Genel olarak insanların birçoğunun dile getirdiği şöyle bir iddia var: İslam Cephesi yahut Özgür Suriye Ordusu; "İslam Devleti'ni mahkemeleşmeye çağırdığında mahkemeye gelmiyor, bunu kabul etmiyor" diyorlar. Bu iddiaya ne dersiniz?
Cevap: bu iddia da bize muhalif olanların dile getirdiği ve en son sarılmaya çalıştıkları meselelerden biridir. Öne sürmüş oldukları bu iddiaya sarılmaya çalışarak İslam Devleti projesini yok etmeye, İslam Devleti'ni düşürmeye çalışıyorlar.
Aynı “Denize düşen çör çöpe sarılır” deyiminde denildiği gibi bu kimselerde çör çöpe sarılıyorlar. Denize düşen kendini kurtarmayacak ve hiçbir fayda sağlamayacak olsa da, ne bulursa ona sarılır. Bu kimselerin durumu da böyledir. Bize; "biz onları şer-i mahkemeye çağırıyoruz” diyorlar.
Biz öncelikle diyoruz ki: fetva ile mahkeme arasında fark vardır. Âlimler bu konuda diyorlar ki: fetva yahut fetva makamı kaza’nın (hüküm) aksine; bağlayıcı/yerine getirilmesi gereken değildir. Kaza (hüküm) ise bağlayıcı/yerine getirilmesi gerekendir. Fetva ise kuvvet ve yaptırım gücü, sulta açısından bağlayıcı değildir. Fetva ve Kaza (hüküm) arasında bunun dışında birçok fark vardır. Mesela: Kaza (hüküm) meselesinde;hürriyet şartının var olması gibi…
Fakat fetvada ise hür kişi yahut köle kişi fetva verebilir. Aynı şekilde fetva konusunda erkek yahut kadın fetva verebilir. Kaza (hüküm) konusunda azaların sağlıklı olması engelli olmaması gibi. Fetva konusunda ise mesela; kör kimse, tat vb. konuda fetva verebilir. Bunların dışında Kaza (hüküm) ve fetva konusunda fark vardır. Fakat Kaza (hüküm) ve fetva arasındaki en önemli fark Kazanın (hüküm) bağlayıcı/yerine getirilmesi gereken olması fetvanın ise bağlayıcı/yerine getirilmesi gereken olmamasıdır.
-Onların iddiasına göre onlar İslam Devleti'ni müstakil bir mahkemeye çağırıyorlar. Söyler misiniz bana; bu bahsetmiş oldukları mahkemenin bağlayıcılık/yaptırım gücü, kuvvet bakımından bir sultası var mı? Söyler misiniz; mahkemenin verecek olduğu karar konusundaki yaptırım güçleri nerededir? İslam Devleti'nin yahut diğer tarafların üzerindeki yaptırım gücü nedir? Böyle bir güç sahibi midir?
Öyleyse bu bahsetmiş oldukları şer-i bir mahkemeden ziyade fetva makamıdır. Fetva makamı ise; sen gelirsin bana; şu nasıldır? Dersin. Ben de "şöyle şöyledir" derim sadece fetva veririm. Yani benim vermiş olduğum fetvayı yerine getirtmek için bir polis gücüm yahut yaptırım gücüm yoktur.
Kaza (hüküm) ise böyle değildir. Kâdının (hâkim) vermiş olduğu hükmü yerine getirtmesi için polis gücü, asker gücü vardır. Bu güçler Kâdının (hâkim) vermiş olduğu hükmü yerine getirirler. Kâdı (hâkim) hüküm verir, onun altındaki güçler (asker, polis) verilen hükmü uygularlar. O halde mesele bundan ibarettir.
Onlar iddia ediyorlar ki; biz sizi (İslam Devleti) müstakil bir mahkemeye çağırıyoruz. Söyler misiniz bana; bu mahkemenizin yaptırım gücü (polisi, asker) nerede? Bütün tarafları vermiş olduğu hükme boyun eğdirecek, yerine getirecek gücünüz kuvvetiniz nerede?
Öyleyse böyle bir güç yok ise, bu bahsetmiş olduğunuz mahkeme müstakil bir mahkeme değildir. Şayet yaptırım gücü, kuvveti, sultası olan bir mahkeme var ise, ortada devlete karşı bir devlet var demektir. Onlar İslam devletinin ayağının altından halıyı çekmek istiyorlar(ayağını kaydırmak istiyorlar). Oysa İslam devletinin kuruluş amacı ancak Allahın had ve hudutlarının şer-i mahkemeler yoluyla yahut diğer yollarla uygulamak için kurulmuştur. Öyleyse orduların hazırlanması, askerlerin techiz edilmesi, malk ve mülklerin harcanması, silahların hazırlanması bütün bunların hazırlanmasının tek gayesi şer-i ahkâma tabii olmak içindir. İslam Devleti'ndeki şer-i mahkemelerin kurulması ancak hüküm vermek ve verilen hükmü uygulamak içindir.
Öyleyse böyle bir iddiada bulunanlar; ileri sürmüş oldukları mahkemenin müstakil bir mahkeme olduğunu, yaptırım gücü ve kuvveti olduğunu iddia ediyorlar ise, onlar kendilerini devlet olduklarını iddia ediyorlar. Böyle bir kandırma yolu ile İslam Devleti'nin sultasını yok etmek ve bu yolla da bu meseleden sıyrılmak istiyorlar.
Şüphesiz “Ahkâm Es Sultaniyye” adlı eserde ilim ehli karar vermiştir ki: Kâdıları (hâkimler) şer-i imam tayin eder. Dolayısıyla şer-i imamın vermiş olduğu yetki ile de mahkemeler kurulur.
Öyleyse onların şer-i imamın tayin etmiş olduğu Kâdıları (hâkimler) nerede? Nasıl oluyor da böyle bir hâkim İslam Devleti hakkında hüküm verebiliyor ki? Bu ne zaman olur? Bu onların kuvveti olduğu zaman olur. Fakat onların taraflara yaptırım sağlayacak güç ve kuvvetleri yok.
O halde sonuç olarak diyebiliriz ki: iddia etmiş oldukları müstakil şer-i mahkemenin taraflara yaptırım sağlayacak ne gücü ve ne de kuvveti vardır. Dolayısıyla bu olsa olsa fetva makamıdır, bundan öte bir şey değildir. Bu birinci meseledir…
Fakat onlar: "Bizler Nusret Cephesi, Özgür Suriye Ordusu, Ahrar Eş Şam gibi gruplardan güç ve kuvvet oluşturduk” derslerse… O halde mesele sizin bahsettiğiniz gibi müstakil bir mahkeme değildir. Dolayısıyla bu meselede :"Sen hem hâkim ve hem de davacısın" sizler müstakil bir hakemlik iddia ediyorsunuz hâlbuki sizler müstakil değilsiniz. O halde sizler hem davacı taraf ve hem de hakemsiniz yani sizler ölçüyor biçiyor ve hem de hüküm veriyorsunuz. İşte onların hakemlik hususunda durumları bundan ibarettir.
Fakat biz devlet olarak diyoruz ki: İslam tarihi boyunca hiçbir şekilde işitilmemiştir, mesela: Abbasi Devleti'nde bir asker ve halktan bir Müslüman arasında bir anlaşmazlık çıksa; birisi çıkıp ben müstakil bir mahkeme kuracağım diyebilir mi? Dolayısıyla böyle bir durumda İslam Devleti hükmeder aynı durum Emevi Devleti için de geçerlidir yani anlaşmazlıklara hükmeden devlettir. Çünkü devlet kaza (hakim) makamı, sulta (güç) ve yaptırım makamıdır. Dolayısıyla İslam Devleti içerisindeki askerler arasında yahut asker ve halk arasında anlaşmazlıkların hükme bağlandığı yerdir. Aynı şekilde Kâdıları (hâkimler), valiler arasında yahut her hangi bir taraf arasındaki anlaşmazlıkları hükme bağlama makamıdır. İşte İslam'daki ve İslam tarihindeki Kâda (hâkim) makamının durumu böyledir. Bunun dışında işitmiş olduğumuz bir şey yoktur fakat şu günümüzde ise mesele "Ayağının altından halının çekilmesi(ayağının kaydırılması)", yahut birilerinin şikâyet edilmesinden ibarettir.
Dolayısıyla onlar dediler ki; şayet bu mahmeke İslam Devleti'nin Irak’a çekilmesi yönünde bir hüküm verirse, İslam Devleti'nin bunu yerine getirmesi gerekir. Bunun manası ne? Bunun manası; bu önceden karar verilmiş ve böylelikle şöyle veya böyle bir şekilde Şam’dan devletin çıkması kararı verilmiş olacaktır. Yani İslam Devleti'nin kontrol etmiş olduğu toprakları onlara bırakıp çıkması ve Irak’a gitmesi kararı çıkacaktı.
Görüldüğü gibi; onların şüphelerinden biri de işte bu idi fakat bu şüphenin de tutarsız olduğu böylece görüldü.
Daha sonra İslam Devleti onlara bir takım şartlar koştuğunda dünya ayağa kalktı ve bir daha oturmadı. Onlar İslam Devleti ile muhakemeleşmek istiyorlar ve devletin bazı şahısları öldürdüğünü söylüyorlar…
İslam Devleti onlara iki şart koştu. Devletin koşmuş olduğu bu iki şart anlaşmazlığın tamamen kendisidir aslında. Yani Devlet anlaşmazlıkla alakası olmayan bir şart koşmadı, kesinlikle anlaşmazlığın kendisiyle ve daha sonraki verilecek hüküm ile alakalı şartlar koştu.
Birinci şart; demokrasi ve askerleri hakkında ne diyorlar?
İkinci şart ise; Arap yöneticileri ve istihbaratı ile yardımlaşma hakkında ne diyorlar?
Dediğimiz birinci şart; demokrasi ve askerleri hakkında ne diyorlar? Çünkü bu konuda İslam Devleti ve onlardan bazıları ile anlaşmazlık olmuş ve İslam Devleti'nin demokrasi askerlerinin öldürmesi söz konusu olmuştur. Dolayısıyla bu durum karşısında müstakil bir mahkeme kurarak, bu anlaşmazlığı neticelendirmek istiyorlar. Şayet bu Kâdı (hâkim); "demokrasi askerleri Müslümandır" derse, şer-i olmayan bir hüküm vermiş olacak. Dolayısıyla Allah'ın bize emrettiği şer-i muhakemeleşme gerçekleşmemiş olacak. Hadisi şerifte Peygamber efendimiz (s.a.v): "Müslüman kâfire karşılık öldürülmez" buyurur.
Ortada İslam Devleti ve Özgür Suriye Ordusu'ndan ve benzeri ketibelerden demokrasi askerleri ile çatışması olmuştur. Onlar da (Nusret cephesi) bu durumda iki taraf arasında hüküm vermek istiyor. Öyleyse bize; demokrasi askerleri hakkında ne düşündüğünüzü söylemeniz lazım. Zira onların Müslüman olduğuna inanıyorsanız nasıl oluyor da size muhakeme olmamızı bekliyorsunuz? Çünkü sizler bizlere bu konuda Allah'ın hükmünün dışında hüküm vereceksiniz. Çünkü Allah'ın hükmünde "Kâfire karşılık Müslüman öldürülmez" bu birinci şart ile alakalı meseledir.
İkinci şart ile alakalı mesele ise: Arap tağutlarına karşı konumlarını, bunların askerleri ve istihbaratlarının hükmüne bakışlarını ortaya koymalarını istiyoruz. Çünkü “Ahrar Eş şam” ve onun arkasındaki “İslam Cephesi” övünerek dile getirdikleri Arap ve yabancı istihbarat birimleri ve askerleri ile anlaşmanın caiz olduğunu söylüyorlar. Onların iddialarına göre; bu ketibeler (Arap ve yabancı istihbarat birimlerinden) faydalanıyorlar fakat kendileri onlara hiçbir fayda vermiyorlar aynı şekilde onlardan alıyorlar ve onlara vermiyorlar. Bunların iddiası bu yönde...
Bu sebeple bizler, bizlerin ve “Ahrar Eş Şam” arasında olan anlaşmazlığın hükme bağlanması için bunların beyan edilmesini istiyoruz. Hükmün sonucu bunlara bağılıdır. Dolayısıyla bu meselelerin hükümlerini onlara muhakeme olmadan önce beyan etmeleri gerekiyor. Bizim bu istediklerimizi kabul etmediler, birbirine girdiler ve birbirleriyle tartıştılar; bu şartlar nasıl koşulur, nasıl sorulur vb. konuşmalar yaptılar. Nihayetinde sözlerinin (iddia) boş olduğu ortaya çıktı.
Allah'a hamd olsun... Allah'ın fazlı ve keremi ile görüldüğü gibi İslam Devleti'nde şer-i mahkemeler çalışmaktadır. Davalar; bazı emirlerine ve bazı valililerine gelmekte ve bu mahkemeler de davalar görülmektedir. Bu meseleler (mahkeme) böylelikle çözülmektedir. Bu Allah'ın fazlıdır…
İşte böylelikle karşı tarafın ileri sürmüş olduğu ve övündükleri; İslam Devleti'nin muhakemeleşmeye gelmediği hususundaki şüphenin batıl olduğu ortaya çıkmış ve reddiyesi verilmiş olmaktadır.
Aslında bu ileri sürülen gülünç bir şüphedir çünkü bütün bu Irak'ta, Suriye'de akan kanlar neden akmıştır. Allah'ın şeriatı için akmamış mıdır, Allah'ın hükümlerini hakim kılınması için akıtılmamış mıdır? Bu kanların akmasının yegâne sebebi bu şer-i mahkemelerin ikamesi için değil midir?
Pekâlâ, bizler nasıl oluyor da Allah'ın şeriatının hâkim kılınması ve bu hükümlere muhakeme olunması için uğraştığımız bir konuda, yegâne hedefimiz olan bir konu hakkında suçlanıyoruz! Bunun ismi ancak “kirli savaş”tır. Kirli savaş demek; karşı tarafı tutarlı ve tutarsız her türlü suçlama ile karalamadan ibarettir. Bu suçlamalar her ne kadar çelişkili de olsa, tutmasa da belki bir diğeri tutar mantığı ile suçlamaya gidilmektedir.
Mesela; bazen Devlet'i “Allahın şeriatına muhakame olmuyor” diye suçluyorlar aynı zamanda devleti “harici” diye suçluyorlar aynı zamanda devleti “ajanlar” diye suçluyorlar. Söyler misiniz, bütün bu suçlamaları bir araya nasıl getirebilirsiniz! Bunun ismi olsa olsa ancak “kirli savaş” olur.
Nasıl oluyor da Devlet'i aynı anda "Havaric" diye suçluyor ve hem de "Allah'ın şeriatına muhakemeye gelmiyor" diye suçlayabiliyorlar, nasıl böyle bir suçla suçlanabiliyor? Oysa hariciler; Allah'ın şeriatına muhakeme olmayanı tekfir ediyorlar! Nasıl oluyor da hem havaric ve hem de kâfirlerin ajanları olabiliyorlar? Oysa hariciler; yabancılara ajanlık yapanları tekfir etmektedirler! Aynı zamanda Ehli Sünnet vel Cemaat da kâfirlere ajanlık yapanları tekfir etmektedir.
Karşı tarafın yapmış olduğu her olursa olsun bizleri vurmaya çalışmak ve her ne olursa olsun suçlamaya kalkmaktır. Birisi tutmaz ise belki diğeri tutar anlayışı ile hareket ederek "insanların bir kısmı bir suçlamayı kabul etmez ise diğer suçlamayı kabul eder" anlayışını gütmektedirler. Bu tür girişimler de “kirli savaş” olarak bilinir. Bu yollu suçlamalar peygamberlere karşıda kullanılmıştır. Peygamberimize karşı da kullanılmıştır. Tutmuşlar hem sihirbaz demişler ve hem de aynı zamanda deli demişler, şair demişlerdir. Bunun sebebi insanların bazıları, bu öne sürülen suçlamalardan bazıları kabul etmese de diğer suçlamaları kabul eder ve inanır. Öyleyse karşı taraf her türlü suçlamalarla bizleri suçlamakta ta ki bu suçlamaların birisi belki tutar mantığı ile hareket etmektedirler. Nitekim Allah'ın fazlı ile bu öne sürülen şüphelerin tek tek batıl olduğu ortaya çıkmaktadır.
Mesela: bu şüphelerden biriside emirinin mechul (kim olduğu belli değil) şüphesidir. Allah'ın fazlı ile bu şüphede boşa çıktı ve düştü.
Soru soran: mesela Arur diye bilinen kişi; "şayet halifeyi görürsek beyat ederiz" demişti.
Görüldüğü gibi bu şüpheleri de boşa çıktı. Halifenin; kim olduğu, biyografisi, siyresi, ismi ve şekli her şeyiyle Ramazanın başında ortaya çıktı. Allah kendisini korusun…
Bu birincisi…
Diğer bir şüphe de İslam Devleti'nin Esed nizamına çalıştığı mesele idi ki bu da kardeşlerin içeriden sahveler üzerine yapmış olduğu ve Nusayri askerleri ile karşı karşıya kalmalarıyla bu şüphenin de boş olduğu ortaya çıktı. İslam Devleti Humus'ta mübarek bir savaş yaparak Suriye’nin en büyük gaz dolum tesisini aldılar. Bu Allah'ın fazlıdır.
Bugünlerde bununla birlikte birçok müjdeler Müslümanlara verilecek inşaAllah.
Böylelikle İslam Devleti'nin Nusayrilere çalıştığı şüphesi de çürümüş oldu.
Hakeza Irak'ta İslam Devleti'nin Maliki'ye çalıştığı şüphesi de çürümüş oldu. Malikinin ordusunda ne kadar çok asker öldürüldü ve birçok yer ele geçirildi.
Daha sonra dediğimiz gibi havaric suçlamasının gün be gün ne kadar tutarsız ve batıl olduğu bütün insanlara gözükür oldu.
Hariciler; bütün fırkalar içerisinde “İmamın Kureyşli olması” şartını koşmayan tek fırkadır. Ehli Sünnet “İmamın Kureyşli olması” konusunda icma etmiştir. Hariciler ise bu konuda Ehli Sünnet'ten ayrılmışlardır. Hariciler “İmamın Kureyşli olması” şartı yoktur demişlerdir. Bunun aksini söyleyenlerin tersine İslam Devleti de “İmamın Kureyşli olması” şartını koşmuştur.
Buna şunu da ilave et… Ehli Sünnet'in hepsi icma etmişlerdir ki; Recm cezası İslam'da vardır. Buna muhalefet eden ise ancak hariciler olmuştur. Hariciler Recmi inkâr etmişlerdir.
Soru soran; geçen gün tabka beldesinde recm gerçekleşmiş.
Evet, Allah'ın fazlı ile İslam Devleti evli bir kadına Recm cezası uygulamıştır. Evli erkek ve kadına recm uygulaması, Allah'ın kitabında Rasulü!nün (s.a.v) Sünneti'nde ve Müslümanların icması ile Recm cezası dinimizde sabittir. Bu konuya ise hariciler muhalefet etmiştir. Şimdi ise tutuyorlar İslam Devleti Recm cezası uygulaması yaptı diyorlar. İslam Devleti'nin harici olduğunu söyleyenler söyler misiniz; hariciler Recm cezası hiç uygularlar mı? Bütün İslami kaynaklara bakıldığında haricilerin Recm cezasını inkâr ettiği görülecektir.
Böylelikle Allahın fazlı ile bu suçlamalar da çürümüş olmaktadır.
Bu suçlamalardan biriside öncede dediğimiz gibi Allah'ın şeriatına “muhakeme” meselesidir ki, öne sürülen şüphelerin en çirkini bu sayılabilir. Bu “muhakeme” meselesinin de kendiliğinden çürümüş olması, çürütülmesine gerek duyurtmamaktadır. İşte görüldüğü gibi İslam Devleti şer-i mahkemeleri yürürlüğe sokmuş, insanlar davalarını bu mahkemelerde çözmektedir. Bu konuda kısaca “Allah’tan daha güzel hüküm sahibi kim olabilir ki?” adı altında bir kanun beyannamesi yayınlanmıştır. Bu çıkan kanun beyannamesinde; şer-i mahkemelerin vermiş olduğu kararlar hakkında örnekler verilmektedir.
https://justpaste.it/IDroportaj