Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Muavezeteyn'in Kur'an'dan olup olmaması meselesi

Ö Çevrimdışı

özgürlüğe hasret

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Esselamu Aleyküm ve Rahmetullah
Bu iki surenin konusunu ve muhtevasını anlamak için yukardaki bilgiler yeterlidir. Ama hadis ve tefsir kitaplarında, üç konu hakkında bazı münakaşa ve şüphelerin meydana geldiği yazılıdır. Onun için burada o şüpheleri ortadan kaldırmayı gerekli gördük.

Bunlardan birincisi, bu surelerin Kur'an'dan olduğu ve bunun da isbatlandığı; dolayısıyla şüpheye mahal olmadığıdır. Bu meselenin meydana gelmesinin sebebi İbn Mes'ud gibi yüksek seviyeli bir sahabîden menkul müteaddid rivayetlerde onun, bu iki sureyi Kur'an'dan saymadığı ve mushafına da almadığının kayıtlı bulunmasıdır. İmam Ahmed, Bezzar, Taberanî, İbn Merduye, Ebu Ya'la, Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, Humeydî, Ebu Nuaym, İbni Mes'ud'dan nakletmişlerdir. Bu rivayetlerde İbni Mes'ud'un bu sureleri Kur'an'dan sadece çıkardığı değil, aynı zamanda şöyle dediği de nakledilir: "Kur'an'dan olmayanı O'na karıştırmayın. Bu iki sure Kur'an'dan değildir. Allah, Rasulullah'a, bu kelimelerle kendisine sığınmasını emretti". Bazı rivayetlerde de bu sureleri namazda okumadığı kayıtlıdır.

Bazı İslam düşmanları bu rivayetlere dayanarak, Allah'ın kitabının korunmuş olması hakkında şüpheler uyandırma fırsatı bulmuşlardır. Onlar şöyle iddia etmişlerdir: "İbn Mes'ud gibi bir sahabi bu surelerin Kur'an'a eklendiğini söylüyorsa, kimbilir daha neler eklenmiş ya da çıkarılmıştır?" Kadı Ebubekir El-Bakıllanî ve Kadı İyaz v.s. bu ithamdan kurtulmak için İbn Mes'ud'dan gelen rivayetleri şöyle tevil etmişlerdir: "İbn Mes'ud, Muavezeteyn'in Kur'an'dan olduğunu inkar etmezdi ama kendi mushafına yazmayı reddetti. Çünkü mushafına sadece Rasulullah'ın izin verdiklerini yazardı. Bu sureler hakkındaki Rasulullah'ın izni kendisine ulaşmadığı için muavezeteyn'i yazmamıştır." Ancak bu tevil doğru değildir. Çünkü sahih senetlerle gelen rivayetlerde İbn Mes'ud'un bu surelerin Kur'an'dan olduğunu inkar ettiği sabittir. Diğer büyüklerden İmam Nevevî, İbn Hazm, Fahruddin Razi ise İbn Mes'ud'un söylediği sözleri yalan kabul etmişlerdir. Fakat tarihi gerçekleri hiçbirşeye istinat etmeden reddetmek ilmî bir tavır değildir.
İbn Mes'ud'dan gelen bu rivayetlerden dolayı Kur'an hakkında oluşan şüphelere doğru cevap nedir? Bu sorunun pekçok cevabı olabilir. Onları aşağıda açıklıyoruz:

1) Hafız Bezzar, kendi Müsnedi'nde İbn Mesud'un bu sözünü naklettikten sonra, bu görüşte yalnız olduğunu ve hiçbir sahabinin bu görüşe katılmadığını belirtmiştir.
2) Sahabe-i Kiram'ın hepsinin ittifakı ile, üçüncü halife Osman'ın (r.a.) hazırlattığı ve İslam ülkelerinin değişik yerlerine gönderilen Kur'an nüshalarında bu iki sure mevcuttur.
3) Rasulullah döneminden bu güne kadar bütün İslam dünyasında, iki sureyi de ihtiva eden bu mushaf üzerinde icma edilmiştir. Sadece İbn Mes'ud'un görüşü farklıdır. Ama ne kadar seviyeli sahabi olursa olsun çoğunluğun görüşü karşısında O'nun görüşü pek değer taşımaz.
4) Rasulullah'tan nakledilen pek çok rivayette Rasulullah'ın bu sureleri namazda okuduğu ve başkalarına da tavsiye ettiği sabittir. Rasulullah bu sureleri, Kur'an'ın sureleri olarak başkalarına da öğretmiştir. Aşağıdaki önrekleri inceleyelim:

Müslim, Ahmed, Tirmizî ve Neseî'nin Ukbe b. Amr'dan naklettiğine göre Rasulullah, Felak ve Nas sureleri hakkında şöyle buyurmuştur: "Bu gece bana bu ayetler nazil oldu." Neseî'nin bir diğer rivayeti yine Ukbe b. Amr'dan mervidir: "Rasulullah bu iki sureyi sabah namazında okumuştur. İbn Hibban da Ukbe'den şöyle nakletmiştir: "Rasulullah, mümkün olduğu kadar bu iki sureyi okumayı terketmeyin buyurdu." Said b. Mansur, Muaz b. Cebel'den şöyle nakletmiştir: "Rasulullah namazda bu sureleri okumuştu." İmam Ahmed, Müsnedi'nde sahih senetlerle diğer bir sahabeden de, aynı şekilde Rasulullah'ın O'na şöyle söylediğini nakletmiştir: "Namaz kıldığında bu iki sureyi oku." Ahmed, Ebu Davud ve Neseî, Rasulullah'ın Ukbe'ye şöyle buyurduğunu naklederler: "Sana iki sure öğreteyim mi? Onlar en iyi surelerdendirler." Ukbe: "Ya Rasulallah, evet" dedi. Bunun üzerine Rasulullah O'na Muavezeteyn'i okudu. Daha sonra namaza kalktıklarında Rasulullah bu iki sureyi namazda da okudu. Namazdan döndükten sonra, geçerken O'na şöyle sordu: "Ya Ukbe, nasıl buldun?" Sonra O'na uyumadan önce ve uykudan kalktıktan sonra bu iki sureyi okumasını söyledi. Müsned-i Ahmed, Ebu Davud, Tirmizî ve Neseî'de Ukbe b. Amr'ın bir rivayeti de şöyledir: "Rasulullah her namazdan sonra Muavazat'ı (yani İhlas ve Muavezeteyn) surelerini okumasını tavsiye etmişti." Neseî, İbn Merduye ve Hakim, Ukbe b. Amr'dan şunu nakletmişlerdir: "Birgün Rasulullah binek üzerinde yol alıyordu. Ben de yanında yürümekteydim. Ben şöyle dedim: "Bana Yunus veya Hud suresini öğretir misiniz?". Rasulullah şöyle buyurdu: "Allah indinde kul için Felak suresinden daha faydalı bir şey yoktur." Neseî, Beyhakî, Bağavî ve İbn Sa'd; Abdullah İbn Abis el-Cüheynî'den Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir: "İbn Abis sana, kendisi ile Allah'a sığınacağın araç nedir söyleyeyim mi?" Ben "Tabi, Ya Rasulallah" dedim. Rasulullah "Felak ve Nas sureleri" buyurdu. İbni Merduye Ümmü Seleme'den, "Allah'ın en sevdiği sureler Felak ve Nas sureleridir" diye nakletmişlerdir.

Burada İbn Mes'ud'un bu iki sureyi Kur'an'dan saymama yanılgısına niçin düştüğü sorulabilir. Bu sorunun cevabı olabilecek iki rivayeti ortaya koyabiliriz. Birincisine göre İbn Mes'ud şöyle demiştir: "Rasulullah'a bu şekilde Allah'a sığın diye emir verilmiştir." Diğer rivayeti çeşitli senetlerle Buhari, Ahmed Müsned'inde, Hafız Ebubekir el-Humeydi Müsned'inde, Ebu Nuaym, El-Müstahreç isimli Müsned'inde ve Neseî, Sünen'inde Zir b. Hubeyş çeşitli kelime değişiklikleri ile, sahabe arasında Kur'an ilimleri bakımından önemli yeri olan Ubey b. Ka'b'tan nakletmiştir. Zir b. Hubeyş şöyle demiştir: "Ben Ubey'e, 'Kardeşiniz İbn Mes'ud şöyle şöyle diyor. Siz bu söz hakkında ne diyorsunuz? dedim. O şöyle cevap verdi: "Rasulullah'a bu konuda sormuştum. Rasulullah bana - Kul(de) - dedi. Ben de -kul- dedim. Onun için biz de Rasulullah'ın dediği gibi diyoruz." İmam Ahmed, Ubey'den şöyle rivayet etmiştir: "Ben şehadet ederim ki Rasulullah bana, Cebrail'in kendisine -kul euzu bi rabbi'l felak- dediğini, onun için bu şekilde söylediğini belirtti. Cebrail, -Kul euzu bi rabbi'n nas- dediğinde Rasulullah da bu şekilde söyledi. Dolayısıyla biz de Rasulullah'ın dediği gibi diyoruz." Bu iki tür rivayet üzerinde düşünürsek, İbn Mes'ud'un bu iki suredeki -kul- kelimesini görerek yanılgıya düştüğünü ve Rasulullah'a -euzu bi rabbi'l felak- ve -euzu bi rabb'in nas- demesinin emredildiğini zannettiği sonucuna varırız. Ayrıca Rasulullah'a bu konuda sormaya da ihtiyaç duymadı. Ubey b. Ka'b'ın aklına bu soru gelip sorunca, Rasulullah ona, Cebrail'in kendisine -Kul- dediği için O da -kul- dediğini açıkladı. Bu şöyle izah edilebilir: Bir kimseye bir şeyi emretmek kastedildiğinde şöyle denir: "De, ben sığınırım." Ama bunu okuyan kişi "De, ben sığınırım" demez. Sadece "sığınırım" der. Bunun tersine, en üst makamdan bir peygambere bu kelime mesaj olarak geldiğinde onu iletirken şöyle der: "De, ben sığınırım." Çünkü bu mesaj peygambere sadece kendisi için değil, başkaları için de geldiğinden, geldiği gibi ve eksiltmeden onlara iletmek durumundadır. Bu iki surenin başında -kul-kelimesinin bulunması bu kelamın vahiy olduğuna ve Rasulullah'a geldiği gibi iletildiğine açık delildir. Bu, sadece Rasulullah'a verilmiş bir emir değildi. Kur'an'ı Kerim'de bu iki surenin yanı sıra 330 ayet de -kul- kelimesi ile başlar. Bu durum, sözkonusu kelamın vahiy olduğuna ve Rasulullah'ın da aynen iletmekle görevli bulunduğuna delildir. Yoksa, -kul- sadece emir olsaydı, o zaman Rasulullah -kul- kelimesini hazfeder ve sadece emredileni iletirdi. Onu ayrıca Kur'an'a da yazdırmazdı. O emri sadece Rasulullah yerine getirmekle yetinirdi.

Burada bir kimse düşünürse, sahabeyi masum zannetmenin ve onların sözleri arasında yanlış birşey bulunduğunda bunu ifade edenleri saygısızlıkla itham etmenin ne kadar yanlış olduğunu açıkça anlar. Bu olayda İbn Mesud gibi ileri gelen sahabelerden birinin Kur'an'ın iki suresi hakkında ne kadar büyük bir yanılgıya düştüğünü görüyoruz. Böyle bir yanlışı İbn Mesud gibi büyük bir sahabe yaparsa, diğer ashabın da yanlışlık yapabileceği öncelikle mümkündür. Biz ilmi bakımdan onların görüşleri hakkında araştırma ve tartışma yapabiliriz. Bir sahabenin sözüne, eğer yanlışsa yanlış da diyebiliriz. Ama bir kimse, onların yanlış sözlerine yanlış demekten öteye giderek, onlara dil uzatırsa o zaman büyük bir zulüm işlemiş olur. Müfessirler ve Muhadissler, İbn Mes'ud'un bu iki sure hakkındaki görüşüne yanlış demişler, ancak hiçbiri, İbni Mesud'un bu iki sureyi Kur'an'dan kabul etmemekle kafir olduğunu söylemeye cesaret edememiştir

Tefhimu'l-Kur'an ==>> Mevdudi
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt