Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Beddua Etmek Câiz mi? Mâsum Birisine Beddua Edilmesi Kul Hakkına Girer mi?

Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Aleykum selam we rahmetullahi we berakatuhu;

Haksız yere mâsum birine beddua etmek O kişiye zulmetmek olduğu gibi tâbi ki hakkına da girmektir. Ayrıca yaptığı bedduanın kendisine dönmesi mevzubahis olur.


Rasûlullah (s.a.v.): "Ben lânetçi olarak gönderilmedim." (Muslim, Birr, 87)

"... Mûmin'e lânet etmek, O'nu öldürmek gibidir. Kim bir mûmine kâfirlik isnâd ederse, bu da Onu öldürmek gibidir" (Buhârî, Edeb, Bab 44, Hadis no : 76)


حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ صَالِحٍ حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ حَسَّانَ حَدَّثَنَا الْوَلِيدُ بْنُ رَبَاحٍ قَالَ سَمِعْتُ نِمْرَانَ يَذْكُرُ عَنْ أُمِّ الدَّرْدَاءِ قَالَتْ سَمِعْتُ أَبَا الدَّرْدَاءِ يَقُولُ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِنَّ الْعَبْدَ إِذَا لَعَنَ شَيْئًا صَعِدَتْ اللَّعْنَةُ إِلَى السَّمَاءِ فَتُغْلَقُ أَبْوَابُ السَّمَاءِ دُونَهَا ثُمَّ تَهْبِطُ إِلَى الْأَرْضِ فَتُغْلَقُ أَبْوَابُهَا دُونَهَا ثُمَّ تَأْخُذُ يَمِينًا وَشِمَالًا فَإِذَا لَمْ تَجِدْ مَسَاغًا رَجَعَتْ إِلَى الَّذِي لُعِنَ فَإِنْ كَانَ لِذَلِكَ أَهْلًا وَإِلَّا رَجَعَتْ إِلَى قَائِلِهَا
قَالَ أَبُو دَاوُد قَالَ مَرْوَانُ بْنُ مُحَمَّدٍ هُوَ رَبَاحُ بْنُ الْوَلِيدِ سَمِعَ مِنْهُ وَذَكَرَ أَنَّ يَحْيَى بْنَ حَسَّانَ وَهِمَ فِيهِ
Ebu'd-Derdâ (r.anh), Rasûlullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
"Kul bir şeye lânet ettiği zaman o lanet semaya yükselir. Fakat (lanet çok korkunç bir hadise olduğundan) gök kapıları (korkularından onu kabul etmek istemezler de) hemen onun önünde kapanıverirler. Sonra yere iner; (fakat) onun önünde yer kapıları da kapanır. Sonra (gidecek bir yer bulamadığından) sağa-sola meyletmeye başlar. (Sağa ya da sola gitmek için de) bir izin bulamayınca (gerçekten lanet edilmeye lâyık) ise lânet edilen kimseye döner. (Lâyık) Değilse lânet edene döner."

Ebu Davud der ki, Mervan, Muhammed, senedinde bulunan Velid b. Rebah'ın aslında Rebah b. Velid olduğunu ve bu hadisi Nemraridan işittiğini söyledi. Yahya İbn Hassan (ondan Velid İbn Rebah diye) bahsetmekle yanılmıştır.

(Ebu Davud, Edeb, Bab 45, Hadis no : 4905)

Lânet etmek, dua yoluyla bir şeyin Allah'ın rahmetinden kovulmasını ve uzaklaştırılmasını istemektir. Belli bir şahsa bu manada kesin bir şekilde lanet etmek asla caiz değildir. Ancak, Ebu Cehil gibi küfür üzere öldüğü kesin olarak bilinen kimselere lanet etmekte bir sakınca yoktur. Binaenaleyh, zina isnadından dolayı, eşler arasında başvurulan lâneüeşme olayında, lanetin yöneltildiği eş kesin bir şekilde belli olmadığından sözü geçen lanetleşmede bir sakınca bulunmadığı gibi, ölüp gitmiş olan bir kafir ya da bid'atçi için: "Eğer küfür üzerinde ya da bid'at üzerinde Ölmüş ise Allah ona lanet etsin" demekte de bir sakınca yoktur. Çünkü bu nevi lanette bir kesinlik (kat'îlik) yoktur. Sadece bir şarta bağlılık (ta'lik) vardır.

"Allah hullecîye de hulle yaptırana da lanet etsin" (Ebû Davud, nikah)
"Allah ribayı, yiyene de yedirene de lanet etsin."
"Allah rüşvet verene de alana da lanet etsin"
"Allah kendini kadınlara benzeten erkeklerle, erkeklere benzeten kadınlara lanet etsin."
"Allah anne ile çocuğunu ayıranlara Iânet etsin"
"Allah saçlarına, başkalarının saçlarını ulayanlara Iânet etsin." (İbn Mâce, ticâret) Mealindeki hadislerdeki Iânet ise muayyen bir şahsa yöneltilmemiştir. Bilakis kimlikleri meçhul kimselere yöneltilmiş bir lanettir. Bu sebeble bu nevi lânetlerde bir sakınca yoktur. (Ebû Said Muhammed el-Hadimi, Berika, III, 241)

Ama müslümana yakışan, hiçbir kimseye Iânet okumamaktır. Çünkü Cenab-ı Hak İblis dahil herhangi bir şeye lânet etmemizi bize vâcib kılmamıştır. Zira Nebi (s.a.v.): "Mûmin sövüp sayıcı lanet edici, hayasızca konuşucu ve edebsiz değildir." (Tirmizî, Birr; Ahmed b. Hanbel, I, 405, 416)


حَدَّثَنَا مُسْلِمُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ حَدَّثَنَا أَبَانُ ح حَدَّثَنَا زَيْدُ بْنُ أَخْزَمَ الطَّائِيُّ حَدَّثَنَا بِشْرُ بْنُ عُمَرَ حَدَّثَنَا أَبَانُ بْنُ يَزِيدَ الْعَطَّارُ حَدَّثَنَا قَتَادَةُ عَنْ أَبِي الْعَالِيَةِ قَالَ زَيْدٌ عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ أَنَّ رَجُلًا لَعَنَ الرِّيحَ وَقَالَ مُسْلِمٌ إِنَّ رَجُلًا نَازَعَتْهُ الرِّيحُ رِدَاءَهُ عَلَى عَهْدِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَلَعَنَهَا فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَا تَلْعَنْهَا فَإِنَّهَا مَأْمُورَةٌ وَإِنَّهُ مَنْ لَعَنَ شَيْئًا لَيْسَ لَهُ بِأَهْلٍ رَجَعَتْ اللَّعْنَةُ عَلَيْهِ
İbn Abbâs (r.anhuma)’den rivâyete göre;
Bir adam Rasûlullah (s.a.v.)’in huzurunda rüzgarı lânetledi.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Rüzgarı lânetleme çünkü O vazifelidir. Her kim lânete hak kazanmayan birine lânet okursa o lânet kendisine döner.”
(Buhârî, Edeb: 38; Tirmizi, Birr, Bab 48, Hadis no: 1978; Ebu Davud, Edeb, Bab 45, Hadis no : 4908)
Tirmizî: Bu hadis hasen garibtir. Bişr b. Ömer’den başka bu hadisi musned olarak rivâyet eden bir kimse bilmiyoruz.


Ebû Zerr (r.anh), Peygamber (s.a.v.)'den şöyle buyururken işitmiştir:
"Hiçbir kimse başka bir kimseye fâsıklık sıfatı atamaz (atmağa hakkı yoktur). Yine böyle diğer bir kimseye küfür sıfatı da atamaz. Şayet atar da attığı kimse atılan fâsıklık veya kâfirliğin sahibi değilse, bu sıfatlar muhakkak atan kimseye döner"

(Buhari, Edeb, Bab 44, Hadis no : 74)

****
وَقَالَ نُوحٌ رَبِّ لَا تَذَرْ عَلَى الْاَرْضِ مِنَ الْكَافِر۪ينَ دَيَّارًا
اِنَّكَ اِنْ تَذَرْهُمْ يُضِلُّوا عِبَادَكَ وَلَا يَلِدُٓوا اِلَّا فَاجِرًا كَفَّارًا
رَبِّ اغْفِرْ ل۪ي وَلِوَالِدَيَّ وَلِمَنْ دَخَلَ بَيْتِيَ مُؤْمِنًا وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِۜ وَلَا تَزِدِ الظَّالِم۪ينَ اِلَّا تَبَارًا
"Nûh dedi ki: “Rabb'im! Yeryüzünde dolaşan bir tek kâfir bile bırakma!”
“Bırakacak olursan, Onlar Senin kullarını yoldan çıkarırlar ve ancak kendileri gibi ahlâksız, günahkâr ve azılı kâfir nesiller yetiştirirler.”
“Rabb'im! Beni, anne-babamı, mûmin olarak evime girenleri, bütün mûmin erkeklerle mûmin kadınları bağışla! Zâlimlerin ise ancak helâkini artır! Köklerini kurut! (Nuh 26 - 28)

Katade diyor ki: "Nuh (a.s.) bu duasını şu vahiy kendisine geldikten sonra yapmıştır. "Nuh'a şöyle vahyedildi: "Daha önce iman etmişlerden başka artık kavminden hiçbir kimse iman etmeyecektir. Yaptıklarından dolayı sakın üzülme." (Hud 36)



فَمَنْ حَٓاجَّكَ فٖيهِ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ فَقُلْ تَعَالَوْا نَدْعُ اَبْنَٓاءَنَا وَاَبْنَٓاءَكُمْ وَنِسَٓاءَنَا وَنِسَٓاءَكُمْ وَاَنْفُسَنَا وَاَنْفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَلْ لَعْنَتَ اللّٰهِ عَلَى الْكَاذِبٖينَ
"Kim, Sana ilim geldikten sonra Seninle, Onun hakkında mucadele ederse, Ona şöyle de: "Gelin çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım sonra yalvaralım da yalancıların üzerine Allanın lanetini dileyelim." (Âl-i İmran 61)

Mubahale (lanetleşme) ayeti olarak bilinen ayetin nuzul sebebi şöyledir:
Mubahale : Bu işe "Lanetleşme" derler ve bunu şöyle yaparlardı. Her iki taraf, kadınları ve çocuklarıyla birlikte bir yerde toplanıp kendi inanç ve iddialarının doğruluğunu savunur ve sonunda "Allah'ım laneti yalancının üzerine olsun." derlerdi. İşte Necranlılar bu âdete uyarak Rasulullah'a da bu şekilde mubahale yapmayı teklif etmişlerdi. Fakat bunun sonucundan korkarak kendi tekliflerinden vaz geçmişlerdir.

İsa (a.s.) ile ilgili bu âyetlerin, Hristiyan olan Necran'lılann, Rasulullaha gelen ve İsa hakkında onunla tartışmak isteyen heyeti hakkında nazil oldukları rivayet edilmiştir.
Necranlılar Rasulullaha gelip Onunla İsa hakkında tartışarak, o zamanın âdetinden olan "Lanetleşme"yi teklif ettiler. İşte bunun üzerine bu âyetler nazil oldu.

Huzeyfe el-Yeman diyor ki: "Necran'ın reislerinden, Âkıb ve Seyyid unvanı verilen kişiler Rasulullaha geldiler. Onunla mubahele yapmak istediler. Fakat bunlardan biri diğer arkadaşına "Bunu yapma, Allaha yemin olsun ki eğer o gerçekten Peygamber ise ve biz de onunla mübahele edersek bundan sonra ne biz kurtuluruz ne de soyumuz." dedi.
Bunun üzerine o iki kişi Rasulullaha dediler ki: "Biz Sana istediğini vereceğiz. Sen bizimle birlikte güvenilen bir kişi gönder. Bizimle güvenilmeyen bir kişi gönderme."
Bunun üzerine Rasulullah: "Ben sizinle beraber, gerçekten güvenilir olan bir kişi göndereceğim." dedi.
Sahabiler bu şerefe nail olmaya hazırlandılar.
Rasulullah buyurdu ki "Kalk ey Ebu Ubeyde b. el-Cerrah." Ebu Ubeyde ayağa kalkınca: "İşte ummetin emin kişisi budur." buyurdu. (
Buhari, K. el-Mağazi, bab: 72; Ahmed b. Hanhel, Musned C. l, Sf: 414)

Sâd b. Ebi Vakkas diyor ki:
"Bu âyet-i kerime nazil olunca, Rasulullah Ali'yi, Fatima'yı, Hasan ve Huseyin'i çağırdı ve dedi ki: "Ey Allah'ım, işte benim ehlim bunlardır." (
Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an sure 3, Hadis No. 2999)
Bu hususta Abdullah b. Abbas diyor ki: Şayet Rasulullahı mübahaleye çağıran insanlar muübahaleye çıkmış olsalardı, geri döndüklerinde ne ailelerini ne de malların bulabilirlerdi.


لَا يُحِبُّ اللّٰهُ الْجَهْرَ بِالسُّٓوءِ مِنَ الْقَوْلِ اِلَّا مَنْ ظُلِمَؕ وَكَانَ اللّٰهُ سَمٖيعاً عَلٖيماً
"Allah, kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez. Zulme uğrayan mustesnadır. Allah, her şeyi çok iyi işiten ve çok iyi bilendir." (Nisa 148)

MufessirIer bu âyet-i kerimeyi farklı şekillerde izah etmişlerdir:
a- Abdullah b. Abbas, Katade ve Hasan-ı Basri'ye göre âyetin izahı şöyledir: Allah, bir kimsenin aleyhine açıktan beddua yapılmasını sevmez. Ancak kendisine zulmedilmiş olan kimse mustesnadır. O, zulmedenin aleyhine açıkça bedduada bulunabilir.

b- Mucahid'e göre ise âyetin izahı şöyledir: Allah, kimsenin açıktan kötü söz söylemesini sevmez. Ancak zulmedilen kimse müustesnadır. Kendisine zulmedilen kimse, zulmedinin yaptığı kötülükleri açıkça söyleyebilir.

c- Mucahid'den nakledilen başka bir görüşe göre burada zulme uğrayandan maksad, ev sahibi tarafından gereği gibi ağırlanmayan misafirdir. Kişi, misafir olduğu yerden ayrıldıktan sonra "Bu adam beni iyi misafir etmedi." der. Kötü sözün açıkça söylenmesi de işte budur. Zulme uğrayan da bu misafirdir. Misafirin, kendisine ev sahibi tarafından iyi muamele yapılmadığını söylemesi caizdir.

Ukbe b. Âmir diyor ki: "Dedik ki:
Ey Allah'ın Rasulu, Sen Bizi bir yere gönderiyorsun, bazı kavimlere misafir olmak istiyoruz, Onlar Bizi misafir etmiyorlar. Bu hususta ne buyuruyorsunuz?
Peygamber efendimiz şu cevabı verdi: "Siz bir topluluğa misafir olursunuz da Onlar da Size, misafire layık olacak şekilde davranırlarsa, Siz Onlardan bunu kabul edin. Şayet bunu yapmazlarsa Onlardan, misafirin hakkı olanı alın.
(
Buhari, K. el-Mezalim, bab: 18 ; Muslim K. el-Lukata bab: 17 Hadis no: 1727; Ebu Davad, K. el-Et'ime bab: 5, Hadis no: 3752)

d- Suddi'ye göre ise bu âyetin izahı şöyledir: Allah, kötü sözün açıktan söylenmesini sevmez. Ancak zulme uğrayanın hakkını alması ve zulmü durdurması müstesnadır. (Taberi tefsiri)

***

Rasulullah (s.a.v.) kendisine yapılan ile ashabına yapılanı bir tutmamıştır. Kendisine yapılan bir zulme daha çok hoşgörüyle karşılayabilirken, ashabına yapılan zulme veya katliama ise misliyle kısas yapmış, beddua etmiştir

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), beddua etmekten kaçınırdı. Kendisinin lânet eden değil, aksine rahmet peygamberi olduğunu söylerdi. Mekke döneminde İslâmî tebliğ etmek üzere Tâif’e gittiğinde, orada kötü bir davranışla karşı karşıya kalmış; dönüşte taş yağmuruna tutulmuş, mubârak ayakları kanlar içerisinde kalmıştı. Yine Uhud’da dişi kırılmış, yüzü yaralanmıştı. Bunlara rağmen, Onlara beddua etmemiş; hidayete ermeleri için dua etmişti. Bununla birlikte zaman zaman Allah düşmanlarına beddua ettiği de olmuştur.

Hendek Savaşı sırasında muşrikler, mûminlere yoğun bir biçimde saldırmıştı. Çarpışma öylesine şiddetli devam etti ki, mûminler o günün öğle ve ikindi namazlarını eda edemediler. Daha sonra, o günün öğle ve ikindi namazlarını ashabıyla birlikte kaza ettiler. Kendisini taşlatanlara ve çok kereler eziyet edenlere bile beddua etmeyen Kâinatın Efendisi, namazını engelleyenlere karşı beddua etmekten çekinmedi. Beddua sonucunda, geceleyin ansızın doğudan kopan fırtına düşmanın altını üstüne çevirmişti. (Ebu Davud)

Rasûlullah (s.a.v.), Kâbe’de namaz kılarken secdeye vardığında, Ebu Cehil ve arkadaşları, O’nun üstüne deve işkembesi attılar. Rasûlullah, namazını tamamlayınca, yüksek sesle; “Allah’ım! Kurayş’ten olan bu topluluğun yaptıklarını sana arz ediyorum. Ebu Cehil b. Hişâm’ı, Utbe b. Rebîa’yı, Şeybe b. Rebîa’yı, Ukbe b. Ebu Muayt’ı, Umeyye b. Halef’i sana havale ediyorum” diye bedduada bulundu ve İbn Mesud’un bildirdiğine göre, bunların tamamı Bedir Savaşı’nda öldürüldü. (Buhari, Müslim, Musned)

Peygamber’in amcası ve azılı düşmanlarından biri olan Ebu Leheb, İslâmiyet’ten önce Peygamber’in dostuydu. Hatta O’nun kızı Rukiye’yi oğlu Uteybe (Utbe) ile evlendirmişti. Ancak peygamber olduktan sonra şiddetle kendisine karşı çıktı. Ebu Leheb’ten bahseden Tebbet suresi nazil olunca; Uteybe, Rasûlullah’ın yakasına yapışarak, O’na olmadık hakaretlerde bulundu.
Uteybe’nin bu davranışına çok üzülen Peygamber;
اَللّٰهُمَّ سَلِّطْ عَلَيْهِ كَلْبًا مِنْ كِلاَبِكَ Ya Rabb'i! Buna canavarlarından (itlerinden) birini musallat et” diye beddua etti.
Bunu duyan Ebu Leheb, oğlunun arkadaşlarına; “Muhammed oğluma beddua etti, Onu korumak için tedbirli olun” diye tembih etmişti. Uteybe, ticaret için Şam’a giderken konakladıkları yerde, korkusundan arkadaşlarının ortasında uyumuştu. Geceleyin bir aslan gelip orada bulunanları tek tek koklayarak bırakmış, sıra Uteybe’ye gelince onu orada parçalamıştı. (Kadı Iyâd, eş-Şifâ, 1:329; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:664)



Rasulullah (s.a.v.) bir sabah, kırk sabah, bir ay boyunca her vakit, farz namazında kunut yapmış, sonra terk etmiştir.
Rasulullah (s.a.v.), birkaç ayrı zamanda kunut yapmıştır.

Birisi Uhud gazvesinde yaralanıp, dişi kırıldığında sabah namazının son rekatında, Ya Allah fulana, fulana lânet eyle diye yaptığı kunuttur. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle “…işten hiçbir şey sana ait değildir. Allah ya onların tevbesini kabul eder, yahud onları kendileri zalim kimseler oldukları için azablandırır,” ayetini indirmiştir, böylelikle bu kunut sona ermiştir.



Bir diğeri; Bîri Maune olayı diye bilinen 70 kurrâ sahabenin şehid edilmesi olayıdır. Daha sonra (tilaveti) neshedilen şu ayetle Allah azze ve celle bu olayı Rasulüne bildirmiştir. (Şehidlerin lisanı üzere) “Kavmimize tebliğ ediniz ki biz Rabb'imize kavuştuk. O bizden radı oldu biz de O’ndan radı olduk.” Rasulullah (s.a.v.) bu yetmiş kurrâ sahabeye yandığı kadar hiçbir seriyyeye yanmamıştır.

Tamamı şehid edilmiş sahabelerden ümit kalmayınca, Rasulullah (s.a.v.) Onları şehid eden kâfir kabilelere bedduaya devam etmiştir. Onları şehid eden kafirlere beddua ettiği bu kunut bir ay sürmüştür. Bir ay sonra kunutun terk edilme sebebi hakkında açık bir rivayete rastlayamadık. Lakin bu da kunutun nesh edildiğini göstermez, çünkü Rasulullah (s.a.v.) bundan sonra da kunut yapmıştır. Diğeri de Mekke’de esir tutulan sahabeler için, bir ay boyunca kunut yapmıştır, onlar kurtulmuş ve Rasulullah (s.a.v.) kunutu böylelikle terk etmiştir, bu terkin sebebi kendisine sorulduğunda da Rasulullah (s.a.v.) “haklarında dua ettiklerimin geldiklerini görmüyor musunuz?” buyurmuştur. Yani duanın terk edilmesine sebeb, duaya icabet edilmiş olmasıdır.

Bu hususta İmam Muslim’in Sahih’inde (294/675) Ebu Hurayra (radıyallahu anh) ’den gelen hadis yukarıda zikrettiğimiz üç kunutu birden (karışık) anlatmakta ve bir kunutta bu dua, beddua ve ayetin nuzulu hep birden varmış gibi bir kapalılık arzetmektedir. Bu (bir mesele ile ilgili delilleri toplu halde zikretme) sahabenin delil getirmek istediği mevzu ile alakalı bir durum olsa gerektir. Yoksa Ebu Hurayra bütün kunutları sayıp sonra Al-i İmran 128. ayeti nazil oldu, bu kunutlar nesh olundu demek istememiştir. Çünkü Ebu Hurayra (r.anh) Rasulullah’ın vefatından sonra, insanlara farz namazda kunut yaptırır ve bu Rasulullah’ın (s.a.v.) namazıdır derdi.

Ayrıca bu ayetle nesh olmadığına şu delilleri de zikredebiliriz.

Hicretin 3. yılında Uhud savaşı yapılmış ve Rasulullah onda kunut yapmış ve bu ayet o zaman nazil olmuştur. Sonra hicretin 4. yılında Bîri Maune olayı vuku bulmuş ve Rasulullah (s.a.v.) yine kunut yapmıştır. Sonra Mekke’de olup da hicret etmesine izin verilmeyen mûminler için kunut yapmış ve onlar hicretin 7. yılında Medine’ye geldiklerinde kunut yapmayı terk etmiştir. Eğer hicretin 3. yılında nazil olan o ayetle kunut neshedilseydi Rasulullah 4. ve hatta 7. yılda kunut yapmazdı. Dolayısıyla kunut neshedilmemiştir. Yine Ebu Hurayra’nın (r.anh) Rasulullah (s.a.v.) vefat ettikten sonra kunut yaparak namaz kıldırması ve bu Rasulullah’ın (s.a.v.) namazıdır, demesi Ebu Hurayra’nin de (r.anh) nesh olmadığını bildiğine delalet eder, bu bilgi önemlidir, çünkü Rasulullah’ın kunutunu karışık bir şekilde anlatan, sonra da bu ayet nazil olunca Rasulullah’ın kunutu terk ettiği haberi bize ulaştı diyen Ebu Hurayra’dir. Rivayetteki karışıklığı aynı ravinin anlayışıyla halletmek en doğrusudur, çünkü r avi rivayet ettiğini gayrına nisbetle daha iyi bilir. Hufaf’ın (r.anh) “Rasulullah’ın (s.a.v.) kunutunu anlattıktan sonra, namazda kafirlere lanet işte bu yüzden meşru kılındı sözü de kunutun neshedilmeyip, devam eden amellerden olduğunun ifadesidir.

Kunuttan maksad mûminin kurtuluşu için dua olduğuna göre, sıkıntı bitmedikçe dua da zamanla kayıtlanamaz. Rabbimiz azze ve celle de kulunun kendisine dua etmesini, hem emreder, hem sever hem de ona icabet eder. Hayatından ümit kesilmemiş mûminler için yıllarca da olsa kunut yapmak mubahtır. Allah en doğrusunu bilendir.



Âlimler, Müslümanların olur olmaz sebeblerle birbirleri aleyhine beddua etmelerinin İslâm ahlâkıyla uyuşmayacağına dikkat çekmişlerdir. Beddua, mûminlerin, zalimlere karşı ellerinden hiçbir şey gelmediği, dinin ve inananların ciddi bir tehdit altında olduğu durumlarda başvuracakları alternatif bir yoldur. Beddua ederken de, Peygamber’in Kuran’da zikredilen üslubunu takib etmek, zalimleri Allah’ın hak ve adaletine sevk etmek güzel bir yöntem olabilir.
 
Üst Ana Sayfa Alt