"Hüküm vermek yalnız Allah'a aittir. Allah, kendisinden başkasına değil yalnız O’na ibadet etmenizi emretmiştir. Dosdoğru din işte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler." (Yusuf: 40)
Allah-u Teâlâ bu ayeti kerimede bize hüküm vermenin "yalnız kendisine ait" olduğunu ve yalnızca kendisinin hükmüne itaat edilmesi gerektiğini emrettikten sonra, "hükümlerine itaatin de bir ibadet olduğunu" bu nedenle kendisinden başkasının hükmüne itaat etmenin şirk olduğunu bildiriyor.
Ayetin devamında ise bunun- yani yalnız Allah’ın hükümlerine itaatin- ibadet olduğunu da insanların çoğunun bilmediğini belirtiyor. Allah katında geçerli olan dinin de ancak hükmün tamamen Allah-u Teâlâ'ya tanındığında mümkün olacağını"dosdoğru din budur" sözüyle ifade ediyor.
Hüküm ancak gerçek ilahlık sıfatına sahip olan Allah-u Teâlâ'ya aittir. Çünkü bu hak Allah’tan başkasına verildiğinde o kişiye ibadet edilmiş olunur. Halbuki Allah ayette yalnız kendisine ibadet edilmesini emrediyor.
"Yalnız O’na ibadet etmenizi emretti."
Allah’ın hakkı olan hüküm verme yetkisi; ister Allah’la beraber başka birisine, isterse sadece Allah’ın dışındaki birisine verilsin, bu hak her kime tanınırsa ona ilahlık sıfatı verilmiş olur. Velev ki ona: "Sen ilahımızsın" denmese bile. Çünkü bu hak her kime verilirse ona ibadet edilmiş olunur. İnsanların çoğu Allah’tan başka bir varlığa namaz kılındığında, onun için oruç tutulduğunda veya onun için haccedildiğinde bu varlığa ibadet edilmiş olunacağını kabul ediyorlar. Fakat bunlar gibi bir ibadet olan hüküm verme yetkisinin Allah’tan başkasına verilmesinin ona ibadet olduğunu anlamıyorlar.
Allah-u Teâlâ bu ayette işte bu gerçeğe işaret ediyor ve "İnsanların çoğu bilmezler." buyuruyor. Yani; insanların çoğu hüküm verme yetkisini tanıdığı kişi ya da kişilere ibadet ettiklerini bilmiyorlar. Fakat Allah-u Teâlâ onların dosdoğru din üzerinde olmadıklarını bildiriyor.
Dosdoğru din üzere olmak ise; ancak bütün hüküm verme yetkisinin yalnız Allah-u Teâlâ'ya verilmesiyle sağlanabilir. İşte ayette geçen "dosdoğru din"in manası budur.
Bazı kimseler yeryüzüne İslamı hakim kılmak için, küfür düzeninin dar’ün-nedveleri olan meclislerde parti kurup, bunu bir araç olarak kullanabileceklerini iddia ediyorlar. Bunu iddia edenler ya İslam’dan habersiz, ya hiç kafası çalışmayan kimseler, ya da Allah’ın istediği İslamı planlı bir şekilde ortadan kaldırmak için çalışan kimselerdir.
Zira parti kurarak iktidara adaylık koymak tağutluk talebinde bulunmaktan başka bir şey değildir. Çünkü Allah’ın hükümleri dışında hükümler koyan ve Allah’ın hükümlerinden başka hükümlerle hükmeden bir kişi veya meclis yalnız Allah’ın hakkı olan hüküm verme yetkisini kendi üzerine almış, haddini aşmış ve tağut olmuş olur.
Bu iş Allah’ın rızasını kazanmak ve onun dinini hakim kılmak amacıyla yapılsa dahi, her kim oylarıyla veya başka bir yolla bu partilere yardım eder ve onları desteklerse yalnız Allah-u Teâlâ'ya tanınması gereken hüküm verme yetkisini Allah’tan başka bir varlığa tanıdığı için ona ibadet etmis ve kafir olmuş olur.
İslam yalnız Allah-u Teâlâ'ya kulluğu emretmektedir. Yaratılana kulluğu değil. Yaratılana kul olunarak İslam hakim kılınamaz.
İnsanları önce yaratılana kulluk ettirip daha sonra Allah-u Teâlâ'ya kulluk ettirmekten daha sapık ve daha cahil bir düşünce olabilir mi?
Allah’ın haram kıldığı (yasak dediği) haram, helal kıldığı (serbest dediği) helaldir. Allah’ın helal kıldığı şeyi yasaklayan veya haram kıldığı şeyi serbest bırakan kişi ya da kişilere tabi olanlar ve itaat edenler, onlara ibadet etmiş olurlar.
A partisi yada B partisi arasında hiç bir fark yoktur ikisine oy vermek verilmesini istemek küfürdür.
İnsan hayatını düzenleyen, kurallar koyan, insanlara ceza ve mükafat veren her sistem, her ideoloji aynı zamanda bir dindir.
Yani “DİN” insan hayatını düzenleyen esasları koyan, otorite olan, insanlara ceza ve mükafat veren kurallar bütününe verilen isimdir. Bu kurallar, kimin tarafından belirlenip insan hayatına tatbik ediliyorsa, onun ismini alır. Yüce Allah tarafından insan hayatını düzenlemek üzere gönderilen kurallar bütününe İslam; Karl Marks tarafından konulan kurallar bütününe marksizim; Mike tarafından batıdan ithal edilen kurallar bütününe Kemalizm denilmektedir. Buna göre bir insan, hangi kurallara göre hayatını düzenliyor hangi kuralların savunuculuğunu yapıyorsa doğal olarak o dine (sisteme) tabidir.
Yüce Allah’a iman eden ve O’nun tarafından gönderilen kurallara teslim olup ona göre hayatını düzenleyen insanlara Müslüman adı verildiğini Kur’an-ı Kerim bildirmektedir. Bu kurallardan herhangi birini ne adına olursa olsun bırakan, bunun yerine başka bir dinin kurallarını alan kimselerin ise müşrik, münafık, fasık ve sapık olduklarını yine Kur’an’ı Kerimden öğrenmekteyiz.
Demokrasinin bir din olarak vasıflandırılmasına şaşılmasın. Allah (c.c)’ın kitabı, her uygulanan beşere ait anayasayı din olarak vasfetmiştir. Allah (c.c) bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
“İşte biz Yusuf için böyle bir plan hazırladık. (Aksi halde) kralın dinine (kanununa) göre kardeşini alıkoyamazdı.”(Yusuf: 76)
Bu ayette belirtilen kralın dininden kasıt; koymuş olduğu kanunlar ve vermiş olduğu hükümlerdir. (Taberi, Kurtubi, İbni Kesir ve başka tefsirlerde böyle geçer)
Yahudilik, hristiyanlık, hinduizm, mecusilik nasıl bir dinse, demokrasi, sosyalizm, komünizm, laisizm (laiklik) ve bunlar gibi sistemler de birer dindir. Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Kim İslam’dan başka bir din kabul ederse o, ondan kabul edilmeyecektir. Ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.” (Ali İmran: 85)
Demokrasi; hayat, insan ve varlık konusunda özel bir düşünceye sahip olan bir dindir ve devleti dinden ayıran laik düşünceyi sabit kılan insanlar tarafından ortaya çıkarılmış, kaynağı beşer olan bir yönetim düzenidir.
Demokrasi dinine göre;
Allah için yapılacak ibadetler ancak mescitler, kiliseler, zaviyeler ve mabedlere hastır. Hayatın özel veya genel meseleleriyle ilgili konular ise demokrasi dinine hastır. Kısacası demokrasi dininde yönetici olan kimsenin Allah’a ait olan yetkileri kendisinde bulundurma hakkı vardır.
Demokrasi dinine göre;
Halk kendi kendine hükmeder. Yani kanun koyan ve kendisine itaat edilen Allah değil insandır.
Demokrasi dinine göre;
Allah’ın dinine muhalif olsada onunla alay edilsede beşeri kanunlara muhalefet edilmediği müddetçe inanç hürriyeti vardır. Dileyen dilediği fuhşu yapar, zina edebilir ve her türlü ahlaksızlığı yapabilir. Zira bu din (sistem) için mukaddes hiçbir değer yoktur. Buna rağmen demokrasi dini (sistemi), demokratlar tarafından itiraz edilmeyen, hesap sorulmayan ve sorgulanamayan üstünlükte görülür.
Demokrasi dinine göre;
İslama zıt bile olsa çoğunluğun görüşü doğru ve geçerlidir.
Demokrasi dinine göre;
Değeri ve kudsiyeti ne olursa olsun –velev ki Allah’ın dini bile olsa- kişinin tercih hakkı vardır.
Demokrasi dinine göre;
Yöneticinin seçimi konusunda en basit ve cahil bir insanla en bilgili insanlar eşit tutulur.
Demokrasi dinine göre;
İnancı ve fikri ne olursa olsun, İslama aykırı bile olsa siyesi partilerin ve değişik grupların oluşumu serbesttir.
Bu anlatılanlara göre demokrasi dininde kendisine ibadet ve itaat edilen ilah insanın heva ve hevesidir. Bundan dolayıda demokrasi bir tağuttur ve Allah’tan başka ibadet edilen tağutların temelini oluşturur. Buna rağmen insanlar bu dine girmekte ve bu dinin gereklerini yerine getirmekten hiç çekinmezler. Bu dine muhakeme olurlar ve devamlı bu dini (sistemi) överler.
Bugün şöyle şaşırtıcı bir durum vardır. Kendilerinin Müslüman olduğunu iddia eden kimseler Yahudilik ve hristiyanlık dininin gereklerini yerine getirmekten çekinirler. Buna rağmen demokratik dinin gereklerini yerine getirmekten ve böylece demokratik dine girmekten hiç çekinmezler. Oysa nasıl yahudilik ve hristiyanlık birer din ise aynı şekilde demokrasi, kominizm, sosyalizm de birer dindir ve bu dinlerin hepsi batıldır. Aralarındaki tek fark ise hristiyanlık ve yahudilik semavi asıllıdır. Demokrasi, kominizm, sosyalizm semavi asıllı değil, insanların heva ve heveslerinin ürünüdür.
Müslüman yaptığı işin Allah'ın emrine uygun olup olmadığına dikkat etmelidir. Aksi takdirde bazen öyle işler yapar ki İslam'dan çıkar ama haberi bile olmaz. Oy vermekte imanı bozan tehlikeli işlerdendir.
Oy; demokratik sistemlerde, halkın kendi yöneticilerini seçmeleri için, daha açık bir ifadeyle Allah (c.c)’ın hükmü dışında hüküm verecek temsilcilerini seçmeleri için kullandıkları bir vasıtanın genel adıdır. Böylece bu vasıtayla en çok milletvekili çıkaran parti iktidarı ele geçirir, bu çoğunluğu sağlayamayan taraf ise muhalefet taraf olur. Böylece halk, seçtiği yöneticisine rıza göstererek yönetilir. Seçilenlerin aldığı kararların Allah (c.c)’ın hükümlerine uyup uymadığına, muhalefet edip etmediğine aldırış etmezler. Böylece kullandıkları oy, aslında onları küfre ve şirke götürmüştür de bunun farkında olmazlar.
Zaten Allah (c.c) da öyle buyurmuyor mu?
“Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf: 40)
ŞİRK KANUNLARININ OLUŞTURDUĞU DEMOKRATİK SİSTEMDE bir parti kurarak meclise girmek, partilerine üye olmak, seçimlerde sandık başına gidip oy vererek onları desteklemek küfürdür.
Seçimlerde sandık başına gidip oy vermek, demokratik dine mensup olmanın bir gereğidir bu dinin olmazsa olmaz bir esasıdır. Oy kullanmak demokratik rejim için hayatiyet ifade eder. İnsan için kan ne kadar önemliyse ve insanın hayatını sürdürmesine neden oluyorsa, oy kullanmakta demokratik rejim için o kadar önemli ve rejimin hayatiyetini devam ettirebilmesi için gereklidir.
Seçmenler, demokratik dinlerinin hayatiyetini biraz daha sürdürebilmesi ve demokratik dine tabi olduklarının malum çevrelerce bilinebilmesi için sandık başına gidilerek ya da götürülerek oylarını kullanırlar. Oy kullanmak bir ülkede bulunmanın ve orada yaşamanın bir gereği değil, demokratik dine iman (inanmanın) etmenin ve ona kulluk yapabilmenin gereği ve kaçınılmaz bir sonucudur. Nasıl ki bir Müslüman, yüce Allah’a iman ettiğini yaptığı ibadetlerle gösterip kulluğunu ve bağlılığını yüce Allah’a takdim ediyorsa, aynı şekilde bir demokratta oy kullanarak demokratik dine kulluğunu ve bağlılığını takdim ediyor demektir.
Oy vermek laikliğe ve demokrasiye evet demektir. Çünkü seçilen bütün parti başkanları ve milletvekilleri laikliğe, demokrasiye ve atrün il ve inlarına bağlı kalacaklarına dair televizyonda halkın karşısında teker teker yemin ederler, and içerler. Oy verenler ise böyle bir yönetimi ve böyle yemin eden yöneticiyi desteklediklerinden Allah katında mesul olurlar. Çünkü İslam’da iyi bir işe yardım eden sevap alır, kötü bir işe yardım eden ise günah alır. Bunu Allahu Teala Kur'an’da şöyle bildirmiştir:
“Kim iyi bir işe aracılık ve yardım ederse, onunda o işten nasibi olur. Kim kötü bir işe aracılık ve yardım ederse onunda ondan bir payı olur. Allah herşeyin karşılığını vericidir.” (Nisa: 85)
Kur’anî esaslara iman eden ve bu esasları en üstün kabul edip onlara teslim olan müslümanların demokratik din için oy kullanması mümkün değildir. Bilakis böyle bir davranış şirk olarak isimlendirilecek sahibini ise mü’minlerin safından çıkarıp müşrik ve kafirlerin saflarına katacaktır. Çünkü oy kullanmak rububiyeti, insanları idare etme yetkisini demokratik sisteme vermektedir ki, işte bu Müslümanlar için şirktir; yani iki dine birden tabi olmaya kalkışmaktır. Müşrikler asla iflah olmazlar.
Bilindiği gibi “harama rıza haramdır, küfre rıza küfürdür.” Oy vermek ise rızanın ötesinde desteklemektir. Bu sebeble kişinin imanı gider kafir olur. Peygamber efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmaktadır.
“Sizden her kim bir münkeri görürse onu eliyle değiştirsin, eğer eliyle değiştirmeye güç yetiremezse diliyle değiştirsin. Şayet buna da güç yetiremezse kalbiyle buğz etsin. İşte bu imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim)
Hadisi şeriften anlaşıldığı üzere imanın en zayıf derecesinde kalabilmek için o şeye buğzetmek, kızmak gerekir.
Belki Allah-u Teala'nın istediği yönetim şeklini kurmaya gücümüz yetmeyebilir ama, Allah'ın istemediği bir yönetim şeklini desteklememeye gücümüz yeter.
Unutmayalım bir partiye oy vermek laik ve demokrasi yönetimine evet demektir. Çünkü hangi parti başa gelirse gelsin laik ve demokrat şekilde idare edecektir.
Sistemin parti, dernek, vakıf gibi kurumlarını kabul eden, bunlardan birine üye olanların oy kullanmaları demokratik dinlerin gereğidir. Bunların namaz kılmaları, oruç tutmaları ve Müslüman olduklarını iddia etmeleri onları Müslüman yapmaz. O halde demokratlar gitsinler sandık başlarında dinlerinin (sistemlerinin) gereğini icra etsinler, dinlerini yaşatmaya çalışsınlar. Bu noktada da Müslüman bir bireye düşen ise kendi dininin gereklerine yapışması, demokratik dinin gereklerine asla iltimas etmemesidir.
Alemlerin Rabbine mahsus olan teşri; helal ve haram belirleme hakkını kendinde gören kimseler dilleriyle söylemeseler bile kendilerini ilahlaştırmışlardır.
Her kim sadece Allah'a mahsus olan helal ve haram belirleme hakkını oy vererek veya başka bir şekilde herhangi bir kişi ya da partiye verirse o kişi veya partiyi ilahlaştırmış ona ibadet etmiştir.
Allah (c.c) kitabında şirkin bu türüne bulaşanlar hakkında şöyle buyuruyor:
“Onlar Allah’ı bırakıp din adamlarını, rahipleri ve Meryem oğlu Mesih’i rabler edindiler. Halbuki tek olan Allah’a kulluk etmekten başka birşeyle emrolunmamışlardı. Ondan başka ibadete layık hiçbir ilah yoktur. O, onların koştukları ortaklardan münezzehtir.” (Tevbe: 31)
Adiy b. Hatem (r.a) dedi ki:
“Boynumda altından bir haç takılı olduğu halde Rasulullah (s.a.v)’in huzuruna girdim. Rasulullah (s.a.v) beni görünce dedi ki:
“Ey Adiy! Boynunda takılı olan şu putu at!” Ben hemen onu attım ve sonra yanına geldim. O:
“Onlar, hahamlarını, rahiblerini ve Meryem oğlu Mesih’i Allah’tan başka rabler edindiler...” (Tevbe: 31) ayetini okuyordu. Bu ayeti okumayı bitirince ona şöyle dedim:
“Ey Allah'ın Rasulü! Biz onlara ibadet etmedik” dedim. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Hayır, dediğin gibi değil. Allah'ın haram kıldığını helal, helal kıldığını haram kıldıklarında siz de bunlara itaat etmiyor muydunuz?” Ben:
“Evet” dedim. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s) şöyle dedi:
“İşte bu, onlara ibadet etmektir.” (Yani işte onlara ibadet böyledir demiştir Allah'ın Rasulü (s.a.v)(Ahmed Müsnedinde, - Begavi Tefsiri c: 3 s: 285, - Tirmizi Tefsir: 3094, - İbni Cerir et-Taberi: 14/210, - Suyuti ed-Dürrü'l-Mensur: 3/230 - İbni Kesir Tevbe 31 ayetin tefsiri bknz.)
İnsanların itaat ettikleri kişileri Allah'tan başka Rabler edinmeleri; Allah (c.c)’ın haramını helal, helalini haram yaptıklarında onlara itaat etmeleriyle olmaktadır.
İşte bu ayet ve hadisten apaçık anlaşılacağı üzere, hükümde Allah'a şirk koşmakta insanı Allah'tan başkasını rab ilah edinmiş durumuna getirir. İnsanları bu şekilde ilahlaştırmak demokratik ve laik rejimlerin değişmez illeridir.
Bu ayete göre her kim Allah (c.c)’ın izin vermediği bir meselede insanlar için bir hüküm verirse, kendisini Allah (c.c)’a eş koşmuş ve Allah (c.c)’tan başka rab ilan etmiş demektir. Her kim de bu kimseye itaat eder ve ona tabi olursa, onu Allah (c.c)’a şirk koşmuş ve itaat ettiği kişiyi rab edinmiş olur.
Her kim demokrasi ve laiklik dinine girerse artık onun İslam’la bir alakası yoktur.
Bu rejimler kendilerini ilahlaştırmakla beraber küfürde ileri giderek Allah'ın indirdikleri ile hüküm vermeyi gerekli görmezler ve Allah'ın diniyle alay eden basın yayınını da serbest bırakırlar. Bu rejimleri ancak onlar gibi kafir olan Allah'ın dininin ayaklar altına alınmasından memnun olan kimseler destekler. Bu rejimlerde Allah'ın hükümleriyle hükmedilmez. Hangi parti iktidara gelirse gelsin sonuç değişmez yine Allah'ın kanunları değil insanların heva ve hevesleriyle uydurdukları kanunlar uygulanır. İçki, fuhuş, faiz vb. haramlar serbesttir. Allah'ın helalleri haram, haramları helaldir. Halbuki Allah kitabı insanlar arasında hükmedilsin diye indirmiştir.
Allah (c.) şöyle buyuruyor:
“Hiç şüphesiz biz Kitab'ı sana, insanlar arasında Allah'ın gösterdiği şekilde hükmetmen için hak ile gönderdik. Sakın hainleri müdafaa eden olma.” (Nisa: 105)
“Onların aralarında Allah'ın indirdiği ile hüküm ver. onların arzularına uyma ve Allah'ın indirdiği hükümlerin bir kısmından seni şaşırtırlar diye de kendilerinden sakın. Eğer onlar (senin vereceğin hükümden) yüz çevirirlerse, bilesin ki Allah bir takım günahları sebebiyle onları cezalandırmak istemektedir. Zaten insanların çoğu fasıktır. (Yoksa) onlar cahiliyenin hükmünü mü istiyorlar? Yakinen bilen bir kavim için Allah’tan daha güzel hüküm veren kim vardır?”(Maide: 49-50)
“Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir.” (Maide: 44)
Şu bir hakikatır ki, bir müslümanın İslami hareket adına bu şartlarda particilik yapması küfür olduğu gibi, onları oylarıyla destekleyen halk da aynı hükmü alır. Küfre rıza göstermenin küfür olduğu meşhur bir hakikattir. Harama rıza göstermenin ve yol vermenin haram olduğu da meşhur bir hakikattir. Nasıl ki bir müslümanın meyhaneye gidip şarap içmesi için ona yardım etmemiz haram ise “bende müslümanlardanım” diyen bir kimsenin tağuthanelere gidip orada küfür işler yapmasına destek veya oy vermekte aynı suretle küfürdür.
Laiklik hakkında, Osmanlı devletinin son şeyhulislamlarından Mustafa Sabri efendinin bir fetvası vardır ve şöyledir:
“Aslında din ile devlet işlerini birbirinden ayırmak, dini ortadan kaldırmak planından başka birşey değildir. batıdan gelen ve batı bağlılarının ortaya attıkları bidatlerin hepsi İslamı yıkmak ve müslümanları islamdan uzaklaştırmak içindir. Fakat bu amaçla ortaya çıkarmış oldukları şeylerin en korkuncu din ile devlet işlerini birbirinden ayırmak anlamına gelen laikliktir. Laiklik devlet tarafından halkın dinine indirlmiş bir darbedir. Laiklik ilsini kabul eden bir siyasi rejim islam hükümlerine baş kaldırmış demektir. Dolayısıyla Öncelikle bu devlet irtidad etmiş(dinden dönmüş) sonrada buna itaat edenler(oy kullananlar) mürted olmuştur. Böyle bir siyasi idarede görev alanlar tek tek mürted hükmünü aldıkları gibi bu hükümete itaat eden kitleler de irtidada düşmüş olurlar. böylece kestirmeden küfre toplu küfre giriş kadar korkunç bir olay tasavvur edilemez. Birimiz, fert olarak İslamın herhangi bir hükmünü kabul etmediğimiz, dinin sultasını redettiğimiz, helal-haramdan, emir ve nehiyden birini inkar ettiğimiz takdirde küfre girmiş oluruz. Peki, toptan Allahın sultasını, emir ve nehiylerini , helal ve harama ilişkin ölçülerini reddeden dolayısıyla mürted olduğu şüphe götürmeyen bir devletin üyeleri hakkındaki hükmünüz ne olacaktır??
Cevap: Yanlızca mürted olmak mı?” (Mevkif el akl vel ilm vel alem min c:4 s: 282)