi: "Peki, o herhangi bir şey satın aldı veya yanındakilerden herhangi bir şey sattı mı?", "Herhangi bir eşyasını kaybetti mi?", "Herhangi bir ticaret yaptı mı?" sorularına Temîm ve Adiyy hep hayır, cevabı verdiler. Bunun üzerine ölenin ailesi: "İbn Ebî Mâriye'nin eşyasından bir şeyi bulamıyoruz." deyip o ikisini o eşyayı almış olmakla itham ettiler ve dava Peygamber'e (sas) iletildi de Allah Tealâ (cc) "Ey iman edenler, herhangi birinize ölüm gelip çattığı zaman vasıyyet anında aranızda ya adalet sahibi iki kişiyi veya yolculukta olup da başınıza ölüm musibeti gelip çatmışsa sizden olmayan iki kişiyi şâhid tutun..." â-yet-i kerimesini indirdi. Bunun üzerine Allah'ın Rasûlü (sas) bir ikindi namazının akabinde Temîm ve Adiyy'i çağırıp onlardan "Ailesine teslim ettiklerimizden başka İbn Ebî Mâriye'den herhangi bir şey almadık ve aldıklarımızdan hiç bir şey gizlemedik." diye yemin etmelerini istedi ve onlar da yemin ettiler. Aradan bir süre geçmişti ki altınla süslenmiş gümüş bir kap Temîm ve Adiyy'in yanında ortaya çıktı. İbn Ebî Mâriye'nin ailesi: "Bu kap ölümüzün eşyasından mı?" diye sordular. O ikisi: "Evet, ve fakat biz bu kabı ondan satın aldık da yemin ettiğimiz sırada bunu söylemeyi unuttuk. Şimdi ise kendi kendilerimize yalan söylemekten hoşlanmadığımızdan böyle söyledik" dediler. Aralarındaki ihtilâfın giderilmesi için dava, Peygamber'e (sas) iletildi de diğer âyet; "Şayet onların aleyhinde gerçekten bir vebale hak kazanmış oldukları ortaya çıkarsa, onların aleyhlerine hak iddia ettikleri iki kişi bunların yerine geçer ve: "Bizim şehâdetimiz onların şehâdetinden daha doğrudur. Biz haddi aşmadık; o takdirde doğrusu biz zâlimlerden oluruz." diye Allah'a yemin ederler." âyet-i kerimesi nazil oldu. Bunun üzerine Allah'ın Rasûlü (sas) ölenin akrabasından iki kişiye "Temîm ve Adiyy'in, ölen akrabalarının eşyasından bir şey sakladıklarına, kendilerinin ise o eşyayı kendilerine teslim edilen eşya içinde bulamadıklarına, Temîm ve Adiyy'in yanındaki o eşyanın kendilerine ait olup da bulamadıkları o eşya olduğuna." yemin etmelerini emretti.[213] Ölenin kabilesinden Amr ibnu'1-As ve Muttalib ibn Ebî Rifâa es-Sehmî kalktılar ve yemin ettiler.[214] Ölenin akrabalarından olup da yemin edenlerin Abdullah ibn Amr ibnu'1-As ve el-Muttalib ibn Ebî Vedâ'a es-Sehmî olduğu da söylenmiştir.[215]

el-As İbn Vâil es-Sehmî'nin kölesinin ismi Mukâtil’den gelen bir rivayette Budeyl yerine Buzeyl olarak zikredilmektedir.[216]

Daha sonra iyi bir musluman olan Temîm ed-Dârî şöyle dermiş: "Elbette Allah ve Rasûlü doğru söylemişlerdi. O kabı ben almıştım."[217] Bu Temîm ed-Dârî, Temîm ibn Evs ibn Hârice ed-Dârî olup hicretin dokuzuncu senesi musluman olduğuna göre[218] bu âyet-i kerimeler de hicretin dokuzuncu senesi inmiş olmalıdır. Bu olayda adı geçen Adiyy ibn Beddâ' ise musluman olmamış, Hâfız ibn Hacer'in kaydettiğine göre hristiyan olarak ölmüştür.[219] Suyûtî, Zehebî ve İbn Hacer'e dayanarak bu kıssada adı geçen Temîm'in, Temîm ed-Dârî olmayıp başka bir Temîm olduğunu söylemiştir.[220]



[1] Alûsî, Rûhu'l-Ma'ânî, Beyrut tarihsiz, VI.47.
[2] Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, Tahran tarihsiz, XI,132.
[3] Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, VI,22.
[4] Alûsî, age. VI,47.
[5] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr fî İlmi't-Tefsîr, Beyrut 1384/1965, 11,267.
[6] İbnu'l-Cevzî, age. 11,267.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/289.
[7] Vâhidî. Esbâbu'n-Nuzûl. s. 130.
[8] Câmiu’l-Beyân, VI,38-39.
[9] İbnu’l-Cevzî, age. 11,270.
[10] Alûsî, Rûhu'l-Ma'ânî. VI,54.
[11] Kurtubî, age. VI,uo.
[12] Vâhidî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 130.
[13] Taberî age. VI,37.
[14] İbnu'l-Cevzî, age. 11,273-274.
[15] İbnu'l-Cevzî, age. 11,271; Alûsî, age. VI,54.
[16] Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/290-291.
[17] Râzî, age. XI,137.
[18] Taberî, age. VI,51-52; Râzî, age. XI,139.
[19] Taberî, age. VI,51.
[20] Taberî, age. VI,54.
[21] Taberî. age. VI,53.
[22] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 5/2; İman, 33; Meğâzî, 77; Muslim, Tefsir, 3-5; Tirmizî, Tefsir, 5/1,2, hadis no: 3043, 3044; Neseî, İman, 18; Menâsik, 194; Ahmed ibn Hanbel, Musned, 1,27.39.
[23] Taberî, age. VI,54.
[24] İbnu'l-Cevzî, age. 11,287.
[25] Kurtubî, age. VI,41.
[26] İbnu'l-Cevzî, age. 11,285; Kurtubî, age. VI,42.
[27] Taberî, age. VI.48.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/292-294.
[28] Taberî, age. VI,57.
[29] Muslim, Libâs, 82.
[30] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,135.
[31] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,136.
[32] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,136.
[33] Vâhidî, Esbâbu'n-Nuzûl, s, 132.
[34] Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/294-295.
[35] Râzî, age. XI,149.
[36] İbnu'l-Cevzî, age. 11,297.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/296.
[37] Ebu Bekr Abdullah ibn ez-Zubeyr el-Humeydî, el-Musned, tah: Habîbu'r-Rahmân el-A'zamî, Beyrut tarihsiz, 1,88-89, hadis no: 165.
[38] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,137.
[39] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl. 1,137-138.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/297-298.
[40] Taberî, age. VI,91.
[41] Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, Tahran tarihsiz, XI,180.
[42] İbnu'l-Cevzî, age. 11,307.
[43] Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/299.
[44] İbn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye, Mısır 1375/1955, 11,205-206. Ayrıca bak: Buhârî, Meğâzî, 31,32; Muslim, Fedâil, 13,14; Ahmed ibn Hanbel. Musned, ni,390.
[45] Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, VI,157.
[46] Muslim, Fedâil, 13,14.
[47] İbn Hişâm, age. 11,205-206.
[48] Taberî, age. VI,92-93.
[49] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,139.
[50] Taberî, age. VI,93-94; İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, III,59.
[51] İbn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye, 11,190.
[52] Kurtubî, age. VI,74.
[53] Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/300-302.
[54] Taberî, age. VI,103-104.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/303.
[55] Taberî, age. VI,105-106.
[56] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,141.
[57] Ebu Abdullah Muhammed ibn Ahmed el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, Beyrut 1408/1988,11,7.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/303-304.
[58] Taberî, age. VI,107.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/304.
[59] Ebu Davud, Hudûd, 3, hadis no: 4364-4370.
[60] Bütün bu ayrıntılar için bak: Muslim, Kasâme, 9-14; Buhârî, Vudû, 66; Hudûd, 15; Zekât, 8, 9, 68; Diyât, 22; Tıbb, 6, 29. Meğâzî, 36; Tirmizî, Tahâre, 55, hadis no: 72; At'ime, 38; Neseî, Tahrîmu'd-Dem, 8, hadis no: 4026-4031: İbn Mâce, Hudûd, 20; Ahmed ibn Hanbel, Musned, 111,163, 177,198; Taberî, Câmiu'l-Beyân, VI, 133-134; Kurtubî, age. VI.97-98.
[61] Râzî, age. XI,214; İbnu’l-Cevzî, age. 11,344.
[62] Kurtubî, age. VI,98.
[63] İbnu'l-Cevzî. age. 11,343.
[64] Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/304-306.
[65] Vahidî, age. s. 134.
[66] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,129.
[67] Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/307.
[68] Taberî, age. VI,149.
[69] Ahmed ibn Hanbel, Musned, n.177-178.
[70] Buhârî, Hudûd, 12; Muslim, Hudûd, 8-9; İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, III,104.
[71] Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/307.
[72] Ebu Bekr Abdullah ibn ez-Zubeyr el-Humeydî, el-Musned, tah: Habîbu'r-Rahmân el-A'zamî, Beyrut tarihsiz, 11,541-542, hadis no: 1294, 1295.
[73] Taberî, age. VI,150.
[74] Râzî, age. XI,233.
[75] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili Türkçe Mealli Tefsir, Ankara 1960,111,1683.
[76] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 3/6.
[77] Muslim, Hudûd, 26.
[78] Muslim, Hudûd, 28; Taberî, age. VI,150.
[79] Taberî, age. VI,151.
[80] Taberî, age. VI,152. Bu konudaki rivayetler için ayrıca bak: Buhârî, Hudûd, 37 Tevhîd, 51; Muslim, Hudûd, 26-28; Ebu Davud, Hudûd, 25, hadis no: 4446-4452; İbn Mâce, Hudûd, 10, hadis no: 2558; Mâlik, Muvatta', Hudûd, 1; Ahmed ibn Hanbel, Musned, 11,5.
[81] Neseî, Kasâme, 7-9, hadis no: 4729; Taberî, age. VI,157.
[82] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,142.
[83] Ahmed ibn Hanbel, Musned, 1,246.
[84] İbnu'l-Cevzî, age. 11,357.
[85] Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/308-313.
[86] Taberî, age. VI,161; Vâhidî, age. s. 135-136.
[87] Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/314.
[88] Taberî, age. VI,161.
[89] Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr, 11,581.
[90] Taberî, age. VI,167.
[91] Taberî, age. VI,165.
[92] Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/314.-316
[93] veya Ka'b ibn Esîd, bak: İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr. 11,374; Vâhidî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 136.
[94] Taberî, age. VI,177.
[95] el-Câmiu li-Ahkâmi'I-Kur'ân, VI,138.
[96] İbnu'l-Cevzî, age. 11,375.
[97] Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/316.
[98] İbnu'l-Cevzî, age. 11,376; Râzî, age. XII,15.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/317.
[99] Taberî, age. VI, 177-178; Vâhidî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 136.
[100] Taberî, age. VI,178.
[101] Taberî, age. VI,178; Alûsî, Rûhu'l-Ma’ânî, VI,156.
[102] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’an,VI,140.
[103] İbnu’l-Cevzî, age. 11,378.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/317-319.
[104] Taberî, age.VI,186.
[105] Vâhidî, age. s. 137.
[106] Kurtubî, age. VI,143.
[107] Taberî, age. VI,186.
[108] Râzî, age. XII,26.
[109] Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/319-320.
[110] Taberî, age. VI,187; Vâhidî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 137-138.
[111] Vâhidî, age. s. 138; İbnu'l-Cevzî, age. 11,385-386 Râzî, age. XII,33.
[112] Kurtubî, age. VI,145.
[113] Vâhidî age. s. 138.
[114] Kurtubî, age, VI,146.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/321-322.
[115] Taberî, age. VI,189; Kurtubî, age. VI,151.
[116] Lubâbu'n-Nukûl, 1,146.
[117] İbnu'l-Cevzî, age. 11,386; Kurtubî, age. VI,151.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/322.
[118] Vâhidî, age. s. 138; Alûsî, Rûhu'l-Ma’ânî, VI,174.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/323.
[119] Alûsî, age. VI,177.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/323.
[120] Suyûtî, Lubâbu’n-Nukûl, 1,147.
[121] Taberî, age. VI,194.
[122] İbnu'l-Cevzî age. 11,392; Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,147.
[123] Alûsî, age. VI,180.
[124] Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/324.
[125] Suyûtî, Lubâbu’n-Nukûl, 1,149.
[126] Vâhidî, age. s. 138-139.
[127] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,147.
[128] Alûsî, age. VI,199.
[129] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 5/4.
[130] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,148.
[131] Vâhidî, age. s. 139.
[132] Vâhidî, age. s. 139.
[133] Râzî, age. XII,49.
[134] Vahidî, age. s. 139.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/324-327.
[135] Taberî, age. VI,uoo.
[136] Alûsî, age. VI,199.
[137] Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/327.
[138] İbnu'l-Cevzî, age. 11,401.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/327.
[139] İbnu'l-Cevzî, age. 11,402.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/327.
[140] Taberî, age. VII,2; İbnu'l-Cevzî, age. 11,409.
[141] Taberî, age. VII,3.
[142] İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, III,157.
[143] Taberî, age. VII,4.
[144] Kurtubî, age. VI,166.
[145] Taberî, age. VII,5.
[146] Vâhidî, age. s. 140.
[147] İbn Kesîr, age. III,159.
[148] Vâhidî, age. 139-140.
[149] İbn Kesîr, age, III,157.
[150] Kurtubî, age, VI,165-166.
[151] Vâhidî, age. s. 140.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/329-331.
[152] Râzî, age, XII,70.
[153] Taberî, age VII,7-8.
[154] Muslim, Nikâh, 6-8.
[155] Buhârî, Nikâh, 1; Muslim, Nikâh, 5.
[156] Taberî, age. VII,8.
[157] Buhârî, Savm, 55; Muslim, Siyam, 181.
[158] İbnu'l-Cevzî, age. 11,410.
[159] Vâhidî age. 141-142.
[160] Ahmed ibn Hanbel, Musned, V,266.
[161] Kurtubî, age. VI,169.
[162] Taberî, age. VII,9; Suyûtî, ed-Durru'l-Mensûr, 111,143.
[163] Vâhidî, age. s. 141.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/332-335.
[164] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 5/8.
[165] Buhârî, Tefsîru'l-Kurân, 5/8.
[166] Taberî, age. VII,10.
[167] Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/335-336.
[168] Taberî, age. 11,211
[169] Taberî, age. 11,212.
[170] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 11,212.
[171] Şihabuddin Mahmud el-Alûsî, Rûhu'l-Ma’ânî, Beyrut tarihsiz, 11,111-112.
[172] Taberî, age. 11,212.
[173] Muslim, Fedâilu's-Sahâbe, 43-44.
[174] Vâhidî, age. s. 143-144.
[175] Muslim, Eşribe, 1,2.
[176] İbnu'l-Cevzî, age. 11,417.
[177] Kurtubî, age. Vl,184-185.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/336-340.
[178] Ahmed Abdurrahman el-Berinâ, Minhatu'l-Ma'bûd fî Tertibi Musnedi't-Tayâlisî Ebî Dâvûd, el-Mektebetu'l-İslâmiyye, (İkinci baskı) Beyrut 1400,11,18.
[179] Taberî, age. VII,23.
[180] Taberî, age. VII,25.
[181] Muslim, Eşribe, 3-10, Ayrıca bak: Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 5/11; Mezâlim, 21; Neseî, Eşribe, 2
[182] Taberî, age. VII,34-35.
[183] Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/340-342.
[184] İbnu'l-Cevzî, age. 11,421; Suyûtî, ed-Durru'l-Mensûr, (11,185).
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/342.
[185] Kurtubî, age. VI,195.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/342-343.
[186] Vâhidî, age. s. 145.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/343.
[187] Buhârî, Tefsîru’l-Kurân, 5/12; Taberî, age. VII.52.
[188] Buhârî, Tefsîru’l-Kur'ân, 5/12.
[189] Taberî, age. VII,52.
[190] Taberî, age. VII,52-53)
[191] Taberî, age. VII,53.
[192] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 5/15, hadis no: 3055. Ayrıca bak: Neseî, Menâsik, 1, hadis no: 2617; İbn Mâce, Menâsik, 2; Dârimî, Menâsik, 4.
[193] Kurtubî, age. VII,213.
[194] Hal tercumesi için bak: İbnu'l-Esîr, Usdu'l-Ğâbe, IV,67-68.
[195] Taberî, age. VII,53.
[196] Râzî, age. XII,106.
[197] Neseî, Menâsik, 1, hadis no: 2618; İbn Mâce, Menâsik, 2, hadis no: 2886.
[198] Ahmed ibn Hanbel, Musned, 11,508. Ayrıca bak: 1,255,291,371,372
[199] Taberî, age. VII,54.
[200] Taberî, age. VII,54.
[201] Lubâbu'n-Nukûl, 1,155.
[202] Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/343-345.
[203] İbn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye, 1,76-77.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/346.
[204] Râzî, age. XII,112.
[205] Vâhidî, age. s. 146.
[206] İbnu'l-Cevzî, age. 11,441.
[207] Kurtubî, age. VI,222.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/346-347.
[208] Vâhidî, age. s. 146.
[209] Buhârî, Vasâyâ, 35; Ebu Davud, Akdiye, 19, hadis no: 3606; Taberî, age. VII,75.
[210] Taberî, age. VII,75; İbnu'l-Esîr, Usdu’l-Ğâbe, rv,5-6.
[211] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 5/19, hadis no: 3059.
[212] İbnu’l-Cevzî, age. 11,445.
[213] Taberî, age. VII,75.
[214] Râzî, age. XII,119-120.
[215] Munzirî Haşiyesinden naklen Ebu Davud, Akdiye, 19,3606 numaralı hadisin dip notunda.
[216] İbnu'l-Cevzî, age. 11.444.
[217] Taberî, age. VII,75; Râzî, age XII,119-120.
[218] İbnu'l-Esîr, Usdu’l-Ğâbe, 1,256.
[219] İbnu'l-Cevzî, age. 11,445.
[220] Lubabu'n-Nukûl, 1,157.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/348-351.
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt