Beliz Özkan'ın röportajı
Rabia Kazan... Onu Mehmet Ali Ağca’nın nişanlısı olarak tanıdık. Tesettürdeki giyim tarzıyla dikkat çekti. Daha sonra bir İtalyanla evlendi, Amerika’ya yerleşti. Tahran Melekleri adlı kitabı yazdı. Şimdi ise yıllardır taktığı türbanını çıkartarak yine kendinden söz ettiriyor. Rabia Kazan Licursi, türbanlı ve türbansız hayatını anlattı.
* BM bünyesinde görevlisiniz. Ne yapıyorsunuz?
Birleşmiş Milletler çatısı altında World Federation of United Nations Association adında yardım organizasyonları yapan bir kuruluşta gönüllüyüm. Dünyadaki çocuklara, kadınlara, muhtaç olan insanlara yardım kampanyaları düzenliyoruz. Aynı zamanda Amerika’da okuyorum. Öncellikle İngilizcemi geliştirdim, şimdi yazarlık eğitimi alıyorum. Bir de özellikle Ortadoğu kadın hakları ile ilgili feminist derneklerde yer alıyorum.
* Nasıl gelişti bu süreç?
İlk kitabım Tahran Melekleri’nin Amerika’da yeniden çevirisi yapıldı; bu yüzden Amerika’ya gittim. İran konusu orada çok dikkat çekiyor. Ben de “Madem Amerikan pazarında yer alacağım o zaman kendimi iyi eğitmem lazım” diye düşündüm. Eğitimi sürdürürken boş vakitlerimde kadın hakları konusunda çalışmak istedim. Önce Birleşmiş Milletler’de Mısır televizyonunda çalıştım. Kitabım da orada gündemde olduğu için “Madem kadın hakları ile ilgili çalışıyorsun, gel bizimle çalış” dediler.
“Yabancı marka giymeyen ülkücü bir kızdım şimdi bir dünya insanı olma yolundayım”
* Neden İtalya’ya gittiniz? Eşinizle nasıl tanıştınız?
İtalya’ya gitme sebebim Ağca’nın kitabıydı, onu araştırıyordum. Ağca İtalyanca yazıyordu, yazdıklarını anlamak için İtalyanca öğrendim. İtalya’da eğitim görürken gittiğim kafede eşimle tanıştıp evlendik. Kader... Eşim İtalya’da önemli bir avukat, aynı zamanda politikacı ve Komünist Parti üyesi.
* Siyasi görüşleriniz açısından bir sorun yaşamadınız mı?
Aslında Ortadoğu Gazetesi yazarıyken ithal çanta bile takmazdım. Gençlik yıllarımda ülkücü görüşlerim o kadar koyuydu ki, yabancı markalara bile karşıydım, kullananları da yadırgardım. O zaman ki dünya görüşüm çok kısıtlıydı. İtalyan markası kullanmaktan kaçınırken bir İtalyanla evlendim.
* Aşk böyle bir şey mi?
Aşk böyle bir şey tabii ki ama sadece aşk değil. Her gün fikir dünyam zenginleşti, tek tip beslenmeden kurtuldum. Eski doğrularımı şimdi yok saymıyorum ama dünyayı tanımaya çalışırken sadece bir ideolojinin, bir doktrinin, bir fikrin yeterli olmadığını anladım. Farklı kültürlerden, farklı milletten, farklı düşünceden insanlarla tanışmak istedim. Eskimi yadırgamıyorum ama son yıllarda dünya insanı olma yolundayım. Zaten kendimde yadırgama kültüründen kurtulmaya çalışıyorum.
“Başörtüsü için açık bir ayet bulamadım ve büyük bir günah olmayacağını düşündüm”
* Bir-iki yıl önce ekranlarda, “Başörtümü açabilirim” dediniz. Bu sürece nasıl geldiniz?
Ben mutasıp bir annenin kızıyım. Bilinçli değil sadece annemin isteği ve baskısı neticesinde kapandım. Bazen gizli gizli açıyordum. Daha sonra Kur’an’ı inceledim. Kur’an’da büyük günahlar yazıyor; adam öldürmek, zina yapmak, haram yemek, hırsızlık yapmak... Bunlardan açıkça bahsediliyor. Başörtüsü ve saç için ise açık bir ayet görmedim. Başörtüsü takmamanın Tanrı için büyük bir günah olmadığını düşündüm ve başımı açmaya karar verdim.
Bununla beraber altını çizmek istiyorum, dinin kurallarını tam olarak yerine getirmek isteyenlere çok saygı duyuyorum. Çünkü onlar, bir Müslüman olarak İslam’ın büyük, küçük tüm detaylarını yerine getirmek istiyorlar. Bu insanlara büyük saygı duyuyorum. Ben türbana da, türbansızlığa da özgürlük istiyorum. Gerçekten demokrasi adına konuşuyorsak her ikisi için de özgürlük olmalıdır.
“İki yıl önce karar verdim, tepkiden korktum şimdi açtım, çünkü Türkiye daha demokratik”
* Kararınızda eşiniz etkisi oldu mu acaba?
Eşim bana türbanı çok yakıştırıyordu, türbanı dinsel simge olarak değil de bir giyim tarzı olarak görüyordu. Ama tabii ki bu süreçte etkisi olmamıştır desem yalan olur. Eşimin, arkadaşlarının, çevremizin ve daha birçok şeyin etkisi var açıkcası.
* Başınızı açmaya iki yıl önce karar verip, neyi beklediniz?
Açıkçası göreceğim tepkiden korktum. Artık Türkiye değişti, her geçen gün daha fazla demokratikleşiyor. Radikal İslami grupların önüne geçildi. Bir iki yıl önce bile önemsiz bir yazı için tehdit alıyordum. Ama şimdi her şey daha iyi. Aslında yurtdışına gittiğimde açmıştım ama fazla göz önünde olmak istemedim.
“Gülerken bile düşünmeniz gerekiyor, herkes bakıyor, kendimi özgür hissetmiyordum”
* Başörtüsünü ilk çıkarttığınızda ne hissettiniz? Özgürlük mü yoksa çıplaklık mı?
Özgür olduğumu hissettim. Yapmak istediğim ama yapamadığım bir sürü şey vardı. At binmeye, tenis oynamaya başladım. Tüm bunları başörtüsüyle yapmaya çalıştığımda daha çok dikkat çekiyordu, herkes bana bakıyordu, kendimi özgür hissetmiyordum. Gece kulübüne gidip bir sanatçı dinleyemezsiniz, okulda arkadaşlarınızla bir çılgınlık yapmak istediğinizde türbanı düşünürsünüz. Her şeyinize dikkat etmeniz gerekir. Gülerken bile düşünmeniz gerekiyor. Türban, hayatı bir çok yönden kısıtlıyor.
* Ciddi bir sorumluluk yani...
Başörtüsü ağırlık, sorumluluk ve dikkat gerektiriyor. Ben kapalıyken Türkiye’de bir eğlence-sohbet programına katıldım. Sunucu arkadaşımız bana iltifat etti, “çok seksiniz” tarzında bir şey söyledi, hiç art niyetle şöylenmiş bir söz değildi. Ertesi gün o kadar çok tepki aldım ki anlatamam. Çünkü o söz aslında bana söylenmiş bir laf değildi, ben orada kapalı kadınları temsil ediyordum. Babam bile çok farklı bir reaksiyon verdi. O anda hem korktum, hem çok üzüldüm. Bu çok hassas bir konu, bu yüzden başörtüsüyle oturmanıza, kalkmanıza, gülmenize, konuştuklarınıza, kıyafetlerinize her şeyinize dikkat etmek zorundasınız. Vücut dilini kullanırken, espri yaparken, flört ederken hepsinde çok farklı davranmanız gerekir. Türban farklı sorumluluklar getiriyor ve ben bu sorumluluğu daha fazla taşımak istemedim.
“Türbanım sayesinde Al Pacino ile tanıştım çünkü yüzlercesi arasından dikkatini çektim”
* Şimdi nasıl bir tarzınız var?
Şimdi old-fashion dediğimiz bir tarzım var. Yine kendim tasarlıyorum ama daha çok 40’lı, 50’li yıllardan esinleniyorum. Şu anda daha sadeyim diyebilirim. Ama tabii ki; tulumlar giyiyorum, saçlarımı kabartıyorum, takma kirpik takıyorum; mutlaka bir farklılığım olması lazım. Kapalıyken Arap kadınlarını temsil ediyor gibiydim, şimdi ise eski Fransız kadınlarının modasından etkileniyorum. Zaten en hayran olduğum kadın Simone de Beauvoir, ünlü Fransız yazar. O idolum olduğu için bazen onun kıyafetlerinden de esinleniyorum.
* Başta ailenizden olmak üzere nasıl tepkiler aldınız?
Annem babam ayrılar. Babam ile fazla görüşmüyoruz. Annemi iki yıldır yumuşattım. Ona, aslında bir şeyin değişmediğini anlattım. Ben kapalı kıyafetlerimle daha çok dikkat çekiyordum. Central Parkta Al Pacino’nun “Venedik Tacirini ” oyununu izlemeye gittim. Yüzlerce kişinin içerisinden Al Pacino’nun dikkatini çektim ve benimle tanışmak istedi. Onunla tanışmayı bekleyen yüzlerce insan varken, türbanım sayesinde Al Pacino ile tanışma fırsatı buldum. Herkes açıktı ve ben ise beyazlar içinde kapalıydım. O halim Al Pacino’nun dikkatini çekti.
* Eşiniz?
Çok beğendi. “Sophie Loren gibi oldun” diyor, hatta zaman zaman kıskanıyor. “Ben yaşlanıyorum sen gençleşiyorsun” diyor.
* Kaç yaş fark var aranızda?
17 yaş.
Yeni kitabında din değiştiren bir gencin hikâyesini anlatıyor
Din değiştiren bir gencin hikayesini yazdığını belirten Rabia Kazan, “Gerek Türkiye’de gerekse dünyada işlenmemiş bir konu. Yine cesaret gerektiren ama inandığım bir husus. Aslında roman çıktıktan sonra daha iyi anlayacağız, bakalım Türkiye ne kadar değişmiş. Bahriye adlı üniversiteli bir kız, inandığı için Müslümanlıktan, Hristiyanlığa geçiyor. Başlangıçta annesinden saklıyor, kiliseye gidiyor saklıyor, değişik kıyafet giyiyor saklıyor sonra bir adama aşık oluyor” diyor ve güzel bir hikaye anlattığını belirtiyor.
Yakın bir gelecekte çocuk yapmayı da düşünen Kazan, çocuğunun istediği dini seçebileceğini, bu konuda özgür olduğunun altını çiziyor.
ALLAHa şükürler olsun ki senin gibi bir necisin safını belli etmesi