AYETİ KAFALARINA GÖRE ÇARPIK YORUMLAYANLARIN İÇYÜZÜ
İslam toplumunun düşman askerlerine yakın sınırlarında silahlanarak nöbet tutunuz . işte bu meşakkat esnasında Allah ile irtibatlı -rabıtalı (we rabitu) olunuz ki kurtuluşa eresiniz. Çünkü İslam toplumuna devamlı dışardan tehlikeler girmek için fırsat kollamaktadır .
Bunun için düşman kuvvetlerine karşı uyanık ve Allah ile irtibatlı olunuz ki İslam zarar görmesin. Bu da kurtuluşa sebebdir.
Bu ayet gereğince hiç bir sahabe sınır boylarında silahlı düşmana karşı nöbet beklerken Rasulullahın hayalini aracı kılarak Allaha yaklaşmak için rabıta yapmadı !
Şimdi bu ayetin mealini ve tefsirini Taberi Tefsirinden buraya aktaralım .
Al-i İmran 200- Ey iman edenler , sabredin. (Düşmanlarınıza karşı) sabırlı olun. (Hudutlarınızda) nöbet bekleyin. Allah’tan korkun ki kurtuluşa eresiniz.
Ey iman edenler , dininiz hususunda , rabbinize itaatte ve bütün emir ve yasakların gereğini yapmakta sabırlı olun. Düşmanlarınıza karşı tahammul gösterin ki zafere erişesiniz. Sınırlarda düşmanlarınıza ve din düşmanlarına karşı nöbet bekleyin . Müslümanları koruyun. Allahtan korkun ve emirlerine karşı gelmeyin ki kurtuluşa erip ebedi olan nimetlere kavuşasınız.
* Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor
Allah yolunda sınırda bir gün nöbet tutmak , dünyadan ve onun içinde bulunan şeylerden daha hayırlıdır. Sizden birinizin cennette sahib olacağı vir kamçı boyu yer , dünyadan ve onun içinde bulunanlardan daha hayırlıdır. Allah yolunda akşam ve sabah yürümek , dünya ve onun içinde bulunanlardan daha hayırlıdır.
(Buhari , K.el-Cihad, bab: 73)
a- Hasan-ı Basri , katade , İbn-i Cüreyc ve Dehhak'a göre bu ayetin manası şöyledir :
Ey iman edenler, dininizin hükümlerine sabredin. Kafirlere karşı sabırlı olun ve muşriklerin karşısında nöbet tuttun
b- Muhammed b. Ka'b el-Kuraziye göre bu ayetin manası şöyledir :
Ey iman edenler , dininizin hükümlerine karşı sabredin. İtaatınız karşılığında size vermeyi vaat ettiğim şeyleri beklemede sabırlı olun ve düşmanınızın karşısında nöbet tutun.
c- Zeyd b. Esleme göre bu ayetin manası şöyledir.
Ey iman edenler , cihadda sabırlı olun . Düşmanınıza karşı sabredin ve onların karşısında nöbet tutun. Zeyd b. Elsem diyor ki:
Bir zaman Ebu Ubeyde b. el-Cerrah , Ömer b. El-Hattab'a mektub yazarak ona , Rumların askeri yığınak yaptıklarını ve onlardan herkesin korkar durumda olduğunu belirtmiştir.
Ömer’de ona şu cevabı yazmıştır: Mu'min bir kula ne kadar sıkıntı gelse de , Allah o sıkıntıyı ondan alır. Elbette ki bir zorluk iki kolaylığa galib gelemez. Allah teala kitabında şöyle buyurmaktadır : Ey iman edenler , sabredin. (Düşmanlarınıza karşı) sabırlı olun. (Hudutlarınızda) nöbet bekleyin. Allah'tan korkun ki kurtuluşa eresiniz.
d- Ebu Seleme b. Abdurrahman ise , buayeti şu şekilde izah etmiştir.
Ey iman edenler , sabredin . İnsanlara karşı sabırlı olun. Ve namaza bağlı kalın. Bir vakti kıldıktan sonra diğer vakti bekleyin
Bu hususta Ebu Hurayra’nin Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu zikrettiği rivayet edilmektedir :
Ben sizlere , Allahın kendisiyle hataları sildiği ve dereceleri yükselttiği bir şeyi göstereyim mi ?
Sahabeler "Evet ey Allah'ın Rasulu" demişler.
Rasulullah'da "zorluklara rağmen , abdesti mükemmel bir şekilde almak , mescidlere çokça adımlarla gitmek ve bir namazdan sonra diğer bir namazı beklemektir. İşte irtibatlı olmak bu demektir"
(Muslim , K. Et-Taharet , bab : 41 , hadis No : 251)
Taberi ayetin izahında , bu görüşlerden tercihe şayan olanın şöyle diyen görüşe olduğunu söylemiştir :
Ey iman edenler , dininize ve rabbinize itaatte sabredin. Düşmanlarınıza karşı sabırlı olun ve onların karşısında nöbet tutun.
Taberi bu görüşü tercih edişine gerekçe olarak ta özetle şunları zikretmiştir. Ayette zikredilen , birinci sabır mutlak olarak zikredilmiştir. Bu itibarla hertürlü sabır bu ifadenin içine girer. İkinci sabır ise müşareket ifade eden bir siyga ile ifade edilmiştir. Bu da insanlar arasında karşılıklı olarak cereyan eder ki bundan maksat da Müslümanların , kafirler karşısında metanet göstermeleri demektir. Nöbet bekleyin diye tercüme edilen (rabituu) kelimesinin kökü (ribat)tır. Bu da diğer bir ayette de zikredildiği gibi düşmanla savaşmak maksadıyla at beslemek ve muhafaza etmektir. Düşmanın önünde nöbet tutan insanlar , kendilerini sınırlarda hapsettiklerinden ve oradan ayrılamadıklarından , onlara da bu sıfat verilmiştir.
Kur’an-ı Kerim’de zikredilen kelimeleri
Arapçadaki asıl manalarından çıkarıp başka manalarda , herhangi bir delile dayanmadan kullanmak elbette ki isabetli değildir. Bu itibarla (rabituu) kelimesinden maksadın , Nöbet tutunuz demek olduğu muhakkaktır .
ebu Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi
TABERİ TEFSİRİ
2. CİLT sayfa No : 430 -431-432
Hisar yayınevi
Rabıtacıların delil aldığı bu ayetin tefsirini muteber kaynaktan görmüş olduk .
İnşeAllah ayet ve tefsiri neyi ifade ettiğini artık iyice anlamışızdır .
Düşünmek , tefekkür etmek caizdir. fakat düşünmek tefekkür etmek meşru diye Rabıta yapmaya yol bulamazsınız .
Sebebi ise Rabıta sırasında şeyhin ruhaniyetinin müridin yanına geldiğini iddia etmektedirler. Şeyhin ruhaniyeti müridin yanına nereden geliyor ki mürit ondan yardım istesin?
Ebubekir (r.anh) efendimiz , tuvalette iken bileMuhammed (s.a.v) efendimizi ister istemez aklına hayaline geldiğini , bunda da bir sorumluluk olup olmadığını sorduğunda Rasulullah (s.a.v) efendimiz bunun fıtri bir şey olduğunu , önüne geçilemeyeceğini , bir vebali olmadığını bildirmiştir.
Burada dikkat edilmesi gereken bir husus ise Rasulullah (s.a.v) ben de senin tuvalette beni hayal ettiğini , düşündüğünü biliyorum , sana yardım ediyorum , nerede ne yaptığından haberdarım dememiştir !
Kişinin annesini , babasını, evladını , öğrencisini ,şeyhini , işini vs düşünmesi hatırlamaktır . Rabıta değil. Çünkü rabıta da karşılıklı düşünme ve haberdar olma yardımlaşma ve ne yaptığından haberdar olmak anlatılmaktadır !
İşte bu tür sapkın anlayışlarda şeyhinin kendini her halde iken gördüğünü sanan cahil softalar tuvalet ve banyoya bile günlerce girememektedirler . Allah c.c. akıl fikir ve sahih bir itikat versin.
Ebubekir (r.anh) tuvalette iken peygambere gelerek tuvalette bile iradem dışında aklıma geliyorsun dediğinde devamında da senin kalbindeki feyizden nasibleniyorum demiş midir?
Ya da her hangi bir sahabe rasulullahın ilim meclisleri dışında rasulullahın diğer sahabelerini araya koyarak yada direktmen Rasulullahı düşünerek feyizlenmiş , yaptığı işe de rabıta yaptım demiş midir ?
Tâbiinden böyle bir şey yapan olmuş mudur?
Mezheb ve akaid imamlarımızdan bu şekilde feyizlenmek rabıtadır diyen bir sözcük görülmüş müdür?
İşin asıl feryadı figan kopan yeri ise bu düşünme (rabıta) esnasında düşünülenin düşünenden haberdar olması ve düşünenin nerede , ne zaman , nasıl ve ne istediğinden haberdar olduğunu ve yardım ettiği inancıdır ?
İşte Allah c.c. esma ul husna'sındaki el-Gayb sıfatını mahlukata vermek budur !
Eğer şeyhime rabıta yaparken (yani düşünürken )
benim kendisini düşündüğümden haberdar değil , ne zaman ve nerede olduğumdan habersizdir , böyle düşünürken de (Rabıta yaparak) benim sıkıntılarımı giderebilir , bana yardım ediyor , çünkü o Allah dostudur vc gibi inanışlar içinde değilseniz sözümüz yoktur. İstediğiniz kadar düşünüp tefekkür ediniz şeyhinizi. Ama bu inançta iseniz bizler bu itikattan beriyiz !
Şimdi de tarikatçıların rabıta için "içinde rabitu geçiyor" diye kendilerine delil aldıkları ayetin tefsirini Elmalılı Muhammed Hamdi yazırdan dinleyelim :
200-Sözün kısası ey iman edenler, siz telaş etmeyiniz, sabırlı olunuz, (haberde geldiğine göre sabır üç derecedir: Musibet (ansızın gelen bela)e sabır, itaat etmekte sabır, isyandan sabır), ve sabırda Allah düşmanlarıyla yarışıp onların üstüne çıkınız, yani imtihan ve mücahede mevkilerinde düşmanların sabrının üstüne çıkmaya ve nefsinizin arzularını yenmeğe çalışınız ki, sabırlı olmaya alışırsanız bunu yapabilirsiniz. Ve murabata edi (nöbetleşi)niz, ribat yapı(sağlam yürekli olu)nız, imam ardında cemaatle namaz gibi birbirinize bağlanıp vazifeye dikkatli olunuz ve özellikle savaşa düşmanlarınızdan çok hazırlıklı bulunarak atlarınızı bağlayıp hududlarda ve mevzilerde karakol bekleyiniz.
Ribat, Allah yolunda devam etmektir. Bu aslında rabt-ı hayl yani at bağlamaktan alınmıştır ki, düşmana karşı atını bağlayıp gözetlemek ve beklemek demektir. Sonra İslâm hudud (sınır) şehirlerinden birinde bekleyenlere, gerek süvari ve gerekse piyade olsun, genelde murabıt (nöbet bekleyen, nöbetçi) adı verilmiştir. Fakihlerin ıstılahlarında murabıt, hudud şehirlerinden birine bir müddet beklemek için gidendir. Aile ve efradıyla beraber oralarda oturan ve hayatını kazanarak yaşayan hudud sakinlerine murabıt denilmez.
Zamanımız terimine göre murabıt, Allah yolunda silah altında bulunan, kışla ve karakollarda duran ve nöbet bekleyen askerler demek olur.
Buhârî ve Müslim'de Sehl b. Sa'd'den rivayet olunduğu üzere Rasulullah (s.a.v.) buyurmuştur ki, "Allah yolunda bir gün karakol beklemek, dünya ve mafiha (onda olanlar)dan hayırlıdır".
İbnu Mâce sahih senedle Ebu Hureyre'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte de Rasulullah buyurmuştur ki:
Her kim Allah yolunda murabıt olarak, yani karakol beklerken ölürse, işleyegeldiği iyi amel üzerine icra edilir, rızkı da üzerine gönderilir durur, fitnecilerden emin olur ve Allah Teâlâ onu korkudan emin olarak diriltir.
Ebu'ş-Şeyh'ın Enes'den merfû olarak tahric ettiği bir hadiste:
Karakol yerinde namaz, iki milyon namaza eşittir.
Abdullah b. Ömer (r.anhuma)'den rivayet edilmiştir ki:
Ribat , cihaddan daha faziletlidir. Zira ribat, müslümanların kanını muhafazadır. Cihad ise müşriklerin kanını dökmektir.
Bunları yapınız Allah'dan gereği gibi korkunuz, mutlak olarak emirlerine karşı gelmekten sakınınız, korumasına koşunuz ki, felah bulasınız (kurtulasınız), isteklerinize nail, temennilerinizde başarılı olasınız, dualarınızın kabul olduğunu göresiniz.
İşte Bakara Sûresinin sonundaki kâfirler toplumuna karşı bize yardım eyle! duasının da tam cevabı.
**********************
Hangi ayeti ne maksatla aldığınızı her aklı selim mümin anlıyor.
Sınırda düşman kuvvetlerine karşı silahla ribat yapmayı , şeyhle telepati kurarak benim şu an nerede ne yaptığığımdan haberdardır , hatta benim şeyhim gece yatağımda kaç kere döndüğümü bile bilir (m. zahid kotku) inançları çıkartarak hem yerinde çakılı kalmayı hemde cihadda çıkmama gibi bir taşla kuş sürüsü vurmaya çalışırsınız .
Hiç bir sahih delil size destek olamaz , aksine yüzünüzdeki boyayı döker.
Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü'l-Munir
Al-i İmran 200- Ey iman edenler! Sabredin. Sabır yarışı yapın. Nöbet beklesin, Allah'tan korkun ki felah bulaşınız.
Sabredin yani isabet eden ağır işlere karşı nefsinizi tahammülsüzlükten alıkoyun, dinî yükümlülükleri yerine getirmeye katlanın. Sabır yarışı yapın. Savaşta karşılaştığınız sıkıntılara kâfirlerden daha çok sabırlı olun, sabırda onları geçin. Onlar sizden daha ileri derecede sabredenler olmasınlar. Nöbet beklesin; ribat yapın, yani cihad için serhadlerde düşmana karşı gaza yapmak için gözetleyiciler ve nöbetçiler olarak yer tutun.
Allah'tan korkun, kendinizi Allah'ın gazabından ve hiddetinden uzak tutun; ki felah bulaşınız felahı umabilesiniz. Felah, cennete nail olmak, cehennemden kurtulmak ve kastolunan amelleri yapabilmektir.
[ Vehbe Zuhayli, et-Tefsiru'l-Munir, Risale Yayınları: 2/462.]
Nüzul Sebebi
200. ayet-i kerime olan, Ey iman edenler! Sabredin... ayet-i kerimesinin nüzulü ile ilgili olarak da Hâkim Sahîh'inde şunu rivayet etmektedir:
Ebu Seleme b. Abdurrahman, -Davud b. Salih'e hitaben-
Kardeşimin oğlu, sen şu, Ey iman edenler! Sabredin, sabır yarışı yapın, nöbet beklesin... ayetinin ne hakkında nazil olduğunu biliyor musun? dedi. Ben, Hayır dedim.
Şöyle dedi: Kardeşimin oğlu, Rasulullah (s.a.v.)'in döneminde nöbet bekleşecek bir serhad ve bir sınır yoktu, fakat bu (ribat) namazdan sonra bir diğer namazı beklemekti.
[ Vehbe Zuhayli, et-Tefsiru’l-Munir, Risale Yayınları: 2/462-463]
Açıklaması
1- Bir kısmı beş vakit namaz olan dinî yükümlülüklere, hastalık, fakirlik ve korku gibi bir takım musibet ve sıkıntılara sabretmek.
2- Düşmanlarla sabır yansına girmek. Yani sıkıntılara, hoşa gitmeyen şeylere katlanmak hususunda onları geçmek, nefse ve hevaya karşı direnmek.
3- Düşmanlarla karşılaşmaya hazırlıklı olmak üzere mescitlerde, düşmanlara yakın sınırlarda olunması gereken serhadlerde ribat yapmak, bunun için cihad etmek. Buharî, Sehl b. Sa'd es-Sâidî'den Rasulullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: Allah yolunda bir gün ribat, dünyadan ve dünyadaki her şeyden hayırlıdır. Muslim'in Sahih 'inde de. Selman'dan şöyle dediği rivayet edilmektedir:
Rasulullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim:
Bir gün ve bir gece ribat yapmak bir ay boyunca oruç tutup namaz kılmaktan hayırlıdır. Şayet vefat edecek olursa hayatta iken yaptığı amelinin ecri ona yazılır, rızkı ona yazılır ve çok fitnecinin fitnesinden (şeytandan) emin kılınır.
4- Biricik mutlak İlâha karşı muttaki olmak, O'ndan korkmak, azabından sakınmak, gizli ve açık bütün hallerinde O'nun gözetimi altında olduğunu bilmek, emirleri yerine getirmek, yasaklardan da uzak durmak.
Şüphesiz bu vasiyetlere (emirlere) bağlı kalıp riayet eden felaha kavuşur, dünyada da ahirette de umduklarını elde eder, kurtulur.
[ Vehbe Zuhayli, et-Tefsiru’l-Mu nir, Risale Yayınları: 2/463-465. ]
Ayetten Çıkan Hüküm Ve Hikmetler
İtaat üzere sabretmek, düşmanla sabır yarışına girmek, nefis ve hevaya karşı direnmek, İslâm ülkesi serhadlerini ribatlarla korumak, Allah'tan korkmak, dünyada düşmanlara karşı muzaffer olmanın, üstünlük sağlamanın, ahirette de Allah'ın azabından kurtulup ebedî nimetlere nail olmanın yoludur...
[Vehbe Zuhayli, et-Tefsiru’l-Munir, Risale Yayınları: 2/465-466. ]
Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb
Ey imân edenler, sabredin, sabır yarışı yapın, nöbet beklesin ve Allah'tan ittika edin (korkun). Umulur ki felah bulursunuz (Âl-i İmran 200).
Sabır ve Musabere
Cenâb-ı Hak, Ey imân edenler sabredin, sabır yansı yapın, nöbet beklesin ve Allah'tan İttikâ edin. Umulur ki felah bulursunuz buyurmuştur. Bil ki Allah Teâlâ, bu surede, gerek usûl (inanç), gerekse fürû (ahkam)a dâir pek çok hakikatten bahsedince, ki usûl, tevhid, adalet, nübüvvet ve âhiret meselelerinin izahı ile ilgili olan konular; fürü da hacc, cihâd ve benzeri mükellefiyet ve ahkâmla ilgili şeylerdir-, bütün âdabı içine alan bu âyetle bitirmiştir.
Bu böyledir, çünkü insanın iki hali vardır:
a) Sırf kendini ilgilendiren;
b) Kendisi ile başkaları arasında müşterek olan şeyler. Birincisinde sabrın bulunması, ikincisinde de musabera (karşılıklı sabır ve tahammul gösterme)'nin bulunması gerekir.
Sabrın birkaç çeşidi vardır:
1- Tevhid, adalet, nübüvvet ve âhiretle ilgili bilgileri elde etmek için, istidlal ve tefekkür meşakkati ile muhaliflerin şubhelerine cevap vermek için istinbatta bulunma meşakkatine sabretmek.
2- Farz ve nafile ibadetleri edâ etmenin sıkıntı ve zorluklarına sabretmek.
3- Yasaklardan (haramlardan) kaçınmanın sıkıntılarına sabretmek.
4- Hastalık, fakirlik, kıtlık ve korku gibi, dünyevî musîbet ve âfetlere karşı sabretmek.. Âyetteki, sabredin emrinin muhtevasına işte bütün bu kısımlar girer. Bu ilk üç kısmın da muhtevasına sayısız çeşitler girer.
Müsabere ise, kişinin kendisi ile başkası arasında müşterek olan sıkıntılara katlanmaktan ibarettir. Bunun içine aile, komşular ve akrabalardan kötü ahlaklı olanlara tahammül etme ile, sana kötülük yapanlardan intikam almaya yeltenmeme hususu girer. Nitekim Cenâb-ı Hak, Cahillerden yüz çevir (Araf. 199) ve Onlar boş ve kötü lakırdıya rastladıkları vakit, şerefli olarak (yüz çevirip) geçerler (Furkan,63 ) buyurmuştur.
Yine Müsâberenin içine, insanın başkasını kendi nefsine tercih etmesi de girer. Nitekim Cenâb-ı Hak, (Onlar) kendilerinde fakr-u ihtiyaç olsa bile, o (din kardeşlerini) öz canlarından daha üstün tutarlar (Haşr, 9) buyurmuştur. Yine ona, sana zulmedip haksızlık edenleri affetmen de girer. Nitekim Hak Teâlâ,
Atfetmeniz, takvaya daha yakın (ve uygun)dur (Bakara. 237) buyurmuştur. Yine ona, mârufu (iyi şeyi) emir ve tavsiye edip, münkeri (kötülüğü) nehyetmek de girer. Çünkü emr-i ma'ruf ve nehy-i münker yapana çoğu kez, zararlar gelir. Yine buna, cihad da dahildir. Çünkü cihad, canı tehlikeye atmaktır. Yine bu müsâbereye, bâtıl ehline karşı sabredip, onların şüphelerini giderme ve cevap vermeye gayret etmek ve bu bâtıl şeyleri onların kalplerinden silme çabası da girer. Binâenaleyh Hak Teâlâ'nın, Sabredin emrinin, insanın sırf kendisini ilgilendiren hususlara sabrı; Sabır yansı yap)n buyruğunun ise, insan ile diğer insanlar arasındaki müşterek her şeye sabrı içine aldığı sabit olur.
[ Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 7/298-299]
Murabete ne Demektir?
Bil ki insan, her ne kadar sabr ve müsâbere ile mükellef tutulmuş olsa da, insanı bunların zıddını yapmaya sevkedecek olan kötü huylar da vardır. Bunlar şehvet, gazab ve ihtirasdır. İnsan, ömrü boyu bunlarla mücâdele edip, bunları zapt-ı rapt altına almakla meşgul olmadığı sürece, sabretmesi ve musâberede bulunması mümkün olmaz. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak, c.c nöbet beklesin buyurmuştur. Bu gayret, fiillerden bir fiil olup, insanın her fiilinin de mutlaka bir sebebi ve maksadı olduğu için, insanın bu gayretinde de bir maksadının ve sebebinin olması gerekir ki, bu felahı ve kurtuluşu elde etmek için, Allah'tan ittikâ etmek (korkmaktır.) Bu sebeble Cenâb-ı Hak, ve Allah'tan ittikâ edin, umulur ki felah bulursunuz buyurmuştur.
Bu hususta sözün özü şudur:
Fiillerin kaynağı kuvvelerdir Cenâb-ı Hak, bundan dolayı sabrı ve musâberayi (sabır yansını) emretmiştir ki bu güzel fiilleri yapıp, kötü fiilleri işlemekten kaçınmadan ibarettir. Fiiller, kuvvelerde-sâdr olduğu için, Cenâb-ı Hak bundan sonra, kötü fiillerin kaynağı o kuvvetlere savaşmayı emretmiştir ki nöbet bekleşmekten (murabata)dan murad budur. Daha sonra Cenâb-ı Hak bu kuvveleri, kabîh ve kötü şeyleri yapmaktan alıkoyan şeyi de zikretmiştir ki bu Allah'tan ittikâ etmek (korkmak)tır. Sonra da, Allah'tan ittikâ etme, diğer kuvvet ve ahlâklara tercih edilmesini gerektiren şeyi zikretmiştir ki bu da felâh (kurtuluş)tur. Böylece sûrenin sonundaki bu âyetin, ruhanî birtakım sırların ve hükümlerin hazinelerini içine aldığı; kısa olmasına rağmen, surede daha önce zikredilen usûl ve fürû ilimlerinin âdeta bir tamamlayıcısı olduğu ortaya çıkmaktadır Benim söyleyebileceklerim bundan ibarettir.
Şimdi, mufessirlerin söylediklerini zikredelim:
Hasan el-Basrî şöyle demişti-Dininizden ötürü sabredin. Fakirlik ve açlık sebebi ile onu bırakmayı Düşmanlarınıza karşı sabır göstermede yarışın ve Uhud'da meydana gele' bozgundan ötürü yılgınlık göstermeyin.
Ferra, Peygamberinizle birlikte sabredin Düşmanlarınıza karşı sabır yarışında bulunun. Sizden daha sabırlı kimseler -bulunması uygun düşmez demiştir
Esam ise, Bu sûrede Allah'ın mükellefiyetle çok olduğu için, Allah Teala onlara, bu mükellefiyetlere karşı sabırlı olmaları emretmiştir. Yine bu sûrede cihada çokça teşvik ettiği için de, düşmanlarına karşı sabırla dayanıp diretmeyi emretmiştir demiştir.
Hak Teâlâ'nın nöbet beklesin emri ile ilgili iki görüş vardır:
1- Bu, o kimselerin atlarını hudutlardaki nöbet yerlerine, karakollara bağlamalarından ibarettir. Onlar atlarını, hasım tarafların her biri, diğeriyle savaşa hazır olacak bir şekilde atlarını bağlarlar ve beklerler. Nitekim Cenâb-ı Hak, ve (cihad için) bağlanıp beslenen atlar hazırlayın ki bununla, Allah'ın düşmanlarını ve sizin düşmanlarınızı korkutasımz (Enfâl. 60) buyurmuştur.
Peygamber (s.a.v.)'den: "Allah yolunda kim bir gün bir gece hudut nöbeti tutarsa, bir ay ihtiyacı dışında devamlı namaz kılan ve bozmadan oruç tutan kimsenin (İbâdeti) gibi ibâdet etmiş olur" dediği rivayet edilmiştir.
[Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 7/298-299 ]
2- Murâbata, bir namazdan sonra diğer namazı beklemek manasına gelir. Bunun böyle olduğuna şu iki husus da delâlet etmektedir:
a) Ebu Seleme İbn Abdurrahman'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Peygamber (s.a.v.) zamanında, murâbata yapılan (hudut nöbeti beklenen ve kendisi için hususî atlar hazırlanan) bir savaş yoktu. Binâenaleyh bu âyet ancak, bir namazı kıldıktan sonra diğer namazı bekleme hakkında nazil olmuştur.
b) Ebu Hurayra (r.anh)'nin, namazdan sonra diğer namazı beklemeden bahsedip, sonra üç kere, Dikkat edin, ribât işte budur! dediği rivayet edilmiştir.
Bil ki bu lâfzı, zikredilen bu manaların hepsine birden hamletmek mümkündür. Ribâtın kökü bağlamak manasına olan rabt etmektendir. Nitekim bir şeye sabreden kimseye, Kalbini ona bağladı denilir. Başkaları, bu kelimenin devam ve sebat etme demek olduğunu söylemişlerdir ki bu mana, bizim söylediğimiz sabretme ve kalbi bir şeye bağlama manası ile alakalıdır. Sonra bu sebat ve devam, cihâd için olabileceği gibi, namaz için de olabilir. Allah en iyi bilendir.
Allah kendisinden razı olsun, İmâm Fahruddln Râzî şöyle demiştir:
Bu sûrenin tefsiri, Allah'ın fazlı ve ihsanı ile Hicrî 595 senesi Rebîu'l-âhir ayının ilk perşembesinde tamamlandı.
[ Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 7/299-301]
İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis
Al-i İmran 200- Ey inananlar, sabredin [Sabim Düşmanlarınıza sabırla galebe edin ], direnin. Savaşa hazırlıklı, uyanık bulunun [ Rabitu Savaşa daima hazırlıklı olun. Uyanık olun.] ve ALLAH'tan korkun ki, başarıya eresiniz.
Bu ayette, müslümanlann dinlerinde sabırlı olmaları, düşmanlarını sabırla dize getirmeleri ve ALLAH'tan daima korkup O'nun sınırlarına bağlı kalarak savaşa hazırlıklı olmaları emredilmiştir. Zira, müslümanlann zaferi ve başarısı burada saklıdır.
[ İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/515.]
Savaşa Hazır Olun
Ayetin iniş sebebi ile ilgili herhangi bir rivayet nakledilmemiş olmakla birlikte, önceki ayetlerle bağlantılı ve onların devamı olduğu söylenebilir. Kâfirlere karşı zaferin yolunu ayet göstermiş ve bu yolu takip etmelerini emretmiştir. Eğer müslümanlar bu yolu takip ederlerse kâfirler boyun eğecek, mağlub olacaklardır. Emredilen hususun caydırıcılığı noktasında herhangi bir şubhe sözkonusu değildir.
Sabırla ve savaşa sürekli hazırlıklı olmakla zafer, ALLAH'ın bir vaadi olarak kesindir. Ancak ayette belirtilen ve müslümanlann uygulamaları gereken husus bu sıfatı haiz olmaları ve onlara galibiyeti getiren uygulamaların yerine getirilmesidir.
İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/515.
İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri
Al-i İmran 200 - Ey iman edenler! Sabredin; sabırda düşmanlarınızın karşısında sebat edin (cihad için) hazırlıklı ve uyanık bulunun, ALLAH'tan sakının ki, başarıya erişebilesiniz.
Ey iman edenler! Sabredin; Din konusunda ve dini sorumlulukları için sabredip göğüs gerin.
Cuneyd-i Bağdadi diyor ki:
Sabır: Feryadı ve sıkıntıyı bir tarafa atarak bütün gücü o istenmeyen şey üzerinde yoğunlaştırıp gerekeni yapmaktır.
Sabırda düşmanlarınızın karşısında, sebat ederek onlardan öne,geçmeye çalışın, Savaşın tüm şiddetlerine karşın sabırda onları yenin. Onlardan daha az sabır ve sebat göstermeyin. Cihad sırasında ALLAH'ın düşmanları karşısında direnin, geri çekilmeyin. cihad için hazırlıklı ve uyanık bulunun. Sınır ve nöbet yerlerinde direnip bekleyin, nöbetinizi ihmal etmeyin. Oralarda atlarınızı, her türlü silâhlarınızı, savaş araç ve gereçlerinizi sağlama alın. Sürekli teyakkuz hâlinde bulunun ve her an savaşa çıkacakmış gibi hazır olun. ALLAH'tan sakının ki; başarıya erişebilesiniz.
Felah: Arzu edilmeyen olaydan ya da şeylerden kurtulduktan sonra istenen şeyde sürekli olarak kalmaktır.
edatı, geleceğin bilinememesi gibi şeylerde kullanılır. Buda , kişi umduğu ve beklentisi içinde olduğu şeylere dayanıp güvenerek geleceği için amel işlemekten geri kalmaması manasını içerir.
Bir başka yorum ise şöyledir: Bana olan muhabbetiniz için sabredin, nimetlerime karşı da elinizden geldiği kadar sabır yarışında olun ve Benim dinime hizmet için canınızı ortaya koyun. Böyle yapmanız hâlinde olur ki kurtuluşa erersiniz ve bana yakın olma imkânını kazanmış olursunuz.
Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz bir hadislerinde şöyle buyuruyor:
Zehraveyni, Bakara ve Ali İmran surelerini okuyun. Çünkü bu ikisi kıyamet gününde adeta iki bulut veya iki kuş sürüsü imişcesine sizi gölgelemek üzere gelecekler ve kendilerini okuyanları savunacaklar.
[ Muslim; 804.]
ALLAH en iyiyi ve en doğruyu bilendir. Sonuçta dönüş ve varış O'nadir.
(İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları: 2/490-491)
Diyanet tefsiri
Al-i İmran 200. Sözlükte sabır acıya katlanmak, zorluklara ve sıkıntılara göğüs germek demektir (Bakara 45).
Aynı kökten gelen ve mealinde kararlılıkta yarışın diye çevrilen fiilinin masdan olan müsâbere ise kişinin kendisiyle başkası arasında meydana gelen olumsuzluklara katlanması [Râzî, IX, 155] kendisine karşı direnen kimseye (düşmana) daha fazla mukavemet etmesi anlamına gelir [İbn Âşûr, IV, 208]
Sözlükte düşmanın geleceği yeri bekleyip korumak anlamına gelen ribât, terim olarak ALLAH yolundan ayrılmamak, düşmana karşı uyanık ve hazırlıklı bulunmak anlamına gelmektedir. Aslında ribât düşmanın ansızın saldırmasını önlemek için atı bağlayıp hazır tutmak anlamına gelen rabtu'l-hayl ifadesinden alınmıştır.
Daha sonra ister süvari ister piyade olsun, sınır boylarında bekleyen kimseye nöbetçi, nöbet bekleyen anlamında, bu kelimenin türevi olan murâbıt adı verilmiştir. Murâbıt bir müddet beklemek için sınıra giden kimse demek olup terim olarak silâh altında bulunan, kışla ve karakollarda duran ve nöbet bekleyen asker için kullanılır..
[Elmalılı, II, 1265]
Al-i İmrân sûresinin özellikle baş taraflarında tevhîd, nübüvvet ve âhiret gibi dinin esaslarını oluşturan itikadî konularda açıklamalar yapılmış, daha sonra hac, cihad ve benzeri amelî konulara değinilip kulların bunları yerine getirmekle yükümlü olduklarını bildirilmiş, son âyetinde de bu görevlerin yerine getirilebilmesi için kulların yapmaları gerekenler üzerinde durulmuştur. Çünkü bu görevler kulun ya sadece kendisiyle ilgilidir veya kendisiyle başkaları arasında gerçekleşmektedir.
Yüce ALLAH kulun sadece kendisini ilgilendiren yükümlülükler için kula sabırlı olmasını tavsiye ederken; kendisiyle başkaları arasında gerçekleşecek olanlar için de müsâbereyi yani kararlılıkla direnmeyi emretmektedir. Meselâ düşmana karşı cihad ederken ondan daha fazla direnmesini ve ona galip gelmesini istemektedir. Düşmanın ansızın saldırıp müsliimanlan gafil avlamasını ve onları imha etmesini önlemek için de sınır boylarında nöbet tutmaları ve düşmana karşı daima dikkatli olmaları uyarısında bulunmaktadır.
Peygamber de birçok hadiste müminlerin düşmanlarına karşı uyanık olmalarını, sınırda bekleyerek düşman saldırılarım önlemelerini emretmiş, bunu yapanların ALLAH katında büyük mükâfata ereceklerini ve cehennem ateşinden kurtulacaklarını haber vermiştir.
[ Buhârî, Cihâd,73; Muslim, İmâre, 163; İbnKesîrJI, 17M77; Kurtubî, VI, 324-326; silâh gücü bakımından hazırlıklı olmanın önemi için bk. Enfâl 8/60]
Hz. Peygamber bir namazı kıldıktan sonra diğer namazı beklemeyi mecazi anlamda nöbet bekleme olarak isimlendirdiği için [ Muslim, Taharet, 41; Tirmizî, Taharet, 39] bazı müfessirler buradaki ribâtı bu anlamda yorumlamışlardır. Ancak İbn Aşûr, Hz. Peygamber'in ifadesinin bir benzetme olduğunu, bir namazı kıldıktan sonra diğer namazı kılmak için vaktinin gelmesini beklemeyi sınır boylarında nöbet beklemeye benzettiğini ifade etmektedir Bununla birlikte namaz ibadetinin kişiyi kötülüklerden koruyucu özelliğe sahip bulunduğu düşünüldüğünde âyetin hakikat olarak her iki anlamı da kucaklayacak mahiyette olduğu kabul edilebilir. Çünkü nöbetlerin biri vatanı düşmandan, diğeri ise nefsi kötü davranışlardan korumaya yöneliktir. Nitekim âyetin, aynı zamanda sûrenin son cümlesinde kurtuluşa ermek için takvanın yani ALLAH'tan korkmanın emredilmiş olması, âyetin her iki anlamı da içerdiğine işaret eder. Bunların biri yapılıp diğeri yapılmadığı takdirde takva gerçekleşmiş olmaz dolayısıyla kurtuluş da olmaz.
Muhammed Abduh buradaki takva emri ile İlgili olarak özetle şöyle der:
Takva senin, ALLAH'ın gazabından ve azabından kendini korumandır. Bu da ancak ALLAH'ı tanımak, O'nu razı edecek ve O'nu kızdıracak şeyleri bilmekle mümkün olur. Bunları bilmek ise ALLAH'ın kitabını anlamaya, Peygamberi'nin sünnetini ve bu ummetin selef-i sâlihîn denilen geçmişlerinin hayatını bilmeye ve onları örnek almaya bağlıdır. Kim hakkı ve ehlini korumak, davetini yaymak uğrunda sabreder, engellere karşı direnir, tehlikelere karşı uyanık olup gerekeni yapar ve ALLAH'ın emrine saygısızlıktan sakınırsa, diğer işlerinde de bu prensipleri göz önünde bulundurursa kendisini kurtuluşa ve ALLAH katındaki mutluluğu elde etmeye hazırlamış olur. [ Reşîd Rızâ, IV, 319]
Kaynaklarda, Peygamber'in gece teheccüd namazına kalktığında Âl-i tmrân sûresinin son on âyetini okuduğu kaydedilmektedir. [ Buhârî, Tefsir, 3/18-20; İbnKesîr,!!, 162-163]
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:I/558-5560
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an
Al-i İmran 200. Ey îman edenler! Sabredin; sebat gösterin; Sınır boylarında nöbet tutun ve Allah'tan korkun ki başarıya erişebilesiniz.
23. îman Edenlere Sabır, Sebat ve Ribât Emri:
Yüce Allah'ın: Ey iman edenler, sabredin... buyruğuna gelince; yüce Allah, bu sûreyi son on âyetin sonuncusu olan bu âyet-i kerime ile sona erdirmektedir ki, bu on âyet-i kerimede dünya hayatında düşmanlara karşı muzaffer olmanın, âhiret nimetlerini elde ederek kurtulmanın yolunu ihtiva eden tavsiyeleri kapsamaktadır. Bu âyet-i kerime ile yüce Allah, itaatler üzere ve şehvetlere karşı sabrı teşvik etmektedir. Sabr ise alıkoymak, engellemek demektir. Buna dair açıklamalar daha önce Bakara Sûresi'nde (155. âyette) geçmiş bulunmaktadır.
Mûsâbere (sabır ve sebat göstermek) emrine gelince; bunun düşmanlara karşı sebat göstermek anlamında olduğu söylenmiştir. Bu açıklamayı Zeyd bin Eşlem yapmıştır. el-Hasen ise, beş vakit namaza sebatla devam etmek diye açıklamıştır.
Şöyle de açıklanmıştır: Musâbere, sürekli olarak nefsin arzularına muhalefet etmektir. Nefis bir işe davet ederken kişinin o çağırdığı şeye gitmemesi, ondan vazgeçmesi demekür.
Ata ve (İbn Ka'b) el Kurazî Ese der ki: Size veriten vaadi sabırla bekleyiniz yani ümit kesmeyiniz ve zafer kazanacağınız vakti gözleyiniz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: Sabır ile kurtuluşu beklemek bir ibadettir [ el-Azîzî, es-Sirûcu'l-Munîr, II, 66, zayıf olduğu kaydıyla.]
Ebu Ömer (îbn Abdi'l-Berr'de) -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- bu görüşü tercih etmiştir. Birincisi ise cumhurun görüşüdür. Antere'nin şu beyiti de bu kabildendir:
Bizim sabrımız (zafer beklememiz) gibi sebât gösteren bir kabile görmedim; Bizim mücadele edip çarpıştığımız kimse gibileriyle de çarpışmadılar.
Antere'nin: Bizim sabrettiğimiz gibi sebat gösterenler sözü yani savaş esnasında düşmana karşı sebat gösterip herhangi bir korkaklık ve gevşeklik izhar etmeyenler demektir.
Mücadele İse karşı karşıya yüz yüze gelip çarpışmak demektir.
İşte bundan dolayı tefsir alimleri:
Ribât yapın buyruğunun anlamı hakkında farklı görüşlere sahiptirler.
Ummetin cumhuru der ki: Yani atlarınızla düşmanlarınıza karşı ribât yapın. Yani düşmanlarınız nasıl ki atları bağlayıp besliyor ise siz de öylece bağlayıp besleyiniz. Yüce Allah'ın: Bağlanıp beslenen atlar (ribatu'l-hayl) (el-Enfal, 60) buyruğundaki ribât ta bu anlamdadır.
Muvatta'da Malik'in Zeyd b. Eşlem'den şöyle dediği nakledilmektedir:
Ebu Ubeyde b. el Cerrah, Ömer b. el-Hattaba mektup yazarak Bizans ordusunun büyük kalabalığından ve onlardan çekindiğinden söz etti. Ömer ona yazdığı mektubunda şöyle cevap verdi:
İmdi, mu'min herhangi bir kula herhangi bir sıkıntı gelip çatacak olursa, mutlaka Allah ondan sonra ona bir kurtuluş yolu açar. Ve hiç şüphesiz tek bir zorluk iki kolaylığı yenemez. Çünkü yüce Allah Kitab-ı Kerîm'înde şöyle buyurmaktadır: Ey iman edenler. Sabredin, sebat gösterin, ribat yapın ve Allahdan korkun ki felah bulaşınız.
[Muvatta, Cilıâd 6; Hakim, Mustedrak, II, 300-301'de ayrıca Ebû Ubeyde'nin cevabını da nakil etmektedir]
Ebu Seleme b. Abdurrahman der ki: Bu âyet-i kerime bir namazı kıldıktan sonra diğer namazı beklemek hakkındadır. Rasûlullah (s.a.v.)ın döneminde ise Ribat yapmayı gerektirecek bir gaza sözkonusu değildi. Bu açıklamayı el-Hâkim Ebu Abdullah, SahilVinde nakletmektedir.
[ Hâkim, Mustedrak, II, 301]
Ebû Seleme bu hususta Peygamber (s.a.v.)'in şu buyruğunu delil göstermektedir:
"Ben sizlere Allah'ın kendisi sebebi ile günahları sildiği ve dereceleri kendisi ile yükselttiği şeyi göstereyim mi?
Bu, hoş olmayan şeylere rağmen abdesti iyice almak, mescitlere çokça adım atarak gitmek, namazdan sonra diğer namazı beklemek, işte ribat budur" dedi ve (son cümleyi) üç defa tekrarladı. Bunu Malik rivayet etmiştir.
[ Muvatta, Kasrıı's-SalSı 55; Muslim, Tahâre 41; Tirmizl, Tahâre 39; Nesâî, Tahflre 107; Müsned, II, 277, 303. ]
İbn Atiyye der ki: Bu konuda doğru olan görüş şudur: Ribat Allah yolunda (cihad)ı iltizâm etmektir (sürdürmektir). Bunun aslı atları rabtetmek (bağlamak)dan gelmektedir. Daha sonra İslam serhadlerinden herhangi birisinde kalıp orayı korumak üzere giren herkese murâbıt adı verildi. İster süvari olsun, ister piyade. Bu kelime rabtdan alınmadır Peygamber (s.a.v.)ın: İşte ribât budur diye buyurması bunu Allah yolunda ribâta bir benzetmedir. Ribat'ın sözlük anlamı ise birincisidir. Bu da Peygamber'in: Güçlü kuvvetli olan kimse başkalarının sırtını yere getiren kimse değildir. [ Buhâri, Edeb 76; Muslim, Birr 107; Muvatta, Husnu'l-Huhik 12; Musned, II, 236, 268, 517.] hadisi ile; Yoksul dediğiniz şu kapı kapı dolaşan kimse değildir [Buhari, Zekat 53; Muslim, Zekat 102; Muvatta, Sıfatu'n-Nebiyy 7; Müatıed, I. 384.] hadisini ve benzerlerini andırmaktadır.
Derim ki: İbn Atiyye'nin: Sözlük anlamı ile ribat birinci anlamdakidir şeklindeki ifadeleri kabul edilemez. Çünkü dilin önder bilginlerinden ve güvenilir alimlerinden birisi olan el-Halil b. Ahmed şöyle demektedir:
Ribat; serhadlerden ayrılmamaktır. Aynı şekilde namaza da ısrarla devam etmekdir, O halde şu sonuca ulaşılmaktadır: Namazı beklemek de -Peygamber (s.a.v.)ın buyurduğu gibi- lügat manası ile hakikat anlamında bir ribâttır, Bundan daha ileri derecedeki açıklama da eş-Şeybanî!nin söylediği sözlerdir. Ona göre asla kesilmeyen devamlı akan suya maun müterâbitun denilir. Bunu da İbn Fâris nakletmiştir. Bu ise Ribat'ın sözlük anlamı itibari ile bizim sözünü ettiğimin başka şeyleri de kapsamasını gerektirmektedir.
Araplara göre murâbıt:
Bir şey üzerinde çözülmeyecek şekilde yapılan düğümdür. Bu da mana İtibari İle sabır gösterilen şeye racidir. Böylelikle kalbinde güzel niyeti tutar, bedenini de İtaati işlemek durumunda bırakır Bunun en büyük ve en önemli işlerinden birisi ise Kur'ân-ı Kerîm'de yüce Allah'ın: Ve bağlanıp beslenen atlar (el-Enfal, 60) buyruğunda açıkça belirtildiği gibi -ve ileride de geleceği üzere- Allah yolunda atları bağlayıp beslemektir. Peygamber (s.a.v.)ın de ifade buyurduğu gibi namaz kılmak üzere kişinin kendisini bağlaması (namaz vakitlerini gözetlemesi)dîr. Bu açıklamayı (ihtiva eden hadis-i şerifi) Ebu Hurayra, Cabir ve Ali rivayet etmiştir. Artık bundan öte bîr açıklama aramaya da gerek yoktur.
[ İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 4/537-539.]
24- Hukukçulara Göre Allah Yolunda Ribat Yapan Kimse:
Fukahâya göre Allah yolunda ribat yapan kişi herhangi bir süre kadar ribat yapmak üzere serhatlerden birisine giden kimse demektir. Bunu Muhammed b. el-Mevvâz söylemiş ve rivayet etmiştir. Her zaman için orada yaşayan ve kazançlarını sağlayan, aileleri İle birlikte serhadlerde yaşayanlara gelince; bunlar her ne kadar koruyucu kimseler olsalar dahi murabut değillerdir. Bunu da İbn Atiyye söylemiştir.
îbn Huveyzimendâd şöyle demektedir: Ribâtın iki durumu vardır. Birincisinde şerhad güvenilir, koruma altında bulunur; böylesi bir yerde hanım ve çocuklarla birlikte yerleşmek caizdir. Şayet güvenilir bir yer değil ise, eğer savaşabilecek kimselerdense bizzat orada ribat yapması caizdir. Ancak düşman onlara üstünlük sağlayıp esir alıp köleleştirmesin diye böyle bir yere aile ve çocuklarını taşıması caiz olmaz. Doğrusunu en iyi bilen Allah'dır.
[ İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 4/539.]
25. Ribâtın Fazileti:
Ribâtın faziletine dair bir çok hadis-i şerif vârid olmuştur. Bunlardan birisini Buhârî Seni b. Sa'd es-Sâidî'den şöylece rivayet etmektedir:
Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
Allah yolunda bir gün ribât yapmak Allah nezdinde dünyadan ve onun içindeki her şeyden hayırlıdır.
[ Buhâri, Cihad 73; Tirmizî, Fedailu'l-Cihad 26; Musned, V, 339.]
Muslim'in Sahih'inde de Selman'dan şöyle dediği rivayet edilmektedir:
Rasûlullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim:
Bir gün ve bir gece ribat yapmak, bir ay oruç tutmaktan ve o ay boyunca namaz kılmaktan daha hayırlıdır. (Ribât yapan kişi) bu durumda öldüğü taktirde daha önce yapmış olduğu amelinin de sevabı yazıldığı gibi, ona rızkı da verilir ve kendisini haktan uzakiaştıracaklara karşı güvenlik altına alınır.
(Muslim, îmâre 163; Tirmizt, Fedâilu'l-Cihâd 26; Nesât, Cihâd 39; Müsned, V, 441)
Ebû Dâvûd da Sunen'inde Fedâle b. Ubeyd'den rivayet ettiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
Her ölenin ameli mühürlenir, murâbit müstesna. Onun ameli Kıyamet gününe kadar artınlıp durur ve o ayrıca kabrin fitnecisinden yana emniyet altında tutulur.
[Ebû Dâvûd, Cihâd 15; Tirmizl, Fedullu'l-Clhad 2; Muaned, VI, 20.]
Bu iki hadisi şerifte ribatın sevabı ölümden sonra kalıp devam edecek amellerin en faziletlisi olduğuna dair delil vardır. Ölümden sonra sevabı devam edecek amellere dair hadis-i şerif de el-Alâ bin Abdurrahman yoluyla bize gelmiştir. el-Alâ babasından o da Ebu Hureyre'den rivayet ettiğine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
İnsan öldü mü ameli (nîn sevabı) ondan kesilir. Üç şey müstesna. Cari bir sadaka yahut kendisi ile faydalanılan bir ilim yahut kendisine dua edecek salih bir evlat.
[ Muslim, Vasiyyet 14; Ebû Dâvûd, Vesftya 14; Tirmizi, Ahkam 36; Nesâl Vesâyâ 8; ned, II, 372. ]
Bu, yalnızca Muslim'in rivayet ettiği sahih bir hadistir. Sadaka-i cariye, kendisi ile yararlanılacak itim ve anne babasına dua edecek salih evlata gelince; bunlar da sadakanın sona ermesi, ilmin ortadan kalkması ve çocuğun ölümü ile kesilirler. Ribatın ecri ise Kıyamet gününe kadar kat kat artırılıp durulur. Çünkü (burada) artışın tek manası, ecrin kat kat artırılmasıdır. Bu ise burada sona ermesi ile sona erebilecek sebebe bağlı birşey değildir. Aksine ribat yüce Allah tarafından lütfuyla Kıyamet gününe kadar devam eden bir fazilettir. Çünkü bütün iyi amellerin yerine getirilebilmesi, dinin sınırlarının korunup İslâm şeâirinin uygulanması suretiyle düşmandan sakınıp korunmakla mümkün olur. İşte Allah'ın kişiye sevabını akıtırcasına vereceği bu amel, onun daha önce yapageldiği salih amellerdir.
Bu hadisi İbn Mâce'de sahih bir senet ile Ebû Hurayra'den şöylece rivayet etmektedir:
Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
Her kim Allah yolunda ribat yaparken ölürse Allah onun daha önce yaptığı salih amelinin ecri ile rızkını ona verir. Fitnecinin derin fitnesinden yana emniyette tutulur ve Allah, Kıyamet gününde onu korku ve dehşetten yana güvenlik altında olmak üzere diriltir.
[ibn Mâce, Cihad 7]
Hadis-i şerifte ikinci bir kayıt daha vardır ki o da ribat halinde iken ölmektir. Doğrusunu en iyi bilen Allah dır,
Osman bin Affan'dan da şöyle dediği rivayet edilmektedir. Ben Rasûlullah (s.a.v.)ı şöyle buyururken dinledim:
Her kim Allah yolunda bir gece ribat yapacak olursa bu onun için (gündüzünü) oruçlu ve geceleyin de namaz kılarak geçirdiği bin gün gibi olur.
[ İbn Mace, Cihad 7; farklı lafızlarla; Tirmizi, Fediitu'l-Cihad 2â; Nesâî. Cihâd 39 ]
Ubey bin Ka'b'dan da şöyle dediği rivayet edilmektedir; Allah İçin müslümanlann zayıf noktalarını arkadan korumak üzere Allah yolunda bir günlük ribatın, Ramazan ayı dışında yüz yıl boyunca oruç tutup namaz kılarak ibadet yapmaktan daha büyük bir ecri vardır. Yine Müslümanların zayıf noktalarını arkadan korumak üzere ecrini Allah'tan umarak Allah yolunda Ramazan ayında bir gün ribat yapmanın, Allah nezdinde ecir itibari ile- zannederim şöyle demişti- bir senelik -orucu ite namazı ile- ibadetten daha faziletlidir. Eğer Allah onu aile halkına sağ salim geri döndürecek olursa, üzerine bin yılın bir günahı dahi yazılmaz, buna karşılık iyilikleri yazılır ve Kıyamet gününe kadar da ona ribat ecri kesintisiz olarak verilir.
[îbn Mace, Cihad 7. el-Munziri: uydurma olduğu açıkça görülmektedir... demiştir, Hadis ile ilgili Zevâid notundan ]
Bu hadis-i şerif Ramazan ayında bir günlük ribai ile ribat yaparken ölmese dahi devamlı olarak sevabının kaydedileceğini göstermektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'dır.
Enes bin Malik'den şöyle dediği rivayet edilmektedir: Ben Rasûlullah'ı (s.a.v.) şöyle buyururken dinledim; Allah yolunda bir gece koruyuculuk yapmak, bir adamın ailesi arasında bin yıl oruç tutup namaz kılmasından daha faziletlidir. Bir sene ise üçyüz altmış gündür, bin gün de bir sene gibidir.
[îbn Mâce, Cihâd 8. Ravilerinden Sairi b. Hâlid'in uydurma ve munker hadisler rivayet ettiği belirtilmiştir- Hadis ile ilgili Zevâid notundan]
Derim ki: Namazdan sonra bir diğer namazı beklemenin de ribat olduğuna dair rivayetler gelmiştir. Bu şekilde namazları bekleyen kimse için de yüce Allah'ın izni ile bu fazilete ulaşacağı umulur.
Hafız Ebu Nuaym rivayetle der ki:
Bize Süleyman bin Ahnıed anlattı, dedi ki: Bize Ali bin Abdülaziz anlatarak dedi ki: Bize Hatcac bin el Minhal: Bize Ebu Bekr bin Malik de anlattı, dedi ki: Bize Abdullah bin Ahmed bin Hanbel anlattı, dedi ki: Bana babam anlatarak dedi ki: Bana el-Hasen bin Mûsâ anlatarak dedi ki: Bize Hammad bin Seleme, Sabit el Bunanî'den naklen dedi ki: Sabit, Ebu Eyyub el-Ezdî'den o Nevf el-Bikâlî'den o Abdullah bin Amr'dan naklederek dedi ki:
Peygamber (s.a.v.) ile bir seferinde akşam namazı kıldık. Bazı kimseler namazdan sonra ayrılmayıp yerlerinde kaldılar, bazıları da geri döndüler, Rasûlullah (s.a.v.) insanlar yatsı namazına geri dönmeden önce geldi. Peygamber insanlar huzuruna gelmiş olduğu ve bir parmağını kaldırmış ve yirmidokuza işaret etmek üzere parmaklarını kapatmış olarak; şehadet parmağı ile de semaya işaret ederek elbiselerini dizkapakları etrafında toplamış olduğu halde şöyle buyuruyordu:
Ey müslümanlar topluluğu! Müjdeler olsun size İşte Rabbimiz sema kapılarından bir kapıyı açmış sizinle meleklere karşı övünüyor ve diyor ki:
Ey meleklerim şu kullanma bakınız! Bunlar bir farzı eda ettiler, şimdi de ötekini beklemektedirler.
[ îbn. Mace, Mesâcid 19; Musned, I, 186, 208]
Bunu ayrıca Hammad bin Seleme, Ali bin Zeyd'den o Mutarrif bin Abdullah'tan rivayet ettiğine göre Nevf İle Abdullah bin Amr bir araya geldiler. Nevf, Tevrat'tan söz etti; Abdullah bin Amr da bu hadisi Peygamber (s.a.v.)dan rivayetle nakletti.
Ve Allah'tan korkun yani sizlere takvaya bağlı kalmaksızın cihad emri verilmemiştir.
Ki felah bulaşınız yani felahı ümid edebilesiniz. Buradaki -ihtimal bildireni bulmanız için, anlamına geldiği de söylenmiştir.
Felah ise kalmak demektir Bütün bu hususlara dair açıklamalar daha önce Bakara Sûresî'nde [ Takva için bk. 2/2. âyet üçüncü başlık; felah için bk. 2/5. âyetin; İhtimal bildiren bu edat için bk. 2/21. âyetin tefsirleri.] yeterince geçmiş bulunmaktadır. Allah'a hamd olsun.
el-Camiu li Ahkâmi'l-Kur'ân veİ Mubeyyinu Limâ Tedammane mine’s Sünneti ve âyi'l-Furkân adlı tefsirin Ali Imran Sûresi tefsiri Allah'ın lütfü ve yardımı ile burada sona ermektedir. Allah'a hamd olsun.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 4/539-542.
Şehid Seyyid Kutub ; Fizıla'il Kur'an
Al-i İmran 200- Ey müminler, sabırlı olunuz, sabır yarışında düşmanlarınızı geride bırakınız, sürekli savaşa hazırlıklı olunuz ve ALLAH'tan korkunuz ki, kurtuluşa eresiniz.
Bu iman edenlere yönelik yüce bir çağrıdır. Kendilerine bu ağır yükü yükleyen, davet ve sorumluluk için eğiten, yerde onurlandırdığı gibi gökte de onurlandıran kaynağa bağlayan sıfatlarıyla yapılan bir çağrı...
Ey müminler...
Sabretmeleri, sabırda yarışmaları, hazırlıklı olmaları ve ALLAH'tan korkmaları için, onlara çağrı yapılmaktadır.
Surenin akışı, sabır ve takvayı bolca işlemektedir. Bazan ayrı ayrı bazan da birlikte zikretmektedir. Aynı şekilde surenin akışı, dayanmaya, cihad etmeye, hileleri bertaraf etmeye, yenilgi ve kargaşa çığırtkanlıklarına kulak vermemeye yönelik çağrılan da içermektedir. Bu yüzden sure, sabretmeye, sabırda yarışmaya, hazırlıklı olmaya ve ALLAH'tan korkmaya çağırmakla son bulmaktadır. Bu da surenin bütünlüğüne uygun bir sonuç olmaktadır.
Bu davada sabır, yol azığıdır. Çünkü yol uzun ve meşakkatlidir. Cezalar ve dikenlerle kuşatılmıştır. Kan, ceset, işkence, imtihanla doludur. Birçok şeye karşı sabretmek gereklidir. Nefsin şehvet ve arzularına, eğilim ve kibirlerine, zaaf ve eksikliklerine, acelecilik ve bıkkınlığına karşı sabır... İnsanların şehvetlerine, eksikliklerine, zaaf ve bilgisizliklerine, kötü düşüncelerine, bozuk tabiatlarına, bencilliklerine, kibirliliklerine, kaypaklıklarına ve sonuç için aceleci olmalarına karşı sabır... Batılın saldırganlığına, tabutların küstahlığına, kötülüğün kabarıklığına, şehvetin yaygınlığına, gurur ve tekebbürün azgınlığına karşı sabır... Öte yandan yardımcıların azlığına, destekçilerin zayıflığına, yolun uzunluğuna, zorluk ve sıkıntı anında şeytanın vesveselerine karşı sabır... Bütün bunlara karşı cihadın sürekliliğine ve nefislerde meydana getirdiği, acı, kin, öfke ve sıkıntı gibi çeşitli tepkilere... Kimi zaman hayırda güven zayıflığına, kimi zaman insan fıtratındaki ümit eksikliğine, kimi zaman da usanç, sıkıntı, karamsarlık ve ümitsizliğe karşı sabır... Bütün bunlardan sonra da, güç, zafer ve galibiyet anında nefsi zapt etmeye, kibirlenmeden, intikam almaya yeltenmeden, bir hak olan kısası haksızlığa dönüştürmeden, bolluğu tevazu ve şükürle karşılamaya, bollukta da darlıkta da ALLAH'a bağlı kalma, O'nun çizdiği kaderine teslim olma,, güven bağlılık ve huşû içinde her işi O'na havale etme hususunda sabır...
Bütün bunlara ve bu uzun yolun yolcusunun yol boyunca karşılaşacağı ve kelimelerin yetersiz kaldığı daha nicesine karşı sabır. Çünkü kelimeler bu zorlukların gerçek anlamlarım aktaramazlar. Yolun meşakkatlerini çeken, heyecan, tecrübe ve acılarını tadan kavrayabilir bunu ancak.
İman edenler bu hakiki anlamın birçok yönünü tatmışlardır. Bu çağrının tadını da en iyi onlar bilir. Yüce ALLAH'ın uygulamalarını ve istediği sabrın anlamını çok iyi bilirler.
Musabere -sabırda yarışma- Sabır kelimesinin kökünün mufaele -işdeş- kipidir. Bütün bu duygularını sabırda yarışması, müminlerin sabrını kırmaya çalışan düşmanların sabırda yarışması... Evet onların ve bunların sabırda yarışması, sürüp giden cihadda müminlerin sabrını tüketemez, aksine onları düşmanlarından daha sabırlı ve daha güçlü kılar. Kalplerin gizliliklerindeki düşmanlarından -şeytan- ve insanların en kötüsü olan düşmanlarından olsun o, fark etmez. Sanki bu bir yarıştır. Düşmanlarıyla kendileri arasında... Sabra karşı sabır, savunmaya karşı savunma, çalışmaya karşı çalışma, ısrara karşı ısrara çağırıyor sanki. Yarışmanın gayesi de düşmanlarından daha dirençli, daha sabırlı olmalarıdır. Batıl ısrar ediyorsa, sabredip yoluna devam ediyorsa, hakk, daha ısrarlı ve yolunu sürdürmede daha sabırlı olmaya layıktır.
Murabata -hazarlıklı olma cihad için mevzilere yerleşmek, düşmanın saldırısına açık noktalarda direnmek. Müslüman kitle, dava yükünü omuzlamaya ve onu insanlara sunmaya çağrıldığı andan itibaren, bir an bile gafil olmamış, uyuşukluk göstermemiş ve hiçbir zaman düşmanları onları korkutamamıştır. Kıyamete kadar cihada hazırlanmaktan vazgeçmediği sürece hiçbir zaman veya mekandaki düşmanları da asla onları korkutamaz.
Bu dava insanları, pratik bir hayat metoduyla yüzyüze getirmektedir. Mallarına, hayat ve yaşayışlarına hükmettiği gibi vicdanlarına da hükmeden bir metod... İyi, adil ve dosdoğru bir metod... Ancak kötülük; iyi, adil ve dosdoğru metoddan rahatsız olur. Batıl; iyiliği, adaleti ve doğruluğu sevmez.
Tuğyan; adalete, eşitliğe ve şerefliliğe teslim olmaz. Bu yüzden kötülük, batıl ve azgınlığın taraftarları bu davaya karşı çıkmaya başlıyorlar... Sömürü ve çıkarlarından vazgeçmek istemeyen sömürgeci ve çıkarcılar, tuğyan ve büyüklük taslamaktan geçemeyen tağut ve müstekbirler ile başıboşluk ve şehvetlerden ayrılmak istemeyen ahmak beyinsizler bu hak davaya savaş açıyorlar.
İşte bütün bunlara karşı cihad etmek kaçınılmazdır. Sabretmek ve sabırda yarışmak zorunludur.
Hazırlıklı ve tetikte olmak gereklidir. Ta ki müslüman ümmet, her yerde ve her soyda süren düşmanlarından gafil olmasın...
İşte bu davanın tâbiatı, işte davanın yolu... Kuşkusuz bu dava haksızlık yapmak istemez. Ancak, yeryüzüne köklü metodunun ve sağlam düzeninin yerleşmesini ister. Her zaman bu metod ve düzenden hoşlanmayanları, yoluna güç ve hile ile dikilenleri, başına türlü dolaplar açmak için fırsat kollayanları, kendisine karşı elleriyle, kalpleriyle ve dilleriyle savaşanları bulacaktır kuşkusuz. Bütün yükümlülükleriyle birlikte savaşı kabullenmekten başka seçeneği yoktur. Sürekli hazırlık ve tetikte olması, bir an bile gafil olup uyumaması gereklidir.
Takva... Takva, bütün bunlara eşlik eder... Çünkü o, vicdanda uyarıcı bir bekçi fonksiyonunu icra ederek onu gafil olmaktan, zaaftan, haksızlık yapmaktan, şurada veya burada yoldan çıkmaktan korumaktadır.
Yolun meşakkatlerine katlanan ve çeşitli durum ve onlarda baş gösteren, sürekli çelişen, çoğalan ve kaynayan tepkileri tedavi etmek durumunda olanlardan başkası bu uyarıcı bekçiye olan ihtiyacı kavrayamaz.
Bu, birçok duygulu sahneyi içeren surenin son melodisidir. Sure bütün bunların ve genelde davanın gerektirdiği yükümlülüklerin toplamından meydana gelmektedir. Bu yüzden yüce ALLAH, bu uzun yarışın sonucunu ve bu yarıştaki başarıyı ona bağlamaktadır.
...kurtuluşa eresiniz.
Ve kuşkusuz yüce ALLAH en doğrusunu söyler
Şehid Seyyid Kutub , Fi Zılal-il Kur'an : 2. c. s: 298-299-300
dünya yayınevi
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetu’t-Tefasir
Al-i İmran 200. Ey îman edenler! Sabredin; sebat gösterin; Sınır boylarında nöbet tutun ve Allah'tan korkun ki başarıya erişebilesiniz.
200. Ey mu'minler! itaat zorluğuna ve başınıza gelen sıkıntılara sabredin. Savaşın şiddetine sabrederek Allah düşmanlarına galip gelin, Savaşa ve mücadeleye hazır bir vaziyette sınır boylarınızı bekleyin. Allah'tan kokun ve O'nun emrine muhalefet etmeyin ki, dünya ve âhiret saadetini kazanasınız.
el-Vahidî en-Neysâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl
Al-i İmran 200. Ey iman edenler sabredin ve sabırda yarışın, ribat yapm, ALLAH 'tan .zkvâ üzere olun. Umulur ki felaha erersiniz.
Davud ibn Salih rivayet edip der ki:
Ebu Seleme ibn Abdurrahman: Ey ardeşimin oğlu, biliyor musun Ey iman edenler sabredin ve sabırda yarışın, rıbat yapın. âyeti hangi konu hakkında nazil olmuştur? dedi. Ben: Hayır, ilmiyorum. dedim.
Dedi ki: Ey kardeşim oğlu, Hz. Peygamber (s.a.) zamanında nöbet bekliyecek hudut gedikleri yoktu ki oralarda nöbet beklensin. Fakat o (ribât emri) bir namazın arkasından onu takip eden namazı beklemektir.
el-Vahidî en-Neysâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 99.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzul, Çağrı Yayınları: 1/195-196.
Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri
Al-i İmran 200- Ey İnananlar! Sabredin, düşmanlarınızdan daha sabırlı olun, cihâda hazır bulunun; ALLAH'a karşı gelmekten sakının ki, başarıya erişenlesiniz
Ey iman edenler! Dinin getirdiği yükümlülüklere, başınıza gelen musibetlere, karşılaştığınız sıkıntılara sabredin. Kâfirlerle sabır yarışına girin ve bu yarışta onları geride bırakın. Böylece savaşın sıkıntı ve zorluklarına daha çok tahammül edersiniz. Öneminden ötürü burada özellikle sabır yarışından söz edilmiştir. Sınır boylarında özellikle atlı süvariler olarak ve her çağa göre kâfirlerin gücüyle orantılı araçlarla nöbet tutun.
ALLAH'a karşı gelmekten sakının, O'ndan korkun, O'na karşı tedbirli olun, gizli ve açık her yerde O'nu her an yanıbaşımızdaymiş gibi hissedin ki, kurtuluşa eresiniz. Şüphesiz kendini bu şekilde feda ederek gayret gösteren kimse kurtuluşu ümid etmelidir.
Sabretmek, kâfirlerle sabır yarışına girmek, düşmanları mağlup etmek, dünya ve ahiret kurtuluşudur. Bu da hak ve adaleti ayakta tutmak, ALLAH'ın kelimesini yüceltmek amacıyla olur, ALLAH hepimizin İyilik ve kurtuluşa ermesine yardımcı olsun.
Bu, AI-i İmrân suresi idi. Burada inançları konusunda ehl-î Kitap'la, özellikle Hıristiyanlarla tartışarak sağlam bîr islâm akidesini oluşturmaktan başka bir şey gördün mü?
Yine burada savaşta ve barışta müslüman bireyi ve müslüman toplumu oluşturmaktan başka bir şey gördün mü?
Doğrusu ALLAH bilir ya, bu surede bunlardan başka bir şey anlatılmadı.
Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/384-386
7. Bölüm