Muattıla mensupları derler ki:
Arşın üstünde ancak yokluk vardır, Arşın üstünde ibadet edilen bir Rabb yoktur. Orada kendisi için namaz kılınan, secde edilen, kendisine dua için ellerin kaldırıldığı, mesihin kendisine yükseltildiği, Ruhun ve Meleklerin yükseleceği, Rasulullah (sav)'in miraç gecesi kendisine çıkarıldığı, iki yay arası hatta daha az bir mesafede kendisine yaklaştığı bir Rabb söz konusu değildir. Yine onlara göre; Onun yanından herhangi bir şey inmediği gibi, ona bir şey de yükselmez. Kıyamet günü cennet ehli üstlerinde onu görmeyeceklerdir. Onlara göre, Allah'ın arşı istiva etmesinin bir hakikati yoktur. Aksine istivası bu vasfının ortadan kalkmasını gerektiren en mecazi bir istivadır. Allah'ın mahluka üstünlüğü rütbe ve şerefcedir, zat itibariyle değildir. Allah'ın üstünlük vasfı da zat itibariyle üstte olmak değil, kahırca (otorite) üstün olmaktır. Böylece Allah'ı tam bir yücelik ve üstünlük sahibi olmaktan tenzih etmişler, onu yokluk ve imkansızlığa denk bir vasıfla nitelemişlerdir. Buna göre, Allah ilmin ne içindedir, ne dışındadır, ona ne bitişiktir ne de ayrıdır, ona ne yakın ne de ondan uzaktır, ne bizim içimizdedir ve ne de dışımızdadır.
Bellidir ki onlardan birisine, bize yokluğu anlatır mısın, denilse herhalde şu şekilde anlatır.
Akıl ve fıtrata göre bu olumsuzlukla nitelemeler gerçekte sırf yokluğa Alemlerin Rabbi'nden daha uygundur. Allah ki yaratıklarında kendi zatından, kendi zatında da yarattıklarımdan hiç bir şey yoktur. Dahası Allah mahlukatından ayrı ve farklı arşını istiva eden, her şeyden yüce ve ali olan, herşeyin üstünde bulunandır.
Netice: Her kim hakk olan bir şeyden yüz çevirir ve onu inkar ederse, yüz çevirdiği ve inkar ettiği hakkın mukabili olan bir batıla düşer. Ameli konularda bile böyledir. Herkim sadece Allah rızası için amel işlemekten yüz çevirirse, Allah onu, halkın rızası için çalışmak belasına duçar eder. Yine kim kendisine fayda ve zarar veren, kendisini öldüren, dirilten, mutluluğu kudret elinde olan Allah'a ibadet etmekten kaçınırsa, kendisine hiçbir fayda vermeğe kudreti olmayan kimseler için amel etmeğe mübtela kılınır.
Aynı şekilde Allah için malını infak edemeyen, istemese bile başkası için malını harcamak zorunda kalır.
Yine kim Allah için yorulmaktan kaçınırsa kaçınılmaz olarak Allah onun halkın hizmetinde yorulmakla sınar.
Aynı şekilde kim vahyin hidayetinden yüz çevirirse zihinlerin bulanıklığı, görüşlerin karışıklığı, fikirlerin dağınıklığı belasına çarptırılır.
O halde nefsinin mutluluğunu, kurtuluşunu ve uslanmasını isteyen herkes bu konuyu kendi nefsinde ve başkalarında düşünsün.
Hiç şüphe yokki, Allah'ın emri ve nehyini atıl saymadıkları sürece gaflet ve şehvetlerine rağmen avamın imanı bunların imanından daha sahihdir. Doğrusu gaflet ve tefrikayla birlikte bulunan iman, imanın fesadına ve imandan çıkmaya yol açan cem ve müşahade makamından daha hayırlıdır.
Cem ve müşahadeyi savunan mutasavvıfların Nebi (s.a.v)'e isnad ettiği yalan ve iftiralara gelince:
Bunların itikadı şudur ki Peygamberin vird ve ibadetleri yerine getirmesi teşri (hüküm koymak) içindir, üzerine farz olduğu için değildir. Çünkü yakinin kemalini ve hakikati müşahede etmesiyle ibadetler ondan düşmüştür. Gerçek şu ki Allah Teala Nebi (s.a.v)'ye, diğer Rasullere de ömürlerinin sonlarına kadar ibadet etmelerini emretmiştir. Allah şöyle buyurur:
"Sana yakin gelinceye kadar Rabbine ibadet et" (Müddesir, 46-47).
Buradaki yakin ittifakla ölüm manasına gelmektedir. Allah (c.c) kafirlerin dilinden başka bir ayette şöyle buyurur:
"Biz din (kıyamet) gününü yalanladık. Ta ki yakin bize gelinceye kadar." (Müddesir, 46-47).
Nebi (s.a.v) de Osman b. Maz'un vefat ettiğinde:
"Osman b. Maz'un, şüphesiz ona Rabbinden yakin geldi" buyurmuştur. (Buhari, Cenaiz,3; Müsned VI, 436)
İsa Mesih de şöyle der:
"Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum, Allah bana kitab verdi ve beni peygamber yaptı, nerede olursam olayım beni mübarek kıldı ve yaşadığım sürece de bina namaz kılmamı ve zekat vermemi emretti" (Meryem, 30-31).
Bu, Allah'ın İsa Mesih'e olduğu kadar bütün peygamberlerine, elçilerine ve onlara uyanlara da emridir.
Hasan el- Basri (r.a)derki:
Allah mümin kulu için ölümden başka ecel takdir etmemiştir. Bu gruplar Allah'ın isim ve sıfatları konusunda aşırı gidip, hakikatin müşahedesi ve o noktada durma hususunda birleştikleri zaman, Allah seni Rabbin sıfatlarını ve dinini külli olarak tatil (ibtal) etmekten korusun ki neticede ortaya ibadet edilmeyen bir Rabb, ve tamamıyla terkedilen bir şeriat anlayışı çıkmasın. Burada anlattıklarımızın gerçeğine vakıf olmak isteyen, bakışını bu prensiplere yöneltsin, bu esasları incelesin. Bunun, hal, varlık ve şahidlerini araştırsın. Bu sorulara sözlü bir cevab ve karşılık bulamazsa, hal ve ders çıkarma yoluyla cevabını bulacaktır. Bunu ancak saliklere refakat eden, yerine oturanları terkeden, iman azığı hazırlayan ve devrinin insanlarının lütuflarına itibar etmeyenler tasdik ederler. Şairin şu sözünü de kulak asmazlar:
Yüksek gayeler peşinde koşmayı bırak, ona ulaşmak için uğraşma, Otur oturduğun yerde, ne istiyorsun, yedirilip giydiriliyorsun işte!
Fenanın Üçüncü Derecesi
Bu fena evliyanın havassına ve mukarreb imamlara ait fenadır. Bu, iradenin Allah'ın dışındakilerden fani olmasıdır. Bunlar Allah'dan razı olduğu şeyleri cem etme yoluna sülük ederler, başkasının iradesi şöyle dursun, Sevgilinin muradından yine sevgililerin muradı ile fani olmak isterler. Böylece kendi muradıyla sevgilisinin muradı birleşmiş olur. Sevgilinin muradından maksat dini emirlerdir, kevni-kaderi murad değildir. Böylece de iki muradı bir tek murad olur.
Akılca da ancak bu şekildeki bir birlik ve ilim ve haberdeki birlik muteberdir. Böylece murad edilenle, bilinen ve zikredilen iki şey birtek şey olur. Her ne kadar bu iki irade, ilim ve haber farklı olsa da bu böyledir. Şu halde muhabbetin gayesi, sevenle sevilenin iradesinde fena bulmasıdır.
İşte bu birlik ve fena seçkin sevenlerin birliği ve fenasıdır. Bunlar sevgililerine ibadetleriyle başkalarına ibadet etmekten, onu sevip, ondan korkmakla, ona tevvekkül edip ondan yardım istemekle ümit besleyip, ondan istemekle başkalarına sevgiden, ümitten, korkudan, recadan, tevekkülden fani olmuşlardır.
Bu fenanın diğer bir açıklaması ise şudur:
Yalnız Allah için sevmek, onun için buğz etmek, onun için dost (veli), onun için düşman olmak, yalnız onun için vermek, ancak Allah için vermemektir. Yalnız Allah'dan ummak, Allah'dan yardım istemektir. Böylece kulun dininin hepsi zahiren ve batınen Allah için olur. Allah ve Rasulü kula herşeyden daha sevimli gelir. Allah ve Rasulünün koyduğu haddi aşanı ise asla sevmez. Velev ki bu kişi kendisine insanların en yakını bile olsa.
Şiir:
Bütün insanlara düşman kesilen,
düşman olunmaya layıktır,
velev ki çok sevilen sevgili olsun.
Bu fenanın hakikati ve esası şudur:
Salik Rabbinin razı olduğu şeylerden ve rabbinin hakkı olan ibadetlerle nefsinin hevasından ve hazzlarından fani olur, geçer. Bütün bunları toplayan hakikat, ilim, marifet, amel, hal ve niyyet itibariyle Allah'dan başka ilah olmadığına şehadet etmenin gerçekleştirilmesidir.
Bu şehadetin ihtiva ettiği isbat ve nefyin hakikati fena ve bekadır. Şöyle ki:
salik ilim, ikrar ve kulluk ile Allah'tan başka ilah edinmekten fani olur, sadece ve sadece Allah'ı ilah kabul ettiğini ispat ve ilan eder.
Bu fena ve beka elçilerin getirdiği, kitabların indirdiği,tevhidi hakikatidir. Mahlukat bu tevhid için yaratılmış, dinler bu tevhid için teşri kılınmış, cennete gitmek bu tevhide göre düzenlenmiş ve mahlukat alemi bunun üzerine kurulmuştur.
Yine aynı şekilde bu tevhidin hakikati, Allah'dan başkasına ibadet etmekten uzak durmak ve Allah için dost olmaktır. Nitekim Allah şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz İbrahim ve yanındakilerde sizin için güzel bir örnek vardır. Zira onlar toplumlarına biz sizden ve sizin Allah'dan başka taptıklarınızdan uzağız, beriyiz, biz sizi kabul etmiyoruz, sizinle bizim aramızda, siz birtek Allah'a inanıncaya kadar ebedi bir düşmanlık ve buğz başlamıştır." (Mümtehine,4),
"İbrahim'in toplumuna ve babasına söylediğini de hatırla: Şüphesiz ben sizin taptıklarınızdan uzağım, ben ancak beni yaratana ibadet ederim. Doğrusu o beni hidayete erdirecektir." (Zuhruf, 26-27)
"Ey benim milletim ben sizin şirk koştuğunuz şeylerden uzağım, şüphesiz ben gökleri ve yeri yaratana bir hanif ve müslüman olarak yöneldim" (En'am, 78-79).
Allah Teala Rasülüne de şöyle hitab eder:
"De ki ey kafirler ben sizin taptığınıza tapmam..."
Bu kafirlerden ve onların tapındığı şeylerden beri olmaktır. Allah bunu şirkten beraat etmek (kurtuluş) olarak isimlendirmiştir.
İşte bu kurtuluş, mahv ve isbatın hakikatidir. Böylece salik Allah'dan başkasını sevmeyi ilim, niyyet ve ibadet itibariyle kalbinden sildiği gibi, ondan başkasının varlıktan silinip gideceğini (mahv) ve varlıkta sadece Allah sübhanehunun uluhiyetinin sabit kalacağını kabul eder.
Yine asıl cem ve fark makamının hakikati ve manası da budur:
Kul hak olan ilahla batıl ilahları birbirinden ayırır (fark).
Hakk ilahı, ilah kabul etmeği, ona ibadet etmeyi ona tapmayı, onu sevmeyi, ondan korkmayı, ondan ümid etmeyi, ona tevekkül etmeyi, kendinden başka ilah olmayan gerçek ilahdan yardım istemeyi de inancında taşır (cem).
Bu da tecrid ve tefridin hakikatidir:
Böylece kul kendisini Allah'dan başkasına ibadet etmekten tecrid eder,
İbadetini sadece Allah için yapar (tefrid).
Dolayısıyla tecrid nefyetmek (başkasına ibadeti red),
Tefrid isbat (sadece ona ibadeti kabul) etmektir.
Tefrid ve tecridi cem etmek ise tevhiddir.
İşte uluhiyetin tevhidi ile ilgili olan bu; fena ve beka, vela ve bera, mahv ve isbat, cem ve tecrid makamları, faydalı, semereli ve kendisiyle saaadet ve felaha ulaşılan kurtarıcı yegane makamlardır.
Bunların Rabblığın birlenmesi ile ilgisine gelince -ki bu putlara tapan müşirklerin de kabul ettiği bir hususudur- bunun vardığı son nokta kafirler ile müminler arasında müşterek olan bir tevhidin gerçekleştirilmesinde fena bulmaktan ibarettir. Bu tevhid Allah'ın dostları ve düşmanları arasında müşterektir. Bunu gerçekleştiren arif olmak şöyle dursun, sadece rububiyyet tevhidiyle müslüman bile olmaz.
Bu konu örtüsü kalın irade sahihlerinin ve pek çok şeyhlerin hataya düştüğü bir konudur. Masum kişi Allah'ın koruduğu kimsedir. Müstean olan Allah'dır.
Tevfik ve ismet Allah'ın sayesindedir.
Arşın üstünde ancak yokluk vardır, Arşın üstünde ibadet edilen bir Rabb yoktur. Orada kendisi için namaz kılınan, secde edilen, kendisine dua için ellerin kaldırıldığı, mesihin kendisine yükseltildiği, Ruhun ve Meleklerin yükseleceği, Rasulullah (sav)'in miraç gecesi kendisine çıkarıldığı, iki yay arası hatta daha az bir mesafede kendisine yaklaştığı bir Rabb söz konusu değildir. Yine onlara göre; Onun yanından herhangi bir şey inmediği gibi, ona bir şey de yükselmez. Kıyamet günü cennet ehli üstlerinde onu görmeyeceklerdir. Onlara göre, Allah'ın arşı istiva etmesinin bir hakikati yoktur. Aksine istivası bu vasfının ortadan kalkmasını gerektiren en mecazi bir istivadır. Allah'ın mahluka üstünlüğü rütbe ve şerefcedir, zat itibariyle değildir. Allah'ın üstünlük vasfı da zat itibariyle üstte olmak değil, kahırca (otorite) üstün olmaktır. Böylece Allah'ı tam bir yücelik ve üstünlük sahibi olmaktan tenzih etmişler, onu yokluk ve imkansızlığa denk bir vasıfla nitelemişlerdir. Buna göre, Allah ilmin ne içindedir, ne dışındadır, ona ne bitişiktir ne de ayrıdır, ona ne yakın ne de ondan uzaktır, ne bizim içimizdedir ve ne de dışımızdadır.
Bellidir ki onlardan birisine, bize yokluğu anlatır mısın, denilse herhalde şu şekilde anlatır.
Akıl ve fıtrata göre bu olumsuzlukla nitelemeler gerçekte sırf yokluğa Alemlerin Rabbi'nden daha uygundur. Allah ki yaratıklarında kendi zatından, kendi zatında da yarattıklarımdan hiç bir şey yoktur. Dahası Allah mahlukatından ayrı ve farklı arşını istiva eden, her şeyden yüce ve ali olan, herşeyin üstünde bulunandır.
Netice: Her kim hakk olan bir şeyden yüz çevirir ve onu inkar ederse, yüz çevirdiği ve inkar ettiği hakkın mukabili olan bir batıla düşer. Ameli konularda bile böyledir. Herkim sadece Allah rızası için amel işlemekten yüz çevirirse, Allah onu, halkın rızası için çalışmak belasına duçar eder. Yine kim kendisine fayda ve zarar veren, kendisini öldüren, dirilten, mutluluğu kudret elinde olan Allah'a ibadet etmekten kaçınırsa, kendisine hiçbir fayda vermeğe kudreti olmayan kimseler için amel etmeğe mübtela kılınır.
Aynı şekilde Allah için malını infak edemeyen, istemese bile başkası için malını harcamak zorunda kalır.
Yine kim Allah için yorulmaktan kaçınırsa kaçınılmaz olarak Allah onun halkın hizmetinde yorulmakla sınar.
Aynı şekilde kim vahyin hidayetinden yüz çevirirse zihinlerin bulanıklığı, görüşlerin karışıklığı, fikirlerin dağınıklığı belasına çarptırılır.
O halde nefsinin mutluluğunu, kurtuluşunu ve uslanmasını isteyen herkes bu konuyu kendi nefsinde ve başkalarında düşünsün.
Hiç şüphe yokki, Allah'ın emri ve nehyini atıl saymadıkları sürece gaflet ve şehvetlerine rağmen avamın imanı bunların imanından daha sahihdir. Doğrusu gaflet ve tefrikayla birlikte bulunan iman, imanın fesadına ve imandan çıkmaya yol açan cem ve müşahade makamından daha hayırlıdır.
Cem ve müşahadeyi savunan mutasavvıfların Nebi (s.a.v)'e isnad ettiği yalan ve iftiralara gelince:
Bunların itikadı şudur ki Peygamberin vird ve ibadetleri yerine getirmesi teşri (hüküm koymak) içindir, üzerine farz olduğu için değildir. Çünkü yakinin kemalini ve hakikati müşahede etmesiyle ibadetler ondan düşmüştür. Gerçek şu ki Allah Teala Nebi (s.a.v)'ye, diğer Rasullere de ömürlerinin sonlarına kadar ibadet etmelerini emretmiştir. Allah şöyle buyurur:
"Sana yakin gelinceye kadar Rabbine ibadet et" (Müddesir, 46-47).
Buradaki yakin ittifakla ölüm manasına gelmektedir. Allah (c.c) kafirlerin dilinden başka bir ayette şöyle buyurur:
"Biz din (kıyamet) gününü yalanladık. Ta ki yakin bize gelinceye kadar." (Müddesir, 46-47).
Nebi (s.a.v) de Osman b. Maz'un vefat ettiğinde:
"Osman b. Maz'un, şüphesiz ona Rabbinden yakin geldi" buyurmuştur. (Buhari, Cenaiz,3; Müsned VI, 436)
İsa Mesih de şöyle der:
"Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum, Allah bana kitab verdi ve beni peygamber yaptı, nerede olursam olayım beni mübarek kıldı ve yaşadığım sürece de bina namaz kılmamı ve zekat vermemi emretti" (Meryem, 30-31).
Bu, Allah'ın İsa Mesih'e olduğu kadar bütün peygamberlerine, elçilerine ve onlara uyanlara da emridir.
Hasan el- Basri (r.a)derki:
Allah mümin kulu için ölümden başka ecel takdir etmemiştir. Bu gruplar Allah'ın isim ve sıfatları konusunda aşırı gidip, hakikatin müşahedesi ve o noktada durma hususunda birleştikleri zaman, Allah seni Rabbin sıfatlarını ve dinini külli olarak tatil (ibtal) etmekten korusun ki neticede ortaya ibadet edilmeyen bir Rabb, ve tamamıyla terkedilen bir şeriat anlayışı çıkmasın. Burada anlattıklarımızın gerçeğine vakıf olmak isteyen, bakışını bu prensiplere yöneltsin, bu esasları incelesin. Bunun, hal, varlık ve şahidlerini araştırsın. Bu sorulara sözlü bir cevab ve karşılık bulamazsa, hal ve ders çıkarma yoluyla cevabını bulacaktır. Bunu ancak saliklere refakat eden, yerine oturanları terkeden, iman azığı hazırlayan ve devrinin insanlarının lütuflarına itibar etmeyenler tasdik ederler. Şairin şu sözünü de kulak asmazlar:
Yüksek gayeler peşinde koşmayı bırak, ona ulaşmak için uğraşma, Otur oturduğun yerde, ne istiyorsun, yedirilip giydiriliyorsun işte!
Fenanın Üçüncü Derecesi
Bu fena evliyanın havassına ve mukarreb imamlara ait fenadır. Bu, iradenin Allah'ın dışındakilerden fani olmasıdır. Bunlar Allah'dan razı olduğu şeyleri cem etme yoluna sülük ederler, başkasının iradesi şöyle dursun, Sevgilinin muradından yine sevgililerin muradı ile fani olmak isterler. Böylece kendi muradıyla sevgilisinin muradı birleşmiş olur. Sevgilinin muradından maksat dini emirlerdir, kevni-kaderi murad değildir. Böylece de iki muradı bir tek murad olur.
Akılca da ancak bu şekildeki bir birlik ve ilim ve haberdeki birlik muteberdir. Böylece murad edilenle, bilinen ve zikredilen iki şey birtek şey olur. Her ne kadar bu iki irade, ilim ve haber farklı olsa da bu böyledir. Şu halde muhabbetin gayesi, sevenle sevilenin iradesinde fena bulmasıdır.
İşte bu birlik ve fena seçkin sevenlerin birliği ve fenasıdır. Bunlar sevgililerine ibadetleriyle başkalarına ibadet etmekten, onu sevip, ondan korkmakla, ona tevvekkül edip ondan yardım istemekle ümit besleyip, ondan istemekle başkalarına sevgiden, ümitten, korkudan, recadan, tevekkülden fani olmuşlardır.
Bu fenanın diğer bir açıklaması ise şudur:
Yalnız Allah için sevmek, onun için buğz etmek, onun için dost (veli), onun için düşman olmak, yalnız onun için vermek, ancak Allah için vermemektir. Yalnız Allah'dan ummak, Allah'dan yardım istemektir. Böylece kulun dininin hepsi zahiren ve batınen Allah için olur. Allah ve Rasulü kula herşeyden daha sevimli gelir. Allah ve Rasulünün koyduğu haddi aşanı ise asla sevmez. Velev ki bu kişi kendisine insanların en yakını bile olsa.
Şiir:
Bütün insanlara düşman kesilen,
düşman olunmaya layıktır,
velev ki çok sevilen sevgili olsun.
Bu fenanın hakikati ve esası şudur:
Salik Rabbinin razı olduğu şeylerden ve rabbinin hakkı olan ibadetlerle nefsinin hevasından ve hazzlarından fani olur, geçer. Bütün bunları toplayan hakikat, ilim, marifet, amel, hal ve niyyet itibariyle Allah'dan başka ilah olmadığına şehadet etmenin gerçekleştirilmesidir.
Bu şehadetin ihtiva ettiği isbat ve nefyin hakikati fena ve bekadır. Şöyle ki:
salik ilim, ikrar ve kulluk ile Allah'tan başka ilah edinmekten fani olur, sadece ve sadece Allah'ı ilah kabul ettiğini ispat ve ilan eder.
Bu fena ve beka elçilerin getirdiği, kitabların indirdiği,tevhidi hakikatidir. Mahlukat bu tevhid için yaratılmış, dinler bu tevhid için teşri kılınmış, cennete gitmek bu tevhide göre düzenlenmiş ve mahlukat alemi bunun üzerine kurulmuştur.
Yine aynı şekilde bu tevhidin hakikati, Allah'dan başkasına ibadet etmekten uzak durmak ve Allah için dost olmaktır. Nitekim Allah şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz İbrahim ve yanındakilerde sizin için güzel bir örnek vardır. Zira onlar toplumlarına biz sizden ve sizin Allah'dan başka taptıklarınızdan uzağız, beriyiz, biz sizi kabul etmiyoruz, sizinle bizim aramızda, siz birtek Allah'a inanıncaya kadar ebedi bir düşmanlık ve buğz başlamıştır." (Mümtehine,4),
"İbrahim'in toplumuna ve babasına söylediğini de hatırla: Şüphesiz ben sizin taptıklarınızdan uzağım, ben ancak beni yaratana ibadet ederim. Doğrusu o beni hidayete erdirecektir." (Zuhruf, 26-27)
"Ey benim milletim ben sizin şirk koştuğunuz şeylerden uzağım, şüphesiz ben gökleri ve yeri yaratana bir hanif ve müslüman olarak yöneldim" (En'am, 78-79).
Allah Teala Rasülüne de şöyle hitab eder:
"De ki ey kafirler ben sizin taptığınıza tapmam..."
Bu kafirlerden ve onların tapındığı şeylerden beri olmaktır. Allah bunu şirkten beraat etmek (kurtuluş) olarak isimlendirmiştir.
İşte bu kurtuluş, mahv ve isbatın hakikatidir. Böylece salik Allah'dan başkasını sevmeyi ilim, niyyet ve ibadet itibariyle kalbinden sildiği gibi, ondan başkasının varlıktan silinip gideceğini (mahv) ve varlıkta sadece Allah sübhanehunun uluhiyetinin sabit kalacağını kabul eder.
Yine asıl cem ve fark makamının hakikati ve manası da budur:
Kul hak olan ilahla batıl ilahları birbirinden ayırır (fark).
Hakk ilahı, ilah kabul etmeği, ona ibadet etmeyi ona tapmayı, onu sevmeyi, ondan korkmayı, ondan ümid etmeyi, ona tevekkül etmeyi, kendinden başka ilah olmayan gerçek ilahdan yardım istemeyi de inancında taşır (cem).
Bu da tecrid ve tefridin hakikatidir:
Böylece kul kendisini Allah'dan başkasına ibadet etmekten tecrid eder,
İbadetini sadece Allah için yapar (tefrid).
Dolayısıyla tecrid nefyetmek (başkasına ibadeti red),
Tefrid isbat (sadece ona ibadeti kabul) etmektir.
Tefrid ve tecridi cem etmek ise tevhiddir.
İşte uluhiyetin tevhidi ile ilgili olan bu; fena ve beka, vela ve bera, mahv ve isbat, cem ve tecrid makamları, faydalı, semereli ve kendisiyle saaadet ve felaha ulaşılan kurtarıcı yegane makamlardır.
Bunların Rabblığın birlenmesi ile ilgisine gelince -ki bu putlara tapan müşirklerin de kabul ettiği bir hususudur- bunun vardığı son nokta kafirler ile müminler arasında müşterek olan bir tevhidin gerçekleştirilmesinde fena bulmaktan ibarettir. Bu tevhid Allah'ın dostları ve düşmanları arasında müşterektir. Bunu gerçekleştiren arif olmak şöyle dursun, sadece rububiyyet tevhidiyle müslüman bile olmaz.
Bu konu örtüsü kalın irade sahihlerinin ve pek çok şeyhlerin hataya düştüğü bir konudur. Masum kişi Allah'ın koruduğu kimsedir. Müstean olan Allah'dır.
Tevfik ve ismet Allah'ın sayesindedir.