Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Mezar Başındaki İbadetlerin Sevabı Ölüye Ulaşır mı?

I Çevrimdışı

islami bilgiler

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
بســـم الله الرحمن الرحيم


Mezar Başındaki İbadetlerin Sevabı Ölüye Ulaşır mı?


Buna rağmen dua edecekler i sırada saygı besledikl eri salih bir şahsiyetin bulunduğu yere doğru dönerek dua edenlere rastlanma ktadır.

Döndükleri yön ister doğu olsun, ister olmasın farketmez . Bu davranış açık bir sapıklık ve belirgin bir şirktir.

Tıpkı bazı kimseleri n kutsal saydıkları şahsiyetlerin bulundukl arı tarafa arkalarını döndürmekten kaçınmaları gibi. Oysa aynı kimseler gerek Beytüllah'a (Kabe'ye) ve gerekse Peygamber imizin mezarına doğru arkalarını dönebilmektedirler.

Bunların hepsi hristiyan lığı andıran, ona özenen bidatlerd ir. Bunun böyle olduğunu şundan anlamak mümkündür ki, ilk nesil müslümanları ile aynı yolu benimsemiş bütün müslümanlar Peygamber imize salât ve selam getirme konusunda bile sünneti titizlikl e gözeterek bu yoldan hristiyan ların sapık uygulamal arına özenir duruma düşülüp mekruhluğa saplanılmamasına dikkat etmişler ve böylece Peygamber imizin:

“Sakın mezarımı bayram (tören) yeri edinmeyin iz” buyruğu ile

“Sakın hristiyan ların İsa'yı aşırı derecede övdükleri gibi siz de beni aşırı derecede övmeyiniz. Ben sadece bir kulum. Bu yüzden benden -Allanın kulu ve Resulü- diye bahsedini z” direktifi ne, noktası noktasına uymaya çalışmışlardır.

Bundan dolayı bu titiz müslümanlardan biri:

“Resûlullah'ın belirttiği bu sakıncalı durumlara düşerim” endişesi ile O'nun mezarına selâm verip veremeyec eğini sormuş ve kendisine Abdullah b. Ömer'in (Allah ondan razı olsun) böyle yaptığı bildirilm iştir.

Bu yüzden aralarında İmam-ı Malik'in de bulunduğu bir grup ilim adamı mescide girmek isteyen kimseleri n her seferinde önce Peygamber imiz (salât ve selâm üzerine olsun) ile yanı başında yatan iki arkadaşının (Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer'in) mezarlarına selâm vermeleri ni mekruh saymışlar ve bunun sadece yolculuğa çıkmadan önce veya yolculuk dönüşü yapılmasının yerinde olacağını söylemişlerdir.

Bu alimlerin bazıları ise namaz ve benzeri amaçlar için camiye girilirke n, Peygamber imizin mezarını selâmlamanın sakıncasız olduğunu savunmuşlardır. Fakat sık sık bu türbenin yanına giderek Peygamber imize salât ve selâm getirmeye hiç bir alimin izin verdiğini hatırlamıyorum. Çünkü bu hareket bir anlamda orayı bayram (tören) yeri edinmek olur. Oysa bizim mescide her girişimizde tıpkı namazlarımızın sonlarında olduğu gibi:

“Esselâmu aleyke eyyühennebiyyu ve rahmetüllahı ve berekâtühü (Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun, ey Allah'ın Resulü!)” diyerek Resûlüllah'ı selâmlamamız meşru kılındı. Hatta böyle söylemek, Peygamber imizi selâmlayacak hiç kimsenin bulunmadığı bir yere giren herkese müstahabdır. Çünkü daha önce belirttiğimiz gibi, nerede olursa olsun, Peygamber imize getirilen salât ve selâmlar kendisine iletilmek tedir.

Görülüyor ki, İmam-ı Malik ve arkadaşları sık sık Peygamber imizin mezarına giderek O'nu bu meşru sözlerle selâmlamanın bile bir anlamda orayı bayram (tören) yeri edinmek demek olacağından çekinmişlerdir. Üstelik bu hareket bidattir. Çünkü gerek Ebu Bekir, gerek Ömer, gerek Osman ve gerekse Ali (Allah hepsinden razı olsun) dönemlerinde -muhacir olsun, ensar olsun- bütün müslümanlar günde beş vakit namaz kılmak için mescide geldikler i halde hiç bir zaman Peygamber imizin mezarı yanına giderek O'na selâm vermezler di. Sebebine gelince Peygamber imizin bunu nahoş saydığını, hatta onlardan böyle yapmamala rını istediğini biliyorla rdı. Bunun yerine mescide girerken, çıkarken ve selâm vermek üzere Ettehiyya tü'ye oturunca Rasûlüllah'ı selâmlarlardı. Tıpkı hayattayk en onu selâmladıkları gibi.

Nitekim Said b. Mansur'un, “sünen” adlı eserde Abdurrahm an b. Zeyd'e(lOl) dayanarak bildirdiğine göre Abdullah b. Ömer, yolculuk dönüşlerinde Peygamber imizin mezarına giderek onu selâmlar, arkasından da “selâm üzerine olsun, ey Ebu Bekir; selâm üzerine olsun, babacığım” diyerek Peygamber imizin iki arkadaşını da selâmlardı. (Bkz. Kadı İyad, El-Şifa, c. 2, s. 85: İbn Abdulberr, El-İstizkar, c. 1, s.)

(Abdurrahm an b. Zeyd; Asıl adı Abdurrahm an b. Zeyd Eşlem El-Advi Medinelil erin azatlısıdır. Zayıftır. Ahmed, Ali b. Elmedenî, Nesai, Ebu Hatim, Ebu Zer'a ve diğer hadisçiler onun zayıf olduğunu söylemektedirler. Hic. 182 yılında öldü. Tehzib El-Tehzib, c. 6, s. 177,179, biy. 358. - )

Fakat ayni konuda Nafî'den rivayet edilen ve yukarda değinmiş olduğumuz bir başka hadis de Abdullah b. Ömer'in bu selamlama yı her yolculukt an, hatta yolculukl arının çoğunluğundan sonra yapmadığını göstermektedir.

İmam-ı Malik: “Bu ümmetin ilk döneminde neler yararlı idi ise son döneminde de onlar yararlıdır” derken ne güzel söylemiş!

Fakat ümmetlerin peygamber lerin ilkelerin e bağlılıkları azalıp imanları zayıfladıkça bu ilke ve gelenekle ri şirk ve bidat nitelikli uygulamal arla değiştirmişlerdir.

Bundan dolayı ileri gelen imamlarımız Peygamber imizin kabrini elle sıvazlayıp selamlama yı veya öpmeyi mekruh saymışlar ve hücrenin orada namaz kılmaya imkân vermeyece k bir tarzda yapılmasını sağlamışlardır.

Bilindiği gibi Rasûlullah'ın toprağa verildiği yer olan Hz. Ayşe'nin hücresi Mescid'e bitişikti ve Mescid'in minberi ile hücre arasında Ravza vardı. Halifeler döneminde, hatta bir süre sonrasına kadar buranın düzeni aynen böyle kaldı. Daha sonra Mescid genişletildi ve o sırada gerek Peygamber imizin içinde yattığı hücrenin ve gerekse doğuda ve kıble tarafından bulunan mescid çevresindeki hücrelerin durumlarında değişiklikler yapıldı.

Nihayet Emevî hükümdarlarından Velid b. Abdülmelik zamanında hücre yeniden yapıldı. O sırada Medine valisi olan Ömer b. Abdülaziz, Mescidi çevreleyen hücreleri, istimlak ederek yıktırdı ve mezarları mescidin sınırları içine aldırdı. O zaman Said b. Museyyeb gibi kimi ilim adamları bu yer değiştirmeleri mekruh sayarken kimileri yerinde ve sakıncasız görmüştü.

(Velid b. Abdülmelik b. Mervan b. El-Hakem El-Kuraşî, El-Mevî, Beni Umeyye-Emevi krallarındandır. Hicretin 50. yılında doğan bu kral, babasından sonra saltanata -hilafete- geçti (86) Döneminde Fetihler yapıldı. Bilginler e karşı mükrimdi. Güçsüzleri korurdu. 97'de öldü. El-Bidaye ve el-nihaye, c. 9, s. 161,166.)

Bu konuda İbn-i Esrem'in şu satarlarını okuyalım:

“Bir defasında İmam-ı Ahmed'e -Peygamberimizin mezarına el sürmek, orayı okşamak doğru mudur?- diye sordum. Bana “Böyle yapmayı doğru görmüyorum” diye cevap verdi. Kendisine:

“Peki, mescidin minberine el sürmeye, orayı sıvazlamaya ne dersin?” diye sordum. Bu soruma:

“Bunu yapmak yerindedi r. Çünkü elimizde Abdullah b Ömer'in bu minbere el sürdüğünü ve Said b. Museyyeb'in Rummane'yi sıvazladığını belirten belgeler var” diye karşılık verdi. Ben de O'nun bu cevabını:

“Yahya b. Said'e dayanılarak bildirild iğine göre Abdullah b. Ömer, Irak seferine çıkacağı sırada Mescid'e gidip minberi sıvazladı ve bu vaziyette dua etti” diyerek tamamladım. İmam-ı Ahmed'in söylediklerimi onayladığını gördüm. Fakat hemen arkasından:

“Ama her halde bunu sadece zaruret anlarında ve sefer öncesinde yapmıştı” diye ekledi. O sırada birisi, İmam'a bazı kimseleri n peygamber imizin mezarına karınlarını sürttüklerini nakletti. Ben hemen oraya girerek:

“Bir kısım Medineli alimin Peygamber imizin mezarına el sürmediklerini, sadece uzağında durup O'nu selâmladıklarını gördüm” dedim. Bu sözlerime:

“Evet, Abdullah b. Ömer de böyle yapardı. Anam babam O'nun (Rasûlullah'ın) yoluna feda olsun” diye karşılık verdi.”

İmam-ı Ahmed ile arkadaşları minberin el tutma ve oturma yerine dokunmaya izin vermişler, fakat O'nun mezarına el sürmeye izin vermemişlerdir. Gerçi bazı arkadaşların bildirdiğine göre Hanbelî, Peygamber imizin mezarına el sürmeyi de serbest saymıştır. Bu arkadaşların gösterdikleri delile göre cenaze töreni ile toprağa verilişinde hazır bulunduğu bir ölünün mezarına el sürerek onun için dua etmiştir. Oysa öyle bile olsa bu iki durum arasındaki fark açıktır.

Bunun yanında İmam-ı Malik, Peygamber imizin mezarına el sürmeyi olduğu gibi minberine el sürmeyi de mekruh saymıştır.

Zamanımızdaki duruma gelince; bugün minber yanmış ve Peygamber imizin eli ile tutunarak konuştuğu yer de yok olmuştur. Peygamber imizin minberind en sadece bir tek tahta parçası kalmıştır. Buna göre el sürülmesine izin verilen eser artık ortada yok. Çünkü bilindiği gibi gerek İbn-i Ömer'den (Allah ondan razı olsun) ve gerekse başkalarından nakledile n belgeler Peygamber imizin minberde oturduğu yere el sürülebileceğine dairdir.

Öte yandan Esrem'in, Abdullah b. Dinar'a dayanarak bildirdiğine göre İbn-i Ömer, hem Peygamber imizin mezarı yanında ve hem de Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer'in (Allah onlardan razı olsun) mezarları yanında namaz kılmıştır. (İ. Malik, El-Muvatt'a, yolculukt a namaz kısaltma, kitabı; Peygamber imize salat ve selam okuma ile ilgili hadisler, babı, H. No: 68, c. 1, s. 166.)

3 - Dua etmek amacı ile mezarları ziyaret etmenin mekruh oluşunun üçüncü gerekçesi; ilk kuşak müslümanlarının Peygamber imizin (salât ve selâm üzerine olsun):

“Sakın benim mezarımı bayram (tören) yeri edinmeyin iz” şeklindeki hadisini bu davranışı yasaklayıcı bir delil diye kabul ederek bu işi mekruh saymış olmalarıdır.

Daha önce belirttiğimiz gibi Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin'in (Allah her ikisinden de razı olsun) oğulları Ali ile Hasan bu anlayışı benimsemişlerdir. Bilindiği gibi bu iki zat, ikinci neslin en seçkin ehl-i beyt temsilcil eri ve bu konuyu en doğru bilecek durumda olan kimselerd ir. Çünkü hem soyca ve hem de ikametgâh açısından Peygamber imizin hücresine en yakın şahsiyetlerdi.

Yukarda İmam-ı Ahmed ile arkadaşlarının Peygamber imizin (salât ve selâm üzerine olsun) mezarını selâmladıktan sonra dua etmek isteyenle rin kıbleye dönmeleri gerektiğini belirten görüşlerini nakletmiştik. Bu arada bazı alimler bu görüşe karşı çıkmışlardır. Meselâ ilk dönem alimlerin den İmam-ı Malik ve arkadaşları ile sonraki dönemlerin temsilcil erinden Ebul Vefa b. Ukeyl ve Ebu Farac b. Cevzî gibi.

Kısacası ben ne bir sahabinin ne bir ikinci kuşak temsilcis inin (tabiin) ve nede tanınmış bir imamın dua etmek amacı ile mezarlıklara gidilmesi ni hoş karşılayıcı bir sözünü hatırlamadığım gibi ne Peygamber imizden ve nede belli başlı imamların her hangi birinden bize kadar gelen ve bu yolda özendirici sayılabilecek olan her hangi bir belge hatırlamıyorum.

Bir çok alim tarafından dua, dua vakitleri ve dua yerleri konularında eserler yazılmıştır. Söz konusu eserler ele aldıkları konuların belgeleri ne de yer vermişlerdir. Fakat bu yazarlard an hiç biri, bildiğim kadarı ile, mezar başlarında dua etmenin faziletli olduğuna dair tek bir söz bile söylememiştir.

Durum böyleyken nasıl olur da mezar başlarında yapılacak dualar kabul edilme şansı daha yüksek ve daha faziletli dualar sayılabilir?

İlk nesil müslümanları böyle bir davranışa karşı çıkarken, onu onaylamaz ken, onu sık sık yasakladıkları halde bir kere bile özendirmezken böyle bir şey nasıl söylenebilir?

Evet, hicri üçüncü yüz yıldan sonra bu konu ile ilgili olarak bazı alimlerin şu tür sözlerine rastlar olduk:

“Falancanın mezarı başında yapılacak duanın kabul edileceği umulur”,

“Filânca mezarı başında dua edilecek bir zattır.”

Ama bu sözleri söyleyenler kimler olursa olsun, her zaman bunlara karşı çıkan ve bu yoldaki özendirmeleri onaylamay an alimler de olmuştur.

Bu tür sözler söylemiş olanların en iyi, en zararsız durumu, bu kimseleri n söz konusu mesele ile ilgili görüşlerinin ya iyi niyetli bir içtihada veya benimsedi kleri bir önderi taklide dayalı olması ve bu itibarla affedilme lerinin umulur olmasıdır.

Fakat söz konusu kimseleri n sözlerini bu davranışı hoş görmenin gerekçesi saymak mümkün değildir. Olsa olsa deriz ki; bu sözler, tıpkı bazı kimseleri n:

“Falanca yerlere adanan adaklar kabul edilir” ve

“Filanca yer adak adanacak bir yerdir” şeklindeki sözleri ile adak adamak üzere bazı pınar başları, su kuyuları, ağaç altlan, mağara kovukları, hücreleri ve benzeri putlar belirleme leri gibidir. Bu ikinci kısım söz ve uygulamal ar nasıl dini bir dayanak değilse ilk kısımdaki sözler de öyledir.

Dediğim gibi, bu konuda şu ana kadar ilk dönem müslümanlarına dayanan hiç bir serbestli k tanıyıcı belge, hiç bir rivayet bize ulaşmış değildir. Bunun tek istisnası İbn-i Ebu Dünya'nın “Kitab-ul Kubur” adlı eserde yer verdiği şu belgedir.

Muhammed b. İsmail b. Ebu Fedik'in Süleyman b. Yezid Kâabî yolu ile sahabiler den Enes b. Malik'e (Allah ondan razı olsun) dayanarak bildirdiğine göre Peygamber Efendimiz (salât ve selâm üzerine olsun) şöyle buyuruyor:

“Kim öneminin farkında olarak beni (mezarımı) Medine'de ziyaret ederse Kıyamet günü kendisine şefaatçi ve şahid olurum”

(Süyutî, El-Cami El-Sağir, c. 2, s. 605, H. No: 8716; Süyüti hadisi hasen olarak tanımlarken El-Zehebî, metruk, Ebu Hatim, de münker el-hadis olduğunu söylemektedir. Bkz. Feyz El-Kadir, c. 6, s.)

(İbn-i Ebu Dünya; Abdullah b. Muhammed b. Ubeyd b. Süfyan b. Kays El-Kuraşi El-Emevi, Ebubekir b. Ebu El-Dünya El-Bağdadî, ünlü hadis hafızlarından ve ünlü bir çok edebi ve bilimsel esere sahip, emevi soyundan bir bilgin Hicrî 208 yılında doğan bu ünlü alim 281 yılında öldü. Tehzib el-Teh. c. 6, s. 12, 13, Biy., 18.)

(Süleyman b. Yezid Kâabî; Asıl adı Süleyman b. Yezid El-Huza'î -Ebu El-Müsenna El-Ya'bi olan bu zat hakkında İbn Hacer'in El-Takrib nam eserinden edindiğim bilgiye göre bir yerde El-Kelbi olarak geçiyor diğer bir yerde ise El-Ka'bî olarak geçiyor. Hadis tenkitçilerinden Ebu Hatim Güçlü olmadığını ve hadisleri nin münkir olduğunu söylerken, Dare-Kutnî de zayıf olduğunu söylemektedir. İbn Hacer ise El-Takribinde onun hakkında şu yargıyı veriyor: “Altıncı kuşak ravilerin den olan bu zat, zayıftır. Buna rağmen Tirmizi ve İbn Mace ondan hadis tahricind e bulunmuşlar. Bkz. Tehzib El-Tehzib, c. 12, s. 221, Biy. 1014)

Yine bu hadisi nakleden İbn-i Ebu Fedik'in, Ömer b. Hafs'a dayanarak bildirdiğine göre İbn-i Ebu Melike bu konuda şöyle diyor:

“Kim Kıyamet günü Peygamber imizle karşı karşıya gelmek istiyorsa, Peygamber imizin mezarının kıble yönünde ve baş tarafında bulunan kandile başını değdirsin” (Kadı Iyad, Şifa, c. 2, s. 84, 85.)

Ayrıca yine İbn-i Ebu Fedik, bu konuda adını belirtmed iği bir ilk kuşak (selef) temsilcis inin şu sözünü nakleder:

Bize söylendiğine göre kim Peygamber imizin mezarı başında ayakta durarak:

“Allah ve melekleri Peygamber e salât etmektedi r (Onun şerefini gözetmeye, şanını yüceltmeye özen göstermektedir). Ey müminler, siz de O'na içtenlikle salât ve selâm ediniz” ayetini okur da arkasından yetmiş kere:

“Allah'ın salâtı (rahmeti, mağfireti) üzerine olsun, ey Muhammed” derse bir melek kendisine:

“Allah'ın salâtı (rahmeti, mağfireti) üzerine olsun, ey falanca” diyerek kendisine karşılık verir ve o anda seslendir eceği hiç bir dileği reddedilm ez.” (A.g.e., c. 2, s. 84.)

İbn-i Ebu Fedik'in nakletmiş olduğu bu sözler belki Peygamber imizin (salât ve selâm üzerine olsun) mezarı başında dua etmeyi özendirici nitelikte sayılabilir, fakat aşağıdaki sebepler yüzünden bu konuda delil kabul edilemez:

1 - Bir defa İbni Ebu Fedik bu sözleri kimin söylediğini belirtmiy or. Bu sözlerin kaynağı olan belirsiz zat da söylediklerini kimliğini açıklamadığı başka bir zattan işittiğini söylüyor. Böyle kaynağı belirsiz bir belgede tabiî ki, hiç bir şey ispatlaya maz. Üstelik bu sözlerin kendisind en öğrenmiş olduğumuz İbn Ebu Fedik, hicri ikinci yüz yıl dolaylarında yaşamış bir alimdir. Başka bir deyimle ne “Bağlılar (Tabiin)” ve nede “Bağlılara bağlılar (Tebe-i Tabiin)” kuşağından değildir ki, “Bu belge, bu hüküm üçüncü yüz yıl müslümanları arasında biliniyor du” diyebilel im. Nitekim güvenilir Medine alimlerin den hiç biri, böyle bir belgeden söz etmiş değildir.

Bu belgeyi zayıflatan bir başka faktör de şudur. Peygamber imizin (salât ve selâm üzerine olsun) bir hadisinde öğrendiğimize göre:

“Kim O'na bir kere salât ve selâm getirirse Allah kendisine on salâtla (rahmet ve mağfiretle) karşılık verir” (Müslim, Sahih, Kitab, Namaz, bab, Teşehhüdden sonra peygamber e salat ve selam okuma, H. No: 408.)

Böyle olunca neye dayanarak Peygamber imize getirilec ek yetmiş salât ve selâmın karşılığı olarak meleklerd en birinin o kimseye salât ve selâm getireceğini ileri sürebiliriz?

Öte yandan daha önce değindiğimiz çeşitli hadisler Peygamber imize getirilec ek salât ve selâmların, uzak-yakın ayırımı olmaksızın, kendisine ulaştırılacağını belirtmek tedirler.

2 - Bu belge Peygamber imizin mezarı meşru biçimde ziyaret edildiği zaman yapılacak duaların müstahab olduğunu gösterir. Tıpkı hacc ziyaretin in safhalarını anlatan alimlerin belirttik leri gibi.

Oysa bizim tartıştığımız mesele bu değildir. Bilindiği gibi biz, daha önceki sayfalard a bazı alimlerin söylediklerine dayanarak meşru bir biçimde Peygamber imizin mezarını ziyaret edecek bir kimsenin oraya gitmişken dua etmesinin mekruh sayılmayacağını belirtmiştik. Gerçi bu durumda da Peygamber imizin mezarı başında ayakta dikilerek dua etmenin mekruh olup olmayacağı tartışmalıdır ve ilk kuşak müslümanlarına (selefe) göre bu hareket mekruhtur ki, doğru olan da budur.

Fakat bizim asıl söz konusu ettiğimiz mekruh davranış sırf orada dua etmek amacı ile Peygamber imizin mezarını ziyaret etmektir.

Nitekim her hangi bir kimse bir mescide girer de “Tahiyet-ül Mescid (Mescide saygı)” namazı kıldıktan sonra orada dua ederse yaptığı bu dua mekruh olmaz.

Yine eğer bir kimse her hangi bir yerde abdest alır da orada namaz kılar ve sonra her namaz sonunda yaptığı gibi dua ederse, yapmış olduğu bu dua mekruh değildir.

Fakat eğer aynı kimse söz konusu mescidi veya abdest yerini, hiç bir şer'i mesnede dayanmaksızın özel bir dua yeri olarak seçerse o zaman bu dayanaksız tercihi yüzünden oralarda yapmış olduğu dua mekruh olur.

3 - Bu belgede sözü edilen duaların kabul edilme Önceliği her halde dua sahibinin Peygamber imize çok sayıda salât ve selâm getirmiş olması olmalıdır. Gerçekten duadan önce, dua sırasında ve duadan sonra Peygamber imize salât ve selâm getirmek, yapılacak olan duaların kabul edilme umudunu arttıran başlıca faktörlerden biridir. Elimizde bu yolda belgeler vardır.

Nitekim Tirmizî'nin bildirdiğine göre Hz. Ömer (Allah ondan razı olsun) bu konuda:

“Peygamber imize salât ve selâm getirene kadar yapacağın dualar, yerle gök arasında durdurulu r” demiştir. (Tirmizî, Sünen, Vitir kitabı, Peygamber e salat ve selam okumanın fazileti babı, H. No: 486; Nevevî, Kitab El-Ezkar, s. 99.)

Ayrıca Muhammed b. Hasan b. Zubale'nin, “Ehbarül Medine” adlı eserde Zübeyr b. Bekâr'a dayanarak bildirdiğine göre Abdülaziz b. Muhammed Deraverdî şöyle bir olay anlatıyor:

“Muhammed b. Keysan adında Medineli bir zat gördüm. Bu adam her cuma günü ikindi namazını kıldıktan sonra bizler Rabia b. Ebu Abdurrahm an'ın çevresinde otururken Peygamber imizin mezarı başına gider ve akşama kadar orada ayakta dikilerek dua ederdi. Çevresinde oturan bazı kimseleri n:

“Baksanıza, şu adam ne yapıyor?” şeklindeki sözlerine Rabia b. Ebu Abdurrahm an:

“Bırakın adamı, insan niyetine göre karşılık alır” diye cevap verirdi.”

(Muhammed b. Hasan b. Zubale; Asıl adı Muhammed b. El-Hasen b. Muhammed b. Zübale El-Mahzûmi, Ebu El-Hasen El-Medenî olan bu ravi yalancılıkla itham edilmiştir. Ebu Davud dışında altı ünlü hadis kaynağı sahabiden hiç birisi ondan hadis tahricind e bulunmamışlardır. Yaklaşık hicretin iki yüzlü yıllarında ölmüş. Tehzib El-Tehzib, c. 9, s. 115, 117, Biy. 160.)

(Zübeyr Bekar b. Abdullah b. Hus'ab b. Sabir Medine kadısı Zübeyr b. Avvam soyundandır; onuncu kuşağın güvenilir alimlerin dendir. 256da öldü. Takrib El-Tehzib, c. 10, s. 257, biy. 16.)

Bize bu olayı anlatan tarihçi Muhammed b. Hasan Vakıdî gibi hadis uzmanları tarafından fazla güvenilir sayılmamış ve naklettiği hadislere ancak başka kanallard an gelen hadislerc e desteklen dikleri takdirde güvenilebileceğini belirtmiştir.

Anlattığı bu hikâyeye gelince, hem mezar başında dua etmenin mekruh olduğunu ve hem de öyle olmadığını söyleyenlere delil olacak unsurlar taşımaktadır.

Açıklayacak olursak bu hikâyeden anlaşıldığına göre sözü edilen Medinelin in davranışı, ne sahabiler in ve nede daha sonraki Medineli alimlerin uygulamal arı ile bağdaşmayan bidat nitelikli bir hareketti r. Çünkü eğer bu davranış, Medineli müslümanların adetlerin e uygun, herkesçe bilinip onaylanan bir hareket olsaydı, Rabia b. Ebu Abdurrahm an'ın sohbet arkadaşları onu garip ve yersiz görmezlerdi.

Hatta yazarın bu olayı Zubeyr b. Bekâr'a dayandığını belirtere k anlatması, yazarla arkadaşlarının İmam-ı Malik döneminde de böyle bir uygulamad an haberdar olmadıklarını gösterir. Çünkü eğer bu olay müslümanlar arasında yaygın olsaydı, normal görüleceği için Kitaba alınmasına gerek görülmezdi.

Ayrıca hikayeye göre Rabia'nın hepsi de fıkıh bilgini olan sohbet arkadaşları bu harekete karşı çıkarken Rabia bunu onaylıyor, hoş görüyor. Bu duruma göre Rabia ile sohbet arkadaşları arasında görüş farklılığı vardır. Fakat Rabia'nın kendi hoşgörüsünü gerekçelendirirken “Bırakın adamı, insan niyetinin karşılığını elde eder” dediğini düşünecek olursak bu hoş görmenin mekruh bir davranışı onaylamayı içermediğini görürüz. Çünkü eğer adam orada namaz kılmak istese veya yasak bir vakitte namaz kılmaya kalkışsa Rabia mutlaka ona engel olurdu.

Allah bilir ya, Rabia'nın burada belirtmek istediği şudur:

Niyeti iyi olan kimse, iyi niyetine karşılık sevab kazanır. İsterse yapmış olduğu hareketin şeriatte yeri olmasın.

Fakat söz konusu şeriatte yeri olmayan hareket bile bile ve şeriate karşı çıkma amacı ile yapılmış olmamalıdır.

Buna göre söz konusu duanın her ne kadar şeriatta yeri yoksa da sahibinin iyi niyetinde n dolayı kendisine sevap kazandırması mümkündür.

Bundan da anlaşılıyor ki, Rabia ile arkadaşları Peygamber imizin mezarı başında dua etmenin özendirecek bir davranış olmadığı, buranın dua etmek açısından hiç bir özellik taşımadığı ve orada dua eden kimsenin kazanabil eceği hayrın dua edenin iyi niyetinde n kaynaklan acağı noktalarında aynı görüşü paylaşmaktadırlar.

Bu arada Rabia'nın, arkadaşlarına uyarak adamın bu davranışına karşı çıkmayışı şu sebeplerd en ileri gelebilir .

Her şeyden önce Rabia Peygamber imizin (salât ve selâm üzerine olsun) “Mezarının bayram (tören) yeri edinilmes ini” yasaklaya n ve “Orada namaz kılınmamasını” isteyen hadisleri nden haberdar olmayabil ir.

Çünkü Rabia, Hanbeli'nin belirttiğine göre hadis bilgisi kıt bir zattı. Belki de bu hadislerd en haberi vardı da adamın hareketin in bu yasağın kapsamına girmediğini düşünüyordu. Bir başka ihtimal de adamın hareketin i haram görmeyip mekruh saymasıydı ki, bilindiği gibi mekruha karşı çıkmak farz değildir. Yahud da sözünü ettiğimiz adamın amacının sadece Peygamber imizi selâmlamak olduğu, dua etmenin selâmlamaya bağlı bir sonuç olarak meydana geldiği görüşünde idi.

Bu konu tartışma götürür. Belli ki, bu konuda alimler arasında görüş ayrılığı vardır. Tıpkı mezar başında kılınacak namazın geçerli sayılıp sayılmayacağı meselesin de olduğu gibi. Mezar başında kılınacak namazı geçersiz saymayanl ar orada dua etmeyi de yasak kabul etmeyebil irler.

Ama bu konudaki temel dayanakla r Kitab (Kur'an), Sünnet ve ilk müslüman kuşağın uygulamasıdır.

Ayrıca yukarıdaki belgeyi bize aktaran Muhammed b. Hasan'ın ilk müslüman kuşaktan naklettiği bizim söylediklerimizi destekler nitelikte ki bir kaç belge de vardır.

Ömer b. Harun aracılığı ile naklettiği bu belgelerd en birine göre Seleme b. Verdan şunları söylüyor:

“Sahabiler den Enes b. Malik'in, Peygamber imizin mezarını selâmladıktan sonra sırtını duvarına dayayarak dua ettiğini gördüm”

Muhammed b. Hasan'ın anlattığı bu olay eğer doğru ise bizim söylediklerimizi destekler nitelikte dir. Sebebine gelince Hz. Enes (Allah ondan razı olsun) Medine'de oturmuyor du. Basra'dan gelmişti. Bu gelişi hacılarla birlikte olabileceği gibi başka bir amaçla da olabilir. Gördüğümüz gibi Medine'ye gelince Peygamber imizin mezarını selâmlıyor, arkasından da dua ediyor. Onun gibi bir sahabiden beklenebi lecek şey, duayı selamlama ya bağlı ve dolaylı bir hareket olarak düşünmesi ve o sırada mezarı arkasına almış bulunmasıdır.

(Seleme b. Verdan; Asıl adı Seleme b. Verdan El-Leysî, Ebu Yala El-Medenî olan bu ravi beşinci kuşağın zayıf ravilerin dendir. H. 155 yılında öldü. Takrib El-Tehzib, c. 1, s. 319, biy. 387.)

Yine Muhammed b. Hasan'ın, Abdülaziz b. Muhammed, Muhammed b. İsmail yolu ile Muhammed b. Hilâl'e dayanarak bildirdiğine göre:

Peygamber imizin (salât ve selâm üzerine olsun) mezarının bulunduğu hücre, Hz. Aişe'nin oturduğu hücre idi. Bu hücrenin temeli dört köşe biçiminde ve taştandı. Bu temel taşlarının en uzunu kıble tarafındaki idi. Doğu ve batı taraflarındaki taşlar eşit uzunlukta iken bu dört temel taşının en kısası Şam tarafına bakanı idi. Hücrenin kapısı da Şam tarafına bakıyordu ve o da taşlarla örülü idi. Sonraları O Emevî hükümdarlarından Ömer b. Abdülaziz, mezarın üzerine şimdi gördüğümüz binayı ekledi. Burayı yaparken de burası halk tarafından namaz kılınmaya mahsus bir çeşit kıble edinilmes in diye ek binayı üç köşeli olarak yaptırmıştı.

Çünkü Abdülaziz b. Muhammed'in, Şerik b. Abdullah yolu ile Seleme b. Abdurrahm an'a dayanarak bana anlattığına göre Peygamber imiz bu konuda:

“Allah yahudiler in canını alsın, çünkü onlar Peygamber lerinin mezarlarını mescid (tapınma yeri) edinmişlerdir” buyurmuştur.

(Muhammed b. Hilal b. Ebi Hilal El-Medini, beni Ka'b'ın azatlısıdır. Ahmed, bu ravinin güvenilirliğini onaylarke n Nesaî, hadis alınmasında herhangi bir sakıncanın olmadığını, Ebu Hatim salih bir kimse olduğunu söylüyor. İbn Hibban da onu güvenilirler arasında saymaktadır. 162. yılında öldü. Tehzib El-Tehzib, c. 9, s. 498, biy. 817.)

(Şerik b. Abdullah b. Ebi Nemr, Ebu Abdullah El-Medenî adındaki bu raviyi İbn Said ve Ebu Davud tevsik etmektedi rler -güvenilirliğini onaylamak tadırlar.- Nesaî ise hadis alınmasında herhangi bir sakıncanın olmayacağını söylemektedir. Buhari ve Müslim gibi ünlü hadis alimlerin in de hadis tahrirind e bulundukl arı bir ravi h. 144 yılında öldü. Bkz. Tehzib El-Tehzib, c. 4, s. 337-338, Biy. 578.)

Ayrıca Malik b. Enes'in Zeyd b. Eşlem yolu ile Ata b. Yesar'a dayanarak bana bildirdiği bir başka hadise göre de Peygamber imiz:

“Ya Rabbi, benim mezarımın tapınılan bir yer edinilmes ine meydan verme. Peygamber lerinin mezarlarını mescid (tapınma yeri) edinen kavimler üzerine Allah'ın şiddetli gazabı vardır” buyurmuştur”

Bu belgeler bizim daha önce açıkladığımız belgelerl e birlikte değerlendirilince ilk kuşak müslümanlarının bu konudaki tutumlarının ne olduğunu kesinlikl e anlayabil eceğimiz gibi bu örnek neslin, uygulamal arı ile son zamanların bu meseledek i bazı ters davranışlarına karşı olduğunu da açıkça görebiliriz. Şunu hemen belirteli m ki, bazı kimseleri n Peygamber imizin mezarına veya bazı salih şahsiyetlerin mezarlarına vermiş oldukları selâmlara cevap aldıkları ve sahabiler den Said b. Museyyeb'in (Allah ondan razı olsun) “Sıcak gecelerde Peygamber imizin mezarından ezan sesi duyduğu” yolundaki rivayetle r tartışma konumuzun kapsamı dışındadır. Bunların hepsi konumuzun dışında kalan doğrulardır. Bizim tartışma konumuz bunlardan daha önemli ve daha büyüktür.

Bu kategoriy e giren bir başka rivayete göre:

“Adamın biri Peygamber imizin mezarı başına gelerek Ona -Kül Yılı- diye tarihe geçen o yılki şiddetli kuraklıktan yakındı. Bunun üzerine gözleri önünde beliren Peygamber imiz bu kişi aracılığı ile Hz. Ömer'e halkı yanına alıp yağmur duasına çıkmasını emretmiştir”(118). (Bu olayı İbn Kesir yukarda adı geçen eserinin c. 8, s. 91, 92'de Hafız Ebu Bekir El-Beyhaki aracılığı ile Malik b. Enes'e dayandırarak nakletmek tedir. Diyor ki İbn Kesir: “Bu haberin isnadı sahihtir.” c. 7, s. 92.)

(O yıla bu adın verilmesi, toprak kuraklıktan öyle bir hale geldi ki sanki kül halini aldı. Bu olay hicretin on sekizinci yılı, Ömer'in hilafeti dönemine rastlamak tadır. Bkz. El-Hidaye ve El-Nihaye c. 8, s. 90.)

Gerçi bu olay da bizim şimdiki konumuza girmez, ama bu tür tezahürler, Peygamber imizden daha alt düzeyde olan salih şahsiyetler tarafından da ortaya konabilme ktedir. Ben şahsen bu türde bir çok olay biliyorum .

Bu tür bir başka örnek de bazı kimseleri n Peygamber Efendimiz den (salât ve selâm üzerine olsun) veya ümmetine mensup salih bir şahsiyetten bir şey dilemeler i ve bu dilekleri nin yerine getirilme sidir. Bu da çok görülen bir olaydır. Fakat, dediğimiz gibi, bizim şimdiki konumuz değildir.

Şunu bilmen gerekir ki, gerek Peygamber imizin ve gerekse ümmetinden olan salih bir şahsiyetin bu dilekleri karşılamış olmaları söz konusu dileklerd e bulunmanın mutlaka müstahab olduğunu, iyi bir hareket olduğunu göstermez.

Çünkü bilindiği gibi Peygamber Efendimiz (salât ve selâm üzerine olsun) bu konu ile ilgili olarak şöyle buyuruyor:

“Adamın biri bana gelip bir şey diliyor, ben de dilediğini yerine getiriyor um, ama bu yüzden yanımdan koltuğunun altında ateşle çıkıyor.”

Sahabiler den biri:

“Peki, ya Rasûlallah, o halde ne diye böylelerinin dilekleri ni yerine getiriyor sunuz?” diye sorunca şu cevabı aldı;

“Çünkü böyleleri istedikle rini benden ısrarla isterler, öte yandan Allah da bana cimriliği yakıştırmaz.”

Bu ısrarlı dilek sahipleri nin Eğer dilekleri karşılanmayacak olsa ruh hallerini n gereği olarak imanları sarsılabilir. Tıpkı Pegamberi mizin sağlığındaki dilek sahipleri nde olduğu gibi. Böyleleri arasında dilekleri yerine getirildi kten sonra Medineden çıkmaları emredilen ler olmuştur.

Böyle bir dileğin yerine gelmesi yanı başında dua edilen mezarda yatan ölünün kerameti olarak sayılabileceği gibi dilek sahibinin iyi halli bir kimse olmasından da kaynaklan abilir. Fakat onunla bunun arasında aslında fark yoktur.

Bilmemiz gerekir ki, mezarların başında namaz kılmanın ve buraları mescid edinmenin yasaklanm ası mezarlard a yatan şahsiyetleri hor ve önemsiz saymaktan kaynaklan mıyor.

Tersine bu yasağın gerekçesi, bu yüzden halkın fitneye uğramasıdır. Fitnenin ortaya çıkması da sebepleri nin oluşmasına dayanır.

Buna göre mezar başlarında dua etmek veya buraları mescid edinmekle insanların kafalarını karıştırabilecek, onları fitneye uğratacak sonuçların meydana gelmesi söz konusu olmasaydı bu davranışlar yasaklanm azdı.

Peygamber lerin ve örnek davranışları ile tanınmış salih kişilerin mezarlarında zaman zaman görüldüğü söylenen diğer bazı kerametle r ve olağan-üstü tezahürler de böyledir.

Meselâ bu mezarlara gökten ışık veya melek inmesi, şeytanların veya hayvanların buralara yanaşmaktan kaçınmaları, bu mezarlard an veya çevrelerindeki diğer mezarlard an ateş fışkırması, bu mezarlard a yatanların bazı komşu ölülere şefaatçi olmaları, bazı kimseleri n ölünce onların yanı başında gömülmeyi istemeler i, bazı mezarların yanında insanın içinde huzur ve sükun hissetmes i ve bazı ölülere dil uzatanların çeşitli cezalara çarptırılmaları gibi önemli tezahürler, konumuzun kapsamına girmeyen gerçeklerdir.

Başka bir deyimle gerek Peygamber lerin ve gerekse yaşarken iyi davranışları ile tanınmış salih şahsiyetlerin mezarlarında belirebil ecek Allah'ın kerametle ri ile buraların Allah (c.c.) katında taşıdıkları saygınlık ve değer, çoğu kimseleri n tasavvuru nun üzerindedir. Fakat bu tür olağan-üstülüklerin detaylarına girmek şu andaki amacımız değildir.

Fakat ısrarla söylediğimiz şudur ki; bütün bu tezahürler söz konusu mezarları namaz yeri edinmeyi veya tercihli dua ve ziyaret yeri olarak seçmeyi gerektirm ez.

Çünkü bu tür yerleri ibadet yeri olarak seçmenin, daha önce belirttiğimiz gibi, şeriat koyucu tarafından parmak basılan bir çok sakıncaları ve tehlikele ri vardır. Bu tehlike ve sakıncaları enine-boyuna tartışma konusu yapmamızın sebebi, bunların savsaklan ma ihtimalin i kuvvetli olarak görmemizdendir. Oysa bunlar hafife alınacak, savsaklan acak tehlikele r değildir.

4 - Mezarları özellikle dua yerleri olarak seçmenin mekruh oluşunun dördüncü Sebebi, buralarda duaların kabul edileceği, başka yerlerdek i dualardan üstün olduğu şeklindeki inançlar, buraların belirli günleri olan maksatlı ziyaretle re sahne olmalarına yol açmaktadır.

Nitekim zamanımızda bir takım mezarlık hastalarının yılın belirli günlerinde buralarda büyük kalabalıklar oluşturdukları görülmektedir. Oysa bu hareket, Peygamber imizin (salât ve selâm üzerine olsun):

“Sakın benim mezarımı bayram (tören) yeri edinmeyin iz”,

“Allah'ın laneti yahudiler ile hıristiyanlar üzerine olsun. Çünkü onlar peygamber lerinin mezarlarını mescid (tapınma yeri) edindiler” ve

“Sakın mezarları mescid (tapınma yeri) edinmeyin iz. Zira sizden önceki ümmetler mezarları mescid (tapınma yeri) edinmişlerdir” hadisleri ile yasakladığı hareketin ta kendisidi r.

Öyle ki, söz konusu mezarlık hastaları bazı mezarların başında yılın belirli bir gününde düzenli şekilde toplanıyorlar, hatta bu toplantılara katılabilmek için uzak yerlerden buralara akın ediyorlar .

Bu belirli mezarlık ziyaretle ri kimi Muharrem, kimi Receb, kimi Şaban ve kimi Zilhicce ayına rastlarke n kimi Aşure günü, kimi Arefe günü, kimi Şaban ayının on beşinci günü ve kimisi de başka bir ayın başka bir gününde yapılmaktadır.

Böylece bu mezarlık ziyaretle ri her yıl tekrarlan an belirli bir anma ve tören günü olmaktadır. Tıpkı yılın belirli günleri sırasında (Hacc mevsimind e) mülümanlarca Arafat dağının, Muzdelife'nin ve Mina'nın ziyaret edilmesi yine tıpkı Ramazan ve Kurban bayramları namazlarında yörenin büyük camilerin e gidilmesi gibi. Hatta sözü geçen mezar başı anma törenleri ve toplantılar bazen din ve dünya bakımından hacc ibadetini n ziyaret yerleri ile Bayram namazları toplantılarından daha önemli ve daha ihtişamlı olabilmek tedirler.

Çeşitli şehirlerde bulunan ve belirli yada belirsiz zamanlarında ziyaretle rine gidilerek yanı başlarında dua edilen veya namaz kılınan bir takım mezarlar da bu kategoriy e girer.

Bazı kimseler tıpkı Kabe'yi ziyaret etmeye gider gibi buralara gitmek için özel yolculukl ar düzenliyorlar. Bu tür yolculukl ar düzenlemenin yasak ve haram olduğu hususunda müslümanlar arasında en ufak bir görüş farklılığı olduğunu hatırlamıyorum.

Benim bilmeme rağmen eğer böyle bir görüş ayrılığı varsa bu son zamanlard a meydana gelmiştir. Yalnız daha önce anlattığımız iki gerekçeye bağlı olarak sırf ziyaret amacı ile mezarlıklara gitmek, bu maksatla yolculuğa çıkmak sakıncasızdır.

Fakat eğer bu yolculukl arın amacı söz konusu mezar başlarında ibadet yapmak, dua etmek, namaz kılmak ve tören düzenlemek gibi şeyler olursa çıkılacak bu yolculukl arın yasak olacağı şüphesizdir.

Bu iş o kadar çığırından çıkmış ki, bu yolculukl ara çıkanların bâzıları “Falancanın veya filancanın mezarına hacc ziyareti yapmak istiyoruz” gibi sözlerle yaptıkları işi “Hacc” terimi ile adlandırıyorlar. Haftanın belirli bir gününde uzaktan veya yakından gelinerek başında toplanılan kimi mezarlar da bu kategoriy e girer.

Sözün kısası, mezar başlarında yapılan bu hareketle r, düzenlenen bu törenler Peygamber imizin (salât ve selâm üzerine olsun): “Sakın benim mezarımı bayram (tören) yeri edinmeyin iz” hadisi ile yasakladığı adet ve uygulamal arın ta kendileri dir.

Çünkü her yıl veya her ay veya her hafta tekrarlan an, belirli bir vakitte, belirli bir yeri dönüşümlü olarak ziyaret etmek, orayı bayram yeri edinmenin ta kendisidi r ki, bilindiği gibi bunun küçük-büyük bütün şekilleri kesinlikl e yasaklanmıştır.

İşte İmam-ı Ahmed'in: “Halk bu konuda çok ileri gitti, iyice ölçüyü kaçırdı” derken yakındığı uygulama budur.

Nitekim İmam yakındığı bu uygulamal arın en çarpıcı örneği olarak Hz. Hüseyin'in (Allah ondan razı olsun) mezarı başında yapılan acayip törenleri zikretmiştir.

Daha önceki sayfalard a sünnette yeri olmayan bir ibadeti belirli zaman aralıkları ile tekrarlay arak dönüşümlü hale getirmeni n mekruh olduğunu belirtmiştik. Bu hareket mekruh olduğuna göre hem zamanı ve hem de yeri belirli ve sünnetten kaynaklan mayan dönüşümlü törenlerin hükmünü varın siz düşünün.

Hemen belirteyi m ki, Mısır'daki Nefise ve diğerlerinin başında düzenlenen törenler bu söylediklerimizin örneklerinden biridir. Ayrıca Irak'daki Hz. Ali'ye (Allah yüzünü ak eylesin) ait olduğu söylenen mezarla, Hz. Hüseyin'in, Huzeyfe b. Yeman'ın, Selman-ı Farisî'nin, Musa b. Cafer'in, Muhammed b. Ali Cevad'ın. Ahmed İbn Hanbel'in, Maruf-ı Kerhî'nin, Ebu Yezid (Bayezid) Bistamî'nin ve Harran'da “Ensarî Kabri” diye anılan mezarın başında belirli zaman aralıkları ile tekrarlan an törenler hep bu kategoriy e girer.

(Nefise binte El-Hasen b. Zeyd b. El-Hasen b. Ebi Talib (Allah hepsinden razı olsun) hicri 145 yılında doğdu. Tefsir ve hadis konusunda bilgin, saliha ve muttaki hanımlardandı. 208 yılında Mısır'da öldü. Şii'ler orada ona görkemli bir mezar yaptılar. Hala orasını tavaf eder dururlar. Buna benzer daha bir çok şirki ve bid'atı gerektire n törenler yaparlar. Bkz. Vefeyat El-Ayan, c. 5, s. 423, 424; Zerkelî, El Alam, c. 8, s. 44.)

(Musa b. Cafer; Asıl adı Musa b. Cafer b. Muhammed b. Ali b. El-Hüseyn b. Ali b. Ebi Talib El-Haşimî olan bu zat Kazım olarak bilinmekt edir. Abid ve düzgün kişilikli birisiydi . Hicrî, 183 yılında öldü. Bkz. Takrib El-Tehzib, c. 2, s. 282, biy. 1444.)

(Muhammed b. Ali Cevad; Muhammed b. Ali b. Musa b. Cafer El-Sadık El-Haşimî, Çevad adıyla tanınmaktadır. Rafızî'ler onun on iki imamdan biri olduğuna inanırlar. Hicri 195 yılında doğan bu şahıs 220 yılında öldü. Bkz. Vefeyat El-Ayan, c. 4, s. 175, biy. 561.)

(Ebu Yezid (Bayezid) Bistamî; Tayfur b. İsa b. Adem b. İsa b. Ali El-Bistamî asıl adı; künyesi, Ebu Yezid olan bu ünlü mutasavvıf abid ve zahid kişilerdendir. Bunun yanında Tasavvuft a hayli ileri gidenlerd endir. Onun sürekli “Fena” halinde bulunduğuna da -Tanrısal sarhoşluk- inanır tasavvuf erbabı. Ondan öyle bir takım kelimeler sadır olmuştur ki -eğer doğruysa- sapık ve bid'atçının birisidir . H. 263'de öldü: Bkz. a.g.e., c. 2, s. 351, biy., 312; Müellif, M. El-Fetava, c. 2, s. 313, 461, c. 13, s. 257.)

Çeşitli İslâm ülke ve şehirlerinde bu nitelikte o kadar çok mezar var ki, bunların sayısını bilmek mümkün değildir.

Üstelik bu tanınmış mezarların çoğu üzerine mescidler yapılmıştır ve bu mescidler in bazılarının arsaları gayri meşru şekilde sağlanmıştır.

Tıpkı Ebu Hanife'nin, Şafiî'nin ve benzeri seviyedek i diğer şahsiyetlerin mezarları başında yapılan camiler gibi.

Oysa İslam ümmetinin bu seçkin simalarına karşı takınmamız gereken uygun tavır onlara sevgi beslemek, fikirleri ne bağlılık göstermek, yaşatmaya çalıştıkları bu dini onlar gibi yaşamaya çalışmak kendileri için Allah'dan mağfiret, rahmet ve hoşnutluk dilemekti r.

Böyle yapacağına onların mezarlarını birer bayram (tören) yeri haline getirmek, hem Allah'ın (c.c.) ve hem de Peygamber imizin (salât ve selâm üzerine olsun) yasakladıkları bir davranıştır.

Daha önce belirttiğimiz gibi, buraları belirlenm iş bir zamanda ziyaret etmeyi dönüşümlü bir alışkanlık haline getirmek ve yılın belirli bir gününde buralarda toplanıp ayin yapmak, doğrudan doğruya buraları “bayram (tören yeri) edinmek” demektir. Hiç bir müslüman ilim adamının bu konuda farklı düşündüğünü hatırlamıyorum. Bunları yaparken “Nasıl olsa, başka bir çok bozuk adet vardır” diye kendi kendimizi aldatmaya kalkışmamalıyız. Çünkü bu davranışlar vaktiyle Peygamber imizin bu ümmet arasında taklitçilerinin çıkacağını haber verdiği yahudi ve hıristiyanların adet ve gelenekle rine özenmekten, onlara benzemeye kalkışmaktan başka bir şey değildirler.

Bu sakıncalı davranışın ana gerekçesi, böyle yerlerde yapılacak duaların faziletli olduğuna inanmaktır. Yoksa eğer bu davranış kalblerde çöreklenen böyle bir inançtan kaynaklan masa, bunu bu derece kesin şekilde yasak saymaz, kökten yok edilmesi gerektiğini ileri sürmezdik.

Dua etmek amacı ile bu mezarları ziyaret etmek, bu tür sakınca ve yıkımlara yol açabildiği için, tıpkı buralarda namaz kılmak gibi hatta ondan bile daha öncelikli bir duyarlılıkla bu tür dualar haram sayılmıştır. Çünkü; halk için fitne sebebi olan bu dualar imana doğru açılan kapıları kapatırken, müşrikliğe doğru yeni kapılar açmaktadır.
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt