Sana ruhtan sual ederler. De ki: «Ruh Rabbimin emrindendir. Size ise ilimden ancak az birşey verilmiştir.» isra 85
85.
"Sana ruhun ne olduğunu soruyorlar, de ki: "Ruh, Rabbimin emrinden ibarettir. Bu hususta size pek az bilgi verilmiştir."
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- a-
Muhammed b. Abdirrahman en-Nahvî' Muhammed b. Bişr b. Abbas'tan, o Ebû Lübeyd Muhammed b. Ahmed b. Bişr'den, o Süveyd'den, o
Said'den, o Ali b. Müshir'den, o A'meş'ten, o İbrahim'den, o Alkame'den, o da Abdullah İbn Mesud'dan şöyle dediğini bize haber verdi:
"Şüphesiz ben Medine'deki bir bostanda Rasulullah (s.a.v.)'la beraber bulunuyordum. Rasulullah (s.a.v.) bir hurma köküne yaslanmıştı. Derken
bizeYahudiler'den bir grup insan uğradı da:
"O'na ruhun mahiyetini sorunuz" dediler. Bir kısmı da:
"Hayır, sormayın. Bakarsınız sizi, hoşlanmayacağınız bir cevapla karşılar" dediler. Nihayet içlerinden bir grup Rasulullah (s.a.v.)'a gelip:
"Ey Ebe'l-Kasım, ruh hakkında ne dersin?" diye sordular. Rasulullah (s.a.v.) sustu. Sonra ayağa kalktı ve müteakiben eliyle alnını tuttu. Anladım
ki vahiy iniyor. Derken Allah Teala bu âyeti indirdi."
[128]
Bu hadisi hem Buhari, hem de Müslim, Ömer b. Hafs b. Gıyas'tan, o babasından, o da A'meş'ten birlikte rivayet etmişlerdir.
[129]
b-
Abdullah ibn Mes'ûd'dan rivayet ediliyor:
"Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte Medine tarlalarında yürüyorduk. Allah'ın Rasûlü (s.a.v.) bir hurma dalına yaslanmış dururken yahudilerden bir grup
yanımıza uğradı, birbirlerine:
"Şuna ruhu sorun." dediler. Bir kısmı:
"Sizi bu soruyu sormaya iten nedir? Sakın karşınıza hoşunuza gitmeyecek bir şey çıkmasın!" dedilerse de diğerleri yine
"Soralım." dediler ve içlerinden birisi kalkıp yanımıza geldi ve:
"Hz. Peygamber'e ruhu sordu. Hz. Peygamber sustu (veya düşünür gibi başını yere eğdi), cevap vermedi. Ben anladım ki kendisine vahiy geliyor,
kalktım yerimde dikildim ve ayakta durdum. Vahiy nazil olup bitince Allah'ın Rasûlü (s.a.v.):
"Sana ruhu soruyorlar; de ki: "Ruh, Rabbımın emrindendir ve size ilimden pek az bir şey verilmiştir."
buyurdular. Bunun üzerine yahudiler
birbirlerine:
"Biz size sormayın demedik mi?" dediler."
[130]
c-
İbn Abbâs'tan gelen bir rivayet, ayrıntılarda farklar ihtiva ediyor. Şöyle ki: Yahudiler, Hz. Peygamber (s.a.v.)'e:
"Bize ruhu haber ver; ruh nedir ve ruh, Allah'tan bir şey iken cesedde olan ruha nasıl azâb olunur?" diye sordular. O zamana kadar Hz. Peygamber
(s.a.v.)'e bu hususta bir şey nazil olmamış olduğu için Efendimiz (s.a.v.) bir cevap vermediler. Bunun üzerine Cibrîl geldi ve
"Sana ruhu soruyorlar, de ki: Ruh, Rabbımın emrindendir ve size ilimden pek az bir şey verilmiştir."
dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.) de onlara bunu
haber verdi, yahudiler:
"Bunu sana kim getirdi?" diye sordular. Hz. Peygamber (s.a.v.) onlara:
"Allah katından bunu bana Cibrîl getirdi."
deyince onlar:
"Vallahi bunu sana ancak bizim düşmanımız söylemiş." dediler de bunun üzerine Allah Tealâ:
"De ki: Kim Cebrail'e düşman olursa (bilsin ki) kendinden evvelkileri tasdik edici ve mü'minler için bir hidayet ve müjde olan Kur'ân'ı Allah'ın
izni ile senin kalbine o indirmiştir."
[131]
âyet-i kerimesini indirdi."
[132]
d-
Abdullah ibn Mes'ûd'dan gelen başka bir rivayette ise yahudilerin ruhla ilgili bu âyet-i kerimenin nüzulü üzerine herhangi bir itirazlarına yer
verilmeyip
"Evet, biz de kitabımızda böyle bulmaktayız." dedikleri kaydedilmektedir.
[133]
e-
İkrime'nin İbn Abbas'tan rivayetinde ise Kureyşliler, Yahudiler'e:
"Bize, şu adama (Rasulullah'a) soracağımız birşey öğretin" demişler, onlar da:
"O'na ruhu sorun" cevabını vermişlerdi. İşte bu âyet bu yüzden indi."
[134]
2
- a- Tirmizî'de İbn Abbâs'tan rivayetle tahric olunan bir hadiste ise Hz. Peygamber (s.a.v.)'e ruhu sorarak bu âyet-i kerimenin nüzulüne sebep
olanlar yahudiler değil Kureyş müşrikleridir ve bu rivayete göre hadise şöyle olmuştur: Kureyş müşrikleri yahudilere:
"Bize bir şeyler verin de şu adama soralım." dediler. Yahudiler de:
"Ona ruhu sorun." dediler. Kureyş müşrikleri de gelip Hz. Peygamber (s.a.v.)'e ruhu sordular da bunun üzerine Allah Tealâ:
"Sana ruhu soruyorlar; de ki: "Ruh, Rabbımın emrindendir ve size ilimden pek az bir şey verilmiştir."
âyet-i kerimesini indirdi. Yahudiler
"Size ilimden pek az bir şey verilmiştir"
i duyunca:
"Bize çok ilim, Tevrat verilmiştir. Kime Tevrat verilmişse elbette ona çok hayırlar verilmiştir." dediler de
"De ki: Rabbımın kelimelerini yazmak için denizler mürekkep olsa ve bir o kadarını da imdad olmak üzere ona ilâve etsek daha Rabbının
kelimeleri bitmeden denizler biter tükenirdi."
[135]
âyet-i kerimesi nazil oldu."
[136]
b-
Müfessirler şöyle dediler:
"Yahudiler bir araya gelerek, Muhammed (s.a.v.)'in bu nübüvvet işinden ve durumundan kendilerine sual eden Kureyş Topluluğu'na dedi
ler ki:
"Muhammed'e ruhtan, ilk zamanda gözden kaybolup gitmiş olan gençlerin ve yeryüzünün doğu kısmıyla, batı kısmına varmış olan kişinin
17- İSRÂ SURESİ
17- İSRÂ SURESİ[3/4/2010 7:27:25 PM]
ahvalinden sorun. Eğer bunların tümüne cevap verirse O bir peygamber değildir. Bunların hiç birine cevap vere
mezse yine O, bir peygamber
değildir. Şayet, bunların bazısına cevap verip bazısına cevap veremezse O, bir peygamberdir." Onlar da bu soruları Rasulullah (s.a.v.)'a sordular.
Bunun üzerine Allah o gençler hakkında:
"Yoksa sen Mağara ve Kitap ehlini şaşılacak âyetlerimizden mî zannettin?"
[137]
âyeti ve bu kıssanın
sonuna kadar indirdi. Yerin doğusuna ve batısına ulaşabilen kişi hakkında da:
"Habibim sana Zü'l-Karneyn'den de sorarlar..." âyetini bu kıssanın
sonuna kadar indirdi. Ruh hakkında ise:
"Habibim sana ruhun mahiyyetinden sorarlar." âyetini indirdi."
[138]
c-
Rivayet edildiğine göre yahudiler, Kureyş'e şöyle dediler:
"Muhammed (s.a.v.)'e şu üç şeyi sorun, eğer size ikisinin cevabını verir, üçüncüsünde susarsa, bilin ki o Peygamberdir: Ona Ashab-ı Kehf'i,
Zülkarneyn'i ve ruhu sorun." Onlar da, Hz. Peygamber (s.a.v.)'den bu üç şeyi sordular. Hz. Peygamber (s.a.v.),
"Size, bunları yarın cevaplayayım"
buyurdu. Bunun üzerine vahiy kırk gün kadar kesildi. Daha sonra vahiy yeniden başladı ve Cenâb-ı Hak,
"Hiçbirşey hakkında ben bunu mutlaka yarın yapacağım" deme. Ancak Allah'ın dilemesi müstesna (yani inşaallah demen müstesna)"
[139]
ayetini
indirdi. Daha sonra Hz. Peygamber, onlara Ashab-ı Kehf ve Zülkarneyn Kıssalarını anlattı, ama rûhdan bahsetmedi. İşte bu hususta Cenâb-ı
Hakk'ın,
"Sana ruhu sorarlar. De ki: "Rûh Rabbimin emrindendir" ayeti indi. Cenâb-ı Allah böylece insanların akıllarının, ruhun hakikatini
anlamaktan aciz oluduğunu beyân etmiştir. Bunun peşinden de,
"Zaten size az bir ilimden başkası verilmemiştir" buyurmuştur."
[140]
d-
İbn Abbas'tan (r.a.) rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir:
"Kureyşliler Yahudilere:
"Bize Muhammed’e soracağımız şeyler söyleyin." dediler. Yahudiler:
"Ona Ruhtan sorun." dediler. Kureyşliler, Rasûlullah'a Ruhtan sordular. Allahü Teâlâ, bu âyeti indirdi."
[141]
e-
Fahreddin er-Razi der ki:
"Müfessirler şöyle demişlerdir:
"Hz. Peygamber (s.a.v.), bu hususu o yahudilere belirtince, onlar:
"Bu hitâb sadece bize mi, yoksa sen de bizimle beraber misin?" deyince, Hz. Peygamber (s.a.v.):
"Hayır, hem bize hem de size, bu hususta az bir ilim verildi"
dedi. Bunun üzerine onlar:
“Amma da tuhafsın ey Muhammed! Biraz önce,
"Her kime hikmet verilirse, muhakkak ki ona çok hayır verilmiştir"
[142]
dedin, şimdi de böyle
söylüyorsun" dediler de, bunun üzerine,
"Eğer yerdeki ağaçlar kalem olsa, deniz de, arkasından yedi deniz daha kendisine yardım ederek mürekkebi olsa, yine Allah'ın kelimeleri
tükenmez. Şüphesiz ki Allah, yegâne galibtir, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir.
"
[143]
ayeti nazil olmuştur. Onların ileri sürdüğü şey, bağlayıcı
(lâzım) değildir. Çünkü bir şey, bazan bir şeye nisbetle az, başka bir şeye nisbetleyse çok olabilir. Binâenaleyh, insanlarda bulunan ilimler, Allah'ın
ilmine ve eşyanın hakikatlarına nisbetle son derece az, ancak maddî arzulara ve maddî lezzetlere nisbetle de çoktur."
[144]
f-
İkrime'den gelen bir rivayette de yahudilerin, kendilerine Tevrat verilmekle çok ilim verildiği iddiaları üzerine Kehf: 18/109 âyeti yerine
"Eğer yeryüzündeki herbir ağaç kalemler olsa, deniz de, arkasından yedi deniz daha kendisinden sonra yardım ederek mürekkep olsa yine Allah'ın
kelimeleri tükenmez..."
[145]
âyet-i kerimesinin nazil olduğu kaydedilmiştir
[146]
ki aslında mazmunları itibariyle aralarında büyük bir fark yoktur
ve her iki âyet-i kerimenin de aynı hadise üzerine nazil olduğunu söylemek mümkündür.
g-
Katâde'den gelen rivayetten de yahudilerin sadece ruhu değil başka şeyleri de (meselâ Ashabu'1-Kehf’i ve Zülkarneyn'i) sordukları ve bu
soruları ile de ilgili âyetlerin (Kehf Sûresi'nin) indiği
[147]
anlaşılmaktadır ki inşaallah yerinde tekrar temas edilecektir.
h-
Yukardaki rivayetlerden Abdullah ibn Mes'ûd rivayeti âyet-i kerimenin Medine'de inmiş olmasını gerektirirken ikinci İbn Abbâs rivayetine göre
âyet-i kerime Mekke'de nazil olmuştur ki meşhur olan da budur ve Hz. Peygamber (s.a.v.)'e yahudiler ruh'u dolaylı olarak; Mekke müşriklerine
akıl vermek suretiyle sormuşlar demektir.
Ancak Suyûtî bu rivayetlerden İbn Mes'ûd'a varanı "İbn Mes'ûd olayı, olayın içinde olarak" anlattığı için diğerine tercih etmektedir ki bu durumda
âyet-i kerimenin Medine-i Münevvere'de nüzulü ona göre kesindir. Ancak İbn Abbâs'tan gelen rivayet de sahih olmakla iki rivayet arasını cem
kabilinden bu âyet-i kerimenin bir kere Mekke'de ve bir kere de Medine'de olmak üzere iki kere nazil olmuş olması da ihtimal dahilindedir.
Nitekim İbn Kesir ve İbn Hacer bu görüşe meyletmişlerdir.
[148]
i-
İbni Kesir der ki:
"Ayetin iki defa nazil olduğunu kabul etmek suretiyle her iki hadisin arası bulunmuş olur. Yani ayet-i kerime bundan önce Mekke'de indiği gibi
Medine'de ona ikinci defa nazil olmuş olabilir veya vahiy daha önce kendisine indirilmiş olan ayet-i kerime ile sordukları soruya cevap
verebileceğini belirtmiş olmaktadır. Bu da
"Sana ruhtan sorarlar..." ayetidir."
[149]
Hafız İbni Hacer de böyle demiştir.
Süyutî der ki:
"Rasulullah (s.a.v.)'ın Yahudiler soru sorarken susması bu hususta daha fazla açıklama beklediğine hamledilir. Aksi takdirde Buhari'de bulunan
rivayet daha sahihtir. Sahih-i Buharî'deki rivayet de olayda hazır olanın rivayetinin İbni Abbas'ınkinden farklı olması balamandan tercih edilir.
Gerçek ise Ashab-ı Kehf kıssasının nüzul sebebinde söz konusu edeceğimiz gibi, şöyledir: Kureyşlilerden bir grup Medine'ye gelmiş ve bu konuda
Yahudilerle istişare etmişti. Nitekim İbni İshâk da bunu böylece zikretmiştir. Buna göre ayet -i kerimenin Mekki olduğunda herhangi bir görüş
ayrılığı söz konusu olmaz."
[150]
17- İSRÂ SURESİ
17- İSRÂ SURESİ[3/4/2010 7:27:25 PM]
j-
Fahreddin er-Razi der ki:
"Bazı kimseler bu rivayeti birkaç bakımdan tenkid etmişlerdir:
1)
Rûh, Cenâb-ı Hak'dan daha yüce ve büyük birşey değildir. Binâenaleyh Allah'ı bilip tanımak mümkün iken, hatta bizzat tahakkuk etmiş iken,
ruhu tanımaya ne manî var?
2)
Bu rivayete göre yahudiler,
"Eğer, Ashab-ı Kehf'den ve Zülkarneyn'den bahseder de rûh konusunda cevap vermez ise o, Peygamber’dir" demişler gûyâ... Bu, akıl almaz bir
söz. Çünkü Ashab-ı Kehf ve Zülkarneyn Kıssaları, anlatılagelmekte olan iki hadisedir. Bu tür hadiseleri anlatmak, kişinin Peygamberliğine delil
olamaz. Hem sonra Hz. Peygamber’in anlatacağı bu kıssalar, ya onun Peygamber olduğunu bilmezden önce veya bildikten sonra nazar-ı dikkate
alınır. Binâenaleyh eğer bu onun Peygamberliğini bilip inanmazdan önce olursa, onlar onu yalanlarlar. Yok eğer bu onun Peygamberliğini bilip
inandıktan sonra olursa, zaten bunları anlatmazdan önce onun Peygamberliği bilinmiş olur. Dolayısıyla bunları anlatmasının (bu hususta) bir tesiri
olmaz. Hz. Peygamber'in ruhun hakikati konusunda cevap vermemesini, onun Peygamberliğine delil tutmak da tuhaf bir şeydir.
3)
Rûh meselesini, hem felsefecilerin ve kelamcıların en aşağıları bile bilir. Binâenaleyh eğer Hz. Peygamber (s.a.v.): "Ben onu bilemem" demiş
olsaydı, bu, ona karşı büyük bir nefreti ve hakareti gerektirirdi. Çünkü böylesi meseleleri bilememek, herhangi bir insan için bile, bir küçüklük ve
eksiklik sayılır. Ya en alim ve en fazıl o Peygamber için ne sayılır!
4)
Allah Teâlâ, O'nun hakkında,
"Rahman, Kur'ân'ı (Ona) öğretti"
[151]
;
"Allah sana bilmediklerini öğretti. Allah'ın senin üzerindeki lütf-u
inayeti çok büyüktür"
[152]
;
"Rabbim, benim ilmimi artır" de"
[153]
buyurmuştur. Kur'ân hakkında da,
"Yaş, kuru herşey apaçık bir kitaptadır"
[154]
buyurmuştur, Hz. Peygamber (s.a.v.)
"Ey Rabbim, eşyanın (herşeyin) hakikatini bize olduğu gibi (her nasılsa öyle) göster" demiştir.
Binâenaleyh hali ve mertebesi böyle olan bir kimseye, halkın çoğunluğunun bildiği rûh meselesini,
"Ben bilmiyorum
" demesi nasıl uygun düşer?
Aksine bize göre tercihe şayan olan şudur: Onlar, Hz. Peygamber'e ruhu sordular, O da onu en güzel bir biçimde açıklayarak cevap verdi. Bunu şu
şekilde izah edebiliriz:
Ayette onların Hz. Peygamber'e ruhu sordukları bildirilmektedir. Ruhu sorma çok değişik şekillerde olabilir. Meselâ:
a)
"Ruhun mahiyeti nedir? O, yer tutan bir varlık mıdır, yoksa bir mekânda (yerde) bulunan, oraya hâil (dahil) olan bir şey midir; yoksa, yer
tutmayan ve bir yerde hâil (dahil) olmayan bir şey midir?" denilebilir.
b)
"Rûh, kadîm midir, hadis midir?" denilebilir.
c)
"Ruhlar, bedenlerin ölümünden sonra bakî kalırlar mı, yoksa onlar da fânî olurlar mı?" denilebilir.
d)
"Ruhların sa'îd (mutlu) veya şakî (mutsuz) oluşları ne demektir?" denilebilir.
Velhasıl ruhlarla ilgili olarak sorulabilecek şeyler ve konular pek çoktur. O halde ayetteki,
"Sana ruhu sorarlar" ifadesinde, onların bu
bahsettiğimiz hususları mı, yoksa başka hususları mı sorduklarına dâir bir delâlet yoktur. Ancak Allah Teâlâ, bu soruya cevap olarak,
"Rûh
Rabbimin emrindendir" demesini emretmiştir. Bu cevap ise, yukarıda bahsettiğimiz, o meselelerden sadece şu ikisini ilgilendirir:
a)
Ruhun mahiyeti, konusu,
b)
Ruhun kadîm mi hadis mi olduğu konusu.
Birinci konuya gelince, kâfirler, "Ruhun hakikati ve mahiyeti nedir? O, bedenin içinde bulunan bir cisim mi, bedenin tabiat ve karışımlarından
meydana çıkan bir şey mi; yoksa bedenin, mizaç ve terkibinin bizzat kendisi mi, yoksa bu bedende bulunan başka bir araz (sıfat) mı, yahut da bu
cisimlerden ve arazlardan (sıfatlardan) başka bir varlık mı?" demişlerdi. Allah Teâlâ da buna, rûh, bedenden ve arazlarından (sıfatlarındanhallerinden)
başka birşeydir. Çünkü bu maddeler, anâsır-ı erba'adan ve karışımların bir araya gelmesinden meydana gelmiş şeylerdir. Ama rûh
böyle değildir. Aksine o, basit (tek), mücerred (soyut) bir cevherdir, Cenâb-ı Hakk'ın
"(Allah) "o!" der, o da oluverir" ayeti mucibince meydana
gelmiş bir varlıktır" diye cevap vermiştir. Bunun üzerine kâfirler, "öyle ise rûh, niçin madde ve arazlardan başka birşey olmuştur?" dediklerinde
de, Allah Teâlâ, "O, Allah'ın emri, var etmesi ve beden için canlılığı sağlamada tesirli kılması ile meydana gelmiş bir varlıktır" diye cevap
vermiştir. Binâenaleyh birşeyin hususî hakikatini bilmemek, onu inkâr etmeyi gerektirmez. Çünkü eşyanın (varlıkların) hakikat ve mahiyetlerin
çoğu bilinememektedir. Çünkü biz, Sekencebin şurubunun safrayı kesen bir özelliği olduğunu biliyoruz. Ama onun mahiyetini ve hakikatini
öğrenmek istediğimizde, bunu bilemiyoruz. Binâenaleyh mahiyetlerin ve hakikatlerin pek çoğunun meçhul olduğu sabittir. Bunların bilinmeyişi,
onları yok saymayı gerektirmez. İşte burada da böyledir ve ayetteki,
"(Zaten) size az bir ilimden başkası verilmemiştir" buyruğu ile anlatılan da
budur."
[155]