Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Muhaysini: Neden Suriye'ye Geldim Ve Işid'le Neler Yaşadım?

aksa-fatih Çevrimdışı

aksa-fatih

Üye
İslam-TR Üyesi
Laik rejime İslam devleti diyenin Müslüman olup olmadığı tartışmaya bile girmez.Senin İslam anlayışında kadın satan evin önüne polis koyarak orayı korumak İslam devletimi.Amerika ile bir olup İslam beldelerini işgal etmek islam devletinin uygulamaları mı.Bu algının oluşmasında ve insanların imanını zayi eden anlayış AKP denen zihniyetin bu ülkede yaptığı tahribattır.Tunus'a,Mısır'a,Libya'ya laiklik teklifi verende bu AKP anlayışıdır.Adamlar cidden inanıyorlar.Ama neden işte bunun sorgulanması gerekir.Bakıyorsunuz İslam devleti olarak şöyle sistemsel çapta bir teori ortaya konulmamış.Bu olmayınca tabi pratikte uygulamasını yapacak cesaret ve bilgi olmuyor.O zaman Laik rejime entegre bir şey üretme arayışları çıkıyor.Kapitalizm ve kominizm sistemlerine karşı İslamın eşya ve hadiselere günümüzde ihtiyaç verecek bir sistem anlayışını kurma zorunluluğu ihtiyaçtan ziyade bir zorunluluk olarak karşımıza çıkıyor.Yani bunu başarmak durumundayız.Tabi bu genç nesile büyük sorumluluklar yüklerken tecrübeleri ve bilgi birikimi olan insanlarda bu yolda gençlere öncü olmalılar.
laikliği akp getirmedi bu söylediğin ülkelerde fiilen laiklik zaten var . ayrıca akp kadar laikliğe karşı duran ve bu konuda adımlar atan başka parti varmı sen 28 şubatta doğmamıştın galiba ama büyükler bilir bu ülkede bayan kardeşlerimiz başörtüsünden dolayı horlandılar dışlandılar ve islama darbe yapıldı o zamanlar. 15 temmuzda yine bunu denediler bu sefer tutmadı. şimdi akp ben laikim diyor ama laikliği bir çok yerde kullanmıyor. yani şöyle anlaşılabilir akp diyorki ( he he hepimiz laikiz hepimiz kemalistiz. rahatladınızmı ) diyor.sen bana kurandan veya hadisten muhkem olan ayetten bu yönetimdeki devletlerin kafir olduğuna dair delil verebilirmisin.
 
aksa-fatih Çevrimdışı

aksa-fatih

Üye
İslam-TR Üyesi
Abi Allah'ın hukmunu degistirmek kufurdur peki tamamiyle o kitabin hukumlerini deistirmek ? Zinanin cezasi yine recm deil hirsizin cezasi yine el kesmek deil simdi de Allah'in hukumleri boyledir demiorlar ama bole oldgu halde uymayanlar elinin tersiyle Kuran'ı itenlere yardim etmek(memurluk)..(!) her memur istinasiz her memur -diyanete bagli imamlar dahil - ataturkun ilke ve inkilaplarna bagli kalacagna soz verip imza atior.. Yani bu su demek tamam Allah'ın hukumlerini yok sayip yerine tamamen deistirilen hukumleri onayliorum SubhanALLAH .. Bu La İlahe İllallah'in LA kelimesnin hakkini verememektir.. Bizim bu La'nin hakkini vermemiz lazim ve musluman olarak taviz verilen bu konuda tavir takinmak yerine onay imzasi atioruz .. Allah en iisni bilir.. Ama benim bu okuma isinide memur olma isinide İslamdan taviz vermek die goruyorum.. ALLAHU ALİM
memur kafir okuyan kafir ögretmen kafir polis kafir asker kafir başbakanlık kafir cumhurbaşkanlık kafir diyanet işleri kafir vergi veren kafir elektrik parası ödeyen kafir su parası ödeyen kafir benzin kullanan kafir alışveriş yaparken fiş alanlar kafir . sadece işid müslüman öylemi işid dediğimiz insanlar esirleri öldürürken şeriatımı uyguluyor. bir kişinin infazı namazın kaç vakit olduğunu bilmidği için öldürmek şeriatmı. tekfir konusu sadece bir ayetin yanlış yorumlanması bugün koskoca 1.5 milyar müslümanı tekfir etmek bu kadar kolaymı .
 
::IM4M`UL-HAREMEYN:: Çevrimdışı

::IM4M`UL-HAREMEYN::

Tevhid ve Cihad
İslam-TR Üyesi
mefhum Çevrimdışı

mefhum

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Hocam devlet derken belki türk halkı müslüman demiştir.. Devlet müslüman olmaz zaten.. adam mı bu : ). Müslümanca yönetlen şeriat devleti olur. Birde İslami esaslarla yönetilmeyen develetler olur. Adına ne koyarsanız koyun. Sistem küfür sistemi, Fakat küfür sisteminde çalışan herkes kafir diyen yok zaten.. 28 şubat sürecine gelince o günleri bende gördüm. kusura kalmasın hanımlar okullar haricinde bir yerde sıkıntı çekmedi. O sıkıntı da çekmeselerdi de olurdu.. Gittiler yurt dışına kimya eğitimi almaya, medya okumaya.. Altı üstü üç dört sene sabretselerdi illa diploma almak istiyorlarsa gene alırlardı..
 
aksa-fatih Çevrimdışı

aksa-fatih

Üye
İslam-TR Üyesi
Hocam devlet derken belki türk halkı müslüman demiştir.. Devlet müslüman olmaz zaten.. adam mı bu : ). Müslümanca yönetlen şeriat devleti olur. Birde İslami esaslarla yönetilmeyen develetler olur. Adına ne koyarsanız koyun. Sistem küfür sistemi, Fakat küfür sisteminde çalışan herkes kafir diyen yok zaten.. 28 şubat sürecine gelince o günleri bende gördüm. kusura kalmasın hanımlar okullar haricinde bir yerde sıkıntı çekmedi. O sıkıntı da çekmeselerdi de olurdu.. Gittiler yurt dışına kimya eğitimi almaya, medya okumaya.. Altı üstü üç dört sene sabretselerdi illa diploma almak istiyorlarsa gene alırlardı..
sen 28 şubatı yaşadınmı yoksa o tarıhlerde gece gündüz uyudunmu
 
aksa-fatih Çevrimdışı

aksa-fatih

Üye
İslam-TR Üyesi
Hocam devlet derken belki türk halkı müslüman demiştir.. Devlet müslüman olmaz zaten.. adam mı bu : ). Müslümanca yönetlen şeriat devleti olur. Birde İslami esaslarla yönetilmeyen develetler olur. Adına ne koyarsanız koyun. Sistem küfür sistemi, Fakat küfür sisteminde çalışan herkes kafir diyen yok zaten.. 28 şubat sürecine gelince o günleri bende gördüm. kusura kalmasın hanımlar okullar haricinde bir yerde sıkıntı çekmedi. O sıkıntı da çekmeselerdi de olurdu.. Gittiler yurt dışına kimya eğitimi almaya, medya okumaya.. Altı üstü üç dört sene sabretselerdi illa diploma almak istiyorlarsa gene alırlardı..
sen devlete kafir diyorsunda ben müslüman deyince insanmı bu diye cevap veriyorsun
 
::IM4M`UL-HAREMEYN:: Çevrimdışı

::IM4M`UL-HAREMEYN::

Tevhid ve Cihad
İslam-TR Üyesi
mefhum Çevrimdışı

mefhum

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
sen devlete kafir diyorsunda ben müslüman deyince insanmı bu diye cevap veriyorsun
İnsanmı bu diye cevabı nerede verdim hatırlayamadım.. Sizin hatlar mı karışık bende mi bi unutkanlık var bi yazarsanız sevinirim.
sen 28 şubatı yaşadınmı yoksa o tarıhlerde gece gündüz uyudunmu
28 şubat sürecinden otuz yaş üstü nerede ise herkes geçti. Gece gündüz uyudun mu lafzındaki edebi mânayı anlayabilmiş değilim. Ne yapmam gerekiyor? O dönemden geçtiğimize dair evrak mı getirelim? İster inanın ister inanmayın : ) ..
 
y0lcu34 HARİCİSİ Çevrimdışı

y0lcu34 HARİCİSİ

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Fazla ''şey'' yapmadan : ) aklımda bir sual vardı.. Ben kaçtane imam arkadaşa sordum bu imza mevzusunu hepside biz böyle bir evrak imzâlamadık dediler. Bu adamlar mı neyi imzaladıklarını bilmiyor yoksa bu evrâkı herkese imzâlatmıyorlar mı? Bu hususta bilgisi olan bi kardeş varmıdır?

Vallahi hiç bilmiyorum kardeşim. Birkaç yerde ben de denk geldim böyle bir şey imzalamadık diyen imama, yalan söyleyecek halleri yoktur herhalde. Bizim mahallenin imamı imza attığı için değil cumhuriyetin bayramlarını hutbede kutladığı için arkasında namaz kılmıyorum. İmza attığını görmeden zan ile hüküm vermek yanlış olur.
 
B Çevrimdışı

Bellavi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Genel olarak insanların birçoğunun dile getirdiği şöyle bir iddia var: İslam Cephesi yahut Özgür Suriye Ordusu; "İslam Devleti'ni mahkemeleşmeye çağırdığında mahkemeye gelmiyor, bunu kabul etmiyor" diyorlar. Bu iddiaya ne dersiniz?

Cevap: bu iddia da bize muhalif olanların dile getirdiği ve en son sarılmaya çalıştıkları meselelerden biridir. Öne sürmüş oldukları bu iddiaya sarılmaya çalışarak İslam Devleti projesini yok etmeye, İslam Devleti'ni düşürmeye çalışıyorlar.

Aynı “Denize düşen çör çöpe sarılır” deyiminde denildiği gibi bu kimselerde çör çöpe sarılıyorlar. Denize düşen kendini kurtarmayacak ve hiçbir fayda sağlamayacak olsa da, ne bulursa ona sarılır. Bu kimselerin durumu da böyledir. Bize; "biz onları şer-i mahkemeye çağırıyoruz” diyorlar.

Biz öncelikle diyoruz ki: fetva ile mahkeme arasında fark vardır. Âlimler bu konuda diyorlar ki: fetva yahut fetva makamı kaza’nın (hüküm) aksine; bağlayıcı/yerine getirilmesi gereken değildir. Kaza (hüküm) ise bağlayıcı/yerine getirilmesi gerekendir. Fetva ise kuvvet ve yaptırım gücü, sulta açısından bağlayıcı değildir. Fetva ve Kaza (hüküm) arasında bunun dışında birçok fark vardır. Mesela: Kaza (hüküm) meselesinde;hürriyet şartının var olması gibi…

Fakat fetvada ise hür kişi yahut köle kişi fetva verebilir. Aynı şekilde fetva konusunda erkek yahut kadın fetva verebilir. Kaza (hüküm) konusunda azaların sağlıklı olması engelli olmaması gibi. Fetva konusunda ise mesela; kör kimse, tat vb. konuda fetva verebilir. Bunların dışında Kaza (hüküm) ve fetva konusunda fark vardır. Fakat Kaza (hüküm) ve fetva arasındaki en önemli fark Kazanın (hüküm) bağlayıcı/yerine getirilmesi gereken olması fetvanın ise bağlayıcı/yerine getirilmesi gereken olmamasıdır.

-Onların iddiasına göre onlar İslam Devleti'ni müstakil bir mahkemeye çağırıyorlar. Söyler misiniz bana; bu bahsetmiş oldukları mahkemenin bağlayıcılık/yaptırım gücü, kuvvet bakımından bir sultası var mı? Söyler misiniz; mahkemenin verecek olduğu karar konusundaki yaptırım güçleri nerededir? İslam Devleti'nin yahut diğer tarafların üzerindeki yaptırım gücü nedir? Böyle bir güç sahibi midir?

Öyleyse bu bahsetmiş oldukları şer-i bir mahkemeden ziyade fetva makamıdır. Fetva makamı ise; sen gelirsin bana; şu nasıldır? Dersin. Ben de "şöyle şöyledir" derim sadece fetva veririm. Yani benim vermiş olduğum fetvayı yerine getirtmek için bir polis gücüm yahut yaptırım gücüm yoktur.

Kaza (hüküm) ise böyle değildir. Kâdının (hâkim) vermiş olduğu hükmü yerine getirtmesi için polis gücü, asker gücü vardır. Bu güçler Kâdının (hâkim) vermiş olduğu hükmü yerine getirirler. Kâdı (hâkim) hüküm verir, onun altındaki güçler (asker, polis) verilen hükmü uygularlar. O halde mesele bundan ibarettir.

Onlar iddia ediyorlar ki; biz sizi (İslam Devleti) müstakil bir mahkemeye çağırıyoruz. Söyler misiniz bana; bu mahkemenizin yaptırım gücü (polisi, asker) nerede? Bütün tarafları vermiş olduğu hükme boyun eğdirecek, yerine getirecek gücünüz kuvvetiniz nerede?

Öyleyse böyle bir güç yok ise, bu bahsetmiş olduğunuz mahkeme müstakil bir mahkeme değildir. Şayet yaptırım gücü, kuvveti, sultası olan bir mahkeme var ise, ortada devlete karşı bir devlet var demektir. Onlar İslam devletinin ayağının altından halıyı çekmek istiyorlar(ayağını kaydırmak istiyorlar). Oysa İslam devletinin kuruluş amacı ancak Allahın had ve hudutlarının şer-i mahkemeler yoluyla yahut diğer yollarla uygulamak için kurulmuştur. Öyleyse orduların hazırlanması, askerlerin techiz edilmesi, malk ve mülklerin harcanması, silahların hazırlanması bütün bunların hazırlanmasının tek gayesi şer-i ahkâma tabii olmak içindir. İslam Devleti'ndeki şer-i mahkemelerin kurulması ancak hüküm vermek ve verilen hükmü uygulamak içindir.

Öyleyse böyle bir iddiada bulunanlar; ileri sürmüş oldukları mahkemenin müstakil bir mahkeme olduğunu, yaptırım gücü ve kuvveti olduğunu iddia ediyorlar ise, onlar kendilerini devlet olduklarını iddia ediyorlar. Böyle bir kandırma yolu ile İslam Devleti'nin sultasını yok etmek ve bu yolla da bu meseleden sıyrılmak istiyorlar.

Şüphesiz “Ahkâm Es Sultaniyye” adlı eserde ilim ehli karar vermiştir ki: Kâdıları (hâkimler) şer-i imam tayin eder. Dolayısıyla şer-i imamın vermiş olduğu yetki ile de mahkemeler kurulur.

Öyleyse onların şer-i imamın tayin etmiş olduğu Kâdıları (hâkimler) nerede? Nasıl oluyor da böyle bir hâkim İslam Devleti hakkında hüküm verebiliyor ki? Bu ne zaman olur? Bu onların kuvveti olduğu zaman olur. Fakat onların taraflara yaptırım sağlayacak güç ve kuvvetleri yok.

O halde sonuç olarak diyebiliriz ki: iddia etmiş oldukları müstakil şer-i mahkemenin taraflara yaptırım sağlayacak ne gücü ve ne de kuvveti vardır. Dolayısıyla bu olsa olsa fetva makamıdır, bundan öte bir şey değildir. Bu birinci meseledir…

Fakat onlar: "Bizler Nusret Cephesi, Özgür Suriye Ordusu, Ahrar Eş Şam gibi gruplardan güç ve kuvvet oluşturduk” derslerse… O halde mesele sizin bahsettiğiniz gibi müstakil bir mahkeme değildir. Dolayısıyla bu meselede :"Sen hem hâkim ve hem de davacısın" sizler müstakil bir hakemlik iddia ediyorsunuz hâlbuki sizler müstakil değilsiniz. O halde sizler hem davacı taraf ve hem de hakemsiniz yani sizler ölçüyor biçiyor ve hem de hüküm veriyorsunuz. İşte onların hakemlik hususunda durumları bundan ibarettir.

Fakat biz devlet olarak diyoruz ki: İslam tarihi boyunca hiçbir şekilde işitilmemiştir, mesela: Abbasi Devleti'nde bir asker ve halktan bir Müslüman arasında bir anlaşmazlık çıksa; birisi çıkıp ben müstakil bir mahkeme kuracağım diyebilir mi? Dolayısıyla böyle bir durumda İslam Devleti hükmeder aynı durum Emevi Devleti için de geçerlidir yani anlaşmazlıklara hükmeden devlettir. Çünkü devlet kaza (hakim) makamı, sulta (güç) ve yaptırım makamıdır. Dolayısıyla İslam Devleti içerisindeki askerler arasında yahut asker ve halk arasında anlaşmazlıkların hükme bağlandığı yerdir. Aynı şekilde Kâdıları (hâkimler), valiler arasında yahut her hangi bir taraf arasındaki anlaşmazlıkları hükme bağlama makamıdır. İşte İslam'daki ve İslam tarihindeki Kâda (hâkim) makamının durumu böyledir. Bunun dışında işitmiş olduğumuz bir şey yoktur fakat şu günümüzde ise mesele "Ayağının altından halının çekilmesi(ayağının kaydırılması)", yahut birilerinin şikâyet edilmesinden ibarettir.

Dolayısıyla onlar dediler ki; şayet bu mahmeke İslam Devleti'nin Irak’a çekilmesi yönünde bir hüküm verirse, İslam Devleti'nin bunu yerine getirmesi gerekir. Bunun manası ne? Bunun manası; bu önceden karar verilmiş ve böylelikle şöyle veya böyle bir şekilde Şam’dan devletin çıkması kararı verilmiş olacaktır. Yani İslam Devleti'nin kontrol etmiş olduğu toprakları onlara bırakıp çıkması ve Irak’a gitmesi kararı çıkacaktı.

Görüldüğü gibi; onların şüphelerinden biri de işte bu idi fakat bu şüphenin de tutarsız olduğu böylece görüldü.

Daha sonra İslam Devleti onlara bir takım şartlar koştuğunda dünya ayağa kalktı ve bir daha oturmadı. Onlar İslam Devleti ile muhakemeleşmek istiyorlar ve devletin bazı şahısları öldürdüğünü söylüyorlar…

İslam Devleti onlara iki şart koştu. Devletin koşmuş olduğu bu iki şart anlaşmazlığın tamamen kendisidir aslında. Yani Devlet anlaşmazlıkla alakası olmayan bir şart koşmadı, kesinlikle anlaşmazlığın kendisiyle ve daha sonraki verilecek hüküm ile alakalı şartlar koştu.

Birinci şart; demokrasi ve askerleri hakkında ne diyorlar?

İkinci şart ise; Arap yöneticileri ve istihbaratı ile yardımlaşma hakkında ne diyorlar?

Dediğimiz birinci şart; demokrasi ve askerleri hakkında ne diyorlar? Çünkü bu konuda İslam Devleti ve onlardan bazıları ile anlaşmazlık olmuş ve İslam Devleti'nin demokrasi askerlerinin öldürmesi söz konusu olmuştur. Dolayısıyla bu durum karşısında müstakil bir mahkeme kurarak, bu anlaşmazlığı neticelendirmek istiyorlar. Şayet bu Kâdı (hâkim); "demokrasi askerleri Müslümandır" derse, şer-i olmayan bir hüküm vermiş olacak. Dolayısıyla Allah'ın bize emrettiği şer-i muhakemeleşme gerçekleşmemiş olacak. Hadisi şerifte Peygamber efendimiz (s.a.v): "Müslüman kâfire karşılık öldürülmez" buyurur.

Ortada İslam Devleti ve Özgür Suriye Ordusu'ndan ve benzeri ketibelerden demokrasi askerleri ile çatışması olmuştur. Onlar da (Nusret cephesi) bu durumda iki taraf arasında hüküm vermek istiyor. Öyleyse bize; demokrasi askerleri hakkında ne düşündüğünüzü söylemeniz lazım. Zira onların Müslüman olduğuna inanıyorsanız nasıl oluyor da size muhakeme olmamızı bekliyorsunuz? Çünkü sizler bizlere bu konuda Allah'ın hükmünün dışında hüküm vereceksiniz. Çünkü Allah'ın hükmünde "Kâfire karşılık Müslüman öldürülmez" bu birinci şart ile alakalı meseledir.

İkinci şart ile alakalı mesele ise: Arap tağutlarına karşı konumlarını, bunların askerleri ve istihbaratlarının hükmüne bakışlarını ortaya koymalarını istiyoruz. Çünkü “Ahrar Eş şam” ve onun arkasındaki “İslam Cephesi” övünerek dile getirdikleri Arap ve yabancı istihbarat birimleri ve askerleri ile anlaşmanın caiz olduğunu söylüyorlar. Onların iddialarına göre; bu ketibeler (Arap ve yabancı istihbarat birimlerinden) faydalanıyorlar fakat kendileri onlara hiçbir fayda vermiyorlar aynı şekilde onlardan alıyorlar ve onlara vermiyorlar. Bunların iddiası bu yönde...

Bu sebeple bizler, bizlerin ve “Ahrar Eş Şam” arasında olan anlaşmazlığın hükme bağlanması için bunların beyan edilmesini istiyoruz. Hükmün sonucu bunlara bağılıdır. Dolayısıyla bu meselelerin hükümlerini onlara muhakeme olmadan önce beyan etmeleri gerekiyor. Bizim bu istediklerimizi kabul etmediler, birbirine girdiler ve birbirleriyle tartıştılar; bu şartlar nasıl koşulur, nasıl sorulur vb. konuşmalar yaptılar. Nihayetinde sözlerinin (iddia) boş olduğu ortaya çıktı.

Allah'a hamd olsun... Allah'ın fazlı ve keremi ile görüldüğü gibi İslam Devleti'nde şer-i mahkemeler çalışmaktadır. Davalar; bazı emirlerine ve bazı valililerine gelmekte ve bu mahkemeler de davalar görülmektedir. Bu meseleler (mahkeme) böylelikle çözülmektedir. Bu Allah'ın fazlıdır…

İşte böylelikle karşı tarafın ileri sürmüş olduğu ve övündükleri; İslam Devleti'nin muhakemeleşmeye gelmediği hususundaki şüphenin batıl olduğu ortaya çıkmış ve reddiyesi verilmiş olmaktadır.

Aslında bu ileri sürülen gülünç bir şüphedir çünkü bütün bu Irak'ta, Suriye'de akan kanlar neden akmıştır. Allah'ın şeriatı için akmamış mıdır, Allah'ın hükümlerini hakim kılınması için akıtılmamış mıdır? Bu kanların akmasının yegâne sebebi bu şer-i mahkemelerin ikamesi için değil midir?

Pekâlâ, bizler nasıl oluyor da Allah'ın şeriatının hâkim kılınması ve bu hükümlere muhakeme olunması için uğraştığımız bir konuda, yegâne hedefimiz olan bir konu hakkında suçlanıyoruz! Bunun ismi ancak “kirli savaş”tır. Kirli savaş demek; karşı tarafı tutarlı ve tutarsız her türlü suçlama ile karalamadan ibarettir. Bu suçlamalar her ne kadar çelişkili de olsa, tutmasa da belki bir diğeri tutar mantığı ile suçlamaya gidilmektedir.

Mesela; bazen Devlet'i “Allahın şeriatına muhakame olmuyor” diye suçluyorlar aynı zamanda devleti “harici” diye suçluyorlar aynı zamanda devleti “ajanlar” diye suçluyorlar. Söyler misiniz, bütün bu suçlamaları bir araya nasıl getirebilirsiniz! Bunun ismi olsa olsa ancak “kirli savaş” olur.

Nasıl oluyor da Devlet'i aynı anda "Havaric" diye suçluyor ve hem de "Allah'ın şeriatına muhakemeye gelmiyor" diye suçlayabiliyorlar, nasıl böyle bir suçla suçlanabiliyor? Oysa hariciler; Allah'ın şeriatına muhakeme olmayanı tekfir ediyorlar! Nasıl oluyor da hem havaric ve hem de kâfirlerin ajanları olabiliyorlar? Oysa hariciler; yabancılara ajanlık yapanları tekfir etmektedirler! Aynı zamanda Ehli Sünnet vel Cemaat da kâfirlere ajanlık yapanları tekfir etmektedir.

Karşı tarafın yapmış olduğu her olursa olsun bizleri vurmaya çalışmak ve her ne olursa olsun suçlamaya kalkmaktır. Birisi tutmaz ise belki diğeri tutar anlayışı ile hareket ederek "insanların bir kısmı bir suçlamayı kabul etmez ise diğer suçlamayı kabul eder" anlayışını gütmektedirler. Bu tür girişimler de “kirli savaş” olarak bilinir. Bu yollu suçlamalar peygamberlere karşıda kullanılmıştır. Peygamberimize karşı da kullanılmıştır. Tutmuşlar hem sihirbaz demişler ve hem de aynı zamanda deli demişler, şair demişlerdir. Bunun sebebi insanların bazıları, bu öne sürülen suçlamalardan bazıları kabul etmese de diğer suçlamaları kabul eder ve inanır. Öyleyse karşı taraf her türlü suçlamalarla bizleri suçlamakta ta ki bu suçlamaların birisi belki tutar mantığı ile hareket etmektedirler. Nitekim Allah'ın fazlı ile bu öne sürülen şüphelerin tek tek batıl olduğu ortaya çıkmaktadır.

Mesela: bu şüphelerden biriside emirinin mechul (kim olduğu belli değil) şüphesidir. Allah'ın fazlı ile bu şüphede boşa çıktı ve düştü.

Soru soran: mesela Arur diye bilinen kişi; "şayet halifeyi görürsek beyat ederiz" demişti.

Görüldüğü gibi bu şüpheleri de boşa çıktı. Halifenin; kim olduğu, biyografisi, siyresi, ismi ve şekli her şeyiyle Ramazanın başında ortaya çıktı. Allah kendisini korusun…

Bu birincisi…

Diğer bir şüphe de İslam Devleti'nin Esed nizamına çalıştığı mesele idi ki bu da kardeşlerin içeriden sahveler üzerine yapmış olduğu ve Nusayri askerleri ile karşı karşıya kalmalarıyla bu şüphenin de boş olduğu ortaya çıktı. İslam Devleti Humus'ta mübarek bir savaş yaparak Suriye’nin en büyük gaz dolum tesisini aldılar. Bu Allah'ın fazlıdır.

Bugünlerde bununla birlikte birçok müjdeler Müslümanlara verilecek inşaAllah.

Böylelikle İslam Devleti'nin Nusayrilere çalıştığı şüphesi de çürümüş oldu.

Hakeza Irak'ta İslam Devleti'nin Maliki'ye çalıştığı şüphesi de çürümüş oldu. Malikinin ordusunda ne kadar çok asker öldürüldü ve birçok yer ele geçirildi.

Daha sonra dediğimiz gibi havaric suçlamasının gün be gün ne kadar tutarsız ve batıl olduğu bütün insanlara gözükür oldu.

Hariciler; bütün fırkalar içerisinde “İmamın Kureyşli olması” şartını koşmayan tek fırkadır. Ehli Sünnet “İmamın Kureyşli olması” konusunda icma etmiştir. Hariciler ise bu konuda Ehli Sünnet'ten ayrılmışlardır. Hariciler “İmamın Kureyşli olması” şartı yoktur demişlerdir. Bunun aksini söyleyenlerin tersine İslam Devleti de “İmamın Kureyşli olması” şartını koşmuştur.

Buna şunu da ilave et… Ehli Sünnet'in hepsi icma etmişlerdir ki; Recm cezası İslam'da vardır. Buna muhalefet eden ise ancak hariciler olmuştur. Hariciler Recmi inkâr etmişlerdir.

Soru soran; geçen gün tabka beldesinde recm gerçekleşmiş.

Evet, Allah'ın fazlı ile İslam Devleti evli bir kadına Recm cezası uygulamıştır. Evli erkek ve kadına recm uygulaması, Allah'ın kitabında Rasulü!nün (s.a.v) Sünneti'nde ve Müslümanların icması ile Recm cezası dinimizde sabittir. Bu konuya ise hariciler muhalefet etmiştir. Şimdi ise tutuyorlar İslam Devleti Recm cezası uygulaması yaptı diyorlar. İslam Devleti'nin harici olduğunu söyleyenler söyler misiniz; hariciler Recm cezası hiç uygularlar mı? Bütün İslami kaynaklara bakıldığında haricilerin Recm cezasını inkâr ettiği görülecektir.

Böylelikle Allahın fazlı ile bu suçlamalar da çürümüş olmaktadır.

Bu suçlamalardan biriside öncede dediğimiz gibi Allah'ın şeriatına “muhakeme” meselesidir ki, öne sürülen şüphelerin en çirkini bu sayılabilir. Bu “muhakeme” meselesinin de kendiliğinden çürümüş olması, çürütülmesine gerek duyurtmamaktadır. İşte görüldüğü gibi İslam Devleti şer-i mahkemeleri yürürlüğe sokmuş, insanlar davalarını bu mahkemelerde çözmektedir. Bu konuda kısaca “Allah’tan daha güzel hüküm sahibi kim olabilir ki?” adı altında bir kanun beyannamesi yayınlanmıştır. Bu çıkan kanun beyannamesinde; şer-i mahkemelerin vermiş olduğu kararlar hakkında örnekler verilmektedir.

https://justpaste.it/IDroportaj
 
B Çevrimdışı

Bellavi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Bismillah...

Şeyh Muhaysinin her nedense hep İSLAM DEVLETİ'nin mahkemeye gelmediğini vurgulamış ancak neden gelmediğine hiç değinmemiş. Oysa herkes bilir ki, İSLAM DEVLETİ neferlerinin her biri bu konuda yani naslara tabii olma ve amel etmede en hırslı insanlardır. Onların mahkemeye gitmemeleri bu bağlamda asla düşünülemez çünkü böyle bir şeyi, geçerli bir tevli olmaksızın terk etmeyi küfür görürler. O Halde küfür gördükleri bir şeyi nasıl olur da terk ederler ki? Bu çok anlamsızdır. Bu nedenle meseleye daha insaflı ve daha mantıklı ve şeri- yaklaşmak gerekir. Bunun için karşı tarafa söz hakkı tanımak gerekir. Hüküm vermede bir taraf dinlenir diğer taraf dinlenmezse mutlaka hataya düşülür. Bu hususta olduğu gibi...

İSLAM DEVLETİ hiçbir zaman şer-i bir mahkemeye gitmeyi reddetmemiştir. Bu mahkemeyi kimin yapacağı ve yapacak kimsenin ne kadar tarafsız olacağı ve vermiş olduğu kararı ne kadar tenfiz etme gücüne sahip olacağı hususları konusunda taraflar arasında anlaşma sağlanamaması sebebiyle bir mahkeme olmamıştır. Yoksa zaten her kik tarafta Allah'ın kanunlarının hakim olması ve insanlar bütün sorunlarının Allah'ın kanunları nezninde halletsinler diye cihad ediyorlar...

Allah en doğrusunu bilendir...
 
A Çevrimdışı

akıncıbir

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
28 Şubatı biliyoruz.Yani 28 Şubatla mevzunun ne alakası var.28 Şubat sürecini atlatınca ne oldu.Bu halk onun üstesinden direnerek geldi.Şimdi bugüne bakarak ee ne güzel bak Amerika ile birlikte ne güzel operasyonlar yapıyoruz Müslüman katlediyoruz ırakta,libyada, suriye de bunu mu demek istiyorsun.İsraille ne güzel dost olduk bak, birde o Mavi Marmara gemisi var ya bizden mi izin alıp gitmişler.İsrail üç beş kuruş verecek anlaştık daha ne istiyorsunuz gibi laflar 28 şubat da değil bu sözler bu sene söylendi.Yani senin İslam anlayışın, şehitlere nasıl sahip çıktığın, Müslümanları nasıl ABD ile katledildiği gün gibi ortada iken bunları savunmak mı.Bak bu dünyanın ahireti de var.Kim sizi ne şekilde kandırıyor bilemiyorum ama birazcık objektif olursan gerçeklere daha çok vakıf olursun.
 
mefhum Çevrimdışı

mefhum

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
akıncıbir hocam öyle deme.. artık demokrasi şehitleri parkımız bile var. Mısırda müslüman kardeşlere verdiğimiz gazı! afedersiniz yardımıda unutmamak gerek. Şimdi de sisi ile sisi sisi görüşmelerimiz başladı. Hem Irak'a askermi gönderdik sadece kafirler oradaki müslümanları öldürsün diye destek olduk. Yaşasın Chp! o olmasa idi bizim! hükümet 1 milyar dolar hibe yada 10 milyar dolar faizsiz! (faizsiz ama öyle faize falan bulaşmak yok) kredi ile asker de gönderiyor du.. Chp nin oyları sayesinde göndermekten kurtulduk. Gerçi aldığımız kredi helal (faizsiz) olduğuna göre fetvayı bulmuşlardır zaten.. Afkanistana hiç gittiniz mi bilmiyorum. Gitmedi iseniz oradaki hükümeti hiç anlatmayayım. Türkiyenin verdiği destekler o kadar çok ki bu sayede Peştuları ne hâle soktuklarını rahatlıkla gözlemleyebiliyorsunuz. Ekonomik duruma hiç girmesekte olur. 2000 den evvel devletin faiz batağı vardı, şimdi kundaktaki bebenin bankaya faizli borcu var kimsenin devleti eleştirmeye yüzü tutmuyor. İyi bir taktik. Mâdem faizden çıkamıyorsun faizdesin diye sokanları sisteme entegre et. Başörtüsü meselesi herkesin kabulu lise olarak ele alırsak imamhatiplerde idi genel olarak. Eğitim sistemi ile ilgili tecrübelerime göre imamhatiplerin son on senede nasıl bir hâle geldiğini burada yazmak hem moralimizi bozar hemde zaten uzattım mevzu daha da uzar..
 
Ömer2 Çevrimdışı

Ömer2

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Bismillah...

Şeyh Muhaysinin her nedense hep İSLAM DEVLETİ'nin mahkemeye gelmediğini vurgulamış ancak neden gelmediğine hiç değinmemiş. Oysa herkes bilir ki, İSLAM DEVLETİ neferlerinin her biri bu konuda yani naslara tabii olma ve amel etmede en hırslı insanlardır. Onların mahkemeye gitmemeleri bu bağlamda asla düşünülemez çünkü böyle bir şeyi, geçerli bir tevli olmaksızın terk etmeyi küfür görürler. O Halde küfür gördükleri bir şeyi nasıl olur da terk ederler ki? Bu çok anlamsızdır. Bu nedenle meseleye daha insaflı ve daha mantıklı ve şeri- yaklaşmak gerekir. Bunun için karşı tarafa söz hakkı tanımak gerekir. Hüküm vermede bir taraf dinlenir diğer taraf dinlenmezse mutlaka hataya düşülür. Bu hususta olduğu gibi...

İSLAM DEVLETİ hiçbir zaman şer-i bir mahkemeye gitmeyi reddetmemiştir. Bu mahkemeyi kimin yapacağı ve yapacak kimsenin ne kadar tarafsız olacağı ve vermiş olduğu kararı ne kadar tenfiz etme gücüne sahip olacağı hususları konusunda taraflar arasında anlaşma sağlanamaması sebebiyle bir mahkeme olmamıştır. Yoksa zaten her kik tarafta Allah'ın kanunlarının hakim olması ve insanlar bütün sorunlarının Allah'ın kanunları nezninde halletsinler diye cihad ediyorlar...

Allah en doğrusunu bilendir...


Senin devletini alimler zikir ehli tanimamis ken sen nasil boyle bir iddaa atarsin be kardesim
He musait degilim yoksa sana verecegim cevabi cok iyi biliyorum ben
La havle vela quvvete illa billah..
 
B Çevrimdışı

Bellavi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Şeyh Makdisi, Ebu Katade, Süleyman el Ulvan ve Hani es Sibai gibi şeyhler Hilafeti kabul etmiyorlar ve itibar etmiyorlar. Bu konuda ne dersiniz?

Cevap 6: Öncelikle bir kimse şunu bilmesi gerekir; “Hak; adamlarla bilinmez, adamlar; hak ile bilinir.”

Alimlerin sözleriyle sükûnet buluruz, kalbimiz yatışır. Ancak bizler âlimlerin sözlerinden delil almayız. Alimlerin sözlerini delil olarak kullanmayız. Bu şeyhlerin mazileri vardır. Mazilerinde hakkı haykırmışlar, hakka yardım etmişler ve hakkı beyan etmişlerdir. Müslümanlar arasında bu konuda ihtilaf yoktur diyebiliriz. Bu şeyhlerin İslam Devleti'ne muhalif tutumları birbirinden farklıdır. Aslında her bir fiilin bir sebebi vardır. Bu şeyhlerin İslam Devleti'ne muhalefet etmelerinin sebebi ve İslam Devleti hakkındaki sözlerinin sebepleri vardır.

Bu sebeplerin belki de en öncelikli sebebi; Cevlani cephesinin bu şeyhlerle ilk olarak irtibata ve iletişime geçmesidir diyebiliriz. Atasözünde dendiği gibi: “Bana vurdu ve ağladı sonra da benden önce gidip hemen şikâyetçi oldu.” (Hem suçlu hem güçlü) Ve özellikle de bu işi yapan habis adam “Ebu Mariya El Kahtani”. Bu adam olayların başlangıcından beri bütün beldelerde bulunanlarla irtibata geçti ve iletişim kurdu. Hakeza bu şeyhlerle irtibat ve iletişim içerisinde olmaya devam etti.

Horasan'da (Afganistan'da) bulunanlarla, Yemen'de bulunanlarla, Kuveyt'te olan Doktor Hamid bin Muhammed bin Ali ile Süleyman Ulvan ile ve başkalarıyla irtibat ve iletişim içerisindeydi. İrtibat ve iletişim içerinde olduğu bu yerde bulunanlara; “biz sizin öğrencileriniz, bizler sizin evlatlarınız, talebeleriniz” diye aktardı. Bizler hakkında, onlara; bize şöyle yaptılar, şöyle vurdular, bizim arabalarımızı çaldılar, makarlarımızı (askeri merkezlerimizi) aldılar, gasp ettiler, adamlarımızı öldürdüler ve bunun gibi birçok sözler söyledi.

Buhari'de yer aldığı üzere Muhammed (s.a.v) şöyle buyurdu: “Şunu biliniz ki ben bir insanım. İşittiğime göre hüküm veririm. Olabilir ki sizden biriniz kendi delilini öbüründen daha iyi bir şekilde açıklar. Ben de onun lehine hüküm verebilirim. Her kime bir Müslümanın hakkını hükmedip verecek olursam şunu biliniz ki o, ateşten bir parçadır. İsterse onu yüklenip gitsin, isterse de bıraksın." Görüldüğü gibi insanların en mükemmeli olan peygamber efendimiz (s.a.v), ahlaki ve takva yönünden, hidayet ve rüşd yönünden en üstün olan, Allah Teala'dan vahiyle desteklenen peygamber(s.a.v); “ben ancak işitmiş olduğumla hükmederim” diyor.

Bu bahsetmiş olduğumuz durumun üzerine bir de bir takım sözler katıldı, örtüldü ve haklarında hayr ile bahsetmiş olduğumuz bu şeyhlere; “onlar bizlere şöyle şöyle yaptılar ve şöylece oldu” dediler ve hatta sadece bu sözlerle de yetinmediler, irtibata geçerek onlara; "şöyle şöyle oldu ve hak olan şöyle şöyledir” dediler ve onlarda onları tasdik ettiler. Aslında hak iddia ettikleri gibi değildi. Hak şöyle şöyle idi. Fiili olarak aslında olan tam bu idi.

El Nusra, insanlarla irtibat ve iletişim içerisine girdi. Mesela; Sami El Ureydi, Şeyh Makdisi ve Ebu Katade El Filistini ile direkt olarak irtibata geçtiler, onlara hakkı batıl ile karıştırdığı raporlar yazdılar. Aynı şekilde eskiden Şeyh Makdisi'nin kendisine güvendiği ve önceden tanıdığı Ebu Cüleybib El Ürdün-i diye bilinen kişi Dir’a'da tuttu İslam Devleti hakkında raporlar gönderdi. Bununla birlikte Ebu Katade El Filistini'ye aynı şekilde İslam Devleti hakkında raporlar gönderdi.

Aynı şekilde El Muhaysini de raporlar gönderdi ve dediğimiz gibi Ureydi de raporlar gönderdi. Elbette bunların dışında da İslam Devleti hakkında raporlar gönderildi. Aynı şekilde Hani Sibai'ye raporlar gönderilerek İslam Devleti'nin; suçlar işlediği, "şöyle şöyle öldürdüler, onlar şöyle şöyle tekfirciler, şöyle aşırılar, şöyle şöyle yaptılar” diye raporlar gönderildi.

İşte bu anlattıklarımızın hepsi, olaylar hakkında bu şeyhlerin karşılaştıkları ilk şey idi.

Daha sonra bu şeyhlerden bazıları; “kendi haklarında bir tarafla görüştüler diğer tarafla görüşmediler” denmesin diye tuttular İslam Devleti ile utana sıkıla iletişime geçtiler ve sonra da; “ben İslam Devleti ile de Nusra Cephesi ile de görüştüm hak Nusra tarafındadır” dediler. Böyle yapanlardan birisi Şeyh Ebu Muhammed El Makdisi'dir.

Şeyh Makdisi'nin İslam Devleti'ne karşı eskiden beri bir karşı tavrı vardı. Hatta, ta Ebu Musab Ez Zerkavi zamanında ikisi arasında bir alerji vardı. Şeyh Makdisi Zerkavi'nin arkadaşı idi. Hapishanede beraberdi. Hasan Basri (r.a) bu konu hakkında şöyle demektedir: Bir âlimi en iyi bilenler; komşuları ve ailesidir. Yani insanlar âlimi büyük ilim ehli olarak görürler fakat ailesi ve komşuları ise (oturup kalktıkları için) onu hiçbir şey olarak görürler. Yani âlimin ailesi annesi, babası, çocukları onu; “herhangi sıradan falanca kişi” olarak görürler. Gel, git otur, kalk, git, şunu getir, bunu götür… Yani aslında onu âlim görmezler. Aksine uzak insanlar ise onu âlim görürler. Aynı şekilde komşuları da bu âlimi, âlim olarak görmezler. Falan kimse… Falan kimsenin oğlu, Ebu Falan… derler ve onu hiç itibar etmezler. Âlimlerle içli dışlı olanların durumu da işte böyledir. Dolayısıyla Şeyh Makdisi, Zerkavinin arkadaşı idi. Bundan dolayı Zerkavi onu bir şey olarak görmüyordu. Bu sözlerimizin manası Zerkavi, şeyh Makdisi'yi kolayca eleştirebiliyor, tenkit ediyor ve onu tersleyebiliyordu hatta ona üstün gelebiliyordu. Bunun aksine âlime uzak olan kimseler ise bir âlime böyle şeyler diyemez çünkü onu büyük bir sembol görür, büyük bir komutan, mücahid görür, emektar görür ve bu tür ağır eleştiriler yöneltemez.

Öyleyse Şeyh Makdisi’nin ta o günlerden başlayan Ebu Musab Ez Zerkavi'ye karşı bir reddiye verme girişimi vardı. Bu girişimlerden ilki belki de “Munasaha ve muazara Ebu Musab Ez Zerkavi” (Ebu Musab Ez Zerkavi'ye nasihat ve yardım) adında bir risale idi. Daha sonra “Vekafat Ma Semerat El Cihad Beyne’l cehli bi’ddin ve el cehli bi’l Vakı’” (Din konusunda ve vakıa konusunda, cehalet arasında cihad meyveleriyle beraber bir duruş) diye bir başka risale daha vardı.

Daha sonra El Cezire kanalıyla yapmış olduğu röportaj...

Daha sonra bunlarla beraber Şeyh Makdisi’nin kitaplarını güzelce inceleyecek olursan, cihad sahaları hakkında müstakil kitaplar ve özel risaleler yazdığını göreceksin. Çeçenistan cihadı hakkında özel bir risale, Afganistan cihadı hakkında özel bir risale, Yemen cihadı hakkında özel bir risale, Gazze'deki mücahidlere yardım konusunda özel bir risale, Somali cihadı hakkında özel bir risale, Cezayir cihadı hakkında özel bir risale yazdı.

Fakat bu on sene boyunca Irak Mücahidlerini destekleme konusunda hiçbir şey yazmadı. Irak Cihadı diğer cihad bölgelerinden daha şiddetli bir cihad sahası olmasına rağmen bu konu hakkında hiçbir şey yazmadı. Oysa Çeçenistan, Afganistan ve diğer bölgelerde ki cihadlar dağlara çekilip, senenin bazı aylarında merkezlere inerek; füze, havan ve benzeri silahlarla vurma taktiği (vur kaç) şeklinde gerçekleşiyordu. Yani özet olarak bu bölgelerdeki mücahidlerin cihadı bazı aylardan ve bazı yerlerden ibaret idi. Irak Cihadı ise tam bir melahim (büyük savaş) idi. Irak Cihadı kaynayan volkanlardan oluşan bir savaş idi. İşte bütün bunlara rağmen Şeyh Makdisi Irak Cihadı hakkında hiçbir şey yazmadı. Oysa kendisi dünyanın her neresinde cihad var ise oraya özel risaleler yazdı. İşte bütün bunlar; Şeyh Makdisi'nin gönlünde Irak Cihadına karşı bir şey var olduğunu gösterir niteliktedir. Bu söylediklerimiz Şeyh Makdisi için söyleyeceklerimizdir.

Ebu Katade El Filistini'ye gelince; sözlerimize başlamadan önce belirtmek gerekir ki Ebu Katade’nin durumu Şeyh Makdisi'den daha kötüdür; çünkü Ebu Katade cehaleti mazeret görürken, Şeyh Makdisi cehaleti mazeret görmemektedir. Ebu Katade, Peşaver'deyken bir olay oldu. 90'larda Ebu Hemmam künyeli bir adam vardı. Daha sonra Ebu İsa Er Rifai diye künyelendi. Peşaver'de bu kimse ve bazı şahıslar bir araya geldiler. Bu şahıslar 4 veya 5 kişiydi. Bu kimseler hilafet fikrini ortaya attılar ve “Afganistan cihadı doğru değil çünkü ilk önce bir halife tayin edilmesi ve daha sonra bu halifeyle cihad edilmesi gerekir” dediler. Zira Buhari'de yer aldığı gibi Peygamber (s.a.v) bu konuda şöyle buyurmuştur: “İmam (halife) kalkandır ve arkasında korunulur.”

Ve: “İlk önce halife tayin edelim ve daha sonra arkasında cihad edelim” dediler ve bundan dolayı aralarında anlaşarak Kureyşli olması hasebiyle Ebu İsa El Rifai’yi halife seçerek kendisine beyat ettiler.

Daha sonra bu kimseler bir ilim talebesinin mevcudiyetinden haberdar oldular. Bu ilim talebesi ise Ebu Katade'ydi. Ve bu kimseler dediler ki; şayet Ebu Katade'yi bu hilafet konusunda ikna edersek, insanlara etki eder ve insanları buraya getirir. Bu yüzden sene doksanlarda Ebu Katede ile Peşaver'de bir araya geldiler ve bir yerde oturarak bu hilafet konusunu görüştüler. Bu oturumda Ebu Katade şiddetli bir şekilde halife seçilmesini reddederek; hilafet için temkin olmasını söyledi. Sizler 5 kişi ne yaptınız ve ne yapabilirsiniz ki? Halifenin emirlerini nasıl yerine getireceksiniz? Gibi sözler söyledi. Ebu Katade hilafet konusunu o zaman reddetti.

Daha sonra Ebu Katade, Londra’ya gitti. Aynı şekilde Ebu İsa Er Rifai de Londra’ya gitti. Londra’da bu ikisinin arasında görüşmeler gerçekleşti. Bu ikisi arasında gerçekleşen görüşmelerin en meşhurlarından biriside “Hilafet Münazarası” ismiyle Youtube'a da konulan tartışmaydı. Bir tarafta Ebu Katade ve Ebu Velid El Gazzi diğer tarafta ise Ebu Hemmam yahut Ebu İsa ve Ebu Eyyüp Es Sudani idi. Bunların aralarında ki hakem ise Hani Sibai idi. Bu tartışma hilafet konusunda bir tartışma idi. Ebu İsa kendisinin Müslümanların halifesi olduğunu iddia ediyordu. Kendisi, Londra'da ikamet ediyor ve bir evde yaşıyordu. Bu yaşadığı evini “Daru-l islam” diye isimlendiriyordu. Evi, Daru’l islam idi! Bu şahıs, bu eve sahipti ve kadısı da Ebu Eyyüp idi. Onlar hilafeti böyle gerçekleştirmişlerdi.

Soru soran: Yani onlar o zaman hilafet mi ilan ettiler?

-Evet, o zaman onlar hilafet ilan etmişlerdi.

Soruyu soran: Ben bu konuyu işitmiştim fakat işin hakikatini bilmiyordum...

-Bu kimseler kendilerini; "Müslümanların cemaati" diye isimlendirdiler çünkü Peygamber(s.a.v); “Müslümanların cemaatine ve imamına katılın” bu hadis müttefekun aleyh, Huzeyfe (r.a.) hadisidir.

“Müslümanların cemaatiyiz” diye insanlarla tartışma koyuldular. Elbette bunlara tabii olanlar sadece bazı fertlerden ibaretti. Burada anlatmak ve delil getirmek istediğimiz mesele, Ebu Katade’nin o zamandan hilafet meselesine karşı bir saplantısı olduğudur. Ebu Katade, bu kimselerle tartışıyor ve reddiyeler veriyor, tenkit edip muhalefet ediyordu.

İslam Devleti kurulduğunda, halife ilan edildiğinde ise Ebu Katade nefret etti ve sevmedi. Ebu Katede zannetti ki şimdi ilan edilen hilafet eski Londra'da kurulan hilafetin aynısıydı. Nitekim Ebu Katade, şu bizim sahip olmuş olduğumuz güç ve temkini hiç tahmin edemedi. Bu sultayı, hadlerin tatbik edilmesi, zekâtların toplanması, iyiliği emretme ve kötülükten alıkoyma, cizye ve diğer yaptıklarımızı hiç tahmin edemedi. Halifelerin yapmış oldukları bu şer'i ahkâmın tatbikini hiç beklemiyordu. Ebu Katade bunları tasavvur ve tasdik edemiyordu. Bunlarla birlikte kendisine; bu devlet kartondan bir devlet, hayali bir devlet –Allaha sığınırız- ve bunun gibi benzeri sözler naklediliyordu. Görüldüğü gibi bu kişi daha önceden hilafet karşısında bir saplantı içerisindeydi, hilafet meselesini ise hep tenkid ediyordu ve halen de bu saplantı içerisin de devam etmektedir.

Hani Es Sibai'ye gelince; Hani Sibai, Şeyh Makdisi ve Ebu Katade gibi değildir. Bu kişi, bu menheci (selefi cihadi) köklerine kadar incelemiş ve ulaşmış değildir. Aynı şekilde bu kişi, bu (hilafet) konularda âlim ve sözü ön planda tutulacak bir imam da değildir. Bu kişi…

Soruyu soran: Hatip diyebilir miyiz?

-Bu kişi ilim talebesi, İslam tarihi konusunda emeği ve çalışması olan bir kişidir. Bu kişi neden çokça ortaya çıkıyor ve neden çok dile getiriliyor? Diye soracak olursak; Çünkü herhangi bir olay sonrası olaylar hakkında en hızlı bir şekilde yorum yapan kimseler arasında yer alıyor. Diğer taraftan Selefi Cihad âlimlerinin çoğu ise, ya sıkıştırılmış ya kovalanıyor ya hapishanede…

Bu yüzden herhangi bir olay olduğunda mesela "falan mücahid komutan öldürüldü” dendiğinde, bu konu hakkında hızlı bir şekilde hiç kimse açıklama yapamazken Doktor Hani Es Sibai hemen yorum yapıyor. Dolayısıyla Selefi Cihad fikrine sahip gençler hemen ilk açıklama yapan Hani Es Sibai’ye yöneliyorlar. Mesela bir kâfir öldürülüyor yahut herhangi bir yerde mücahitler cihadi bir operasyon gerçekleştiriliyor hemen akabinde Doktor Hani Es Sibai yorum yapıyor.

İşte bu yüzden -tabirimiz doğru olursa- mücahiderden ve cihadı sevenlerden kendisini takip eden bir halk kitlesi oluşmuştur. Bundan dolayı onun açıklamaları dinlenir olmuştur. Yoksa bu konularda beyan sahibi (açıklama yapma hakkına sahip) değildir. Aynı şekilde münazaralarda yahut tartışmalarda kendisi derin hüccet ve delil getirebilecek, meseleyi derinlemesine irdeleyebilecek bir kimsede değildir. Bu konuda kendisinin münazarasını dinleyebilirsin. Bahsettiğim bu münazara müzik dinlemeyi mübah gören zahiri bir kimse ile kendisi arasında olmuştur. Münazara birkaç saat sürmüştür. Münazarada zikretmiş olduğu hüccetlerin ne kadar kuvvetsiz olduğunu, delilleri çürütmek, karşısındakini delilerle susturmak, son noktayı koyucu hüccet ve delillerinin olmadığını ve hüccetlerini evraktan okuduğunu göreceksin. Şüpheleri sahih bir şekilde çürütemediğini göreceksin.

Öyleyse özetleyecek olursak diyebiliriz ki: Sibai'nin biraz ilmi vardır fakat bu ilmi İslam tarihi alanındadır. Zaten kendisi bu konuda ihtisas sahibidir. Ayrıca olayların akabinde hemen yorum yaptığından dolayı her yerde isminin ortaya çıktığını görüyoruz. Yoksa -tabir doğru olursa- neye sahip ki ne versin!

Süleyman Ulvan’a gelince; Bu şeyhin durumu söylemiş olduğun şeyhlerin içerisinde İslam Devleti'ne karşı duruşu en hafif olanıdır. Bunun manası Süleyman el Ulvan; ilmi bir şekilde tenkit etmiş fakat bu tenkidi çok basit bir tenkid olmuştur. Diğerleri gibi her gün bir açıklama yahut reddiye ile İslam Devleti'ne karşı bir duruşu olmamıştır. Şeyh; kınama, tenkit, çürütmek, karşısındakini delillerle susturma gibi şeyler yapmamıştır. Yapmış olduğu bir veya iki kelime söylemek olmuştur. Bu şeyhlerin içerisinde hilafete karşı durumu en güzel olan şeyh Süleyman Ulvan'dır. Ümit ediyoruz ki kendisine hak beyan olundukça -Allah'ın yardımı ile- hakka döneceğini bekliyoruz.

Süleyman el Ulvan’a tesir eden kendisi ile irtibat içerisinde olan Ebu Maria el Kahtani olmuştur. Ayrıca kendisine tesir edenlerden birisi de Hamid bin Hamid el Ali’dir. Bu kimsede kendisi ile irtibat ve iletişim içerisindeydi. Dolayısıyla Şeyh Süleyman’a; "şöyle şöyle oldu, böyle böyle oldu” diye bir kısmi tesir etmiştir.

Fakat Allah’ın fazlı ile diğer tarafta şeyhler var. Bu projeyi destekliyorlar ve dile getiriyorlar.

Soru 7: Bu bahsetmiş olduğunuz şeyhler bilinen şeyhler mi? Örneğin kimler?

Cevap 7: Bu şeyhlerin sayısı Allah'ın fazlı ile oldukça çoktur. Şimdi aklıma gelenlerin bazılarını zikredeyim;

1) Şeyh Beşir bin Müsaid.

Soruyu soran; Sudanlı mı bu şeyh?

-Evet, evet Sudanlı, çok değerli, muhaddis bir şeyh. Kendisi eski âlimlerden olmakla birlikte; ilmi olarak, yaş olarak, akıl olarak büyük âlimlerdendir. Bu âlim, bu projeyi destekliyor ve dile getiriyor.

2) Şeyh Abdulmecid el Hettari er Riymi. Bu şeyh, Yemen âlimlerinden biridir ve kendisi selefiler içerisinde bilinen bir şeyhtir. Bu şeyhin Yemen'de medreseleri ve öğrencileri vardır. Yemen'de mücahidleri desteklemiştir. Desteklemesi ğayri resmi olmuştur tabii. Yemen'de bizim tanzimimizi (ordumuzu) ve Ensaru’ş Şeria'yı ğayri resmi olarak desteklemiştir. Ben bir müddet önce bu konu hakkında bir risale yazdım. Risalenin ismi “Halis teslimi ila Eş Şeyh Abdulmecid Er Riymi” (Şeyh Abdulmecid Er Riymi’ye en samimi içten teslimiyetim).

Bu risaleyi yazmamın sebebi ise Yemen'de bulunan mücahid komutanların benden talebi doğrultusunda yazdım ve kendisine cihada desteğinden, mücahitleri koruyup gözettiğinden dolayı teşekkür ettim. Bu alim de, bu projeyi, İslam Devleti ve hilafet projesini destekleyenler ve lehinde fetva verenleri savunanlar arasındadır.

3) Şeyh Me’mun Hatim. Bu şeyh Yemen de El Kaide'nin şer-i komisyonundadır. Bu şeyhlerin dışında her yerde İslam Devleti'ni destekleyen şeyhler vardır.

4) Şeyh Muhammed Er Reyyis. Kendisi Haremeyn (Suudi Arabistan) bölgesinin büyük âlimlerindendir. Şeyh Muhammed Er Reyyis de İslam Devleti'ni desteklemektedir. Bu şeyh; ama (kör) ve yaşı büyük bir şeyhtir, yaşı yetmişlerdedir.

5) Said bin Züheyr. Bu şeyhi biliyorsunuz herhalde?

Soru soran: işittim kendisini…

6) Şeyh allame Ali bin Hudayr.

Soru soran: kendisi hapishanede değil mi?

-Evet…

7) Şeyh allame, hafız Nasır El Fehd.

8) Şeyh, hafız Faris Ez Zehrani, Ebu Cendel el-Ezdi.

Soru soran: kendisi hapishanede değil mi?

-Evet… Kendisi beyatini hapishaneden gönderdi.

9) Muhammed Ed Düsüri. Bu şeyh de aynı şekilde Haremeyn (Suudi Arabistan) bölgesindendir.

Bu şeyhlerin yanında birçok şeyhler vardır fakat şimdilik aklıma gelenler bunlar. Ayrıca İslam Devleti içerisinde de şeyhler vardır. Onlar da İslam Devleti'nin şeyhleridir. Örneğin; Şeyh Osman El Nazih, Şeyh Ebu Bekir El Kahtani, Şeyh Ebu Müslim El Mısri, Şeyh Ebu Zeyd El Iraki, Abdullah El Iraki.

Burada anlatmak istediğim, bu şeyhlerin ilmi derinliğinin olduğu, kitaplardan beslenmiş olduklarıdır. Bu şeyhler Allah’ın fazlı ile ilmi alanda bariz kimselerdir. Bu şeyhlerin dışında birçok şeyhler vardır. Bu soru aniden sorulduğu ve daha önceden bu konu hakkında bir hazırlık yapmadığım için şimdilik İslam Devleti'ni/hilafeti destekleyen şeyhler arasında bu şeyhleri zikredebilirim.

Soru 8: Burada sormak istediğim şu: Önceden bahsetmiş olduğumuz 4 şeyhin (Makdisi, Ebu Katade, Hani es Sibai, Süleyman el Ulvan) şer'i delilleri var mı? İslam Devleti ve Hilafeti kabul etmemeleri konusunda kuvvetli ve muteber delilleri var mı? Bu konuda sunmuş oldukları nelerdir?

Cevap 8: Allah seni mübarek kılsın. Onların sunmuş olduğu (delil) sadece kendilerine rivayet olunmuş olan bazı olaylardır. Bunun için bu projeyi kabul etmiyorlar. Yardım sadece Allah’tandır. Oysa bunlar gibi şeyhler, daima İslam Devleti'nin ve hilafetin ilan edilmesinin gerekliliğine davet ederek hayatlarını geçirdiler. Nitekim İslam Devleti kuruldu.

Bu daveti insanlara yapan şeyhlerin kendileri bunu kabul etmedi ve inkâr ettiler. Dediğimiz gibi bu şeyhlerin; (kabul etmeme) illeti(gerekçesi); "ancak bize rivayet edildi ki, İslam Devleti'nden falan falan kimseler falan falan kimseleri öldürmüş… Falan kimsenin malını almış, falan mecmuanın(grup)ganimetlerini almış, falan mecmua(grup)ile savaşmaya başlamış" ve benzeri sözler.

Bu şeyhler, kendilerine rivayet edilen bu sözleri, İslam Devleti'ni kabul etmeme konusunda; sürçme, hata yahut bir engel kabul ettiler. Bizler tamam -böyle olmamakla birlikte bunu böyle kabul etmiş olsak bile- hatta bundan da öte -bu devlette fısk, fücür ve zulüm var olduğunu farz etsek bile- diğer var olan devletlere nazaran; en efdali ve en güzelidir.

Diğer bütün devletler tağuti devletlerdir ve Allah'ın hükümleri dışındaki hükümlerle hükmetmekteler. İslam Devleti ise Allah'ın hükümleri ile hükmediyor, hükmetmeye çalışıyor ve hedefi Allah'ın hükümleri ile hükmetmektir. Halbuki olması gereken; bu devletin desteklenmesi, irşad edilmesi ve düzeltilmesi değil midir? Yoksa bu İslam Devleti'nin karşısında durup; bu devlete karşı planlar yapmak, haset etmek veya savaşmak mı gerekir? Bundan Allah'a sığınırız.

Bugün şayet diğer tağuti devletlerin içerisinde Haccac’ın devleti olmuş olsa ne yapmamız gerekir? Bu tağuti devletler karşısında Haccac’ın devletine tarafgirlik etmemiz, bağlanmamız ve meyil etmemiz gerekir, değil mi? İmamlar (rahimehumullah); ne kadar hata ve eksikleri olmuş olsa da Emevi devletine yardım etmişlerdir. Hakeza her ne kadar hata ve eksikleri olmuş olsa da Abbasi devletine de yardım etmişlerdir.

Öyleyse nasıl olur da, şu günümüzde İslam Devleti'ne yardım edip desteklemezler?! Bu devlet ki her taraftan tağuti devletler tarafından kuşatılmıştır. Aslında imamlar dönemlerinde Emevi ve Abbasi devletlerini desteklemek zorunda değillerdi. Burada ise tağuti bir devlet yahut Emevi veya Abbasi devletine benzer bir devlet yok olmasına rağmen imamlar o dönemdeki devletleri desteklemişlerdi.

Deriyye'de kurulan Muhammed bin Abdulvehhab’a bakalım aynı şekilde bu devlet küçük bir yerde kurulan bir devlet idi. Şu günümüzdeki İslam Devleti'nin sahip olmuş olduğu toprağa nazaran çok küçük bir toprağa sahip idi. Aynı zamanda bu devletin imamı Kureyşli değildi. Muhammed bin Suud Kureyşli değildi. Buna rağmen Muhammed bin Abduvehhab ve beraberindekiler onu destekledi. Çünkü o dönemde Allah'ın şeriatı ile hükmedenler onlardı. Diğer kabileler ve Osmanlı yönetimi altında bulunanlar arasında Allah'ın hükmüyle hükmedenler onlardı. Osmanlı'nın son zamanlarında kabir şirkleri yayılmıştı ve daha sonra Osmanlı devleti miladi 1840'lı senelerde Allah'ın hükümleri dışında hükümlerle hükmetmeye başladı. Osmanlı devleti o dönemlerde Allah'ın kanunları yerine insanların koymuş olduğu kanunlarla hükmetmekteydi.

O halde Necd Uleması o dönemlerde bu yeni devletin bir takım eksikleri yahut hataları olmasına rağmen yine bu devleti desteklediler ve yanında durarak doğruya yönlendirdiler. Ama asla bu devletin karşısında durmadılar. Bu devletin karşısında duranlar kimlerdi? Karşısında duranlar mezhep imamlarıydı. Şafii âlimleri, Hanefi âlimleri, Hanbelî âlimleri, Maliki âlimleri bu devletin karşısında durdular. Aslında Malikiler çokça bu devlet hakkında konuşmadılar çünkü uzaktılar. Konuşanlar genellikle Şafii ve Hanefi âlimleri ve Hanbelî âlimleri idi. Bu âlimler şeriatla hükmeden ilk Suud devleti hakkında konuştular. Bu âlimlerin o dönemdeki İslam Devleti hakkındaki konuşmaları ise kendilerine hiç zarar vermedi. Hatta faydaları bile oldu. O dönemde Muhammed bin Abdulvehhab gibi âlimlerin yanında ondan daha büyük üstün âlimler vardı. Mesela İmam Şevkani, İmam San’ani o dönem de yaşamışlardı. Bu imamlar Muhammed bin Abdulvehhab'dan fıkhi konularda daha fakihtiler. Ancak Muhammed bin Abdulvehhab akide ve dinin usulleri konusunda onlardan daha iyiydi. Allah en doğrusunu bilendir.

Soru soran: Öyleyse takriben şöyle diyebiliriz; bu dört şeyhin öne sürmüş olduğu meseleler; Müslümanların kanının akıtılması ve Müslümanların mallarının alınması gibi şeylerdir…

-Evet, onların iddiaları bunlar… Fakat iddialarının hiçbir delili yoktur. Ayrıca bu şeyhlerin itimad edip öne sürmüş oldukları; İslam Devleti'nin içerisinde bulunan şahısların yapmış olduğu hatalara binaen bunları öne sürmektedirler. Oysa İslam Devleti bu hataları yapanları cezalandırmıştır.

Burada güzel bir nokta daha var. Aslında o da Ebu Katade'nin yazmış olduğu son risalesinde “Halifenin elbisesi” risalesindedir…

Tabii burada yeri gelmişken sizler de takdir edersiniz ki Şeyh Makdisi'nin yazmış olduğu kitaplarda ve meseleleri derinlemesine ve güzelce işlemiş olduğu kitaplarda yer alanlar ile şu günümüzde tenkid edip söylenenler arsındaki büyük farkı görüyorsunuzdur. Eski kitaplarında zikretmiş olduğu deliller, ne kadar güçlü hüccetlerdi. Oysa şimdiki tenkitlerinin bir takım karalamalardan ibaret olduğunu ve delilden yoksun boş bir risale olduğunu görürsün.

Aynı şekilde bu, Ebu Katade'nin İslam Devleti karşısında yazmış oldukları için de geçerlidir. Eski ve yeni yazmış olduklarına bakılınca; delilden yoksun, hiçbir burhanın yer almadığını görürsün. Görürsün ki yazmış oldukları; sözün sahibi olmayan sözlerden ibaret, söyledikleri sadece dedikodudan ibaret.

Ne kadar gariptir ki kendisi bir zamanlar şöyle diyordu: İslam Devleti bazı aşırıları tutukladı ve hapsetti. Bu tutuklamalar zulümdür gibi sözler söylüyordu. Bu durum Ebu Katade’ye ait bir meziyettir. Sen bir zamanlar böyle söylerken şimdiler de ise; fetva veren, konuşan ve öne çıkan aşırıları işittiği zaman; bu aşırılıktır ve katılıktır gibi sözler söylüyor.

Yani her ne yapılırsa yapılsın her halükarda bunlar İslam Devleti'ni eleştiriyorlar.
 
Ömer2 Çevrimdışı

Ömer2

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Şeyh Makdisi, Ebu Katade, Süleyman el Ulvan ve Hani es Sibai gibi şeyhler Hilafeti kabul etmiyorlar ve itibar etmiyorlar. Bu konuda ne dersiniz?

Cevap 6: Öncelikle bir kimse şunu bilmesi gerekir; “Hak; adamlarla bilinmez, adamlar; hak ile bilinir.”

Alimlerin sözleriyle sükûnet buluruz, kalbimiz yatışır. Ancak bizler âlimlerin sözlerinden delil almayız. Alimlerin sözlerini delil olarak kullanmayız. Bu şeyhlerin mazileri vardır. Mazilerinde hakkı haykırmışlar, hakka yardım etmişler ve hakkı beyan etmişlerdir. Müslümanlar arasında bu konuda ihtilaf yoktur diyebiliriz. Bu şeyhlerin İslam Devleti'ne muhalif tutumları birbirinden farklıdır. Aslında her bir fiilin bir sebebi vardır. Bu şeyhlerin İslam Devleti'ne muhalefet etmelerinin sebebi ve İslam Devleti hakkındaki sözlerinin sebepleri vardır.

Bu sebeplerin belki de en öncelikli sebebi; Cevlani cephesinin bu şeyhlerle ilk olarak irtibata ve iletişime geçmesidir diyebiliriz. Atasözünde dendiği gibi: “Bana vurdu ve ağladı sonra da benden önce gidip hemen şikâyetçi oldu.” (Hem suçlu hem güçlü) Ve özellikle de bu işi yapan habis adam “Ebu Mariya El Kahtani”. Bu adam olayların başlangıcından beri bütün beldelerde bulunanlarla irtibata geçti ve iletişim kurdu. Hakeza bu şeyhlerle irtibat ve iletişim içerisinde olmaya devam etti.

Horasan'da (Afganistan'da) bulunanlarla, Yemen'de bulunanlarla, Kuveyt'te olan Doktor Hamid bin Muhammed bin Ali ile Süleyman Ulvan ile ve başkalarıyla irtibat ve iletişim içerisindeydi. İrtibat ve iletişim içerinde olduğu bu yerde bulunanlara; “biz sizin öğrencileriniz, bizler sizin evlatlarınız, talebeleriniz” diye aktardı. Bizler hakkında, onlara; bize şöyle yaptılar, şöyle vurdular, bizim arabalarımızı çaldılar, makarlarımızı (askeri merkezlerimizi) aldılar, gasp ettiler, adamlarımızı öldürdüler ve bunun gibi birçok sözler söyledi.

Buhari'de yer aldığı üzere Muhammed (s.a.v) şöyle buyurdu: “Şunu biliniz ki ben bir insanım. İşittiğime göre hüküm veririm. Olabilir ki sizden biriniz kendi delilini öbüründen daha iyi bir şekilde açıklar. Ben de onun lehine hüküm verebilirim. Her kime bir Müslümanın hakkını hükmedip verecek olursam şunu biliniz ki o, ateşten bir parçadır. İsterse onu yüklenip gitsin, isterse de bıraksın." Görüldüğü gibi insanların en mükemmeli olan peygamber efendimiz (s.a.v), ahlaki ve takva yönünden, hidayet ve rüşd yönünden en üstün olan, Allah Teala'dan vahiyle desteklenen peygamber(s.a.v); “ben ancak işitmiş olduğumla hükmederim” diyor.

Bu bahsetmiş olduğumuz durumun üzerine bir de bir takım sözler katıldı, örtüldü ve haklarında hayr ile bahsetmiş olduğumuz bu şeyhlere; “onlar bizlere şöyle şöyle yaptılar ve şöylece oldu” dediler ve hatta sadece bu sözlerle de yetinmediler, irtibata geçerek onlara; "şöyle şöyle oldu ve hak olan şöyle şöyledir” dediler ve onlarda onları tasdik ettiler. Aslında hak iddia ettikleri gibi değildi. Hak şöyle şöyle idi. Fiili olarak aslında olan tam bu idi.

El Nusra, insanlarla irtibat ve iletişim içerisine girdi. Mesela; Sami El Ureydi, Şeyh Makdisi ve Ebu Katade El Filistini ile direkt olarak irtibata geçtiler, onlara hakkı batıl ile karıştırdığı raporlar yazdılar. Aynı şekilde eskiden Şeyh Makdisi'nin kendisine güvendiği ve önceden tanıdığı Ebu Cüleybib El Ürdün-i diye bilinen kişi Dir’a'da tuttu İslam Devleti hakkında raporlar gönderdi. Bununla birlikte Ebu Katade El Filistini'ye aynı şekilde İslam Devleti hakkında raporlar gönderdi.

Aynı şekilde El Muhaysini de raporlar gönderdi ve dediğimiz gibi Ureydi de raporlar gönderdi. Elbette bunların dışında da İslam Devleti hakkında raporlar gönderildi. Aynı şekilde Hani Sibai'ye raporlar gönderilerek İslam Devleti'nin; suçlar işlediği, "şöyle şöyle öldürdüler, onlar şöyle şöyle tekfirciler, şöyle aşırılar, şöyle şöyle yaptılar” diye raporlar gönderildi.

İşte bu anlattıklarımızın hepsi, olaylar hakkında bu şeyhlerin karşılaştıkları ilk şey idi.

Daha sonra bu şeyhlerden bazıları; “kendi haklarında bir tarafla görüştüler diğer tarafla görüşmediler” denmesin diye tuttular İslam Devleti ile utana sıkıla iletişime geçtiler ve sonra da; “ben İslam Devleti ile de Nusra Cephesi ile de görüştüm hak Nusra tarafındadır” dediler. Böyle yapanlardan birisi Şeyh Ebu Muhammed El Makdisi'dir.

Şeyh Makdisi'nin İslam Devleti'ne karşı eskiden beri bir karşı tavrı vardı. Hatta, ta Ebu Musab Ez Zerkavi zamanında ikisi arasında bir alerji vardı. Şeyh Makdisi Zerkavi'nin arkadaşı idi. Hapishanede beraberdi. Hasan Basri (r.a) bu konu hakkında şöyle demektedir: Bir âlimi en iyi bilenler; komşuları ve ailesidir. Yani insanlar âlimi büyük ilim ehli olarak görürler fakat ailesi ve komşuları ise (oturup kalktıkları için) onu hiçbir şey olarak görürler. Yani âlimin ailesi annesi, babası, çocukları onu; “herhangi sıradan falanca kişi” olarak görürler. Gel, git otur, kalk, git, şunu getir, bunu götür… Yani aslında onu âlim görmezler. Aksine uzak insanlar ise onu âlim görürler. Aynı şekilde komşuları da bu âlimi, âlim olarak görmezler. Falan kimse… Falan kimsenin oğlu, Ebu Falan… derler ve onu hiç itibar etmezler. Âlimlerle içli dışlı olanların durumu da işte böyledir. Dolayısıyla Şeyh Makdisi, Zerkavinin arkadaşı idi. Bundan dolayı Zerkavi onu bir şey olarak görmüyordu. Bu sözlerimizin manası Zerkavi, şeyh Makdisi'yi kolayca eleştirebiliyor, tenkit ediyor ve onu tersleyebiliyordu hatta ona üstün gelebiliyordu. Bunun aksine âlime uzak olan kimseler ise bir âlime böyle şeyler diyemez çünkü onu büyük bir sembol görür, büyük bir komutan, mücahid görür, emektar görür ve bu tür ağır eleştiriler yöneltemez.

Öyleyse Şeyh Makdisi’nin ta o günlerden başlayan Ebu Musab Ez Zerkavi'ye karşı bir reddiye verme girişimi vardı. Bu girişimlerden ilki belki de “Munasaha ve muazara Ebu Musab Ez Zerkavi” (Ebu Musab Ez Zerkavi'ye nasihat ve yardım) adında bir risale idi. Daha sonra “Vekafat Ma Semerat El Cihad Beyne’l cehli bi’ddin ve el cehli bi’l Vakı’” (Din konusunda ve vakıa konusunda, cehalet arasında cihad meyveleriyle beraber bir duruş) diye bir başka risale daha vardı.

Daha sonra El Cezire kanalıyla yapmış olduğu röportaj...

Daha sonra bunlarla beraber Şeyh Makdisi’nin kitaplarını güzelce inceleyecek olursan, cihad sahaları hakkında müstakil kitaplar ve özel risaleler yazdığını göreceksin. Çeçenistan cihadı hakkında özel bir risale, Afganistan cihadı hakkında özel bir risale, Yemen cihadı hakkında özel bir risale, Gazze'deki mücahidlere yardım konusunda özel bir risale, Somali cihadı hakkında özel bir risale, Cezayir cihadı hakkında özel bir risale yazdı.

Fakat bu on sene boyunca Irak Mücahidlerini destekleme konusunda hiçbir şey yazmadı. Irak Cihadı diğer cihad bölgelerinden daha şiddetli bir cihad sahası olmasına rağmen bu konu hakkında hiçbir şey yazmadı. Oysa Çeçenistan, Afganistan ve diğer bölgelerde ki cihadlar dağlara çekilip, senenin bazı aylarında merkezlere inerek; füze, havan ve benzeri silahlarla vurma taktiği (vur kaç) şeklinde gerçekleşiyordu. Yani özet olarak bu bölgelerdeki mücahidlerin cihadı bazı aylardan ve bazı yerlerden ibaret idi. Irak Cihadı ise tam bir melahim (büyük savaş) idi. Irak Cihadı kaynayan volkanlardan oluşan bir savaş idi. İşte bütün bunlara rağmen Şeyh Makdisi Irak Cihadı hakkında hiçbir şey yazmadı. Oysa kendisi dünyanın her neresinde cihad var ise oraya özel risaleler yazdı. İşte bütün bunlar; Şeyh Makdisi'nin gönlünde Irak Cihadına karşı bir şey var olduğunu gösterir niteliktedir. Bu söylediklerimiz Şeyh Makdisi için söyleyeceklerimizdir.

Ebu Katade El Filistini'ye gelince; sözlerimize başlamadan önce belirtmek gerekir ki Ebu Katade’nin durumu Şeyh Makdisi'den daha kötüdür; çünkü Ebu Katade cehaleti mazeret görürken, Şeyh Makdisi cehaleti mazeret görmemektedir. Ebu Katade, Peşaver'deyken bir olay oldu. 90'larda Ebu Hemmam künyeli bir adam vardı. Daha sonra Ebu İsa Er Rifai diye künyelendi. Peşaver'de bu kimse ve bazı şahıslar bir araya geldiler. Bu şahıslar 4 veya 5 kişiydi. Bu kimseler hilafet fikrini ortaya attılar ve “Afganistan cihadı doğru değil çünkü ilk önce bir halife tayin edilmesi ve daha sonra bu halifeyle cihad edilmesi gerekir” dediler. Zira Buhari'de yer aldığı gibi Peygamber (s.a.v) bu konuda şöyle buyurmuştur: “İmam (halife) kalkandır ve arkasında korunulur.”

Ve: “İlk önce halife tayin edelim ve daha sonra arkasında cihad edelim” dediler ve bundan dolayı aralarında anlaşarak Kureyşli olması hasebiyle Ebu İsa El Rifai’yi halife seçerek kendisine beyat ettiler.

Daha sonra bu kimseler bir ilim talebesinin mevcudiyetinden haberdar oldular. Bu ilim talebesi ise Ebu Katade'ydi. Ve bu kimseler dediler ki; şayet Ebu Katade'yi bu hilafet konusunda ikna edersek, insanlara etki eder ve insanları buraya getirir. Bu yüzden sene doksanlarda Ebu Katede ile Peşaver'de bir araya geldiler ve bir yerde oturarak bu hilafet konusunu görüştüler. Bu oturumda Ebu Katade şiddetli bir şekilde halife seçilmesini reddederek; hilafet için temkin olmasını söyledi. Sizler 5 kişi ne yaptınız ve ne yapabilirsiniz ki? Halifenin emirlerini nasıl yerine getireceksiniz? Gibi sözler söyledi. Ebu Katade hilafet konusunu o zaman reddetti.

Daha sonra Ebu Katade, Londra’ya gitti. Aynı şekilde Ebu İsa Er Rifai de Londra’ya gitti. Londra’da bu ikisinin arasında görüşmeler gerçekleşti. Bu ikisi arasında gerçekleşen görüşmelerin en meşhurlarından biriside “Hilafet Münazarası” ismiyle Youtube'a da konulan tartışmaydı. Bir tarafta Ebu Katade ve Ebu Velid El Gazzi diğer tarafta ise Ebu Hemmam yahut Ebu İsa ve Ebu Eyyüp Es Sudani idi. Bunların aralarında ki hakem ise Hani Sibai idi. Bu tartışma hilafet konusunda bir tartışma idi. Ebu İsa kendisinin Müslümanların halifesi olduğunu iddia ediyordu. Kendisi, Londra'da ikamet ediyor ve bir evde yaşıyordu. Bu yaşadığı evini “Daru-l islam” diye isimlendiriyordu. Evi, Daru’l islam idi! Bu şahıs, bu eve sahipti ve kadısı da Ebu Eyyüp idi. Onlar hilafeti böyle gerçekleştirmişlerdi.

Soru soran: Yani onlar o zaman hilafet mi ilan ettiler?

-Evet, o zaman onlar hilafet ilan etmişlerdi.

Soruyu soran: Ben bu konuyu işitmiştim fakat işin hakikatini bilmiyordum...

-Bu kimseler kendilerini; "Müslümanların cemaati" diye isimlendirdiler çünkü Peygamber(s.a.v); “Müslümanların cemaatine ve imamına katılın” bu hadis müttefekun aleyh, Huzeyfe (r.a.) hadisidir.

“Müslümanların cemaatiyiz” diye insanlarla tartışma koyuldular. Elbette bunlara tabii olanlar sadece bazı fertlerden ibaretti. Burada anlatmak ve delil getirmek istediğimiz mesele, Ebu Katade’nin o zamandan hilafet meselesine karşı bir saplantısı olduğudur. Ebu Katade, bu kimselerle tartışıyor ve reddiyeler veriyor, tenkit edip muhalefet ediyordu.

İslam Devleti kurulduğunda, halife ilan edildiğinde ise Ebu Katade nefret etti ve sevmedi. Ebu Katede zannetti ki şimdi ilan edilen hilafet eski Londra'da kurulan hilafetin aynısıydı. Nitekim Ebu Katade, şu bizim sahip olmuş olduğumuz güç ve temkini hiç tahmin edemedi. Bu sultayı, hadlerin tatbik edilmesi, zekâtların toplanması, iyiliği emretme ve kötülükten alıkoyma, cizye ve diğer yaptıklarımızı hiç tahmin edemedi. Halifelerin yapmış oldukları bu şer'i ahkâmın tatbikini hiç beklemiyordu. Ebu Katade bunları tasavvur ve tasdik edemiyordu. Bunlarla birlikte kendisine; bu devlet kartondan bir devlet, hayali bir devlet –Allaha sığınırız- ve bunun gibi benzeri sözler naklediliyordu. Görüldüğü gibi bu kişi daha önceden hilafet karşısında bir saplantı içerisindeydi, hilafet meselesini ise hep tenkid ediyordu ve halen de bu saplantı içerisin de devam etmektedir.

Hani Es Sibai'ye gelince; Hani Sibai, Şeyh Makdisi ve Ebu Katade gibi değildir. Bu kişi, bu menheci (selefi cihadi) köklerine kadar incelemiş ve ulaşmış değildir. Aynı şekilde bu kişi, bu (hilafet) konularda âlim ve sözü ön planda tutulacak bir imam da değildir. Bu kişi…

Soruyu soran: Hatip diyebilir miyiz?

-Bu kişi ilim talebesi, İslam tarihi konusunda emeği ve çalışması olan bir kişidir. Bu kişi neden çokça ortaya çıkıyor ve neden çok dile getiriliyor? Diye soracak olursak; Çünkü herhangi bir olay sonrası olaylar hakkında en hızlı bir şekilde yorum yapan kimseler arasında yer alıyor. Diğer taraftan Selefi Cihad âlimlerinin çoğu ise, ya sıkıştırılmış ya kovalanıyor ya hapishanede…

Bu yüzden herhangi bir olay olduğunda mesela "falan mücahid komutan öldürüldü” dendiğinde, bu konu hakkında hızlı bir şekilde hiç kimse açıklama yapamazken Doktor Hani Es Sibai hemen yorum yapıyor. Dolayısıyla Selefi Cihad fikrine sahip gençler hemen ilk açıklama yapan Hani Es Sibai’ye yöneliyorlar. Mesela bir kâfir öldürülüyor yahut herhangi bir yerde mücahitler cihadi bir operasyon gerçekleştiriliyor hemen akabinde Doktor Hani Es Sibai yorum yapıyor.

İşte bu yüzden -tabirimiz doğru olursa- mücahiderden ve cihadı sevenlerden kendisini takip eden bir halk kitlesi oluşmuştur. Bundan dolayı onun açıklamaları dinlenir olmuştur. Yoksa bu konularda beyan sahibi (açıklama yapma hakkına sahip) değildir. Aynı şekilde münazaralarda yahut tartışmalarda kendisi derin hüccet ve delil getirebilecek, meseleyi derinlemesine irdeleyebilecek bir kimsede değildir. Bu konuda kendisinin münazarasını dinleyebilirsin. Bahsettiğim bu münazara müzik dinlemeyi mübah gören zahiri bir kimse ile kendisi arasında olmuştur. Münazara birkaç saat sürmüştür. Münazarada zikretmiş olduğu hüccetlerin ne kadar kuvvetsiz olduğunu, delilleri çürütmek, karşısındakini delilerle susturmak, son noktayı koyucu hüccet ve delillerinin olmadığını ve hüccetlerini evraktan okuduğunu göreceksin. Şüpheleri sahih bir şekilde çürütemediğini göreceksin.

Öyleyse özetleyecek olursak diyebiliriz ki: Sibai'nin biraz ilmi vardır fakat bu ilmi İslam tarihi alanındadır. Zaten kendisi bu konuda ihtisas sahibidir. Ayrıca olayların akabinde hemen yorum yaptığından dolayı her yerde isminin ortaya çıktığını görüyoruz. Yoksa -tabir doğru olursa- neye sahip ki ne versin!

Süleyman Ulvan’a gelince; Bu şeyhin durumu söylemiş olduğun şeyhlerin içerisinde İslam Devleti'ne karşı duruşu en hafif olanıdır. Bunun manası Süleyman el Ulvan; ilmi bir şekilde tenkit etmiş fakat bu tenkidi çok basit bir tenkid olmuştur. Diğerleri gibi her gün bir açıklama yahut reddiye ile İslam Devleti'ne karşı bir duruşu olmamıştır. Şeyh; kınama, tenkit, çürütmek, karşısındakini delillerle susturma gibi şeyler yapmamıştır. Yapmış olduğu bir veya iki kelime söylemek olmuştur. Bu şeyhlerin içerisinde hilafete karşı durumu en güzel olan şeyh Süleyman Ulvan'dır. Ümit ediyoruz ki kendisine hak beyan olundukça -Allah'ın yardımı ile- hakka döneceğini bekliyoruz.

Süleyman el Ulvan’a tesir eden kendisi ile irtibat içerisinde olan Ebu Maria el Kahtani olmuştur. Ayrıca kendisine tesir edenlerden birisi de Hamid bin Hamid el Ali’dir. Bu kimsede kendisi ile irtibat ve iletişim içerisindeydi. Dolayısıyla Şeyh Süleyman’a; "şöyle şöyle oldu, böyle böyle oldu” diye bir kısmi tesir etmiştir.

Fakat Allah’ın fazlı ile diğer tarafta şeyhler var. Bu projeyi destekliyorlar ve dile getiriyorlar.

Soru 7: Bu bahsetmiş olduğunuz şeyhler bilinen şeyhler mi? Örneğin kimler?

Cevap 7: Bu şeyhlerin sayısı Allah'ın fazlı ile oldukça çoktur. Şimdi aklıma gelenlerin bazılarını zikredeyim;

1) Şeyh Beşir bin Müsaid.

Soruyu soran; Sudanlı mı bu şeyh?

-Evet, evet Sudanlı, çok değerli, muhaddis bir şeyh. Kendisi eski âlimlerden olmakla birlikte; ilmi olarak, yaş olarak, akıl olarak büyük âlimlerdendir. Bu âlim, bu projeyi destekliyor ve dile getiriyor.

2) Şeyh Abdulmecid el Hettari er Riymi. Bu şeyh, Yemen âlimlerinden biridir ve kendisi selefiler içerisinde bilinen bir şeyhtir. Bu şeyhin Yemen'de medreseleri ve öğrencileri vardır. Yemen'de mücahidleri desteklemiştir. Desteklemesi ğayri resmi olmuştur tabii. Yemen'de bizim tanzimimizi (ordumuzu) ve Ensaru’ş Şeria'yı ğayri resmi olarak desteklemiştir. Ben bir müddet önce bu konu hakkında bir risale yazdım. Risalenin ismi “Halis teslimi ila Eş Şeyh Abdulmecid Er Riymi” (Şeyh Abdulmecid Er Riymi’ye en samimi içten teslimiyetim).

Bu risaleyi yazmamın sebebi ise Yemen'de bulunan mücahid komutanların benden talebi doğrultusunda yazdım ve kendisine cihada desteğinden, mücahitleri koruyup gözettiğinden dolayı teşekkür ettim. Bu alim de, bu projeyi, İslam Devleti ve hilafet projesini destekleyenler ve lehinde fetva verenleri savunanlar arasındadır.

3) Şeyh Me’mun Hatim. Bu şeyh Yemen de El Kaide'nin şer-i komisyonundadır. Bu şeyhlerin dışında her yerde İslam Devleti'ni destekleyen şeyhler vardır.

4) Şeyh Muhammed Er Reyyis. Kendisi Haremeyn (Suudi Arabistan) bölgesinin büyük âlimlerindendir. Şeyh Muhammed Er Reyyis de İslam Devleti'ni desteklemektedir. Bu şeyh; ama (kör) ve yaşı büyük bir şeyhtir, yaşı yetmişlerdedir.

5) Said bin Züheyr. Bu şeyhi biliyorsunuz herhalde?

Soru soran: işittim kendisini…

6) Şeyh allame Ali bin Hudayr.

Soru soran: kendisi hapishanede değil mi?

-Evet…

7) Şeyh allame, hafız Nasır El Fehd.

8) Şeyh, hafız Faris Ez Zehrani, Ebu Cendel el-Ezdi.

Soru soran: kendisi hapishanede değil mi?

-Evet… Kendisi beyatini hapishaneden gönderdi.

9) Muhammed Ed Düsüri. Bu şeyh de aynı şekilde Haremeyn (Suudi Arabistan) bölgesindendir.

Bu şeyhlerin yanında birçok şeyhler vardır fakat şimdilik aklıma gelenler bunlar. Ayrıca İslam Devleti içerisinde de şeyhler vardır. Onlar da İslam Devleti'nin şeyhleridir. Örneğin; Şeyh Osman El Nazih, Şeyh Ebu Bekir El Kahtani, Şeyh Ebu Müslim El Mısri, Şeyh Ebu Zeyd El Iraki, Abdullah El Iraki.

Burada anlatmak istediğim, bu şeyhlerin ilmi derinliğinin olduğu, kitaplardan beslenmiş olduklarıdır. Bu şeyhler Allah’ın fazlı ile ilmi alanda bariz kimselerdir. Bu şeyhlerin dışında birçok şeyhler vardır. Bu soru aniden sorulduğu ve daha önceden bu konu hakkında bir hazırlık yapmadığım için şimdilik İslam Devleti'ni/hilafeti destekleyen şeyhler arasında bu şeyhleri zikredebilirim.

Soru 8: Burada sormak istediğim şu: Önceden bahsetmiş olduğumuz 4 şeyhin (Makdisi, Ebu Katade, Hani es Sibai, Süleyman el Ulvan) şer'i delilleri var mı? İslam Devleti ve Hilafeti kabul etmemeleri konusunda kuvvetli ve muteber delilleri var mı? Bu konuda sunmuş oldukları nelerdir?

Cevap 8: Allah seni mübarek kılsın. Onların sunmuş olduğu (delil) sadece kendilerine rivayet olunmuş olan bazı olaylardır. Bunun için bu projeyi kabul etmiyorlar. Yardım sadece Allah’tandır. Oysa bunlar gibi şeyhler, daima İslam Devleti'nin ve hilafetin ilan edilmesinin gerekliliğine davet ederek hayatlarını geçirdiler. Nitekim İslam Devleti kuruldu.

Bu daveti insanlara yapan şeyhlerin kendileri bunu kabul etmedi ve inkâr ettiler. Dediğimiz gibi bu şeyhlerin; (kabul etmeme) illeti(gerekçesi); "ancak bize rivayet edildi ki, İslam Devleti'nden falan falan kimseler falan falan kimseleri öldürmüş… Falan kimsenin malını almış, falan mecmuanın(grup)ganimetlerini almış, falan mecmua(grup)ile savaşmaya başlamış" ve benzeri sözler.

Bu şeyhler, kendilerine rivayet edilen bu sözleri, İslam Devleti'ni kabul etmeme konusunda; sürçme, hata yahut bir engel kabul ettiler. Bizler tamam -böyle olmamakla birlikte bunu böyle kabul etmiş olsak bile- hatta bundan da öte -bu devlette fısk, fücür ve zulüm var olduğunu farz etsek bile- diğer var olan devletlere nazaran; en efdali ve en güzelidir.

Diğer bütün devletler tağuti devletlerdir ve Allah'ın hükümleri dışındaki hükümlerle hükmetmekteler. İslam Devleti ise Allah'ın hükümleri ile hükmediyor, hükmetmeye çalışıyor ve hedefi Allah'ın hükümleri ile hükmetmektir. Halbuki olması gereken; bu devletin desteklenmesi, irşad edilmesi ve düzeltilmesi değil midir? Yoksa bu İslam Devleti'nin karşısında durup; bu devlete karşı planlar yapmak, haset etmek veya savaşmak mı gerekir? Bundan Allah'a sığınırız.

Bugün şayet diğer tağuti devletlerin içerisinde Haccac’ın devleti olmuş olsa ne yapmamız gerekir? Bu tağuti devletler karşısında Haccac’ın devletine tarafgirlik etmemiz, bağlanmamız ve meyil etmemiz gerekir, değil mi? İmamlar (rahimehumullah); ne kadar hata ve eksikleri olmuş olsa da Emevi devletine yardım etmişlerdir. Hakeza her ne kadar hata ve eksikleri olmuş olsa da Abbasi devletine de yardım etmişlerdir.

Öyleyse nasıl olur da, şu günümüzde İslam Devleti'ne yardım edip desteklemezler?! Bu devlet ki her taraftan tağuti devletler tarafından kuşatılmıştır. Aslında imamlar dönemlerinde Emevi ve Abbasi devletlerini desteklemek zorunda değillerdi. Burada ise tağuti bir devlet yahut Emevi veya Abbasi devletine benzer bir devlet yok olmasına rağmen imamlar o dönemdeki devletleri desteklemişlerdi.

Deriyye'de kurulan Muhammed bin Abdulvehhab’a bakalım aynı şekilde bu devlet küçük bir yerde kurulan bir devlet idi. Şu günümüzdeki İslam Devleti'nin sahip olmuş olduğu toprağa nazaran çok küçük bir toprağa sahip idi. Aynı zamanda bu devletin imamı Kureyşli değildi. Muhammed bin Suud Kureyşli değildi. Buna rağmen Muhammed bin Abduvehhab ve beraberindekiler onu destekledi. Çünkü o dönemde Allah'ın şeriatı ile hükmedenler onlardı. Diğer kabileler ve Osmanlı yönetimi altında bulunanlar arasında Allah'ın hükmüyle hükmedenler onlardı. Osmanlı'nın son zamanlarında kabir şirkleri yayılmıştı ve daha sonra Osmanlı devleti miladi 1840'lı senelerde Allah'ın hükümleri dışında hükümlerle hükmetmeye başladı. Osmanlı devleti o dönemlerde Allah'ın kanunları yerine insanların koymuş olduğu kanunlarla hükmetmekteydi.

O halde Necd Uleması o dönemlerde bu yeni devletin bir takım eksikleri yahut hataları olmasına rağmen yine bu devleti desteklediler ve yanında durarak doğruya yönlendirdiler. Ama asla bu devletin karşısında durmadılar. Bu devletin karşısında duranlar kimlerdi? Karşısında duranlar mezhep imamlarıydı. Şafii âlimleri, Hanefi âlimleri, Hanbelî âlimleri, Maliki âlimleri bu devletin karşısında durdular. Aslında Malikiler çokça bu devlet hakkında konuşmadılar çünkü uzaktılar. Konuşanlar genellikle Şafii ve Hanefi âlimleri ve Hanbelî âlimleri idi. Bu âlimler şeriatla hükmeden ilk Suud devleti hakkında konuştular. Bu âlimlerin o dönemdeki İslam Devleti hakkındaki konuşmaları ise kendilerine hiç zarar vermedi. Hatta faydaları bile oldu. O dönemde Muhammed bin Abdulvehhab gibi âlimlerin yanında ondan daha büyük üstün âlimler vardı. Mesela İmam Şevkani, İmam San’ani o dönem de yaşamışlardı. Bu imamlar Muhammed bin Abdulvehhab'dan fıkhi konularda daha fakihtiler. Ancak Muhammed bin Abdulvehhab akide ve dinin usulleri konusunda onlardan daha iyiydi. Allah en doğrusunu bilendir.

Soru soran: Öyleyse takriben şöyle diyebiliriz; bu dört şeyhin öne sürmüş olduğu meseleler; Müslümanların kanının akıtılması ve Müslümanların mallarının alınması gibi şeylerdir…

-Evet, onların iddiaları bunlar… Fakat iddialarının hiçbir delili yoktur. Ayrıca bu şeyhlerin itimad edip öne sürmüş oldukları; İslam Devleti'nin içerisinde bulunan şahısların yapmış olduğu hatalara binaen bunları öne sürmektedirler. Oysa İslam Devleti bu hataları yapanları cezalandırmıştır.

Burada güzel bir nokta daha var. Aslında o da Ebu Katade'nin yazmış olduğu son risalesinde “Halifenin elbisesi” risalesindedir…

Tabii burada yeri gelmişken sizler de takdir edersiniz ki Şeyh Makdisi'nin yazmış olduğu kitaplarda ve meseleleri derinlemesine ve güzelce işlemiş olduğu kitaplarda yer alanlar ile şu günümüzde tenkid edip söylenenler arsındaki büyük farkı görüyorsunuzdur. Eski kitaplarında zikretmiş olduğu deliller, ne kadar güçlü hüccetlerdi. Oysa şimdiki tenkitlerinin bir takım karalamalardan ibaret olduğunu ve delilden yoksun boş bir risale olduğunu görürsün.

Aynı şekilde bu, Ebu Katade'nin İslam Devleti karşısında yazmış oldukları için de geçerlidir. Eski ve yeni yazmış olduklarına bakılınca; delilden yoksun, hiçbir burhanın yer almadığını görürsün. Görürsün ki yazmış oldukları; sözün sahibi olmayan sözlerden ibaret, söyledikleri sadece dedikodudan ibaret.

Ne kadar gariptir ki kendisi bir zamanlar şöyle diyordu: İslam Devleti bazı aşırıları tutukladı ve hapsetti. Bu tutuklamalar zulümdür gibi sözler söylüyordu. Bu durum Ebu Katade’ye ait bir meziyettir. Sen bir zamanlar böyle söylerken şimdiler de ise; fetva veren, konuşan ve öne çıkan aşırıları işittiği zaman; bu aşırılıktır ve katılıktır gibi sözler söylüyor.

Yani her ne yapılırsa yapılsın her halükarda bunlar İslam Devleti'ni eleştiriyorlar.

ALLAH im islamin genclerinin gozunu kalbini ac ve dogru yoluna cevir

Alimler hilafeti degil sizin batil hilafeti halifeliginizi kabul etmiyor lar
Bak kardesim devle donemi bitti artik bunun sebebinide yaptiginiz yanlislarda arayin paramparca olacak ve icinden hakka yakin olanlar hak gruplara dagilacaklardir gorunen o acin gozunuzu sizin yanlislariniz yuzunden sabahin 5 inde ehli sunnet hanimlar ellerinde bebeleri ile kodese tikildi ayiptir gunahtir
Uzun uzun cevap vermeye gerek yok hayal ve hevesle islam yurumez kardesim.
Dogruyu gorup yanlislarla yanlis islerle ugrastilar
bu din ALLAH in himayesinde bir din kardesim kiminle isterse onunla yukseltir.onu da dogru kisilerle yukseltecektir.
 
B Çevrimdışı

Bellavi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Bismillah....

1-El-Kaide senelerdir ne hilafet kurabildi ne de bir topağa hükmedebildi? baktılar olmuyor İSLAM DEVLETİ kalktı ve bir islam devleti kurdu. bunun şer-i bir gereği olarak da halife seçti. Hilafet seçiminde bütün alimlerinin onayının alınması diye bir şart yoktur. Ehli hal ve El Akd seçtiği sürece halife meşrudur.

2-Eğer beğenmiyolarsa mevcut hilafeti, kendileri şer-i olarak hilafet kurmaları vaciptir, bu konuda günahkardırlar. sen de öyle...

3-El Kaide zamanında da müslümanlar çoluk cocuk tutuklanıyordu.

4-Allahın izni ile birçok Avrupa devletindne büyük toprağı ve ekonomisi ile dimdik ayakta İSLAM DEVLETİ...

5-Diyelim ki İSLAM DEVLETİ bitti.elhamdülillah biz 2 senden daha falza bir süre İngiltereden daha büyük bir toprak parçasında Allahın hükümleriyle hükmettik. Ancak sizler bunu hayal bile edemezsiniz. Küçük bir belde de dahi tam anlamıula şeriat ile hükmedemediniz... Bu bizim için izzet ve şeref için yeter...


-Son olarak Şeyh Adnaninin dua ettiği gibi dua ediyoruz:

"Allah’ım İslam’a ve Müslümanlara kötülük yapmak isteyenleri güç ve kudretine yakışır bir şekilde cezalandır.
Allah’ım kim yalan söyleyerek mücahitlere iftira atarsa onu tüm dünyaya rezil et, dilini kopar.Kim de mücahitlere tuzak kurarsa tuzaklarını kendilerine döndür döndür. Helakını tuzağında kıl. Allah’ım her kim bir insanın kanını haksız yere dökerse onun elini kopar, belini kır, onu ibret alanlara ibret kıl. Senden başka ilah yoktur.
Sen her türlü noksan sıfattan münezzehsin. İşleri bozanla düzelteni bilirsin. Senden başka ilah yoktur. Seni her türlü noksan sıfattan tenzih ederim. Yerde ve gökte hiçbir şey sana saklı değildir. Salat ve selam peygamberimiz Muhammed’e (s.a.s.), ehline ve tüm ashabına olsun. Son duamız alemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun.
 
S Çevrimdışı

Salim Suheyb

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Bismillah....

1-El-Kaide senelerdir ne hilafet kurabildi ne de bir topağa hükmedebildi? baktılar olmuyor İSLAM DEVLETİ kalktı ve bir islam devleti kurdu. bunun şer-i bir gereği olarak da halife seçti. Hilafet seçiminde bütün alimlerinin onayının alınması diye bir şart yoktur. Ehli hal ve El Akd seçtiği sürece halife meşrudur.

2-Eğer beğenmiyolarsa mevcut hilafeti, kendileri şer-i olarak hilafet kurmaları vaciptir, bu konuda günahkardırlar. sen de öyle...

3-El Kaide zamanında da müslümanlar çoluk cocuk tutuklanıyordu.

4-Allahın izni ile birçok Avrupa devletindne büyük toprağı ve ekonomisi ile dimdik ayakta İSLAM DEVLETİ...

5-Diyelim ki İSLAM DEVLETİ bitti.elhamdülillah biz 2 senden daha falza bir süre İngiltereden daha büyük bir toprak parçasında Allahın hükümleriyle hükmettik. Ancak sizler bunu hayal bile edemezsiniz. Küçük bir belde de dahi tam anlamıula şeriat ile hükmedemediniz... Bu bizim için izzet ve şeref için yeter...


-Son olarak Şeyh Adnaninin dua ettiği gibi dua ediyoruz:

"Allah’ım İslam’a ve Müslümanlara kötülük yapmak isteyenleri güç ve kudretine yakışır bir şekilde cezalandır.
Allah’ım kim yalan söyleyerek mücahitlere iftira atarsa onu tüm dünyaya rezil et, dilini kopar.Kim de mücahitlere tuzak kurarsa tuzaklarını kendilerine döndür döndür. Helakını tuzağında kıl. Allah’ım her kim bir insanın kanını haksız yere dökerse onun elini kopar, belini kır, onu ibret alanlara ibret kıl. Senden başka ilah yoktur.
Sen her türlü noksan sıfattan münezzehsin. İşleri bozanla düzelteni bilirsin. Senden başka ilah yoktur. Seni her türlü noksan sıfattan tenzih ederim. Yerde ve gökte hiçbir şey sana saklı değildir. Salat ve selam peygamberimiz Muhammed’e (s.a.s.), ehline ve tüm ashabına olsun. Son duamız alemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun.


Allah musluman oldurenleri sevmez.

Sen bu yazilari rakkadan yaziyorsun sanirim.
 
Ebu Mervan Çevrimdışı

Ebu Mervan

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
neyse "Seyh" Adnani nin lanetlesme dua'si tutuyor yavas yavas. Karton "Devletinizden" yakinda bisey kalmaz.
 
Üst Ana Sayfa Alt