Rabıta!
Rabıtayla ne kastedildiğini kendi kaynaklarından öğrenelim:
Rabıta bir müridin, mürşid-i kamilinin ruhaniyetiyle beraber, suretini kalp gözünen önüne getirerek hayal etmesi ve kalbiyle ondan yardım istemesinden ibarettir. (Ruhu'l Furkan, c.II, s.64)
Rabıtanın en üstün derecesi, iki gözün arasında olan hayal hazinesi ile mürşidin ruhaniyetinin yüzüne hatta iki gözünün arasına bakmaktır. Zira orası feyiz kaynağıdır. Ondan sonra mürşide karşı kendini alçaltarak, son derece tevazu ile yalvarmak ve onu Mevlâ ile kendi arana vesile kılmak üzere, mürşidin ruhaniyetinin hayal hazinesine girip oradan kalbine ve derinliklerine yavaş yavaş indiğini düşünüp, senin de peşinden yavaş yavaş oraya aktığını ve indiğini hayal ederek, şeyhini kendi nefsinden geçinceye kadar hayal gözünden kaybetmemektir. (Ruhu'l Furkan,c.II, s.79)
Kendi açıklamalarındanda anlaşıldığı üzere rabıta, müridin mürşidini yani Allah-u teala'nın velisi olarak kabul ettiği kişinin simasını, her zaman zihninde, hayalinde canlandırması, onu anması, zikretmesi, ihtiyaç anında ondan medet umması, duasında yani ibadetinde Allah-u teala'yla arasında aracı kılmasıdır. Bu apaçık bir şirktir.
Bu uygulama aynen Mekke müşriklerinin yaptıkları uygulamaya benzer. Nitekim müşrikler; "Bu heykeller Nebilerin ve Salih kimselerin sembolleridir. Bunlar Allah'la bizim aramızda bir vasıtadırlar, bu vasıtalarla biz Allah'a yaklaşıyoruz" diyorlardı.
Allah-u teala şöyle buyuruyor:
"İyi bil ki, halis din yalnız Allah'ındır. O'ndan başka dost edinen kimseler: Biz onlara sadece bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye tapıyoruz derler... (Zümer:3)
Görüldüğü üzere müşrikler iyi niyetleriyle Allah-u teala'ya daha çok yaklaşmak için, aracılar kılıyorlardı. Ama bu iyi niyet, onları şirkten kurtaramamıştır. Aslında Rabıta ve benzeri uygulamaların yapılmasında etkili olan tasavvufçularda bulunan "Kutup" ve "Gavs" inancıdır. Tasavvufçulara göre Kutup en büyük velidir, bütün Erenlerin başı, Allah'ın izniyle kainatta tasarruf sahibidir. Gavs'sa darda kalındığında sığınılan ve istimlad edilen, yani yardım istenilen Kutuptur. Darda kalan Sulfiler "Yetiş ya Gavs" diye Gavs'a sığınırlar. Onlara göre Gavs istimlad edene yardım elini uzatır.
Tarikatçıların abartıp, ilahlaştırıp Gavs ilan ettikleri kişilerden biride "Abdulkadir Geylani"'dir.
"O Ebu Muhammed Kutbi Rabbani, İnsanların ve cinnilerin rehberi olan Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretleridir. Tam 8 Asır'dan fazladır, insanların sığınağı, darda kalmışların imdadına yetişici olmaya devam etmiştir."
Evet, Yanlış okumadınız, onlara göre Abdulkadir Geylani öldüğü halde tam 8 Asır'dan fazladır, darda kalmışların imdadına yetişici olmaya devam ediyor. Bu nasıl bir inanç? Bu apaçık bir şirktir. İnsanların sığınağı, yardım istiyeceği sadece Allah-u teala'dır, aciz kullar değil.
Allah-u teala şöyle buyuruyor:
"Müşriklere de ki: Allah'tan başka ilah zannettiğiniz şeyleri çağırın. Onlar, zararı sizden ne uzaklaştırabilirler, ne de değiştirebilirler. Onların yalvardıkları da, Rablerine hangisi daha yakın olacak diye vesile ararlar, Onun rahmetini umarlar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı gerçekten korkunçtur." (İsra: 56-57)
"O Gavs-ul Azam'dır. Ona bu ismi Cenabı Hak ihsan etmiştir. Bu cihanın güneşi, sevgiler hazinesi, taaaa arştan haber veren Geylani türbesidir. Feyiz şualarıyla ölü kalpler dirilten, bu binlerce velinin gönüller kubbesidir. Dilden dile dolaşan, kaf dağlarını aşan, çaresiz kalmışların gerçek mürebbisidir. İlmiyle, kemaliyle bizlere yol gösteren iman, islam ve dinin sarsılmaz kalesidir."
Bir insanın nasıl ilahlaştırıldığını ve türbesinin nasıl tapınak haline getirildiğini okudunuz. Onun Gavsul Azam olduğu, türbesininde taaaaa arştan haber verdiği inancı aynen Mekke Müşriklerinin inançlarına benzer.
Mekkeli Müşrikler Kâbe'yi tavaf ederken şöyle derlerdi:
"Emret Allah'ım. Senin hiçbir ortağın yoktur, yanlız bir ortağın vardır ki, onunda bütün yetkilerinin de sahibi sensin."
Müşriklerin kafası çok karışık olur, o ortağın ve tüm yetkilerinin sahibide Allah-u teala'dır demekle kendilerini kurtaracaklarını sanarlar. Kutup, Gavs gibi adlarla andıkları kişilere olağanüstü yetkiler yakıştıran kişilerde öyledir. Onlarda bu yetkiyi Allah-u teala'nın verdiğini söyleyince işin içinden sıyrılacaklarını sanarlar, bu onların gerçekte Allah-u teala'yı isimve sıfatlarıyla birlemediklerini gösterir. Bunlar Allah-u teala'yı hakkıyla bilmedikleri için, yaptıkları şirkleri haklı göstermek için Allah'ı haşa dünya hükümdarlarına, yani kullara benzetirler. Oysa Allah-u teala onların bu benzetmelerinden münezzehtir.
Allah-u Teala şöyle buyuruyor:
"...Onun bezeri olan hiçbir şey yoktur.O, herşeyi işitir ve görür." (Şûrâ: 11)
Hükümdarlarla vatandaşları arasındaki aracılar gibi, Allah (c.c) ile kulları arasında aracılar olduğunu kabul ediyorsanız; nasıl ki vatandaşlar ya direkt olarak ihtiyaçlarını hükümdara aktarmayı saygıya aykırı gördüklerinden ya da aracıların, hükümdara kendileri için daha yararlı olur düşüncesiyle ihtiyaçlarını aracılara arzedin aracılar da bunları hükümdara iletiyorsa, Allah'la (c.c) kulları arasındaki aracıların da, kulların ihtiyaçlarını Allah'a (c.c) ilettiklerini, Allah'ın (c.c)'da ancak onların aracılığıyla kullarını hidayete erdirdiğini ve onlara rızık verdiğini; halkın, ihtiyaçlarını bu aracılardan isteyip onların da bunları Allah'tan (c.c) istediklerini söylüyorsanız, bunu söyleyen, kafir ve müşriktir. (İbn Teymiyye-Tevessül s.160,161)
İşte bu şekilde vasıtalara gerek yoktur. Çünkü Allah (c.c) kuluna herkesten ve herşeyden yakındır.
Allah-u Teala şöyle buyuruyor:
"Kullarım sana Beni sorarlarsa, şüphesiz ki Ben onlara çok yakınım. Dua edenin duasını, Bana dua ettiği zaman kabul ederim. O halde onlarda Benim davetime uysunlar ve Bana inansınlar ki, doğru yolu bulmuş olsunlar. (Bakara: 186)
Allah-u Teala şöyle buyuruyor:
"Her işinde yalnız Rabbine yönel, isteyeceğini O'ndan iste." (İnşirah: 8 )Allah-u Teâlâ'nın rahmeti hidayeti mağfireti ve bereketi Allah-u Teâlâ'ya hakkıyla iman eden muvahhidlerin üzerine olsun