Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Milliyetçi miyiz Müslüman mıyız???

Ö Çevrimdışı

özgürlüğe hasret

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
İbrahim Küçük


Başlığın galat-ı meşhur nevinden olduğu aşikardır. Malumdur ki, bir toplumun dinini ifsad etme yollarından biri de; dili ifsad etmek ve kavramların içlerini boşaltarak resmi ideolojiye uygun manaları bireylerin zihinlere yerleştirmektir. Millet ve milliyetçilik gibi kavramlara bu gün için yüklenmiş manalara bakarsak bahsi geçen ifsada ciddi birer örnek teşkil edecektir. Kur'an'ın ifadesiyle millet kelimesinin karşılığı din, şeriat ve ümmet manalarına tekabül eder. Misal;
"De ki: Şüphesiz Rabbim beni doğru yola, dosdoğru dine, ALLAH'ı birleyen İbrahim'in milletine (dinine) iletti. O, ortak koşanlardan değildi." (Enam 161)

"İbrahim'in milletinden (dininden) kendini bilmezlerden başka kim yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu dünyada (elçi) seçtik, şüphesiz o ahirette de iyilerdendir. Çünkü Rabbi ona: Müslüman ol, demiş, o da: Alemlerin Rabbine boyun eğdim, demişti. Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakub da: Oğullarım! ALLAH sizin için bu dini (İslâm'ı) seçti. O halde sadece müslümanlar olarak ölünüz (dedi)." (Bakara 130, 131, 132)

Ancak günümüzde millet ve milliyetçilik kavramları resmi ideoloji eliyle tahrife uğratılmıştır. Şu kaydı da düşmekte yarar var ki; bahsettiğimiz resmi ideoloji seksen küsür yıllık bir resmi ideoloji değildir. Faşist, zorba ve kendi ırkının ya da hanedanının dışındakini öteki sayan ideoloji yakın tarihimizde Emeviler'e dayanırken uzak tarihimizde Şeytan'a dayanmaktadır. "Ateş topraktan üstündür" söylemiyle başlayan ırkçılık "falan soy, filan soydan üstündür" anlayışına dönüşmüştür.

Millet ve Milliyetçilik kavramları Kur'an'i manadan uzaklaştırılıp mana karşılığı olarak ırk, soy, sop belli sınırlar içerisinde aynı dili konuşan toplum bütününü ifade edici anlamlar yüklenmiştir. Bir dildeki kelimeyi, kavramı alır "ben bu manayı veriyorum, ben yaptım oldu" derseniz diyecek bir şey yoktur. Ancak akl-ı selimin gereği "bir dilden aldığım kelimenin manası gerçekte şudur ve bende aslına uygun bir mana ile kullanıyorum" diyebiliyorsanız ilmi olarak objektif ve şahsiyetlisinizdir. Buna rağmen "ben millet kavramından kendi ırkımı anlıyorum" derseniz ve kendi ırkınıza atfen "hem milliyetçiyim hem müslümanım" söyleminde bulunursanız hem dil bilimi açısından hem de Kur'an ilmi açısından ciddi bir yanlışlık içindesinizdir. "Önce şucuyum sonra müslümanım" veya "hem müslümanım hem de şucuyum" ifadelerini gerçekten müslüman olan birisi en azından şu iki ayet çerçevesinde değerlendirmek zorundadır.

"ALLAH uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim'in dininde (de böyleydi). Peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, O, gerek daha önce (gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kur'an'da) size "müslümanlar" adını verdi. Öyle ise namazı kılın; zekâtı verin ve ALLAH'a sımsıkı sarılın. O, sizin mevlânız dır. Ne güzel mevlâdır, ne güzel yardımcıdır!" (Hacc 78)

"De ki; ALLAH'ın boyasıyla boyandık. ALLAH'tan daha güzel rengi kim verebilir? Biz ancak O'na kulluk ederiz." (Bakara 138)

Evet! ALLAH-u Teâla bize "Müslüman" ismini beğenip seçmiştir. Bu bizim boyamızdır, rengimizdir, kisvemizdir. Bizler müslüman sıfatını karşılamayan, eş anlamı taşımayan başka bir sıfatla kendimizi tanımlayamayız. Kur'an diliyle Müslümanlardan sayılma manasına gelebilen millet kavramına başka manalar yükleyerek "milliyetçiyiz" demekle meseleyi kurtaramayız. Bu tür tevessüller topyekün batıldır. ALLAH-u Teâla' nın bize beğenip seçtiği, uygun gördüğü isim ve sıfatlarla kendi kimlik tanımlamamızı yapmamız gerekiyor. Müslüman mıyız değil miyiz? Bu soruya vereceğiniz evet ya da hayır (HafzALLAH) cevabı her şeyi kökünden çözecektir. "Müslümanım ama beraberinde şu ırkı üstün görüyorum veyahut şucuyum" diyorsak uhrevi sıkıntıya hazır olduğumuz gibi kendi tanımlamamızın dışında kalan tüm bireylerle de er ya da geç çatışmaya hazır olmalıyız!

"Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki ALLAH yanında en değerli olanınız, O' ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz ALLAH bilendir, her şeyden haberdardır." (Hucurat 13) ayeti ile İslam kavimleri tanır, üstünlük verisi olarak da takvayı esas görüp kavmiyetçiliği reddeder. Bilal-i Habeşi(r.a)'yi tanır, hürmet eder ama Habeşiliğe asla müsaade etmez. Selman'ı Farisi(r.a)'yi Resulullah(s.a.v) ehli beytten sayar. Hatta ensar, ensardan, muhacir, muhacirden saymak ister. Ama asla Farisicilik yoktur.

Kur'an'da ki İnce Mesaj:
Kavim, ümmet, millet, din, bir taifeye aidiyet hissine kapılma konularında Kur'an'da İbrahim(a.s) üzerinden çok ciddi mesajlar vardır. Bu mesajları kavramak için önce şu soruyu sormamız gerek: Neden Kur'an'da bir çok yerde "İbrahim'in milletinden olmak" vurgusu yapılmıştır da "İsa (a.s)' ın" ya da "Musa(a.s)'ın" milletinden olmaktan bahsedilmemiştir?

Burda en az dört ayrı taifeye mesaj vardır. Bunlardan ikisi Yahudi ve Hıristiyan milletidir. İki taifede, İbrahim(a.s)'ı sahipleniyor, İbrahim(a.s)'ın haşa kendi dinlerinden olduğunu iddia ediyordu. Ama İbrahim(a.s) ne Yahudiler gibi ırkçı ve materyalist bir felsefe üzerine idi ne de Hıristiyanlar gibi faşist dinciliği red adına tevhidden uzaklaşıp kucaklayıcı, hümanist bir felsefe üzerine dinini ikame etmişti. Çünkü Yahudiler dini kendi ırklarına has görüyorlardı. Dine ancak kendi kavimlerinin hizmet edebileceğini ve seçilmiş olduklarını iddia ediyorlardı. İbrahimin (a.s) milletinden olmayı Yahudi ulusalcılığına dönüştürmüşlerdi. Böylelikle Yahudi ulusalcılığı hafif bir manevra ile Yahudi ırkçılığına (siyonistliğe) dönüvermişti. Yahudileri ıslah adına gönderilen İsa (a.s)'dan sonra tahrife uğrayan Tevhid dini Hıristiyanlık adı altında anti ırkçı söylemlerle yeşerdi. Irkçı olmama, dini, bir taifeye has görmeme adına, hümanizm eksenli bir din uyduruldu. Yahudi materyalistliğine karşı ruhbanlık icad ettiler. Ve her biride Musa(a.s)'ı ve İsa(a.s)'ı elçi olarak kabul ettiklerini iddia ederek tezlerini ispata kalktılar. Delillerinin yetmediği yerde İbrahim (a.s)'a kendilerini isnad ettiler. Çünkü her iki taifede İbrahim (a.s)'ı peygamber olarak kabul ediyordu. Oysa İbrahim(a.s) Tevhid dinini ne bir kavim nede bir hümanist felsefe üzerine bina etmişti. Hatta İbrahim(a.s) Tevhid adına babasını dahi tanımayacak kadar soysopçuluktan uzaktır. Yine İbrahim(a.s) madde ve mana dengesini en iyi sergileyebilen bir nebidir. Put maddesini balta maddesiyle kıracak kadar somutu yerinde kullanabilen, akıl ile yaratıcıyı bulabilecek kadar ve Nemrut'u şaşkına uğratacak kadar akıllıca sorular sorarak soyutu en güzel şekilde değerlendirebilen bir nebidir. Bu manada hem Yahudi felsefesine hem Hıristiyan felsefesine delil teşkil etmesi akla ve nakle aykırıdır. Yine bu şekli ile İbrahim(a.s) hem ırklar üstüdür hem de kendilerini din sahibi olarak tanımlayan Yahudi ve Hıristiyanlar açısından "dinler" üstüdür. Bu noktada Yahudi ve Hıristiyanları "İbrahimi dinler" olarak tanımlayıp onlara izzet yüklemeye kalkışmakta Tevhidi açıdan ciddi bir yanlıştır. Kur'an bu konuyu şöyle deşifre eder; "Ey ehl-i kitap! İbrahim hakkında niçin çekişirsiniz? Halbuki Tevrat ve İncil, kesinlikle ondan sonra indirildi. Siz hiç düşünmez misiniz? İşte siz böyle kimselersiniz! Hadi hakkında bilgi sahibi olduğunuz konuda tartıştınız; fakat bilgi sahibi olmadığınız konuda niçin tartışıyorsunuz! Oysa ki ALLAH, her şeyi bilir, siz ise bilmezsiniz. İbrahim, ne yahudi, ne de hıristiyan idi; fakat o, ALLAH'ı bir tanıyan dosdoğru bir müslüman idi,putlara tapıcı müşriklerden de değildi. (Al-i İmran 65, 66, 67)

Yukarıdaki ayetlere binaen İbrahim(a.s)'ın milletinden, dininden olmak mesajından nasiplenmesi gereken diğer taife Arap müşriklerdi. Çünkü onlarda İbrahim (a.s)'ı ve İsmail(a.s)'ı biliyorlardı. Hatta o derecedeydi ki (Haşa!) cahiliye döneminde Kâbe'nin içinde var olan putların ikisini İbrahim(a.s) ve İsmail(a.s)'a atfediyorlardı. Az evvelki ayeti kerimede Yahudi ve Hıristiyanların iddiası reddedilirken aynı zamanda puta tapmanın da reddedildiğini gördük. Cahiliye araplarıda kendilerini İsmail(a.s)'ın soyundan gelmekle ve Kâbe'nin hizmetkarlığını yapmakla kendi ırklarının en üstün olduğunu iddia ediyordu. Ama Kur'an üstünlüğün bunlarda olmadığını vurgulayarak İbrahim (a.s)'dan olmanın tek yolunun ALLAH(c.c)'a iman ve Muhammed (s.a.v)'e tabi olmakla mümkün olacağını peşi sıra gelen ayetle izah ediveriyor.

"İnsanların İbrahim'e en yakın olanı, ona uyanlar, şu Peygamber (Muhammed) ve (ona) iman edenlerdir. ALLAH müminlerin dostudur." (Al-i İmran 68)

"İbrahim milletinden olmak" mesajından nasiplenmesi gereken dördüncü taifede biz Muhammed (s.a.v)'in ümmetiyiz. Burada bizim almamız gereken mesaj ırkların yaratılmasındaki maksat dinin ikamesi ya da üstünlük vesilesi için değil Hucurat süresinde beyan edildiği gibi sosyal ve kültürel olgular içindir. Şanlı tarih hastalığına kapılarak kendi ırkımız üzerine İslam'ı bina ettiğimizde o bina mutlak göçecektir. Çünkü İslam'ın kendisi bir bloktur. Ve İslam ilim ve ibadet üzerine bina olur. İslam hiçbir ırka mahkum değildir. İslam hiçbir ırkın üstün (!) gayretleriyle aziz olmaz. Ancak İslam'a hizmet etmekle aziz olunabilir. İbrahim (a.s)'a iman eden ve Muhammed (s.a.v) ümmeti olan bizler iyice kavramalıyız ki; ALLAH hiçbir kavme, ırka, hanedana ayrıcalık tanımaz. İslam'a hizmet etmek isteyen, İslam'la izzet bulmak isteyen, İslam'la iktidar olmak isteyenler sırf atalarının hizmetlerinden dolayı bu izzetleri ellerinde tutamazlar. Dinlerinden vazgeçenler hangi kavme ait olurlarsa olsunlar var sandıkları izzetten yoksundurlar. "Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) ALLAH, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir kavim getirecektir. (Bunlar) ALLAH yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, ALLAH'ın, dilediğine verdiği lütfudur. ALLAH'ın lütfu ve ilmi geniştir. (Maide 54)

Şerefli bir millete ait olmak isteyenler bilmelidir ki en şerefli millet (ümmet) olmanın tek yolu "La İlahe İllALLAH Muhammeden Resulullah" deyip bu kelimenin gereklerine göre yaşamaktır. "La ilahe" derken ırkın, soyun sopun ilahlaştırılmasına da "La" denilmelidir. Ataların yaptığı iyiliklerin ve kötülüklerin bize olan yansıması ibretten başka bir şey değildir. Her insan kendi döneminden mesuldür. Kendi döneminin izzeti ya da zilleti ile yaşar.

"Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz." (Bakara 134)
 
deli Çevrimdışı

deli

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
özetleyecek olursak : İns ve cinnin o yegâne rehberi, ırkçılık hakkında, asabiyyet-i cahiliyye tabirini kullanmış ve onu İslâm öncesi, Asr-ı Saadet öncesi, cehalet devrinden, fetret devrinden kalma çirkin bir dâvâ olarak görmüş ve göstermiştir. Bu vadide pek çok Hadis-i Şerifleri mevcut... Bunlardan birisi şöyle:

Ümmetimin helâk olması üç şeyden ileri gelecektir: Kaderiye (kişi kendi fiilinin yaratıcısıdır. cümlesinde ifadesini bulan, kaderi inkâr dâvâsı). Unsuruyet dâvâsı (ırkçılık) ve dinî meselelerde gevşeklik etmek. (Taberanî, Mucemüs-Sağir, 158 )

Bir diğer Hadis-i Şerif:

Asabiyet dâvâsına kalkışan, onu yaymaya çalışan, bu dâvâ uğrunda mücadele eden kimse bizden değildir. (Ebu Davut, Edeb, 121)

Bir başka Hadisleri:

Kim hevasına uyarak bâtıl yolda cenk eder, kavmiyetçiliğe çağrıda bulunur veya kavmiyetçiliğin sevkiyle öfke ve tehevvüre kapılırsa cahiliye ölümü üzere ölür. (İbni Mace, Fiten, 7)

Allah Resulünün ırkçılık hakkındaki beyanlarını Veda Hutbesi ile noktalayalım.

Resulûllah Efendimiz (asm.), 23 senelik tebliğ ve irşat hayatını noktalamaya yakın olduğu günlerde son haccını, veda haccını yapar ve oradan irat ettiği eşsiz hutbesiyle Müslümanların dikkatini ana meselelerde bir kez daha yoğunlaştırır. Irkçılık âfetine de bu hutbede dikkat çekilmesi ayrıca bir önem arz eder.

Hutbenin bu bölümünde şöyle buyurulur:

Ey İnsanlar!.. Rabbiniz birdir, babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi, kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerine bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah’tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız Ondan en çok korkanınızdır.

ümmetçiliğe gelince : İşte sizin ümmetiniz bir tek ümmettir ve Ben de sizin Rabbinizim; öyleyse benden korkup-sakının. (mü’minun/52)
 
Üst Ana Sayfa Alt