Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İlmi Konu Rabıta'nın İç Yüzü : Fecr-i Sadık Doğdu, Maske Görüldü (Kitab)

Abdulafuv Çevrimdışı

Abdulafuv

Hak Ehli Susarsa Batıl Ehli Kendini Hak Zanneder
İslam-TR Üyesi
bir kere orda duracaksın birader Allahı bırakıpta dost edinen kim o put ayeti yahudi ve hiristiyanlar hz isayı Allaha ortak kosuyolardı putları o şirktir eklerim tabiyki hepsini inkar etmissiniz seyyidleride inkar etmissiniz peygamber efendimiz beni seven ehlibeytimi sevsin diyo ben rabıta yapmıyorumki ama bu zatlar yapıyor öyle bi şirk olsa Allah onları kahrı perisan ederdi yardımına kosamazlardı milletin sen tutupta bana Allahın putlara müsriklere papazlara indirdigi ayeti okuyorsun ve carpıtıyorsun olayı tamamen carpıtma Allahtan baska yüze kim nur verebilir 1000 lerce talebe yetistirmisler ben sehidligi cihadı cok iyi biliyorum siz rahat olun ama cihadın arkasına saklanıp Allah dostlarını inkar etmeyin carpıtmayın olayı ben rabbıta yapmıyorum ve hiç yapmadım sadece tarikat zikiri yapıyorum hea oda nemi yazayım bak buraya günde 15bin kere Allah cekiyorum 1 cüz kuran okuyorsun 1000 kere peygamber efendimize salavat getiriyoruz ne var bunda bu evliyaları karalama olayları albdulaziz bayındırla cıktı onunda niyeti bellidir ahir zamanda fitneler cok olur niye o zaman herkezin hocası vardı peygamber efendimizin hocası Allah c.c dur Allah Alimlerin alimidir Alim bilen kisi demek niye saldırıyorsunuzki istedigin kadar git cihad et evliyaya düsmanlık et kendini üstünmü görüyorsunuz onlardan bir kere gittinmi ömründe seyh gördünmüki burda sadece gördügünle s..................................

..............gelmiş bana Allahın putlar için indirdigi ayeti okuyor abdulaziz bayındırda peygamber efendimizi bu ayetle inkar ediyor sefatini o nolcak peki Allahtan baska kimsenin yardım edemecegi o dehsetli günden sakının diyor Allah peygamber efendimize Makamu Mahmudu Vermedimi seffat makamını ayet kuran carpıtma böyle olur iste

Demagojiyi seven bir milletiz sanırım sende bunun tipik bir örneğini sergiliyorsun ,) o toz kondur(a)madığın seydalarını böyle mi savunuyorsun, sadece duygu sömürüsü yaparak mı ?!
Doğru size sadece bunu öğrettiler siz zikir yapın salavat çekin bırakın onlar da Kur'anı-ı tevil etsinler ! .




 
Ummu Aişe Çevrimdışı

Ummu Aişe

حسبنا الله ونعم الوكيل
Site Emektarı
nakşibendi13: Yahudi ve hristiyanlar için deyip, geçiştirdiğiniz ayetin tefsirini buyurun:

Tevbe 31 Tefsiri

***

Bu arada aşağıdaki linkte verilen konuları tek tek inceleyin inşallah:

İlmi Konu - Ehl-i Tasavvufçuların Hayrına (Tasavvufla İlgili Konu Linkleri)

Yeni girdiğinizi söylediğiniz ve sonuna kadar savunduğunuz tasavvufun nasıl olduğunu, tasavvufçulardan değil de, bir de tevhid ehlinden öğrenin.

Bu forumda size (sizlere) cevap olarak verilebilecek oldukça yüklü çalışmalar, delilleriyle (Kur'an ve Hadisten olmak üzere) var.

Ben de tasavvufu iyi bir şey sanırdım ama aslını öğrenince ters yöne kaçmaya başladım. Sizlere de doğru bildiğini ispat için çabalamanızı değil, Allah'ın rızası için verdiğim linklerde ve benzer konularda araştırmanızı tavsiye ediyorum. Uzatmayı sevmem, ben nasıl bilmiyorken araştırıp öğrendiysem, hakkı arıyorsanız gerçekten insaf eder okursunuz.
 
portalkal Çevrimdışı

portalkal

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Naksibendi kara yegen bak simdi ,ummet 300 senedir kor bir taassub ve taklite mahkum edildi... neden? Tarikat ve tasavvuf yuzunden,sen dergaha kapanip milyon kere tevbe etsen 10 milyar rekat namaz kilsan ,ben 5 vakit namaz kilsam nerede mazlum musluman topragi var bir damla kanimin karsiligi olurmu sence?

Peki soyle sorayim tarikat adabinda hep daha fazla hep daha fazla diyerek insanlari zikre ve rabitaya alistirmak sence kiliselerine kapanmis cizvit papazlarinin yasantisina benzemiyormu? Ya kardesim bak senin gectigin yollardan gectim ,elhamdulillah selefi salihin yolu gercek yolmus onu anladim ... sakalimi sorup seyhin kim diyenlere ;ustunde yurudugun topragi yuzu suyu hurmetine yaratilan peygamber benim aeyhim diyorum :)

Son soz:Allah yolunda bir damla kan ,butun sofilerin cektigi zikirden daha degerlidir onun indinde...


Velhasil doldur sofi cay icelim biiznillah:)
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Nakşibendi 13, boşuna laf kalabalığı yapmayalım ve direkt sonuca gidelim;

Rabıtaya Kur'an ve sunnetten delilini kısaca aktarırmısın?

Not : Başka bir şey yazıp konuyu karıştırma
 
S Çevrimdışı

seyful_fazl

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
ABDULMUİZZ abi benimde tarikatçilere en uyuz olduğum konu bu adamlarla hangi konuyu konuşursan konuş alakasız alakasız şeyler söylüyorlar başka seyler anlatıyorlar en alakasız yerlerden en alakasız sonuçları çıkartıyorlar kısacası nasıl inanmak istiyorlarsa öyle inanıyorlar herhangi bir delile dayandıkları yok bunların ...
 
Çay-Şakird Çevrimdışı

Çay-Şakird

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
ben kuranı acarım bakarım rabıta varmı yok o zaman yapmam ben zaten tarikata dün girdim ben baska seyi savundum ama tutupta hz mevlanaya hakaret edenler Allah katında bunun hesabını veremiyecekler hz mevlananın peygamber efendimizi savunması

- Ey bilginler bilgini, söyle bana, Muhammed mi büyüktür, yoksa Beyâzîd Bistâmî mi?"Mevlânâ, yolunu kesen bu garip yolcudan çok etkilenmiş, sorduğu sorudan ötürü şaşırmıştı:
- Bu nasıl sorudur?" diye kükredi. "O ki peygamberlerin sonuncusudur; O'nun yanındaBeyâzîd Bistâmî'in sözü mü olur?"Bunun üstüne Tebrizli Şems şöyle dedi:
- Neden Muhammed "Kalbim paslanır da bu yüzden Rabb'ime günde yetmiş kez istiğfar ederim" diyor da, Beyâzîd, "kendimi noksan sıfatlardan uzak tutarım, cüppemin içinde Allah'tan başka varlık yok' diyor; buna ne dersin?"Bu soruyu Mevlânâ şöyle karşıladı:
- Muhammed her gün yetmiş mâkam aşıyordu. Her mâkamın yüceliğine vardığında önceki mâkam ve mertebedeki bilgisinin yetmezliğinden istiğfar ediyordu. Oysa Beyâzîd ulaştığı mâkamın yüceliğinde doyuma ulaştı ve kendinden geçti, gücü sınırlıydı.; onun için böyle konuştu".Tebrizli Şems bu yorum karşısında "Allah, Allah" diye haykırarak onu kucakladı. Evet, aradığı O'ydu. Kaynaklar, bu buluşmanın olduğu yeri Merec-el Bahreyn (iki denizin buluştuğu nokta) diye adlandırdı.


cübbesinde Allahtan başkasının olmadığını iddia eden adamı ve bu adamı savunan adamı koruyup kollamak önemli bir görev midir? beyazıd i bistami hakkında bu söylenenler küfür sözlerdir, Allah ın kullarına hulul ettiğine inanmak küfürdür.
 
E Çevrimdışı

ehlieser

Üye
İslam-TR Üyesi
ben kuranı acarım bakarım rabıta varmı yok o zaman yapmam ben zaten tarikata dün girdim ben baska seyi savundum ama tutupta hz mevlanaya hakaret edenler Allah katında bunun hesabını veremiyecekler hz mevlananın peygamber efendimizi savunması

- Ey bilginler bilgini, söyle bana, Muhammed mi büyüktür, yoksa Beyâzîd Bistâmî mi?"Mevlânâ, yolunu kesen bu garip yolcudan çok etkilenmiş, sorduğu sorudan ötürü şaşırmıştı:

- Bu nasıl sorudur?" diye kükredi. "O ki peygamberlerin sonuncusudur; O'nun yanındaBeyâzîd Bistâmî'in sözü mü olur?"Bunun üstüne Tebrizli Şems şöyle dedi:
- Neden Muhammed "Kalbim paslanır da bu yüzden Rabb'ime günde yetmiş kez istiğfar ederim" diyor da, Beyâzîd, "kendimi noksan sıfatlardan uzak tutarım, cüppemin içinde Allah'tan başka varlık yok' diyor; buna ne dersin?"Bu soruyu Mevlânâ şöyle karşıladı:
- Muhammed her gün yetmiş mâkam aşıyordu. Her mâkamın yüceliğine vardığında önceki mâkam ve mertebedeki bilgisinin yetmezliğinden istiğfar ediyordu. Oysa Beyâzîd ulaştığı mâkamın yüceliğinde doyuma ulaştı ve kendinden geçti, gücü sınırlıydı.; onun için böyle konuştu".Tebrizli Şems bu yorum karşısında "Allah, Allah" diye haykırarak onu kucakladı. Evet, aradığı O'ydu. Kaynaklar, bu buluşmanın olduğu yeri Merec-el Bahreyn (iki denizin buluştuğu nokta) diye adlandırdı.

Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in adını bu şekilde biz ansak "sizi vahhabiler sizi" olurdu durum!
Evvela Rasulullah'ın adını anarken edebinizi takının!

İkincisi hadislerin şerhleri için akılsızların sözlerini değil muhaddislerin tahkiklerini getirin.

Kaldı ki Mevlanızın sadık yarenlerinden olan Ahmed Eflaki'nin Menakibul Arifin adlı eserinde Beyazıt için O mu büyük Allah mı büyük sorusu dahi sorulmuştur! Şimdi kalkıpta Rasulullah ile Beyazıt'ın kıyası için verilen bu cevabı getirmeniz abes bir durum.

Haydi beyazıtın bu küfür sözünü te'vil ile görmezden geldik. Peki ya şu sözüne ne demeli; Öyle denizler geçtim ki peygamberler kıyısında kaldı. Veya Cehennem nedir ki cübbemin ucuyla söndürürüm gibi ahmakça küfür sözler!

Bundandır ki tasavvufçular şeyhlerinin cübbesinin ucundan tutunupta cennete gireceklerini zannederler!

Son dönem tasavvufçularından abdulbaki erol'da -ki namı diğer menzil şeyhi- kibrit kutusunda cennete gidiyor müridleriyle hemde şahı nakşibendin kibrit kutusunun içinde!

Subhanallah!
 
Abdulafuv Çevrimdışı

Abdulafuv

Hak Ehli Susarsa Batıl Ehli Kendini Hak Zanneder
İslam-TR Üyesi
ben kuranı acarım bakarım rabıta varmı yok o zaman yapmam ben zaten tarikata dün girdim ben baska seyi savundum ama tutupta hz mevlanaya hakaret edenler Allah katında bunun hesabını veremiyecekler hz mevlananın peygamber efendimizi savunması

- Ey bilginler bilgini, söyle bana, Muhammed mi büyüktür, yoksa Beyâzîd Bistâmî mi?"Mevlânâ, yolunu kesen bu garip yolcudan çok etkilenmiş, sorduğu sorudan ötürü şaşırmıştı:
- Bu nasıl sorudur?" diye kükredi. "O ki peygamberlerin sonuncusudur; O'nun yanındaBeyâzîd Bistâmî'in sözü mü olur?"Bunun üstüne Tebrizli Şems şöyle dedi:
- Neden Muhammed "Kalbim paslanır da bu yüzden Rabb'ime günde yetmiş kez istiğfar ederim" diyor da, Beyâzîd, "kendimi noksan sıfatlardan uzak tutarım, cüppemin içinde Allah'tan başka varlık yok' diyor; buna ne dersin?"Bu soruyu Mevlânâ şöyle karşıladı:
- Muhammed her gün yetmiş mâkam aşıyordu. Her mâkamın yüceliğine vardığında önceki mâkam ve mertebedeki bilgisinin yetmezliğinden istiğfar ediyordu. Oysa Beyâzîd ulaştığı mâkamın yüceliğinde doyuma ulaştı ve kendinden geçti, gücü sınırlıydı.; onun için böyle konuştu".Tebrizli Şems bu yorum karşısında "Allah, Allah" diye haykırarak onu kucakladı. Evet, aradığı O'ydu. Kaynaklar, bu buluşmanın olduğu yeri Merec-el Bahreyn (iki denizin buluştuğu nokta) diye adlandırdı.

Bütün dünyanın Müslümanları Allah'ın son peygamberi Hazreti Muhammed'in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak takip etmeli. Tüm Müslümanlar Hazreti Muhammed'i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli. islamiyet'in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilir. | M.Kemal Atatürk (Enver Ziya KARAL, Atatürk’ten Düşünceler, s 73)
Bunu söyleyen ne mübarek! insanmış değil mi aynı Bistami, Mevlana gibi ..!
 
VeraŞehadet Çevrimdışı

VeraŞehadet

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Bak şimdi Rasulullah zamanına baktığımızda müşriklerin şöyle dediklerini görürüz; ' Rabbimiz sen çook yukardasın biz sana ulaşamayız, biz en iyisi aramıza bu putları koyalım sen kabul buyur'.. Velhasıl Şu anki tarikat mensuplarının yaptıklarıda kısaca bu..
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
naksibendi13;249930' Alıntı:
ben kuranı acarım bakarım rabıta varmı yok o zaman yapmam ben zaten tarikata dün girdim ben baska seyi savundum ama tutupta hz mevlanaya hakaret edenler Allah katında bunun hesabını veremiyecekler hz mevlananın peygamber efendimizi savunması

- Ey bilginler bilgini, söyle bana, Muhammed mi büyüktür, yoksa Beyâzîd Bistâmî mi?"Mevlânâ, yolunu kesen bu garip yolcudan çok etkilenmiş, sorduğu sorudan ötürü şaşırmıştı:
- Bu nasıl sorudur?" diye kükredi. "O ki peygamberlerin sonuncusudur; O'nun yanındaBeyâzîd Bistâmî'in sözü mü olur?"Bunun üstüne Tebrizli Şems şöyle dedi:
- Neden Muhammed "Kalbim paslanır da bu yüzden Rabb'ime günde yetmiş kez istiğfar ederim" diyor da, Beyâzîd, "kendimi noksan sıfatlardan uzak tutarım, cüppemin içinde Allah'tan başka varlık yok' diyor; buna ne dersin?"Bu soruyu Mevlânâ şöyle karşıladı:
- Muhammed her gün yetmiş mâkam aşıyordu. Her mâkamın yüceliğine vardığında önceki mâkam ve mertebedeki bilgisinin yetmezliğinden istiğfar ediyordu. Oysa Beyâzîd ulaştığı mâkamın yüceliğinde doyuma ulaştı ve kendinden geçti, gücü sınırlıydı.; onun için böyle konuştu".
Tebrizli Şems bu yorum karşısında "Allah, Allah" diye haykırarak onu kucakladı. Evet, aradığı O'ydu. Kaynaklar, bu buluşmanın olduğu yeri Merec-el Bahreyn (iki denizin buluştuğu nokta) diye adlandırdı.


Madem Rabıta'dan Celaleddin'e geçtin, Buyur o zaman. Bana kendi eserlerindeki aşağıdaki ifadeleri İslam'a göre izah et de görelim senin evliyanı !

Mevlana'nın ve diğer mutasavvıfların küfür ve şirk sözleri (S.192-198)

images


Kendi kitabını vahiy ürünü gibi olduğu iddiasıyla Kur'an'la özdeştirip, Kur'an'ın özellik ve sıfatlarını kitabı içinde kullanan Celâleddin Rûmî şunları yazar:

"Bu kitap, Mesnevi kitabıdır. Mesnevi, hakikata ulaşma ve yakîn sırlarını açma hususunda din asıllarının asıllarının asıllarıdır. Tanrı'nın en büyük fıkhı, Tanrı'nın en aydın yolu, Tanrı'nın en açık burhanıdır. Mesnevi, içinde kandil bulunan kandilliğe benzer, sabahlardan daha aydın bir surette parlar... Kalblere cennettir; pınarları var. dalları var, budakları var. O pınarlardan bir tanesine bu yol oğulları Selsebil derler. Makam ve keramet sahiplerince en hayırlı duraktır, en güzel dinlenme yeridir. Hayırlı ve iyi kişiler orada yerler, içerler... Hür kişiler ferahlanır, çalıp çağırırlar. Mesnevi Mısır'daki Nil'e benzer; Sabırlılara içilecek sudur, Firavun'un soyuna sopuna ve kafirlere hasret. Nitekim Tanrı 'da "Hak onunla çoğunun yolunu azıtır, çoğunun da yolunu doğrultur" demiştir.
Şüphe yok ki, Mesnevi gönüllere şifadır, hüzünleri giderir, Kur'an'ı apaçık bir hale koyar, rızıkların bolluğuna sebep olur, huyları güzelleştirir. Şanları yüce, özleri hayırlı katiplerin elleriyle yazılmıştır, temiz kişiden başkasının dokunmasına müsade etmezler. Mesnevi Alemlerin Rabb'inden inmedir; Bâtıl ne önünden gelebilir, ne ardından. Tanrı onu korur gözetir; Tanrı en iyi koruyandır, merhametlilerin en merhametlisidir. Mesnevî'nin bunlardan başka lakkardeşrı da var, o lâkkardeşn verende Tanrı'dır.


Celâleddin Rûmî'den konuyla ilgili şu örnekleri verebiliriz:
Biz cenge dönmüşüz mızrabı vuran sensin; inleyiş bizden değil; Sen inliyorsun,
Biz ney gibiyiz, bizdeki ses sendendir; biz dağ gibiyiz, bizdeki ses sendendir'.
Bir başka şiirinde ise daha açık ve net olarak düşüncesini dile getirir:
Varlık yokluk hep O'dur.
Sevinç ve kederi hasıl eden hep O'dur.
Alemde ne varsa O'nun dışında değildir.
Altı cihette de, altı cihetin dışında da tapılacak olan hep O'dur

images
images

Vahiyden Kültüre - Celaleddin Vatandaş, Pınar yayınları, İst-1991 - Mevlana'nın ve diğer mutasavvıfların küfür ve şirk sözleri (S.192-198)

Sultan Veled, Mevlana, Şems ve Kimya Hatun şirki (S.56-57)

Yine Sultan Veled'den nakledilmiş tir ki: Bir gün ileri gelen sofiler babam Hudavendigâr'dan: "Abu Yezid (Tanrı rahmet etsin), Ben Tanrı'mı daha sakalı bitmemiş bir genç şeklinde gördüm, buyuruyor. Bu nasıl olur?" diye sordular. Babam:
"Bunda iki hüküm vardır: ya Bayezit Tanrı'yı sakalı bitmemiş genç şeklinde görmüş, yahut Bayezid'in meylinden ötürü Tanrı onun gözüne bir genç çocuk suretinde gözükmüştür "dedi.


Yine buyurdular ki: Mevlânâ Şems-i Tebrizî'nin Kimya adında bir karısı vardı. Bir gün Şems hazretlerine kızıp Meram bağları tarafına gitti. Mevlânâ hazretleri medresenin kadınlarına işaretle: "Haydi gidin Kimya Hatuna buraya getirin; Mevlana, Şemseddin'in gönlü ona çok bağlıdır" buyurdu.
Bunun üzerine kadınlardan bir grup onu aramaya hazırlandıkları sırada Mevlânâ, Şems'in yanına girdi. Şems, şahane bir çadırda oturmuş, Kimya Hatunla konuşup oynaşıyor ve Kimya Hatun da giydiği elbiselerle orada oturuyordu.
Mevlânâ bunu görünce hayrette kaldı. Onu aramağa hazırlanan dostların karılan da henüz gitmemişlerdi. Mevlânâ dışarı çıktı. Bu karı kocanın oynaşmalarına mâni olmamak için medresede aşağı yukarı dolaştı. Sonra Şems "içeri gel" diye bağırdı. Mevlânâ içeri girdiği vakit, Şems'ten başkasını görmedi. Bunun sırrını sordu ve: "Kimya nereye gitti" dedi Mevlânâ.
Şems: "Yüce Tanrı beni o kadar sever ki istediğim şekilde yanıma gelir. Şu anda da Kimya şeklinde geldi" buyurdu, işte Bayezid'in hali de böyle idi. Tanrı ona daha sakalı bitmemiş bir genç şeklinde göründü.


Vahiyden Kültüre - Celaleddin Vatandaş, Pınar yayınları, İst-1991 - s.236,237 (Eflaki’den/2/67,70))

MENAKIB’ÜL ARİFİN II (Arifler’in Menkıbeleri)Ahmed Eflaki - Sultan Veled, Mevlana, Şems ve Kimya Hatun şirki (S.56-57)
Fi hi ma fih
zBK346215HH513_250.jpg
Mevlana M.E.B çev meliha İlker ambarcı oğlu İstanbul 1990
Mesnevi Mevlana M.E.B çev. Veled İzbudak , gözden geçiren Abdulbaki Gölpınarlı , İstanbul 1990

images
images


Yine dostların olgunlarından nakledilmiştir ki: bir gün kıskanç fakihler inkar ve inatları sebebiyle Mevlana’dan: “ şarap helal mıdır veya haram mı?” diye sordular.
Onların maksadı Şemseddin’in şerefine dokunmaktı. Mevlana kinaye yolu ile “İçse ne çıkar: Çünkü bir tulum şarabı denize dökseler deniz değişmez ve denizi bulandırmaz. Bu denizin suyu ile abdest almak ve onu içmek caizdir. fakat küçücük havuzu şüphesiz bir damla şarap pisletir. böylece tuzlu denize düşen herşey tuz hükmüne girer. Açık cevap şudur ki, eğer Mevlana Şemseddin şarap içiyorsa, herşey ona mübahtır. Çünkü o deniz gibidir. eğer bunu senin gibi bir kızkardeşi fahişe yaparsa, ona arpa ekmeği bile haramdır.” buyurdu.
MENAKIB’UL ARİFİN II (Arifler’in Menkıbeleri)Ahmed Eflaki - (cilt 2, sf. 72)



Mevlana, Şemsi Tebriz’in ve şeyh Hasisi’nin edepsizlikleri (S.59-60)
images


Yine Sultan Veled hazretlerinden nakledilmiştir ki: Bir gün Mevlânâ Şemseddin iyi ve namuslu kadınları övüyor ve onların iffet ve ismeti hakkında: "Bununla beraber bir kadına, Arşın üstünde bir yer verseler, onun nazarı birdenbire dünya üzerine düşse ve yeryüzünde intiaza gelmiş bir tenasül âleti görse deli gibi kendini ordan aşağı atar ve âletin üstüne düğer; çünkü kadınların mezhebinde ondan daha yüksek bir mertebe yoktur" buyurdu ve sonra şu hikâyeyi anlattı:
"Şam'da bulunan Şeyh Ali Hariri kademli, parlak kalbli, metanet sahibi bir kişiydi. Semâ esnasında, kime baksa derhal o, ona mürit olurdu. Giydiği hırka parça parça idi. (Bu yüzden) Semâ esnasında vücudunun her tarafı görünürdü. Halifenin oğlu da bunun menkıbelerini işittiği için, semâ'ım görmek istedi. Sema edenleri seyretmek için makam kapısından içeri girdiği vakit şeyhih nazarı ona ilişti. O derhal mürit oldu ve elbise giydi. Oğlunun şeyhe mürit olduğu haberi Mısır'da halifenin kulağına ulaştı. Son derecede canı sıkıldı. Şeyhi öldürmek istedi. Fakat şeyhin yüzünü görür görmez o da tam bir samimiyetle şeyhe teveccüh gösterdi. Halifenin karısı da onu görmek istedi. Şeyhi eve davet ettiler. Hatun ilerleyip şeyhin ayaklarına kapandı ve elini öpmek istedi. Şeyh tenasül âletini kaldırarak kadının eline verdi ve: "Senin istediğin o değil; budur" dedi ve semâ'a başladı. Bunun üzerine halifenin itikadı bir iken bin oldu.

images

MENAKIB’ÜL ARİFİN II (Arifler’in Menkıbeleri)Ahmed Eflaki - Mevlana Şemsi Tebriz’in ve şeyh Hasisi’nin edepsizlikleri (S.59-60)


Orjinali konyadaki mevlana müzesinde ; mevlananın kendi el yazması iledir :

Mevlâna ve Şems arasında geçtiği söylenen hadisede de görüldüğü gibi, Vahdet-i vücud, kadın kılığına giren Tanrı ile seviştiğini iddia etmektir. Ne gariptir ki; ALLAH'a söverek nara atan sarhoş bir sokak serserisini, öldürmeye-dövmeye kalkan sofî, Şems ile Mevlana arasında geçtiği söylenen şu hadiseyi kutsar veya sessiz kalır:

"Mevlana Şemsin yanına girdi. Şems şahane bir çadırda oturmuş Kimya Hatun ile oynaşıyordu. Mevlana dışarı çıktı. Bu karı koca oynaşmalarına mani olmamak için medresede aşağı yukarı dolaştı.
Sonra Şems (Mevlâna'ya) içeri gel diye seslendi. Mevlana içeri girdiğinde Şems'ten başkasını görmedi. Kimya nereye gitti? dedi.
Şems 'Yüce Tanrı beni o kadar severki, istediğim şekilde yanıma gelir. Şu anda da Kimya Hatun şeklinde geldi' buyurdu.


MENAKIB’ÜL ARİFİN I (Arifler’in Menkıbeleri)Ahmed Eflaki

Yine sultan veled buyurdu ki: bir gün babam medresede bilgiler saçıyordu. (bu arada) “halis mürid kendi şeyhinin herkesten üstün olduğuna inanan kimsedir. Mesela: bir adam beyazid (bistami)’nin müridlerinden birine “senin şeyhin mi büyük, yoksa ebu hanife mi?” diye sordu.
Mürid “benim şeyhim” diye cevap verdi. (Nihayet) o birer birer bütün sahabeyi saydı, fakat mürid yine şeyhinin hepsinden büyük olduğunu söyledi.
Sonra “Muhammed mi büyük, senin şeyhin mi?” dedi.
En sonunda “ALLAH mı büyük, yoksa senin şeyhin mi diye sordu?
Mürid “ben ALLAH’ı şeyhimle gördüm, şeyhimden başka bir şey tanımam, hep onu tanırım.” dedi.
Başka bir müridden de “ALLAH mı büyük yoksa senin şeyhin mi?” diye sordu. Bu mürid de “bu iki büyük arasında hiçbir fark yoktur” dedi.


Ariflerden biri de “bu iki büyükten daha büyük biri lazımdır ki o farkı ortaya koysun” demiştir. Nitekim buyurmuştur ki :
“ ALLAH görünmediği için peygamberler onun naibi olmuşlardır.
Hayır böyle de değil.
Bu naible, naibin naibliğinde bulunduğu kimseyi ayırmak çirkin şeydir.
burada ikilik yoktur.”
(MENAKIB’ÜL ARİFİN I (Arifler’in Menkıbeleri)Ahmed Eflaki cilt 1, sf. 324-325)


*************

Mevlana'nın, Hz. Ali Hakkındaki "Divan-ı Kebir" İsimli Kitabındaki Sözleri

73367_2.jpg


"
nokta.gif
nokta.gif
.. O açıklayıcı İmam, o Tanrı velisi, safa ehlinin vücut güneşidir. Yerde, gökte, mekanda, zamanda halka duran imamın zatı ile, iç ve dış temizliğiyle vasıflanmak vaciptir
nokta.gif
Çünkü küfürden, iki yüzlülükten kurtulmuştur. temizdir.
Onun konağı birlik alemidir. Dünyevi ve beşeri sıfatlardan dışarıdır. O insanın hakikati ve canı gibiydi. her şey fanidir, fakat can yaşar, ölmez.
Onun hareketi kendinden diri olan ezeli varlıktandır. Beka çevresinde döner dolaşır. yaratıkları yaratanın zatı gibi o bakidir.


Hakkın yüksek sıfatları Ali'nın vasfıdır. hakkın sıfatları zaten ondan ayrı değildir. O Tanrı'nın zatine yapışmış O olmuştur. Hani duyduğun "Lahutun o gizli hazinesi" yok mu; işte O, odur
nokta.gif
Çünkü , O, Haktan Hakka görünmüştür.


O hazinenin nakdi, tükenmez ilimdi. İşte o ilimden maksut, Yüce Ali'dir.Hakkın hikmetini ondan başka kimse bilmez. Zira O hakimdir, her şeyin bilginidir.
Cihan var oldukça, Ali var olur

Cihan var, olurken de Ali vardı
Cihanın temeli suret buluncaya kadar var olan Ali idi. Yer resmedilinceye, zaman husule gelinceye kadar, var olan Ali idi. Veli, vasiy olan Şah Ali, cömertliğin, keremin, bağışın sultanı idi.
Ali'den ötürü melekler Adem'e secde ettiler. Adem bir kıble idi, secde olunan Ali idi. Adem de, Şit de Eyyub da, İdris de, Yusuf da, Yunus da, Hud da, Musa da, İlyas da Salih Peygamberlerde, Davut da Ali idi.
Nefsin tamamından Ötürü cihan sofrası üzerinde elini bulaştırmayan kahraman aslan Ali idi. Kur'an'nın yer yer, ayetlerinde tanrı'nın ismini vasf ile öğdüğü Kur'an sırlarının kaşifi Ali idi.
Kapısının tokmağı kadir ve kıyamette Arşın semasından daha ileri geçen, o durmadan Hakka secde eden arif Ali idi. İslam yolunda iş düzelmedikçe; durup dinlenmeyen o şerefli, vekarlı Şah Ali idi. Hayber kalesinin kapısını bir hamlede koparıp açan, o kalalar fatihi Ali idi.


Afaka her bakışımda gördüm ki, yakın yüzünden her varlıkta var olan Ali idi. Bu küfür olmaz, küfür olan söz bu değildir. Cihan var oldukça li var olur, Cihan var olurkende Ali vardı.

Tebriz'in, Şems-ul Hakkı Cihanın gizli ve açık sırlarından her ne gösterdinse hepsi de Ali idi.

Şit, kendinde Ali'nin nurunu gördü ve yüksek alemi öğrendi.
Nuh, kendini yüksek menzile ulaştırıncaya kadar, istediğini hep ondan buldu. Gene ondandır ki kurtuluşa eren Nuh, dehirde gayret tufanını buldu da beladan kurtulmuş oldu.
Halil Peygamber, dostlukla onu andı da, ateş ona al lale oldu. Nemrudun ateşi, o Allahın dostuna hep gül, nesrin, lale oldu.
Gene o idi ki, keyfiyle kendi koyununu İsmail'e kurban etti.
Yusuf kuyuda O'nu andı da, o saltanat mülkünü süsleyen tahtı buldu. Yakup, onun önünde birçok inledi de Yusuf'un kokusunu alıp gözleri açıldı.


İmran'ın oğlu Musa, O'nun nurunu gördü de uzun geceler hayran kaldı. Kırk gece kendinden geçti; kavuşma ve görüşme zevkine daldı. Sonra dedi ki: "Yarabbi! Bana bu lutfundan bir alamet ver." Hakk O'na: "İşte sana nurlu eli verdim" dedi.
Gene Ali'nin vergisidir ki, Meryem'e arkadaş oldu da İsa vücuda geldi
nokta.gif


Divan-ı Kebir'den secme şiirler, MEB yayınları no: 1148, 1. Cilt,s: 3-4-5, Kültür Bak. Yay., Ankara 1989 (2.baskı), istanbul)

*************


Kendilerini islâm'a nisbet eden kitlelerin nezdinde ALLAH dostu,veli(!) diye tanımlandıkları halde bu insanlar müslüman oluşlarının, gerçekte bir din tercihi olmadığını, çünkü aynı zamanda yahudi, hırıstiyan, mecusi v.s dinlerin de müntesibi olduklarını çok açık bir şekilde ifade ederler:

"...Celâleddin er-Rumî "Divan"ında şöyle diyor:

"Canım, ey nur, kaçma benden!
Kaçma benden ey parlayan görünüm,
Kaçma benden kaçma benden!
Şu sarığa bak, onu nasıl başıma koydum,
Hatta bileğime taktığım Zerdüşt'ün zünnarına bak!
Zünnarı taşırım, yemliği taşırım.
Belki nuru taşırım, kaçma benden!
Müslümanım ben, ama Hırıstiyanım, Brahmanistim, Zerdüştiyim.
Ey yüce Hakk, sana tevekkül ettim, kaçma benden.
Bir tek tapınağım; mescid, kilise veya puthanem yok benim.
Sonsuz nimetim yüce yüzündedir, kaçma benden kaçma benden!"
(Teorik ve Pratik Açıdan Tasavvuf ve İslâm.S.160 (Dr. Mustafa Galveş, et-Tasavvuf fi’l- Mizan, 100-101’den)


"Ne lazım gelir ey müslümanlar ki ben kendimi bilmiyorum?
Ne Hıristiyan, ne Yahudi, ne Ermeni, ne de Müslümanım
"
(Ahmet Kisravi. Edebiyat Üzerine. s.78. Perçem Yay. 4.baskı. (Farsça)


"Dostsuzun göricek şirk yağmalandı"diyen Yunus Emre ise diğer bir çok şiirinde benzer konuyu ifade etmekten geri kalmaz. Şüphesiz konunun örneklerini daha değişik kişilere yaygınlaştırmak mümkündür. Çünkü, Kültür İslâmı gereği duygusal bir tavırla yüceltilen bir çok ünlü sûfîde sözkonusu inancın değişik ifadelerle açığa çıktığı görülmektedir. Örneğin Hacı Bayram, benzerlerinin Yunus Emre'de bolca bulunduğu bir şiirinde, Vahdet-i Vücud inancını dile getirir:

Bayram özünü bildi, Bileni anda buldu, Bulan ol kendi oldı, Sen seni bil sen seni

Sûfîlerin çoğunda anlamını bulan Hak ifadesi, bazıları tarafından ALLAH'ı ifade eden bir isim olarak algılanır. Gerçekte sûfîlerin kullanımıyla bu, Vahiy İslamı'nın ifadelerinde anlamını bulan Hak değildir. Çünkü onlar her ne kadar Hak ile ALLAH'ı kasdetmiş olsalar bile, inanıp anlattıkları ALLAH, Vahdet-i Vucud inancında anlamını bulan, tabiatla aynı olan bir Tanrı inancının ürünüdür. Bunun ise Alemlerin Rabbi mutlak ve Kadir olan ALLAH'la ilgisi yoktur.
Vahdet-i Vücud inancında anlamını bulan Tanrı inancının zirveye ulaştığı bir çok tanınmış sûfi vardır. İbn Arabî ve Celâleddin Rûmî bunlardan sadece ikisidir. Celâleddin Rûmî bu inanca yeni unsurlar ve anlamlar getirilmez. Onun yaptığı, seleflerinin ifade ve inançlarını toplayıp, sistemleştirip, bir bütünlük içerisinde ifade etmek olmuştu.
Sonraki sûfîlerin bir çoğu ise artık normal kabul edilen bir inanç unsuru haline gelmiş Vahdet-i Vücud inancını değişik bakış ve yorumlarla tekrarlamaktan öteye geçmezler. Bunların içerisinde Sûfî Efendi gibi çok ilginç anlayışlara da ulaşanlar olur. Belki de bunu anlayıştan ziyade, Vahdet-i Vücud inancının hiç bir yoruma açık kapı bırakmayacak kadar net bir ifede tarzı olarak düzeltmek gerekir. Örnek olması açısından Nazmı Efendi'nin Vahdet-i Vücud inancına değinecek olursak ,O ilk vahdet-i Vücudçulardan olarak nitelenebilecek Hallâc-ı Mansûr'u eleştirir ve onun sözünün yanlış, inancının sakat olduğunu belirtir.
Buraya kadar olan sözleri doğru görülmektedir, ilginçlik bunun sonrasındadır. Ona göre Hallâc-ı Mansûr yanlış yapmıştır, sakat inançlıdır çünkü, bütün kainat "Enel Hak" deyip dururken, o bunu sadece kendisini ifade edecek şe kilde anlayarak hata etmiştir Nazmî Efendi'nin bu yorumu ve inancı daha önceleri Şebusterî tarafından ifade edilir. Ancak Şebusterî, Hallâc-ı Mansûr'u, Nazmi Efendi gibi eleştirmez. Şunları söyler:
Enel hak, mutlak olarak sırları açığa vurmaktır, Hak'tan başka kim Enel Hak diyebilir? Alemin bütün zerreleri, Mansur gibi Enelhak demektedir, Sen ister onları sarhoş say, ister Mansur!
Kendini sen de hallaç yapar, varlık pamuğunu atarsan, Hallaç gibi bu sözü söylemeye başlarsın.
Haktan başka varlık yok... İster o haktır de, ister ben Hakk'ım de


Emir Abdralîaaîr isimli bir sûfî ise konuya daha değişik bir açıdan bakar, O Ebu Mansur el-Hallac'ın "Ene'l Hak" deyişini şöyle yorumlar:
"ALLAH beni hayal olan benden söküp aldı ve beni gerçek-benliğine yaklaştırdı... Sonra bana Hallac'ın sözü söylendi; aramızdaki fark şu idi; Hallac onu kendisi söyledi, oysa o benim için söylendi."(227)


2- Sûfiler arasında Vahdet-i Vücud inancının yanı sıra Hulul veya dinlerin birliğine inananlar da sıklıkla görülür. Özellikle dinlerin birligi konusunda ısrarla dururlar. Bununla ilgili olarak sûfi Ebû Said b. Ebu'l Hayr îsalenderiler ve gezgin dervişler adına şu şiiri ile dinlerin Bîrliği inancını ifade eder:

Yeryüzündeki her cami harab oluncaya kadar, Kutsal görevimiz yerine getirilmiş olmaz; Ve imanla küfür bir oluncaya kadar da, Gerçek Müslüman olunmaz

İbn Arabî'nin konuyla ilgili şiirini daha önce nakletmiştik. Aynı inancın Sebusteri'de açığa çıkış biçimi ise şöyledir:

Bil ki putu yaratan da ulu Tanrı... iyinin yaptığı her şey iyidir.
Müslüman, puta tapmak nedir, bilseydi dinin puta tapmaktan ibaret olduğunu anlardı.
Müşrik de putun hakikatini bilseydi hiç dininde yol azıtır, sapık olurmuydu?
O, putu ancak görünen bir suretten ibaret gördü de, o sebeple şeriatte kafir oldu.


3- Hint mistisizminden kaynaklanan tenasüh inancının tasavvufta oldukça yaygın bir ortam bulduğu görülmektedir.
Özellikle kerâmetleriyle tanınan sûfilerin sürekli şekil değiş tirişleri (çoğunlukla güvercin, yılan, ejderha vs oldukları inancı) tenasüh inancının biraz farklı yorumlanışı durumundadır. Bu inancın çoğunlukla mevzu hadisle İslamî bir temele oturtulmaya çalışıldığı görülür.
Önceki sûfîlerden Niyazı Mısri'de ifadesini bulan bu düşünce şöyledir:
O bir sûfînin bulut, yağmur, bitki, hayvan olmasının normal olduğunu belirtir ve bununla ilgili olarak şunu söyler:
"Ey kardeş! Peygamberimiz SallALLAHu aleyhi vesellem Efendimiz buyurmadımı ki; "Benim ümmetim ahirette on bölük olarak haşrolur.Kimi maymun, kimi domuz, kimi de başka surette.”


4- Bilginin kaynağı ve niteliği konusunda belirtildiği gibi, tasavvufta bilginin doğrudan ALLAH'tan alınabileceği inancı vardır.
Sufiler sistemlerini bu düşünce üzerine oturturlar. Keşf veya Marifet olarak isimlendirilen veya Beka olarak tanımlanan bilgiyi ALLAH'tan alma inancı veya durumu hemen hemen birçok sûfîde açıkça görülür. Mesela İbn Arabi ve Celâleddin Rumî bu mertebeye eriştiklerini ve ALLAH'tan doğrudan bilgi alabildiklerini ifade ederler. Hatta bundan dolayıdır ki, söyledikleri ve yazdıkları kendilerinden veya kendi iradelerinden değil, ALLAH'ın irade ve arzusundandır. Yani söz ve yazılan birer vahiy ürünü(gibi)dür.
Yunus Emre ise bu kadar iddialı değildir. O tevazu gösterir ve henüz marifeti elde edemediğini ancak o yolun yolcusu olduğunu ifade eder. Bunu ise hemen hemen bütün şiirlerinde açığa vurur. O, her ne kadar bir çok şiirinde başta namaz olmak üzere onların gerekliliğinden bahsederse de, bazı şiirlerinde ise hakikata ulaşmanın yolunun ibadetlerden geçmediğini, bu nedenle ibadetlerin ALLAH'ın rahmetine vesile olmasıyla elde edilen cennet'in önemsiz olduğunu vurgular. Halk arasında oldukça yaygın olan bu şiirinin bir bölümü şudur:


Cennet cennet dedikleri
birkaç köşkle birkaç hurî
İsteyene ver sen anı
bana seni gerek seni


Bu şiir Şeyhülislâm Ebu Suud Efendi'ye okunup ,şeriat açısından durumu sorulduğunda, Şeyhülislâm bunu küfr-i Sarih (açık küfür) olarak niteleyip, bunu inanarak söyleyip okuyanın katlinin vacip olduğu yolunda fetva vermekte tereddüt etme miştir,(234)'

Konuyu uzman derecesinde araştıranların ifadesine göre Yunus Emre'de şeriatı aşağılayan tavırları bulmak zor değildir. Ancak o bunu açıkça değil, bâtınî yorumlarla, ve şekil, muhteva itibarıyla güzel olan şiirlerinin arasına serpiştirdiği bazi şiirleriyle açığa vurur :
Dost yüzün görücek şirk yağmalandı
Anın çin kapıda kaldı şeriat
Hakikat bir denizdir, şeriattır kapısı
Çoklar gemiden çıkıp denize dalmadılar.

images

Vahiyden Kültüre - Celaleddin Vatandaş, Pınar yayınları, İst-1991 - Mevlana'nın ve diğer mutasavvıfların küfür ve şirk sözleri (S.192-198)


Celaleddin Rumi, tasavvufi görüşlerini “Tanrısal Aşkı” kendisinde bulduğunu söylediği Şemsi Tebrizi’den almış.


Celaleddin Rumi, aşkla, müzikle, raksla ve şiirle beslenip gelişen ve dinler üstü yolda kadına da büyük bir önem vermiş onu da hayata almaya çalışmış ve insanlığın, kadınla bir bütün olduğunu duymuştu. O herşeyden önce kadının kapanmasının, örtünmesinin aleyhindeydi. Mesnesvisin’de kadını yaratılmış değil, yaratan (!) bir kudret olarak öven, sert ve kaba ruhlu erkeklerin kadına zulmedebildiklerini söyleyen, asil insanların ince ruhlu olgun kişilerinse kadına bağlı olacaklarını, hatta onun reyine uyacaklarını ona hürmet edeceklerini bildiren Celaleddin Rumi “Fihi ma fih”inde, bir fasılda, kadını ekmeğe benzetmeklaleddin Rubi bu şeylerin kendisine gelen Vahiy olduğunu iddia ederek resmen Mesnevi’yi Kur’an’la yarıştırmaktadır.
Dilerseniz Mesnevi’nin girişi ile yavaş yavaş konuyu detaylantıralım:

Bu kitap Mesnevi kitabıdır. Mesnevi hakikate ulaşma ve yakin sırlarını açma hususunda din asıllarının asıllarıdır. Tanrı’nın en büyük fıkhı (!) Tanrı’nın en aydın yolu! Tanrı’nın en açık burhanıdır... Kur’an’ı apaçık bir hale koyar, rızıkların bolluğuna sebeb olur, huyları güzelleştirir. Şanları yüce özleri hayırlı katiblerin elleriyle yazılmıştır. Temiz kişilerden başkalarının dokunmasına müsade etmezler. Mesnevi, Alemlerin Rabbinden inmedir! Batıl ne önünden gelebilir, ne ardından. Tanrı onu korur, gözetir!....
(Mesnevi-Celaleddin Rumi MEB Yayınları c: 1 s: 11)


Bu paragrafta görüldüğü gibi Celaleddin Rumi, yazdığı kitabın Vahiy olduğunu iddia etmektedir! Tasavvufta bu çok görülmez. Zira tasavvuf ehli, velilerin tasavvufta vahiy aldıklarına inanırlar....

Kitabının bir başka yerinde Celaleddin Rumi şöyle diyor:

Bu, ne yıldız bilgisidir, ne remil, ne de rüya. Tanrı, doğrusunu daha iyi bilir ya, Tanrı vahyidir! Sofiler, bunu halktan gizlemek için Gönül Vahyi demişlerdir!”....
(Mesnevi-Celaleddin Rubi MEB Yayınları, c: 4 s: 151)


Görüldüğü gibi, Celaleddin Rumi’ye göre şeyhin, Pir’in, ermişin her ne isim verilirse verilsin tasavvufun ulu zatlarının söyledikleri ve yazdıkları şeyler aynıyla Vahiy’dir. Tıpkı kendisinin de itiraf ettiği Mesnevi kitabında olduğu gibi!...
Maalesef Celaleddin Rumi, kitabına Hindistan’dan sadece Kelile ve Dimne masallarını almamış, Erotik Hint kültürünün ürünü olan Kamasutra’dan da alıntılar yaparak bunları “Alemlerin Rabbin’den inmedir” diyerek sunmuştur.
Celaleddin Rumi, Kur’an’ın Lokman Suresinin 27. ayetini kendi kitabı için nasıl alet ediyor:


“....Ormanlar kalem olsa, denizler mürekkep olsa yine Mesnevi’nin biteceğini umma...” (Mesnevi-Celaleddin Rumi c: 6 s: 178)

Oysa ALLAH (c.c) Lokman suresinde kendi kitabı Kur’an için şu açıklamayı yapmaktadır:
Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa, denizler de, arkasından yedi deniz daha kendisine yardım ederek (mürekkep) olsa yine ALLAH’ın kelimeleri tükenmez.” (Lokman: 31/27)


Celaleddin Rumi, Mesnevi’ye niçin bu özellikleri veriyor acaba? Bunu Vahdeti Vücud’dan dolayı yapıyor.... Tasavvuftaki bu temeya göre ilahlaşan insan haliyle yazdıklarına da Vahiy ve Sentetik Kur’an gözüyle bakıp, öyle değerlendirecektir...
Mesnevi’nin özellikleri nasıl Kur’an’dan alınarak ona adapta edilmiştir, aşağıda görünüz:


Lafzı az, manası çok olan bu mazum Mesnevi...” (Mesnevi-Celaleddin Rumi c: 1 s: 12) diyerek girişi yapılan kitap, aynen Kur’an’ı Kerim için geçerli olan az lafızla çok mana verme özelliğini kendine hasretmektedir.
Mesnevi’nin Kur’an olduğuna Mevlevi takipçileri de inanmaktadırlar.
Mesnevi’nin Kur’an olduğu yolundaki anlayışa aşağıdaki menkıbe çok güzel örneklik teşkil etmektedir:


“....Bir gün Sultan Veled buyurdu ki:
“Dostlardan biri babama şikayette bulunduğu ve alimler Mesnevi’ye neden Kur’an diyorlar diye benimle bahse girişti. Ben de Kur’an’ın tefsiridir, dedim, deyince babam bir lahza susup sonra:
“A sersem, dedi niçin olmasın? A eşek, niçin olmasın? A orospu kardeşi niçin olmasın? Peygamberlerle velilerin harfi zarflarda Tanrı sırlarının nurlarından başka birşey yoktur ki. Tanrı sözü, onların temiz gönüllerinden biter, ırmağa benzeyen dillerinden akar. İster Süryani dilince olsun, ister Seb’al Mesani dilince, ister İbrani dilince olsun, ister Arapça!...” Bu kitabta buna benzer birçok hikayeler vardır ki Mesnevi’nin yazıldığı tarihten itibaren Tanri Vahyi (!) olarak tanındığını gösterir.” (Mesnevi-Celaleddin Rumi c: 4 s: 326)

Müslümanlara yıllardır örnek müslüman şahsiyetler olarak sunulan ve ALLAH dostu, ermiş olduklarına inanılan şahıslar işte bunlardır. Cinselliğe tandanslı kitapların sahipleri açıkca ilahlaşabildiklerini ve Vahiy alabildiklerini itiraf etmektedirler.
Şimdi “Alemleri Rabbinin vahiyleridir” diye insanlara empoze edilen Mesnevi’den bazı pasajlar aktarmak istiyoruz... Tasavvuf hayranlarına ithaf olunur...


Bir kadın, oynaşıyla aptal kocasının gözü önünde sevişip buluşmak istiyordu. Kocasına: “A iyi talihli kişi, ağaca çıkıp meyva toplamak istiyorum” dedi. Ağaca çıkınca yukarıdan kocasına baktı, ağlamaya başladı. Dedi ki:
“A merdut ahlaksız. Üstündeki Luti kim? Karı gibi onun altına yatmışsın... Meğere sen bir ibneymişsin!” Kocası: “Senin başın döndü galiba... Çünkü burda benden başka kimse yok” dedi. Kadın: “O üstüne binen kalpaklı herif kim, söyle hele” diye birkaç kere daha sordu, söylendi.
Adam: “A kadın, ağaçtan in, başın döndü, adam akıllı bunadın sen...” dedi. Kadın ağaçtan indi, kocası ağaca çıktı. Kadın da oynaşını göğsüne çekti. Kocası bağırdı: “A orospu, maymun gibi üstüne çıkan o adam kim?” Kadın: “Burada benden başka kimse yok ki” dedi. “Kendine gel, senin başın döndü galiba, saçmalama.” Adam, bu sözü birkaç kere söylediyse de kadın, “Bu armut ağacından olacak! Ben de armut ağacının üstündeyken öyle şeyler gördüm be hey kaltaban! Aşağıya inde bak... benden başka kimse yok, bütün bu hayaller armut ağacından!"


internette övünerek yayınladıkları mesnevinin linki : 1330 nolu paragraf:
HIKAYE-127
http://www.halveti.com/masnawi.asp?cat=5&sub=26


"..Bir halayık (hizmetçi), şehvetinin çokluğundan, hırsının fazlalığından bir eşeği kendisine alıştırmıştı. O eşek kendisine yakınlaşmayı adet edinmiş, insana yakın olmayı öğrenmişti. O hilebaz halayığın bir kabağı vardı. Eşek kendisine ölçülü yaklaşsın diye kabağı eşeğin aletine takardı. Yakınlaşma zamanında aletin yarısı girsin diye bu işi yapmaktaydı. Çünkü eşeğin aleti tamamiyle girse, rahmi de parçalanırdı, damarları da... Eşek, boyuna zayıflayıp durmaktaydı. Eşeğin sahibiolan kadın da neden bu eşek böyle zayıflıyor, neden böyle kıl gibi inceliyor deyip dururdu.
Fakat işin ne olduğunu anlamakta acizdi. Nalbantlara, illeti nedir, neden zayıflamakta diye gösterdiyse de, onda hiçbir illet görünmedi, kimse bunun iç yüzünü haber veremedi. Kadın, bu işin aslını adamakıllı araştırmaya başladı. Her an eşeğin haline, dikkat etmekte, neden böyle zayıfladığını bulmaya çalışmaktaydı. İnsanın, adamakıllı çalışmaya kul olması gerektir. Çünkü birşeyi iyice arayan, nihayet bulur. Eşeğin haline dikkat edip dururken bir de ne görsün? O nergisceğiz, eşeğin altına yatmıyor mu? Bunu kayıpın yarığından gördü, bu hale pek şaştı. Eşek, erkekler, kadınlar nasıl yakınlaşırsa aynen onun gibi halayığa yakınlaşmış, işini becermekteydi. Kadın hasede düştü. Dedi ki:
“Bu eşek, benim eşeğim, nasıl olur bu iş? Bu işin bana olması lazım, ben bu işte daha ehilim. Eşek işi öğrenmiş, alışmış. Adeta sofra yayılmış, mum da yanmış. Görmemezlikten gelip ahırın kapısını vurdu. “A kız, ne vakte dek ahırı süpürüp duracaksın?” dedi. Bu sözü, işi gizlemekiçin söylüyor, ben geldim kapıyı aç diyordu. Sustu, halayığa hiçbir şey söylemedi. Bu işe tamah ettiği için işi gizledi. Halayık, bütün fesat aletlerini gizleyip kapıyı açtı. Yüzünü ekşitip gözlerini yaşatarak dudaklarını oynatmaya başladı, güya oruçluyum demek istiyordu.
Eline sapı yıpranmış bir süpürge aldı, develerin yatması için ahırı süpürüyor göründü. Elinde süpürge kapıyı açınca kadın, dudak altından, seni usta seni, dedi. Yüzünü ekşittin, eline süpürgeyi aldın, iyi fakat yemeden, içmeden kesilmiş eşeğin hali ne? İşi yarıda kalmış, öfkeli, aleti oynayıp durmada, gözleri kapıda, seni beklemede. Bunu dudağı altından söyledi, halayıktan gizledi. Onu suçsuz gibi ululayıp dedi ki, tez çarşafını başına al. Filan eve git benden selam söyle. Şunu söyle, böyle yap, şöyle et. O işi görmezlikten gelen kadın, onu yola vurunca, zaten şehvetten sarhoş olmuştu, hemen kapıyı kapadı, oh dedi. Yalnız kaldım, ağıra bağıra şükredeyim. Artık erkeklerin kah tam, kah yarım yamalak yakınlaşmasından kurtuldum. Kadının keçileri, sanki bini bulmuştu, öyle neşelendi. Eşeğin şehvet ateşiyle kararsız bir hale drüştü.... Kadın, kapıyı kapadı, sevine sevine eşeği kendisine çekti, cezasını da tattı ya! Eşeği çeke çeke ahnırın ortasına getirdi.

O erkek eşeğin altına ayttı. O kahpe de muradına ermek üzere halayığın yattığını gördüğü sekiye yatmıştı. Eşek ayağını kaldırıp aletini daldırdı. Eşeğin aletinden kadının içine bir ateştir düştü. Alışmış eşek, kadına abandı, aletini ta hayalarına kadar sokar sokmaz kadın da geberdi. Eşeğin aletinin hazından ciğeri parçalandı, damarları koptu, birbirinden ayrıldı. Soluk bile alamadan derhal cen verdi. Seki bir yana düştü, o bir yana. Ahırın içi kanla doldu, kadın baş aşağı yıkıldı, öldü. Kötü bir ölüm, kadının canını aldı. Kötü ölüm, yüzlerce rezillikle gelip çattı bakardeşiğım. Sen hiç eşeğin aletinden şehit olmuş insan gördün mü?....” (Mesnevi-Celaleddin Rumi c: 5 s: 112-116)

Mesnevi erotizmi şu ibarelerle devam etmektedir:

Bir oğlancı, evine bir oğlan götürdü. Onu başaşağı edip düzmeye koyuldu. Bu sırada o mel’un çocuğun belinde bir hançer gördü. Dedi ki: “Belindeki ne?” Oğlan: “Kötü düşünceli biri, hakkımda kötü bir düşünceye kapılırsa bununla karnını deşeceğim diye cevab verdi. Oğlancı, Tanrı’ya homdolsun dedi, iyi ki ben sana bir hile yapıp kötü bir düşünceye kapılmadım.” (Mesnevi-Celaleddin Rumi c: 5 s: 205)
Mesnevi’de, cinsel tacizden de bahsedilerek, neredeyse sapıklık literatüründeki tüm örnekler tet tek kitaba aktarılmaya çalışılmıştır. Şöyle ki:


...Sözü kuvvetli, cerbezesi yerinde bir vaz’eden vardı. Minbere çıkmış va’z ediyordu. Kadın, erkek, herkes minberin dibine toplanmıştı. Cuha’da bir çarşap giyip yüzünü örttü, kadınlar arasına karıştı. Kimse onu tanımıyordu. Bir kadın, va’z edene gizlice sordu: “Kasıktaki kıllar, namazın bozulmasına sebeb olur mu?” Vaiz dedi ki: “Uzun olursa namaz mekruh olur. Ya hamam otuyla, ya ustura ile tıraş etmen lazım ki, namazın tamam olsun, kabul edilsin.” Kadın: “Ne kadar uzun olursa namazım kabul olmaz” dedi. Va’z eden dedi ki: “Bir arpa boyu uzun olursa traş etmek farzdır. Cuha hemen kızkardeş dedi, bak bakalım, benim kasığımın kılı o kadar olmuş mu? Tanrı rızası için elini uzat da bir yokla. Bakalım, mekruh olacak kadar uzamış mı? Yanındaki kadın, Cuha’nın şalvarına el atar atmaz eline aleti geldi. Derhal şiddetli bir nara attı. Hoca: “Sözüm gönlüne tesir etti” dedi. Cuha dedi ki:
“Hayır, gönlüne tesir etmedi, eline tesir etti. A akıllı adam, gönlüne tesir etseydi vah yahine...” (Mesnevi-Celaleddin Rumi c: 5 s: 272)

Celaleddin Rumi, Mesnevi’de erkeğin seks gücünü de şu hikayeyle dile getirir:

O yiğitler de Musul’dan döndü, yola düştü. Yolda bir ormana, bir yeşilliğe geldi. Aşk ateşi, öyle bir parlamıştı ki, yerle göğü fark etmiyordu. Çadır içinde oay parçasına kasdetti. Akıl nerede, halifeden korkma nerede? Şehvet, bu ovada davul dövdü mü akıl dediğin ne oluyor ki a turp olu turp. Yüzlerce halife, o anda o erin ateşli gözüne bir sinekten aşağı görünür. O kadına tapan er, şalvarını çıkarıp cariyenin ayak ucuna oturdu. Aleti, dosdoğru gideceği yere giderken orduda bir gürültü, bir kızılca kıyamettir koptu. Er sıçradı, çırılçıplak, açık saçık, bir halde ateş gibi Zülfikar elinde dışarı çıktı. Bir de ne görsün, ormandan kara bir erkek aslan kendisini ordunun içine kapmış koyvermiş. Atlar ürküp köpürmüşler, her çadır ve ahır yeri yıkılmış, herkes birbirine girmiş. Erkek aslan, ormanın gizli bir yerinden fırlamış, havaya deniz dalgası gibi tam yirmi arşın sıçramıştı. Er, pek yiğitti, aldırış bile etmeden sarhoş bir erkek aslan gibi aslanın önünü kesti. Kılıcıyla bir vurdu, başını ikiye böldü. Derhal o ay yüzlü dilberin bulunduğu çadıra koştu. O hurinin yanına gelince aleti hala dimdikti. Öyle bir aslanla savaştı da erliği, yine sönmedi, hala ayaktaydı. O tatlı ve ay yüzlü güzel onun erliğine şaşıp kaldı. İstekle ona kendisini teslim etti. O anda o iki can birleştiler... Bir kaç gün murat alıp murat verdiler. Fakat sonra o büyük suçtan pişman oldu. Ey güneş yüzlü, bu işe dair halifeye birşey söyleme diye cariyeye yemin verdi. Halife cariyeyi görünce sarhoş oldu, onun tası da damdan düştü. Onu, övdüklerinin yüz misli güzel buldu. Hiç görme, işitmeye benzer mi? Halife buluşmayı diledi, bu maksatla cariyenin yanına gitti. Onu andı, aletini kaldırdı. O cana canlar katan, o sevgisini gittikçe artıran güzelle buluşmaya niyetlendi. Kadının ayakları arasına oturdu. Oturdu ama takdir, zevkinin yolunu bağladır. Farenin çatırtısı kulağına değdi. Aleti indi, uyudu, şehveti tamamıyle kaçtı... Cariye halifenin gevşekliğini görünce kahkahalarla gülmeye başladı... O erin, aslanı öldürüp geldiği halde hala aletinin inmediğini hatırladı. Kahkahası arttıkça arttı... Bir türlü gülmesi dinmiyordu. Nihayet halife alındı, huysuzlandı. Hemencecik kılıcını kınından sıyırdı. Habis dedi, neden gülüyorsun? Söyle... Cariye aciz kalınca ahvalini anlattı. O yüz Zal’a bedel olan Rüstem’in erliğini söyledi. Yoldaki gerdeği, o sırada vukua gelen halleri bir bir nakletti. Erin kılıcını çekip gidişini, aslanı öldürdükten sonra gelişini, aletinin hala gergedan boynuzu gibi ayakta olduğunu söyledi. Ondan sonra namuslu halifenin gevşekliğini ve farenin bir çıtıştısından aletinin söndüğünü görünce dayanamayıp güldüğünü bildirdi...” (Mesnevi-Celaleddin Rumi c: 5 s: 315)

Bu sapık kimseler, seks konusunda o derece ileri gitmişler ki Celaleddin Rumi’nin şeyhi olan Şemsi Tebrizi ile alakalı olarak şöyle bir kıssayı da anlatır dururlar:

Günlerden bir gün Şemsi Tebrizi’nin cariyesi kaybolmuş. Bulunması için bütün müridlerine haber salınmış. Her ne kadar arandıysa da cariye bulunamamış. İşte bu hal üzereyken Celaleddin Rumi, şeyhinin yanına gelmiş. Bir de ne görsün... Şeyh cariyeyle alt üst olmuş bir vaziyette... Oradan hemen uzaklaşmak istemiş... Şemsi Tebrizi onun geldiğini anladığı için onu içeri girmesi için çağırmış. İçeri girdiğinde ise cariye ortada yok imiş... Bunun üzerine Şemsi Tebrizi, Celaleddin Rumi’ye şöyle demiş:
“Tanrı, sevdiği kullarına istedikleri gibi gelir. Bazen ben ona giderim, bazen ise o bana gelir...” (Menakibul Arifin-Ariflerin Menkibeleri)

Dünya tasavvuf büyüğü olarak adlandırılan Celaleddin Rumi’nin Mesnevi’si ve onlarla ilgili hikaye ve kıssaların yazıldığı kitkardeşrda onları düşünceleri, görüldüğü gibi açıkca meydandadır.
Sapık tasavvuf ehli, hiçbir kural tanımaksızın Mesnevi gibi kitkardeşrda yazılan zırvaları yazanları bir ilah, yazılanları da bir vahiy ve Kur’an diye nitelemekte, böylece küfrünü olanca hızıyla ortaya koymaktadır.
Celaleddin Rumi’ye tapılır derecesinde saygı duyulduğunu aşağıdaki hikayede vurgulamaktadır:
Yine nakledilir ki, Celaleddin Rumi, çok vakitler hamama gider, tıraş olurdu. Dökülen kılları, dostlar uğur sayarak alırlardı. Meğer ki, büyük kimse hamamın hücresinde oturmuştu. Bu adam:

“Eğer o kıllardan bir miktar elime düşerse, Celaleddin Rumi’nin müridi olurum” diye içinden geçirdi. Celaleddin Rumi, o kıllardan bir miktar o azize verilmesini derhal emretti. Bu aziz, hemen o anda baş koyup mürid oldu, hizmetler yaptı ve Sema’lar tertip etti.(Menakibul Arifin (Ariflerin Menkibeleri)-A. Eflaki-MEB Yay c: 1 s: 552)

Bir adamın kasık kıllarına bu ihtimam gösterilirse, kendisine gösterilecek saygıyı hiç düşündünüz mü?
Celaleddin Rumi, öleceği günü Düğün Günü, gecesine de ALLAH’ına (!) kavuştuğu için Gerdek Gecesi demesine rağmen böyle bir kimse acaba neden tapılırcasına ululanmaktadır ?
Bunun tek sebebi vardır... O da; tasavvufun felsefesi bunu gerektirdiği için..



Kontrol için : Mesnevi (Tamamı) : TIKLA :

Mesnevi'yi Online Okuyun...: beyit
Bunlar da seçmece :

ŞEHVETİN SONU : Mesnevi'yi Online Okuyun...: hikaye105

YIRTIK CÜBBE : Mesnevi'yi Online Okuyun...: hikaye98

ZAHİDİN KARISI : Mesnevi'yi Online Okuyun...: hikaye109


.MESNEVİ İNDİR İNCELE
: (çoluk çocuktan uzak tutun )
+ 18 bile az gelir + MÜSLÜMAN :mad:


http://www.uyurgezer.net/mevlana-mes...14962.html?amp


Not 2 : Daha başka evliyalarını kendi kitaplarından tanımak için :

TASAVVUF BÜYÜKLERİNİN KENDİ ESERLERİNDEN KÜFÜR AKİDELERİ !

https://www.islam-tr.org/konu/tasavvuf-buyuklerinin-kendi-eserlerinden-kufur-akideleri-kitap.8043/

koyun.jpg

resimIsleyici.ashx
risale-i-nur-kulliyati-kulliyat-boy-hakiki-deri20101215064542.jpg


mes.jpg
 
Çay-Şakird Çevrimdışı

Çay-Şakird

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
nakledilir diyorsunda sözlerine baktınmı bunların sahih oldugu ne malum onun zamanındamı yasadınki ya kitaba sonradan sokulduysa mevlana hep Allah Allah demiştir benim bildigim kadarıyla binlerce sözü var hepsi dosdogru bu eserleri görmedim inceliycegim simdi tarikatcı su bu o diye ayıramazsın bazı tarikatlar şirk yapmıyor hepsi kötü degil o dediginiz tarikatlar aşırı gitmiş kafayı yemiş bastonu koy o öyle su böyle eger ben görürsem öyle bişey anında cıkacagım emin olabilirsiniz ama görmedim benim seyhim seyh mehmed adil hiçbi islama aykırılıgını görmedim varsa buyrun koyun ben bi kere kuranı kerime bakarım kuranı kerime muhammed s.a.v e tersmi düsüyor gerisi benim için önemli degil rabıtaya baktım kuranda delili yok bilmedigim bişeyi yapmaktan Allaha sıgınırım yolumuz kurandır ama mevlanayı ben iyi olarak tanıdım o eserlerini hic görmedim siz aynı zamanda yasadıysanız bunların sonradan sokulmadıgına eminseniz eyw gercekse helal olsun yalansa vebali sizedir evliyaya atılan iftira baska bişeye benzemez cünkü son söz olarak tarikatcı o bu su yok Allah diyorki ben inananları kardeş yaptım ben tarikata yeni girdim ve hep Allahı zikrettik kuran okuduk cematle namaz kıldık elhamdulilah sprdi Allah herkeze böylesini nasip etsin digerleri zaten aşırı gitmiş bastonu koy yok elini öptün hasa onlar düpedüz şirktir bende görürsem öyle bişey hemen cıkıp tövbe ederim zaten Allah kimseyi şaşırtmasın son olarak ellerinizden öperim abilerimsiniz vesselam mesela diyorlarki dünyanın ömrü 7000 sene ama bu kuranla çelişiyor cebrail as diyorki kıyamet ne zaman kopucak hazreti muhammed s.a.v diyorki bu konuda sorulan sorandan daha bilgili degildir bende bilmiyorum diyor ben kurana bakarım kurana tersse hicbir söz benim için önemli degil rabıtayla ilgili olarak kuranda delil yok ben yapmam asla şeyhe tövbeye gelince Allahtan başka günahları kimse affetdemez bizde o yok benim için dua et Allaha dersin o ayrı
sorun celaleddin rumi yi veya kendisine ait olduğu idda edilen kitapların yazarlarını tekfir edip cehenneme yollamak değil, sorun bu kitaplarda bu geçen elfaz ı küfre inananların küfre girdiğidir. celaleddin rumi ile değil şirk ile derdimiz.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
nakşibendi13

Eklediğimiz kitaplar, tasavvufcuların kendi eserleridir. İçerisindekileri onaylayıp akideleridir. Sen bunları ve Rabıtayı kabul etmezsen, zaten tasavvufcu olamaz, bilseler tarikatte de seni tutmazlar. Daha ne itikadi problemler var. Sen burada körü körüne savunmak yerine, bizim tasavvufta batıl görüp reddettiklerimizi ve delillerimizi Kuran ve sunnetle araştırıp, teslim olmaktır. Bizim eklediklerimize "kitaplarına sonradan eklenmiş olabilir diyerek reddedeceğine, iyi görüp kendi benimsediklerine aynısını uygulaman gerekir. Tasavvufcuların bütün kitapları böyleyse ne yapacaksın?
Şimdi sana sorum :
Aşağıdakileri reddeden bir tarikat varmı? Araştır ve sonucu buraya yaz.

1- Rabıta
2- Kabirden yardım.
3- Ölünün (evliya) diriye tasarrufu
4- Vahdet-i vucud
5- Evliyanın kalblere tasarrufu
6- Duada aracı kılmak
 
N Çevrimdışı

naksibendi13

Üye
İslam-TR Üyesi
bende cevap veriyorum iste diyorumki hepsini reddediyor sadece rabıta yapıyorlar ama ben yapmıyorum diyorum yok ölüden medet istemek falan filan hicbiri yok vahdeti vucuta tamemiyle karsılar bende diyorumki zaten bende rabıtaya karsıyım cünkü kuranda delili yok ama siz bir araya gelmissiniz ne söylesem anlamıyorsunuz carpıtıyorsunuz ben size diyorumki rabıtayla derdiniz tamam eyw bende karsıyım hazreti mevlanayı cıkarın ordan o mubarege camur atmayın sözleri hep Allah için sözleriyle söyledikleriniz gösterdikleriniz hep çelisiyor unutulmamlıdırki seneler önce yaşamıstır tevratı zeburu incili degistiren hainler onlarımı degistiremiycek ekleme yapamıycak pekala yapabilir bunu herkez biliyor görmedigin seye nasıl yaptı dersiniz ya görmediniz kardeşim o dönemde yaşamadınız bu riskleri göze alıyorsanız tamam Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:(Bir kimse, bir mümin hakkında olmayan bir şey söylerse, iftiraya uğrayan kimse, onu affedinceye kadar, Allahü teâlâ onu Cehenneme sokar.) [Ebu Davud]

(Bir müminde her haslet bulunabilir. Ancak hıyanet ve yalan bulunamaz.) [İbni Ebi Şeybe]
(Yalan, münafıklıktan bir kapıdır.) [İbni Adiy]
(Yalan söyleyenler, iftira edenler, ancak Allah’ın âyetlerine inanmayanlardır. İşte onlar, yalancıların tâ kendileridir.) [Nahl 105]
eger bu mevlanaya yapılan bir iftiraysa ahirettiniz cetin gecer ben sizin için diyorum her hadisi biliyorsun gösteriyorsun bunuda bil o zaman baska bişey söylemiycegim sizinde cok iyi bildiginiz gibi bircok alim duymakla görmek asla bir olmaz demiştir cünkü duydugun yalan olabilir ama gördügün asla degildir gördüyseniz sorun yok kralsınız eyw baska bişey demiyorum mevlana seydi su öyleydi bu böyleydi peygamber efendimiz ne demiş cuval agızlı olmayın kendi kusurlarınızı görün zaten öyle bişey varsa yerin altında çekiyorlardır ama egerki yoksa böyle bişey bu hadisler sizin için uygundur zaten ahirette anlasılır not her tarikat şirk degildir hak olan tarikatlarda vardır abdulkadir geylani hazretleri kadiri tarikatını kurmuştur ahmed er rufai rufai tarikatını hatta ahmed er rufainin kerameti en büyüklerden bi tanesi senin soyundan oldugum halde seni göremedim bile demiş hazreti muhammedin kabri yarılmış eli cıkmış ahmet er rufaide elini öpmüstür hadi inkar et bakalım herseyi arastırıyorsunuz bunuda arastırın birisi bi laf atarsa dogrulugunu arastırınız demiyormu peygamber efendimiz inş dogrudur koyduklarınız ve eminsinizdir ben baska bişey demiyorum ne desem el birligiyle beni haksız cıkarıyorsunuz dahada bişey yazmıycagım hadislerden isine geleni al isine geleni alma buhariden yarısını inkar et tirmiziden yarısını al neyse sallayın bida girmiyorum zaten bu siteye bende şehitleri çok severim selam olsun hattap komutana selam olsun şehit mucahit senere şehit mucahid türktü zaten bende türküm elhamdulilah önce müslümanım önderim muhammed mustafa yolum kuran Allah diyorki benim dostuma laf atana ben harp ilan ederim dua edinde o zatlar evliya olmasın zarar bana degilki banane sizedir siz böyle bi iddada bulundunuz ne söylesem anlamıycaksınız ben bunu anladım sadece mevlanayı ordan cıkarın diyorum karalamayın vesselam tarikatların cogu sonradan bozulmustur bu sis sokma olayları falan zamanındakiler hakkıyla tarikatcılık yapmıstır vesselam
 
S Çevrimdışı

seyful_fazl

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
ilk defa tarikatçi olduğunu sanan birinin yazısını beğeniyorum :D bak canım kardeşim öncelikle bende çok önceleri senin bu fikirlerine yakındım senin gibi iyisi vardırbu ahmaklar yüzünden öbürlerinin günahını almayım dedim samimi insanlar var bunlar bilerek yapmıyorlar diyordum ama inan bana kardeşim senin burda olursa çıkıp giderim dediğin bütün her şey hatta kat kat fazlası benim gördüğüm merak edip araştırdığım bütün tarikatlerde var samimi insanlar olması o tarikatlerde şirk sözlerini sarfetmeyen insanların olması o tarikatleri n yolunu doğrultmaz en basitinden hangi tarikate gidersen git sor ben bunu her tarikate sordum çünkü bir sofi gözümün önünde himmet seydam bana konforlu bir arac yolla gitmek istediğim yere rahat rahat gideyim dedi ben karşı çıktım tartıştım ne saçma sapan bir şey Allah tan iste diye bunu hangi tarikate sorduysam seyhten yardım istemek caizdir dediler hatta bir tanesi eşinide hayırlı olması için seyhten iste diyor öbürü ne olacak seyh yapar himmet eder diyorlardı kısaca sorduklarımın hepsi sapıktı onlara şöyle diyordum o zaman Allahı m sen bizi affet demeyin seyhim sen bizi affet günahlarımızı bağışla diyin diyordum ne sacmalıyon yaf sen diyorlardı siz asıl ne saçmalıyorsunuz diyince kalp gözü açılmamış bunun gözü görmüyor diyorlardı hatta içlerinden biri şeytan buna musallat olmuş gerceği görmesine müsade edmiyor diyordu :D kardeşim bir tanesi çok iyi hatırlıyorum seyhin ruhu her an seni görür diyor biz çok günahklarız Allah bizim dualarımızı kabul etmez diyordu ben ona karşı çıkınca sen bir doktora niye gidiyorsun o zaman diyordu doktordanda yardım isteme diyordu ahmağa arkadaş benim doktordon istediğim yardım maddi yardımdır yani Allah cc nun kanunuyla sebebler kıldığı ve Allah cc nun sıfatlarına aykırı olmayan maddi bir yardımdır ilahi yardım ise bambaşka her an gaybtan haberdar olma herşeyi işitme bilme semi basar sıfatları uluhiyyet sadece Allaha aittir seyhlere ait değildir diyordum ama ahmaklar yine anlamıyorlardı sacma sapan örneklerle karşı koymaya çalışıyorlardı bir tanesi sen çocukken anne baba diye bağırmıyormuydun dayak yeyince işte seyhte bizim babamız dedi bende ben çocukken bile annemin yada babamın uçarak yada gaipten ilham alarak bana yardım edeceğini düşünürek feryat figan etmiyorum diyordum :D:D yani bu tarikat işlerini gec kardeş bunlar bazı splantılara takılıp kalmış seyhlik makamını korumak için tarih olmamak için yüzyıllardır insanı dinle kandıran bidat fitne ve şirk yuvalarıdır ...
 
N Çevrimdışı

naksibendi13

Üye
İslam-TR Üyesi
bir kere birisi seyhim beni her an görüyor derse hemen hemen kafir olur cünkü Allaha masustur her an görmek yardım istemek himmet allahım dersin zaten o zat evliyaysa aynen söyle sorar rabbine Bütün evliyaların ruhları arşın altında hususî bir makamda, Allah’ın huzurunda bulunur. Dünyada birisi, o velilerin herhangi birinden yardım istediğinde, o veli zât Cenâb-ı Hakk’a şöyle niyaz eder: “Ya Rabbi, şu kulun benden yardım talep ediyor.
Senin iznin ve kuvvetinle yardım etmek istiyorum.” Allahu Teâlâ Hazretleri de o veli zâta izin ve kuvvet verir.” Asr-ı Saadet’te yaşanmış bir hâdiseyi bu meseleye misal olarak verebiliriz. Şöyle ki: “Ashâbdan Ebû Ma’lak isminde bir
zât, ticâret maksadıyla çıktığı yolculuğunda silahlı bir hırsıza rast geldi. Hırsız ona: Eşyanı yere bırak, seni öldüreceğim dedi. Ebû Ma’lak: “Senin maksadın maldır. Bende ne varsa senin olsun” dedi. Hırsız: “Hayır, benim maksadım mal değil senin canındır” deyince Ebû Ma’lak: “Öyle ise müsâade et namaz kılayım, ondan sonra istediğini yap” dedi. Hırsız: “İstediğin kadar namaz kılabilirsin” deyince Ebû Ma’lak, abdest alıp namaz kılmaya başladı ve namazı bitince şöyle duâ etti: “Ey çok seven yüce arşın Sâhibi, ey dilediğini yapan Allahım! Senden hiçbir kimsenin isteyip sâhib olamadığı kudretinle, hiçbir kimsenin göz dikemediği hükümranlığınla ve arşının her tarafını dolduran nûrunla beni bu hırsızın şerrinden kurtarmanı dilerim.” Ebû Ma’lak bu duâyı üç def‘a tekrarladıktan sonra bir atlının elinde dikine tuttuğu mızrağıyla hırsızın yanında peydâ olduğunu gördü.
Hırsıza bir darbe vurarak onu yere yıktıktan sonra Ebû Ma’lak’a döndü. Ebû Ma’lak: “Sen kimsin ki Azîz ve Celîl
olan Allah benim yardımıma gönderiverdi?” diye sordu. Atlı: “Ben dördüncü kat semanın sâkinlerindenim.
Sen duâ edince “Bu, darda kalan bir zavallının duâsıdır.” denildi. Bunun üzerine ben de Allah’dan bu hırsızı
öldürme vazîfesini bana vermesini niyâz ettim.”
Yukarıda naklettiğimiz iktibaslardan anlıyoruz ki, evliyaların dünya hayatlarında, kerâmet ve tasarrufları olduğu
gibi, öldükten sonra da kerâmet ve tasarrufları devam etmektedir.
Hanefî imamlarından Ahmed bin Muhammed el-Hanevî Hazretleri “Nefahatu’l Kurb” isimli eserinde bu hakîkati şöyle ifade ediyor: “Evliyaullah, ruhâniyetlerinin cismâniyetlerine gâlip olması sebebiyle, birçok surette görünebilirler. Onların tasarruf ve kerâmetleri, hayatlarında olduğu gibi, ölümlerinden sonra da devam eder.”
Öldükten sonra tasarrufun devam etmesi demek, tasarruf sâhibinin kendisi ölmüş olsa da, Allah’ın izniyle dünya işlerinden bazılarını düzene koyma ve kendisine başvuranların arzularını yerine getirme yetkisine sâhip olması demektir.
Bilindiği gibi, Kur’ân bizi, öldüğünde “diri kalan” bir zümrenin varlığından haberdar etmiştir. Kur’ân’a göre, Allah yolunda öldürülenler (şehitler) “ölü” değillerdir. Onlar diridirler.
Bununla birlikte, sıddıkiyet makamı şehitlikten yüksektir. Madem şehitler ölmez, onlardan üstün olan sıddıklar da ölmez diyebiliriz.
Hem velilerin ruhları, diri iken olduğu gibi, öldükten sonra da, yüksek mertebededirler. Allahu Teâlâ’ya mânevî
Hem velilerin ruhları, diri iken olduğu gibi, öldükten sonra da, yüksek mertebededirler. Allahu Teâlâ’ya mânevî
olarak yakındırlar. Evliyaların dünyada da, öldükten sonra da kerâmet vardır. Kerâmet sâhibi olan, ruhlardır.
Ruh ise, insanın ölmesi ile ölmez. Akşemseddin Hazretleri bir şiirinde mealen bu hakîkati şöyle beyan ediyor:
“Evliyaullah iki cihanda tasarruf ehlidir. Bu ölüdür, bundan nasıl derman olur deme. Ruh, Mevla’nın kılıncıdır, vücudu ona kılıf olmuştur.
Bir kılınç ki çıplak olduğu zaman daha fazla tesir eder.”
Burayakadarzikrettiğimiz hakîkatlerle şunu ifade etmeye çalışıyoruz. Başta Peygamberler olmak üzere bir kısım Allah dostlarının, Allah’ın vazifeli kıldığı âlimlerin ve şehitlerin öldükten sonra tasarrufları devam ediyor.
Ve bu zâtların, oyun ve eğlenceden ibâret olan bu dünya hayatında “hayra kılavuzluk etme ve yönlendirme”
yetkileri âhiret hayatına geçtiklerinde de sürüyor. Fakat bu yetki âdetullah ve teklif sırrı prensipleri çerçevesinde cereyan eder. Tasarrufta, Allah’ın rahmeti, inâyeti, rızası, izni, irâdesi, emri ve kudreti esastır. Tasarruf sâhibinin kendi kişisel irâdesi ile değil; Allah’ın irâdesine boyun eğerek hareket ettiği ve tasarrufta bulunduğu göz ardı edilmemeli.
Bir başka ifade ile Allah’ın veli kulları ayna gibidir. Onlarda görünen kerâmetler, hakîkatte Allah’ın kudretinin bir tezâhürüdür. Velilerden zuhur eden kerâmetleri onlardan ziyâde Allah’ın lütfuna, keremine ve dilemesine nispet etmek lâzımdır. Aynadan çıkan ışık nasıl aynaya âit değil, güneşe âitse; velilerin tasarrufları da velilere âit değil Allah’a âittir. Ama onlar o güneşe âyine olma istidadındadırlar.
ben pek bilmiyorum ama eger birisi evliyaysa Allahım yardım dediginde falanca kişi kos suna yardım et diyormuş Allah ben uydurmuyorum
Dünyada birisi, o velilerin herhangi birinden yardım istediğinde, o veli zât Cenâb-ı Hakk’a şöyle niyaz eder: “Ya Rabbi, şu kulun benden yardım talep ediyor.
Senin iznin ve kuvvetinle yardım etmek istiyorum.” Allahu Teâlâ Hazretleri de o veli zâta izin ve kuvvet verir. himmet Allahım de sen eger o salih bir kulsa gelir zaten haberlerde dahi duymusumdur deprem oldu aksakallı amca bana yemek verdi diye Allahın kulları vardır tayin ettigi yardım ederler rabbimizin dilemesiyle bazı savaslarda onları görevlendirdi diye biliyorum meleklerin bile indigini biliyorum uhudda ama sen tutupta himmet ya şeyhim tövbe şeyhim falan dersen töbe hasa Allahın sıfatlarıyla ortak kosmak olurki Allah diyorki benim sıfatıma ortak kosan bana şirk yapmıstır inançlıyız elhamdulilah onun için diyorum ya kardeş onlar aşırı gitmiş neyde aşırı gidersen git helak olursun cihadttamı asırı gittin diyelim bi yere bomba koydun masum insanlar öldü nasıl cennet bekliyebilirsin Allah diyorki masum bir insanı öldürmek kadar hicbişey benim gazabımı tetiklememistir onun için asırı gitmemek lazım din dahi olsa o konuda sana katılıyorum hak zaten 1 dir alternatifi yoktur kıvrılamaz döndürülemez baska mana verilemez
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Bütün evliyaların ruhları arşın altında hususî bir makamda, Allah’ın huzurunda bulunur. Dünyada birisi, o velilerin herhangi birinden yardım istediğinde, o veli zât Cenâb-ı Hakk’a şöyle niyaz eder: “Ya Rabbi, şu kulun benden yardım talep ediyor.
Senin iznin ve kuvvetinle yardım etmek istiyorum.” Allahu Teâlâ Hazretleri de o veli zâta izin ve kuvvet verir.” Asr-ı Saadet’te yaşanmış bir hâdiseyi bu meseleye misal olarak verebiliriz. Şöyle ki: “Ashâbdan Ebû Ma’lak isminde bir zât, ticâret maksadıyla çıktığı yolculuğunda silahlı bir hırsıza rast geldi. Hırsız ona: Eşyanı yere bırak, seni öldüreceğim dedi. Ebû Ma’lak: “Senin maksadın maldır. Bende ne varsa senin olsun” dedi. Hırsız: “Hayır, benim maksadım mal değil senin canındır” deyince Ebû Ma’lak: “Öyle ise müsâade et namaz kılayım, ondan sonra istediğini yap” dedi. Hırsız: “İstediğin kadar namaz kılabilirsin” deyince Ebû Ma’lak, abdest alıp namaz kılmaya başladı ve namazı bitince şöyle duâ etti: “Ey çok seven yüce arşın Sâhibi, ey dilediğini yapan Allahım! Senden hiçbir kimsenin isteyip sâhib olamadığı kudretinle, hiçbir kimsenin göz dikemediği hükümranlığınla ve arşının her tarafını dolduran nûrunla beni bu hırsızın şerrinden kurtarmanı dilerim.” Ebû Ma’lak bu duâyı üç def‘a tekrarladıktan sonra bir atlının elinde dikine tuttuğu mızrağıyla hırsızın yanında peydâ olduğunu gördü.
Hırsıza bir darbe vurarak onu yere yıktıktan sonra Ebû Ma’lak’a döndü. Ebû Ma’lak: “Sen kimsin ki Azîz ve Celîl
olan Allah benim yardımıma gönderiverdi?” diye sordu. Atlı: “Ben dördüncü kat semanın sâkinlerindenim.
Sen duâ edince “Bu, darda kalan bir zavallının duâsıdır.” denildi. Bunun üzerine ben de Allah’dan bu hırsızı
öldürme vazîfesini bana vermesini niyâz ettim.”

Yukarıda naklettiğimiz iktibaslardan anlıyoruz ki, evliyaların dünya hayatlarında, kerâmet ve tasarrufları olduğu
gibi, öldükten sonra da kerâmet ve tasarrufları devam etmektedir.

Kardeşim , Rabıta Kur'anda yok diye reddettiğini açıkladın. Peki anlattığın bu (zayıf) hikayenin Kur'an ve sunnetten delilini yazar mısın?
 
J Çevrimdışı

jihat fisabilillah

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Bütün evliyaların ruhları arşın altında hususî bir makamda, Allah’ın huzurunda bulunur. Dünyada birisi, o velilerin herhangi birinden yardım istediğinde, o veli zât Cenâb-ı Hakk’a şöyle niyaz eder: “Ya Rabbi, şu kulun benden yardım talep ediyor.
Senin iznin ve kuvvetinle yardım etmek istiyorum.” Allahu Teâlâ Hazretleri de o veli zâta izin ve kuvvet verir.” Asr-ı Saadet’te yaşanmış bir hâdiseyi bu meseleye misal olarak verebiliriz. Şöyle ki: “Ashâbdan Ebû Ma’lak isminde bir zât, ticâret maksadıyla çıktığı yolculuğunda silahlı bir hırsıza rast geldi. Hırsız ona: Eşyanı yere bırak, seni öldüreceğim dedi. Ebû Ma’lak: “Senin maksadın maldır. Bende ne varsa senin olsun” dedi. Hırsız: “Hayır, benim maksadım mal değil senin canındır” deyince Ebû Ma’lak: “Öyle ise müsâade et namaz kılayım, ondan sonra istediğini yap” dedi. Hırsız: “İstediğin kadar namaz kılabilirsin” deyince Ebû Ma’lak, abdest alıp namaz kılmaya başladı ve namazı bitince şöyle duâ etti: “Ey çok seven yüce arşın Sâhibi, ey dilediğini yapan Allahım! Senden hiçbir kimsenin isteyip sâhib olamadığı kudretinle, hiçbir kimsenin göz dikemediği hükümranlığınla ve arşının her tarafını dolduran nûrunla beni bu hırsızın şerrinden kurtarmanı dilerim.” Ebû Ma’lak bu duâyı üç def‘a tekrarladıktan sonra bir atlının elinde dikine tuttuğu mızrağıyla hırsızın yanında peydâ olduğunu gördü.
Hırsıza bir darbe vurarak onu yere yıktıktan sonra Ebû Ma’lak’a döndü. Ebû Ma’lak: “Sen kimsin ki Azîz ve Celîl
olan Allah benim yardımıma gönderiverdi?” diye sordu. Atlı: “Ben dördüncü kat semanın sâkinlerindenim.
Sen duâ edince “Bu, darda kalan bir zavallının duâsıdır.” denildi. Bunun üzerine ben de Allah’dan bu hırsızı
öldürme vazîfesini bana vermesini niyâz ettim.”

Yukarıda naklettiğimiz iktibaslardan anlıyoruz ki, evliyaların dünya hayatlarında, kerâmet ve tasarrufları olduğu
gibi, öldükten sonra da kerâmet ve tasarrufları devam etmektedir.

ben de bunu duymuştum galiba. yalnız burdaki o atlının bir melek olduğu söylenilmişti .evliya olduğu nerden çıkarılmış acaba
 
İZZETLİ Çevrimdışı

İZZETLİ

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
abdulmuzz ahi Allah cc melekleriyle yardım ettiğini biliyoruz bu kuranla sabit ben bir hocadan bunun bazı yerlerde yaşandığını da duymuştum bir çığlığın duyulduğunu sonra düşmanın boyunlarının ve parmak uçlarının kesilmiş halde bulunduğunu yukarıda anlatılan hikayedeki olayda o yardıma gelen kişi melek olabilir mi bu tarikatcılar tevil edeip bunları salih kişiler olarak çevirmiş olabilirler mi
 
N Çevrimdışı

naksibendi13

Üye
İslam-TR Üyesi
Allah dostları yardım eder kardeş en basiti hızır as ama gerçek Allah dostlarınıda Ancak Allah bilir Kehf Suresi Ve Hızır Aleyhisselam Allah dostları yardım eder bari onu carpıtmayın ya Allah deyin direk diyorum tutupta su zat bu zat degil Allah deyin direk Allah yollar ne var bunda cogusu hızır as ıda inkar ediyor ben cok gördüm inkar edeni vesselam ben yatıyorum cok geç oldu Allah dostları yardım eder Allahın dostunun kim oldugunu sadece Allah bilir Allah dostu olmak kolay degil ve belki inkar ediceksiniz ama onlar sehidlerden üstündür. peygamberler sıddıklar sehitler vesselam gerci 3 üde aynı yerde hasrolur diyorlar ahirette ztn sorun yok ama kimin şehid oldugunu Allah bilir her şehid olucam diyen sehid degildir nice yataklarında ölenler Allah katında şehittirler Nice silahla öldürülenler vardır Allah katında şehit degildirler Allah bilir vesselam Allahü teâlâdan, ihlasla şehitlik isteyen, yatağında ölse de şehit olur(muslim) Sual: Savaşta ölen herkes şehit midir?
CEVAP
Şehitlik Müslüman olmaya ve niyete bağlıdır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Nice kendisine silah isabet edip ölen vardır ki, ne şehittir, ne de hamid. Nice döşeğinde ölen kimse vardır ki, Allah katında sıddık ve şehittir.) [Ebu Nuaym, Ebuşşeyh]
 
N Çevrimdışı

naksibendi13

Üye
İslam-TR Üyesi
tamam ben cıktım abilerim ya kusura bakmayın amacım tartısma cıkartma degildir vesselam hayırlı geceler dogrusunu Allah bilir ama Allah dostları olmasaydı kuranda Evliyaullah geçmezdi
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt