E
Çevrimdışı
İmanımızın artması için, sabredip ümitvar olmamız, İslam’a ve Müslümanlara hizmette daha heyecanlı ve aktif olmamız için yazıyı sabırla sonuna kadar okuyalım.
Bismillâh, ve’l-hamdu lillâh, ve’s-salâtu ve’s-selâmu alâ Rasûlillâh
1. ALAMET
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
لا تقوم الساعة حتى تمتلئ الأرض ظلما وعدوانا قال ثم يخرج رجل من عترتي أو من أهل بيتي يملؤها قسطا وعدلا كما ملئت ظلما وعدوانا
“Yeryüzü zulüm ve düşmanlık doluncaya kadar kıyamet kopmaz. (Dünya zulümle dolduktan) sonra benim neslimden veya (ravinin tereddüdü) ehl-i beytim’den bir adam çıkar ve zulüm ve düşmanlıkla doldurulduğu gibi yeryüzünü adaletle doldurur.” (Ahmed, İbn Hibbân, İbn Huzeyme, Hâkim. El-Elbânî ve Şuayb el-Arnaût -rahimehumallah- isnadının sahih olduğuna hükmetmişlerdir.)
Yeryüzü zulümle dolduğu zaman çıkacak kişiyle kastedilen ittifakla Mehdî (aleyhisselam)’dır. Onun hilafetinden önce yeryüzünün zulümle dolu olacağını bildiren başka birçok rivayet gelmiştir.
2. ALAMET
Bilindiği üzere Mehdî (aleyhisselam) Deccal’den önce çıkacaktır. Ebu Dâvud, İbn Mâce ve Ahmed’in (rahimehumullah) rivayet ettiklerine göre Rasûlullah (sallallalhu aleyhi ve sellem) şöyle söylemiştir:
بين الملحمة وفتح المدينة ست سنين ويخرج الدجال في السابعة
“Melhame ile (Kostantiniyye/İstanbul) şehrinin fethi arasında 6 sene vardır. Ve Deccal 7. senede çıkar.”
Ancak Ebu Dâvud, Tirmizî ve İbn Mâce’nin naklettiği başka bir rivayete göre ise şöyle demiştir:
الملحمة الكبرى وفتح القسطنطينية وخروج الدجال في سبعة أشهر
“El-Melhametu’l-Kubrâ, Kostantiniyye’nin fethi ve Deccal’in çıkışı (bütün bunların hepsi) 7 ay içerisinde olur.”(Tirmizî: “Bu hasen ğarîb bir hadistir.” El-Melhametu’l-Kubrâ; en büyük savaş anlamına gelir. Yani Rumların -Hristiyanların, özellikle de Avrupa ve Amerika devletlerinin- Müslümanlara karşı 80 sancakla -devletle veya orduyla- geleceği ve her sancakta 12.000 askerin olacağı… savaş)
Ebu Dâvud ilk aktardığımız rivayetin bu son rivayetten ‘daha sahih’ olduğunu (yani ‘senedi daha iyi durumda’ demektir, yoksa ‘her ikisi de sahih, ama bu daha sahihtir’ anlamında değil!) söyleyerek ilk rivayeti tercih etmiş, aralarını cem etmemiştir. İbn Kesîr (rahimehullah) ise bu iki rivayetin arasının şöyle cem edilebileceğini söylemiştir; Melhame’nin başlangıcıyla bitişi arasında 6 sene vardır. Bittikten sonra Kostantiniyye’nin fethi ve sonrasında Deccalin çıkışı 7 ay içerisinde olur.
(Birçok muhaddis her iki rivayetin de zayıf olduğuna hükmetmiştir.)
Binâen aleyh; Deccal, el-Melhametu’l-Kubrâ’nın başlamasından itibaren 7. senede çıkacaktır. İlgili rivayetlerden anlaşılıyor ki; Mehdî bu savaşta Müslümanların komutanı olacaktır. Nitekim bazı âlimler bu ordunun Mehdî’nin ordusu olduğunu açıkça ifade etmişlerdir. İbn Kesîr’in, “en-Nihâye fi’l-Fiteni ve’l-Melâhim” isimli kitabında Mehdi ile ilgili açtığı bölümden sonra bu savaş hakkında bölüm açması Onun da böyle düşündüğünü göstermektedir.
Mehdî Deccal’den önce çıkacağına göre Deccal’in çıkışının yaklaştığına alamet olarak bildirilen hâdiseler Mehdî’nin çıkışının yaklaştığına da alamet olurlar. Yeryüzünde Adem (aleyhisselam)’ın yaratılmasından kıyamete kadarki en büyük, en tehlikeli fitne olan ve Nuh (aleyhisselam)’dan beri bütün peygamberlerin çok büyük bir fitne olması sebebiyle kavimlerini kendisinden sakındırdığı, kendisine karşı uyardığı “Deccal” fitnesinin zuhur etmesi ise uzak değildir. İşte bunun kanıtları:
a) Ahmed ve Hâkim’in rivayet ettikleri ve Hâkim, Zehebî, Heysemî’nin (rahimehumullah) sahih olduğunu belirttikleri bir rivayette Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Deccal’in Uhud dağına çıkacağını ve oradan Medineye bakıp tabilerine şöyle söyleyeceğini haber vermiştir:
أترون هذا القصر الأبيض، هذا مسجد أحمد
“Şu beyaz sarayı görüyor musunuz? Orası Ahmed’in (Muhammed’in) mescididir.”
Malum olduğu üzere Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) bu haberi sahabeye bildirdiğinde Mescid-i Nebevi ne saraya benziyordu, ne de beyazdı, bilakis çamurdan ve hurma yapraklarından bina edilmişti. Ve Mescid-i Nebevi Uhud dağından görülemiyordu. Takriben 20 sene önce de mescid saray gibi ve beyaz değildi ve Uhud dağından görülemiyordu, zira küçüktü, henüz genişletilmemişti. Ancak şu zamanda Mescid-i Nebevi’ye bakan biri oranın beyaz bir saray gibi, hatta bilinen saraylardan çok daha şaşalı olduğunu rahatlıkla görebilmektedir. Ve bugün Mescid-i Nebevi Uhud dağından görülebilmektedir.
b) İmam Ahmed’in rivayet ettiği ve Heysemî’nin ravilerinin güvenilir olduğunu söylediği bir rivayette Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şöyle dediği geçmektedir:
لا يخرج الدجال حتى يذهل الناس عن ذكره وحتى تترك الأئمة ذكره على المنابر
“Deccal, insanlar kendisinden bahsetmeyi ihmal edinceye (bunu unutuncaya) ve imamlar minberlerde ondan söz etmeyi terkedinceye kadar çıkmaz.”
Hakikaten de bugün cuma hutbelerinde, derslerde, sohbetlerde, seminerlerde, konferanslarda, programlarda Deccal’den neredeyse hiç söz edilmemektedir. Bu son derece önemli konu insanlar arasında çok az konuşulmaktadır.
Yine bu maddeyle ilgili; Hâkim’in rivayet ettiği ve kendisinin ve Zehebî’nin sahih dediği bir rivayete göre Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:
يخرج الدجال في خفة من الدين و إدبار من العلم
“Deccal, dinde gevşeklik gösterildiği ve ilimden yüz çevirildiği bir zamanda çıkar.”
Yani Deccal, insanların yanında dinin bir ağırlığının, bir heybetinin kalmadığı; namazlarında gevşeklik gösterdikleri, kolayca faize bulaştıkları, dinin istediğine aykırı bir şekilde giyindikleri, kadın-erkek muamelelerinde rahat davrandıkları… ve dinden cahil oldukları bir dönemde çıkacaktır.
c) Müslim’in (rahimehullah) rivayet ettiği “Cessâse hadisi” diye bilinen meşhur Temîm ed-Dârî (radiyallahu anh) kıssasında geçtiği üzere; denizin ortasındaki bir adada bulunan manastırda demirlerle bağlı olan Deccal, Temîm ve beraberindeki yol arkadaşlarına Beysân hurmalığının meyvesini verip vermediğini sormuş, onlar da verdiğini söylemiştir. Bunun üzerine Deccal: “hurma vermemesi yakındır” diyerek, çıkmasından önce buranın meyvesini vermeyeceğini haber vermiştir.
Beysân, Kudüs’ün kuzey doğusuna takriben 83 kilometre uzaklıkta bulunan Filistinde bir beldedir. Bugün burası Yahudilerin elindedir. Bu beldedeki hurmalık -bir sonraki maddede söz edeceğimiz- Taberiyye gölü’nün kuzeyine takriben 17.5 kilometrelik mesafededir. Gariptir ki, Beysân hurmalığına 100 kilometre veya daha az uzaklıkta bulunan hurma bahçeleri hurmayla dolu iken, şu anda Beysân hurmalığındaki hurma ağaçları ise meyvesini vermemektedir. Türkiyeli meşhur gazeteci yazar Mustafa Özcan, 2014 yılının sonlarında kaleme aldığı “Cessâse” başlıklı yazısında şunları kaydetmiştir: “1950 yılından itibaren Beysan hurmalığı kurumuş ve meyve vermemektedir. İsrail anılan hurmalığı kurutmuştur. Siyonistler Filistin’i işgâlleri üzerine Yeni Beysan şehri kurmuşlar, eski şehri ihmâl ederek hurmalıkların kurumasına sebep olmuşlardır. Beysan hurmalıkları 65 yıldan beri kurumuştur. İsrail’in kuruluşu Beysan hurmalıklarının kurumasına sebep olmuştur.” 2013 yılında Filistin gezisi yapan selefi şeyh Ekrem Ziyade’nin otobüs şoföründen aktardığı bilgilerden anlaşıldığına göre Yahudiler Irak’tan hurma fideleri getirip Beysan hurmalığına dikmektedirler. Bu da, Beysan hurmalığının hurma vermediğini göstermektedir.
d) Aynı rivayette Deccal, Taberiyye gölünde suyun olup olmadığından sormuş, onlar da bu gölde suyun çok olduğunu haber vermiş ve bunun üzerine Deccal: “buranın suyunun gitmesi yakındır” demiştir.
Bugün Taberiyye gölünün suyu ciddi manada çekilmiş durumdadır. Gölde İsraillileri tehdit edecek şekilde büyük bir eksilme söz konusu olup su seviyesi en alt seviyededir. Mustafa Özcan adı geçen makalesinde şöyle demiştir: “İsrail, Ürdün üzerinden tünel açarak su ikmâliyle gölü yeniden canlandırmaya çalışıyor. Bununla birlikte gölün dumûra uğramasının önü alınamıyor.” Ve yapılan araştırmalar, su seviyesinin düşüşünün devam ettiğini ve edeceğini göstermiştir. Yâkut el-Hamevî (rahimehullah, vefat tarihi: hicri 626, miladi 1229) “Mu’cemu’l-Buldân” isimli eserinde Taberiyye gölünü birkaç kez gördüğünü ve suyunun bol olduğunu söylemiştir.
Taberiyye gölü aynı zamanda, Deccal öldükten sonra çıkacak olan Ye’cûc ve Me’cûc’un kendisinden içeceği göldür. Onların ilkleri bu göle gelir ve ondan içerler, ta ki göl kurur. Sonra onların diğer bir kısmı göle gelir ve derler ki: “Burada önceden su vardı.” Buradan anlaşılmaktadır ki Deccal çıktığında bu göl tamamen kurumuş bir halde olmayıp su seviyesi düşük bir seviyede olacak ve Ye’cûc ve Me’cûc kurutacaktır. Allahu A’lem.
e) Yine aynı kıssada geçtiği üzere Deccal, Zuğer pınarında/gözesinde suyun olup olmadığını ve pınarın yakınında bulunan insanların bunun suyuyla ekimde bulunup bulunmadığını sormuş, onlar burada suyun çok olduğunu (başka bir rivayette: suyunun tazyikli aktığını) ve insanların bu suyla ziraat yaptıklarını söylediklerinde -Sahîhu İbn Hibbân’da geçen rivayete göre-: “Orada suyun olmaması yakındır.” demiştir.
Bu pınar, Ürdün’de bir köy olan Zuğer’de, Ürdün’deki ölü denize yakın bir yerde bulunmaktadır. Taberiyye gölünün güneyine takriben 37 kilometre uzaklıktadır. Küçük bir pınardır. “Zuğer” eski ismidir. Şu anki ismi ise “Sultan pınarı”dır. Önceden bu gözeden su tazyikli çıkıyorken şu anda ise suyu azalmaktadır. Mustafa Özcan şunları söylemiştir: “Geçtiğimiz yıllar bölgeyi, özellikle Ürdün ve İran gibi ülkeleri kuraklık vurmuş ve yeraltı kaynakları da çekilmişti. Son sıralarda Ürdün gibi ülkelere bazen kar yağmasına rağmen genellikle kuraklık peydâ olmaktadır.”
(Deccal bu üç sorunun ardından bir de Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ne yaptığını, Arapların onunla savaşıp savaşmadığından ve Araplara ne yaptığından sormuştur.)
f) Müslim’de geçen bir rivayete göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Deccal’e Asbahân Yahudilerinden 70.000 kişinin tabi olacağını ve bunların üzerinde Tayâlise olacağını, yani başın üzerine atılan ve bel’e kadar sarkan bir tür örtülerinin bulunacağını haber vermiştir. Rivayet şu şekildedir:
يتبع الدجال من يهود أصبهان سبعون ألفاً عليهم الطيالسة
“Deccale Asbahân Yahudilerinden 70.000 kişi üzerlerinde Tayâlise olduğu halde tabi olur.”
Deccalin ilk olarak uğrayacağı kimseler Asbahân Yahudileridir. Bunlar Deccalin ilk tabileri olacaklardır. Asbahân İran’da bir beldedir. İran’ın başkenti Tahran’ın güneyine 340 kilometrelik bir mesafede bulunmaktadır. Günümüzün meşhur selefi davetçilerinden Muhammed Arîfî 2012 senesinde Deccal konusunu ele aldığı bir televizyon programında Asbahân’da 25.000 ila 30.000 arası nüfusta Yahudi yaşadığını ve orada onların mabedlerinin olup ayinlerini yaptıklarını ve papazlarının başında tayâlise olduğunu söylemiştir. Hadise göre Asbahân’a başka yerlerden Yahudiler gelerek veya başka bir şekilde burada yaşayan Yahudi sayısı 70.000 civarına ulaşacak. Ancak Araplar 70, 70.000 gibi rakamları çokluk anlamında da kullanmaktadırlar. Bu nedenle sayının illa da 70.000 civarına ulaşması şart değildir.
3. ALAMET
Müslim, Ahmed, İbn Hibbân, Ebu Nadra’dan (rahimehumullah) şunları anlattığını rivayet etmişlerdir:
كنا عند جابر بن عبد الله فقال يوشك أهل العراق أن لا يجبى إليهم قفيز ولا درهم قلنا من أين ذاك قال من قبل العجم يمنعون ذاك ثم قال يوشك أهل الشام أن لا يجبى إليهم دينار ولا مدي قلنا من أين ذاك قال من قبل الروم ثم سكت هنية ثم قال قال رسول الله صلى الله عليه وسلم يكون في آخر أمتي خليفة يحثي المال حثيا لا يعده عدا
“Câbir b. Abdillah’ın (radiyallahu anh) yanında idik, şöyle dedi: “Irak ehli’ne ne bir kafîz (Irak ehline ait bir ölçek, yani yiyecek) ne de bir dirhem verilmemesi (bunlardan men edilmeleri) yakındır.” Dedik ki: “Bu neredendir.” O da: “Acemler (Arap olmayanlar) tarafındandır, bunları engellerler” dedi. Sonra dedi ki: “Şam ehline ne bir dinar ne de bir müdy (Şam ehline ait bir ölçek, yani yiyecek) verilmemesi yakındır.” Dedik ki: “Bu neredendir.” O da: “Rumlar (Hristiyanlar) tarafındandır” dedi. Sonra az bir müddet sustu ve sonra şöyle dedi: “Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Ümmetimin sonunda bir halife olacaktır, (malların, ganimetlerin, fetihlerin çok olması nedeniyle) malı avuç avuç dağıtacak, saymayacak/hesaplamayacaktır.”
Bu hadiste “halife”den kasıt -Mehdî zamanında bolluğun, bereketin yaşanacağını bildiren hadislerden anlaşıldığı üzere- Mehdî (aleyhisselam)’dır. O halde bu habere göre Mehdî’nin çıkışından önce ilk başta Irak’a sonra Şam’a ambargo uygulanacak ya da buralar muhasaraya alınacak, sonra Mehdî çıkacaktır.
Nitekim Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından alınan kararla bütün acem devletlerce 1990 yılında Irak halkına büyük bir ekonomik ve ticari ambargo uygulamaya konulmuş ve 2003 senesine kadar devam etmiştir. Bu ambargo, insanlık tarihindeki belki de en sıkı ve acımasız yaptırım olarak tanımlanmıştır. İslam tarihi boyunca Irak’a bu ambargonun dışında acemler tarafından başka bir ambargo veya muhasara uygulanmadığı söylenmiştir.
Rumlar tarafından Şam ehline yönelik engelleme, Hristiyan Rusya’nın başını çektiği sona eren Halep muhasarası ve bundan sonra vuku bulabilecek başka bir muhasara veya muhasaralar olabilir. Allahu A’lem.
4. ALAMET
Malumdur ki senelerdir, Mehdî (aleyhisselam)’ın akabinde geleceği; ‘yeryüzünün zulüm ve düşmanlıkla dolması’ vakıası yaşanmaktadır. Ve Mehdî’den sonra çıkacak olan Deccal’in çıkışının yaklaştığını gösteren alametler zuhur etmiştir. Ve yine Mehdî’nin çıkışından, ondan da evvel Şam ehline yönelik engellemeden önce gerçekleşeceği bildirilen Irak ehline yönelik engelleme vuku bulmuştur.
Bütün bunlar bir araya getirildiğinde göstermektedir ki bizler, Mehdî’nin çıkışının yakın olduğu bir dönemde bulunmaktayız. İşte böyle bir dönemde Suriye topraklarında savaşın başlayıp yaklaşık 6 seneden beri tüm hızıyla devam edip Hristiyan Amerika, Rusya ve Avrupa devletlerinin büyük bir önem vererek üzerinde hesaplar yapmaları, planlar, projeler üretip uygulamaları Mehdî’nin çıkışına daha çok yaklaştığımız anlamına gelir. Çünkü Müslim’in (rahimehullah) rivayetine göre; Mehdî’nin komutanlığını yapacağı el-Melhametu’l-Kubrâ için Rumlar Halep yakınlarında bulunan A’mâk veya (ravinin şekki) Dâbık’a ineceklerdir. Ebu Dâvud ve Ahmed’in (rahimehumallah) aktardıkları sahih bir rivayete göre; el-Melhametu’l-Kubrâ gününde müslümanların kalesi/merkezi Suriye’nin Ğûta şehrinde olacaktır.
Gelecek İki Alametle Alakalı Önemli Bir Mesele: Zayıf Hadislere Bakışımız Nasıl Olmalı?
Bir hadisin senedine bakılıp zayıf olduğuna hükmedilmiş olması o hadisin kesinlikle doğru olmadığı anlamına gelmez. Zayıf raviler hadisi asla, hiçbir zaman doğru nakletmezler denilemez. Genel hüküm olarak bunlar zayıf ravilerdir denilir, ama bunlar hadisi doğru aktarmış da olabilirler. Veya ravinin tanınmaması ya da senedden düşürülüğü için kim olduğunun bilinmemesi nedeniyle hadis zayıftır ama belki de o ravi sahih bir ravi olabilir. Yani biz zann-ı galibe göre bu hadis zayıftır, büyük ihtimalle böyle bir şey dememiştir veya yapmamıştır veya olmamıştır veya yok deriz ve o hadisi almaz, onunla amel etmeyiz (zayıf hadisle amel etme ayrı bir meseledir.) Hadisin zayıflığının derecesine göre bu ihtimal artar veya azalır.
Aynı durum sahih dediğimiz hadisler için de geçerlidir. Yani galib-i zanna göre sahihtir der ve onu alır, onunla amel ederiz, ama belki de bu hadisin ravilerinden biri yanılmış, hadisi bize kusurlu nakletmiş olabilir.
Binâen aleyh; seneden zayıf olan bir hadis şayet vakıayla örtüşüyorsa Ahmed b. Sıddîk el-Ğumâri, Hamûd et-Tuveycirî gibi (rahimehumallah) kimi ilim ehli bu durumun zayıf senedi sahihe dönüştüreceğini, bu haberin Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e nisbetinin sahih olduğunu söylemişlerdir. Kimi âlimler ise zayıf senedin bu durumda da zayıf olarak kalacağını, ama hadise metnen/manen sahih denileceğini, çünkü bu haberin kaynağının ehl-i kitabın kitapları olma veya tecrübeyle, basiretle, firasetle söylenmiş olma ihtimali olduğu için mananın sahih olmasının Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’e nisbetinin de sahih olmasını gerektirmeyeceğini söylemişlerdir. İbn Useymîn (rahimehullah) şöyle demiştir: “Zayıf hadis sahih bir hadise muhalif olmadığı ve vakıa onun sıhhatine şahitlik ettiği zaman: “Bu, seneden zayıf, metnen sahihtir” denilir.”
5. ALAMET
Nuaym b. Hammâd (rahimehullah, vefat tarihi: hicrî 228) meşhur “El-Fiten” isimli eserinde 935 sayılı rivayette Tubey’ (rahimehullah)’ın şöyle dediğini nakletmiştir:
سَيَعُوذُ بِمَكَّةَ عَائِذٌ فَيُقْتَلُ، ثُمَّ يَمْكُثُ النَّاسُ بُرْهَةً مِنْ دَهْرِهِمْ، ثُمَّ يَعُوذُ عَائِذٌ آخَرُ، فَإِنْ أَدْرَكْتَهُ فَلَا تَغْزُوَنَّهُ، فَإِنَّهُ جَيْشُ الْخَسْفِ
“Mekke’ye birisi sığınacak ve öldürülecek. Sonra insanlar ömürlerinden bir müddet kalırlar/yaşarlar, sonra başka birisi sığınır. Şayet ona ulaşırsan ona karşı savaşma. Çünkü o (yani ona karşı savaşacak ordu) hasf (yani yerin içine geçirilecek) ordudur.”
Burada: “sonra başka birisi sığınır” cümlesindeki şahıs şüphesiz Mehdî (aleyhisselam)’dır. Zira rivayetlerde Mehdî’nin Kabeye sığınacağı ve orada Ona bey’at edileceği, sonra Ona karşı Şam’dan bir ordunun savaşmak için yola çıkacağı, Medine ile Mekke arasında bir yere vardıklarında Mehdî olduğunun bir alameti olarak yerin yarılıp içine geçirilecekleri bildirilmiştir. Nitekim Nuaym b. Hammâd da bu rivayeti bu ordu hakkındaki bir başlık altında zikretmiştir.
Mehdî Kâbe’ye sığınacağı için rivayette Mekke ile kastedilen Kâbe’dir.
“Sonra insanlar مِنْ الدَهْرِ (zamandan) bir müddet kalırlar/yaşarlar” denmeyip de: “…مِنْ دَهْرِهِمْ (kendi zamanlarından/ömürlerinden) bir müddet…” denmesinde şuna işaret var ki; birinci sığınma olayı zamanında hayatta olan kimi insanların ömürlerinden bir müddet geçtikten sonra Mehdî’nin sığınma olayı gerçekleşecektir. Allahu A’lem.
Hicri 1400 senesinin Muharrem ayının ilk gününde Cuheyman el-Uteybî öncülüğünde bir grup, silahlarla Mescid-i Haram’a girmiş/sığınmış ve Cuheyman, amcasının oğlu ve kayın biraderi olan Muhammed b. Abdillah el-Kahtânî’yi Mehdî ilan edip O ve cemaati bey’at vermiş ve orada bulunanları da bey’at etmeye çağırmıştı. Cuheyman şunları söylemiştir: “Kendimize sığınak olarak sadece bu beyt’i bulduk. Çünkü biz biliyoruz ki Allah burayı korur…” Bunun üzerine Suud hükümeti güçleri operasyon başlattı; Mescid-i Haram’ı 3 gün muhasaraya aldı ve sonra içeri girip çatışmaya başladılar. Çatışmalarda el-Kahtânî ve grubun bir kısmı öldürüldü. Operasyon 16 gün sonra sona erdi. Cuheyman ve geriye kalan tabileri tutuklandı ve sonra idam edildiler (rahimehumullah)
Evet, bu rivayet seneden zayıftır. Lakin -açıkladığımız üzere- vakıanın zayıf bir rivayetle uyuşması halinde bu rivayetin en azından metnen/manen sahih olduğuna hükmedilir.
6. ALAMET
Yine Nuaym b. Hammâd “El-Fiten”inde “Mehdî çıktığında başka bir alamet” başlığı altında zikrettiği 973 numaralı rivayette Saîd b. Museyyeb’in (rahimehullah) şöyle dediğini aktarmıştır:
تَكُونُ فِتْنَةٌ كَأَنَّ أَوَّلَهَا لَعِبُ الصِّبْيَانِ، كُلَّمَا سَكَنَتْ مِنْ جَانِبٍ طَمَتْ مِنْ جَانِبٍ، فَلَا تَتَنَاهَى حَتَّى يُنَادِيَ مُنَادٍ مِنَ السَّمَاءِ: أَلَا إِنَّ الْأَمِيرَ فُلَانٌ “، وَفَتَلَ ابْنُ الْمُسَيِّبِ يَدَيْهِ حَتَّى أَنَّهُمَا لَتَنْفُضَانِ فَقَالَ: «ذَلِكُمُ الْأَمِيرُ حَقًّا، ثَلَاثَ مَرَّاتٍ»
“Bir fitne olur ki, onun başı sanki çocukların oynamasıdır. Bu fitne ne zaman bir tarafta dinse başka bir taraftan yükselir. Ve semadan bir münadi: “Emir falancadır” diye nida edinceye kadar bu fitne sona ermez.” Ve İbnu’l-Museyyeb… 3 kere şöyle dedi: “O gerçekten emirdir.”
Abdurrezzak (rahimehullah) Musannef’inde bu manada biraz farklı lafızlarla 20746 numaralı bir rivayet nakletmiştir.
Yine aynı başlık altında 977 nolu rivayette Nuaym b. Hammâd İbnu’l-Museyyeb’ten şöyle söylediğini nakletmiştir:
تَكُونُ فِتْنَةٌ بِالشَّامِ، كَأَنَّ أَوَّلَهَا لَعِبُ الصِّبْيَانِ، ثُمَّ لَا يَسْتَقِيمُ أَمْرُ النَّاسِ عَلَى شَيْءٍ، وَلَا تَكُونُ لَهُمْ جَمَاعَةٌ حَتَّى يُنَادِيَ مُنَادٍ مِنَ السَّمَاءِ: عَلَيْكُمْ بِفُلَانٍ، وَتَطْلُعُ كَفٌّ تُشِيرُ
“Şam’da bir fitne olur ki, onun başı sanki çocukların oynamasıdır. Sonra insanların durumu bir şey üzere istikamet bulmaz/düzelmez ve onların bir cemaati olmaz, ta ki semadan bir münadi: “Falancaya bağlanın/onu bırakmayın. (978. rivayette: “Emiriniz falancadır”)” diye nida edinceye kadar. Ve (ona) işaret eden bir el belirir.”
Bu üç rivayet sened açısından zayıf rivayetlerdir.
Bu manada Taberânî’nin de (rahimehullah) bir rivayeti vardır, buna göre Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
سَتَكُونُ فِتْنَةٌ لَا يَهْدَأُ مِنْهَا جَانِبٌ إِلَّا جَاشَ مِنْهَا جَانِبٌ، حَتَّى يُنَادِيَ مُنَادٍ مِنَ السَّمَاءِ: أَمِيرُكُمْ فُلَانٌ
“Bir fitne olacak ki, ondan bir taraf yatışmaz ki muhakkak başka bir taraf coşar, ta ki semadan bir münadi: “Emiriniz falancadır” diye nida edinceye kadar.” Heysemî (rahimehullah) “Mecmau’z-Zevâid”inde bu rivayeti: “Mehdi hakkında gelen şeyler (rivayetler) babı” altında rivayet ettiği hadisler arasında zikretmiş ve zayıf olduğunu belirtmiştir. İbn Cerîr et-Taberî (rahimehullah) “Tehzîbu’l-Âsâr”da bu rivayetin senedinin sahih olduğunu söylemiştir, ancak el-Elbânî (rahimehullah) Onun bu hükmünü tenkit etmiştir. Ve Taberî bu rivayetin akabinde bu emirin Mehdî olduğunun ifade edildiği bir hadis rivayet etmiş ve zayıf olduğuna işarette bulunmuştur…
Bu rivayetler adeta Suriye ayaklanmasının başlangıcını, nasıl büyüyeceğini ve Mehdî çıkana kadar nasıl bir seyirde olacağını anlatmaktadır. Hatırlanırsa; Suriye ayaklanması, Der’â şehrinde sayıları 15 olduğu söylenen birkaç çocuğun Tunus ve Mısır ayaklanmalarından etkilenerek eğitim-öğretim gördükleri okullarının duvarlarına rejim karşıtı yazılar/sloganlar yazmaları sebebiyle başlamıştı. Bu çocuklar kısa bir süre sonra yakalandılar, işkence edildiler, hapsedildiler. Babaları emniyet müdürüne gelip çocuklarının serbest bırakılmasını istedi. Ancak müdür çok çirkin ve iğrenç bir sözle karşılık vererek bunu kabul etmedi. Bunun üzerine rejim aleyhine tezahürat yaptılar. Rejim güçleri bu tezahüratı şiddetli bir şekilde bastırdı; yaralılar, ölüler, tutuklamalar oldu. Ve rejimin kullandığı bu şiddet sonra bütün Der’â’yı bir araya getirdi, tezahüratlar başladı. Bkz:
2 haftadan fazla bir süre sonra Der’â’da tezahüratlar bastırıldı. Bitti denilmişti ki, Der’â da olup bitenlerden ötürü Suriye’nin başka bir şehrinde ayaklanma baş gösterdi. Burada da dindi zannedilmişti ki bu sefer ayaklanma başka bir yere intikal etti… İşte bu şekilde Suriye genelinde ayaklanmalar oldu ve neticesinde mübarek Şam cihadı başladı.
977 nolu rivayette geçen: “Sonra insanların durumu bir şey üzere istikamet bulmaz/düzelmez ve onların bir cemaati olmaz…” haberi 982 nolu rivayette Saîd b. Museyyeb’ten şöyle gelmiştir:
تَكُونُ فُرْقَةٌ وَاخْتِلَافٌ حَتَّى يَطْلُعَ كَفٌّ مِنَ السَّمَاءِ وَيُنَادِي مُنَادٍ: أَلَا إِنَّ أَمِيرَكُمْ فُلَانٌ
“Bir ayrılık ve ihtilaf olur, ta ki semadan bir el belirinceye ve bir münadi: “Emiriniz falancadır” diye nida edinceye kadar.”
Malum olduğu üzere Suriye cihadı başladığından bu yana; yaklaşık 6 seneden beri şeriatın ikamesi için savaşan mücahidler farklı bayraklar altında savaştılar, şu veya bu sebepten ötürü tek bir cemaat, tek bir komuta altında maalesef birleşme gerçekleşemedi. Ne zaman bir birleşme girişiminde bulunulduysa hep sonuçsuz kaldı. Vallahu’l-Musteân.
Semadan bir münadinin: “Emir falancadır” diye nida etmesi Allahu A’lem insanlar arasında Mehdî’nin çıktığı haberinin yayılmasından kinayedir.
Mehdî Bu Şahıs Olabilir mi?
Afgan mücahidleri arasında meşhur çok ilginç bir kıssa anlatılır. Bu kıssayı, yazı ve yorumlarını beğenerek okuduğum @SeriyyeSalih ağabeyimiz o güzel, akıcı üslubuyla şöyle anlatmıştır:
“Bu kıssayı yaklaşık 5 yıl önce Türkistan İslami Hareketi’nin Şehid kadısı Şeyh Bilal Türkistani’den bizzat dinlemiştim. Şeyhin anlattıklarını, bahsettiği dönemde Afganistan’da olan ve haddi zatında şu an Şam’daki Türkistanlı Mücahidlerin genel emiri olan Şeyh İbrahim Mansur’a sormuştum. O da o dönem bu konunun mücahidler arasında çok konuşulduğunu söylemiş, ilave bilgiler de aktarmıştı bana.
Taliban imaratı döneminde takriben 99-2000 yılında Şeyh Usame’nin yanındaki gençlerden biri Şeyh Ebu Mus’ab Es-Suri’nin dikkatini çekiyor. Şeyh Ebu Mus’ab gencin üzerinde uzun uzun duruyor, uzun bir müddet sürekli gözlüyor ve sonunda bu gencin Mehdi (aleyhisselam) olabileceğini düşünüyor. Şeyh Usame’ye “Ya Şeyh, bu genç Mehdi olabilir” diye sürekli baskı yapıyor. Şeyh Usame önceleri çok dikkat etmese de şeyhin ısrarı üzerine O da gencin üzerinde durmaya ve hareketlerini incelemeye başlıyor ve Şeyh Usame de aynı izlenime kapılıyor. Çevresinde bulunan ilim ehli ile bu Mücahidin durumunu konuşuyor. Sonunda Mücahid ile konuşmaya karar veriyorlar. Şeyh kendisini çağırıp durumu anlatıyor. Mücahidin adı, künyesi, memleketi, kabilesi, hal ve hareketleri hadislerde Mehdi’ye dair anlatılanlara bire bir uyuyor. Şeyhler ne kadar ısrar etse bu kardeş o kadar kaçıyor. Sonunda Şeyhlerin sıkıştırmasına dayanamıyor ve başından geçen bazı olayları anlatıyor. Mekke’de yürürken insanların sürekli kendisine baktığını, bindiği takside taksicinin yüzüne bakıp “vallahi sen Mehdi’sin” dediğini v.s anlatıyor.
Günler bu şekilde geçerken grupta bulunan Mücahidler bu kardeşi sürekli Şeyh Usame’ye şikayet ediyorlar. Kardeş sürekli Emr-i bil Ma’ruf yapıyor. Bunu nasıl yapıyor bilmiyorum, çevresindeki kardeşler her şeye müdahale ettiğinden yakınıyorlar. Şeyh Usame bu kardeşe “sen geldiğin yere (Mekke) dön. Sana haber gelecek” diyor ve bu Mücahidi Mekke’ye geri gönderiyor. Bu olayların yaşandığı dönemde bu kardeşin çok genç olduğu ve 20’li yaşların başında olduğu söyleniyordu. Eğer öyle ise ve de hala yaşıyorsa 40 yaşına yaklaşmış demektir. Mehdi midir bilmiyorum. Lakin ismi geçen şeyhler de dahil birçok şeyh Mehdi olduğu izlenimine kapılmışlar. Eğer Mehdi o mücahid ise Allahu alem zuhuru yakındır. Kıssanın çoğunu kendisinden dinlediğim Şeyh Bilal aynı şekilde Şeyh Usame’nin de hadislerde zikri geçen Kahtani olduğuna inanıyordu. Malum Şeyh Usame’de Kahtan kabilesindendi ve elinden asasını da hiç düşürmüyordu.”
Mehdî’nin çıkışı bazılarının zannettiği gibi kesinlikle rahatlık döneminin başlangıcı olmayacak. Bilakis Onun çıkışı demek cihad demek, ordusunun üçte birinin kaçacağı ve tevbelerinin asla kabul edilmeyeceği, diğer üçte birinin de şehid olacağı melhame-i kubrâ (en büyük savaş) demek, sıkıntılar, büyük fedakârlıklar, sabır, sebat demek. Seni zor günler bekliyor ey Müslüman!
Ve’l-hamdu lillâhi Rabbi’l-âlemîn
Ömer Faruk /@l_ilm
Alıntı:Küresel Analiz
Bismillâh, ve’l-hamdu lillâh, ve’s-salâtu ve’s-selâmu alâ Rasûlillâh
1. ALAMET
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
لا تقوم الساعة حتى تمتلئ الأرض ظلما وعدوانا قال ثم يخرج رجل من عترتي أو من أهل بيتي يملؤها قسطا وعدلا كما ملئت ظلما وعدوانا
“Yeryüzü zulüm ve düşmanlık doluncaya kadar kıyamet kopmaz. (Dünya zulümle dolduktan) sonra benim neslimden veya (ravinin tereddüdü) ehl-i beytim’den bir adam çıkar ve zulüm ve düşmanlıkla doldurulduğu gibi yeryüzünü adaletle doldurur.” (Ahmed, İbn Hibbân, İbn Huzeyme, Hâkim. El-Elbânî ve Şuayb el-Arnaût -rahimehumallah- isnadının sahih olduğuna hükmetmişlerdir.)
Yeryüzü zulümle dolduğu zaman çıkacak kişiyle kastedilen ittifakla Mehdî (aleyhisselam)’dır. Onun hilafetinden önce yeryüzünün zulümle dolu olacağını bildiren başka birçok rivayet gelmiştir.
2. ALAMET
Bilindiği üzere Mehdî (aleyhisselam) Deccal’den önce çıkacaktır. Ebu Dâvud, İbn Mâce ve Ahmed’in (rahimehumullah) rivayet ettiklerine göre Rasûlullah (sallallalhu aleyhi ve sellem) şöyle söylemiştir:
بين الملحمة وفتح المدينة ست سنين ويخرج الدجال في السابعة
“Melhame ile (Kostantiniyye/İstanbul) şehrinin fethi arasında 6 sene vardır. Ve Deccal 7. senede çıkar.”
Ancak Ebu Dâvud, Tirmizî ve İbn Mâce’nin naklettiği başka bir rivayete göre ise şöyle demiştir:
الملحمة الكبرى وفتح القسطنطينية وخروج الدجال في سبعة أشهر
“El-Melhametu’l-Kubrâ, Kostantiniyye’nin fethi ve Deccal’in çıkışı (bütün bunların hepsi) 7 ay içerisinde olur.”(Tirmizî: “Bu hasen ğarîb bir hadistir.” El-Melhametu’l-Kubrâ; en büyük savaş anlamına gelir. Yani Rumların -Hristiyanların, özellikle de Avrupa ve Amerika devletlerinin- Müslümanlara karşı 80 sancakla -devletle veya orduyla- geleceği ve her sancakta 12.000 askerin olacağı… savaş)
Ebu Dâvud ilk aktardığımız rivayetin bu son rivayetten ‘daha sahih’ olduğunu (yani ‘senedi daha iyi durumda’ demektir, yoksa ‘her ikisi de sahih, ama bu daha sahihtir’ anlamında değil!) söyleyerek ilk rivayeti tercih etmiş, aralarını cem etmemiştir. İbn Kesîr (rahimehullah) ise bu iki rivayetin arasının şöyle cem edilebileceğini söylemiştir; Melhame’nin başlangıcıyla bitişi arasında 6 sene vardır. Bittikten sonra Kostantiniyye’nin fethi ve sonrasında Deccalin çıkışı 7 ay içerisinde olur.
(Birçok muhaddis her iki rivayetin de zayıf olduğuna hükmetmiştir.)
Binâen aleyh; Deccal, el-Melhametu’l-Kubrâ’nın başlamasından itibaren 7. senede çıkacaktır. İlgili rivayetlerden anlaşılıyor ki; Mehdî bu savaşta Müslümanların komutanı olacaktır. Nitekim bazı âlimler bu ordunun Mehdî’nin ordusu olduğunu açıkça ifade etmişlerdir. İbn Kesîr’in, “en-Nihâye fi’l-Fiteni ve’l-Melâhim” isimli kitabında Mehdi ile ilgili açtığı bölümden sonra bu savaş hakkında bölüm açması Onun da böyle düşündüğünü göstermektedir.
Mehdî Deccal’den önce çıkacağına göre Deccal’in çıkışının yaklaştığına alamet olarak bildirilen hâdiseler Mehdî’nin çıkışının yaklaştığına da alamet olurlar. Yeryüzünde Adem (aleyhisselam)’ın yaratılmasından kıyamete kadarki en büyük, en tehlikeli fitne olan ve Nuh (aleyhisselam)’dan beri bütün peygamberlerin çok büyük bir fitne olması sebebiyle kavimlerini kendisinden sakındırdığı, kendisine karşı uyardığı “Deccal” fitnesinin zuhur etmesi ise uzak değildir. İşte bunun kanıtları:
a) Ahmed ve Hâkim’in rivayet ettikleri ve Hâkim, Zehebî, Heysemî’nin (rahimehumullah) sahih olduğunu belirttikleri bir rivayette Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Deccal’in Uhud dağına çıkacağını ve oradan Medineye bakıp tabilerine şöyle söyleyeceğini haber vermiştir:
أترون هذا القصر الأبيض، هذا مسجد أحمد
“Şu beyaz sarayı görüyor musunuz? Orası Ahmed’in (Muhammed’in) mescididir.”
Malum olduğu üzere Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) bu haberi sahabeye bildirdiğinde Mescid-i Nebevi ne saraya benziyordu, ne de beyazdı, bilakis çamurdan ve hurma yapraklarından bina edilmişti. Ve Mescid-i Nebevi Uhud dağından görülemiyordu. Takriben 20 sene önce de mescid saray gibi ve beyaz değildi ve Uhud dağından görülemiyordu, zira küçüktü, henüz genişletilmemişti. Ancak şu zamanda Mescid-i Nebevi’ye bakan biri oranın beyaz bir saray gibi, hatta bilinen saraylardan çok daha şaşalı olduğunu rahatlıkla görebilmektedir. Ve bugün Mescid-i Nebevi Uhud dağından görülebilmektedir.
b) İmam Ahmed’in rivayet ettiği ve Heysemî’nin ravilerinin güvenilir olduğunu söylediği bir rivayette Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şöyle dediği geçmektedir:
لا يخرج الدجال حتى يذهل الناس عن ذكره وحتى تترك الأئمة ذكره على المنابر
“Deccal, insanlar kendisinden bahsetmeyi ihmal edinceye (bunu unutuncaya) ve imamlar minberlerde ondan söz etmeyi terkedinceye kadar çıkmaz.”
Hakikaten de bugün cuma hutbelerinde, derslerde, sohbetlerde, seminerlerde, konferanslarda, programlarda Deccal’den neredeyse hiç söz edilmemektedir. Bu son derece önemli konu insanlar arasında çok az konuşulmaktadır.
Yine bu maddeyle ilgili; Hâkim’in rivayet ettiği ve kendisinin ve Zehebî’nin sahih dediği bir rivayete göre Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:
يخرج الدجال في خفة من الدين و إدبار من العلم
“Deccal, dinde gevşeklik gösterildiği ve ilimden yüz çevirildiği bir zamanda çıkar.”
Yani Deccal, insanların yanında dinin bir ağırlığının, bir heybetinin kalmadığı; namazlarında gevşeklik gösterdikleri, kolayca faize bulaştıkları, dinin istediğine aykırı bir şekilde giyindikleri, kadın-erkek muamelelerinde rahat davrandıkları… ve dinden cahil oldukları bir dönemde çıkacaktır.
c) Müslim’in (rahimehullah) rivayet ettiği “Cessâse hadisi” diye bilinen meşhur Temîm ed-Dârî (radiyallahu anh) kıssasında geçtiği üzere; denizin ortasındaki bir adada bulunan manastırda demirlerle bağlı olan Deccal, Temîm ve beraberindeki yol arkadaşlarına Beysân hurmalığının meyvesini verip vermediğini sormuş, onlar da verdiğini söylemiştir. Bunun üzerine Deccal: “hurma vermemesi yakındır” diyerek, çıkmasından önce buranın meyvesini vermeyeceğini haber vermiştir.
Beysân, Kudüs’ün kuzey doğusuna takriben 83 kilometre uzaklıkta bulunan Filistinde bir beldedir. Bugün burası Yahudilerin elindedir. Bu beldedeki hurmalık -bir sonraki maddede söz edeceğimiz- Taberiyye gölü’nün kuzeyine takriben 17.5 kilometrelik mesafededir. Gariptir ki, Beysân hurmalığına 100 kilometre veya daha az uzaklıkta bulunan hurma bahçeleri hurmayla dolu iken, şu anda Beysân hurmalığındaki hurma ağaçları ise meyvesini vermemektedir. Türkiyeli meşhur gazeteci yazar Mustafa Özcan, 2014 yılının sonlarında kaleme aldığı “Cessâse” başlıklı yazısında şunları kaydetmiştir: “1950 yılından itibaren Beysan hurmalığı kurumuş ve meyve vermemektedir. İsrail anılan hurmalığı kurutmuştur. Siyonistler Filistin’i işgâlleri üzerine Yeni Beysan şehri kurmuşlar, eski şehri ihmâl ederek hurmalıkların kurumasına sebep olmuşlardır. Beysan hurmalıkları 65 yıldan beri kurumuştur. İsrail’in kuruluşu Beysan hurmalıklarının kurumasına sebep olmuştur.” 2013 yılında Filistin gezisi yapan selefi şeyh Ekrem Ziyade’nin otobüs şoföründen aktardığı bilgilerden anlaşıldığına göre Yahudiler Irak’tan hurma fideleri getirip Beysan hurmalığına dikmektedirler. Bu da, Beysan hurmalığının hurma vermediğini göstermektedir.
d) Aynı rivayette Deccal, Taberiyye gölünde suyun olup olmadığından sormuş, onlar da bu gölde suyun çok olduğunu haber vermiş ve bunun üzerine Deccal: “buranın suyunun gitmesi yakındır” demiştir.
Bugün Taberiyye gölünün suyu ciddi manada çekilmiş durumdadır. Gölde İsraillileri tehdit edecek şekilde büyük bir eksilme söz konusu olup su seviyesi en alt seviyededir. Mustafa Özcan adı geçen makalesinde şöyle demiştir: “İsrail, Ürdün üzerinden tünel açarak su ikmâliyle gölü yeniden canlandırmaya çalışıyor. Bununla birlikte gölün dumûra uğramasının önü alınamıyor.” Ve yapılan araştırmalar, su seviyesinin düşüşünün devam ettiğini ve edeceğini göstermiştir. Yâkut el-Hamevî (rahimehullah, vefat tarihi: hicri 626, miladi 1229) “Mu’cemu’l-Buldân” isimli eserinde Taberiyye gölünü birkaç kez gördüğünü ve suyunun bol olduğunu söylemiştir.
Taberiyye gölü aynı zamanda, Deccal öldükten sonra çıkacak olan Ye’cûc ve Me’cûc’un kendisinden içeceği göldür. Onların ilkleri bu göle gelir ve ondan içerler, ta ki göl kurur. Sonra onların diğer bir kısmı göle gelir ve derler ki: “Burada önceden su vardı.” Buradan anlaşılmaktadır ki Deccal çıktığında bu göl tamamen kurumuş bir halde olmayıp su seviyesi düşük bir seviyede olacak ve Ye’cûc ve Me’cûc kurutacaktır. Allahu A’lem.
e) Yine aynı kıssada geçtiği üzere Deccal, Zuğer pınarında/gözesinde suyun olup olmadığını ve pınarın yakınında bulunan insanların bunun suyuyla ekimde bulunup bulunmadığını sormuş, onlar burada suyun çok olduğunu (başka bir rivayette: suyunun tazyikli aktığını) ve insanların bu suyla ziraat yaptıklarını söylediklerinde -Sahîhu İbn Hibbân’da geçen rivayete göre-: “Orada suyun olmaması yakındır.” demiştir.
Bu pınar, Ürdün’de bir köy olan Zuğer’de, Ürdün’deki ölü denize yakın bir yerde bulunmaktadır. Taberiyye gölünün güneyine takriben 37 kilometre uzaklıktadır. Küçük bir pınardır. “Zuğer” eski ismidir. Şu anki ismi ise “Sultan pınarı”dır. Önceden bu gözeden su tazyikli çıkıyorken şu anda ise suyu azalmaktadır. Mustafa Özcan şunları söylemiştir: “Geçtiğimiz yıllar bölgeyi, özellikle Ürdün ve İran gibi ülkeleri kuraklık vurmuş ve yeraltı kaynakları da çekilmişti. Son sıralarda Ürdün gibi ülkelere bazen kar yağmasına rağmen genellikle kuraklık peydâ olmaktadır.”
(Deccal bu üç sorunun ardından bir de Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ne yaptığını, Arapların onunla savaşıp savaşmadığından ve Araplara ne yaptığından sormuştur.)
f) Müslim’de geçen bir rivayete göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Deccal’e Asbahân Yahudilerinden 70.000 kişinin tabi olacağını ve bunların üzerinde Tayâlise olacağını, yani başın üzerine atılan ve bel’e kadar sarkan bir tür örtülerinin bulunacağını haber vermiştir. Rivayet şu şekildedir:
يتبع الدجال من يهود أصبهان سبعون ألفاً عليهم الطيالسة
“Deccale Asbahân Yahudilerinden 70.000 kişi üzerlerinde Tayâlise olduğu halde tabi olur.”
Deccalin ilk olarak uğrayacağı kimseler Asbahân Yahudileridir. Bunlar Deccalin ilk tabileri olacaklardır. Asbahân İran’da bir beldedir. İran’ın başkenti Tahran’ın güneyine 340 kilometrelik bir mesafede bulunmaktadır. Günümüzün meşhur selefi davetçilerinden Muhammed Arîfî 2012 senesinde Deccal konusunu ele aldığı bir televizyon programında Asbahân’da 25.000 ila 30.000 arası nüfusta Yahudi yaşadığını ve orada onların mabedlerinin olup ayinlerini yaptıklarını ve papazlarının başında tayâlise olduğunu söylemiştir. Hadise göre Asbahân’a başka yerlerden Yahudiler gelerek veya başka bir şekilde burada yaşayan Yahudi sayısı 70.000 civarına ulaşacak. Ancak Araplar 70, 70.000 gibi rakamları çokluk anlamında da kullanmaktadırlar. Bu nedenle sayının illa da 70.000 civarına ulaşması şart değildir.
3. ALAMET
Müslim, Ahmed, İbn Hibbân, Ebu Nadra’dan (rahimehumullah) şunları anlattığını rivayet etmişlerdir:
كنا عند جابر بن عبد الله فقال يوشك أهل العراق أن لا يجبى إليهم قفيز ولا درهم قلنا من أين ذاك قال من قبل العجم يمنعون ذاك ثم قال يوشك أهل الشام أن لا يجبى إليهم دينار ولا مدي قلنا من أين ذاك قال من قبل الروم ثم سكت هنية ثم قال قال رسول الله صلى الله عليه وسلم يكون في آخر أمتي خليفة يحثي المال حثيا لا يعده عدا
“Câbir b. Abdillah’ın (radiyallahu anh) yanında idik, şöyle dedi: “Irak ehli’ne ne bir kafîz (Irak ehline ait bir ölçek, yani yiyecek) ne de bir dirhem verilmemesi (bunlardan men edilmeleri) yakındır.” Dedik ki: “Bu neredendir.” O da: “Acemler (Arap olmayanlar) tarafındandır, bunları engellerler” dedi. Sonra dedi ki: “Şam ehline ne bir dinar ne de bir müdy (Şam ehline ait bir ölçek, yani yiyecek) verilmemesi yakındır.” Dedik ki: “Bu neredendir.” O da: “Rumlar (Hristiyanlar) tarafındandır” dedi. Sonra az bir müddet sustu ve sonra şöyle dedi: “Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Ümmetimin sonunda bir halife olacaktır, (malların, ganimetlerin, fetihlerin çok olması nedeniyle) malı avuç avuç dağıtacak, saymayacak/hesaplamayacaktır.”
Bu hadiste “halife”den kasıt -Mehdî zamanında bolluğun, bereketin yaşanacağını bildiren hadislerden anlaşıldığı üzere- Mehdî (aleyhisselam)’dır. O halde bu habere göre Mehdî’nin çıkışından önce ilk başta Irak’a sonra Şam’a ambargo uygulanacak ya da buralar muhasaraya alınacak, sonra Mehdî çıkacaktır.
Nitekim Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından alınan kararla bütün acem devletlerce 1990 yılında Irak halkına büyük bir ekonomik ve ticari ambargo uygulamaya konulmuş ve 2003 senesine kadar devam etmiştir. Bu ambargo, insanlık tarihindeki belki de en sıkı ve acımasız yaptırım olarak tanımlanmıştır. İslam tarihi boyunca Irak’a bu ambargonun dışında acemler tarafından başka bir ambargo veya muhasara uygulanmadığı söylenmiştir.
Rumlar tarafından Şam ehline yönelik engelleme, Hristiyan Rusya’nın başını çektiği sona eren Halep muhasarası ve bundan sonra vuku bulabilecek başka bir muhasara veya muhasaralar olabilir. Allahu A’lem.
4. ALAMET
Malumdur ki senelerdir, Mehdî (aleyhisselam)’ın akabinde geleceği; ‘yeryüzünün zulüm ve düşmanlıkla dolması’ vakıası yaşanmaktadır. Ve Mehdî’den sonra çıkacak olan Deccal’in çıkışının yaklaştığını gösteren alametler zuhur etmiştir. Ve yine Mehdî’nin çıkışından, ondan da evvel Şam ehline yönelik engellemeden önce gerçekleşeceği bildirilen Irak ehline yönelik engelleme vuku bulmuştur.
Bütün bunlar bir araya getirildiğinde göstermektedir ki bizler, Mehdî’nin çıkışının yakın olduğu bir dönemde bulunmaktayız. İşte böyle bir dönemde Suriye topraklarında savaşın başlayıp yaklaşık 6 seneden beri tüm hızıyla devam edip Hristiyan Amerika, Rusya ve Avrupa devletlerinin büyük bir önem vererek üzerinde hesaplar yapmaları, planlar, projeler üretip uygulamaları Mehdî’nin çıkışına daha çok yaklaştığımız anlamına gelir. Çünkü Müslim’in (rahimehullah) rivayetine göre; Mehdî’nin komutanlığını yapacağı el-Melhametu’l-Kubrâ için Rumlar Halep yakınlarında bulunan A’mâk veya (ravinin şekki) Dâbık’a ineceklerdir. Ebu Dâvud ve Ahmed’in (rahimehumallah) aktardıkları sahih bir rivayete göre; el-Melhametu’l-Kubrâ gününde müslümanların kalesi/merkezi Suriye’nin Ğûta şehrinde olacaktır.
Gelecek İki Alametle Alakalı Önemli Bir Mesele: Zayıf Hadislere Bakışımız Nasıl Olmalı?
Bir hadisin senedine bakılıp zayıf olduğuna hükmedilmiş olması o hadisin kesinlikle doğru olmadığı anlamına gelmez. Zayıf raviler hadisi asla, hiçbir zaman doğru nakletmezler denilemez. Genel hüküm olarak bunlar zayıf ravilerdir denilir, ama bunlar hadisi doğru aktarmış da olabilirler. Veya ravinin tanınmaması ya da senedden düşürülüğü için kim olduğunun bilinmemesi nedeniyle hadis zayıftır ama belki de o ravi sahih bir ravi olabilir. Yani biz zann-ı galibe göre bu hadis zayıftır, büyük ihtimalle böyle bir şey dememiştir veya yapmamıştır veya olmamıştır veya yok deriz ve o hadisi almaz, onunla amel etmeyiz (zayıf hadisle amel etme ayrı bir meseledir.) Hadisin zayıflığının derecesine göre bu ihtimal artar veya azalır.
Aynı durum sahih dediğimiz hadisler için de geçerlidir. Yani galib-i zanna göre sahihtir der ve onu alır, onunla amel ederiz, ama belki de bu hadisin ravilerinden biri yanılmış, hadisi bize kusurlu nakletmiş olabilir.
Binâen aleyh; seneden zayıf olan bir hadis şayet vakıayla örtüşüyorsa Ahmed b. Sıddîk el-Ğumâri, Hamûd et-Tuveycirî gibi (rahimehumallah) kimi ilim ehli bu durumun zayıf senedi sahihe dönüştüreceğini, bu haberin Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e nisbetinin sahih olduğunu söylemişlerdir. Kimi âlimler ise zayıf senedin bu durumda da zayıf olarak kalacağını, ama hadise metnen/manen sahih denileceğini, çünkü bu haberin kaynağının ehl-i kitabın kitapları olma veya tecrübeyle, basiretle, firasetle söylenmiş olma ihtimali olduğu için mananın sahih olmasının Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’e nisbetinin de sahih olmasını gerektirmeyeceğini söylemişlerdir. İbn Useymîn (rahimehullah) şöyle demiştir: “Zayıf hadis sahih bir hadise muhalif olmadığı ve vakıa onun sıhhatine şahitlik ettiği zaman: “Bu, seneden zayıf, metnen sahihtir” denilir.”
5. ALAMET
Nuaym b. Hammâd (rahimehullah, vefat tarihi: hicrî 228) meşhur “El-Fiten” isimli eserinde 935 sayılı rivayette Tubey’ (rahimehullah)’ın şöyle dediğini nakletmiştir:
سَيَعُوذُ بِمَكَّةَ عَائِذٌ فَيُقْتَلُ، ثُمَّ يَمْكُثُ النَّاسُ بُرْهَةً مِنْ دَهْرِهِمْ، ثُمَّ يَعُوذُ عَائِذٌ آخَرُ، فَإِنْ أَدْرَكْتَهُ فَلَا تَغْزُوَنَّهُ، فَإِنَّهُ جَيْشُ الْخَسْفِ
“Mekke’ye birisi sığınacak ve öldürülecek. Sonra insanlar ömürlerinden bir müddet kalırlar/yaşarlar, sonra başka birisi sığınır. Şayet ona ulaşırsan ona karşı savaşma. Çünkü o (yani ona karşı savaşacak ordu) hasf (yani yerin içine geçirilecek) ordudur.”
Burada: “sonra başka birisi sığınır” cümlesindeki şahıs şüphesiz Mehdî (aleyhisselam)’dır. Zira rivayetlerde Mehdî’nin Kabeye sığınacağı ve orada Ona bey’at edileceği, sonra Ona karşı Şam’dan bir ordunun savaşmak için yola çıkacağı, Medine ile Mekke arasında bir yere vardıklarında Mehdî olduğunun bir alameti olarak yerin yarılıp içine geçirilecekleri bildirilmiştir. Nitekim Nuaym b. Hammâd da bu rivayeti bu ordu hakkındaki bir başlık altında zikretmiştir.
Mehdî Kâbe’ye sığınacağı için rivayette Mekke ile kastedilen Kâbe’dir.
“Sonra insanlar مِنْ الدَهْرِ (zamandan) bir müddet kalırlar/yaşarlar” denmeyip de: “…مِنْ دَهْرِهِمْ (kendi zamanlarından/ömürlerinden) bir müddet…” denmesinde şuna işaret var ki; birinci sığınma olayı zamanında hayatta olan kimi insanların ömürlerinden bir müddet geçtikten sonra Mehdî’nin sığınma olayı gerçekleşecektir. Allahu A’lem.
Hicri 1400 senesinin Muharrem ayının ilk gününde Cuheyman el-Uteybî öncülüğünde bir grup, silahlarla Mescid-i Haram’a girmiş/sığınmış ve Cuheyman, amcasının oğlu ve kayın biraderi olan Muhammed b. Abdillah el-Kahtânî’yi Mehdî ilan edip O ve cemaati bey’at vermiş ve orada bulunanları da bey’at etmeye çağırmıştı. Cuheyman şunları söylemiştir: “Kendimize sığınak olarak sadece bu beyt’i bulduk. Çünkü biz biliyoruz ki Allah burayı korur…” Bunun üzerine Suud hükümeti güçleri operasyon başlattı; Mescid-i Haram’ı 3 gün muhasaraya aldı ve sonra içeri girip çatışmaya başladılar. Çatışmalarda el-Kahtânî ve grubun bir kısmı öldürüldü. Operasyon 16 gün sonra sona erdi. Cuheyman ve geriye kalan tabileri tutuklandı ve sonra idam edildiler (rahimehumullah)
Evet, bu rivayet seneden zayıftır. Lakin -açıkladığımız üzere- vakıanın zayıf bir rivayetle uyuşması halinde bu rivayetin en azından metnen/manen sahih olduğuna hükmedilir.
6. ALAMET
Yine Nuaym b. Hammâd “El-Fiten”inde “Mehdî çıktığında başka bir alamet” başlığı altında zikrettiği 973 numaralı rivayette Saîd b. Museyyeb’in (rahimehullah) şöyle dediğini aktarmıştır:
تَكُونُ فِتْنَةٌ كَأَنَّ أَوَّلَهَا لَعِبُ الصِّبْيَانِ، كُلَّمَا سَكَنَتْ مِنْ جَانِبٍ طَمَتْ مِنْ جَانِبٍ، فَلَا تَتَنَاهَى حَتَّى يُنَادِيَ مُنَادٍ مِنَ السَّمَاءِ: أَلَا إِنَّ الْأَمِيرَ فُلَانٌ “، وَفَتَلَ ابْنُ الْمُسَيِّبِ يَدَيْهِ حَتَّى أَنَّهُمَا لَتَنْفُضَانِ فَقَالَ: «ذَلِكُمُ الْأَمِيرُ حَقًّا، ثَلَاثَ مَرَّاتٍ»
“Bir fitne olur ki, onun başı sanki çocukların oynamasıdır. Bu fitne ne zaman bir tarafta dinse başka bir taraftan yükselir. Ve semadan bir münadi: “Emir falancadır” diye nida edinceye kadar bu fitne sona ermez.” Ve İbnu’l-Museyyeb… 3 kere şöyle dedi: “O gerçekten emirdir.”
Abdurrezzak (rahimehullah) Musannef’inde bu manada biraz farklı lafızlarla 20746 numaralı bir rivayet nakletmiştir.
Yine aynı başlık altında 977 nolu rivayette Nuaym b. Hammâd İbnu’l-Museyyeb’ten şöyle söylediğini nakletmiştir:
تَكُونُ فِتْنَةٌ بِالشَّامِ، كَأَنَّ أَوَّلَهَا لَعِبُ الصِّبْيَانِ، ثُمَّ لَا يَسْتَقِيمُ أَمْرُ النَّاسِ عَلَى شَيْءٍ، وَلَا تَكُونُ لَهُمْ جَمَاعَةٌ حَتَّى يُنَادِيَ مُنَادٍ مِنَ السَّمَاءِ: عَلَيْكُمْ بِفُلَانٍ، وَتَطْلُعُ كَفٌّ تُشِيرُ
“Şam’da bir fitne olur ki, onun başı sanki çocukların oynamasıdır. Sonra insanların durumu bir şey üzere istikamet bulmaz/düzelmez ve onların bir cemaati olmaz, ta ki semadan bir münadi: “Falancaya bağlanın/onu bırakmayın. (978. rivayette: “Emiriniz falancadır”)” diye nida edinceye kadar. Ve (ona) işaret eden bir el belirir.”
Bu üç rivayet sened açısından zayıf rivayetlerdir.
Bu manada Taberânî’nin de (rahimehullah) bir rivayeti vardır, buna göre Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
سَتَكُونُ فِتْنَةٌ لَا يَهْدَأُ مِنْهَا جَانِبٌ إِلَّا جَاشَ مِنْهَا جَانِبٌ، حَتَّى يُنَادِيَ مُنَادٍ مِنَ السَّمَاءِ: أَمِيرُكُمْ فُلَانٌ
“Bir fitne olacak ki, ondan bir taraf yatışmaz ki muhakkak başka bir taraf coşar, ta ki semadan bir münadi: “Emiriniz falancadır” diye nida edinceye kadar.” Heysemî (rahimehullah) “Mecmau’z-Zevâid”inde bu rivayeti: “Mehdi hakkında gelen şeyler (rivayetler) babı” altında rivayet ettiği hadisler arasında zikretmiş ve zayıf olduğunu belirtmiştir. İbn Cerîr et-Taberî (rahimehullah) “Tehzîbu’l-Âsâr”da bu rivayetin senedinin sahih olduğunu söylemiştir, ancak el-Elbânî (rahimehullah) Onun bu hükmünü tenkit etmiştir. Ve Taberî bu rivayetin akabinde bu emirin Mehdî olduğunun ifade edildiği bir hadis rivayet etmiş ve zayıf olduğuna işarette bulunmuştur…
Bu rivayetler adeta Suriye ayaklanmasının başlangıcını, nasıl büyüyeceğini ve Mehdî çıkana kadar nasıl bir seyirde olacağını anlatmaktadır. Hatırlanırsa; Suriye ayaklanması, Der’â şehrinde sayıları 15 olduğu söylenen birkaç çocuğun Tunus ve Mısır ayaklanmalarından etkilenerek eğitim-öğretim gördükleri okullarının duvarlarına rejim karşıtı yazılar/sloganlar yazmaları sebebiyle başlamıştı. Bu çocuklar kısa bir süre sonra yakalandılar, işkence edildiler, hapsedildiler. Babaları emniyet müdürüne gelip çocuklarının serbest bırakılmasını istedi. Ancak müdür çok çirkin ve iğrenç bir sözle karşılık vererek bunu kabul etmedi. Bunun üzerine rejim aleyhine tezahürat yaptılar. Rejim güçleri bu tezahüratı şiddetli bir şekilde bastırdı; yaralılar, ölüler, tutuklamalar oldu. Ve rejimin kullandığı bu şiddet sonra bütün Der’â’yı bir araya getirdi, tezahüratlar başladı. Bkz:
2 haftadan fazla bir süre sonra Der’â’da tezahüratlar bastırıldı. Bitti denilmişti ki, Der’â da olup bitenlerden ötürü Suriye’nin başka bir şehrinde ayaklanma baş gösterdi. Burada da dindi zannedilmişti ki bu sefer ayaklanma başka bir yere intikal etti… İşte bu şekilde Suriye genelinde ayaklanmalar oldu ve neticesinde mübarek Şam cihadı başladı.
977 nolu rivayette geçen: “Sonra insanların durumu bir şey üzere istikamet bulmaz/düzelmez ve onların bir cemaati olmaz…” haberi 982 nolu rivayette Saîd b. Museyyeb’ten şöyle gelmiştir:
تَكُونُ فُرْقَةٌ وَاخْتِلَافٌ حَتَّى يَطْلُعَ كَفٌّ مِنَ السَّمَاءِ وَيُنَادِي مُنَادٍ: أَلَا إِنَّ أَمِيرَكُمْ فُلَانٌ
“Bir ayrılık ve ihtilaf olur, ta ki semadan bir el belirinceye ve bir münadi: “Emiriniz falancadır” diye nida edinceye kadar.”
Malum olduğu üzere Suriye cihadı başladığından bu yana; yaklaşık 6 seneden beri şeriatın ikamesi için savaşan mücahidler farklı bayraklar altında savaştılar, şu veya bu sebepten ötürü tek bir cemaat, tek bir komuta altında maalesef birleşme gerçekleşemedi. Ne zaman bir birleşme girişiminde bulunulduysa hep sonuçsuz kaldı. Vallahu’l-Musteân.
Semadan bir münadinin: “Emir falancadır” diye nida etmesi Allahu A’lem insanlar arasında Mehdî’nin çıktığı haberinin yayılmasından kinayedir.
Mehdî Bu Şahıs Olabilir mi?
Afgan mücahidleri arasında meşhur çok ilginç bir kıssa anlatılır. Bu kıssayı, yazı ve yorumlarını beğenerek okuduğum @SeriyyeSalih ağabeyimiz o güzel, akıcı üslubuyla şöyle anlatmıştır:
“Bu kıssayı yaklaşık 5 yıl önce Türkistan İslami Hareketi’nin Şehid kadısı Şeyh Bilal Türkistani’den bizzat dinlemiştim. Şeyhin anlattıklarını, bahsettiği dönemde Afganistan’da olan ve haddi zatında şu an Şam’daki Türkistanlı Mücahidlerin genel emiri olan Şeyh İbrahim Mansur’a sormuştum. O da o dönem bu konunun mücahidler arasında çok konuşulduğunu söylemiş, ilave bilgiler de aktarmıştı bana.
Taliban imaratı döneminde takriben 99-2000 yılında Şeyh Usame’nin yanındaki gençlerden biri Şeyh Ebu Mus’ab Es-Suri’nin dikkatini çekiyor. Şeyh Ebu Mus’ab gencin üzerinde uzun uzun duruyor, uzun bir müddet sürekli gözlüyor ve sonunda bu gencin Mehdi (aleyhisselam) olabileceğini düşünüyor. Şeyh Usame’ye “Ya Şeyh, bu genç Mehdi olabilir” diye sürekli baskı yapıyor. Şeyh Usame önceleri çok dikkat etmese de şeyhin ısrarı üzerine O da gencin üzerinde durmaya ve hareketlerini incelemeye başlıyor ve Şeyh Usame de aynı izlenime kapılıyor. Çevresinde bulunan ilim ehli ile bu Mücahidin durumunu konuşuyor. Sonunda Mücahid ile konuşmaya karar veriyorlar. Şeyh kendisini çağırıp durumu anlatıyor. Mücahidin adı, künyesi, memleketi, kabilesi, hal ve hareketleri hadislerde Mehdi’ye dair anlatılanlara bire bir uyuyor. Şeyhler ne kadar ısrar etse bu kardeş o kadar kaçıyor. Sonunda Şeyhlerin sıkıştırmasına dayanamıyor ve başından geçen bazı olayları anlatıyor. Mekke’de yürürken insanların sürekli kendisine baktığını, bindiği takside taksicinin yüzüne bakıp “vallahi sen Mehdi’sin” dediğini v.s anlatıyor.
Günler bu şekilde geçerken grupta bulunan Mücahidler bu kardeşi sürekli Şeyh Usame’ye şikayet ediyorlar. Kardeş sürekli Emr-i bil Ma’ruf yapıyor. Bunu nasıl yapıyor bilmiyorum, çevresindeki kardeşler her şeye müdahale ettiğinden yakınıyorlar. Şeyh Usame bu kardeşe “sen geldiğin yere (Mekke) dön. Sana haber gelecek” diyor ve bu Mücahidi Mekke’ye geri gönderiyor. Bu olayların yaşandığı dönemde bu kardeşin çok genç olduğu ve 20’li yaşların başında olduğu söyleniyordu. Eğer öyle ise ve de hala yaşıyorsa 40 yaşına yaklaşmış demektir. Mehdi midir bilmiyorum. Lakin ismi geçen şeyhler de dahil birçok şeyh Mehdi olduğu izlenimine kapılmışlar. Eğer Mehdi o mücahid ise Allahu alem zuhuru yakındır. Kıssanın çoğunu kendisinden dinlediğim Şeyh Bilal aynı şekilde Şeyh Usame’nin de hadislerde zikri geçen Kahtani olduğuna inanıyordu. Malum Şeyh Usame’de Kahtan kabilesindendi ve elinden asasını da hiç düşürmüyordu.”
Mehdî’nin çıkışı bazılarının zannettiği gibi kesinlikle rahatlık döneminin başlangıcı olmayacak. Bilakis Onun çıkışı demek cihad demek, ordusunun üçte birinin kaçacağı ve tevbelerinin asla kabul edilmeyeceği, diğer üçte birinin de şehid olacağı melhame-i kubrâ (en büyük savaş) demek, sıkıntılar, büyük fedakârlıklar, sabır, sebat demek. Seni zor günler bekliyor ey Müslüman!
Ve’l-hamdu lillâhi Rabbi’l-âlemîn
Ömer Faruk /@l_ilm
Alıntı:Küresel Analiz