Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Mücadele Suresi İniş Sebebi

Ummu Aişe Çevrimdışı

Ummu Aişe

حسبي الله ونعم الوكيل
Site Emektarı
58- MÜCÂDELE SÛRESÎ

Medine-i Münevvere'de ve Münâfikûn Sûresinden sonra nazil olmuştur.
Cumhur kavlinde Sûrenin tamamı medenî'dir. Ancak Atâ'dan gelen bir rivayette ilk on âyetinin medenî, kalanının ise mekkî olduğu belirtilmektedir.
Kelbî ise "Bilmez misin ki Allah göklerde olanları da, yerde olanları da bilir. Üç kişinin gizlice konuştuğu yerde dördüncü mutlaka O'dur..." (âyet: 7) âyetinin Mekke'de, kalan bütün âyetlerinin ise Medine'de nazil olduğunu söylemiştir.[1] Bu son görüş İbnu's-Sâib'den de rivayet edilmiştir.[2]

1. Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikâyette bulunan kadının sözünü işitmiştir. Allah, sizin konuşmanızı işitir. Hiç şüphesiz Allah Semî'dir, Basîrdir.

2. İçinizden zıhâr yapanların karıları onların anaları değildir. Anaları ancak, kendilerini doğuranlardır. Şüphesiz ki onlar çirkin ve yalan bir söz söylüyorlar ve muhakkak ki Allah Afüvv'dür, Gafur'dur.

3. Karılarından zıhâr ile ayrılmak isteyip de sonra söylediklerini geri alanların, aileleriyle temas etmeden önce bir köle azat etmeleri gerekir. Size böylece öğüt verilmektedir. Allah, yapmakta olduklarınıza Habîr'dir.

4. Kim de bulamazsa temas etmeden önce birbiri peşinden iki ay oruç tutmalıdır. Buna da gücü yetmeyen 60 yoksulu doyurur. Bu, Allah'a ve Rasûlü'ne iman etmekte olduğunuz içindir. Bunlar Allah'ın hadleridir ve kâfirler için elim bir azâb vardır.

a) Abdullah kanalıyla Havle bint Sa'lebe ibn Mâlik el-Hazreciyye'den rivayette o şöyle anlatıyor: Allah'a yemin ederim ki Mücadele Sûresinin başı benim ve (kocam) Evs ibn Sâmit hakkında nazil oldu. Ben onun yanında (onunla evli) idim. Kötü huylu bir ihtiyardı. Bir gün yanıma girdi ve sözüne karşılık verdim. Buna çok kızarak bana: "Sen bana anamın sırtı gibisin." diyerek zıhar yaptı. Sonra çıkıp kavmin toplandığı yerlerden birisinde bir süre oturduktan sonra eve geldi ve beni istedi (benimle sevişmek istedi). Ben de: "Hayır olmaz, Havleciğin nefsi kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki bana o söylediğini söyledikten sonra Allah ve Rasûlü bizim hakkımızda hükmünü verinceye kadar senin benimle sevişmen doğru olmaz." dedim. Üzerime atladıysa da ihtiyar olduğu için hakkından geldim, kendimi ona teslim etmedim, üzerimden atıp komşularımızdan birisine gittim, onun elbisesini ödünç alıp giydim, çıkıp Allah'ın Rasûlü'ne geldim. Önüne oturdum ve ondan (kocamdan) gördüklerimi anlattım, ondan gördüğüm kötü muameleyi Rasûlullah'a şikâyet ettim. Allah'ın Rasûlü (Ey Havle, amcanın oğludur, çok yaşlı bir ihtiyardır; onun hakkında Allah'tan takva üzere ol." diyordu. Ben daha orada yerimden kalkmamıştım ki benim hakkımda Rasûlullah'a vahy inmeye başladı. Rasûlullah'a vahy inerkenki hal onu kaplamıştı. Sonra açıldı ve: "Ey Havlecik, Allah sen ve kocan hakkında vahy indirdi." buyurup "Ve kâfirler için elîm bir azâb vardır."a kadar olmak üzere "Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikâyette bulunan kadının sözünü işitmiştir. Allah, sizin konuşmanızı işitir. Hiç şüphesiz Allah Semî'dir, Basîrdir...." âyetlerini indirdi.[3] Hz. Peygamber (sa): "Ona emret, bir köle azat etsin." buyurdular. Ben: "Ey Allah'ın peygamberi, onun azat edecek bir kölesi yok ki." dedim, "O halde peşpeşe iki ay oruç tutsun." buyurdular. Ben yine: "Ey Allah'ın elçisi, o çok ihtiyar oruç da tutamaz." dedim. "O halde 60 yoksula yedirsin (doyursun)." buyurdular. Ben: Ey Allah'ın peygamberi, yoksula yedirecek bir şeyi de yoktur." dedim, "O halde bir arak (30 sâ' veya 60 sâ' miktarı bir ölçek) hurma ile ona yardım edelim." buyurdu. Ben de: "Ben de ikinci bir arak hurma ile ona yardım ederim." dedim. "Güzel söyledin, o da bunları tasadduk etsin." Buyurdular.[4]
Ebu Bekr ibn Ebî Şeybe kanalıyla Hz. Aişe'den gelen bir rivayette Havle'nin Hz. Peygamber (sa)'e kocasından şikâyette bulunurken "Ey Allah'ın elçisi, gençliğimi yedi bitirdi, ben ona karnımı açtım (ona çocuklar doğurdum). Ne zaman ki yaşım ilerledi (kemiklerim zayıfladı), çocuktan kesildim, tuttu bana zıhar yaptı. Ey Allahım, (ondan) Sana şikâyette bulunuyorum." dediği ve daha oturduğu yerden ayrılmadan o ve kocası hakkında âyetler indiği" ayrıntılarına yer verilmiştir.[5]
b) Taberî'nin Ebu Küreyb kanalıyla İbn Abbâs'tan rivayetinde o şöyle anlatıyor: Câhiliye devrinde bir kimse karısına: "Sen bana anamın sırtı gibisin." dediği (zıhar yaptığı) takdirde karısı kendisine haram olurdu ve İslâm'ın başlangıcında da bu böyle idi. İslâm'da ilk zıhar yapan Evs ibnu's -Sâmit oldu. Amcasının kızı Havle bint Huveylid ile evliydi. Ona zıhar yaptı ama çok geçmeden pişman oldu ve karısına: "Öyle sanıyorum ki şimdi sen bana haram oldun." dedi. Karısı da ona aynısını söyledi. Evs, karısına: "Hz. Peygamber (sa)'e git ve ona sor." dedi. Kadın da Rasûlullah (sa)'a geldi. Hanımlarından birisi O'nun saçlarını tarıyordu. "Ey Havlecik, senin bu durumunla ilgili olarak bize bir emir gelmedi." buyurdular. İşte bunun üzerine Allah Tealâ, Rasûlü'ne vahy indirdi de Hz. Peygamber (sa): "Ey Havlecik, sana müjdeler olsun." buyurdu. Havle: "Hayırdır." dedi. Hz. Peygamber (sa): "Karısıyla temas etmeden önce bir köle azat etmeleri gerekir"e kadar "Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikâyette bulunan kadının sözünü işitmiştir..." âyetlerini tilâvet buyurdular. Havle bunu işitince: "Bizim kölemiz mi var. Vallahi, o benden başka köle bulamaz." dedi. Hz. Peygamber (sa): "Kim de bulamazsa temas etmeden önce birbiri peşinden iki ay oruç tutmalıdır." âyetini okudu. Havle: "Vallahi o bir günde üç kere su içmezse gözleri kör olacak." dedi. Hz. Peygamber (sa): "Buna da gücü yetmeyen altmış yoksulu doyurur." kısmını tilâvet buyurdular. Havle: "Bunu nereden bulacak ki, ancak bir defalık yiyeceği var." dedi. Hz. Peygamber de bir vesak'ın yarısı kadar ona yardımda bulundu -Bir vesak 60 sâ' idi- ve: "60 yoksula bunu yedirdin, ondan sonra sana ric'atte bulunsun, seni tekrar nikâhlasın." Buyurdular.[6]
Hz. Aişe'den gelen bir rivayette bu Evs ibnu's-Sâmit'in karısının adı Cemile olarak verilmiştir. [7]
Yine Taberî'nin Yahya ibn Bişr kanalıyla İbn Abbâs'tan rivayetle zikrettiği bir hadiste olay şöyle anlatılıyor: Câhiliye devrinde zıhar, talâk sayılırdı. İslâmî devrede ilk zıhar yapan Ubâde ibnu's-Sâmit'in kardeşi Evs ibnu's-Sâmit oldu. O, karısı hazredi Havle bint Sa'lebe ibn Mâlik'e zıhar yapmıştı. Evs'in zıhar yapması üzerine karısı, bunun talâk olduğunu sandı ve onu tutup Hz. Peygamber (sa)'e getirdi: "Ey Allah'ın elçisi, Evs bana zıhar yaptı ve eğer biz ayrılacak olursak helak olduk demektir. Ben ona karnımı açtım ve ona çocuklar doğurdum. Onunla beraberliğimiz eskidi." diyor, bu durumdan şikâyette bulunup ağlıyordu. Bu Hususta Hz. Peygamber (sa)'e bir şey de gelmiş değildi. İşte bunun üzerine Allah Tealâ: "Ve kâfirler için elîm bir azâb vardır"a kadar olmak üzere "Allah, kocası hakkında seninle tartışan kadının sözünü işitmiştir..." âyetlerini indirdi.[8]
c) İbn Ebî Hatim'in Muhammed ibn Abdurrahman el-Herevî kanalıyla Ebu'l-Aliye'den rivayetinde o şöyle anlatıyor: Düleyc kızı Havle Ansar'dan bir adamın nikâhı altındaydı. O adamın gözü zayıf, fakir ve kötü huylu idi. Câhiliye ehlinin boşamaları şöyle idi: Bir kişi karısını boşamak istediği zaman ona: "Sen bana anamın sırtı gibisin." derdi. Havle'nin ondan bir veya iki muhtaç çocuğu da vardı. Bir gün bir konuda onunla tartıştı ve o Havle'ye: "Sen bana anamın sırtı gibisin." deyiverdi. Havle de üzerine elbisesini geçirip Hz. Peygamber (sa)'in yanına geldi. Hz. Peygamber (sa), Hz. Aişe'nin evinde idi ve Hz. Aişe, Rasûlullah (sa)'ın başının bir tarafını yıkıyordu. Hz. Peygamber (sa)'in yanına geldiğinde çocukları da yanındaydılar. Dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü, kocamın gözü hastalıklıdır. Kendisi hiçbir şeyi olmayan bir fakirdir, huyu da çok kötüdür. Ben kendisiyle bir konuda tartıştım, bana kızdı ve: "Sen bana anamın sırtı gibisin." dedi. Bununla beni boşamak istemedi. Çünkü benim ondan bir -veya iki- çocuğum var." Rasûlullah (sa): "Benim bildiğim bir şey varsa o da senin ona haram olduğundur." buyurdu. Kadın: "Ben, bana ve çocuklarımın babasına verdiğinden dolayı Allah'a şikâyette bulunuyorum." dedi.
Ebu'l-Aliye anlatmaya şöyle devam eder: Hz. Aişe, dönüp Hz. Peygamber (sa)'in başının öbür yarısını da yıkamak istedi. Kadın da Hz. Aişe ile birlikte dönüp: "Ey Allah'ın Rasûlü, kocamın gözleri sakattır, kendisi de fakirdir ve huyu da kötüdür. Benim ondan bir -veya iki- çocuğum var. Kendisiyle bir konuda tartıştım, kızdı ve: "Sen bana anamın sırtı gibisin." dedi. Ancak bununla beni boşamak istiyor değildi." Havle der ki: Hz. Peygamber (sa) başını bana doğru çevirip: "Senin durumun hakkında ona haram olmandan başka bildiğim bir şey yoktur." buyurdu. Ben yine: "Ben, bana ve çocuğumun babasına gelenden dolayı Allah'a şikâyette bulunuyorum."
Ebu'l-Aliye şöyle anlatır: Hz. Aişe o sırada Rasûlullah (sa)'ın yüzünün değiştiğini farkedip kadına: "Geriye çekil." dedi. Kadın geri çekildi. Rasûlullah (sa), Allah'ın dilediği kadar vahyin inmesi halinde kaldı, vahy kesilince dedi ki: "Ey Aişe, o kadın nerede?" Hz. Aişe kadını çağırdı, kadına: "Git ve kocanı bana getir." buyurdu. Kadın koşarak gitti ve kocasını getirdi. Bir de baktılar ki kocasının gözleri zor görüyor, fakir ve huysuz birisi. Rasûlullah (sa) : "Semî ve Alîm olan Allah'a sığınırım." diye söze başladı ve besmeleyle "Allah, kocası hakkında seninle mücadele eden ve Allah'a şikâyette bulunan kadının sözünü işitmiştir. Allah, sizin (ikinizin) konuşmanızı iştir. Muhakkak ki Allah Semî'dir, Basîr'dir... Karılarından zıhâr ile ayrılmak isteyip de sonra dediklerini geri alanların karısıyla temas etmeden önce bir köle azat etmeleri gerekir..." kavline kadar bu âyetleri okudu, sonra şöyle buyurdu: "Karınla temasta bulunmadan önce azat edecek bir köle bulabilir misin?" Adam: "Hayır." dedi. "Ardarda iki ay oruç tutabilir misin?" diye sordu. "Seni hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki ben, iki veya üç kere yemek yemeyecek olursam gözüm neredeyse kör olup kapanır." dedi. Rasûlullah (sa): "Altmış yoksulu doyurabilir misin?" diye sordu, "Hayır, ancak sen bana yardım edersen doyurabilirim." dedi.
Ebu'l-Aliye der ki: Rasûlullah (sa) ona yardım etti ve o da altmış yoksulu doyurdu. Böylece Allah Tealâ (sen bana anamın sırtı gibisin diyenler hakkındaki) boşanma (hükmünü) değiştirip zıhar yemini kıldı.[9]

7. Bilmez misin ki Allah, göklerde olanları da, yerde olanları da bilir. Üç kişinin gizlice konuştukları yerde dördüncü mutlaka O'dur. Beş kişinin gizli gizli konuştuğu yerde altıncı mutlaka O'dur. Bundan az veya çok olsunlar ve nerede bulunursa bulunsunlar mutlaka onlarla beraberdir. Sonra bütün yaptıklarını kıyamet günü kendilerine haber verecektir. Doğrusu şu ki Allah, herşeye Alîm'dir.
İbn Abbâs'tan rivayete göre Amr'ın oğulları Rabîa ve Habîb ile Safvân ibn Ümeyye hakkında nazil olmuştur. Bir gün bir araya gelmiş aralarında konuşuyorlarmış. Birisi: "Ne dersiniz acaba Allah bizim konuştuklarımızı biliyor mudur?" demiş, diğeri: "Bazısını bilir (gizlediğimiz) bazısını da bilmez." demiş. Üçüncüleri de: "Eğer bir kısmını biliyorsa mutlaka hepsini biliyordur." demiş de âyet işte bunun üzerine nazil olmuş.[10] Buna göre bu âyet-i kerime Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur. Nitekim sûrenin başında da işaret edilmişti.[11]

8. Gizli gizli konuşmaktan men'edildikleri halde men'edildikleri şeyi yapmaya kalkışanlarla günah işlemek, düşmanlık etmek ve Peygamber'e karşı gelmek konusunda gizlice konuşanları görmedin mi? Sana geldikleri zaman seni, Allah'ın selâmlamadığı bir şeyle selâmlarlar. Kendi aralarında da "Söylediklerimiz yüzünden Allah'ın bize azâb etmesi gerekmez miydi?" derler. Onlara cehennem yeter. Oraya gireceklerdir ve orası ne kötü dönüş yeridir.
a) İbn Abbâs ve Mücâhid derler ki: Bu âyet-i kerime yahudiler ve münafıklar hakkında nazil olmuştur. Rasûlullah bir seriyye gönderdiğinde bunlar bir araya gelirler ve mü'minlerin yakınında kendi aralarında gizli gizli konuşurlar, konuşurken onlara bakarlar, gözlerini imalı imalı onlara çevirirlerdi. Onların bu manâlı bakışlarını ve fısıldaşmalarını gören mü'minlerin aklına seriyyeye giden yakınları ve kardeşleri düşer; onların öldürüldükleri, öldükleri veya başlarına bir musibet geldiği vehmine kapılıp bundan çok rahatsız olurlardı. Bu durum böyle devam edip çoğalınca mü'minler gelip Hz. Peygamber (sa)'e şikâyette bulundular da Allah'ın Rasûlü (sa) onları çağırıp böyle yapmamalarını, gizli konuşacaklarsa mü'minlerin olmadığı yerlerde bunu yapmalarını emretti. Ama bir süre sonra yine aynı davranışlarına döndüler de bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[12] Râzî de bu âyet-i kerimenin Yahudiler hakkında nazil olduğu görüşünü tercih eder.[13]
b) İbn Abbâs'tan rivayete göre bu âyet-i kerime Amr'ın oğulları Rabîa ve Habîb ile Safvân ibn Ümeyye hakkında nazil olmuştur. Bu üçü bir gün bir araya gelmişler konuşurlarken birisi: "Acaba Allah bizim konuştuklarımızı bilir mi?" demiş, İkincisi: "Bir kısmını bilir, bir kısmını bilmez." demiş, üçüncüleri de: "Eğer bir kısmını bilirse hepsini bilir." demiş ve işte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş[14]
c) Ayet-i kerimenin, "Sana geldikleri zaman seni, Allah'ın selâmlamadığı bir şeyle selâmlarlar." kısmının nüzul sebebinde Ebu Bekr Muhammed ibn Ömer el-Haşşâb kanalıyla Hz. Aişe'den rivayette o şöyle anlatıyor: Bir kısım Yahudiler Hz. Peygamber (sa)'e geldiler ve: "es-Sâmu aleykum ey Ebu'l-Kasım." dediler. Ben: "es-Sâmu aleyküm. Allah size lâyıkınızı versin." dedim. Allah'ın Rasûlü (sa): "Sus ey Aişe, Allah kötü sözü ve kötü söz söylemeyi sevmez." buyurdular. Ben: "Ama ey Allah'ın elçisi, görmedin mi ne söylüyorlar?" dedim. "Ben de: "Aynısı size olsun." diye cevap verdim." buyurdular ve işte bunun hakkında bu âyet-i kerime nazil oldu.[15] Hadisi Buhârî de nüzûl kaydı olmaksızın zikretmiştir.[16]
İbn Zeyd'den gelen rivayete göre bu yahudiler üç kişi olup Hz. Peygamber (sa)'in kapısına gelmiş, bir süre aralarında fısıldaştıktan sonra birisi Hz. Peygamber (sa)'in yanına girmek için izin istemiş ve girince de "es-Sâmu aleykum." demiş, Hz. Peygamber de onun bu dileğini aynen iade edip "Ve aleyküm." buyurmuş. Sonra ikincileri, sonra da üçüncüleri aynı şeyi yapmış ve aynı cevabı almışlar. İbn Zeyd der ki: "es-Sâm" ölüm demektir.[17]
Ebu Saîd Muhammed ibn Abdurrahman el-Gâzî kanalıyla Enes'den rivayete göre bir Yahudi, Hz. Peygamber (sa)'e gelmiş ve "es-Sâmu aleyküm." demiş. Hz. Peygamber (sa)'in yanında olanlar onun söylediğini selâm zannederek selâm almışlar. Hz. Peygamber (sa): "Ne söylediğini biliyor musunuz?" diye sormuş, ashabı: "Allah ve Rasûlü en iyi bilendir ey Allah'ın peygamberi." demişler. Hz. Peygamber (sa): "Hayır, o selâm vermedi, fakat şöyle şöyle dedi. Onu bana çağırın." buyurdular. O yahudiyi Hz. Peygamber (sa)'e getirdiler de ona: "Biraz önce es-Sâmu aleykum." dedin değil mi?" diye sordu. Yahudi de: "Evet, öyle söyledim." dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sa): "Size kitab ehlinden birisi selâm verdiğinde siz de ona: "Söylediğin sana olsun." deyiniz." buyurdu ve bunun üzerine işte bu Sana geldikleri zaman seni, Allah'ın selâmlamadığı bir şeyle selâmlarlar." âyet-i kerimesi nazil oldu.[18]
Abdullah ibn Amr'dan rivayete göre yahudiler, Hz. Peygamber (sa)'e: "Sâmun aleyke" diyorlar, sonra da kendi aralarında konuşup: "Bu söylediğimiz yüzünden Allah bizi bir azaba uğratmasın sakın!" diyorlardı. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[19]

9. Ey iman edenler, aranızda gizli konuştuğunuz zaman günahı, düşmanlığı ve O Rasûl'e isyanı fısıldaşmayın. Birr'i, takvayı konuşun ve huzuruna varıp toplanacağınız Allah 'tan takva üzere olun.
Zeyd ibn Eşlem der ki: "Ey o iman etmiş olanlar, Peygamber'le gizli bir şey (özel bir şey) konuşacağınız vakit bu konuşmanızdan önce sadaka verin." âyet-i kerimesi münafıklar ve Yahudiler hakkında nazil oldu. Hz. Peygamber (sa)'e gelir, onunla gizli gizli konuşur ve O'nun hakkında: "O, kendisine söylenen herşeyi duyan bir kulaktır." derlerdi. Hz. Peygamber (sa) de kendisiyle gizli konuşmak isteyen kimseyi reddetmezdi. Münafıkların ve yahudilerin böyle yapmaları müslümanlara ağır geliyordu. Çünkü şeytan onların aklına, onların Rasûlullah ile gizli gizli konuştuklarında kendileriyle savaşmak üzere düşmanlarının ordular topladığından bahsettikleri düşüncesini getirirdi. İşte bunun üzerine Allah Tealâ: "Ey iman edenler, aranızda gizli konuştuğunuz zaman günahı, düşmanlığı ve O Rasûl'e isyanı fısıldaşmayın..." âyet-i kerimesini indirdi. Ancak münafıklar ve Yahudiler yaptıklarında devam edince "Ey o iman etmiş olanlar, Peygamber'le gizli bir şey (özel bir şey) konuşacağınız vakit bu konuşmanızdan önce sadaka verin." âyet-i kerimesini indirdi.[20]

10. Gizli konuşmalar ancak iman edenleri üzmek için şeytandandır. Halbuki Allah'ın izni olmadıkça onlara hiçbir şeyle zarar veremez. O halde mü'minler Allah'a tevekkül etsinler.
Ma'mer'den rivayete göre müslümanlar, münafıkların başbaşa verip gizli gizli konuştuklarını görünce bundan rahatsız oluyırlardı. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur.[21]

11. Ey iman edenler, size meclislerde "Yer açın. " denilince yer açın ki Allah da size açıp genişletsin. "Kalkın." denilince de kalkın ki Allah, içinizden iman etmiş olanları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah, yapmakta olduklarınıza Habîr'dir.
Mukatil anlatıyor: Bir cuma günü Rasûlullah (sa) Suffa'da idi. Yer dardı ve Rasûl-i Ekrem (sa), muhacir ve ansardan bedr ehline ikramda bulunurdu. Bedr ehlinden bazıları o gün meclise geldiklerinde biraz geç kalmışlardı, Hz. Peygamber (sa)'in karşısında ayakta durup birilerinin kendilerine yer açmasını beklediler ama kimse onlara yer açmadı. Bu durum Rasûlullah (sa)'ın zoruna gitti ve etrafında bedr ehlinden olmayan bazılarına: "Sen kalk ey filân, sen kalk ey filân." diyerek bedr ehlinden olup da ayakta bekleyenler sayısınca bazılarını yerlerinden kaldırdı. Ancak bu da yerlerinden kaldırılanlara ağır geldi ve Rasûlullah (sa), onların bu hoşnutsuzluklarını yüzlerinden okudu. Münafıklar da müslümanlara: "Hani siz arkadaşınızın (Muhammed'in) adaletli olduğunu iddia etmiyor mu idiniz? Vallahi şunlara adaletli davranmamıştır. Onlar, peygamberlerine yakın olmak istiyorlardı ama onları yerlerinden kaldırdı ve onların yerlerine meclise gelmekte gecikenleri oturttu." diye dedikodu ettiler.[22] Bize ulaştığına göre Rasûlullah (sa): "Kardeşi için yer açana Allah rahmet eylesin." diye dua buyurdular. Bunun üzerine hızla yerlerinden kalkıp gelen kardeşlerine yer açmaya başladılar ve işte bunun üzerine Allah Tealâ o cuma günü bu âyet-i kerimeyi indirdi.[23]

12. Ey o iman etmiş olanlar, Peygamber'le gizli bir şey (özel bir şey) konuşacağınız vakit bu konuşmanızdan önce sadaka verin. Bu, sizin için en hayırlı ve en temiz olandır. Eğer bir şey bulamazsanız şüphesiz ki Allah Ğafûr'dur, Rahîm 'dir.
13. O Rasûl ile mahrem bir şey konuşmazdan önce sadaka vermekten korktunuz da mı yerine getirmediniz? Fakat Allah, sizin tevbelerinizi kabul buyurdu. Şu halde namazı ikame edin, zekâtı verin, Allah'a ve Rasûlü'ne itaat edin. Ve Allah yapmakta olduklarınıza Habîr'dir.
Mukatil ibn Hayyân der ki: "Ey o iman etmiş olanlar, Peygamber'le gizli bir şey (özel bir şey) konuşacağınız vakit bu konuşmanızdan önce sadaka verin." âyet-i kerimesi zenginler hakkında nazil oldu. Onlar, Hz. Peygamber (sa)'e geliyor, onunla özel olarak konuşuyor, bu konuşmalarını uzatıyor ve fakirlerin de gelip özel konuşmalarına fırsat vermiyorlardı. İşte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirerek Rasûlullah (sa) ile özel konuşmak isteyenlerin konuşmadan önce sadaka vermelerini emretti. Bu âyetin inmesiyle fakirler, sadaka olarak verecek bir şey bulamadılar ama zenginler de cimri davranarak vermek istemediler ve neticede bu âyet-i kerimenin hükmü sahabeye ağır ve zor geldi de daha sonra bu hususta ruhsat tanıyan âyet-i kerime nazil oldu.[24]
Süfyân ibn Vekî' kanalıyla Hz. Ali ibn Ebî Tâlib'den rivayet edidiğine göre o şöyle anlatıyor: "Ey iman etmiş olanlar, O Rasûl ile gizli ve özel bir şey konuşacağınız vakit, bu konuşmanızdan önce sadaka verin." âyet-i kerimesi nazil olunca Hz. Peygamber bana: "Ne dersin bir dinar olsun mu?" diye sordu. Ben: "Buna güçleri yetmez." dedim. "Peki yarım dinar?" buyurdu, ben yine: "Buna da güçleri yetmez." dedim. "Peki ne kadar olsun?" diye sordular, ben: "Bir arpa dânesi." dedim de: "Ne kadar az malın var, ne kadar yoksulsun!" buyurdular ve işte bunun üzerine "O Rasûl ile mahrem bir şey konuşmazdan önce sadaka vermekten korktunuz da mı yerine getirmediniz?..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[25]
"Ey o iman etmiş olanlar, Peygamber'le gizli bir şey (özel bir şey) konuşacağınız vakit bu konuşmanızdan önce sadaka verin." âyetindeki sadaka verme emrine imtisalen sadece Hz. Ali'nin, Hz. Peygamber (sa)'le konuşmak için sadaka verdiği ve bu emri bir başkasının yerine getirmesinden önce bu emrin neshedildiğine dair tefsirlerde verilen rivayeti Kurtubî zayıf bulmaktadır. Zira hemen bir sonraki âyette: "sadaka vermekten korktunuz da mı yerine getirmediniz?" buyrularak kimsenin bu emri yerine getirmediği belirtilmektedir.[26]

14. Görmez misin şunları ki Allah'ın kendilerine gazab ettiği bir kavmi dost edinmişlerdir. Onlar ne sizlerdendir, ne de onlardan ve bile bile yalan yere yemin etmektedirler.
15. Allah onlara şiddetli bir azâb hazırlamıştır. Gerçekten onların yaptıkları ne kötüdür.
16. Onlar yeminlerini kalkan edindiler de Allah yolundan alıkoydular. İşte onlara horlayıcı, aşağılayıcı bir azâb vardır.
17. Onların malları da, oğulları da Allah katında kendilerine bir fayda vermez. Onlar cehennem ashabıdırlar ve ebediyyen orada kalacaklardır.
18. Allah onların hepsini yeniden dirilteceği gün, size yemin ettikleri gibi O'na da yemin edeceklerdir ve onlar gerçekten bir şey üzere olduklarını sanacaklardır. İyi bilin ki onlar gerçekten yalancılardır.
Süddî ve Mukâtil bu âyet-i kerimenin münafık Abdullah ibn Nebtel hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. Bu İbn Nebtel, Rasûlullah (sa)'ın meclisinde oturur, sonra da o mecliste konuşulanları Yahudilere götürüp anlatırmış. Allah'ın Rasûlü (sa) bir gün odalarından birisinde iken: "Sizin yanınıza şimdi bir adam girecek; kalbi bir cebbarın kalbidir, şeytanın gözleriyle (size) bakmaktadır." buyurdular ve hemen bu sözün akabinde Abdullah ibn Nebtel içeri girdi. Gök gözlü ve şaşı birisiydi. Rasûlullah (sa) ona: Sen ve arkadaşların bana neden sövüyordunuz?" diye sordu. Böyle bir şey yapmadığına dair Allah'a yemin etti. Hz. Peygamber (sa): "Elbette yaptın." buyurdular. Gitti ve arkadaşlarını getirdi, onlar da sövmediklerine dair yemin ettiler. İşte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[27]
Muhammed ibn İbrahim ibn Muhammed ibn Yahya kanalıyla İbn Abbâs'tan rivayete göre bir gün Hz. Peygamber (sa) odalarından birisinin gölgesinde iken çevresinde müslümanlardan bazıları da varmış ve gölge hepsini kaplamıyormuş. Rasûl-i Ekrem (sa) yanındakilere: "Birazdan size birisi gelecek; o size, şeytanın gözleriyle bakar. Size geldiğinde onunla konuşmayın." buyurmuş ve hemen akabinde gözleri mavi (çini gözlü) birisi çıkagelmiş. Efendimiz (sa): "Sen ve filân, filân bana niçin sövüyordunuz?" diye bir kısım kimseleri isimleriyle zikretmiş. Adam gitmiş ve ismi sayılan arkadaşlarını da getirerek yapmadıklarına dair Allah'a yemin etmişler ve özür dilemişler de Allah Tealâ: "Allah, onların hepsini yeniden dirilteceği gün, size yemin ettikleri gibi O'na da yemin ederler ve gerçekten bir şey üzere olduklarını sanırlar. İyi bilin ki onlar yalancılardır." âyet-i kerimesini indirdi. Hâkim de bu hadisi Sahîh'inde Semmâk'ten rivayetle zikretmiştir.[28]
Mukâtil'den rivayetle özellikle "Onların malları da, oğulları da Allah katında kendilerine bir fayda vermez. Onlar cehennem ashabıdırlar ve ebediyyen orada kalacaklardır." âyet-i kerimesinin de "Eğer gerçekten kıyamet günü varsa o kıyamet günü biz birbirimize ve çocuklarımıza yardım ederiz." diyen bir münafık hakkında indiği de söylenmiştir.[29]

20. Allah'a ve Rasûlü'ne muhalefet edenler, işte onlar en çok zillete düşenlerle beraberdirler.
21. Allah: "Andolsun ki Ben ve Rasûllerim elbette galip geleceğiz.'' diye yazmıştır. Muhakkak ki Allah Kavî'dir, Azîz'dir.
Mukatil der ki: Allah Tealâ müslümanlara Mekke'nin, Taif'in, Hayber'in ve bunların etrafında olan yerlerin fethini nasib edince müslümanların: "Biz, Allah'ın bizi İranlılara ve Rumlara galip getireceğini umuyoruz." demeleri üzerine Abdullah ibn Übeyy: "İranlıların ve Rumların galip geldiğiniz bazı kasabalar gibi olduğunu mu sanıyorsunuz. Hayır, Allah'a yemin olsun ki onlar sayıca ve hazırlıkça elbette bunlardan çok daha fazladırlar." demiş ve işte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiş.[30]

22. Allah'a ve âhiret gününe imanda sebat eden hiçbir kavmin Allah'a ve Rasûlü'ne muhalefet ve düşmanlık eden kimselerle -velev ki onlar bunların babaları, ya oğulları, ya kardeşleri, yahut soy sopları olsun- dostlaşacaklarını görmezsin. Onlar o kimselerdir ki Allah, imanı kalblerine yazmış, bunları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Bunları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır. Bunlar orada ebedî kalıcıdırlar...
Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebinde biri Hz. Ebu Bekr, biri Ebu Ubeyde ibnu'l-Cerrâh, biri de her ikisi ve bunlarla birlikte diğer bazı sahâbîler, biri Abdullah ibn Abdullah ibn Übeyy, birisi de Hâtıb ibn Ebî Beltea hakkında nazil olduğuna dair beş rivayet vardır:
a) İbn Cüreyc anlatıyor: Bana nakledildiğine göre bir gün Hz. Ebu Bekr'in babası Ebu Kuhâfe, Hz. Peygamber (sa)'e sövmüş. Orada bulunan Hz. Ebu Bekr de babasına öyle bir vurmuş ki darbenin şiddetinden Ebu Kuhâfe yere düşmüş. Daha sonra Hz. Ebu Bekr, bunu Hz. Peygamber (sa)'e zikretmiş de Hz. Peygamber (sa): "Bunu gerçekten yaptın mı?!" demiş, onun: "Evet yaptım." demesi üzerine de: "Bu yaptığına bir daha dönme, bir daha böyle yapma." buyurmuşlar. Ebu Bekr: "Vallahi kılıç yakınımda olsaydı onu öldürürdüm." demiş de bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiş.[31]
b) Hafız Beyhakî'nin Abdullah ibn Şevzeb den rivayetine göre Ebu Ubeyde ibnu'l-Cerrâh'in babası Abdullah ibnu'l-Cerrâh, Bedr günü müşriklerin safında yer alıp oğluna karşı çıkmış ve ilâhlarını vasfetmeye, anlatmaya başlamış. O anlattıkça Ebu Ubeyde ondan yüzünü çeviriyor, uzaklaşıyormuş. Babası bu tavrını devam ettirip ilâhlarını anlatmayı artırınca oğlu Ebu Ubeyde ona yönelmiş ve öldürmüş. İşte bunun üzerine Allah Tealâ onun (Ebu Ubeyde) hakkında: "Allah'a ve âhiret gününe imanda sebat eden hiçbir kavmin Allah'a ve Rasûlü'ne muhalefet ve düşmanlık eden kimselerle -velev ki onlar bunların babaları, ya oğulları, ya kardeşleri, yahut soy sopları olsun- dostlaşacaklarını görmezsin..." âyetini indirdi.[32] Cennetle müjdelenen on sahabîden biri olan Ebu Ubeyde'nin asıl adı Amir ibn Abdullah ibnu'l-Cerrâh olup künyesi (Ebu Ubeyde) ve dedesinini adı ile meşhur olmuştur.[33]
Alûsî, Vâkıdî'nin, Ebu Ubeyde'nin babasını öldürmesi ile ilgili kıssayı verdikten sonra: "Şam ehli böyle söylemekteler. Fakat ben, Fihr oğullarından bazı kimselere sordum, dediler ki: "Babası İslâm'dan önce cahiliye devrinde henüz İslâm ortaya çıkmadan ölmüştü." dediğini naklettikten sonra Ebu Ubeyde'nin, müşrik olan babasını Bedr'de öldürmesi kıssasının sahih olduğunu; Buhârî ve Müslim tarafından tahric edildiğini söyleyerek bunu tercih eder.[34]
c) Abdullah ibn Mes'ûd'dan gelen bir rivayet ise Ebu Bekr ve Ebu Ubeyde'ye Bedr'de akrabalarını öldüren başka sahabileri de eklemektedir. Bu rivayete göre Hz. Ebu Bekr'in oğlu Bedr'de kendisini mübarezeye çağırmış; çıkmak için Hz. Peygamber (sa)'den izin istemişse de Efendimiz ona: "Sen benim gözüm ve kulağım olduğunu bilmiyor musun? Bizden kendini mahrum etme." buyurarak izin vermemişlerdi. Keza aynı gün Hz. Ömer de dayısı el-As ibn Hişâm ibnu'l-Muğîra'yı; Hz. Ali ve Hz. Hamza da Rabîa'nın oğulları Utbe ve Şeybe ile el-Velîd ibn Utbe'yi, Uhud'da Mus'ab ibn Umeyr de kardeşi Ubeyd ibn Umeyr'i öldürmüşlerdi. İşte bu âyet-i kerime bu sahâbilerin hepsi hakkında nazil olmuştur.[35]
d) Râzî, müfessirlerden bir çoğunun bu âyet-i kerimenin, Hz. Peygamber (sa)'in Mekke üzerine yürüyeceğini müşriklere haber veren Hâtıb ibn Ebî Beltea hakkında nazil olduğunda ittifak halinde olduklarını söyler.[36] Bu, Mukâtil'in kavlidir. Ferrâ ve Zeccâc da bu kavli tercih etmişlerdir.[37]
e)Süddî şöyle anlatıyor: Bir gün Abdullah ibn Übeyy'in oğlu Abdullah Hz. Peygamber (sa)'e gelmiş oturmuş. Abdullah otururken Hz. Peygamber (sa) su içmişler. Abdullah: "Ey Allah'ın elçisi, içtiğin sudan birazını bıraksan da babama götürüp içirsem. Belki Allah onun kalbini bununla yıkayıp temizler." demiş. Hz. Peygamber (sa) de içtiği suyu bitirmeyip kalanını Abdullah'a vermiş. O da götürüp babasına içirmek istemiş. Babası: "Bu nedir?" diye sorduğunda da: "Hz. Peygamber (sa)'in içtiği suyun artanıdır. Sana getirdim ki içesin. Belki bununla Allah senin kalbini de temizler." demiş. Babası ona: "Annenin sidiğini getirseydin ya. O, bundan daha temizdir." demiş. Buna çok kızan Abdullah, Hz. Peygamber (sa)'e gelmiş ve: "Ey Allah'ın elçisi, bana izin ver, babamı öldüreyim." demiş. Hz. Peygamber (sa) de: "Hayır, aksine ona yumuşak davran ve ihsanda bulun." demiş ve işte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş.[38]


[1] Kurtubî, age. xvıı,i75.
[2] İbnu'l-Cevzî, age. VIII, 180.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/852.
[3] Ahmed ibn Hanbel, Müsned, VI,410-411; Ebu Davud, Talâk, 17. hadis no: 2214-2218.
[4] Vâhidi, age. s. 292-293.
[5] İbn Mâce, Talâk, 25, hadis no: 2063; Vahidî, age. s. 292.
[6] Taberî, age. xxvni,3-4.
[7] Taberî, age. xxvm,6.
[8] Taberî, age. xxvm,6.
[9] İbn Kesîr, age. vm,64.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/853-856.
[10] Alûsî, age. xxvni,24.
[11] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/856.
[12] Vahidî, age. s. 293.
[13] Bak: Mefâtîhu'l-Gayb, XXIX,266.
[14] Râzî, age. xxıx,265.
[15] Vahidî, age. s. 293; Taberî, age. XXVIII,11; Müslim, Selâm, II; Benzer bir rivayet için ayrıca bak: Ahmed ibn Hanbel, Musned, 11,170.
[16] Bak: Buhârî, Edeb, 38; Müslim, Selâm, 10, 12; Tirmizî, İstîzân, 12, hadis no: 2701; Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 11,170, 221; VI.37, 116, 135.
[17] Taberî, age. XXVIII, 11.
[18] Vahidî, age. s. 293-294; Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 111,140, 144,214.
[19] Ebu Abdurrahman Mukbil ibn Hâdî, es-Sahîhu'l-Müsned min Esbâbi'n-Nüzûl, Kahire 1408/1987, s. 204.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/856-858.
[20] Kurtubî, age. xvn,i95.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/858.
[21] Taberî, age. xxvm,i2.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/859.
[22] Vahidî, age. s. 294.
[23] İbn Kesîr, age. vm,7i.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/859.
[24] Vahidî, age. s. 294.
[25] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, Mücâdile, 58/2. hadis no: 3300.
[26] Kurtubî, age. XVII, 196.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/860
[27] Vahidî, age. s. 295; Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, 11,157-158.
[28] Vahidî, age. s. 295; Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 1,240, 267, 350.
[29] Kurtubî, age. xvıı,i97; Râzî, age. xxix,274.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/861-862.
[30] Râzî, age. xxk,276; Alûsî, age. xxvra,34.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/862.
[31] Vahidî, age. s. 295.
[32] İbnu'l-Esîr, Usdu'l-Ğâbe, 111,128; İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, IV,66.
[33] Bak: İbnu'l-Esîr, Usdu'l-Ğâbe, 111,128.
[34] Alûsî, age. XXVIII,37.
[35] Vahidî, age. s. 296.
[36] Bak: Mefâtîhu'l-Ğayb, xxk,277.
[37] İbnu'l-Cevzî, age. VIII, 199.
[38] Kurtubî, age. XVII, 199.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/863-864.
 
Üst Ana Sayfa Alt