Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İlmi Konu Rahman Arşa İstiva Etti

ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
RAHMAN ARŞA İSTİVA ETTİ
İSTİVÂ


ALLAHu Teâlâ'nın haberi sıfatlarından istilâ uluvv, suûd ve irtifa anlamlarında haberî bir terim.

Kur'ân-ı Kerîm'de "istivâ" sözcüğü dokuz yerde kullanılmaktadır. Bu kullanışların hepsinde fiil olarak "istevâ: istivâ etti" şeklindedir. Bunlardan ikisi, "ilâ:...e doğru" edatı ile kullanılmıştır. Söz konusu ayetler şöyledir:
"O ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı, sonra göğe yöneldi (istevâ), onları yedi gök olarak düzenledi. O, her şeyi bilir" (Bakara, 29);
"Sonra duman halinde olan göğe yöneldi (istevâ)..." (Fussilet, 11).


ALLAH Teâlâ hakkında "istivâ" söz konusu edilirken, bu iki ayetteki kullanılış pek bir problem teşkil etmemektedir.

Diğer yedi yerde ise, "istivâ" sözcüğü "alâ: üzerine, üzerinde" edatıyla kullanılmıştır. Bunların altısında "summâstevâ ale'l-Arş" şeklinde kullanılmıştır (el-A'râf, 7/54; Yunus, 10/3; er-Ra'd, 13/2; el-Furkân, 25/59; es-Secde, 32/4; el-Hadîd, 57/4).
Bir yerde de "er-Rahmanu ale'l-Arşi istevâ: O Rahman Arş'a istivâ etti" (Tâhâ, 20/5) şeklinde kullanılmıştır.


"İstivâ" denildiğinde bu yedi yerdeki kullanılış kastedilir. ALLAH'ın haberi sıfatları konusunda farklı görüşlerin en çok ileri sürüldüğü meselelerin başında, "istivâ" meselesi gelir. İstiva ile ilgili olarak görüş ileri süren alimleri önce iki gruba ayırmak mümkündür.

a- Te'vil yolunu seçenler.

b- Te'vil yoluna sapmayıp sözü zâhiri üzere kabul edenler.

İslâm tarihinde ALLAH'ın sıfatları konusunda te'vil çığırını başlatanlar, Mu'tezilî âlimleridir. Onlara göre "istivâ", istilâ ve hâkimiyeti altına alma anlamındadır. (Eş'arî, Makalâtu'l İslâmiyyîn, Kahire 1969, 1, 285; İbn Hazm, el-Fısal fi'l-Milel ve'n-Nihal, Beyrut 1975, 11, 123).

Mu'tezile, ALLAH Teâlâ'nın kulların vasıflandığı sıfatlarla nitelenmesinin caiz olmayacağını, bunların kabulünün teşbihi gerektireceğini söylemiştir. Bu çığırı ilk başlatan Ca'd b. Dirhem (118/736) dır. Ondan Cehm b. Safvân (128/745) bu görüşü almıştır (İbnu'l-Esir, el-Kâmil, V, 236).

Niçin te'vil yoluna gittiklerini de şöyle izah ederler:
"İstivâ sözünü zahirine hamledersek, ALLAH hakkında mekân ve yön tayin etmiş oluruz ki, bu, ancak cisimler için söz konusudur."
Bu sebeple de bu âyetleri te'vil etmeyenleri Mucessime ve Muşebbihe olmakla itham ederler. Onlara göre ALLAH bir yerde değil, her yerdedir. Mu'tezile te'vil'in gerektiğini ileri sürerek ALLAH'ın bu sıfatlarını nefyetmiş olacağından, onları haberi sıfatları nefyedenler olarak tesbit etmek de mümkündür (Metin Yurdagür, ALLAH'ın Sıfatları, s. 239).


Te'vile sapmayıp "istiva" lafzını zâhiri üzere anlayanları da iki gruba ayırmak mümkündür:

a- ALLAH'ın cisim olduğunu söyleyenler,

b- ALLAH'ı yaratıklarına benzetmeyenler,

ALLAH'ın cisim olduğunu söyleyenler, söz konusu ayetleri, insanın kürsiye oturması gibi ALLAH'ın Arş'a oturduğunu; insanlarda olduğu gibi ALLAH'ın da et, kemik ve kandan olup el, ayak, baş ve gövdesinin bulunduğunu söylerler. Bu sebebledir ki bunlara "Mucessime ve Muşebbihe" ismi verilmiştir.

ALLAH'ı yaratıklarına benzetmeyi reddederek "İstiva"yı kabul edenlere gelince, Ehl-i Sünnet ve ümmetin selefinin görüşü budur.
Eş'arî (ö. 324/935) meşhur "Makalâtu'l İslâmiyyin" isimli eserinde bu konudaki fırkaların görüşlerini serdederken şöyle demektedir:
"Ehl-i Sünnet ve hadis ehli dedi ki: ALLAH cisim değildir ve yaratıklara benzemez. O, Arş'ın üzerindedir. Nitekim;"O Rahman, Arş'a istivâ etti" buyurulmuştur. ALLAH'ın söylediğinden öteye gitmez, söz söylemeyiz. Aksine, keyfiyetsiz olarak istivâ etmiştir, deriz" (Eş'arî, a.g.e., I. 285).


Eş'arî, bu sözleriyle ALLAH'ın, Arş'ın yukarısında olduğunu, bunun nasıllığının tarafımızdan bilinemeyeceğini, istivâyı te'vil etmenin ve ALLAH'ı yaratıklara benzetmenin yanlış olduğunu söylemek istemektedir.
Nitekim"el-İbâne an Usûli'l-Diyâne" isimli eserinde meseleyi daha geniş bir şekilde şöyle izah eder:
"Biri çıkıp: İstivâ hakkında ne dersiniz? diyecek olursa, ona deriz ki: ALLAH, Arş'ı üzerine istivâ etmiştir. Nitekim ALLAH şöyle buyurmaktadır:
"
O Rahman Arş'a istivâ etti" (Tâhâ, 5);
"Güzel söz O'na çıkar" (Fâtır, 105)
"Hayır ALLAH onu (İsâ'yı) kendisine yükseltti" (Nisâ, 158);
"(ALLAH, yaratma) işi (ni) gökten yere düzenler" (Secde, 5).
ALLAH, Firavun'dan nakille şöyle buyuruyor:
"Firavun dedi: Ey Hâmân, bana yüksek bir kule yap ki o sebeblere (yollara) erişeyim, (yani göklerin yollarına erişeyim de Mûsâ'nın ilahına çıkıp bakayım)" (Mu'min, 36-37).
Bu sözleriyle Firavun, Mûsâ (a.s.)'ın, ALLAH'ın göklerin yukarısında olduğu şeklindeki sözünü yalanlamaktadır. ALLAH Teâlâ yine şöyle buyurmaktadır:
"
Gökte olanın, sizi yere batırmayacağından emin misiniz?" (Mulk, 16).
Göklerin yukarısında Arş vardır. Arş, göklerin yukarısında olunca "Gökte olandan emin misiniz?" buyurmuştur. Çünkü ALLAH, göklerin üzerindeki Arş'a istivâ etmiştir. Her yukarıda olan, göktür. Arş, göklerin en yukarısıdır"

(İmam el-Eş'ârî, el-İbâne an Usûlu'd-Diyâne, Medine 1975, s. 30-31).

Eş'arî bu konuya devam ederek, dua esnasında insanların ellerini Arş'a doğru kaldırdıklarını, Mu'tezile, Cehmiyye ve Hâriciyye mezheplerine muntesib olanların, istivâ'yı istilâ, mulk ve kahr gibi şeylerle te'vil ederek ALLAH'ın her yerde olduğunu söylediklerini, Hak ehlinin görüşü olan ALLAH'ın Arş'ın üzerinde' olduğu görüşüne karşı çıktıklarını anlatır ve bu konuda daha pek çok delil sıralar.

Maturidîler istiva ve diğer haberî sıfatları te'vil etmemişlerdir (Suleyman Uludağ, Kelâm İlmi ve İslâm Akâidi, s. 50).

İmam Maturudî (333/944) Kitabu't-Tevhîd'de, "İstiva" ayeti ile ilgili muhtemel bir çok te'villeri (mulk, ulûvv, Arşı ta'zim ve teşrif, istilâ, kasd vb.) sıralayıp, teşbihe kaçan anlayışları reddeddikten sonra şöyle demektedir:

"Bu mevzuda bize göre aslolan şudur ki, ALLAH Teâlâ; "Hiç bir şey O'nun benzeri olamaz" buyurmak suretiyle kendini mahlukatına benzetmekten tenzih etmiştir. Nitekim biz de O'nun fiillerinde ve sıfatlarında benzeri bulunmadığını, benzerlerinden münezzeh olduğunu yukarıda beyan etmiştik. Bundan ötürü, "Rahman'ın Arş üzerine istivâsını " vahyin getirdiği ve akılda sabit olduğu gibi kabul etmemiz gerekir. Artık biz bu ayetin belli bir anlam ile kesin te'viline hükmedemeyiz. Çünkü zikrettiğimiz te'villerden herhangi birine ihtimali olduğu kadar; henüz bize ulaşmamış, teşbih şâibesi taşımayan başka bir manaya gelmesi de muhtemeldir. Biz ancak bu ayette ALLAH'ın o tabirle muradı ne ise, ona iman ederiz. Vahy ile sabit olan ru'yetullah vb. diğer meselelerde de inancımız böyledir. Bu hususlarda teşbihi nefyederek, hiç bir yorum yapmadan murâd-ı ilâhi her ne ise ona iman gereklidir."
(Maturidî, Kitabu't-Tevhîd, s. 74).

Hanefi mezhebinin imamı Ebû Hanife (öl. 150/766) de ayni görüştedir. O şöyle demektedir:
"Bilmiyorum, Rabbim gökte midir, yerde midir" diyen kâfir olur. "ALLAH Arş'ın üzerindedir ama Arş gökte midir, yoksa yerde midir, onu bilmiyorum" diyen de kâfir olur. ALLAH'a dua ederken yukarıya yönelinir, aşağıya değil. Çünkü aşağının rubûbiyet ve ulûhiyyet vasfıyla hiçbir ilgisi yoktur.


Nitekim şu hadis de bunu anlatıyor:
Bir adam Peygamber'e siyah bir cariye getirdi ve:


- Benim üzerime mu'min bir köle azat etmek vacib oldu. Bu kâfi midir? diye sordu.
Peygamber (s.a.v) o cariyeye sordu: "
Sen mu'min misin?"
Cariye: "
Evet" dedi.
Peygamber (s.a.v.): "
Peki, ALLAH nerededir?" diye sordu.
Cariye göğe işaret etti.
Bunun üzerine Peygamber: "
Onu azad et, o mu'mindir" dedi.
(Muslim, el-Mesacid, 33; Ebû Davud, es-Salat, 167, Eyman, 16; Nesâî, Sehv ; Muvatta, Itk.8-9; Ahmed îbn Hanbel, 11/291. 1;
İbnu Ebi'l-İzz el-Hanefi, Şerhu'l Akîdeti't-Tahâviyye, Beyrut 1988, s. 288; İmam-ı Azam'ın Beş Eseri, İstanbul, 1981, s. 45-48 Arabca kısmı).

Nitekim Ebû Hanife'nin talebesi Ebû Yusuf, ALLAH'ın gökte (yukarıda) olduğunu reddeden Bişr el-Merisî'yi bu görüşünden dolayı hesaba çekmiş ve tövbe etmesini istemiştir.
(İbnu Ebi'l-İzz el-Hanefi, Şerhu'l Akîdeti't-Tahâviyye, Beyrut 1988, s. 288)

Görülüyor ki, kelâm metodunu büyük çapta benimseyen imamlarımızdan Eş'ari'de müşahede edilen haberî sıfatların (ve muteşabihatın) te'vili konusunda muhafazakârlık, İmam Maturîdî'de de aynen mevcuttur. Ancak, Ehl-i Sünnetin her iki koluna mensub muteahhir âlimlerin aynı tutumu devam ettirmedikleri, te'vili benimsediklerini de biliyoruz. Muteahhirin'in bu tutumunun sebepleri arasında avâmın yanlış yorumlarla teşbihe düşmelerini önlemek gayesini sayabiliriz. Onlar bu gayeyle Arap dilinin müsaadesi çerçevesinde bu sıfatların mecazi mâhiyette te'vilini caiz görmüşler, fakat yapılan bu te'villerin ihtimal dairesinin ötesine geçemediğini ve kesin olmadığını da belirtmeyi ihmâl etmemişlerdir (el-Beydâvî, İşârâtü'l-Merâm min İbârâti'l İmâm, 186-189; krş: Gazzâlî, el-İktisâd, s. 52-53).

İmam Mâlik'e ALLAH'ın Arş'a nasıl istivâ ettiği sorulduğunda; "O Rahman, kendini vasıfladığı şekilde Arş'a istivâ etmiştir, O'nun hakkında nasıl sorusu sorulmaz" demiştir. Başka bir rivayete göre ise şöyle demiştir:

"İstivâ (Arab dilinde anlamı)meçhul değildir. Keyfiyeti akıl ile bilinmez. Buna iman etmek vacibdir ve bu konuda soru sormak bid'attir" (Beyhakî, el-Esmâ' ve's-Sıfât; Mısır 1358, s. 408)

Selef hakkında şöyle denebilir: Onlar, nassların sınırlarını aşmamak için bu gibi konularda çok titiz davranır ve fazla izahatta bulunmaz, teferruata dalmazlardı.

------------

Câbir ibnu Abdullah (r.anh)’dan, şöyle dedi:
Rasulullah (s.a.v.) Veda haccında Arefe günü vermiş olduğu hutbede şöyle buyurdu:
Ben vazifem olan tebliği yaptımmı ne diyorsunuz?
Sahabelerde; Evet Ya RasulAllah hakkı ile yaptın diye cevab verdiler.
Rasulullah (s.a.v.) de şehâdet parmağını SEMAYA DOĞRU KALDIRIP İNSANLARA KARŞI İNDİREREK ALLAH'IM ŞAHİD OL DİYE ÜÇ KERE TEKRAR ETTi.

(Bu Hadis'i Buhâri (1739) Muslim (121 Ebu Davud (1905) ve Ahmed (1/447) rivayet etmişlerdir.)

"Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden ALLAH'tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, güneşe, aya ve yıldızlara kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O'nundur. Alemlerin Rabbi olan ALLAH ne yücedir." (Âraf 54)
"Şubhesiz sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden, işleri evirip-çeviren ALLAH'tır. Onun izni olmadıktan sonra, hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte Rabbiniz olan ALLAH budur, öyleyse O'na kulluk edin. Yine de öğüt alıp düşünmeyecek misiniz?" (Yunus 3)

- Ebu Rezîn el-Ukeylî (radıyallâhu anh) anlatıyor:
"Ey ALLAH'ın Rasûlu, dedim, mahlukatını yaratmazdan önce Rabbimiz nerede idi?"

Bana şu cevabı verdi:
"el-Amâ'da idi. Ne altında hava, ne de üstünde hava vardı. Arşını su üzerinde yarattı."
Ahmed İbnu Hanbel dedi ki:

"Yezid şunu söyledi: el-Amâ, yani "ALLAH'la birlikte başka bir şey yoktu" demektir."
(Tirmizî, Tefsir, Hud (3108). kutub-i sitte 1657)



---------------------

Yoksa gökyüzünü (yaratmak mı), ki onu ALLAH bina etti, onu yükseltip düzene koydu" (Naziat: 27-28)
Sonra onun yüksekliğini ve yoğunluğunu, Arş'm üzerinde olduğunu bildirdi, Rasulullah (s.a.v.)'in lisanıyla onu beyan etti:
Abbas b. Abdulmuttalib'den rivayet olduğu üzere şöyle demiştir:


Rasulullah (s.a.v)'ın yanındaydık. Bir bulut geçti.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.): "Bunun ismi nedir bileniniz var mı?" diye sordu.
"Bu buluttur" dedik.
Rasulullah (s.a.v.): "Buna muzn de denir" dedi.
"Evet, mûzn de denir" dedik.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.): "Anane da denir" buyurdu.
"Evet, anane de denir dedik."
Sonra Rasulullah (s.a.v.): "Biliyor musunuz, sema ile arz arasındaki uzaklık ne kadardır?" diye sordu.
"ALLAH ve Rasulu bilir" dedik.
"Öyleyse bilin, ikisi arasındaki uzaklık ya yetmiş bir, veya yetmiş iki veya yetmiş üç senedir. Onun üstündeki sema (nın uzaklığı da) böyledir."
Rasulullah yedi semayı sayarak her biri arasında bu şekilde uzaklık bulunduğunu söyledi. Sonra ilave etti:
"Yedinci semanın ötesinde bir deniz var. Bunun üst sathı ile dibi arasında iki sema arasındaki mesafe kadar mesafe var. Bunun da gerisinde sekiz adet yabani keçi (suretinde melek) var. Bunların
tırnakları ile dizleri arasında iki sema arasındaki mesafe gibi uzaklık var, sonra bunların sırtlarının gerisinde Arş var, Arş'ın da alt kısmı ile üst kısmı arasında iki sema arasındaki uzaklık gibi mesafe var. ALLAH Azze ve Celle bütün bunların üstündedir."
(Ebu Davud, Sunnet: 19, İbn Mace, Mukaddime: 13, Tırmizi, Tefsir: 67)

İZAH:
Mubarekfuri şöyle diyor: "Bu hadiste ALLAH'ın Arş'ın üzerinde olduğuna bir delil vardır, bu gerçeğe Kur'an ayetleri ve nebevi hadisler delalet ediyor, bu sahabeden selef-i salihinin ve tabiinin ve ilim ehlinin mezhebidir. Onlar şöyle dediler: "ALLAH-u Teala Arş'a keyfiyetsiz, teşbihsiz ve te'vilsiz olarak istiva etti, istiva ma'lumdur, keyfiyeti meçhuldur.
Cehmiyye Arş'ı ve ALLAH'ın onun üzerinde olduğunu inkar ettiler ve O, her yerdedir, dediler. Bunların çirkin ve batıl makaleleri vardır.
Selefin mezhebi üzerinde durmak ve Cehmiye'nin makalelerine karşılık yazılanları araştırmak isteyenin, Beyhaki'nin Kitab-u'l-Esma' ve's-Sıfat'ına, Buhari'nin Kitab-u Efal-i'l-ıbad'ına ve Zehebi'nin Kitab-u'l-Uluv'una bakması gerekir.
Ayrıca İbn-i Mendeh'in Kitab-u'r-Red'dine, Darakutni'nin Kitab-u's-Sıfat ve'n-Nuzul'une ve Kitab-u'1-Lali-kai' ye ve İbn-i Huzeyme'nin et-Tevhid'ine baksınlar.
Muberakfuri ; Tuhfetu'l-Ahvazi 9/225-226.


1. Bölüm
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
MUTEŞABİH AYETLER TEVİL EDİLEMEZ

(Bu ayetlerin tevilinde : elden maksat ALLAH’ın kudreti , yahut nimetidir , denilemez. Zira bu türlü tevillerde ALLAH’ın sıfatlarını iptal vardır. ALLAH’ın sıfatlarını iptal ise Kaderiye ve Mutezile taifesinin sözleridir. Lakin ALLAH’ın eli , keyfiyetsiz olarak sıfatıdır. ALLAH’ın gazab ve rızası da yine keyfiyetsiz olarak ALLAH’ın sıfatlarıdır.)
Yani bu sıfatların nasıl olduğunu biz bilmeyiz , ancak ALLAH kendisi bilir .


“El” sözü için olduğu gibi ALLAH’a izafe edilen “yüz” sıfatı için de ALLAH tealanın zatıdır , ayn sözünden maksat , görmesidir , Arş üzerinde durmasından maksat da Arş’ı istila etmesidir, (kaplamasıdır) denilemez. Bu ayetler tevil edilemez. Çünkü Cenabı ALLAH özellikle bu kelimeleri kullanmış , bunların yerine , kudret , nimet, görme ve istila kelimelerini zikretmemiştir .
Doğrusu Cenabı ALLAH el kelimesinden nimet ve kudret gibi iki manadan başkasını kasdetmiştir. Bu sıfatlar ALLAH hakkında muteşabih sıfatlardandır. İmam Azam da Cumhur-u Selefe uyarak aynı görüşe katılmıştır. Ondan sonra gelen ilim adamları da ona uymuşlardır . ALLAH Tealanın gadab ve rıza sıfatlarından gazabı ve intikamı dilemek , rızası ile nimet vermeyi dilemek kastedilmiştir , tarzında tevil yapılamaz . Bunlardan maksat , esas konuluş gayeleri olan nimet ve azabtır .


Fahr’ul-İslam demiştir ki : ALLAH için , el ve yüz isnat etmek bize göre haktır . Bu el ve yüz aslı ile bilinen ve vasfı ile müteşabih olan sıfatlardır.
Vasfını yapmaktan aciz olduğundan dolayı bu sıfatların aslını ALLAH hakkında iptal etmek caiz değildir . İşte Mutezile bu yönden sapımıştır .
Zira onlar , makul bir şekilde sıfatların vasfını bilmedikleri için bu sıfatların asıllarını da reddetmişlerdir. Bu şekilde onlar da ALLAH’ın sıfatlarını inkar ve tatil edenlerden oldular.


Şems’ul-Eimme Serahsi de bu noktayı zikrettikten sonra şöyle diyor :
“Ehl-i Sünnet vel Cemaat , nalsa , yani kati ayetler ve kesin delaletlerle bilinen aslı iptal ettiler , sıfatların aslını iptal ettiler , fakat muteşabih olan keyfiyeti üzerinde ise bir şey söylemeyip sustular. Bununla beraber sıfatların keyfiyetini aramakla meşgul olmayı caiz görmediler. Nitekim Yüce ALLAH , gerçek bilgi sahiplerini şu şekilde vasıflandırmaktadır :

فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ
مِنْهُ ابْتِغَاء الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاء تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ
وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الألْبَابِ{7

Kalblerinde kaypaklık olanlar, sırf fitne çıkarmak için, bir de kendi keyflerine göre te'vil yapmak için onun muteşabih olanlarının peşine düşerler. Halbuki onun te'vilini ALLAH'dan başka kimse bilmez. İlimde uzman olanlar, "Biz buna inandık, hepsi Rabbimiz katındandır." derler.Bunları ancak aklı tam olanlar iyice düşünür . (Âl-i İmran 7)

İmam Serahsi’nin sözü burada sona ermiştir. Ramuz’ul-Ahadis’de de rivayet edilen müteşabih ibareli hadisler bulunmaktadır . Bu hadislerden bazıları şunlardır :

ALLAH teala , Adem aleyhisselam’ı , yeryüzünün her tarafından aldığı bir tutam topraktan yarattı . Toprağı muhtelif sularla yoğurdu , tesviye etti , ruh üfledi ve böylece cansız bir varlık iken hassas bir hayat sahibi varlık haline getirdi
(Buhari , Enbiye , bab: 1 ; Ahmed b. Hanbel , Musned , C.1 s.251)


Muslim’de rivayet edildiğine göre , Peygamber şöyle buyurdu :
Ademoğullarının kalbleri Cebbar olan ALLAH’ın iki parmağı arasında tek bir kalb gibidir. ALLAH onu dilediği tarafa çevirir.
(Ahmed b. Hanbel , Musned , c. II, s.173)


Kıyamet gününde Cehennem , daha var mıdır? diyecek. Öyle ki Rab Teala ayağını Cehennem üzerine koyacak ve ateşler büzülecek .Sonra Cehennem : Asla , asla , diyecek ..
(Buhari , c. VIII, s. 225)


ALLAH teala , gündüzün günah işleyenlerin tevbe etmeleri için , gece vakti elini açar ; gece günah işleyenlerin tevbe etmesi için de gündüzün elini açar. Ta güneş batısından doğuncaya kadar...”
(Muslim , c. IV, s. 2113 , K.Tevbe)


İbn-i Abbas (r.anhuma)'dan rivayetle:
Hacer’ul Esved ALLAH’ın yeryüzündeki sağ elidir. Onun vasıtasıyla ALLAH Teala kulları ile tokalaşır.”
(Câmiu's-sağir: 1 / 161; Kenzu’l-ummal, hadis no: 34744; en – Nihaye fi Carib’i il hadis, c. V., s. 300)
Biz deriz ki: Bu bir misal ve benzetmedir. Bunun aslı şudur:
Hükümdar biriyle (tokalaşıp) musafaha ettiğinde.insanlar da onun elini öper. Sanki Hacer-i Esved de Allah için, hükümdarın sağ eli mesabesindedir. Ona el sürülür ve öpülür.
Âişe'nin de şöyle dediği bana ulaştı: Allah (c.c.) Âdem oğullarından misak (bağlılık ahdi) aldığı ve onları "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diyerek, nefisleri üzerine şahid kıldığı. Onlar da "Evet (Sen bizim Rabbimizsin)" dediği zaman bu misakı Hacer-i Esved'in içine koymuştur.
İnsanların (Hac esnasında Hacer'i) istilam eder (el sürer) ken: "Sana inanarak ve ahdini yerine getirerek..." dediklerini duymadın mı? Bunun mânası "Sana verdiğimiz sözü (ahdi) yerine getirdik. Şubhesiz Rabbimiz Sen'sin sen!"demektir. Böyle söylenmesinin sebebi şudur: Cahiliyye devrinde de Hacer'i islam ederler (el sürerler)di. Fakat onlar muşrik idiler ve Hacer'i hakkıyla istilam etmiyorlardı. Çünkü onlar kâfir idiler

(İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 334-335)


Ebu Hurayra’den merfu olarak rivayet edilen bir hadis-i şerifte’de :
Kim Hacer’ul- Esved ‘e yaklaşırsa , ALLAHın eline yaklaşmış gibidir.
(İbn Mace , c. II,s 986 ; H. No: 2557)


İmam Azam Ebu Hanife’den: “ALLAH teala gökten iner” şeklinde rivayet edilen hadis-i şeriften sorulunca , “keyfiyetsiz olarak iner” cevabını verdi .

Başka bir hadis-i şerifte’de Peygamber (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
Şubhesiz Cenabı ALLAH Adem aleyhisselamı kendi sureti üzerine yaratmıştır, yahut Rahmanın suretinde yaratmıştır .”
(Buhari , c .V , s. 125 , İstizab 1)


Bu ve buna benzer hadis-i şeriflerin zahiri manası üzerine bırakılması gerekir. Bunların durumu , tevili , söyleyene bırakılır. ALLAH Teala ise azalardan ve yaratılmışların sıfatlarına benzemekten beridir.

İmam Azam Ebu Hanife , “ El-Vasiyye” adlı kitabında şöyle diyor :
Biz ikrar ederiz ki ALLAH Teala ihtiyaç olmaksızın Arş üzerinde durmaktadır. O’nun istikrarı Arş üzerindedir. Arş’ı ve Arş’tan başka her şeyi koruyan da ALLAH Teala’dır. ALLAH teala , başkasına muhtaç olsaydı yaratılmışlar gibi , bu alemi yaratmaya ve idare etmeye kadir olamazdı. ALLAH eğer oturmaya ve bir yerde kararlaşmaya muhtaç olsaydı , o takdirde Arş’ı yaratmadan evvel nerede idi ? Öyle ise ALLAH Teala , oturmaktan ve karar kılmaktan munezzehtir .”


İmam Malik hazretleri Arş üzerinde istiva’dan sorulunca ne güzel söylemiştir. “ALLAH’ın Arş üzerinde istivası malumdur , keyfiyet meçhuldur. Bundan sormak bidattir. Bu ayete inanmak ise vacibtir.”

Bu inanç selefin yoludur . Ve en doğru bir yoldur . ALLAH teala ise daha iyi bilir .Bazı halef alimlerinin yukarıda geçen ayet ve hadisleri tevil şekilleri geçmiştir. Bu ayetleri tevil etmenin daha sağlam bir yol olduğu söylenmiştir . Fakat Şafii'lerden biri İmam’ul- Harameyn’in önce bu ayetleri tevil ettiği , ancak ömrünün sonuna doğru bundan vazgeçtiği , bu ayetleri tevil etmeyi yasakladığı ve Selef’in muteşabih ayetlerin tevilini yasakladıkları hususundaki icmaını naklettiği rivayet edilmiştir.
İmam’ul- Harameyn “Risale-i Nizamiye” adlı kitabında da bu görüşünü açıklamaktadır. Bu görüş Maturidi Mezhebine mensub olan alimlerimizin inancına da uygundur .


344282

İMAM AZAM FIKH-I EKBER
Aliyyu'l- Kâri Şerhi, Sayfa : 75 -76 -77
Tercüme : Yunus Vehbi yavuz
İlaveli 4. Baskı 15 ytl .
Çağrı yayınları : Tel : 0 212 516 20 80 -81 fax : 0 212 516 20 82

www.cagriyayinlari.com[email protected]
Baskı Modern Matbaası İstanbul : 1992 / 1413 h.

Miraç Ve Allah'a Mekân İsnadı:

Şüphe yok ki, İsra makamı, Musa aleyhisselâm'ın mikatından daha üstündür. Nerde kaldı ki Yunus b. Mettâ'nın makamından üstün olmasın. Ancak bizim sözümüz, her halde ve her makamda ikisinin yani Peygamber ve Yûnus'un Allah Teâlâ'ya yakınlıklarının eşit olduğudur. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
Nerede bulunursanız Allah sizinle beraberdir.” (Hadid 4)
Biz kula şahdamarından daha yakınız.” (Kaf 16)
Allah, kullarının üstünde galibtir, yegane hüküm ve hikmet sahibidir.” (En'am 61) anlaşıldığına göre Allah Teâlâ'nın kulları üzerine yükselmesi, mekân bakımından yükseklik değil, mertebe ve makam bakımından yüksekliktir. Yani şânı yüce olmak demektir. Ehl-i Sünnet vel-Cemaat âlimleri ile Mutezile, Havariç vesair İslâm taifelerince de durum bu şekilde tesbit edilmiştir. Diğer bidat taifeleri de aynı görüştedir. Ancak, Allah Teâlâ’ya cihet ispat eden Hanbelilerle Mucessimeden bir taife bu görüşte değildir. Allah Teâlâ onların isnad ettiklerinden uzaktır.
Şârih ne tuhaftır ki Allah Teâlâ'nın yüceliğini isbat etmekte:
Şüphesiz bu Kur'an'ı, Emin ruh Cebrail, korkutuculardan olasın diye, senin kalbine indirdi.” (Şuara 93-94) âyetini delil getiriyor.
Muellifin bu âyetle Allah Teâlâ'nın yücelik sıfatını ispat etmeye çalışmasının garibliği apaçıktır. Zira nuzul ve tenzil kelimeleri alâ harf-ı cerri ile mütâaddi olurlar. Burada Kur'an'ın gökten inmesinden murad edilen, Peygamber sallellahu aleyhi vesellem'in kalbine indirilen kelâmın yüceliğidir. Bu konuda bir çekişme bahis konusu değildir. Kelâmın yüceliğinden Melik ve Allâm olan Allah Teâlâ'nın mekânının yüceliği yani ona yüce bir makam ispatı lâzım gelmez. Favk ve uluv gibi sıfatlara delâlet eden bazı âyet ve hadisleri zikrettikten sonra: “Selef âlimlerinin, yücelik sıfatını ispat etme konusundaki sözleri çoktur.” sözü bizce de musellemdir. Ancak selef âlimlerinin, Allah'a yücelik, yükseklik sıfatı ispat etmeleri mekânın yüceliği ile tevil edilmiştir.
Sonra şarih şöyle diyor:
Bu delillerden biri Ebû Muti' el-Belhi'den nakledilen şu rivayettir:

Ebû Muti' Ebû Hanîfe'ye: “Allah'ın, yerde mi gökte mi olduğunu bilmiyorum.” diyen kişiden sormuş; Ebû Hanife de: “Kâfir olmuştur, zira Allah Teâlâ şöyle buyuruyor”:
Allah Arş üzerinde duruyor.” (Taha 5) Allah'ın Arşı ise yedi kat göğün üstündedir.” buyurdu.
Ben derim ki; Ebû Hanîfe “Eğer bir kimse, Allah Teâlâ Arş üzerindedir, fakat Arş'ın gökte mi yerde mi olduğunu bilmiyorum.” derse, kâfir olduğunu söylemiştir, Çünkü o, Allah'ın gökte olduğunu inkâr etmiştir. Allah'ın gökte olduğunu inkâr eden kişi ise kâfirdir. Zira Allah Teâlâ yücelerin yücesindedir. Allah Teâlâ yüksekten çağrılır, aşağıdan değil.”


Buna cevabımız şöyledir: İmam Abdusselâm, “Hallur-Rumûz” adlı kitabında İmam Âzam'ın şu sözünü kaydediyor:
Kim Allah'ın yerde mi gökte mi olduğunu bilmiyorum derse, kâfir olur. Çünkü bu söz, Allah'ın bir mekânı olduğu düşüncesini akla getirir. Allah'ın mekânı olduğunu düşünen kimse ise Allah'ı yaratıklara benzeten kişidir.”
Şubhe yok ki Abdullah b. Selâm ilim adamlarının büyüklerinden biri olup güvenilir bir âlimdir. Şarihin naklettiğine değil, onun naklettiğine itimat etmek gerekir. Ebû Muti, aynı zamanda Hadis âlimlerince hadis uydurucusudur.
Hulâsa, sarih Ebû Mutî teşbih'i nefy etmekle beraber Allah'a yüksek bir mekân isnad ediyor. Bu konuda Bidat ehli bir taifeye uymuştur. Daha önce geçtiği üzre Ebû Hanîfe Muteşâbih sıfatlara inanır ve tavilinden sakınırdı. Allah Teâlâ'yı bu sıfatların zahirî manasından da tenzih eder, dolayısıyla Selef âlimlerinin görüşünde olduğu gibi bu husustaki bilgiyi Allah Teâlâ'ya havale eder. Halef âlimlerinin çoğunluğunun görüşü de budur. Selefin Mezhebi daha sağlam, daha doğru ve daha kuvvetlidir.

344282


İMAM AZAM FIKH-I EKBER
Aliyyul- Kari Şerhi , Sayfa : 216 - 219
Tercume : Yunus Vehbi Yavuz
İlaveli 4. Baskı 15 ytl .
Çağrı yayınları : Tel : 0 212 516 20 80 -81 fax : 0 212 516 20 82

www.cagriyayinlari.com[email protected]
Baskı Modern Matbaası İstanbul : 1992 / 1413 h.


2. Bölüm
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Kurtubi Tefsiri :

Şubhesiz Rabbiniz, O ALLAH'tır ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı. Sonra Arş'a istiva etti. Geceyi durmadan kovalayan gündüze O buruyor. Güneşi, ayı ve yıldızları emriyle ram eden O'dur. İyi bilin ki, yaratma da emretme de yalnız O'nundur. Âlemlerin Rabbi olan ALLAH'ın şanı ne yücedir! (Â'raf 54)




Yüce ALLAH: "Şubhesiz Rabbiniz O ALLAH'tır ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı" buyruğu ile yoktan var etmek kudretine tek basına kendisinin sahip olduğunu beyan etmektedir. O halde, yalnızca O'na ibadet etmek gerekir.

Altı kelimesinin aslı'dır. Araplar, "dal" harfini "sin" harfine idğam etmek isteyince, "te"nin mahrecinde bir araya geldikleri görüldüğünden, her ikisini de "te" olarak çıkarmışlardır. Şöyle de demek mümkündür: İki "sin'den birisinin yerine "te" getirilmiş ve bu da "dal" harfine idğam edilmiştir. Çünkü, bunun küçültme ismi; Altıda bircik" şeklinde, çoğulu ise, "Altılar" şeklinde gelir. Çoğul ve küçültme isimleri ise, Arapçada isimlerin asıl harflerini ortaya çıkartır.

Yine Arablar: Altıncı derler. diyenler ise, "sin" yerine "te" getirmiş (ibdal etmiş) olurlar.

"Yevm: Gün" kelimesi ise güneşin doğuşundan batış vaktine kadar olan süreyi ifade eder. Eğer güneş yoksa bu anlamda "yevm" de yok demektir. Bu açıklamayı el-Kuşeyrî yapmış ve şöyle demiştir: "Altı gün'den kasıt, âhîret günlerinden altı gündür ki, her bir gün bin yıl demektir. Bu da göktedn ve yerin yaratılışının önemini ortaya koymak içindir. Dünya günlerinden altı gün olduğu da söylenmiştir.

Mücalıid ve başkaları ise şöyle demişlerdir: Bu günlerin ilki pazar, sonuncusu ise cuma günüdür. Bu süreyi yüce ALLAH zikretmekle birlikte O, bunları bir anda dahi yaratmak dileseydi elbette bunu yapardı. Zira O, bunlara ol demeye ve bunları hemen var etmeye kadirdir. Fakat O, kullara yapacakları İşlerinde yumuşak davranmayı ve sağlam iş yapmayı öğretmek istemiştir. Diğer taraftan kudretinin, meleklere peyder pey zuhur etmesini dilemiştir. Bu ise: Melekleri göklerden ve yerden önce yaratmıştır, diyenlerin görüşüne göredir.

Göklerin ve yerin altı günde yaratılmasındaki bir diğer hikmet de şudur; Her bir şeyin O'nun nezdinde bir süresi vardır. Ayrıca O, bununla isyankârları cezalandırmakta acele etmeyi terk ettiğini de açıklamaktadır. Çünkü O'nun nezdinde her bir şeyin bir vadesi vardır. Bu da yüce ALLAH'ın: "Biz, onlardan önce kuvvetçe kendilerinden daha çetin olan nice nesiller helak ettik" (Kaf, 50/36) diye buyurmasından sonra: "Andolsun gökleri, yeri ve aralarında olanları Biz altı günde yarattık. Ve Bize bir yorgunluk da dokunmadı. O halde söylediklerine sabret..." (Kaf, 50/38-39) buyruğunu andırmaktadır.

Yüce ALLAH'ın: "Sonra Arş'a İstiva etti" buyruğuna gelince, burada "istiva meselesi" söz konusudur, İlim adamlarının bu hususta uzun açıklamaları ve ifadeleri vardır. Bu husustaki ilim adamlarının görüşlerini de biz, "el-Kitabu'l-Esnâ fi Şerhi Esmâillahi'l-Büsnâ ve Sıfatihi el-Ulâ" adlı eserimizde açıklamış ve orada bu hususta ondört ayrı görüş olduğunu zikretmiştik.

Mutekaddimîn ile müteahhirînin çoğunluğuna göre, şanı yüce ALLAH'ın, cihet ve mekan tutmaktan munezzeh olduğunu kabul etmek zorunlu olduğundan dolayı, yine buna bağlı olarak -mutekaddimîn bütün ilim adamlarına göre ve muteahhirînin önderlerine göre- O'nun, cihetten de tenzih edilmesi bir zorunluluktur. Onlara göre, yüce ALLAH "yukarı" cihetinde değildir. Zira, O'nun için özel bir cihetin varlığı kabul edilecek olursa, bu O'nun bir mekanda bulunması anlamına gelir. Mekân ve yer tutmak dolayısıyla yer tutan için hareket, değişmek ve hadis olmak sözkonusu olur. Bu, kelamcıların görüşüdür.

Selef-i Salihin'in ilk dönemleri ise, ALLAH'ın bir cihette bulunuşunu nefyetmiyorlar ve bunu nefyettiklerini de ifade etmiyorlardı. Aksine, onlar da genel olarak herkes de yüce ALLAH'ın Kitab'ında bildirdiği, peygamberlerinin de haber verdiği şekilde O'na cihet isbat ediyorlardı; Selef-i Salihten her hangi bir kimse, ALLAH'ın Arş'ı üzerinde hakikaten istiva etmiş olduğunu inkâr etmiyordu.

İstivâ'nın Arş'a tahsis ediliş sebebi İse, O'nun ALLAH'ın malılukatının en büyüğü olmasından ötürüdür. Şu kadar var ki, istivâ'nın keyfiyeti bilinmemektedir. Çünkü, bunun hakikatinin ne olduğu bilinmemiştir. Malik -ALLAH'ın rahmeti üzerine olsun- şöyle demiştir: İstivâ'nın ne demek olduğu -sözlükte-bilinmektedir. Keyfiyet ise meçhuldür, buna dair soru sormak ise bid'attir.

Um Seleme (r.anha) da böyle demiştir. Ve bu kadarı kâfidir. Kim bundan daha fazla bilgi edinmek istiyor ise, bu hususta ilim adamlarının eserlerinde açıklamanın yer aldığı bölümlere bakabilir.

İstiva, Arap dilinde yüksek olmak, yükseklik ve istikrar bulmak demektir.

el-Cevherî der ki: Eğrilikten istiva etti (düzeldi) ve bineğinin sırtı üzerinde istiva etti, yani kuruldu demektir. Semaya İstiva etmek ise, oraya yönelmek, orayı kastetmek demektir. Yine bu kelime, istila etmek, üstün ve galip gelmek anlamına da gelir. Şair der ki:

"Bişr, Irak'a istiva etti (orayı istilâ etti, üstünlük sağladı); Kılıç kullanmaksızın ve kan dökraeksizin."

"Adam istiva etti" ise, gençliğinin son noktasına vardı (olgunlaştı), demektir. İtidal noktasına gelmek hakkında da kullanılır. Ebu Ömer b. Abdi'l-Berr ise, Ebu Ubeyde'den yüce ALLAH'ın: "Rahman (olan ALLAH) Arş'a istiva etti" (Tâ-Hâ, 20/5) buyruğu hakkında şöyle dediğini nakletmektedir: Onun üzerine yükseldi, anlamındadır. Şair de şöyle demiştir:

"Ve ben onları oldukça kurak, geniş bir düzlükteki suya götürdüm Yemanî yıldızı çıkmış da istiva etmiş bulunuyordu."

Alabildiğine yükselmiş bulunuyordu, demektir.

Derim ki: yüce ALLAH'ın yüksekliği, O'nun şan, sıfat ve melekûtunun yüksekliğinden ibarettir. Yani, celal özelliklerinin kendisi hakkında vacib olduğundan daha üstünde vâcib olduğu herhangi bir kimse yoktur. Kendisiyle yükseklikte oıtak olacak kimse de yoktur. Aksine O, mutlak olarak tek yüce olandır.

"Arş'a" buyruğundaki "arş" lafzı, birden çok anlam hakkında kullanılan müşterek bir lafızdır.

el-Cevherî ve başkaları der ki:

Arş: Hükümdarın tahtı demektir. Kur'an-i Kerim'de de şöyle buyurulmuştur:
"Ona tahtını (arş) tanımıyacağı bir hale getirin" (en-Neml, 41);
"Baba ve annesini tahtının (arşının) üzerine oturttu." (Yusuf, 100)
Arş, aynı zamanda evin tavanı anlamına da gelir. Ayağın arşı ise, üst tarafındaki çıkıntı ve parmaklann bulunduğu bolüm demektir. Arşu's-Simâk ise, el-Awâ' diye bilinen yıldız grubunun alt tarafındaki dört küçük yıldızdan ibarettir. Bunların, arştan yıldız grubunun kuyruk tarafı olduğu da söylenir. Kuyunun arşı ise, dip tarafından bir adam boyu kadar taşla örüldükten sonra, ahşab ile bükülmesi demektir. İşte bu ahşap bölümüne arş deniliyor. Çoğulu ise "urûş" diye gelir. Arş, Mekke'nin de bir adıdır. Yine arş, hükümdarlık ve saltanat anlamına da gelir. Filan kişinin mülkü, saltanatı ve kuvvetinin gittiğini anlatmak üzere de; tabiri kullanılır. Şair Zuheyr de der ki:


"Abse yetiştiniz fakat arşı (mülk ve saltanatı) elinden gitmişti. Zubyanlılarm ise şerefi ve gücü de ortadan kalkmıştı."

Arş, âyet-i kerimede mülk (ve egemenlik) anlamında da te'vil edilebilir. Yani, mülk O'ndan başka hiç bir kimse hakkında söz konusu değildir. Bu da güzel bir açıklama olmakla birlikte tartışılabilecek yanları vardır. Biz bunu, adı geçen eserimizde konu ile ilgili ileri sürülmüş görüşler arasında açıkladık, yüce ALLAH'a lıamd olsun.

Yüce ALLAH'ın: "Geceyi durmadan kovalayan gündüze bürüyor." Yani, geceyi gündüzün üzerine bir örtü gibi bırakıyor. Bu da şu demektir: Gündüzün aydınlığını gideriyor. Böylelikle dünya hayatında gecenin gelişi ile hayat dosdoğru bir şekilde tamam olsun. Çünkü gece sükûn bulmak, dinlenmek içindir, gündüz de geçimi kazanmak içindir. Âyet-i kerimedeki; "Bürüyor" kelimesi, "şin" harfi şeddeli olarak da okunmuştur. Bunun bir benzeri de er-Ra'd Sûresi'ndedir. (Bk. 13/3- âyet). Bu şekildeki-kıraat ise, Ebu Bekr'in Âsım'dan rivayet ettiği kıraat ile Hamza ve Kisaî'nin kıraatidir. Diğerleri ise bunu şeddesiz olarak okumuşlardır ki, bu da () şeklinde iki ayrı şivedir. Bununla birlikte kıraat alimleri "Onu örttüğü şeylerle örttü" (en-Necm, 54) şeklinde şeddeli olarak icma ile okumuşlardır. Aynı şekilde; "Onları(n gözlerini de) örttük" (Yasin, 9) şeklinde icma ile okumuşlardır. O bakımdan her iki okuyuş da bir birine eşittir. Şu kadar var ki, şeddeli okuyuşta tekrarlama ve çok yapma anlamı vardır. Her ikisi de bir şeyi bir şeye bürümek manasına gelir.

Bu âyet-i kerimede, gündüzün geceye girişi sozkonusu edilmeyerek, onlardan birisinin amlmasıyla yetinilerek diğeri zikredilmemiştir. Yüce ALLAH'ın: "Ve sizi sıcaktan koruyan elbiseler" (en-Nahl,81) buyruğu ile, "Hayır yalnız Senin elindedir" (Âl-i imran, 3/26) buyruklarında olduğu gibi.

Humeyd b. Kays ise, diye okumuştur ki, bu gündüz geceyi bürür (örter) demektir. "Durmadan kovalayan" aralıksız olarak onun arkasından giden, demektir. "Geceyi... gündüze buruyor" anlamındaki buyruk da hal olarak nasb malıallifldedir. İfadenin takdiri de şöyledir: Yüce ALLAH, geceyi gündüze bürüyen olarak Arş'a istiva etmiştir.

Aynı şekilde "durmadan kovalayan" buyruğu da "gece"den haldir. Yani, geceyi gündüze birbirini kovalayarak bürür anlamındadır.

Cümlenin, hal olmayıp yeni bir cümle olması ihtimali de vardır. "Durmadan" kelimesi, mukadder bir "kovalayan" lafzından bedel, yahut onun bir sıfatı veya hazfedilmiş bir mastarın sıfatı da olabilir. Yani durmadan ve hızlıca kovalayan demektir. lafzı acele, çabuk demektir. ise, hızlıca geri döndü, anlamına gelir.

"Güneşi, ayı ve yıldızları emriyle ram eden O'dur." el-Ahfeş der kir Bu buyruk, "gökleri" kelimesine atfedilmiştir. Yani: Güneşi, ayı... emriyle ram edilmiş olarak yaratan O'dur, anlamına gelir. Abdullah b. Amir'den, "güneş, ay, yıldız" kelimeleri ile "ram edilmişler" anlamındaki kelimelerin, mübtedâ ve haber olmak üzere tümüyle merfu' okuduğu da rivayet edilmiştir. (Bu durumda meal şöyle olur: Güneş, ay ve yıldızlar O'nun emriyle müsalıhar kılınmıştır).

Yüce ALLAH'ın: "İyi bilin ki, yaratma da emretme de yalnız O'nundur" buyruğuna dair açıklamalarımızı da iki başlık halinde sunacağız:

1. Yaratmak Ve Emretmek Yalnız ALLAH'ındır:

ALLAH, bu haberinde bize doğruyu söylemiştir. Yaratmak da yalnız O'nun-dur, emretmek de. O, bütün mahlukatı yarattı ve sevdiği, uygun gördüğü şeyleri onlara emir olarak verdi. Bu emir, aynı zamanda yasağı da vermesini gerektirmektedir.

İbn Uyeyne der ki: Yaratma ile emretmek ayrı şeylerdir. Bunları bir ve aynı şey kabul eden kâfir olur. Çünkü, yaratmaktan kasıt, yaratılanlardır. Emretmek ise, mahluk olmayan O'nun kelamıdır ve bu da O'nun "ol" demesidir. Çünkü: "O, bir şeyi (yaratmak) diledi mi, O'nun emri sadece ona, "ol" demekten ibarettir, o da derhal oluverir." (Yasin, 82)

Yüce ALLAH'ın, yaratmayı ve emretmeyi ayn olarak zikretmesinde, Kur'ân'ın yaratılışını kabul edenlerin sözlerinin yanlış ve tutarsız olduğuna bir delil vardır. Zira, eğer emrin kendisi olan sözü mahluk olsaydı: "İyi bilin ki, yaratmak da, yaratmak da yalnız Onundur" demesi gerekirdi. Böyle bir ifade ise, abes, çirkin ve tutarsız bir ifadedir. Yüce ALLAH ise, faydasız söz söylemekten yüce ve münezzehtir. Buna, şanı yüce Rabbimizin şu buyrukları da delil teşkil etmektedir;
"Göklerin ve yerin O'nun emriyle durması da O'nun âyetlerindendir" (er-Rûm, 25);
"Geceyi ve gündüzü, güneşi ve ayı da size musahhar kıldı. Yıldızlar da O'nun emriyle boyun eğmişlerdir." (en-Nahl, 12)
Yüce ALLAH, bu buyruklarıyla bütün mahlukatın O'nun emriyle varlıklarını devam ettirdiklerini haber vermektedir. Eğer emir yaratılmış olsaydı, bu yaratılan emrin de O'nunla var olabileceği bir başka emre ihtiyacı olurdu. O emir de bir başka emre muhtaç olur ve bu sonsuza kadar böyle devam eder giderdi. Bu ise, imkânsız bir şeydir. Böylelikle yüce ALLAH'ın kelamı demek olan emrinin, kadim ve ezelî olduğu, mahluk olmadığı ortaya çıkmaktadır. O'nun emriyle mahlukatın var olması bu yolla mümkün olabilir.


Yine buna yüce ALLAH'ın şu buyruğu da delil teşkil etmektedir: "Biz, gökleri, yeri ve aralarındaki şeyleri ancak hak ile yarattı." (el-Hicr, 85) Şanı yüce ALLAH bu buyrukta gökleri ve yeri hak ile yani, hak olan sözü ile yarattığını haber vermektedir ki, bu da O'nun mukevvenata (ol emriyle var edilenlere) verdiği: kûn: ol buyruğudur. Eğer, hakkın kendisi yaratılmış olsaydı, onunla mahrukatı yaratması mümkün olamaz, düşünülemezdi. Zira, mah-lukat, mahluk ile yarattlamaz.

Buna da yüce ALLAH'ın şu buyrukları delalet etmektedir: "Andolsun ki, gönderilmiş kullarımız için şu sözümüz ezelden beri geçmiştir:..." (es-Saffat, 171); "Muhakkak ki, kendileri için tarafımızdan iyiliğin takdir edilmiş olduğu kimseler ondan uzaklaştırılmışlardır" (el-Enbiyâ, 101); "Fakat, Benden... sözü hak olmuştur." (es-Secde, 13) İşte bütün bunlar, ezelde bu husustaki "söz"ün(ün) geçmiş olduğuna bir işaret vardır. Bu da ALLAH'ın sözünün ezelden beri var olmasını gerektirmektedir. Bu nükte ALLAH'ın sözünün mahluk olduğunu kabul edenlerin görüşlerini reddetmek için yeterlidir.

Bununla birlikte aksi kanaatte olanların görüşlerine delil gösterdikleri bir takım âyetler de vardır. Yüce ALLAH'ın: "Kendilerine Rabblerinden bir yeni zikir gelse..." (el-Enbiyâ, 2) buyruğu ile yüce ALLAH'ın: "ALLAH'ın emri elbette yerine gelir" (el-Ahzâb, 37) ile, 'ALLAH'ın emri mutlaka yerini bulan bir kaderdir" (el-Ahzâb, 38) buyruğu ve benzerleri.

Kadı Ebu Bekr der ki: Yüce ALLAH'ım "Kendilerine Rabblerinden yeni bir zikir gelse" (el-Enbîyâ, 21/2) buyruğunun anlamı, kendilerine Peygamber (sav)'dan her hangi bir ümit, bir va'd ve bir korkutma gelecek olsa "mutlaka onu eğlenerek, alay ederek dinlerler." (el-Enbiyâ, 21/2) Çünkü, Peygamberlerin öğütleri ve sakındırmaları bir zikirdir. Nitekim yüce ALLAH şöyle buyurmaktadır: "Sen onlara hatırlat (zekkir). Sen ancak bir hatırlatıcısın (müzekkir).* (el-Ğâşiye, 88/21) Yine konuşma esnasında filan kişi zikir meclisindedir tabiri kullanılır. Diğer taraftan yüce ALLAH'ın: "ALLAH'ın emri elbette yerine gelir buyruğu ile ALLAH'ın emri mutlaka yerini bulan bir kaderdir." (el-Ahzâb, 33/37 ve 38) buyrukları ile yüce ALLAH kâfirlerden alacağı intikamı ve onlara vereceği cezayı, bir de mu'minlere yardımını verdiği hüküm ve takdir etmiş olduğu fiillerini kastetmektedir. Nitekim yüce ALLAH'ın şu buyruğu da bu kabildendir.: "Nihayet emrimiz gelip de..." (Hûd, 40) Bir başka yerde de yüce ALLAH şöyle buyurmaktadır: "Halbuki Firavun'un emri hiç de doğru değildi." (Hûd, 97) Burada "emirden kasıt ise, onun hali, fiilleri ve izlediği yoldur. Şair de şöyle demektedir:

"Onun kendine has bir emri (hali, durumu , yolu) vardır. Nihayet o, Ayaklarıyla barınmak üzere bir mer'aya geçti mi, orada yerleşir."

2. Emir İle İrade Arasındaki İlişki:

Bu husus bu şekilde açıklığa kavuştuğuna göre şunu bil ki: "Emir"in irade ile hiç bir ilgisi yoktur. Mutezile ise, emir iradenin kendisidir, demektedir. Oysa bu doğru değildir. Aksine, yüce ALLAH, irade etmediği şeyi emreder, irade ettiği şeyi de yasaklar. Meselâ, İbrahim (a.s.)'a oğlunu boğazlamasını emrettiği halde, onun böyle bir işi fiilen gerçekleşmesini irade etmemişti. Peygamber'i Muhammed, (s.a.v.)'e ummeti ile birlikte elli vakit namaz kılmasını emretmekle birlikte ondan yalnızca beş vakit namaz kılmasını murad etmişti.
Yüce ALLAH: "Ve tâ ki, içinizden şehidler edinsin" (Âl-i İmran, 140) buyruğu ile Hamza'nın şehadetini murad ettiği halde, kâfirlerin onu öldürmesini nehyetmiş, böyle bir İşi yapmalarını emretmiş değildi. İşte bu husus gerçekten doğru ve bu konuda nefis bir açıklamadır, bunun üzerinde dikkatle düşünmek gerekir. Yüce ALLAH'ın: "Âlemlerin Rabbi olan ALLAH'ın şanı ne yücedir" anlamındaki buyruğunda geçen; Şanı ne yücedir!" buyruğu, "bereket" kökünden; vezninde bir kelimedir ki, bereket, çokluk, genişlik ve bolluk demektir.
Bu açıklamayı İbn Arefe yapmıştır. el-Ezherî der ki: "Tebâreke" yüce, azametli ve üstün anlamındadır. Bunun, O'nun ismi île teberruk edilir ve O'nun isminin uğurundan faydalanılmaya çalışılır, anlamına geldiği de söylenmiştir.


"Âlemlerin Rabbi'nin anlamına dair açıklamalar da el-Fatiha Sûresi'nde (1/1. âyet, 6. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

KURTUBİ TEFSİRİ
-------------------
Yerde ne varsa hepsini sizin için yaratan O'dur. Sonra göğe yönelip de onları yedi gök halinde düzenledi. O her şeyi bilendir”. Bakara 29
"Yerde ne varsa hepsini sizin için yaratan O'dur..." buyruğu ile ilgili açıklamalarımızı on başlık halinde ele alacağız:
5- "İstiva" ve Müteşabihler :
"Sonra göğe yönelip de..." Buyruğunda "sonra" kelimesi haber verilen şeyin sıralaması dolayısıyla gelmiştir. Yoksa bizzat işin yapılış sırasını anlatmak için değildir.
İstiva (yönelmek): Dilde bir şeyin üstüne çıkmak ve üzerine yükselmek demektir. Nitekim yüce ALLAH (aynı kökten kelimeler ile) şöyle buyurmaktadır:
لِتَسْتَوُوا عَلَى ظُهُورِهِ
ثُمَّ تَذْكُرُوا نِعْمَةَ رَبِّكُمْ إِذَا اسْتَوَيْتُمْ عَلَيْهِ وَتَقُولُوا سُبْحانَ
الَّذِي سَخَّرَ لَنَا هَذَا وَمَا كُنَّا لَهُ مُقْرِنِينَ

- Siz onların sırtına binip üzerlerine yerleştiğiniz (isteveytum) zaman, Rabbinizin nimetini anarak şöyle diyesiniz:
"Bunları bizim hizmetimize veren ALLAH'ı tenzih ve tesbih ederiz. Yoksa bizim bunlara gücümüz yetmezdi." (Zuhruf 13)

فَإِذَا اسْتَوَيْتَ أَنتَ وَمَن مَّعَكَ عَلَى الْفُلْكِ فَقُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي نَجَّانَا
مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ
- Sen, yanındakilerle beraber gemiye yerleştiğinde (isteveyte): "Bizi zalimler topluluğundan kurtaran ALLAH'a hamdolsun" de. (Mu'minun 28)
"Sen ve seninle birlikte olanlar gemiye bindiğinizde (isteveyte)..." (el-Mu'minun, 28);
"Sonra onların sırtları üzerine binip yerleşince (isteveytum)..." (ez-Zuhruf, 13)
Şair de şöyle demektedir:
"Ipıssız bir çölde onları bir su başında görürdüm
Güney (Yemen) yıldızı alabildiğine yükselmiş idi (istevâ)"
Güneş başımın üzerinde istiva etti, kuş tepeme istiva etti, tabirleri ile anlatılmak istenen bunların yükseldiğidir.
Bu âyet-i kerime muşkil (anlaşılması zor) âyetlerdendir. İlim adamları bu ve benzeri âyetlerde üç ayrı görüş ortaya atmışlardır.
Kimisi: Biz bunları okur, bunlara iman eder ve tefsir etmeyiz, derler. İmamların pekçoğu bu görüştedir.
Bu, İmam Malik'ten gelen şu rivayete benzemektedir: Adamın birisi ona yüce ALLAH'ın: "Rahman (olan ALLAH) Arşa istiva etti." (Ta-ha, 5) buyruğu hakkında soru sormuş, İmam Malik de şöyle demiştir:

-İstiva bilinmeyen birşey değildir. Ancak keyfiyeti akıl ile bilinemez. Buna iman ise farzdır. Bunun nasıl olduğuna dair soru sormak bid'attir. Ben senin kötü bir adam olduğunu görüyorum. Hadi bunu buradan çıkartınız.

Bir kısım ilim adamı da şöyle demiştir: Bu âyetleri okuruz ve dildeki zahiri anlamına uygun düşecek şekilde yorumlarız. Bu Muşebbihe'nin görüşüdür.
Kimisi de şöyle demiştir: Bu gibi âyetleri okuruz, te'vilini yaparız ve bunları zahirlerine hamlederiz.
el-Ferra, yüce ALLAH'ın: "Sonra göğe yönelip de onları yedi gök halinde düzenledi" buyruğu ile ilgili olarak şöyle demiştir: İstiva Arap dilinde iki anlama gelir:
Birincisi: Kişinin olgunlaşması, gençliğinin ve gücünün son noktasına ermesi demektir. Yahut eğrilikten kurtulup düzelmesi demektir. İşte bu Arap dilindeki iki anlamıdır. Üçüncü bir anlamı da şöyle olur: Filan kişi, filana doğru gidiyor iken daha sonra bana yöneldi ve bana sövmeye koyuldu. Burada bu kelime (istiva) bana doğru yönelmek, bana karşı gelmek anlamında kullanılmıştır. İşte yüce ALLAH'ın: "Sonra göğe yönelip de..." buyruğunun anlamı budur. Doğrusunu en iyi bilen ALLAH'tır.
İbn Abbas şöyle demiştir: "Sonra semaya yöneldi:" Yükseldi. Bu konuşma esnasında: Önce oturuyor iken ayağa kalktı, doğruldu (istiva) ve önce ayakta iken dosdoğru oturdu (istiva) demene benzer. Bütün bu kullanış şekilleri arap dilinde uygun ve yerindedir.
el-Beyhakî Ebu Bekr Ahmed b. Ali b. el-Huseyn şöyle demiştir: "İstiva etti (yöneldi)" buyruğuna yönelmek anlamını vermek, doğru ve yerindedir. Çünkü yönelmek göğü yaratmayı kastetmektir. Kastetmek de irade etmek, dilemek demektir. ALLAH için de bu sıfatlar caizdir.
"Sonra" kelimesi iradeye değil yaratmaya taalluk etmektedir. İbn Abbas'tan (iradeye taalluk ettiğine dair) rivayette bulunan kişi aslında bu rivayeti el-Kel-bî'nin Tefsir'inden almıştır. el-Kelbî ise zayıf bir ravidir.
Süfyan b. Uyeyne ve İbn Keysan, yüce ALLAH'ın: "Sonra göğe yönelip de..." buyruğu, orayı kastetti, yani yaratmak ve varetmek kasdıyla oraya yöneldi demektir, demişlerdir. Bu da bir görüştür.
Şöyle de denilmiştir: ALLAH oraya yöneldi, ancak bu konuda herhangi bir keyfiyet veya sınırlandırma sözkonusu değildir. Bu görüşü Taberi tercih etmiştir. Ebu'l-Aliye er-Reyahi'den bu âyet-i kerime hakkında şöyle denilebileceği nakledilmektedir: İstiva etti, yükseldi anlamındadır. el-Beyhakî der ki: Bundan kastı -doğrusunu en iyi bilen ALLAH'tır- emrinin yücelmesi, yükselmesidir. Bu da kendisinden semanın yaratıldığı suyun buharıdır.
İstiva edenin (yükselenin) duman olduğu da söylenmiştir. İbn Atiyye der ki: Ancak kullanılan ifadeler buna uygun değildir. Bunun anlamının istila etmek, kuşatmak olduğu da söylenmiştir. Şairin şu sözlerinde olduğu gibi:
"Bişr Irak'ı istila etti (istiva)
Kılıçsız ve kan akıtmaksızın."
ibn Atiyye der ki: Böyle bir açıklama ALLAH'ın: Rahman (olan ALLAH) Arşın üzerine istiva etti" (Taba, 5) buyruğu hakkında uygundur.
Ben derim ki: Bundan önce el-Ferrâ'nın görüşünü açıklarken edatlarının aynı anlama geldiğine işaret edilmişti.
Bu konuya dair daha fazla bilgiler yüce ALLAH'ın izniyle A'raf sûresinde gelecektir. (A’raf 54)
Bu ve benzeri âyetlerde kural, hareketin ve bir yerden başka bir yere intikalin sözkonusu olmamasıdır. (Yani hareket ve intikal anlamını verecek şekilde açıklamalarda bulunmamaktır.)
(İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/524-526)

KURTUBİ TEFSİRİ

3. Bölüm
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır Tefsiri

3- O, derece ve makamların sahibi ALLAH'tandır.
4- Melekler ve Ruh miktarı ellibin yıl süren bir gün içinde ona çıkar.
Mearic suresi 3-4


Âlûsi de bunu şöyle açıklar: Bir de meâric, amellerin ve zikirlerin bulunduğu manevî makamlar; bir tarikata girmiş olan müminler için de o yolda yükseldikleri mertebeler, yahut meleklerin mertebeleri denilmiştir.
Bunun sadece ruhî ve manevî makamlar için olduğunu söylemeleri,
BİRİNCİSİ, âyette sadece meleklerin ve Ruh'un yükseldiğinin zikredilmiş olması,
İKİNCİSİ, ALLAH'ı cisme benzetme kuruntusuna düşülmemek için ALLAH'ın noksan sıfatlardan uzak olduğu kuralına uyulması düşüncesinden çıkmış olması gerektir. Fakat yer ve göklerin maddî olması, onların mülkünü elinde bulunduran ve cisimlerin ve ruhların yaratıcısı olan yüce ALLAH'ın bir cismî olmasını gerektirmeyeceği gibi, meâricin hem cismânî hem ruhanî olması da onların sahibi olan yüce ALLAH'ın noksan sıfatlardan uzak olmasına zıt olmaz. Zira, birisinin bir şeyin sahibi olduğunu ifade etmekte kullanılan kelimesi ile yapılan tamlamalar, sahib olunan şeyle onun sahibi arasında bir cûz'iyet - külliyet (parça bütün) ilişkisi olduğunu göstermez. Nitekim Zu'l-Mâl, mal sahibi, demektir. Bu, mal sahibinin malının içine hulul edip girerek onunla bütünleştiğini ifade etmez. Aynı şekilde yukarılara doğru yükselenlerin melekler ve Ruh olması çıkılan basamak ve derecelerin de sırf manevî ve ruhanî olmasını gerektirmez. Cismani ve ruhaniliğin üstünde olan yüce ALLAH'a yükselmek de cismanî ve ruhanî mertebelerin hepsinin üstüne yükselmek demek olacağı için o da bunlardan birine mahsus olmayı gerektirmez. Aksine bu makamda onların fani ve yok olucu olduklarını hissettirir. Bu mânâ ve hakikat iyice düşünülebilirse "meâric"ten maksat, İbnü Abbas'tan rivayet olunduğu üzere maddî ve manevî bütün varlık mertebelerini kapsayan dereceler demek olup meleklerin ve ruhların çıkıp indiği cismanî, ruhanî âlemlerin, tabaka tabaka bütün mertebe ve derecelerini, zi'l-meâric (dereceler sahibi) sıfatı da yüce ALLAH'ın bunların hepsinin sahip ve maliki ve hepsinin döneceği ve en son varacağı yer olmak sıfatıyle hepsinden yüksek olan yücelik ve ululuğunu ifade eder ki, bu mânâ Zi'l-Arş (Arş'ın sahibi) vasfı gibidir.


4. Bu mertebe ve basamaklarda çıkıp inen yüce ALLAH'ın kendisi değil, onun emri ve emrini taşıyan elçileri ve memurları yani melekler ve ruh olduğunu açıklamak için buyruluyor ki, Melekler ve Ruh ona yükselir. Onun emriyle hepsi çıkar yanına varır, ona döner, hepsi onun huzurunda "O gün Ruh ve melekler saf saf kıyama duracaklar."(Nebe, 38) âyetinin mânâsına göre saf bağlayıp dururlar. Vasıtalar tamamen kalkar. "Ve yalnız ona döndürüleceksiniz." (Bakara, 245), "Oysa bütün işler ALLAH'a döndürülür."(Bakara, 210) "Yeryüzündekilerin hepsi fanidir." (Rahmân, 26), "Onun zatından başka herşey yok olucudur."(Kasas, 88), "Bugün mülk kimin?"(Mu'min, 16) sırrı ortaya çıkar, ona karşı bir savunucu bulunmaz.
Burada melekler çoğul, Ruh tekil zikredilmiştir. O halde Ruh'tan maksat nedir? Bundan ilk evvel "De ki, ruh Rabbimin emrindendir."(İsra, 85) buyrulduğu üzere Rabbin emrinden olan Ruh akla gelir. Tefsircilerin çoğunluğu burada Ruh, "Meleklerine, Peygamberlerine ve Cebrail'e..."(Bakara, 98) buyrulduğu gibi, genel olarak zikirden sonra özel olarak zikir kabilinden Cebrail (a.s) olduğunu söylemişlerdir.

MEARİC 3-4 ayetleri
ELMALILI TEFSİRİ





4. Bölüm
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
EL-AKÎDETU’T- TAHÂVİYYE VE ŞERHİ

"Cihet" Lafzı

Cihet lafzı ile bazen var olan şey kastedilebilir, bazen de olmayan bir şey kastedilebilir. Bilindiği gibi varlık sadece yaratan ve yaratılandan ibarettir. Eğer "cihet" lafzı ile Yüce ALLAH’tan başka bir varlık kastediliyor ise o takdirde bu bir mahluktur. Yüce ALLAH’ı ise hiçbir şey kuşatamaz, yaratıklarından hiçbir şey O’nu kuşatamaz. O bundan yücedir.
Eğer "cihet" ile olmayan bir şey kastediliyor ve bu da alemin üstünde olarak kabul ediliyor ise şunu belirtelim ki alemin dışında var olan sadece Yüce ALLAH’tır. Eğer: O bu itibarla bir cihettedir, denilecek olursa bu maksat doğru olabilir. Yani O, alemin fevkındedir. O bütün mahlukatın nihayetinde, bütün mahlukatın üstünde ve onlardan yücedir.
ALLAH’ın yücelerde oluşunu nefyetmek kastı ile cihet lafzını kabul etmeyenler, delilleri arasında şunları zikrederler: Bütün cihetler (yönler) yaratılmıştır, O ise yaratılmış olan bu yönlerden önce vardır. O’nun bir cihette olduğunu söyleyen kimsenin o takdirde alemin bir parçasının kadim olduğunu kabul etmesi de gerekir, yahut ta Yüce ALLAH’ın önceleri cihetten müstağni iken, sonradan bir cihette bulunduğunu kabul etmesi gerekir.
Bu ve benzeri lafızlar ancak şunu ifade eder: O mahlukatından hiçbir şeyin içinde değildir. Ona ister cihet adını verelim, ister vermeyelim, elbetteki bu doğru bir kanaattir. Ancak cihet var olan bir şey değildir, aksine itibari bir şeydir ve şüphesiz ki cihetlerin sonu yoktur. Sonsuz olan bir şeyde var olmayan bir şey ise yok demektir.


Tahâvî’nin; "Altı Cihet O’nu Kuşatamaz" Sözünden Maksat:

Tahâvî’nin -ALLAH ona rahmet etsin-: "Diğer mahlukat gibi altı yön (cihet) O’nu kuşatamaz" sözü mahlukatından hiçbir şey O’nu kuşatamaz demektir ve anlamı itibariyle doğrudur, gerçektir. Aksine O, herşeyi kuşatandır ve herşeyin üstünde olandır. İşte Tahâvî’nin kastettiği mana budur, çünkü ileride o şöyle diyecektir:
"O Yüce ALLAH herşeyi kuşatandır ve herşeyin üstündedir."
İşte; "Diğer yaratıklar gibi altı yön O’nu kuşatamaz" sözleri ile "O herşeyi kuşatandır ve üstündedir" sözlerini bir arada ele alacak olursak, onun maksadının Yüce ALLAH’ı hiçbir şeyin ihtiva edemediğini, hiçbir şeyin onu kuşatamadığını, O’nun dışındaki yaratıklara benzemediğini, Yüce ALLAH’ın herşeyi kuşatan ve herşeyin üstünde olduğunu kastettiği anlaşılır.


"Mi’rac haktır. Peygamber -SallALLAHu aleyhi vesellem- İsra ile (geceleyin) yürütülmüştür. Uyanıkken bedeni ile Mi’rac’la semavata yükseltilmiştir. Daha sonra da yüce ALLAH’ın dilediği Yüceliklere çıkartılmıştır. ALLAH, ona dilediği ikramlarda bulunmuş ve vahyettiği şeyleri vahyetmiştir. "Kalb gördüğünü yalanlamadı" (Necm, 11), dünyada da, âhirette de Yüce ALLAH’ın salât ve selâmı olsun ona."

Mi’rac (yukarı doğru yükselmek) anlamındaki "el-uruc"dan gelen ve kendisi ile yukarı doğru çıkılan alet anlamındadır. Bu da merdiven ayarında bir şeydir, ancak onun nasıl olduğunu bilemeyiz. Bu da diğer gayb-i hususlar hükmündedir. Ona iman eder, keyfiyetini bilmek için ayrıca uğraşmayız.

İsra ve Mi’rac

Tahâvî -ALLAH ona rahmet etsin-: "Uyanıkken bedeniyle Peygamber -SallALLAHu aleyhi vesellem- İsra ile (geceleyin) yürütülmüştür." diyerek İsra’ya işaret etmektedir.
İsra ile ilgili hadislerden anlaşılan sahih kanaate göre isra uyanıkken ve beden ile gerçekleşmiştir. Mescid-i Haram’dan, Mescid-i Aksa’ya kadar Cebrail -Aleyhisselam-ın arkadaşlığı ile birlikte ve Burak’ın üzerinde binerek gerçekleşmiştir. Mescid-i Aksa’da inmiş ve peygamberlere imam olarak namaz kıldırmış, Burak’ı mescidin kapısının halkasına bağlamıştır. Onun Beytu Lahm’de inip, orada namaz kıldığı söylenmiş ise de hiçbir şekilde ondan böyle bir rivayet sahih olarak gelmemiştir.
Daha sonra Beytu’l-Makdis’ten aynı gece dünya semasına yükseltilmiştir. Cebrail ona kapının açılmasını istemiş ve ona kapı açılmıştır. Orada insanların ilk atası Adem’i görmüş, ona selam vermiştir. Adem -Aleyhisselam- ona; hoşgeldin demiş, ve selamını almış ve peygamberliğini ifade etmiştir.
Daha sonra ikinci semaya çıkartılmış, yine ona kapının açılması istenmiştir. Orada da Zekeriya oğlu Yahya’yı ve Meryem oğlu İsa’yı görmüş, onlarla karşılaşmış, onlara selam vermiş, onlar da onun selamını alarak güzel bir şekilde onu karşılamış, peygamberliğini ifade etmişlerdir.
Daha sonra üçüncü semaya çıkartılmış, orada da Yusuf -Aleyhisselam-ı görmüştür. Ona selam vermiş, o da selamını almış, güzel bir şekilde karşılamış, peygamberliğini ifade etmiştir.
Daha sonra dördüncü semaya yükseltilmiştir. Orada İdris -Aleyhisselam-i görmüş, ona selam vermiş ve onu güzel bir şekilde karşılayıp peygamberliğini dile getirmiştir.
Arkasından beşinci semaya çıkartılmıştır. Orada da İmran oğlu Harun’u görmüştür. Ona selam vermiştir. O da onu güzel bir şekilde karşılayarak, peygamberliğini ifade etmiştir.
Daha sonra altıncı semaya yükseltilmiştir. Orada da Musa -Aleyhisselam- ile karşılaşmıştır, ona selam vermiş, o da onu güzel bir şekilde karşılayarak, peygamberliğini dile getirmiştir. Onun yanından ayrılıp gidince Musa -Aleyhisselam- ağlamıştır, ona ne diye ağladın diye sorulunca bu sefer: Benden sonra peygamber olarak gönderilen bir kimsenin ummetinden cennete gireceklerin sayısı, benim ümmetimden oraya gireceklerin sayısından daha fazladır diye ağlıyorum, diye cevap vermiştir.
Daha sonra yedinci semaya çıkartılmıştır. Orada da İbrahim -Aleyhisselam- ile karşılaşmış ve ona selam vermiştir. O da onu güzel bir şekilde karşılayarak, peygamberliğini dile getirmiştir.
Sonra Sidretu’l-Muntehâ’ya çıkartılmıştır. Daha sonra da el-Beytu’l-Ma’mur ona yükseltilmiştir. Sonra da yüce ve isimleri mukaddes, cebbar olan ALLAH’ın huzuruna çıkartılmıştır. O’nun huzuruna bir yayın kirişlerinin bağlandığı noktalar kadar yahut daha da yakın olacak şekilde yakınlaşmıştır.[109]
Orada kuluna vahyettiklerini vahyetti. Ona elli vakit namazı farz kıldı, geri döndü, Musa’nın yanına vardığında, ona: Sana ne emrolundu? dedi.
Peygamber -SallALLAHu aleyhi vesellem-: Elli namaz, deyince,
O: Senin ummetin bunun altından kalkamaz. Rabbinin huzuruna dön ve O’ndan ummetinin yükünü hafifletmesini dile, dedi.
Bu hususta Cebrail -Aleyhisselam-ın fikrini almak istercesine Cebrail’e dönüp baktığında, dilersen böyle yap diye işarette bulundu.
Bunun üzerine Cebrail, Peygamber -SallALLAHu aleyhi vesellem-i yüce ve mubârak olan ALLAH’ın huzuruna -O yerinde iken- çıkarttı.

-Buharî’nin Sahih’indeki ve bazı rivayet yollarındaki lafız bu şekildedir.-

Bunun üzerine Yüce ALLAH üzerinden on vakti kaldırdı. Tekrar indi ve Musa’nın yanından geçti, durumu ona haber verdi. Yine O'na: Rabbine geri dön, O’ndan yükünü hafifletmesini dile, dedi.
Bu şekilde Musa -Aleyhisselam- ile yüce ve mubârak olan ALLAH arasında gidip geldi ve sonunda bu elli vakit beş vakte indi.
Musa ona tekrar Rabbine geri dönüp yükünün hafifletilmesini dilemesini istediği halde, o: Artık Rabbimden haya etmeye başladım. Bunun yerine razı oluyor ve teslim oluyorum, dedi.
Bu sefer bir munâdi’nin şöyle seslendiği işitildi:
Ben farzımı aynen emrettim ve kullarımın yükünü de hafiflettim.
Peygamber -SallALLAHu aleyhi vesellem-in aziz ve celil olan Rabbini baş gözü ile görüp görmediği hususunda ashab’ın farklı görüşlerinden, doğru olanın onu kalbiyle gördüğü, baş gözü ile görmediği olduğuna dair açıklamalar önceden geçmiş bulunmaktadır.
Yüce ALLAH’ın: "Gözüyle gördüğünü kalb yalanlamadı." (Necm, 11); "Andolsun ki onu diğer bir inişte de görmüştü." (Necm, 13) buyruklarına gelince, Peygamber -SallALLAHu aleyhi vesellem-den sahih olarak gelen rivayete göre; burada görüldüğünden söz edilen kişinin Cebrail olduğu bildirilmektedir. Onu iki sefer yaratılmış olduğu aslî suretinde görmüş bulunmaktadır.
İsra’nın uyanıklık halinde ve beden ile birlikte olduğunun delillerinden birisi de Yüce ALLAH’ın: "Kulunu geceleyin Mescid-i Haram’dan, çevresini mubârak kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren (ALLAH) munezzehtir." (İsra, 1) buyruğudur. Nasıl ki insan beden ve ruhun toplamını ifade ediyorsa, kul da beden ve ruh’un toplamından ibarettir. İfadenin mutlak olarak kullanılması halinde bilinen anlamı budur. Doğrusu da budur, o halde İsra da bu şekilde gerçekleşmiştir ve aklen bu imkansız bir şey değildir.
Önce Beytu’l-Makdis’e, İsra’nın hikmeti nedir? diye sorulacak olursa, cevabı şudur:
-Doğrusunu en iyi bilen ALLAH’tır ya- Bu, Rasûlullah -SallALLAHu aleyhi vesellem-in Mi’rac’a yükseldiği iddiasının doğruluğunun ortaya çıkması için olmuştur. Kurayş ona (iddiasının doğruluğunu isbatlamak için) Beytu’l-Makdis’in sıfatlarının neler olduğunu sormuştu. O da onlara sıfatlarını, niteliklerini anlatmış (Buhârî 3886, 4710; Muslim 170; Musned, I, 309) ve yolda gelmekte olan kervanlarının halini dahi onlara haber vermişti. (Musned, I, 374; İbn Kesir, III, 15)
Eğer onun semaya yükselişi doğrudan Mekke’den olsaydı, bu husus gerçekleşmezdi. Zira onlara sema ile ilgili haber vermiş olsaydı, buna muttalî olmalarına da imkan olmazdı. Halbuki onlar Beytu’l-Makdis’i tanıyorlardı. Onlara da bunun niteliklerini haber vermişti.
Mi’rac hadisinde konu üzerinde iyice düşünen kimsenin açıkça anlayacağı gibi değişik akımlardan Yüce ALLAH’ın uluvv (yücelik) sıfatının sabit olduğuna delil bulunmaktadır. Başarı ALLAH’tandır.


"Yüce ALLAH’ın ona ikram ve ümmetine de bir yardım olmak üzere lutfedeceği Havz da haktır."

[109] Bu cümle Buharî’nin Sahih’inde Şerik b. Abdullah b. Ebi Nemr yoluyla yer alan fazlalıklardan birisidir. Bu cümle Şerik’in tek başına rivayet ettiği yanılmalarından sayılır. Aslında şarih’in (İbn Ebi’l İzz’in) buna dikkat çekmesi gerekirdi.
el-Hattabî der ki: Bu rivayette varid olan sarkıp, yaklaşmanın yüce ALLAH’a nisbet edilmesi genel olarak bütün selef’e, ilim adamlarına, önceki ve sonraki tefsir alimlerinin kanaatine muhaliftir. Bu hadis Şerik’ten başkasının yolundan Enes’ten rivayet edilmiş olmakla birlikte bu ağır lafızlar o rivayette yoktur. Bu husus ise bu rivayetteki bu lafızların Şerik tarafından katılmış olduğu kanaatini pekiştirmektedir.
Abdu’l-Hak el-İşbili de “el-Cem’u Beyne’s-Sahihayn” adlı eserinde şunları söylemektedir: Burada Şerik meçhul bir fazlalık katmış bulunmakta ve bilinmeyen bir takım lafızlar zikretmiş olmaktadır. İsra ile ilgili hadisleri hafızlar topluluğu rivayet etmiş olmakla birlikte Şerik’in zikrettiği bu lafzı onlardan zikreden kimse yoktur. Şerik ise hafız değildir.
İbn Kesir de Tefsir’inde (IIV, 3) şunları söylemektedir:
Şerik b. Abdullah b. Ebi Nemr bu rivayetinde başka rivayetlerle çatışan lafızları zikretmiştir. O bu hadisi kötü bir şekilde hıfzetmiş ve iyice tesbit (zabt) edememiştir.
Hafız Ebu Bekr el-Beyhakî de şunları söylemektedir: Şerik’in rivayetinde, Peygamber (sallALLAHu aleyhi ve sellem)in Rabbini gördüğü iddiasında bulunanların kanaatine uygun münferiden naklettiği bir fazlalık vardır. O bununla: “Daha sonra aziz olan cebbar Rab yaklaştı, sarktı ve bir yayın kirişlerinin bağlandığı iki nokta kadar veya daha yakın bir mesafeye geldi” sözlerini kastetmektedir.
Âişe, İbn Mes’ud ve Ebu Hurayra (radiyALLAHu anhum)un bu âyetlerdeki “görme”yi Cebrail’in görülmesine yorumlamaları ise daha doğrudur.
İbn Kesir der ki: Bu meselede Beyhakî’nin söyledikleri hakkın kendisidir. Çünkü Ebu Zerr (r.anh): Ey ALLAH’ın Rasûlü, Rabbini gördün mü? diye sorunca Peygamber: “O bir nurdur, O’nu nasıl görebilirdim” diye cevap vermiştir. Bir başka rivayette de: “Ben bir nur gördüm” demiştir. Bunu da Muslim rivayet etmiştir.


Yüce ALLAH’ın: ”Sonra yaklaşıp, sarktı.” (Necm, 8) buyruğunda kastedilen Cebrail aleyhisselam dır. Nitekim bu husus Buharî ve Müslim’den, mü’minlerin annesi Aişe’den ve İbn Mes’ud’dan böylece sabit olmuştur. Aynı şekilde Ebu Hureyre’den gelen ve Sahih-i Müslim’deki rivayet te böyledir. Bu âyet-i kerîme’nin bu şekilde tefsir edilmesi hususunda Ashab-ı Kiram arasından onlara muhalefet eden bir kimsenin olduğu bilinmemektedir.
Bu hadiste yine Şerik’ten başkasının zikretmeyip, tek başına Şerik’in naklettiği bir başka lafız da vardır ki yine müellifimiz bu lafzı burada kaydetmiştir. O da: “Cebrail onu yüce ve mubârak olan Cebbar’ın huzuruna -O yerinde olduğu halde- götürünceye kadar onu yükseltti” ifadeleridir.




'Arş ve Kursî

Nitekim Yüce ALLAH da Kitabında böyle açıklamıştır: "Arş’ın sahibidir, Mecîd’dir." (el-Buruc, 85/15);
"O dereceleri yükseltendir, 'Arş’ın sahibidir." (el-Mu’min, 40/15);
"Rahman 'Arş’a istivâ etti." (Tâhâ, 20/5);
"Sonra 'Arş’a istivâ etti." (el-A’raf, 7/54) ve Kur’ân-ı Kerîm’de daha bir çok âyet-i kerîme’de 'Arş’tan söz edildiğini görüyoruz:
"O’ndan başka hiçbir ilah yoktur, şerefi büyük Arş’ın Rabbi O’dur." (el-Mu'minûn, 23/116)
"ALLAH O’dur ki O’ndan başka ilah yoktur. Çok büyük Arş’ın Rabbidir." (en-Neml, 27/26);
"Şu Arş’ı yüklenenler ve etrafında bulunanlar Rablerini hamd ile tesbih ederler, O’na iman ederler." (el-Mu’min, 40/7);
"O gün de üstlerinde bulunan sekiz (melek) Rabbinin 'Arş’ını yüklenirler." (el-Hâkka, 69/17);
"Melekleri de 'Arş’ın etrafını kuşatmış görürsün. Rablerini hamd ile tesbih ederler." (ez-Zumer, 75)

Sahih’te rivayet olunmuş, sıkıntı anlarında yapılacak duada da şu ifadeler geçmektedir:
"ALLAH’tan başka hiçbir ilah yoktur. O pek büyüktür, Halim’dir. ALLAH’tan başka ilah yoktur, O büyük 'Arş’ın Rabbidir. ALLAH’tan başka ilah yoktur. Göklerin Rabbidir, yerin Rabbidir, kerim olan Arş’ın Rabbidir."
(Buhârî 6345, 6346, 7426, 7431; Muslim 2730)


Buharî’nin Sahih’inde de Rasûlullah -SallALLAHu aleyhi vesellem-in şöyle buyurduğu kaydedilmektedir: "ALLAH’tan cenneti istediğiniz zaman Ondan Firdevs’i isteyiniz. Çünkü o cennetin en yükseği, cennetin en orta yeridir. O'nun üstünde de Rahman’ın 'Arş’ı vardır."
(Buhârî 7423, Musned, III, 335)


"O’nun üstünde" anlamındaki kelime zarf olarak anlaşılacak şekilde nasb ile rivayet edildiği gibi, onun tavanı Rahman’ın 'Arş’ıdır, anlamına gelecek şekilde mubtedâ olarak ref, ile de rivayet edilmiştir.
Kelam bilginlerinden bir kesimin kanaatine göre 'Arş, bütün yönleri ile dairesel ve her yönden kâinatı kuşatan bir yörünge şeklindedir. Kimi zaman 'Arş’a "el-Feleku’l-Atlas" ile "el-Feleku’t-Tasi’ (dokuzuncu felek)" adını verdikleri de olur.
Ancak bu doğru değildir, zira şeriatte sabit olduğuna göre 'Arş’ın bacakları vardır ve melekler onu taşır. Nitekim Peygamber -SallALLAHu aleyhi vesellem- şöyle buyurmaktadır:
"İnsanlar baygın düşecekler. İlk ayılan kişi ben olacağım. Bir de ne göreyim, Musa 'Arş’ın bacaklarından birisini yakalamış. Bilemiyorum, benden önce mi ayılmış olacaktır, yoksa Tur’daki baygınlığının karşılığı mı ona verilmiş olacaktır?"
(Buhârî 2411, 3408, 6518, 7428; Muslim 2773; Ebû Dâvûd 4671; Musned, II, 264)


Sözlükte 'Arş hükümdara ait olan tahttan ibarettir. Nitekim Yüce ALLAH Belkıs’in arşı ile ilgili olarak: "Onun bir de büyük bir arşı (tahtı) var." (Neml, 3) diye buyurmaktadır.
'Arş bir felek değildir. Arablar da ondan böyle bir mana anlamazlar, Kur’ân-ı Kerîm’de Arabca inmiştir. O halde 'Arş meleklerin taşıdığı ve bacakları olan bir tahttır. Âlemin üzerinde kubbe biçimindedir, o bütün mahlukatın tavanı durumundadır.
ALLAH’ın kelamını tahrif ederek 'Arş’ı mulk ve egemenliğin ifadesi olarak yorumlayanlar acaba Yüce ALLAH’ın şu buyruğunu nasıl açıklarlar:
"O günde üstlerinde bulunan sekiz (melek) Rabbinin 'Arş’ını yüklenir." (el-Hâkka, 17);
"Arş’ı da su üstünde iken..." (Hûd, 7)
Acaba bunlar: O gün Yüce ALLAH’ın mülkünü sekiz melek yüklenir, O’nun mülkü su üzerinde idi mi, diyorlar? Buna göre Musa -Aleyhisselam- da mülkün bacaklarından birisini mi yakalamış olacaktır? Hiç ne söylediğini bilen, aklı başında bir kimse böyle bir şey söyler mi?
Kursî’ye gelince Yüce ALLAH şöyle buyurmaktadır: "O’nun Kursîsi gökleri ve yeri kuşatmıştır." (el-Bakara, 255)
Kursî’nin 'Arş ile aynı şey olduğu söylenmiştir. Ancak doğru olan ondan başka bir şey olduğudur. Bu husus İbn Abbas -RadıyALLAHu anh’ın yanısıra İbn Ebi Şeybe’nin Sıfatu’l-Arş kitabında ve Hâkim’in Mustedrak’inde kaydettikleri gibi başkalarından da rivayet edilmiştir.
O’nun Kürsî’sinin ilmi olduğu da söylenmiştir. Bu açıklama İbn Abbas’a da nisbet edilmiştir.
(Taberî, Câmiu'l-Beyân, 5787, 5788)

Ancak ondan gelen sağlam rivayet az önce geçtiği üzere İbn Ebi Şeybe’nin naklettiği rivayettir. Bundan başka açıklamalarda bulunanların ise mucerred zannın dışında herhangi bir delili yoktur. Açıkça anlaşıldığı kadarıyla bu gibi açıklamalar da 'Arş hakkında söylenen sözler gibi yerilmiş kelamcıların dağarcıklarındandır. Kürsî olsa olsa selef’ten birden çok kimsenin söylediği gibi 'Arş’ın önündedir.


"O’nun Arş’a da, Arş’ın dışındaki varlıklara da ihtiyacı yoktur. O herşeyi kuşatandır ve herşeyin üstündedir. Bütün mahlukat ise böyle bir kuşatıcılıktan âcizdir."

Tahâvî’nin -ALLAH ona rahmet etsin-: "O’nun Arş’a da, Arş’ın dışındakilere de ihtiyacı yoktur" sözüyle ilgili olarak Yüce ALLAH’ın şu buyruklarını hatırlatalım:
"Şubhesiz ki ALLAH âlemlere muhtaç değildir." (Al-i İmran, 3/97);
"Ey insanlar! ALLAH’a muhtaç olan sizlersiniz, ALLAH ise O, kimseye muhtaç olmayandır. Her hamde layık olandır." (Fâtır, 35/15)

Tahâvî’nin -ALLAH ona rahmet etsin- burada bu ifadeleri kullanmasının sebebi şudur:
O 'Arş ve Kursî’yi söz konusu ettikten sonra O’nun 'Arş’a da, 'Arş’ın dışındaki varlıklara da muhtaç olmadığını dile getirerek, 'Arş’ı yaratıp üzerine istivâ etmesinin, bu ona olan bir ihtiyacından ileri gelmediğini açıklamak istemiştir. O bunu ihtiyacı dolayısıyla yaratmamıştır. Aksine bunu gerektiren bir hikmeti vardır.
Üstte olanın, altta olanın üzerinde olması altta olanın, üstte olanı ihtiva edip onu kuşatmasını, onu taşıyor olmasını gerektirmediği gibi; üstte olanın, altta olana muhtaç olmasını da gerektirmez. Yüce Rabbimiz bundan çok daha büyüktür, yücedir. O’nun yüceliğinin böyle bir hususu gerektirmesinden münezzehtir. Aksine O’nun yüceliğinin gerekleri kendine has özelliklerindendir. Bu da kendi kudretiyle altta olanı taşımasıdır. Altta olanın, O’na muhtaç olmasıdır. Kendisinin ise alttakine muhtaç olmaması ve O’nu kuşatıcı olmasıdır.
Yüce ALLAH 'Arş’ın üstündedir. Bununla beraber O 'Arş’ı ve 'Arş’ı taşıyanları kudretiyle birlikte taşır, 'Arş’a da muhtaç değildir. Buna karşılık 'Arş’ın (var olmak için) ona ihtiyacı vardır. O 'Arş’ı da kuşatır, fakat arş onu kuşatmaz. O 'Arş’ın sınırlarını hasretmiştir, ancak 'Arş onu hasredemez. İşte bunlar Yüce ALLAH hakkında söz konusu olup mahlukatta bulunmayan özelliklerdir.
ALLAH’ın yüceliğini nefyeden Muattile şâyet bu hususu bu şekilde etraflı olarak ele almış olsalardı dosdoğru yola hidayet bulurlar, aklın indirilen vahye mutabık olduğunu anlarlar, delilin peşinden yol alırlardı. Fakat onlar delilden uzak düştükleri için yolu da kaybettiler.
Bu hususta mesele İmam Malik -ALLAH’ın rahmeti üzerine olsun-in dediği gibidir. Ona Yüce ALLAH’ın: "Sonra 'Arş’a istivâ etti." (el-A’raf, 54) buyruğu hakkında: Nasıl istiva etti? diye sorulunca şu cevabı vermiştir:
İstivânın ne demek olduğu bilinmektedir, keyfiyet ise meçhuldür.”
Aynı cevab Ummu Seleme -RadıyALLAHu anh-dan mevkuf olarak da Peygamber -SallALLAHu aleyhi vesellem-e, merfu olarak da rivayet edilmektedir.
"O herşeyi kuşatandır ve O, herşeyin üstündedir." ifadesi bazı nushalarda: "O’nun üstündeki herşeyi kuşatıcıdır" şeklindedir. Ancak doğru olan birinci nushadır. Bunun da anlamı şudur: O herşeyi ve herşeyin üstündekileri kuşatıcıdır.

İkincisinin anlamı da: O 'Arş’ın üstündeki herşeyi kuşatıcıdır, şeklindedir. Bu da -doğrusunu en iyi bilen ALLAH’tır ya- ya bazı mustensih’lerin yanılarak düşürdüğü bir harf sonucudur, sonra bazıları bu nushadan istinsah edegelmişlerdir, yahut ta sapık bazı tahrifçiler fesat kastıyla ve Yüce ALLAH’ın fevkıyyet sıfatını inkar amacıyla bilerek düşürmüş olabilirler. Yoksa 'Arş’ın bütün mahlukatın üstünde olduğuna dair delil açıkça ortadadır. Mahlukattan O'nun üzerinde de hiçbir varlık yoktur. Dolayısı ile durum bu olduğuna göre; "'Arş’ın üstündeki herşeyi kuşatıcıdır" şeklindeki ifadesinin bir anlamı olamaz. Zira arşın üstünde kuşatılacak bir yaratık bulunmamaktadır. Buna göre doğru olan birinci şekilden başkası olamaz, anlamı da şöyle olur: Yüce ALLAH herşeyi kuşatandır ve herşeyin üstündedir.
Onun herşeyi kuşatıcı olmasına gelince, Yüce ALLAH şöyle buyurmaktadır: "Halbuki ALLAH onları arkalarından kuşatandır." (el-Burûc, 85/20);
"Uyanık olun, muhakkak O herşeyi kuşatandır." (Fussilet, 41/54);
"Göklerde ve yerde ne varsa hepsi ALLAH’ındır. ALLAH herşeyi kuşatıcıdır." (en-Nisa, 4/126)
Burda O’nun mahlukatını kuşatıcılığından kasıt, O’nun felek gibi olduğunu anlatmak ve mahlukatın O’nun mukaddes zatının içinde kaldığını söylemek değildir. Yüce ALLAH bundan yücedir, munezzehtir. Bundan kasıt ancak şudur:
Bu kuşatıcılık azamet, genişlik, ilim ve kudret kuşatıcılığıdır. Mahlukatın onun azametine nisbeti ancak bir hardal tanesi gibi olabilir. Nitekim İbn Abbas -RadıyALLAHu anhuma-'dan şöyle dediği rivayet edilmektedir: Yedi semavat, yedi arz, onların içindekiler ve onların aralarında bulunanlar Rahman olanın elinde ancak sizden herhangi birinizin elindeki bir hardal tanesi gibidir.
-En yüce misal elbette ki ALLAH’a mahsustur- bilindiği gibi bizden herhangi bir kimsenin elinde bir hardal tanesi varsa, dilerse onu avucunun içerisine alır ve avucu onu çepeçevre kuşatır. Dilerse onu altında bırakır. Her iki halde de o bu hardal tanesinden ayrı ve farklıdır. Ondan yücedir ve bütün yönleriyle onun üstündedir.
Hiçbir vasfın azametini kuşatamayacağı o azim olanın azametini nasıl tasavvur etmeliyiz? Eğer dilerse o bugün dahi semavatı ve arzı avucu içerisine alır ve kıyamet gününde bunlara yapacağının bir benzerini bugün yapabilir. Çünkü kıyamet gününde şu anda sahip bulunmadığı bir kudrete o vakit yeniden sahip olacak değildir. Bununla birlikte akıl Yüce ALLAH’ın kainatın bir takım parçalarına -semavatının üzerinde ‘Arş’ının üstünde olmakla birlikte- yakınlaşmasını yahut ta yarattıklarından dilediği kimseyi kendisine yaklaştırmasını nasıl uzak görebilir? Bunu kabul etmeyen, Yüce ALLAH’ı layıkı veçhiyle takdir etmiş olamaz.




Üstte Oluş

Yüce ALLAH’ın kainatın üstünde oluşu ile ilgili olarak da şöyle buyurulmuştur:
"Kullarının üstünde kahir olandır O." (el-En’âm, 18 ve 61);
"Üstlerinde olan Rablerinden korkarlar..." (en-Nahl, 50)

Ebu Hurayra -RadıyALLAHu anh-dan rivayete göre Peygamber -SallALLAHu aleyhi vesellem- şöyle buyurmuştur:
"ALLAH mahlukatı yaratma hükmünü verdiğinde, kendisinin nezdinde 'Arş’ın üstünde bulunan bir kitaba şunları yazdı: Şubhesiz Benim rahmetim, gazabımı geçmiştir."
(Buhârî 3194, 7404, 7422, 7453, 7553, 7554, Muslim 2751)

Bir başka rivayette de; "Rahmetim gazabıma galib gelir" şeklindedir.
Bu hadisi Buharî ve başkaları rivayet etmiştir.
Müslim de Peygamber -SallALLAHu aleyhi vesellem-in Yüce ALLAH’ın: "O hem ilk’tir, hem âhir’dir, hem zahir’dir, hem batın’dır." (Hadid, 57/3) buyruğunu şu sözleriyle açıkladığını rivayet etmektedir:
"Sen ilksin, Sen’den önce hiçbir şey yoktur, Sen âhirsin, Sen’den sonra hiçbir şey yoktur. Sen zahir’sin, Senin üstünde hiçbir şey yoktur. Sen batın’sın, Sen’den öte hiçbir şey yoktur."
(Muslim 2713; Ebû Dâvûd 5051; Tirmizî 3397; İbn Mâce 3873; Musned, II, 381, 404)


Burada zahir olmaktan kasıt üstte, yukarda oluştur. Yüce ALLAH’ın şu buyruğunda da bu kelime bu anlamda kullanılmıştır: "Artık O’na zahir olamadılar." (el-Kehf, 97) yani O’nun üstüne çıkamadılar.
Bu dört isim karşıt isimlerdir. Bunların ikisi Yüce Rabbimizin ezeli ve ebedi oluşu ile, ikisi de yüceliği ve yakınlığı ile ilgilidir. Kureyza oğulları günü Sâd b. Mu'az onlar hakkında savaşçılarının öldürülmesi, çoluk çocuklarının da esir alınması şeklinde hüküm vermesi üzerine Peygamber -SallALLAHu aleyhi vesellem- şöyle buyurmuştu:
"Andolsun ki onlar hakkında yedi semanın üstünden mutlak melik (egemen olan ALLAH) ın hükmü ile hüküm vermiş bulunuyorsun."
Bu sahih bir hadistir, bunu el-Umevî, Meğazî’sinde rivayet etmiş olup, aslı Buharî ile Muslim’in Sahih’lerindedir. (Buhârî 3043, 3804, 4121, 6262; Muslim 1768; Musned, III, 22)

Buharî’de yer alan rivayete göre Zeyneb -RadıyALLAHu anh-, Peygamber -SallALLAHu aleyhi vesellem-in diğer hanımlarına karşı övünür ve şöyle dermiş:
"Sizleri akrabalarınız evlendirdi, beni ise ALLAH yedi semanın üzerinden evlendirdi."
(Buhârî 7420; Tirmizî 3213; Nesaî, VI, 80)

Ömer -RadıyALLAHu anh-dan rivayete göre bir seferinde yaşlı bir kadının yanından geçerken, bu kadın onu durdurmuş o da onunla birlikte durup onunla konuşmaya koyulmuş.
Bir adam: Ey mu’minlerin emiri, bu yaşlı kadından ötürü sen insanları beklettin deyince, şöyle cevab vermiş:
Yazık sana, sen bunun kim olduğunu biliyor musun? Bu, Yüce ALLAH’ın şikayetini yedi semanın üstünden dinleyip kabul ettiği kadındır. Bu, Yüce ALLAH’ın hakkında:
"Kocası hakkında seninle mucadele eden ve ALLAH’a şikayet etmekte olan kadının sözünü elbetteki ALLAH işitmiştir." (Mucadele, 1) buyruğunu indirdiği Havle’dir.
Bu hadisi de Darimî rivayet etmiştir.
(er-Redd Ale'l-Cehmiyye, s. 26'da)


Rasûlullah -SallALLAHu aleyhi vesellem-in hadislerini, selef’in sözlerini duyan bir kimse bu sözler arasından Yüce ALLAH’a fevkıyyet (yukarda oluş)'in izafe edildiği, sayılamayacak kadar çok ifade tesbit edebilir.
Şubhe yok ki Yüce ALLAH, mahlukatı yarattığında onları kendi mukaddes zatı içerisinde yaratmamıştır. O bundan pek yücedir, O Ehad’dir, doğmamış ve doğurmamış olan Samed’dir. O halde onları kendi zatı dışında yaratmış olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Yüce ALLAH kendi nefsiyle kaim, âleme karışmamış alemle iç içe olmamak vasıfları ile birlikte zatı ile fevkıyyet (yukarda oluş) sıfatına sahip kabul edilmezse, bunun zıttı sıfatlara sahip demektir. Çünkü bir şeyi kabil olan o şeyden yahut onun zıttından uzak kalamaz.
Bizler O’nun fevkıyyeti kabil olduğunu -onu nefyetmekten ötürü zıttının sabit oluşu söz konusu olmasın diye- kabul edemeyiz, denilecek olursa şöyle cevap verilir:
Eğer Yüce ALLAH, uluvv (yüksekte oluş) ve fevkıyyet (yukarda oluş)u kâbil değil ise, O’nun kendi başına var olan bir hakikati söz konusu olamaz. Sizler O’nun kendi başına varlığı ortada olan bir zat olduğunu ve âlem ile içiçe yahut karışık olmadığını, âlemin dışında var olduğunu kabul ettiğinize göre; O’nun varlığı sadece bir zihnî varlık olmasa gerektir. Aksine O’nun, zihinlerin dışında kat’î olarak varlığı söz konusudur.
Bütün akıl sahibi kimseler kesin olarak şunu bilirler: Bu şekilde bir varlığa sahip olan bir zat ya âlemin içindedir, ya âlemin dışındadır. Bunu inkâr etmek ise hiç şüphesiz kesin ve apaçık işlerin en açık ve belirgin olanını inkar etmek demektir. Buna dair hangi delil getirilirse getirilsin mutlaka O’nun kainattan ayrı bir varlık olduğuna dair bilgi daha açık ve daha kesinlikle ortada olan bir gerçektir.
Üstte oluş ve yukarda oluş bir kemal sıfatı olup bunda bir eksiklik yoktur, eksikliği gerektirmediğine, bir mahzur taşımadığına, Kitaba, sünnete ve icma’a aykırı olmadığına göre bunun hakikatini nefyetmek, batıl’ın ta kendisi ve kesinlikle hiçbir şer’î hükmün ifade etmediği imkansız bir iddia olur.
O halde bunu (üstte ve yüksekte olşunu) kabul etmeksizin O’nun varlığını kabul etmek, peygamberlerini tasdik etmek, Kitabına ve rasûlünun getirdiklerine iman etmek, söz konusu olmayacağına göre; bir de bunlara sağlıklı akılların, dosdoğru fıtratların, Yüce ALLAH’ın mahlukatının üstünde oluşuna ve kullarının fevkinde bulunuşuna dair yaklaşık yirmi tür civarında çeşitli ve muhkem nass’ların varid olduğunu da katacak olursak (O’nun ulviyyetini ve fevkıyyetini kabul etmeksizin bütün bunlara iman nasıl mümkün olabilir?)


EL-AKÎDETÜ’T-TAHÂVİYYE VE ŞERHİ
EL-AKÎDETÜ’T-TAHÂVİYYE VE ŞERHİ

5. Bölüm
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
EL-AKÎDETÜ’T-TAHÂVİYYE VE ŞERHİ
(devamı)


Yüce ALLAH’ın Fevkıyyetini Ortaya Koyan Çeşitli Nass’lar


1- Bizzat fevkıyyeti tayin eden "min:...den, dan" edatı ile birlikte açıkça fevkıyyetin zikredilmesi, Yüce ALLAH’ın: "Üstlerinde olan Rablerinden korkarlar." (en-Nahl, 16/50) buyruğu gibi.
2- Bu edat olmaksızın yine fevkıyyetin (yukarda oluşun) söz konusu edildiği buyruklar. Yüce ALLAH’ın: "Kullarının üstünde kahir olandır O." (el-En’âm, 6/18 ve 61) buyruğu gibi.
3- O’na doğru yükselişin açıkça zikredildiği buyruklar; "Melekler ile Ruh O’na miktarı ellibin yıl olan bir günde yükselirler." (el-Meâric, 70/4) buyruğu gibi. Peygamber -SallALLAHu aleyhi vesellemin da: "Onlar arasında geceyi geçiren melekler yukarıya çıkarlar (urûc ederler.) O da onlara... sorar." [Buhârî 555, 3223, 7429, 7486; Müslim 632]
4- O’na doğru yükselişin (suûd) açıkça ifade edilmesi; "Güzel söz yalnız O’na yükselir (suûd)." (Fatır, 35/10) buyruğu gibi.
5- Bir takım mahlukatı kendisine doğru yükseltip kaldırdığına dair açık ifadeler. Yüce ALLAH’ın: "Bilakis ALLAH onu kendi nezdine kaldırmıştır." (en-Nisâ, 4/158); "Muhakkak Ben seni öldüreceğim, seni kendime yükselteceğim." (Âl-i İmran, 3/55)
6- Hem zat, hem kadr, hem şeref itibariyle uluvvun bütün mertebelerine delâlet eden mutlak uluvv (üstünlük, yücelik) lafzının açıkça ifade edilmesi. Yüce ALLAH’ın: "Ve O, aliyydir (en yücedir), aziym’dir." (el-Bakara, 2/255); "Ve O, aliyydir, pek büyüktür." (Sebe’, 34/23); "Şubhesiz ki O aliyydir, hakîmdir." (eş-Şura, 42/51) buyrukları gibi.
7- Kitabın kendi nezdinden indirilmiş olduğunun açıkça ifade edilmesi. Şu buyruklarda olduğu gibi: "Kitabın indirilmesi mutlak galib her işi hikmet dolu ALLAH tarafındandır." (ez-Zumer, 39/1);
"
Kitabın indirilmesi hükmünde galip, en iyi bilen ALLAH’tandır." (el-Mu’min, 40/2);
"(Bu kitap)
Rahman, Rahim olan tarafından indirilmiştir." (Fussilet, 41/2);
"
O hikmeti sonsuz, her hamde layık olan tarafından indirilmiştir." (Fussilet, 41/42);
"
De ki: Onu Ruhu’l-Kudüs (Cebrail)... Rabbinden hak olarak indirmiştir." (en-Nahl, 16/102);
"
Ha. Mim. Mubin Kitaba yemin olsun ki şüphesiz Biz onu mübarek bir gecede indirdik. Muhakkak Biz korkutup, uyaranlarız. O gecede hikmetli herbir iş tarafımızdan bir emir ile ayrılır. Muhakkak Biz gönderenleriz." (ed-Duhan, 44/1-5)
8- Bazı yaratıkların kendi nezdinde bulunmak özelliğine sahip olduklarını, bazılarının diğerlerine göre kendisine daha yakın olduğunu açıkça ifade eden buyruklar: "Şubhe yok ki Rabbin nezdindekiler..." (el-A’raf, 7/206); "Göklerde ve yerde kim varsa O’nundur. O’nun yanında olanlar ise..." (el-Enbiya, 21/19) Bu buyrukta görüldüğü gibi genel olarak "kendisinin olanlar" ile özel olarak kulları ve emri altında bulunanlardan "nezdindekiler" arasında bir fark olduğunu vurgulamaktadır. Peygamber -SallALLAHu aleyhi vesellem-in Yüce Rabbin kendisi hakkında yazmış olduğu kitap ile ilgili: "O kitap O’nun nezdinde "Arş’ın üstündedir." [Az önce geçen "Üstte Oluş" başlığı] şeklindeki sözleri de bu kabildendir.
9- Yüce ALLAH’ın semada olduğunun açıkça ifade edilmesi. Bu ehl-i sünnete mensub mufessirlere göre iki şekilden birisi ile açıklanır. Ya bu gibi ifadelerdeki "fi: ...de, da" edatı "ala: üstünde, üzerinde" anlamındadır, yahut ta "sema" ile üstte oluş kastedilmektedir. Bu hususta görüş ayrılığı yoktur ve bunun dışında bir anlama yorumlanması da caiz değildir.
10- Özellikle mahlukatın en üstünde bulunan 'Arş’a has olarak "ala: ...e, a" ile birlikte açıkça istivâ lafzının kullanılması. Çoğunlukla bunun tertibe (sıraya) ve mühlete delâlet eden "sümme: sonra" edatı ile birlikte kullanıldığı görülmektedir.
11- Yüce ALLAH’a ellerin kaldırılması ifadesinin açıkça kullanılması. Peygamber -SallALLAHu aleyhi vesellem-in şu buyruğu gibi: "Şüphesiz ALLAH kulu kendisine doğru ellerini kaldırdığı takdirde onları bomboş olarak geri çevirmekten haya eder."
[Musned, V, 438; Ebû Dâvûd 1488; Tirmizî 3551; İbn Mâce 3865]
Sadece yüksekte oluş, duanın kıblesidir, demek hem kat’î olarak, hem de fıtrat gereği batıl’dır. Çünkü böyle bir şeyi ileride Yüce ALLAH’ın izniyle geleceği gibi dua eden herkes, zaten kendi içinde hisseder.
12- Yüce ALLAH’ın dünya semâsına her gece indiğinin açıkça ifade edilmesi.
13- Hissedilir (muşahhas) bir şekilde O’nun yüksekte oluşuna işaret etmek. Nitekim O’nu, O’nun hakkında kabul edilmesi gerekenleri, O’nun için imkansız olanları bütün insanlardan daha iyi bilen (son peygamber) O’na böylece işaret etmiştir:
Hiçbir kimsenin benzeri bir topluluğun etrafında bulunmadığı, o en büyük topluluğun bir araya geldiği, en büyük günde ve en büyük yerde onlara şöyle demişti:
"Sizlere benim hakkımda soru sorulacaktır. Ne diyeceksiniz?"
Onlar şöyle cevap verdiler:
Senin tebliğ ettiğine, görevini eksiksiz yerine getirdiğine, gereken şekilde nasihatta bulunduğuna şahidlik edeceğiz.
Bunun üzerine parmağını semaya doğru kaldırdı. Parmağını semanın da, herşeyin de üstünde olana kaldırarak; "Şahid ol ALLAH’ım" dedi.
(Peygamber -SallALLAHu aleyhi vesellem- Vedâ Haccı ile ilgili uzunca hadisin bir bölümüdür. Müslim 1218; Ebû Dâvûd 1905; İbn Mâce 3074)


Biz adeta o değerli parmağın Yüce ALLAH’a doğru kaldırılmış olduğunu görüyor; o şerefli dilin parmağını kaldırdığı zata "şahid ol ALLAH’ım" diye seslendiğini işitiyor gibiyiz. Bizler onun apaçık bir tebliğde bulunduğuna, emrolunduğu şekilde Rabbinin risaletini eksiksiz yerine getirdiğine, ümmetine de son derece nasihatta bulunduğuna şahitlik ediyoruz.
Artık onun beyanı, tebliği, açıklaması ve izahı ile birlikte aşırıya kaçıp olmadık sözler söylemeye ve olur olmaz, yerli yersiz izahlarda bulunmaya ihtiyaç yoktur. Âlemlerin Rabbi olan ALLAH’a hamdolsun.
14- "Eyne: Nerede" lafzının açıkça kullanılması. İnsanlar arasında Yüce ALLAH’ı en iyi bilen, ummetine en samimi olarak öğüt veren, doğru manayı en fasih bir şekilde açıklayan o yüce peygamberin hiçbir şekilde batıl bir anlam vehmettirmeyen "eynALLAH: ALLAH nerede?" [Muslim 537] lafzını birden çok yerde kullanmış olması buna örnektir.
15- Rabbinin semada olduğunu söyleyen kimse lehine Peygamber -SallALLAHu aleyhi vesellem-in iman sahibi olduğuna dair şahitlikte bulunması.
16- Yüce ALLAH’ın Firavun hakkında, onun Musa’nın ilahı olduğunu görmek maksadıyla semaya doğru yükselmek istediğini haber vermesi ve böylelikle Firavu’nun, Musa -Aleyhisselam-ın haber vermiş olduğu, O’nun semavatın üzerinde olduğunu yalanlamaya kalkışması. Bu maksatla Firavun şöyle demişti:
"Ey Haman! Benim için yüksek bir kule yap. Belki o yollara ulaşırım, göklerin yollarına. Sonunda belki Musa’nın ilahının yanına çıkarım. Doğrusu şu ki ben onu yalancı sanıyorum." (el-Mu’min, 36-37)

O halde Cehmiye’den olup Yüce ALLAH’ın yüceliğini kabul etmeyenler Fir’avnî’dirler. O’nu kabul edenler ise Musa ve Muhammed’in yolundadırlar.
17- Peygamber -SallALLAHu aleyhi vesellem-in namazın hafifletilmesi maksadıyla Mi’raç gecesinde Musa -Aleyhisselam- ile Rabbi arasında defalarca gidip geldiğini haber vermiş olması. Her seferinde Rabbine doğru yükseliyor, sonra da Musa -Aleyhisselam-a dönüyordu ve bu bir kaç defa tekrarlanmıştır.
18- Cennet ehlinin Yüce ALLAH’ı göreceklerine delalet eden Kitap ve sünnetteki pek çok nass ile Peygamber -SallALLAHu aleyhi vesellem-in onu arada bulut bulunmaksızın güneşi ve ondördündeki ay’ı gördükleri gibi göreceklerini haber vermesi. Onlar, O, yüce zatı ancak onların üstünde olduğu halde göreceklerdir.
Yüce ALLAH’ın yukarda oluşunun inkârı, ancak görüleceğinin inkarı ile mümkün olabilir.
Bundan dolayı Cehmiye’ye mensub olanlar her ikisini de inkâr etmişlerdir.
Ehl-i sünnet ise her ikisini de tasdik edib kabul etmişlerdir. Görmeyi kabul edip, yukarda oluşu kabul etmeyenler ise ikisi arasında bir yerde kalmıştır. Ne bunlardan olmuş, ne ötekilerden olabilmişlerdir.
İşte bu tür deliller eğer birer birer serdedilmeye kalkışılacak olursa, yaklaşık bin delil kadar olur. Bunu te’vil etmeye kalkışan kimsenin bütün bunlara ayrı ayrı cevap vermesi gerekir. Hepsine cevap vermek bir tarafa, bunların bir bölümüne dahi sağlıklı ve doğru cevap vermek imkanı nereden bulunacak ki?



Selef’in Uluvv (Yukarda Oluş) Sıfatının Kabulünü Ortaya Koyan Bazı Sözleri

Yüce ALLAH’ın uluvv (üstünlük, yücelik) sıfatını kabule dair selef’in sözleri oldukça çoktur. Bunlardan bazıları şunlardır:
Şeyhu’l-İslam Ebu İsmail el-Ensarî "el-Faruk" adlı eserinde senedini kaydederek Ebu Mutî’ el-Belhî’den şunu nakletmektedir:

Ebu Mutî’, Ebu Hanife’ye: Ben Rabbimin semada mı yoksa yerde mi olduğunu bilmiyorum, diyen bir kimsenin durumu hakkında soru sormuş.
Ebu Hanife’de: Bu kimse kâfir olur demiştir. Çünkü Yüce ALLAH: "Rahman Arş’a istivâ etti." (Tâhâ, 20/5) diye buyurmaktadır. O’nun Arş’ı ise yedi semanın üstündedir.
Ben: Eğer O Arş’ın üzerindedir, dediği halde bilemiyorum Arş semada mıdır, yoksa yerde midir? diyecek olursa (durumu ne olur) diye sordum.
Yine: O kâfirdir, çünkü o Yüce ALLAH’ın semada olduğunu inkar etmiş olur. O’nun semada olduğunu inkar eden de kâfir olur, dedi.

Başkası da şunu da ilave etmektedir:
Çünkü ALLAH, a’lâ’yı illiyyindedir. O’na yukarıdan dua edilirken, eller yukarıya kaldırılır aşağıya indirilmez.

Ebu Hanife’nin mezhebine muntesib olanlardan bunu kabul etmeyenlerin bu reddedişlerine iltifat edilmez. Çünkü ona Mutezile’den ve başkalarından onun kabul ettiği itikadî esasların birçoğunda ona muhalefet eden pek çok kesimler intisab etmiştir. Malik, Şafiî ve Ahmed’e de inandıkları bazı hususlarda onlara muhalefet eden bir takım kimseler de intisab edebilirler. Ebu Yusuf’un, Bişr el-Merîsî’nin Yüce ALLAH’ın Arş’ın üzerinde olduğunu inkar etmesi üzerine tevbe etmeye çağırması olayı oldukça meşhurdur. Bunu Abdu’r-Rahman b. Ebi Hatim ve başkaları rivayet etmişlerdir.

Her kim "fevk: yukarda oluş"u kullarından daha hayırlı ve onlardan daha faziletli, O’nun Arş’tan daha hayırlı ve daha faziletli olması anlamına yorumlayacak olur ve bu sözleri:
Emir vezirin fevkındedir, dinar dirhem’in fevkındedir sözlerine benzetecek olursa, şunu belirtelim ki bu selim olan akılların nefret ettiği, sağlıklı kalblerin tiksindiği bir açıklama şeklidir.
Çünkü bir kimsenin doğrudan ALLAH kullarından hayırlıdır ve Arş’ından hayırlıdır demesi, o kimsenin kar soğuktur, ateş sıcaktır, güneş kandil’den daha aydınlıktır, sema evin tavanından daha yukarıdadır, dağ çakıldan daha ağırdır, ALLAH’ın Rasûlu filan yahudi’den daha faziletlidir, sema arzın üstündedir demesi kabilinden bir sözdür. Böyle bir ifadede Yüce ALLAH’ı ne temcid, ne ta’zim söz konusudur, ne de övmek. Aksine bu gibi ifadeler en bayağı, en sıradan ve en çirkin ifadeler arasındadır.
Cinlerin ve insanların benzerini meydana getirmek için bir araya gelecek olsalar dahi biri diğerine yardımcı olsa bile benzerini getiremeyecekleri ALLAH’ın kelamına bu kabil ifadeler nasıl yakıştırılabilir? Hatta bu gibi ifadelerde çokça kullanılan meselde görüldüğü gibi, şanı eksiltmek dahi söz konusudur:
"Görmez misin ki kılıcın kadrini düşürmektir,
Kılıç asadan daha keskindir, denildiği vakit
."

Mesela bir kimse, mucevher balığın pulundan, soğanın kabuğundan daha üstündür, diyecek olsa akıl sahibi herkes aralarındaki pek büyük farklılıktan dolayı bu söze güler. İşte yaratan ile yaratılmış arasındaki fark bununla kıyas edilmekten bile çok daha büyüktür. Ancak eğer batıl peşinde bulunan bir kimseye karşı bir delil getirmek maksadıyla konum bu kabilden söz söylemeyi gerektiriyorsa durum farklıdır.
Nitekim Yusuf es-Sıddiyk -Aleyhisselam-ın şu sözleri bu kabildendir:
"Darmadağınık bir çok rabler mi hayırlıdır, yoksa bir tek olan ve herşeyi hükmü ve iradesi altında tutan ALLAH mı?" (Yusuf, 12/39)
Yüce ALLAH’ın şu buyruğu da bu türdendir:
"ALLAH hem daha hayırlıdır, hem de daha kalıcıdır." (Tâhâ, 20/73)
Fevkınde oluşun bu anlamı, her bakımdan söz konusu olan mutlak fevkıyetin kapsamı içerisindedir. Yüce ALLAH, herşeye galip gelmek (Kahhâr) fevkıyeti, değer ve üstünlüğünün fevkıyeti, zatının fevkıyeti ile yukardadır. Bu fevkıyetlerin bir bölümünü kabul ederken, diğer bir bölümünü reddeden bir kimse fevkıyetin kemal derecesini eksiltmiş demektir.
Yüce ALLAH’ın yüceliği (uluvv) de her yönüyle mutlaktır. Eğer hayır kasıt, makam ve mevki üstünlüğüdür, mekansâl bir üstünlük değildir, denilecek olursa şunu belirtelim ki; mevki (el-mekâne) mekanın muennes halidir. Muennes olan da hem lafız, hem mana itibariyle muzekker’in bir fer’idir ve ona tabidir. Zihinde mevzu bahis olan misal ve örneklik yüceliği, hakikat manasıyla yüceliğe tabidir. Eğer bu örnek hakka mutabık ise haktır, değilse batıldır.
Bundan kasıt kalblerdeki üstünlüktür ve kalblerde O herşeyden üstündür, denilecek olursa şöyle cevap verilir:
O gerçekten de böyledir. Böyle bir üstünlük özü itibariyle O’nun herşeyden üstün oluşuna da mutabıktır. Eğer O, bizatihi herşeye üstün olmazsa, O’nun kalplerdeki üstünlüğü gerçeğe de mutabık olmaz. Tıpkı üstün olmayan bir varlığı üstün olarak değerlendirme halinde olduğu gibi.



Yüce ALLAH’ın Yukarıda Oluşunun (Uluvv) Aklî Delilleri

Yüce ALLAH’ın yukarda oluşu (uluvv) sem’î delillerle sabit olduğu gibi, akıl ve fıtrat ile de sabittir. Uluvv’ünün aklî bakımdan sûbutu çeşitli şekillerde ortaya konulabilir:

1- İki varlıktan herbirisi ya diğeri ile içiçedir ve sıfatlarda olduğu gibi onun varlığı ile var olabilmektedir. Yahut ta kendi başına vardır ve diğerinden ayrıdır; gerçeği kesindir ve apaçık bir bilgidir.
2- Yüce ALLAH kainatı ya kendi zatı içerisinde yaratmıştır, yahut ta zatı dışında yaratmıştır. Birincisi batıl’dır. Evvela böyle bir şeyin batıl olduğu ittifakla kabul edilmiştir. İkinci olarak böyle bir şeyi kabul edecek olursak, o takdirde Yüce ALLAH’ın değersiz, adi şeylere ve pisliklere de -haşa- mekân olması gerekir. Yüce ALLAH bundan çok yücedir, pek büyüktür.
İkinci durum ise, kainatın Yüce ALLAH’ın zatı dışında olmasını gerektirmektedir. Bu durumda kainat O’ndan ayrıdır. O halde O’nun kainattan ayrı olduğu da kaçınılmaz bir sonuçtur. Çünkü "O alem ile bir arada değildir" derken aynı zamanda "O alemden ayrı da değildir" denilmesini akıl kabul edemez.
3- Yüce ALLAH’ın kainatın içinde de, dışında da olmaması O’nun büsbütün varlığını reddetmeyi gerektirir. Zira böyle bir şeyi akıl kabul edemez. O halde, O ya kainatın içinde vardır, ya kainatın dışında. Birincisi batıldır, o halde ikincisi gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu da O’nun kainattan ayrı olmasını gerektirir.



ALLAH’ın Yüceliğinin Fıtrat İle İsbatı

Yüceliğinin fıtrat ile isbatına gelince, bütün insanlar tabiatları ve selim kalpleri ile dua ettikleri vakit ellerini yukarıya kaldırırlar. Yüce ALLAH’a yalvarıp yakardıklarında kalpleriyle de yukarı ciheti kastederler.
Muhammed b. Tahir el-Makdisî’nin naklettiğine göre Şeyh Ebu Ca’fer el-Hemedanî, İmamu’l-Haremeyn diye bilinen Üstad Ebu’l-Meâlî el-Cuveynî’nin meclisinde hazır bulunuyorken, Ebu’l-Meâlî Yüce ALLAH’ın "uluvv sıfatı"nı nefyetme hakkında açıklamalarda bulunuyor ve şöyle diyormuş: ALLAH ezelden beri Arş yokken dahi vardı ve şu anda O önceden nasıl var idiyse öylece vardır.
Bunun üzerine Şeyh Ebu Ca’fer şöyle dedi: Sayın Üstad, bize şu kalplerimizde hissettiğimiz zorunlu hal hakkında haber verir misin? ALLAH’ı tanıyan herkes "ya ALLAH!" dedikçe mutlaka kalbinde zorunlu olarak bir yücelik hissi duyar. Sağa da, sola da dönmez. Biz kendi içimizden böyle bir zorunlu hali nasıl bertaraf edebiliriz?
Bunun üzerine Ebu’l-Mealî eliyle başına vurarak, kürsüden indi, zannederim ağladı da, dedi. el-Cüveynî inerken şöyle diyordu: el-Hemedanî beni şaşkına çevirdi, el-Hemedanî beni şaşkına çevirdi.
Şeyh şunu kastetmişti: Bu Yüce ALLAH’ın kullarında fıtri olarak yerleştirdiği bir histir. Onlar bunu bir öğretmenden öğrenmemişlerdir, bunu kalplerinde Yüce ALLAH’a yöneldiklerinde hissettikleri bir zaruret olarak görmektedirler ve onlar bu zarureti uluvv’de (yüce oluşta) görmektedirler.
Tahâvî’nin -ALLAH ona rahmet etsin-: "Mahlukatı O’nu kuşatmaktan âciz düşürmüştür" sözlerine gelince; yani onlar ne bilgileriyle, ne görmeleriyle O’nu kuşatamazlar. Bunun dışındaki diğer kuşatma şekillerinin hiçbirisiyle de kuşatamazlar. Aksine O herşeyi kuşatandır ve hiçbir şey O’nu kuşatamaz.


"Bizler deriz ki: Muhakkak ALLAH İbrahim’i halil edinmiş, Musa ile özel bir şekilde konuşmuştur. Buna iman eder, tasdik eder ve teslimiyetle kabul ederiz."

Kalem ve Arş’ın Yaratılışları

İlk yaratılan Kalem midir, yoksa ‘Arş mıdır, hususunda ilim adamlarının iki ayrı görüşü vardır. Bunları Hafız Ebu’l-A’la el-Hemedanî söz konusu etmektedir. Bunların sahih olanına göre Arş Kalem’den önce yaratılmıştır.
Çünkü sahih(i Muslim)de yer alan rivayete göre, Abdullah b. Amr -RadıyALLAHu anh- şöyle demiştir:
Râsulullah -SallALLAHu aleyhi vesellem- buyurdu ki:
"Yüce ALLAH, gökleri ve yeri yaratmadan ellibin yıl önce bütün mahlukatın kaderlerini tayin etti, Arşı da su üzerinde idi."
[Muslim 2653.]


İşte bu buyruk, takdirin Arş’ın yaratılmasından sonra meydana geldiği hususunda açık bir ifadedir. Takdir (kaderlerin tayini) de Kalem’in ilk yaratılışı sırasında meydana gelmiştir. Bunu da az önce geçen Ubade b. es-Samit -RadıyALLAHu anh- yoluyla gelen hadisten anlıyoruz. Bu hadisteki: "ALLAH’ın ilk yarattığı şey Kalem’dir..." ifadesi ya tek bir cümledir, yahut iki ayrı cümledir.
Eğer tek bir cümle ise -ki doğru olan da budur- manası şudur:
Kalem, ALLAH’ın ilk halkettiği ve kendisine "yaz" diye buyurduğu yaratığıdır. Nitekim ifadenin lafzında da şöyle denilmektedir:
ALLAH’ın ilk halkettiği şey kalem’dir, ona: Yaz diye buyurmuştur. Buradaki "ilk" anlamındaki kelime ile "Kalem" anlamındaki kelime nasb ile okunmuştur.
Eğer iki cümle ise -ki bu rivayet "ilk" ile "Kalem" kelimelerinin ref’i ile rivayet edilmiştir- o takdirde bu hadisi şuna yorumlamak gerekir: Kalem, bu alem arasında yaratılmış mahlukatın ilkidir. Böylelikle bu iki hadis arasında ittifak (uyumluluk) söz konusu olur. Çünkü Abdullah b. Amr’ın hadisi arşın ilahi takdirden önce yaratılmış olduğu hususunda açık bir nasstır. Mahlukatın takdiri ise Kalem’in yaratılması ile birlikte olmuştur. Bir başka lafızda da şöyle denilmektedir: "ALLAH Kalem’i halkedince ona: Yaz diye buyurdu."
İşte bu Kalem, Kalem’lerin ilki, en faziletlisi ve en değerlisidir. Tefsir alimlerinden birden çok kişi de şöyle demektedir: Bu Kalem Yüce ALLAH’ın: "Nûn. Kaleme ve yazmakta oldukları şeylere andolsun ki..." (el-Kalem, 68/1-2) buyruğunda kendisine yemin ettiği kalem’dir.
İkinci Kalem ise vahiy kalem’idir. Kendisi ile Yüce ALLAH’ın peygamberlerine ve rasûllerine göndermiş olduğu vahyi yazdığı kalem’dir. Bu kalem’in sahibleri âleme hakim olan (melekler)dir. Bütün kalemler onların kalemlerine hizmet eder. Peygamber -SallALLAHu aleyhi vesellem- İsra gecesinde kalemlerin cızırtısını duyduğu bir yere kadar çıkartılmıştır. İşte bu kalemler Yüce ALLAH’ın yüce ve alt âlemin her türlü işini tedbir edip, çekip çevirdiği hususlar ile ilgili olarak bildirdiği vahiylerin kendileri ile yazıldığı kalemlerdir.


"Yüce ALLAH’ın orada olacak diye yazdığı bir şeyin olmamasını sağlamak üzere bütün mahlukat bir araya gelip toplansalar, buna güç yetiremezler. Aynı şekilde Yüce ALLAH’ın orada olmayacak diye yazmış olduğu bir şeyin olması için hepsi bir araya gelecek olsalar, yine buna güç yetiremezler. (Çünkü) Kalem kıyamete kadar olacak şeyleri yazmış ve artık (mürekkebi) kurumuştur."



EL-AKÎDETÜ’T-TAHÂVİYYE VE ŞERHİ

EL-AKÎDETÜ’T-TAHÂVİYYE VE ŞERHİ

6. Bölüm
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
EL-AKÎDETU'L-VASITIYYE VE ŞERHİ
İstivâ Sıfatı:

"Yüce ALLAH’ın: "Rahman arşa istivâ etti" buyruğu yedi [Şerh ile birlikte basılmış olan nüshada böyledir. Ancak el yazması nusha ile Fetâvâ’daki ifade şöyledir: “Yine yüce ALLAH şöyle buyurmaktadır: “Rahman (olan ALLAH) arşa istiva etti.”; “Sonra arşa istiva etti ” buyruğu altı yerde geçmektedir...” Bu daha doğrudur, çünkü ikinci âyet-i kerîme Kur’ân-ı Kerîm’de sadece altı yerde geçmektedir.] yerde geçmektedir:
el-A’raf suresinde: "Şubhesiz Rabbiniz O ALLAH’tır ki gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra arşa istivâ etti." (el-A’raf, 7/54)
Yunus -aleyhisselâm- suresinde şöyle buyurmaktadır:
"Şubhesiz ki sizin Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da arş üzerine istivâ eden ALLAH’tır." (10/3)
er-Râd suresinde de şöyle buyurmaktadır:
"ALLAH O’dur ki gökleri gördüğünüz şekilde direksiz yükseltmiştir. Sonra arş üzerinde istiva etmiştir." (er-Rad, 13/2)
Ta-ha suresinde de şöyle buyurmaktadır:
"Rahman arşa istivâ etti." (20/5)
el-Furkan suresinde de şöyle buyurmaktadır:
"Sonra arş üzerinde istiva edendir. Rahman’dır." (el-Furkan, 25/59)
Elif. Lam. Mim es-Secde suresinde de şöyle buyurmaktadır:
"ALLAH göklerle yeri ve onların aralarında olanları altı günde yaratan sonra arşa istivâ edendir." (es-Secde, 32/4)
el-Hadid suresinde de şöyle buyurmaktadır:
"O, gökleri ve yeri altı günde yaratan sonra da arş’a istivâ edendir." (el-Hadid, 57/4) [Yedi âyetin tamamı el yazma nüshada yer almamaktadır]


"Rahmân arş üzerine istivâ etmiştir..." buyruğu şanı yüce ALLAH’ın arşın üzerine istivâ ettiğini haber verdiği bu yedi yerde geçmektedir. Hepsinin de sabit oldukları kesindir. Çünkü bu yedi buyruk ta ALLAH’ın kitabında yer almaktadır. Cehmiye mensubu muattıl bir kimse bunları red de edemez, inkar da edemez. Aynı şekilde bu buyruklar bu hususta gayet açıktır. Herhangi bir te’vil ihtimali yoktur. Çünkü "istiva" lafzı dilde "alâ: ...e, a, üzerine" ile geçiş yaptığı takdirde bu lafızdan ancak yükseklik ve yükseğe çıkış anlaşılır. Bundan dolayı selef’in bu lafzı açıklaması dört türlü tabir ile gelmiş ve bunların dışına çıkmamıştır. Bu dört türlü açıklamayı büyük ilim adamı İbnu’l-Kayyım’ın "en-Nûniyye" [el-Herrâas’ın şerhi, I, 215; Ahmed b. İsa’nın şerhi, I, 440.] diye bilinen şiirinde şu ifadeleri ile dile getirmektedir:
"Onların bu hususta dört türlü ibareleri vardır,
İyi süvari ve iyi mızrak kullanan kimse bunları öğrenebilmiştir.
Bu dört açıklama: İstikrar etti (yerleşti) üstüne çıktı ve aynı şekilde,
Üzerine yükseldi şeklinde olup, bunda herhangi bir tepki yoktur.
Yine dördüncüsü olan suûd etti (üzerine çıktı) da böyledir.
Ki eş-Şeybanî’nin arkadaşı Ebu Ubeyde Tefsirinde bu görüşü tercih etmektedir.
O elbette Cehmî’den daha iyi Kur’ân’ı bilen birisidir."
O halde ehl-i sünnet ve’l-cemaate göre yüce ALLAH’ın kendi zatı hakkında haber verdiği şekilde arşı üzerinde kendi yüce zatının bildiği bir keyfiyet ile yarattıklarından ayrı olmak üzere istiva etmiştir. Nitekim Malik ve başkaları da: "İstiva"nın ne demek olduğu bilinmektedir, ancak keyfiyeti meçhuldür." [Daha önce Tefvid’in anlamı başlığı altında geçmiş idi] diye açıklamışlardır.
Ta’tilcilerin körükledikleri, istivanın kabul edilmesi halinde doğru olmayan birtakım şeylerin de kabul edilmesi gerekir, şeklindeki ifadeler bizim için bağlayıcı değildir. Çünkü bizler, onun arşın üzerinde oluşu herhangi bir mahlukun, bir başka mahlukun üzerinde oluşu gibidir, demiyoruz.
Bu sarih âyet-i kerîmeleri onların şaşkınlık ve tutarsızlıklarına delâlet eden şekilde bozuk te’villerle zahiri anlamlarından uzaklaştırma çabalarına gelince... Mesela "istiva" lafzını "istila" diye açıklamaları buradaki "alâ: üzerine" lafzını "ilâ: e, a" anlamına yorumlayışları ile "istivâ" lafzını "kastetmek" anlamına alışları şeklindeki yorumlarına ve cehmiyecilik ve ta’tilin sancağını taşıyan Zahid el-Kevserî’nin [Adı Muhammed Zahid b. el-Hasen b. Ali el-Kevserî’dir. Aslen çerkezli hanefi mezhebine mensubtur. Cehmiyye itikadını savunur. 1296 h. yılında doğmuş. 1371 h. yılında vefat etmiştir] naklettiği diğer açıklamaların tümüne gelince, bunlar batıl açıklamaları körüklemekten ve hakkın şeklini değiştirmekten başka bir şey değildir. Bunun onlara az olsun, çok olsun hiçbir faydası olmaz.
Keşke bu Muattile’nin neler söylemek istediklerini bir bilebilseydik.
Acaba bunlar: 'Semada kendisine yönelinecek bir Rab, arşın üzerinde kendisine ibadet olunan bir ilah yoktur', mu demek istiyorlar?
O halde O nerededir?



ALLAH Semâdadır:

Belki de bizlerin "nerededir" diye ona dair soru sormamıza gülebilirler, fakat yaratılmışların en mükemmeli, rablerini en iyi bilenleri olanın (ALLAH’ın salat ve selamları ona olsun) ALLAH hakkında: "Nerede" diye soru sorduğunu unutuyorlar. O cariyeye: "ALLAH nerededir?" diye sormuş ve: "semadadır" diye cevab vermesini de beğenmişti.
[Sahih bir hadis olup, ileride “yukarıda ve üstte oluş” başlığında kaynakları gösterilecektir.]

Aynı şekilde: Rabbimiz semavâtı ve arzı yaratmadan önce nerede idi? diye soran kimseye de O : Tek başına vardı, O’ndan başka bir varlık yoktu... diye cevab vermiştir.
[Ebu Rezîn el-Ukaylî (r.anh)’ın rivayet ettiği hadise işaret etmektedir. Dedi ki: Ey ALLAH’ın Rasûlü! Rabbimiz bu mahlukatını yaratmadan önce nerede idi, diye sordum. O: “Tek başına başka hiçbir varlık bulunmaksızın o vardı. Altı hava, üstü hava (boşluk) idi. Arşını da su üzerinde yarattı.”

Bu hadisi Tirmizî, Tefsir, ve min sureti Hud, (Tuhfetu’l-Ahvezi, VIII, 528)’de rivayet etmiş, hasen olduğunu belirtmiştir. İbn Mace’de, Mukaddime, fi mâ enkerat el-Cehmiyye’de; Ahmed, Musned, IV, 11’de rivayet etmişlerdir.
el-Arnavut der ki: Hadisin senedinde Vekî’ b. Udus -yahut Hudus- adındaki ravi vardır. İbn Habban dışında buna sika diyen olmamıştır. Geri kalan ravileri ise sika -güvenilir- ravilerdir. Bununla birlikte Tirmizî ve başkaları bu hadisin hasen olduğunu belirtmişlerdir.” Bk. Camiu’l-Usul, 1989; el-Elbanî ise es-Sünne’nin tahricinde (No: 216) zayıf olduğunu belirtmiştir. Hadiste geçen “el-ama” lafzının onunla beraber hiçbir varlık yoktur şeklindeki açıklamayı da Yezid b. Harun yapmıştır.]

Peygamber -SallALLAHu aleyhi ve sellem-’dan böyle soru soranı azarladığına yahut ta ona: Sen yanlış bir şekilde soru sordun, dediğine dair bir rivayet gelmemiştir.
Bu hususta binbir dereden su getirmeye çalışan kimsenin en ileri derecede söyleyebileceği söz şudur:
Yüce ALLAH vardı ve o zaman mekân diye birşey yoktu. Sonra mekânı yarattı, şu anda o mekânı yaratmadan önceki hali üzeredir.
Acaba ALLAH varken olmayan mekân ile bu tahrifçinin kastettiği nedir?
O bununla âlemin kapsamı içerisine giren varlık mekânlarını mı kastetmektedir?

Bunlar sonradan yaratılmış mekanlardır. Bizler ise yüce ALLAH’ın sonradan yaratılmış bu mekanların herhangi birisinde olduğunu söylemiyoruz. Zira onun bu yarattığı varlıklardan hiçbir şey O’nu kuşatamaz ve O’nu sınırlayamaz. Eğer hiçbir varlığı bulunmayan katıksız boşluk demek olan yokluk mekanını kastediyorsa, bu durumda:
Orada bir yaratma yoktur, denilemez. Çünkü böyle bir yokluğa yaratmanın taalluku söz konusu değildir. Çünkü bu yokluk ile alakalı bir iş, bir emirdir.
Eğer: Yüce ALLAH bu anlamıyla bir mekândadır -âyet ve hadislerin delâlet ettiği şekilde- denilecek olursa, bundaki sakınca nedir?
Ancak hak olan şöyle söylemektir:
ALLAH vardı ve O’ndan önce hiçbir şey yoktu. Sonra O, gökleri ve yeri altı günde yarattı. Arşı da su üzerinde bulunuyordu, sonra da arşa istiva etti. Buradaki "summe: sonra" mucerred atıf (bağlaç) değil, zamanî tertib (zaman sıralamasını bildirmek) içindir.


Yüce ALLAH’ın Uluvv Sıfatı ve O’nun Semâda Oluşu:

Yine yüce ALLAH şöyle buyurmaktadır:
"Ey İsa! Muhakkak ben seni öldüreceğim ve seni kendime yükselteceğim." (Âl-i İmran, 3/55);
"Bilakis ALLAH onu kendi katına doğru kaldırmıştır." (en-Nisâ, 4/158);
"Güzel söz yalnız O’na yükselir, onu da salih amel yükseltir." (Fatır, 35/10);
"Ey Hâmân! Benim için yüksek bir köşk yap. Belki o yollara ulaşırım, göklerin yollarına. Sonunda belki Musa’nın ilâhının yanına çıkarım. Doğrusu şu ki ben onu yalancı sanıyorum." (el-Mu’min, 40/36-37);
"Göktekinin sizi yere geçirmesinden emin mi oldunuz? O zaman onun durmadan çalkalanmakta olduğunu göreceksiniz. Yahut göktekinin üzerinize taş yağdıran bir rüzgar göndermesinden emin mi oldunuz. Hem benim korkutmamın nasıl olduğunu bileceksiniz." (el-Mulk, 67/16-17)


Yüce ALLAH’ın: "Ey İsa! Muhakkak ben seni öldüreceğim..." diye başlayan âyet-i kerîmeler bundan önceki âyet-i kerîmelerde söz konusu edilen yüce ALLAH’ın mahlukattan ayrı olmak üzere yüksekte oluşu ve arşın üzerinde oluşu gerçeğini desteklemektedir. Ayrıca Muattıla’nın bunu red ve inkârlarının isabetsizliğini de ortaya koymaktadır. Yüce ALLAH onların söylediklerinden alabildiğine münezzehtir.
İlk âyet-i kerîme’de yüce ALLAH Rasûlü ve kelimesi olan Meryem oğlu İsa -Aleyhisselam-’a eceli gelince kendisini öldüreceğini ve yahudilerin ona komplo hazırlayacakları vakit de onu kendisine yükselteceğini haber vermektedir. 'Kendime'deki zamir şanı yüce ALLAH’a aittir. Başka bir kimseye ait olma ihtimali yoktur. Bunun: Rahmetimin bulunduğu yere yahut meleklerimin mekânına diye yorumlanmasının hiçbir anlamı yoktur. Yüce ALLAH’ın yahudilerin İsa’yı öldürüp, astıklarına dair iddialarını reddetmek üzere: "Bilakis ALLAH onu kendi katına kaldırmıştır." buyruğu hakkında da benzeri açıklamalar yapılır.
Ayet-i kerîme’de söz konusu edilen teveffî (öldürme) ile neyin kastedildiği hususunda farklı görüşler vardır. Bazıları bunu ölüm diye açıklamış iseler de çoğunluk bundan kastın uyku olduğu kanaatindedirler. Muteveffâ lafzı da bu anlamda kullanılabilmektedir. Nitekim yüce ALLAH şöyle buyurmaktadır: "O geceleyin sizi öldüren (teveffî eden), gündüzün de ne kazandığınızı bilendir." (el-En’âm, 6/60)

Kimisinin iddiasına göre de ifadede bir takdim ve te’hir olup ifadenin takdiri şöyledir:
Seni kendime yükselteceğim, sonra vefat ettireceğim. Yani bundan sonra canını alacağım.
Gerçek şu ki; İsa -Aleyhisselam- canlı olarak yükseltilmiş ve kıyametin kopacağı vakte yakın bir zamanda inecektir. Çünkü bu husustaki hadis sahihtir.
[Bununla şu hadise işaret etmektedir: “Nefsim elinde olana yemin olsun ki Meryem oğlu (İsa)nın aranızda adaletli bir hakem (hakim ve yönetici) olarak ineceği zaman pek yakındır. O zaman haçı kıracak, domuzu öldürecek ve cizyeyi kaldıracaktır. Mal o kadar artacak ki kimse onu (sadaka ve zekat olarak) kabul etmeyecektir.”

Bu hadisi Buharî, Mezalim, kesru’s-salib (Fethu’l-Barî, V, 121) Enbiya, nuzulu İsa b. Meryem’de; Müslim, İman, Nuzulu İsa b. Meryem... (Nevevî, II, 548)’de ve Ebu Davud ile Tirmizî rivayet etmişlerdir.]

Yüce ALLAH’ın: "Güzel söz yalnız O’na yükselir" buyruğu ise kulların söz ve amellerinin yüce ALLAH’a yükselmesi hususunda gayet açık bir ifadedir. Kirâmen kâtibin hergün ikindi namazının ve sabah namazının peşinden -şu hadis-i şerif’te de belirtildiği gibi- bunları yüce ALLAH’a yükseltirler: "Geceleyin aranızda kalanlar yukarı çıkarlar. Rableri -en iyi bilen o olduğu halde- onlara Kullarımı ne halde terkettiniz, diye sorar. Onlar da: Rabbimiz biz onlara namaz kılıyorlarken gittik, yine onları namaz kılıyorlarken bırakıp geldik, derler"
[Sahih bir hadis olup, Buharî, Mevakîtu’s-salah, fadlu salati’l-asr (Fethu’l-Barî, II, 33); Bedu’l-Halk, Zikru’l-Melâike ve Tevhid’de; Müslim, Mesâcid, fadlu salata-subhi ve’l-Asri..., Nevevî, V, 138; Nesaî ve Malik, Muvatta’da hadisin baş tarafı da şu şekildedir: “Melekler biri diğerinin arkasında aranızda bulunurlar... ]

Şanı yüce ALLAH’ın Fir’avun’un söylediğini naklettiği: "Ey Hâmân..." buyruğuna gelince, bu Musa -Aleyhisselam-’ın azgın Firavun’a ilahının semada olduğunu haber verdiğine, Firavun’un da kavminin gerçeği görmesini önlemek maksadıyla ona ulaşmanın yollarını aramaya kalkıştığına, bundan dolayı Haman’a kendisi için yüksekçe bir kule yapmasına dair emir verdiğine delildir.
Daha sonra ise: "Doğrusu şu ki ben onu yalancı sanıyorum" demiştir. Yani Musa’nın ilahının semada olduğuna dair vermiş olduğu haberin yalan olduğu kanaatindeyim.
O halde şunu sormak lazım:
Nisbet itibariyle kim Fir’avun’a daha yakın olur? ALLAH’ın yukarıda oluşunu kabul eden bizler mi, yoksa şu Muattıla mı? Hiç şubhesiz Fir’avun, Musa -Aleyhisselam-’ı ilâhının semada oluşu hususunda yalanlamıştır. Onun bu söyledikleri ile bunların söyledikleri aynı şeydir.
"Göktekinin sizi yere geçirmesinden emin mi oldunuz?..." âyetlerine gelince, bu iki âyet-i kerîme yüce ALLAH’ın semada olduğunu açıkça ifade etmektedir. Bunun, bu ifadelerle kastedilen azab yahut emir ya da melektir diye Muattile’nin yaptığı şekilde yorumlanması caiz değildir. Çünkü burada "kimse" anlamındaki: "men" lafzı kullanılmıştır ki, bu da akıl sahibi varlıklar için kullanılır.
[Şeyh İsmail el-Ensarî, burada şu notu düşmektedir: “Şâyet müellif burada “akıl sahibi varlık” yerine “âlim” lafzını kullanmış olsaydı, isabetli olurdu.”]
Bunun melek hakkında yorumlanması ise, bunu gerektiren herhangi bir karine olmaksızın lafzın zahir anlamının dışına çıkartılmasıdır.
Yüce ALLAH’ın: "Semada" buyruğundan ise semanın ALLAH’ın zarfı (içinde bulunan mekân) diye anlaşılması caiz olamaz. Aksine eğer sema ile bu bilinen sema kastedilmiş ise buradaki "fi: ...de, da" "ala: üzerinde" anlamında olur. Yüce ALLAH’ın: "Andolsun ki sizi... hurma dallarında asacağım" (Ta’ha, 20/71) buyruğundaki ("fi: de, da" lafzının "ala: üzerinde" anlamında kullanıldığı) gibidir. Şâyet sema lafzı ile yüksek cihet kastedilmiş ise bu takdirde "fi" edatı gerçek anlamı ile kullanılmış olmaktadır. Çünkü şanı yüce ALLAH yüceliğin en yücesindedir.



Maiyyet (Beraber Oluş) Sıfatı:

"O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da Arş üstüne istivâ edendir. O yere gireni de, ondan çıkanı da, gökten ineni de oraya yükseleni de bilendir. Nerede olursanız O, sizinle beraberdir. ALLAH yaptıklarınızı çok iyi görendir." (el-Hadid, 57/4);
"Üç kişi fısıldaşmayı versin, muhakkak O, onların dördüncüleridir. Beş kişi olmayıversinler, mutlaka O, onların altıncılarıdır. İster bundan daha az veya daha çok olsunlar, nerede bulunurlarsa bulunsunlar, O mutlaka onlarla beraberdir. Sonra kıyamet gününde kendilerine yaptıklarını haber verir. Gerçekten ALLAH herşeyi çok iyi bilendir." (el-Mucadele, 58/7);
"Tasalanma şubhe yok ki ALLAH bizimle beraberdir." (et-Tevbe, 9/40);
"Çünkü Ben sizinle beraberim işitir ve görürüm." (Ta-ha, 20/46);
"Çünkü ALLAH sakınanlarla ve daima iyi davrananlarla beraberdir." (en-Nahl, 16/128);
"Bir de sabredin. Şubhesiz ALLAH sabredenlerle beraberdir." (el-Enfal, 8/46);
"Nice az bir topluluk, daha fazla bir topluluğu ALLAH’ın izniyle yenmiştir. ALLAH sabredenlerle berabedir." (el-Bakara, 2/249)"


Yüce ALLAH’ın: "O gökleri ve yeri altı günde yaratan..." buyruğu ile başlayan bu âyet-i kerîmeler yüce ALLAH hakkında maiyyet (beraber oluş) sıfatının sözkonusu olduğunu ihtivâ etmektedir. Bu beraber oluş iki türlüdür:

1- Genel olarak beraber oluş:
Bu bütün mahlukatı kapsar. Şanı yüce ALLAH, ilmi, kudreti kahr-u galebesi ve kuşatıcılığı ile herşeyle beraberdir. Hiçbir şey O’ndan gizli değildir, hiçbir şey O’nu âciz bırakamaz. İşte âyet-i kerîmede söz konusu edilen beraber oluş budur.
Bu âyet-i kerîmede yüce ALLAH kendi zatı hakkında gökleri ve yeri yaratanın yalnız kendisi olduğunu bildirmektedir. Yani önceden bir tertib ve bir takdire göre altı günde onları var etmiştir. Bundan sonra yarattıklarının işlerini çekip çevirmek ve idare etmek için de Arşının üstüne yükselmiştir. O, arşının üzerinde bulunmakla birlikte ister yüce, ister alt alemden olsun hiçbir şey O’na gizli ve saklı kalmaz. Çünkü O: "Yere gireni de, ondan çıkanı da, gökten ineni de, oraya yükseleni de bilendir."
Şubhesiz ilim ve kudreti herşeyi kuşatan, elbetteki herşeyle beraberdir. Bundan dolayı da: "Nerede olursanız, O sizinle beraberdir. ALLAH yaptıklarınızı çok iyi görendir" diye buyurmaktadır.
"Üç kişi fısıldaşmayıversin..." buyruğu ile yüce ALLAH ilminin kapsamlı olduğunu ve herşeyi kuşattığını, kendi aralarında fısıldaşanların fısıltılarının kendisine gizli ve saklı kalmadığını, her şeye tanık olup herşeyden haberdar olduğunu belirtmektedir. Buradaki "üç kişi fısıldaşmayıversin" buyruğundaki "fısıldaşma"nın üç kişiye izafe edilmesi, sıfatın mevsufuna izafe edilmesi kabilindendir. Yani üç kişi kendi aralarında fısıldaşacak olsalar... demektir.

2- Geri kalan âyet-i kerîmelerde ise:
O’nun rasûlleriyle, dostlarıyla, yardımı, desteklemesi, muhabbeti, tevfıki ve ilhamı ile birlikte oluşunu ifade eden özel bir birlikte oluşu ortaya koymaktadır.
Yüce ALLAH’ın: "Tasalanma. Hiç şubhe yok ki ALLAH bizimle beraberdir" buyruğu Peygamber -SallALLAHu aleyhi ve sellem-’ın Ebu Bekir es-Sıddîk’a mağarada bulundukları sırada söylediği sözü nakletmektedir. Muşrikler Peygamber -SallALLAHu aleyhi ve sellem-’ı takib etmek üzere çıktıklarında, mağaranın ağzına kadar gelmiş ve orayı tutmuşlardı.
Ebu Bekir bunu görünce dehşetle: ALLAH’a yemin olsun ey ALLAH’ın Rasûlü, onlardan herhangi birisi ayağına bakacak olursa, mutlaka bizi görecektir, demişti. Bunun üzerine Rasûlullah -SallALLAHu aleyhi ve sellem- da ona yüce ALLAH’ın burada naklettiği şekilde: "
Tasalanma! Hiç şubhe yok ki ALLAH bizimle beraberdir" demişti.
[Sahih bir hadistir. Buhârî, Fedâlu Ashâbi’n-Nebiy, Menâkıbu’l-Mhâcirin’de (Fethu’l-Bârî, VII, 8), Hicretin-Nebiy ile’l-Medine, ve Tefsrû S^reti Berâe (Tevbe) de; Müslim, Fedâlu’s-Sahâbe, Fadlu Ebî Bekr (Nevevî, XV, 158); Tirmizî, Tefsir, bab ve min sûreti’t-Tevbe yakın lafızlarla.]

O halde buradaki beraberlikten kasıt, yardım ve düşmanlardan korumak anlamıyla bir beraberliktir.
Yüce ALLAH’ın: "Çünkü Ben, sizinle beraberim. İşitir ve görürüm" buyruğuna gelince, buna dair açıklamalar daha önceden geçtiği gibi, bunun Musa ve Harun -Aleyhisselam-’a bir hitab olup, Fir’avun’un onları yakalamasından yana korkmamalarını ihtiva ettiği belirtilmiş idi. Çünkü yüce ALLAH yardım ve desteğiyle onlarla birliktedir. Diğer âyet-i kerîmeler de böyledir. Bu âyet-i kerîmelerle yüce ALLAH emir ve nehiyleri hususunda ALLAH’ın gözetimi altında olduklarını bilen, onun hududlarını koruyan takva sahibleri ile her hususta ihsandan ayrılmayan ihsan edicilerle birlikte olduğunu haber vermektedir. İhsan ise her birşeyde kendi durumuna göredir. Mesela ibadette yüce ALLAH’ı görüyormuş gibi ALLAH’a ibadet etmektir. Eğer kişi ALLAH’ı görmüyor ise dahi ALLAH onu görmektedir. Tıpkı Cibril hadisinde geçtiği gibi.
[Kaynakları daha önce “İmanın Altı Esası” başlıında gösterilmiştir.]
Aynı şekilde yüce ALLAH nefsin hoşuna gitmeyen şeylere katlanan, ALLAH yolunda ve ALLAH’ın rızasını isteyerek zorluk ve eziyetlere tahammul eden, ALLAH’a itaat üzere direnen, O’na isyandan uzak durmak ve hükümlerine katlanmak suretiyle sabredenlerle birlikte olduğunu da haber vermektedir.


Arş:

Peygamber -sallALLAHu aleyhi ve sellem-’ın: "Arş da suyun üzerindedir..." [Bu da zikredilen üçüncü hadistir.] hadisine gelince, bu hadiste hem yüce ALLAH’ın arşının üstünde oluşuna, hem ilminin bütün varlıkları kuşatmasına iman birarada zikredilmektedir. Yakınlığı halinde bile yüce olan, yüceliğinde bile yakın olan ALLAH’ın şanı ne yücedir! O bütün eksikliklerden munezzehtir.
Dördüncü hadise [Basılı nushada “ikinci” diye geçmekte ise de doğrusu bizim kaydettiğimizdir. Basılı nüshada dördüncü hadisin açıklaması üçüncü hadisten önce yer almıştır. Biz ise metinde geçtiği sıraya uygun olarak burada kaydetmeyi uygun gördük.] gelince, bu hadis Rasûlullah -sallALLAHu aleyhi ve sellem-’ın yüce ALLAH’ın yarattıklarının üzerinde olduğunu itiraf eden cariyenin mü’min olduğuna tanıklığını ihtiva etmektedir. İşte bu yüce ALLAH’ın yukarıda oluş (uluvv) sıfatının en büyük sıfatlarından birisi olduğunun delilidir. Çünkü Peygamber -sallALLAHu aleyhi ve sellem- diğer sıfatlar arasında özellikle onun hakkında soru sormuştur. Yine yüce ALLAH’ın her bakımdan mutlak olan uluvv’üne (yukarda oluşuna) iman etmenin imanın en büyük esaslarından birisi olduğuna da delildir. O’nu inkâr eden bir kimse sahih bir imana sahib olmaktan da yoksun kalır.
ALLAH’ı, Rasûlunden daha iyi bildiği iddiasını ortaya koyarcasına bu sıfatları nefyeden Muattile diye bilinen bu ahmak kimselere hayret doğrusu! Bu hadiste görüldüğü gibi kimi zaman başkasına soru sormak suretiyle, kimi zaman da: Rabbimiz nerede idi? Diye soru soran kimseye bu şekilde cevab vermek suretiyle bizzat ALLAH Rasûlü bu lafzı kullandığı halde, onlar yüce ALLAH’ın "nerede oluşu" ile ilgili bilgileri kabul etmemektedirler.



Beraber Oluş Sıfatı:

Yine Peygamber -sallALLAHu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmaktadır:
"İmanın en faziletlisi nerede olursan ol, ALLAH’ın seninle beraber olduğunu bilmendir."
[Zayıf bir hadistir. el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, I, 60’da şöyle demektedir: “Bunu Taberanî, el-Evsat ve el-Kebir’de rivayet etmiştir ve şöyle demiştir: Bu hadisi sadece Osman b. Kesir rivayet etmiştir. Ben derim ki: “Bu şahıstan sika (güvenilir) olmakla ya da cerh etmek suretiyle sözeden kimseyi görmedim.”

Bu hadis Beyhakî, Esma ve’s-Sıfat, s. 541’de yine Osman b. Kesir’in rivayeti ile yer almaktadır. Fakat bu Taberanî, Musnedu’ş-Şamiyyîn, I, 305’den, Osman b. Said b. Kesir’in rivayeti ile zikredilmektedir ki (İbn Hacer) et-Takrib’de onun hakkında: “Sika (güvenilir) âbid bir ravidir” demiştir.
Yine bu hadisin senedinde Osman’dan hadisi rivayet eden Nuaym b. Hammad'da vardır. Bk. el-Hilye, VI, 124; ez-Zehebî, el-Mizan’da onun hakkında şöyle demektedir: Hadisinde nisbeten bir gevşeklik bulunmakla birlikte ileri gelen önderlerdendir.” Hafız İbn Hacer de et-Takrib’de: “Çokça hata eden, doğru sözlü birisidir” demiştir.
el-Elbanî, Daîfu’l-Camî, 1002’de hadisin zayıf olduğunu belirtmektedir.]
Bu hasen bir hadistir.
Bir başka hadisinde şöyle buyurmuştur:
"Sizden herhangi bir kimse namaza kalktığında yüzünün döndüğü tarafa doğru ve sağına sakın tükürmesin. Çünkü yüce ALLAH onun yüzünü döndüğü taraftadır, ama soluna yahut ta ayağının altına (tükürebilir.)
[Sahih bir hadistir. Farklı lafızlarla: Buharî, Salât, Hakku’l-Buzaki bi’l-yedi, (Fethu’l-Barî, I,507); Sıfetu’s-Salâ ve Edeb bölümlerinde; Müslim, Mesacid, Babu’n-nehyi ani’l-müsaki fi’l-mescid’de (Nevevî, V, 41’de); Malik, Muvatta’da, Ebu Davud ve Nesaî de rivayet etmişlerdir.]
Hadis muttefeku’n-aleyh (Buharî ve Muslim tarafından rivayet edilmiş)'dir.
Bir başka hadisinde şöyle buyurmaktadır:
"Yedi semavatın [ve arzın] [Bu fazlalık ne yazma nüshada, ne de fetvalarda vardır.] Rabbi! Büyük arşın Rabbi olan ALLAH’ım! Bizim Rabbimiz ve herşeyin Rabbi, taneyi ve çekirdeği yaran, Tevrat’ı, İncil’i ve Kur’ân’ı indiren. Ben [nefsimin şerrinden] [Bu da aynı şekildedir.] ve alnından yakaladığın herbir canlının şerrinden sana sığınırım. Sen ilk olansın, senden önce hiçbir şey yoktur. Sen ahirsin, senden sonra da hiçbir şey yoktur. Sen zâhirsin, senin üstünde hiçbir şey yoktur. Sen batınsın, senden öte bir şey yoktur. Benim borcumu öde ve fakirlikten, muhtaçlıktan beni kurtar."
[Bu hadisin kaynakları daha önceden yüce ALLAH’ın evvel, ahir, zahir ve batın olduğuna dair ifadeler açıklanırken geçmiş idi] Muslim’in [rivayeti] [Yazma nüshada “bunu ... rivayet etti” şeklinde olduğu gibi fetvalarda da böyledir.] bu şekildedir.
Yine [ashab-ı kiram] [Yazma nushada: “Onun ashabı” şeklindedir. Fetvalar’da da böyledir.] zikrederlerken seslerini yükselttiklerinde Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Ey insanlar, kendinize acıyınız. Çünkü sizler ne sağır olan birisine, ne de gaib (hazır olmayan) birisine dua ediyorsunuz. Sizler herşeyi işiten [herşeyi gören] [Muslim’in rivayetinde olduğu gibi yazmada da bu ifade yoktur. Basılı nüshada ise yer alan Buharî’deki rivayettir.] ve çok yakın olan birisine dua ediyorsunuz. Sizin kendisine dua ettiğiniz sizden herhangi birinize devenizin boynundan bile daha yakındır."
[Hadisin kaynakları daha önceden yüce ALLAH’ın semî’, basar ve ru’yet sıfatları açıklanırken gösterilmişti.]
Hadis muttefekun aleyh (Buharî ve Muslim tarafından rivayet edilmiş)’dir."


Arş’ın Üzerine İstiva Etmek Sıfatı:

"Daha önce sözünü ettiğimiz ALLAH’a ve ALLAH’ın kitabında haber verdiği hususlara iman etmek ile rasûlunden mutevatir olarak nakledilib, ümmetin selefinin icma ile kabul ettiği şanı yüce ALLAH’ın semavatının üzerinde, arşının üstünde, mahlukatına âlî [Bu lâfzı el-Ensarî Dâru’l-iftâ baskısında kayd etmiş ve dediğine göre bu lafzı, el-Akîdetu’l-Vâsitiyye’nin çeşitli nüshalarında da tespit etmiştir. Zuheyr eş-Şâvîş de hazırladığı baskısında bu lafzı tespit etmiştir. Fetâvâdaki şekil de böyle olup; el-Camiatu’l-İslâmiyye, el-İftâ ve Abdullah eş-Şerîf’in talihi ile yapılan Dâru Taybe baskılarında yer alan “bâin: ayrı” kelilmesinin yerine kayd edilmiştir. Yazmada ise bu lafz bulunmamaktadır.] yüce oluşuna iman etmek de sözünü ettiğimiz bu hususların kapsamı içerisine girmektedir. O şanı yüce ALLAH nerede olursa olsunlar, kulları ile birliktedir. Onların neler yapmakta olduklarını bilir. Nitekim bu hususları şu buyruğunda bir arada zikretmiş bulunmaktadır:
"O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da arş üstüne istivâ edendir. O yere gireni de, ondan çıkanı da, gökten ineni de, oraya yükseleni de bilir. Nerede olursanız O, sizinle beraberdir. ALLAH yaptıklarınızı çok iyi görendir." (el-Hadid, 57/4)
Yüce ALLAH’ın: "O sizinle beraberdir" buyruğu yaratılmışlar ile karışık ve içiçedir demek değildir. Dil böyle bir anlamayı gerektirmez. [el-Camiatu’l-İslamiyye baskısında: “Bunun yerine: Onu yönlendirmez, tercih etmez” anlamında bir kelime vardır.] [Ayrıca bu ummetin selefinin icma ile kabul ettiğine muhaliftir. Yüce ALLAH’ın mahlukatı üzerinde yaratmış olduğu fıtrada da aykırıdır.]
[Bu fazlalık yazma nüshadan. Bu fazlalık aynı şekilde fetvalarda da yer aldığı gibi eş-Şaviş ile eş-Şerif baskılarında da yer almaktadır. Fakat şerh ile birlikte yapılmış baskıda bulunmamaktadır]
Aksine (mesela) ay ALLAH’ın âyetlerinden ve yarattıklarının en küçüklerinden olan bir âyettir. O semada yerleştirilmiştir. Bununla birlikte o yolcu nereye giderse gitsin, onunla beraberdir, fakat ondan başka bir şeydir.
Şanı yüce ALLAH arşının üstündedir. Mahlukatının üzerinde rakib (gözetleyici)dir. Onların üzerinde egemendir ve onlara muttalidir... ve buna benzer O’nun rububiyetinin diğer hususiyetlerine de sahibtir.
"Yüce ALLAH’ın sözkonusu ettiği arşının üzerinde olması, O’nun bizimle birlikte olması gibi bütün bu hususlar gerçektir ve hakikati üzeredir. Herhangi bir tahrife ihtiyacı yoktur. Bununla birlikte yalan zanlardan korunması gerekir. Mesela "gökte" (el-Mulk, 67/7) buyruğunun zahiri kabul edilerek semanın onu gölgelediği yahut ta onu taşıdığı söylenemez. Bu ilim ve iman ehlinin icmaı ile batıldır.
"Şubhesiz ALLAH’ın Kürsîsi gökleri ve yeri kuşatmıştır." (el-Bakara, 2/255)
"İzni ile olması dışında ALLAH gökleri ve yeri zeval bulmasınlar diye (Fâtır, 35/42) ve semada yerin üzerine düşmesin diye tutar. (el-Hacc, 22/65); Göklerin ve yerin emri ile ayakta durması da O’nun âyetlerindendir."


"Sözünü ettiğimiz... imanın kapsamına... da girmektedir" ifadeleriyle müellif yüce ALLAH’ın uluvv (yücelik) ve arşı üzerinde yarattıklarından ayrı olmak üzere istiva ettiğini açıkça söz konusu etmektedir. Nitekim bu hususu yüce ALLAH Kitab-ı Kerîm’inde böylece haber verdiği gibi, rasûlünden gelen haberler de böylece mutevatir olarak gelmiştir. İlim ve iman bakımından bu ümmetin en mükemmelleri olan selef de bu husus üzerinde bu şekilde icma etmişlerdir. Müellif buradaki ifadeleriyle daha önce bu hususta geçmiş açıklamaları pekiştirmekte ve bunları kabul etmeyen Cehmiye, Mutezile ile Eş’arîler’ onlara tabi olanlara karşı tepkisini ağırlaştırmaktadır.
Daha sonra yüce ALLAH’ın arşı üzerinde istiva etmesinin, O’nun yarattığı kulları ile birlikte olup onlara yakın olmasına aykırı düşmediğini açıklamaktadır. Çünkü birlikte oluşun anlamı maddi olarak hissedilen karışık ve birlikte oluş ile yakınlık demek değildir.
O buna semada bulunan ay’ı misal olarak vermektedir. Ay yolcularla ve başkalarıyla nerede olurlarsa olsunlar birliktedir. Bu birlikte oluşu, onun görünmesi ile ışığının ulaşması iledir. Ay’a nisbetle böyle bir şey mümkün olduğuna göre -ki o ALLAH’ın yarattıklarının küçüklerindendir- acaba ilim ve kudreti ile kullarını kuşatmış bulunan, herşeye tanık ve onlara muttali bulunan, sözlerini işiten, durumlarını gören, gizlediklerini ve fısıldaşmalarını bilen, herşeyden haberdar ve latif olan hakkında böyle bir şey caiz olmaz mı? Semavatıyla, arzı ile arştan ferşe kadar kainatın tümü yüce ALLAH’ın önündedir. Bunların durumu adeta bizden herhangi birimizin elindeki yuvarlak bir taş gibidir.
[İbn Abbas -radiyALLAHu anh-’den şöyle dediği rivayet edilmektedir: “Yedi sema ile yedi arz ile onların içindekilerle, onların aralarında bulunanlar Rahman’ın elinde ancak sizden herhangi birinizin elinde bulunan bir hardal tohumunu andırırlar.” Şerhu’t-Tahâviye, s. 281.]


Acaba bu durumda olan kimsenin hakkında: O, arşının üzerinde, kullarından ayrı ve kullarının üstünde olmakla birlikte yarattıklarıyla birliktedir, denilmesi mümkün olmaz mı?
Elbetteki mümkündür. Şanı yüce ALLAH’ın yüceliğine, kullarıyla beraber oluşuna iman etmek gerektiği gibi; bütün bunlar yanlış anlaşılma sözkonusu olmaksızın yahut doğru olmayan anlamlara çekilmeksizin gerçek şekliyle haktır. Yüce ALLAH’ın: "O sizinle beraberdir" buyruğundan Hulûliye [Hululiye: Yüce ALLAH muayyen birtakım şahısların içine hulûl etmiştir, diyen kimselerdir. Yüce ALLAH onların söylediklerinden munezzehtir. Bunlar Muşebbihe’nin gulât’ı (aşırı gidenleri)dirler]’nin iddia ettiği şekilde karışıklık ve iç içe oluş birlikteliğinin anlaşılması yahut ta "(O) semadadır" buyruğundan semanın O’nu kuşatan ve O’nu içine alan bir zarf olduğu manasının çıkartılması, bu yanlış yorum ve kötü anlayışlara bir örnektir. O’nun kursîsi bütün gökleri ve arzı kuşatmış iken böyle bir anlayış nasıl doğru olabilir! İzni ile olması hali dışında semayı arzın üzerine düşmesin diye tutan O iken, bu anlayış nasıl doğru olabilir?
Vehmedenlerin vehminin hakkında doğruya ulaşamadığı, âlemlerin kavrayışının kendisini idrâk edemediği o yüce zat, her türlü eksiklikten münezzehtir


"Bu türden bir örnek Peygamber -sallALLAHu aleyhi ve sellem-’ın şu buyruğu gösterilebilir:
"Rabbimiz her gece, gecenin son üçte biri geriye kaldığında dünya semasına iner ve: "Yok mu bana dua eden, duasını kabul edeyim. Yok mu benden istekte bulunan, ona vereyim. Yok mu benden mağfiret dileyen ona mağfiret edeyim", der.
Hadisi Buharî ve Muslim rivayet etmiştir.


[Buharî, Tevhid, Kavlullahi Teala: Yurîdune en yubeddilu... (Fethu’l-Bârî, XIII, 464); Teheccud, ed-Duau ve’s-Sâlâtu fi Ahiri’l-Leyl (Fethu’l-Barî, III, 29), Deâvat, ed-Duau Nisfe’l-Leyl; Müslim, Salatu’l-Musafirin, et-Terğibu fi’d-Dua (Nevevî, VI, 282)’de rivayet ettikleri gibi Malik, Muvatta’da, Tirmizî ve Ebu Davud da rivayet etmişlerdir.]

Yukarıda ve Üstte Oluş:

Yine Peygamber -sallALLAHu aleyhi ve sellem- hasta olanın rukye (okumak suretiyle) tedavisi hakkında şöyle buyurmuştur:

"Ey semada olan Rabbimiz ALLAH, ismin pak ve munezzehtir. Emrin hem semada, hem yerde geçerlidir. Nasıl ki semada rahmetin varsa, yeryüzünde de rahmetini ihsan et. Günahımızı bağışla, hatalarımızı bağışla. Sen iyilerin Rabbisin. Rahmetinden bir rahmet, şifandan bir şifayı bu ağrıya indir.
[156] [O vakit bu hasta iyileşir.]
"
[Yazma nushada bu ifade yok.] [Hasen bir hadistir.][Yazma nushada yok.] Bu hadisi Ebu Davud [ve başkaları] [Yazma nushada yok.] rivayet etmiştir.


Yine Peygamber şöyle buyurmaktadır:
"Semada bulunanın emini olduğum halde bana güvenmez misiniz?"
[Sahih bir hadistir. Buharî, Meğazî, Ba’su Aliyyin ve Halidin ile’l-Yemen (Fethu’l-Barî VIII, 67); Müslim, Zekat, Zikru’l-Havarici ve Sıfatihi, (Nevevî, VII, 168) de rivayet edilmiştir]
[Sahih bir hadistir.] [Yazma nüshada: “Sahih bir hadistir” ifadesi yerinde: “Bunu Buharî ve başkaları rivayet etmiştir” denilmektedir.]

Yine Peygamber şöyle buyurmaktadır:
"Ve arş [suyun] [El yazması nüshada “su” yerine “bu” anlamındaki lafız kullanılmıştır.] üstündedir. ALLAH da arşın üstündedir ve O sizin neyin üzerinde (halinizin ne olduğunu) bilir."
[Hadis mevkuf olarak sahihtir. Bu lafızla merfu olarak tesbit edemedim. İbn Mes’ud’a mevkuf bir rivayet olarak tesbit edebildim. Şu lafızla merfu hükmündedir: “Arş suyun üzerindedir. ALLAH arşın üzerindedir. Amellerinizden hiçbir şey O’na gizli kalmaz.”

ez-Zehebî, el-Uluvv’de: “İsnadı sahihtir” demiştir. el-Elbanîde onunla aynı kanaati paylaşmıştır.
Bk. Muhtasaru’l-Uluvv, s. 103; İbn Huzeyme, et-Tevhid, I, 243; ed-Darimî, er-Reddu ale’l-Cehmiyye, Tahkik: Bedr el-Bedr s. 46.
Ebu Davud’un, Sünen’inde, (Avnu’l-Ma’bud, XIII, 14’de) şu lafız ile yer almaktadır: “Muhakkak ALLAH arşının üzerindedir. Arşı da semavatının üzerindedir.”] [Hasen bir hadistir. Bunu Ebu Davud ve başkaları rivayet etmiştir.][1“Bunu Ebu Davud, Tirmizi ve başkaları rivayet etmiştir” denilmekte ve orada: “Hasen bir hadistir” ifadesi bulunmamaktadır. ]

Yine Peygamber cariye’ye:
"ALLAH nerede?" diye sormuş,
o: Semadadır, diye cevap vermiş.
Bu sefer: "Ben kimim?" diye sormuş,
yine cariye: Sen ALLAH’ın Rasûlusün deyince,
Peygamber -sallALLAHu aleyhi ve sellem-:
"Sen bunu azad et, çünkü o mu’min birisidir." demiştir.
[Sahih bir hadistir. Muslim, Mesacid, Tahrimu’l-Kelamî fi’s-Salah, (Nevevî, V, 25); ayrıca Malik, Ebu Davud ve Nesaî de rivayet etmişlerdir.]
Bu hadisi de Muslim rivayet etmiştir.
Peygamber efendimizin: "Ey semada olan Rabbimiz ALLAH..." diye başlayan ilk hadisi ile [ikinci hadisi] [İfadeler arasında yerleştirilmesi gereken bir fazlalıktır.] yüce ALLAH’ın uluvv ile fevkıyyeti (yani yukarıda ve üstte oluşu) hususunda açık ifadeler taşımaktadır. O bakımdan bu yüce ALLAH’ın: "Gökte olanın sizi yere geçirmesinden emin mi oldunuz?" (el-Mulk, 67/16) buyruğuna benzemektedir.

Daha önceden şöyle demiştik:
Bu nasslardan kasıt semada yüce ALLAH’ı ihtiva eden bir zarfın bulunduğunu anlatmak değildir. Aksine: "fi: ...de, da" birçok ilim ehli ve dil bilginlerinin söyledikleri gibi "ala: üzerinde, ...e, a" anlamındadır ve birçok yerde "fi" edatı "alâ" anlamında da kullanılmaktadır.
Yüce ALLAH’ın: "Ve andolsun hurma dallarına asacağım." (Tâ-hâ, 20/71) buyruğunda olduğu gibi; yahut ta semadan kasıt üst cihettir. Her iki anlama göre de bu buyruklar yüce ALLAH’ın yarattıklarının üstünde oluşuna dair açık bir nass teşkil etmektedir.
Sözü geçen rukye (okumak yoluyla hastaya şifa talebinde bulunmak, tedavi etmek) hadisinde rububiyeti, uluhiyeti, isminin takdisi, yarattıklarının üstünde oluşu, şer’î ve kaderî emrinin umumi oluşu belirtilerek O’na senada bulunulmak suretiyle tevessülde bulunulmaktadır. Daha sonra da bütün semavattakileri kuşatan rahmeti vesile olarak zikredilip yeryüzünde bulunanlara da bu rahmetinden bir pay ayırması istenmektedir. Arkasından büyük ve küçük günahların bağışlanması için yalvarılmaktadır. Sonra da yüce ALLAH’ın kulları arasından hoş ve temiz kimseler olan peygamberler ile onlara tabi olanlar hakkındaki özel anlamıyla rububiyeti vesile kılınmaktadır. Bu rububiyetinin eserleri arasında ise onları din ve dünyanın gizli ve açık nimetlerine garketmiş olmasıdır.
Yüce ALLAH’a bu çeşitli vesileler ile yapılan bir duanın hemen hemen reddi söz konusu olmaz. Bundan dolayı Peygamber -sallALLAHu aleyhi ve sellem- bu duadan sonra ne kadar hastalık varsa, mutlaka ortadan sildiği ALLAH’ın şifasını istemek için dua etmiş bulunmaktadır. Bu duasında da yüce ALLAH’tan başkasına yalvarmak söz konusu değildir. Bu duada ALLAH’tan başkasına yapılan herhangi bir yalvarıp yakarma yoktur.
Birtakım zatlarla, şahıslarla, filanın hakkı, filanın yüzü suyu hürmeti ve buna benzer ifadeler ile vesileler kılan, aracılar koyan, kabir abidleri acaba bunun farkına varırlar mı?


EL-AKÎDETÜ'L-VASITIYYE VE ŞERHİ
misal-2

7. Bölüm
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
İbn Teymiyye, hapishane mektupları 1

Bana, sen dört mezhebe muhalefet ediyorsun, demiş, dört mezhep kadısının hükmünü zikretmişti. Dedim ki: Aksine dört mezhep imamı benim söylediklerimi doğrulmaktadır. Suriye'de Hanefi, Şafii, Maliki, hadisçi, kelama ve sufi her kesimden elliden fazla kitap getirmiştim. Hepsi de benim söylediklerimin kelimesi kelimesine aynıydı. Bu kitaplarda selefin ve imamlarının bizzat ifadeleri vardı.
Muhaliflerim memleketin bütün kitaplarını uzun uzun araştırmalarına rağmen imamlarından ve selef-i salihinden söylediklerimi yalanlayan bir görüş çıkarıp gösteremediler. Dosyayı bana verdiği esnada idi, onu gözden geçirdim ve dedim ki: Bunun bir yeri hariç gerisi hep yalandır. Hariç olan yer. "O Arş'a istiva etmiştir, ancak keyfiyeti bilinemez, teşbihe gidilemez" kısmıdır. Bu, "Tekyife, temsile, tahrife ve ta'tile gitmeksizin" şekliyle aynen "akide"de vardır. Bunun üzerine, 'bunu kendi eline yaz' dedi. Dedim ki: Bu daha önce "akide" de yazılmıştır. Aksi bir şey de söylemedim. Bu durumda yazıyı yenilemenin faydası ne?
Sonra dedim ki, bu ifadem üzere Ehli Sünnet vel-Cemaat'in icma ettiğini Maliki, Şafii, hadisçi ve diğer bir çok alim rivayet etmektedir. İslam alimleri içinde bunu reddeden yoktur, Tabii şu hasımlar(ım) hariç.
Bunlar diyorlar ki:
"Ne Arş üstünde olan, dua edilen bir rab vardır, ne göğün üstünde ibadet edilen bir ilah. Oralarda ancak halis bir yolluk, sırf olmazlık (nefy) vardır. Rasulullah (s.a.v.) ALLAHu Teala'ya uruc (miraç) etmemiş, göğe yükselmiş ve inmiştir. Dua eden ellerini ALLAH'a (c.c.) kaldırmaz."

Onlardan kimisi de şöyle söylüyor: "ALLAH işte bu vücud varlıktır. Ben ALLAH'ım, sen ALLAH'sın, köpek, domuz ve pislik de ALLAH.
Şöyle de derler: ALLAH bunlara hulul etmiştir.
Bu açıklamalara çok şaşırdı. Herhangi bir kimsenin böyle söylebileceğini aklına siğdıramadı. îbn Mahluf (Zeynu'd-Din Ali b. Mahluf en-Nuveyri el-Maliki (ö: 718/1318) Mısır'da 33 yıl süreyle Maliki kadılığı yapmıştır.. El-Askalani, ed-Dur-eru'1-Kamine, IH/127. İbnu'kîmad, Şezerat: 6/49) ve arkadaşlarını kastederek "Ya bunlarda böyle mi söylüyor?" dedi. Dedim ki: Bunların konuşmalarını işitmedim, bana da bir şey söylemediler. Onun için onlar hakkında bilmediğim bir şey söylemem helal olmaz. Şu var ki o sözler benimle Suriye'de tartışan, bana muhalefette bulunanların sözleridir. Bana bunları açıkça söylediler. Birisi de "Rasulullah'm (s.a.v.) bu konuda onların görüşüne aykın hiçbir sözünün kabul edilemez." olduğunu söyledi.
Adam benim kızgınlığımı görerek söylediklerimi dinliyor, belliyordu. Bu yüzden birkaç yoldan onun benden işittiklerinin sebebiyle memnun ve mesrur olarak çıkıp gittiğini duydum. Demiş ki: Bu zat hak üzeredir, öbürleri ise ALLAH'ı mahvetmiştir. Ya değilse nerdedir bu ALLAH? Selim fıtratı olan herkes böyle söyler. Cemalü'd-Din el-Ahram'ın kendisiyle bu konuda konuşan Melik Kamil'e dediğini der. Ahram demiş ki: "Bu adamlar senin ilahını mahvettiler, git kendine ibadet edeceğin bir ilah bul!"
Müslümanların sözbirliğiyle bildikleri üzere ALLAH (c.c), hakikaten diri, hakikaten bilici, hakikaten kadir, hakikaten işitici, hakikaten görücüdür. Bütün isim ve sıfatlarında böyledir. Bunu ancak batini filozoflar inkar ederler ve derler ki;
"O'na bu isimleri veririz. Ancak "hakikaten" böyledir demeyiz." Böyle söylemekten amaçları bu isimleri reddedebilmektir. Çünkü "ne hakikaten diri, ne hakikaten ölü, ne bilen ne cahil, ne kadir ne aciz, ne işiten ne sağır" derler.
Şöyle ki. "bu isimler mecazdır" dedikleri zaman onları reddetme imkanları doğuyor. Çünkü mecazın özelliği reddedilebilmesidir. Dolayısıyla kim bir lafzın hakikat olduğunu inkar ederse mutlak şekilde reddedilebileceğini söylemiş olur. Bu bakımdan ALLAH'ın (c.c.) hakikaten Arş'a istiva ettiğini inkar eden "Rahman Arş'a istiva etmiş değildir", demiş olur. Nitekim yiğit kimseye "aslan", aptal kişiye "eşek" demek, hakikat değildir diyen kimseye, bunları red;detmesi imkanı doğar. Dolayısıyla, o aslan değildir, eşek değildir, fakat adem (insan)dir diyebilir.
Bu adamlar birbirlerine, ALLAH Arş'a istiva etmiş diyorlar. Kardeşleri de ALLAH işitici değildir, görücü, konuşucu değildir diyorlar. Çünkü onlara göre bu sözcükler mecazdır.
Dolayısıyla peygamberin ALLAH Sübhanehu'dan haber verdikleri şeylere ilişerek onları tıpkı müşriklerin yalanladığı gibi, reddediyorlar. Ancak bunlar lafızları mutlak şekilde reddetmiyorlar, o kadar.
İbn Abdi'1-Berr, Baci ve bu ikisinin bulunduğu tabakadan önce gelen Maliki imamlarından Talemenki "Kitabü'1-Vü-sul ila Marifeti'1-Usul" kitabında elemiştir ki:
Ehl-i Sünnet'ten olan müslümanlar:
"Nerede olsanız O sizinle beraberdir." (Hadid: 57/4) ayeti ile benzeri ayetlerde amacın ALLAH'ın (c.c.) ilmi olduğunda, ALLAH'ın (c.c.) zatıyla göklerin üstünde bulunduğunda ve dilediğince Arş'ı üzere istiva buyurduğunda icma etmiştir. Yine demiştir ki: Ehl-i Sünnet şöyle söyler:

"Rahman Arş üzere istiva etti." (Ta-Ha: 20/5)
ALLAH'ın (c.c.) Arş'ı alasına istivası hakikidir, mecazi değildir. İbn Abdi'1-Berr ise sahasında en değerli kitap olan Muvatta şerhi Temhid'de nüzul (ALLAH'ın inişi) hadisinden bahisle şunları söylemiştir:
"Bu hadis sabittir, hadisçiler sıhhatinde ihtilaf etmemiştir. Bu hadis ALLAH'ın yedi göğün üstündeki Arş'ın üzerindeki gökte olduğuna işaret eder. Nitekim cemaat (Ehl-i Sünnet ve'I-Cemaat) de böyle söylemiştir ve bu hadis onları Mutezile'yi, "ALLAH her yerdedir, Arş üzerinde değil" şeklindeki sözlerinden dolayı reddeden delillerinden bir tanesidir.

Yine der ki: Ehl-i hakkın söylediklerinin doğru olduğunun delilleri şu ayetlerdir:
"Rahman Arş üzere istiva etti. (Ta-Ha: 5)
"
Güzel söz O'na çıkar, iyi amel O'na yükselir (veya iyi ameli de ALLAH'a yükselten O'dur) (Fatır; 10)
"
Melekler ve ruh O'na süresi ellibin yıl olan bir günde yükselir. (Mearic: 4)
"
Ey İsa! Ben seni vefat ettireceğim ve kendime yükselteceğim. (Al-i İmran: 55)

İbn Abdil-Berr başka ayetler de zikretmiş, nihayet şöyle söylemiştir: Bu, daha fazla şeyler anlatmaya ihtiyaç göstermeyecek kadar hem avvamca, hem havasça bilinen meşhur bir şeydir. Çünkü bedihi ve zaruri bir bilgidir. Kimse onları bu konuda tereddüde sevketmez ve hiçbir müslüman bu konuda onlara muhalefet edemez.

8. Bölüm
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
İbn Teymiyye, hapishane mektupları 2

Bu, Muhammed b.Tahir'in el-Cüveyni Ebu Cafer el-Hemedani 'den naklettiği şu olaya benziyor. Hemedani bir kelamcınm meclisinde bulunmuş:
"Kelama 'ALLAH vardır, Arş falan yoktur' demiş. Hemedani, üstad demiş, bırak şimdi Arş'ı da bize kalplerimizde duyduğumuz zaruri bilgilerden bahset. Hiçbir arif "ALLAH! dememiştir ki, kalbinde "ALLAH'ın yüce ve yüksek olduğunu zaruri olarak duymuş" olmasın, bu bakımdan yücelere dönmüş, sağa sola bakmamıştır. Bunun üzerine kelama elini başına vurmuş ve "Hemedani beni hayran etti. Hemedani beni hayran etti" demiş. Yani Şeyh Hemedani fıtratların, mabudunun ve dua ettiği varlığın üstte olduğunu ikrar etmesinin zaruri, akli ve fıtri bir şey olduğunu, bunu semiyyat (vahiy) yoluyla öğrenmediğini söylemek istemişti. Halbuki gökleri ve yeri altı günde yaratmasından sonra Arş'a istiva etmesi böyle değildir. Semiyyat (vahiy) yoluyla edinilen bir bilgidir.
Bu sebeple (mesela) haftanın günleri ancak peygamberden alman haberleri tanıyanlar tarafından bilinir. Bunu bilmeyen muşrik Türkler gibi milletlerin dilinde ise haftanın günleri yoktur. Bu durum, bütün din sahiplerini haftanın bir gününün toplanma günleri olması hikmetinden doğmaktadır. Nitekim Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Bugün (yani cuma) bizimdir, yarın yahudilerin, ertesi gün ise hristiyanlarındir."
Sonra îbn Abdi'1-Berr, bu konuda uzun uzun söz etmiş nihayet demiştir ki:
"Üç kişi gizli konuşsa mutlaka dördüncüleri O'dur. Beş kişi gizli konuşsa mutlaka altıncıları O'dur." (Mucadele: 7) ayetini kendilerine delil saymalarına gelince, bu ayette onlar lehine bir delil yoktur. Çünkü sahabenin ve tabilerin alimleri bu ayetin tevilinde "O Arş üzerindedir, ilmi ise her yerde" demişlerdir." Bu konuda sözü hesaba katılır hiçbir kimse onlara muhalefet etmemiştir.
Ebu Ömer der ki: "Kur'an ve Sünnet'te geçen bütün sıfatlar ikrar edilmesi, onlara inanılması mecazen değil, hakikaten taşıdıkları anlamların kendilerine yüklenmesi konusunda, Ehl-i Sünnet icma etmişlerdir. Ancak onlar bu sıfatların keyfiyetlerine hiç girmezler. ALLAH'ın (c.c.) hiçbir sıfatını sınırlamazlar. Bunları ancak Cehmi, Mutezili, Harici, bidat ehli inkar eder, hiç birini hakiki anlamına almaz ve bunları ikrar edenlerin müşebbih (teşbihçi) olduğunu iddia ederler. Halbuki onlar, ikrar edenlere göre mabudu hiç yapmış (reddetmiş) oluyorlar. Hak olan ise ALLAH'ın (c.c.) Kitab'ında ve Peygamber'in (s.a.v.) Sünnet'inde yer alan ifadelerdir. Bunları ikrar edenler Ehl-i Sünnet ve'I-Cemaat'in imamlarıdır."
Yine der ki: "Ehl-i Sünnet'in fıkıh ve hadis-imamlarının bu ve benzeri konularda tutkuları yok, Rasulullah'tan (s.a.v.) gelen her şeye iman, onları tasdik ve hiç birinde sınırlanmaya ve keyfiyyete gitmemektir."
Siczi, İbane'de şunları söyler: "Sevri, Malik, İbn Uyeyne, Hammad b. Seleme, Hammad b. Zeyd İbni'l Mubârak, el-Fuzayl, Ahmed ve İshak gibi imamlarımız ALLAH Subhanehu'nun zatıyla Arş üstünde ilmiyle her mekanda olduğunda, Kıyamet günü gözlerle Arş üstünde görüleceğinde, dünya semasına indiğinde, gazap ettiğinde, razı olduğunda dilediğini söylediğinde ittifak halindedirler. Kim herhangi bir konuda bunlardan aynlırsa, o onlardan beridir, onlar da ondan beridirler."
Şeyh Abdu'I-Kadir Geylani, Gunye'de şöyle söyler:
"Ayet ve delaletlerle -ihtizar üzere- yaratıcı bilgisi, O 'nun bir tek, eşsiz (vahid, ehad, samed) olduğunun bilinmesi ve öylece inanılmasıdır. Daha ilerlerde der ki: O yüceliği cihetiyle Arş'a istiva etmiş, mülkünü sarmış, ilmiyle her şeyi kuşatmıştır. Yine, O'nu "her yerdedir" şeklinde nitelemek caiz değildir, 'göktedir, Arş üzerindedir' denebilir, der. Sonra şöyle söyler: İstivasından tevilsiz bahsetmek, istivasının zatıyla Arş'ı üzerinde olduğunu söylemek yaraşır. Şunu da söyler: Arş üzerinde oluşu peygamberlere indirilen kitaplarda hep keyfiyyetî bildirmeden zikredilir."


Ebu'l-Hasen el-Kecci eş-Şafii, Sünnet konusudaki meşhur kasidesinde şöyle söyler:
Onların akidesi şudur ki o ilah zatıyla
Arşı üzeredir bilir bütün gaybı da.
"et-Tefsirul-Kebir" sahibi Kurtubi de, "Sonra Arş üzere istiva etti, O Rahman." (Furkan: 59) ayetinin tefsirinde, "bu mesele istiva meselesidir ve bu konuda alimler söz etmişlerdir" diyerek kelamcıların görüşlerini zikrettikten sonra der ki:
İlk selef, (ALLAH'tan) cihet-i nefyi kabul etmiyorlar cihetten munezzehtir demiyorlardı. Aksine hem onlar, hem de diğerleri ALLAH için cihet ispat edileceğini söylüyorlardı. Nitekim Kitabullah'da da bu açıklanmış, rasullerden hiç kimse O'nun Arş'ı üzere hakikaten istiva ettiğini inkar etmemiştir. Sadece istivanın keyfiyetine girmemişlerdir. Çünkü onun hakikati bilinmezdir. Bu konuda, ondört görüş zikrettikten sonra şunları söyler:
"Bu görüşlerin en belirgini -ki o ayetleri haber (hadis vs) leri seçkin fazıl alimlerin belirtip desteklediği görüştür -ALLAH'ın Kitabında ve Rasulu'nün dilinden keyfiyetini meçhul tutarak belirttiği üzere "O'nun, Arş'ı üzerinde ve bütün yarattıklarından ayrı olduğudur. Güvenilir (sika) ravilerin naklettiği üzere Selef-i Salih in mezhebi budur."
Şam'da toplandık. Getirilenler meyanındaEbu'l Hasan el-Eşari'nin "Makalat" ve "İbane" gibi kitaplarıyla, onun ashabından Kadı Ebu Bekr, İbn Furek, Beyhaki ve diğer imamların kitapları da vardı. "İbane" kitabı da hazır bulunuyordu. İbn Asakir'in 'Tebyinü Kizbi'l-Müfteri fima Müsibe ile'I Eş'ari" adlı kitapta söyledikleri de sunuldu. Bu kitabı Ebu Zekeriyya en-Nevevi kendi hattıyla nakletmişti.
Orada der ki: Birisi Mutezile'nin, Kadeyyie'nin, Cehmiyye'nin, Haruriyye'nin, Rafıza'nın, Murcie'nin görüşlerini inkar ettiniz, peki sizin sahip olduğunuz görüş nedir? Bize bildiriniz derse, ona denilir ki:
Bizim görüşümüz, ALLAH'ın Kitabı'na, Rasulullah'ın (s.a.v) Sünnetine, sahabeden, tabiinden ve hadisçilerden nakledilenlere sarılmaktır. Biz bundan vazgeçemeyiz, buna sarılırız. Ahmed b. Hanbel'in - ALLAH yüzünü ağartsın, derecesini yükseltsin, ecrini bol eylesîn- söylediklerini söyleriz, onun söylediklerine muhalefet edenlerden kaçınırız. Çünkü o faziletli imamdır, ALLAH hakkı, sapıklığın zuhur ettiği zamanda onun vasıtasıyla ortaya koymuş, apaçık yolu göstermiş, bidatçilerin bidatini sapıkların sapıkîğını, şüphecilerin şüphesini gidermiştir.
"Makalat"i Eş'ari'nin Ehl-i Sünnetten naklederek zikrettiği itikadı da belirtti, Kur'an, Ruyetullah ve sıfatlar gibi usul (temel itikad) konularında delilleri açıkladı ve sonra dedi ki:


İSTİVA

Birisi istiva hakkında ne dersiniz derse ona şöyle denilir:
ALLAH Arş'ina istiva etmiştir. Nitekim şöyle buyurur: "Rahman Arş'a istiva etti. (Ta-Ha: 20/5)
"Güzel söz O'na çıkar, iyi amel ona yükselir (veya iyi ameli de ALLAH'a yükselten odur.)"(Fatır: 35/10)
"Hayır ALLAH onu (İsa'yı) kendisine yükseltti. (Nisa: 4/158)
"Firavun demişti ki: "Ey Haman, bana yüksek bir kule yap, belki o yollara ulaşabilirim. Göklerin yollarına (erişeyim de) Musa'nın ilahına çıkıp bakayım. Çünkü ben onu yalancı sanıyorum. (Mu'min: 40/36-37)
Firavun, Musa'yı (a.s.), "ALLAH gökler üstündedir" sözünden dolayı yalanlamıştı. Yine buyurur ki:
"Gökte olanın sizi yere batırmayacağından emin misiniz?" (Mülk: 67/16)
Göklerin üstünde Arş vardır. ALLAH (c.c.) burada, göklerin üzerindeki Arş'ını kastetmektedir. Görmez misin ki ALLAH (c.c), gökleri zikretmiş ve şöyle buyurmuştur:
"Ve ayı bunların (göklerin) içinde bir nur yaptı. (Nuh: 71/16)

Böyle demekle ALLAH (c.c), ay bütün gökleri doldurur, bütün göklerdedir demiş olmadı. Müslümanların dua ettikleri zaman hepsinin ellerini Arş'a doğru kaldırdıklarını hepimiz zaten görüyoruz.
Dedi ki: Mutezile'den, Cehmiyye'den, Haruriyye'den,
"Rahman Arş'a istiva etti. (Ta-Ha: 20/5) ayetinin manası, "Rahman Arş'ı istila etti, ona sahip olarak emrine boyun eğdirdi" demektir. Çünkü "ALLAH her yerdedir" diyenler var ve bunlar ehl-i hakkın dediği gibi demiyor. ALLAH'ın Arş üzerinde olmasını inkar ediyorlar.
Dedi ki: Eğer onların dediği gibi olsaydı, Arş ile en altta yedinci sırada bulunan yer arasında fark olmazdı. Çünkü ALLAH her şeye kadir (sahip ve malik) olduğu gibi, ona da kadirdir, (yani Arş'a malık olduğunu niye zikretsin?)
Sözü bu şekilde devam ettirerek nihayet demiştir ki:
"Size ALLAH'ın diğer her şeye değil de sadece Arş'a istiva ettiğini isbat ve takviye eden bir diğer delil de, rivayet ehlinin Rasulullah'dan (s.a.v.) naklettiği şu hadistir:


"ALLAH her gece semasına iner ve der ki: Var mı bir isteyen, vereyim; var mı istiğfar eden, ona mağfiret edeyim. Tan ağarıncaya kadar böyle devam eder."
(Buharı, Şehadet, 28; Muslim İman; 107, 109)
Sonra da hadisleri zikretmiştir.
ALLAHu Teala buyurur ki:
"ALLAH demişti ki: Ey İsa! Ben seni vefat ettireceğim. Kendime yükselteceğim, seni inkar edenlerden temizleyeceğim. (Al-i İmran: 3/55)
Bu ayet hakkında da şunu söyler; Ummet, ALLAH'ın İsa'yı göğe yükselttiğinde icma etmiştir. Sonra başka delilleri de zikrederek şöyle der: Bütün bunlar işaret eder ki, ne ALLAH yarattıkları içindedir, ne yarattıkları ALLAH'ın içinde. ALLAH Azze ve Celle Arş'i üzerine istiva etmiştir ve O, zalimlerin söylediklerinden de, O'nu nitelerken hakikat üzere nitelemeyenlerden, O'nü anlatırken yegane olmak kaydıyla anlatmayanlardan da beridir, munezzehtir, yücedir, yüksektir. Çünkü onların sözü sonuçta ta'tile (hiçbir sıfatı olmayan ALLAH fikrine), bütün vasıflamalar tevil noktasında nefye (hiçlemeye) varıyor. Böyle yapmakla kendi iddialarınca sözde tenzihi, teşbihten kaçınmayı amaçlıyorlar, fakat biz redde ve ta'tile sürüklenen bir ten'zihten ALLAH'a sığınırız.
Bu konu, çok geniştir. Bütün taifelerden alimlerin bu konudaki sözleri, akli ve nakli deliller, nefy taraftarlarının aksi delilleri ve onlara verilen cevaplar hasredilemez.
Bu konuda ciltler tutacak kadar çok şeyler yazdım. Bütün grupların sözlerini seri ve akli delillerini zikrettim. Razi'nin"Te'sisu't-Takdis' "Nihayetu'l-Ukul" ve başka kitaplarında zikrettiklerinin hepsini aktardım. Nihayet önceki ve sonrakiler içinde en faziletlileri İbn Sina, zamanında en önde gelenleri olan Etnı'l-Berekat gibi Aristo'cu olan Meşşai ve Meşşailer dışındaki filozofların görüşlerine kadar geldim. Delillerini beyan ettim. Doğrusu bu konunun çok karmaşık olduğunun, deliller kendileri açısından zıt düştüğü için bir çok faziletli akıl sahibinin hayrete düştüğünün farkındayım. Sahih lafzi delilleri anlattım. Bunlarla, geçersiz bozuk şüpheleri birbirinden ayırdım. Bu arada Önemli esaslar ve büyük kaideler de geçmiş oldu.
Başından başlayacak olursak -ki bu ilk sırayı alan husus insanların bir çoğunca çok önemlidir- gök cisimlerinin dönmesinden sözettim. Bunu iyi tespit ettim. İbnu'I-Mudani, İbn Hazm, İbnu'l-Cevzi gibi, bu konuda müslümanlarm icma'larmdan bahseden zatların sözleri ile bu konuyla ilgili Kitap ve Sünnet'e dayalı sem'i ve hisabi meseleleri ve anlatması uzun sürecek daha bir çok şeyi açıkladım.
Ayrıca ben kulede hapis bulunurken, birisinin benim "Hameviyye" fetvasına itirazlar yönelttiği söylendi. İtirazlar yazılı haliyle bana gönderildi. Ben de bu konuda birkaç cilt cevap yazdım. Vela havle vela kuvvete illa billahi


9. Bölüm
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
İbn Teymiyye, hapishane mektupları 3

İstiva'nın İstila Manasına Geldiği İddiasının Çürütülmesi :

Onlar, istivanın istila manasına geldiğine, aşağıdaki şiiri delil getirirler:
Buşr, Irak'ı istiva etti.
Kılıçsız ve kan akıtmadan

Buna şu şekilde cevap veririz:

Öncelikle bu şiir insan yapısıdır, bu yüzden onunla delil getirilmez. Sonra da; 'ALLAH'ın (c.c.) istilası, Büşr'ün Irak'ı istilası gibidir' demek bizatihi teşbihin kendisidir. Halbuki ALLAH'ın istilası kendisine layık bir şekilde ve özel olarak gerçekleşmektedir. Büşr'ün istilası da böyledir.

İbn Kayyım şiirinde şöyle diyor:

Kim azamet sahibi ALLAH'ı yaratıklarına benzetirse
O, Muşrik Hristiyanlara nispet edilir.
Ya da kim Rahman'ı O'nun sıfatlarından ta'til ederse

O da, imanı olmayan kafir kimsedir.

Şimdi istivanın hakikatini belirtmeye çalışalım:

Tevilciler istiva kelimesinin istevla manasına geldiğini iddia etmektedirler. Buna delil olarak da, istivanın istevla manasına geldiğim ifade eden bir şiiri getirirler. Şair şöyle diyor:
Büşr, Irak'ı istila etti (istiva).
Kılıçsız ve kan akıtmadan
.

Bu munasebetle bizde tevillerinde delillerin takibinde yanlışlığa düştüklerini, yani isitvanın istevla manasında olmadığını tesbit etmeye çalışalım.

1. Hafız İbn Kayyım, bu şiirin tahrif edildiğini iddia etmektedir. Çünkü şiirdeki ifade "istiva" değil de "istevla" şeklindedir. Ayrıca şairin kim olduğuda belli değildir. Bu şiirin şairi belli de olsa durum aynıdır. Halbuki bu şiir, Arapların şiir divanlarının hiç birinde bulunmamaktadır. Ayrıca bu, Arabca hususunda delil olabilecek şiirlerin hiç birisinden değildir.

2. Şayet bu şiir doğru olsa yani istiva kelimesi kullanılmış ve tahrif edilmemiş olsa bile yine de delil olmaz. Belki tevilcilerin aleyhine bir delil olur. Şöyle ki istiva burada (şiirde) gerçek manasında kullanılmıştır. Çünkü bu şiirin konusu olan "Bişr" Abdulmelik b. Mervan'ın kardeşidir. Kendisi Irak'ın emiri idi. Saltanat tahtında oturmak kral ve kral vekillerinin adetidir. İşte bu, lafzın lügat manasına uygun olarak yapılmış bir tevildir.
Nitekim Cenab-ı Hak:
"Onların sırtlarında istiva edesiniz diye" ve başka bir ayette "...ekin kökünün üzerinde istiva etti" buyuruyor.

3- Eğer şiirde kastedilen, cebren ve saltanat yoluyla istila etmek ise, o zaman Irak'ı istila eden Abdulmelik b. Mervan'dır, onun kardeşi Büşr değildir. Çünkü Büşr hiçbir zaman krallık hususunda kardeşiyle mücadele etmemiş ve kral olmamıştır. Ancak Irak'ta onun vekili ve onun tayin ettiği bir vali idi. Bu sebeple, Irak'ı istila eden Büşr değil de Abdulmelik'tir. Ama hakiki istiva onun aksinedir. Bu Irak'ta yerleşmesi ve Irak'ın saltanat tahtına oturmasıdır.

4- Bir memleketi istila edip de o memlekete giremeyen, oraya yerleşmeyen kendisiyle o memleket arasında uzun bir mesafe bulunan bir hükümdar veya bir kimse için bu zat, falan memleketi istiva etti denilmez. Mesela Ebu Bekir-i Sıddık için 'Ebu Bekir Şam'ı istiva etti.' Ömer için 'Ömer Mısır'ı istiva etti, Irak'ı istiva etti' denilmez. Rasulu Ekram (s.a.v.) Yemeni istila ettiği halde onun için hiç kimse "Yemeni istiva etti" dememiştir. Ondan sonra halifeleri Şam'ı, Mısır'ı ve Irak'ı istila etmişlerdir. Şairler şiirlerinde, istiarelerinde kral ve halifeleri fetihlerle övüp dururlar; bunlara geniş geniş yer verirler. Fakat ister cahiliye dönemindeki, ister İslami dönemdeki, isterse sonradan İslam'a giren şairlerden olsun, hiç birinin herhangi bir kral yada halifenin fethettiği bir memleket için 'falan memleketi istiva etti' dediğini göremezsin. Buna mevcut divanlarında rastlamak mümkün değildir.

5- İstila ile istiva zıt anlamlı iki kelimedir. Onları eşanlamlı kabul etmek vaz yoluyla mümkündür. Arablar, istiva lafzını hiçbir zaman istila manasında kullanmamışlardır. Eğer 'pratik kullanımda böyledir' denilirse, bu da yalandır. Buna onların nazım ve nesirleri delildir. Ayrıca Kur'an ve Sünnette istiva kelimesinin geçtiği yerlere bakıldığında, istila manasına kullanılmadığı görülür. Bu kelimelerin anlamca aynı değerlendirilerek kullanımları sadece bu şiirde söz konusudur. Eğer istivayı mecazi kıyas yoluyla istila manasına alacak olursak, bu sadece bunu yapana has bir kullanım olur ve başkasına genellenemez. Bu yapılamayacağına göre ALLAH'ın Rasulüne ait olan kelamın buna hamledilmesi hiç mümkün değildir.

6- Onlar: "ALLAH mahlukatı yarattıktan sonra ister Arş'a olsun ister başkasına olsun, bütün mahlukatına istiva etmektedir" diyorlar. O zaman istivayı istila (mal edinme, kahretme, galebe çalma) ya tevil etmelerinin hiçbir anlamı yoktur. İstivanın hakiki manası üzerinde bulunduğu "söz bakımından ALLAH'tan daha doğru kim olabilir?" ayetiyle açıklamaktadır.

Hakikat şudur ki: yüce ALLAH, zattyla Arşının üzerindedir; ancak Arşın üzerinde olması keyfiyetsizdir. Cenab-ı Hak, bütün yaratıklardan ayrıdır ve ALLAH (c.c.), yarattığı bütün mekanlarda zatıyla değil ilmiyle hazırdır. Çünkü sınırlı olan mekanlar, O'nun sınırsız zatını kapsayamazlar. Ayrıca O'nun zatı, bütün mekanlardan daha büyüktür.
Cenab-i Hakkın:
"Siz nerede olursanız olun o sizinle beraberdir" ayetindeki beraberlikten maksat ilmi beraberliktir.
"Şubhesiz ALLAH, takva sahipleri ve ihsanda bulunanlarla beraberdir" ayetindeki beraberlikten maksat ise; onlara yardım etmesi, onları desteklemesidir ve onları takviye etmesidir.

Özetle;
gerek Kur'an nasları, gerek Sünnetteki hadisler gerekse selefi salihinin konuşmaları, yüce ALLAH'ın göklerde, Arş üzerinde celal ve kemaline yaraşır şekilde istiva ettiğinde ittifak halindedir.
Yine Kur'an, Sünnet ve selefi salihinin konuşmaları, bu sıfatı inkar etmenin çok açık ve çirkin bir bid'at ve sapıklık olduğunda birleşmişlerdir. Böyle bir sıfatı inkar etmenin İslam diniyle bağdaşmayacağını, İslam'ın zaruri meselelerine ve bir çok nasslarına ters düştüğünü de ittifakla belirtmişlerdir.

Kitap, Sünnet ve selefi salihinin sözlerinde bu sıfatın inkarını gerekli kılacak tek bir delil yoktur. Araştıran böyle bir delile rastlayamaz. Ne ALLAH'ın Kitabında, ne de Peygamberinin Sünnetinde bu sıfatın yokluğuna delalet edebilecek bir tek lafız yoktur ki, Cenab-ı Hakkın bu sıfatla sıfatlanmasının doğru olmadığını açıklasın ve yine hiçbir zaman, ne selefin kelamında, ne de Kur'an ve Sünnetin durduğu noktada duran, meşhur imamların kelamından bir tek kelime yoktur ki, Yüce ALLAH'ın semada olmadığına ve Arş üzerinde istiva etmediğine delalet etsin.
Bu sıfatı ALLAH'a (c.c.) izafe etmenin teşbih ve tecsim (cisimlendirmek) olduğunu söyleyen de olmamıştır. Bu imamların hiç birisinden, bu hususta varit olan nassları, te'vil etmek ve zahirinin hilafıyla tefsir etmek gibi bir durum vaki olmadığı gibi, fasih insanların kelamında da böyle bir şey yoktur.

Kitap, Sahih Sünnet veya sahabi, tabiin, tebei tabiin ya da selef kelamından, sıfatı tevil ettiklerine veya bu ispatı noksanlığa veya ALLAH'ın (c.c.) teşbih veya tecsimine (cisimleştirilmesine) delalet eden bir tek harf delil getirsinler. Yüce ALLAH onların söylediklerinden yüce ve büyüktür. ALLAH'a yemin ederim ki, onlar göklere yükselip, yedi kat yerin dibine inseler de kendilerini destekleyecek bir delil bulamazlar. Ancak bozuk teviller, Cehmiyye ve Mutezile'nin batıl sözleri hariçtir. Ve ben anlayamıyorum, onlar nasıl düşünemiyorlar ki Kur'an ve Sünnet; abdest, taharet, hayız, hela adabı ve haram çeşitlerini açık seçik hükme bağlarken, nasıl olur da onlarda ALLAH'ın (c.c.) semada olmadığına işaret eden bir tek lafız zikredilmez ve onların tevilinin doğruluğuna delalet edecek bir delil bulunmasın.

İşte ben hitabımı İmam Ebu'l-Hasan el-Eş'ari'ye tabi olduklarını iddia edenlere yöneltiyorum; eğer gerçekten ve hakkıyla Eş'ari iseler, İmam Eş'ari El-Mucez, Makalatu'l-İslamiyyin ve selefi salih akidesi üzerine yazılmış son eseri El-İbane’de kesinlikle istiva, vech, yedeyn gibi sıfatları isbat ettiğini bilirler. O, bu eserlerinde Kitap ve Sünnetle gelen sıfatları, keyfiyetsiz ve temsilsiz olarak nassan belirtmekte ve kendisinin İmam Ahmed b. Hanbel akidesi üzerine olduğunu bildirmektedir.
Vakıf olanlara ve okuyanlara İmam Ebu'I-Hasan'ın istiva hakkında İbane adlı kitabında söylediklerini tebliğ ediyorum.
[Ahmed b. Hacer, Tevhid, Tevhid Yayınları: 10/82-86]

Eş'ari'ye Göre İstiva:


AlIah'u Teala Arş üzerine istiva etmiştir.
ALLAH (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Rahman Arş üzerine istiva etti."
İmam bu konudaki delilleri sıraladıktan sonra şöyle dedi:
"Mutezile, Cehmiyye ve Haruriyye'nin görüşlerine katılanlardan bazılarına göre, bu ayetin manası; istila etti, malik oldu, egemen oldu, kesinlikle kendi tasarrufu altına aldı demektir. Bu gruplar, ALLAH'ın (c.c.) Arş üzerine istiva ettiğini inkar ederek, istiva'nın kudret anlamına geldiğini iddia ettiler.
Eğer istiva, onların dediği gibi kudret anlamına gelseydi, Arş ile yedi katlı süfli yer arasında fark olmazdı. Çünkü yüce ALLAH her şeye kadirdir; yer yüzü, gökler ve alemde olan her şey ALLAH'ın kudreti altındadır. Eğer ALLAH (c.c.) Arş'a istila ve kudret anlamında istiva etmiş olsaydı, bu mana ile yeryüzünün üstünde de istivası vardır. Hatta bu anlamda (ALLAH'ı tenzih ediyoruz) pis koku veren nesnelere, kazurata da istivası söz konusu olurdu. Çünkü ALLAH (c.c.) bütün eşya üzerine kadirdir. Bunlar da eşya'dan sayılır. Oysa biz, 'ALLAH pisliklere istiva etmiştir 'diyen bir müslüman görmedik. Binaenaleyh, Arş üzerine istiva ayetinin manasını, bütün eşyada genel olan bir mana olarak almak caiz değildir. İstiva'yı, sadece arş'a mahsus bir mana olarak almak vacibdir."

Bu konuda Zehebi'nin El-İstiva fî'i-Uluvv, İbn Kayyım'ın El-Cüyuşu'1-İslamiyye isimli eserleriyle, El Akaidu's-Selefiy" adlı kitabımdan yararlanılabilir. Bu kitapta istiva konusunda hiçbir kitapta bulunmayan bazı araştırmaları derleyerek karşı görüş taşıyanların akli ve nakli delillerini çürüttüm. Bundan dolayı hamd, sadece ve sadece ALLAH'a (c.c.) mahsustur.

Bu çeşit teviller insanı küfre götürür, bu batıl yıkıcıların elinde şeriati de oyuncak haline getirir, akideyi veya şeriatı yıkmak istemeseler ve öyle bir niyetleri olmasa bile, tevil kapısından girmek suretiyle bu korkunç tehlikeye yol açmış olmaları söz konusudur.

Rasulullah'ın (s.a.v.) asr-ı saadeti öyle geçmiş, sahabeler, tabiinler ve onlara tabi olan büyük imamlardan, İmam Ebu Hanife, İmam-ı Şafii, İmam-ı Malik, İmam-ı Ahmed b. Hanbel ve Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesai, Ebu Davud, Sevri, İbn-i Uyeyne ve diğer muhaddisler, büyük fakihler, muhakkık (şeriata uygun) mutavasavvıflar Cuneyd, Geylani ve Ebu Naim gibi, Halil b. Ahmed ve Sa'leb gibi kuvvetli lugatçiler ve başkaları.
(ALLAH cümlesinden razı olsun.)

ALLAHu Teala’nın, Kur'an'ı Kerim'de kendisinin vasfettiği ve Rasulullah'ın (s.a.v.) sahih hadislerinde sabit olan sıfatlarını, temsil, tekyif (keyfiyet vermek) veya ta'til etmeden, olduğu gibi alarak itikad etmişlerdir. Bütün bunlar aynı itikadı muhafaza etmiş ve bu itikad üzere vefat etmişlerdir.
Bizim son duamız alemlerin Rabbi olan ALLAHu Teala'yadır. ALLAHu Teala'dan bu risalemizi, ALLAH (c.c.) katında bizim için faydalı ve müslüman kardeşlerimizin de faydalanacağı bir hayra vesile kılmasını diliyorum. O, yakındır işiten ve cevap verendir. Salat ve selam efendimiz Muhammed'e (s.a.v.), onun ali ashabına ve tabiileri üzerine olsun...
[Ahmed b. Hacer, Tevhid, Tevhid Yayınları: 10/86-88.]


10. Bölüm
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
ALLAH (c.c.) hiç bir şeye benzemez olduğu için istivasının keyfiyeti bilinmez diyoruz. İmam Malik te böyle demektedir. İstiva mâlum , Arab dilindeki anlamı bellidir , yâni yukarıda ki ayetlerde de gördüğümüz gibi İSTİVA nettir.
İstivaya hüküm anlamı verenler , hüküm ayetlerine ne mana vereceklerdir ?
Aşağıdaki ayetlerdeki İSTİVA geçen kelimelere işlerine gelmediği için İstivanın gerçek manasını saptırmadan vermektedirler.



Şimdi de Kur'an'da HÜKÜM ve İHATA (KUŞATMA) anlamı verilen ayetlerin orjinal yazımlarını bir görelim.

Hüküm:

وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ

Maide 44 Kim ALLAH'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir

إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ أَمَرَ أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ إِيَّاهُ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ

Yusuf 40 Hüküm ancak ALLAH'a aittir: O, size, kendisinden başkasına tapmamanızı emretti. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.

İhata - Kuşatma:

أَوْ كَصَيِّبٍ مِّنَ السَّمَاءِ فِيهِ
ظُلُمَاتٌ وَرَعْدٌ وَبَرْقٌ يَجْعَلُونَ أَصْابِعَهُمْ فِي آذَانِهِم مِّنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَ الْمَوْتِ واللّهُ
مُحِيطٌ بِالْكافِرِينَ

Yahut (onların durumu), gökten boşanan, içinde karanlıklar, gök gürlemesi ve şimşek(ler) bulunan bir yağmur(a tutulmuşun hali) gibidir. Yıldırımlardan ölmek korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Oysa ALLAH, inkârcıları tamamen kuşatmıştır. (Bakara 19)

وَللّهِ مَافِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّشَيْءٍ مُّحِيطاً

Göklerde ve yerde olanların hepsi ALLAH'ındır. ALLAH, her şeyi kuşatıcıdır. (Nisa 126)



İstiva :

ثُمَّ تَذْكُرُوا نِعْمَةَ رَبِّكُمْإِذَا اسْتَوَيْتُمْ عَلَيْهِ وَتَقُولُوا سُبْحانَ
الَّذِي سَخَّرَ لَنَا هَذَا وَمَا كُنَّا لَهُ مُقْرِنِينَ


- Siz onların sırtına binip üzerlerine yerleştiğiniz (isteveytum) zaman, Rabbinizin nimetini anarak şöyle diyesiniz: "Bunları bizim hizmetimize veren ALLAH'ı tenzih ve tesbih ederiz. Yoksa bizim bunlara gücümüz yetmezdi." (Zuhruf suresi 13)

فَإِذَااسْتَوَيْتَ أَنتَ وَمَن مَّعَكَ عَلَى الْفُلْكِ فَقُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي نَجَّانَا
مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ

- Sen, yanındakilerle beraber gemiye yerleştiğinde (isteveyte) : "Bizi zalimler topluluğundan kurtaran ALLAH'a hamdolsun" de. (Mu'minun suresi 28)

İSTİVA AYRI YAZIM VE MANA , İHATA / KUŞATMA (hakimiyeti altına alma) AYRI BİR YAZIM VE MANA , HÜKMETME - HÜKMÜ ALTINA ALMA AYRI YAZIM VE MANADIR.

İstiva yazan ayeti ihata , hüküm diye okumaya ve anlamaya çalışanlar , ihata ve hüküm yazan ayetleri de İSTİVA diye anlayamadıkları sürece tevilleri geçersizdir !

----------------------

إِنَّ رَبَّكُمُاللّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ فِي سِتَّةِ
أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَثِيثاً
وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِأَمْرِهِ أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ
وَالأَمْرُ تَبَارَكَ اللّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ


Şubhesiz Rabbiniz ALLAH, gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra Arş üzerine istiva etti. O, geceyi durmadan onu kovalayan gündüze bürüyüp örter; güneş, ay ve yıldızlar emrine âmâdedir. İyi biliniz ki yaratma ve emir O'nundur. Âlemlerin Rabbi olan ALLAH ne yücedir. (Âraf 54)

Bu ayetlerdeki istivayı nasıl hükmetme veya kuşatma hakimiyeti altına alma diye çeşit çeşit tevil edildiklerini görmüş olduk . Bir üst mesajda örneklerde orjinal yazımlarıyla ispat edildi.

Mavi renkli yazan kısımda KURANDA İSTİVA diye geçerken nasıl olurda bunu مُحِيطٌ veya حُكْمُ diye yazmış gibi anlamaya çalışmak ALLAH'ın ne anlamda buyurduğunu kendisine öğretmektir. Rabbim مُحِيطٌ veya حُكْمُ buyurmak istediği zaman zaten bu sıfatları kullanmış başka ayetlerinde.
Böyle yapanlar Kur'anı muharref hale getirmeye çalıştıklarının farkında değiller. imam Malik gibi istiva malum keyfiyeti meçhul demek sıhhatli olan izahattır.

Not :
İstiva malum derseniz , ALLAHı insan gibi oturup , yükselip karar kılmış olmazsanız .

ALLAH kendi şanına layık bir şekilde keyfiyeti bizce meçhul olarak Arşa istiva etmiştir !
------------------------

ALLAH c.c. zatı her yerdedir diyene (Cehmiye'ye) sorular

Bir Cehmiye'nin:
"ALLAH her yerdedir, bir yerde olurken başka bir yerde olmaması söz konusu değildir", dediğinde, aslında yalan söylediğini anlamak istersen, ona şu soruyu sor:

Hiçbir şey yok iken ALLAH var değil miydi?
Evet, diyecektir. O zaman şunu sor:


ALLAH mahlûkatı yaratırken, onları kendi içinde mi yarattı, yoksa kendi dışında mı?

Bu sorunun cevabı bağlamında üç görüş belirginleşecektir.
Bu görüşlerden biri:

1 - ALLAH mahlûkatı kendi içinde yarattı, demektir. Bu cevabı verecek olsa, küfre sapmış olur.
Çünkü insanların, cinlerin ve şeytanların ALLAH’ın içinde olduklarını iddia etmiş olur. Şayet:


2 - Onları kendi dışında yarattı, sonra kendisi onların içine girdi, dese, bu sefer de küfre sapmış olur.
Çünkü ALLAH’ın, kirli, pis bir mekana girdiğini iddia etmiş olur. Eğer:

3 - ALLAH mahlukatı kendisinin dışında yarattı, ama onların içine girmedi, şeklinde bir cevap verse, diğer bütün yanlış görüşlerinden dönmüş olur. Ehl-i sünnetin görüşü de budur. (Er Reddu ala Cehmiyye ve'z- Zenadika , 14. bab)


11. Bölüm

SON
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Rahman arşa istiva etmiştir keyfiyeti Rabbimize aittir bu konuda soru sormak bidattir. Ancak kalplerinde eğrilik olanlar üstadın yazmış olduğu hallerde bulunurlar.

Bu konuda 4 mezhep imamının görüşüde Rahman'ın her yerde olmadığıdır ancak ne yazık ki insanlar taklit ettikleri mezheplerin imamlarının bile akidelerini doğru almıyorlar..

Rabbim insanlara hidayet versin. amin.

rabbim bizleri de şaşırtmasın. amin..
silinen yazı buraya taşınmıştır
 
DAVA Çevrimdışı

DAVA

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
ALLAH razi olsun cok sade bir anlatim olmus, bu baslik birsürü tarikat ehli olan ve Hep bircok Meselede Iftiraya doymayanlara istiva Konusunda mükemmel bir cevap olmustur.. Tevvik ALLAHtandir..

selametle
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
Selamun aleykum kardeşlerim bu konuyu reelde anlatırken sabrlı olmanızı tavsiye ediyorum zira insanların beyinlere o derece Allah heryerde fikri işlenmiş ki değiştirmek güç oluyor Rabbim insanlara hidayet versin bizleri de vesile kılsın. amin...
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
el-Reddiyetu'l-ale'l Mantıkıyyın ve Cantıkıyyin




Allah c.c.’nın el-‘Uluv (Yükseklik) Sıfatı:

Zatın yüksekliği ve sıfatların yüksekliği olmak üzere iki kısma ayrılır. Sıfatların yüksekliğinin anlamı: Her kemal sıfatının ancak Allah c.c.’ya ait olması ve bunların en yüce ve en kâmil sıfatlar olmasıdır.

Zatın yüksekliğinin anlamına gelince: Muhakkak ki Allah'ı zatıyla bütün mahlûkatından yukarıdadır. Nitekim Kitâb, Sünnet, icma ve fıtrat buna delâlet etmektedir.
Kitap ve Sünnet’in delaletine gelince: Bu iki kaynak bu hususu belirten naslarla doludur. Allah’ın zatıyla mahlûkatının üzerinde olduğunun ispatı zahirdir. Bu ikisinin delaletinin birçok açısı vardır. Bunlardan bazıları şöyledir:
1-Allah (c.c.)’un mahlûkatının üzerinde oluşu tasrih edilmiştir. Zat ile yukarıda oluşu ‘min’ edatı ile tayin edilmiştir. Allah’ın:
﴿يَخَافُونَرَبَّهُمْمِنْفَوْقِهِمْ﴾

‘Üstlerindeki Rablerinden korkarlar’(Nahl, 16/50) ayetindeki gibi.

2- Mutlak yüksekliğin tasrih edilmesiyle yüksekliğin zat, değer ve şeref olarak bütün mertebelerine delalet etmiştir. >Allah’ın:

﴿وَهُوَالْعَلِيُّالْعَظِيمُ. ﴾

‘O yücedir, büyüktür.’(Bakara, 2/255)

Hadiste de kulun secde halinde iken -ki en şerefli azasının en çok yere indiği yerdir bu- şöyle demesi meşru kılınmıştır:

‘En yüksek olan rabbim noksanlardan munezzehtir.’ En yüce olan Rabbini, O’na zilletle, organlarının en düşük hali olan secde halinde iken yükseklik sıfatıyla vasıflamıştır.

Huzeyfe t’dan:

“Nebî r ile birlikte namaz kıldım. Sonra secde etti ve: ‘Yüksek olan rabbim noksanlardan münezzehtir.’” Bunu Müslim (772) rivayet etmiştir.

3- Allah'ı semada olduğunu tasrih etmiştir.

İbn Ebi’l-‘İzz el-Hanefi, Şerhu’t-Tahaviye’de (sy. 383) şöyle der:

“Bu, ehlisünnet müfessirlerine göre iki vecihten biridir: Gerek ‘’ edatı ‘‘alâ’ anlamında olsun, gerekse ‘b’ harfi cerri ile semaya ‘Uluvvu kastedilsin, bu konuda ihtilaf etmemişlerdir. Başka şeye hamledilmesi de caiz değildir.”

﴿أَأَمِنتُمْمَنْفِيالسَّمَاءِ... ﴾

‘Gökte olandan emin mi oldunuz…’(Mülk, 67/16) ayetinde ve Nebî r’in:

( أَلاَتَأمنُونيوأَناأَمينُمَنْفيالسَّماءِ؟ )

‘Bana güvenmiyor musunuz? Hâlbuki ben semadakinin eminiyim.’ Bunu Buhârî ve Muslim rivayet etmişlerdir. Buhârî, (4351) ve Müslim, (1064).
4- Allah'ı arş üzerinde istiva ettiğini tasrih etmiştir:

﴿الرَّحْمنُعَلََىالعَرْشِاسْتَوَى﴾

‘Rahman arş üzerinde istiva etmiştir’(Tâhâ, 20/5) ayetinde ve Nebî r’in kıyamet gününde şefaatinden bahsederken söylediği şu hadisteki gibi:

( فآتىبابالجنةفيفتحلىفآتىربىIهوعلىكرسيهأوسريرهفأخرساجدا. )

‘Cennetin kapısına götürülürüm ve bana kapı açılır. Rabbim I kürsüsü veya divanı üzerinde gelir ve ben secdeye kapanırım.’

Ebû Ahmed el-Assal, el-Ma‘rife adlı eserinde kuvvetli bir isnad ile Enes t’dan rivayet etmiştir. Bkz. Zehebî, el-‘Uluv, (sy. 36).

Ayrıca Ahmed, Musned, (1/281); Darimî, er-Reddu ‘Alâ’l-Merisî, (sy. 371) ve Osmân b. Ebî Şeybe, Kitâbu’l-‘Arş, (sy. 72-73 no: 46). İbn Abbâs t’dan rivayet etmişlerdir. Ravileri güvenilir olup ‘Alî b. Zeyd b. Cud’an dışındakiler Müslim’in ricalidir. ‘Alî b. Zeyd zayıftır. Darimî şöyle demiştir: ‘Bunu bu meşhur raviler Bişr’e rağmen İbn Abbâs t’dan rivayet etmişlerdir.’

Zehebî, el-‘Uluv’da (64) Zâ’ide - Ziyad - Enes t yoluyla rivayet etmiştir. Zâ’ide zayıftır. Bu hadisin şahitleri çoktur: ‘İmrân t’dan merfu olarak: Ebû’ş-Şeyh, el-‘Azâme’de (207): ‘Allah U arş üzerinde idi’ lafzıyla rivayet etmiştir. Ravileri güvenilirdir ve isnadı muttasıldır. Zehebî, el-‘Arş’ta (2/105): ‘Hadis sahihtir’ demiştir. İbn Abbâs t: ‘Allah arşı üzerinde idi…’ demiştir. Bunu Darimî, er-Reddu ‘alâ’l-Merisî, (sy. 445)’te sahih isnad ile rivayet etmiştir. Elbânî de Muhtasaru’l-‘Uluv’da (sy. 95) sahih demiştir.

Neticede bu hadis rivayet yolları ve şahitleri ile sahihtir. Yine el-İstivâ sıfatından bahsederken diğer rivayetler de zikredilecektir.

Arşın mahkulatın en üstünde olduğu sabit olmuştur. Nebî r’in: ‘Muhakkak ki Cennette Allah’ın, yolunda cihad edenler için hazırladığı yüz derece vardır. Her iki derece arası göklerle yer arasındaki mesafe kadardır.

Allah’tan istekte bulunduğunuzda Firdevsi isteyiniz. Zira orası Cennetin ortası ve en yüksek yeridir. Onun üzerinde de rahmanın arşı vardır.’ Buhu Buhârî, (2790, 7423) rivayet etmiştir. Şeyhimiz ‘Abdul‘azîz b. Bâz derslerinden birinde şöyle demiştir: ‘Arşın bir kısmı Cennetin üzerinde, bir kısmı suyun üzerindedir.’

5- Bazı şeylerin Allah'ı yükseldiği tasrih edilmiştir. Şu ayetlerde olduğu gibi:

﴿تَعْرُجُالْمَلاَئِكَةُوَالرُّوحُإِلَيْهِفِييَوْمٍكَانَمِقْدَارُهُخَمْسِينَأَلْفَسَنَةٍ. ﴾

‘Melekler ve Rûh, ona, süresi elli bin yıl olan bir günde yükselirler.’(Me‘âric, 70/4)

﴿إِلَيْهِيَصْعَدُالْكَلِمُالطَّيِّبُ﴾

‘Güzel sözler O’na çıkar.’(Fâtır, 35/10).

Yine mütevatir hadisler olan mirac hadislerinde belirtildiğinde göre Nebî r dünya semasına daha sonra ikinci semaya çıkmıştır. Bu çıkış yedinci kat semanın üstünde olan sidretu’l-munteha’ya varıncaya kadar devam etmiştir. Sonra Rabbiyle konuşmuş ve kendisine elli rekât namaz farz kılınmıştır. Altıncı semada bulunan Mûsâ a’a inmiş, o da ona Rabbine dönüp hafifletme istemesini işaret etmiştir. Sonra Rabbi I’ya çıkmış ve hafifletme istemiştir. Allah'ı da kırk rekât namaza indirmiştir. Sonra Mûsâ a ile Rabbi I arasında gidiş gelişi, beş rekât namaza ininceye kadar devam etmiştir.

Mirac hadisleri için Cami‘u’l-Usûl, Nübüvvet Bölümü; Mecma‘u’z-Zevâ’id, Kitâbu’l-İmân Bölümü, İsrâ Babı.

Bazı şeylerin Allah ’a çıkması hakkında varid olanlardan birisi de Ebû Hurayra hadisinde, ölüm meleğinin kabzettiği mümin ruhun yükselmesi hakkında:

‘O Rabb'ının bulunduğu semaya kadar yükselir’ buyrulmuş olmasıdır. Bu hadisi Ahmed, (2/364) ve İbn Huzeyme, et-Tevhîd, (176) rivayet etmişlerdir. İsnadı sahihtir. Hafız Zehebî, el-Erba‘in’de (24) sahihlemiştir. Berâ t’dan gelen bir şahidini: Ahmed, (4/287, 295); İbn Huzeyme, (175-176) et-Tayalisî, (753) ve Hâkim, el-İmân, (1/37)’de hasen isnad ile rivayet etmişlerdir. Hâkim, Beyhakî ve Munzirî sahih demişlerdir. Bkz. et-Tergîb, (5221). İbn Kayyım, Tehzîbu’s-Sunen’de (4/337): ‘Ebû Nu‘aym ve başkaları sahih demişlerdir’ der. Zehebî, el-‘Uluv’da (117) ‘İsnadı salihtir’ dedi.

6- Kitâb’ın Allah’tan indiği ve onu Cibrîl a’ın Allah’dan Kur’ân ile indirdiği tasrih edilmiştir. İnme, yani nüzul bütün ümmetler tarafından akılla bilinen bir şeydir. Bu yukarıdan aşağıya doğru olur. Allah şöyle buyurmuştur:

﴿وَالَّذِينَيُؤْمِنُونَبِمَاأُنْزِلَإِلَيْكَوَمَاأُنْزِلَمِنْقَبْلِكَ. ﴾

‘Hem sana indirilen (Kitâb)’a, hem de senden önceki (Nebî)’ye indirilen (Kitâb)lara inanırlar.’(Bakara, 2/4)

﴿قُلْنَزَّلَهُرُوحُالْقُدُسِمِنْرَبِّكَبِالْحَقِّلِيُثَبِّتَالَّذِينَآمَنُواوَهُدًىوَبُشْرَىلِلْمُسْلِمِينَ. ﴾

“De ki: ‘Kur’ân’ı Rûhu'l-Kudus (Cebrail), iman edenlerin imanlarını sağlamlaştırmak ve Müslümanlara hidayet ve rahmet olmak üzere Rabbinden hak ile indirmiştir.’”(Nahl, 16/102)

7- Allah’in her gece dünya semaına indiği tasrih edilmiştir. Nitekim Sahihayn’da ve başka eserlerde Nebî r’in şöyle buyurduğu sabit olmuştur:

( يَنْزِلُرَبُّنَاIكُلَّلَيْلَةٍإِلَىالسَّمَاءِالدُّنْيَاحِينَيَبْقَىثُلُثُاللَّيْلِاْلآخِرُيَقُولُمَنْيَدْعُونِيفَأَسْتَجِيبَلَهُمَنْيَسْأَلُنِيفَأُعْطِيَهُمَنْيَسْتَغْفِرُنِيفَأَغْفِرَلَهُحتىيطلعالفجر. )

“Rabbimiz her gece, gecenin son üçte birinde dünya semasına iner ve şöyle buyurur:

‘Bana dua edene icabet ederim, benden isteyene veririm, benden bağışlanmayı dileyeni bağışlarım’ bu, fecir doğana kadar böyle devam eder.”

Bu hadis Nebî r’den mütevatir olarak rivayet edilmiştir.

Bkz. Buhârî, (7494) ve Müslim, (758). Otuz kadar sahâbeden rivayet edilmiştir. Bkz. Darekutnî, Kitâbu’n-Nuzûl; Ãcurrî, eş-Şeri‘a; İbn Huzeyme, et-Tevhîd; Taberânî, ed-Du‘a; Mecma‘u’z-Zevâ’id ve Me‘âricu’l-Kabul, (1/166).

Hafız Zehebî, el-‘Uluv’da (sy. 100): ‘Nüzul hadislerini bir cüzde topladım. Bunlar kesin olarak mütevatirdir’ der.

Bazı rivayetlerindeki lafzında: ‘Sonra yükselir’ şeklinde gelir.

Bu ziyadeyi Ebû ‘Avane, Musned’inde (2/288-289) ve Darekutnî, Kitâbu’n-Nuzûl, (133 no 55) rivayet etmişlerdir. İsnadı sahihtir. Darekutni dedi ki: ‘Bu ziyade Yunûs b. İshâk’ın rivayetinde gelmiştir. Ebû İshâk’tan rivayette bulunan odur. Ziyade hasendir.’ Bu hadis, Darekutnî’nin (12) İbn Mes‘ûd t’dan rivayet ettiği hadisin şahididir. Bu hadisin isnadındaki raviler hasen derecesinden aşağı inmez. Lakin inkıta (kopukluk) vardır. Hafız İbn Hacer bu rivayet için birçok şahitler zikretmiştir. Bunların tamamında az bir zayıflık vardır. Bkz. Fethu’l-Bârî, Tevhid Babı. Hafız İbn Hacer, nüzul hakkındaki tevili zikrettikten sonra: ‘Teslim olmak en selametlisidir’ der. Derim ki: Akıl sahibi biri hiç selametten başkasını ister mi? Her Müslümanın Rasûlüllâh r’in kelamına teslim olması, onun önüne beşerin görüşünü ve kelamcıların sözlerini geçirmemesi gerekir. Aksi halde doğru yoldan sapar.

8- ‘Eyne: Nerede’ lafzı tasrih edilmiştir. İnsanların Rabbini en iyi bileni, ümmetine en güzel nasihatçi olanı ve en açık beyanda bulunanı olan Nebî r, cariyeye doğru mana hakkında sorduğu: ‘Allah nerede?’ sualine:

‘Semadadır’ diye cevap vermesi üzerine onun efendisi Muaviye b. Hakem t’ya: ‘Onu azat et. Zira o müminedir’ buyurmuştur. Bunu Müslim rivayet etmiştir. Müslim/537/

9- Hissi olarak yukarıya işaret varid olmuştur. Nitekim Müslim, Sahîh’inde Câbir t’dan, Nebî r’in arafe günü Müslümanlar topluluğuna hitap ettiği hutbesinin sonunda şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

‘Sizler benim hakkımda sorulacaksınız. Peki, ne diyeceksiniz?’ dediler ki: ‘Şehadet ederiz ki sen tebliğ ettin, görevini eda ettin ve nasihat ettin’ bunun üzerine işaret parmağını semaya kaldırdı ve insanlara nüktede bulunarak: ‘Allah’ım! Şahit ol! Allah’ım! Şahit ol!’ dedi. Bunu üç defa söyledi.”

Müslim, (1218); İbn Ebî’l-‘İzz el-Hanefi, Şerhu’t-Tahaviye’de (sy. 348) şöyle der:

“Nitekim O’nu, O’nun hakkında kabul edilmesi gerekenleri, O’nun için imkânsız olanları bütün insanlardan daha iyi bilen (son Nebî r) O’na böylece işaret etmiştir: Hiçbir kimsenin benzeri bir topluluğun etrafında bulunmadığı, o en büyük topluluğun bir araya geldiği, en büyük günde ve en büyük yerde onlara demişti… Biz adeta o değerli parmağın Yüce Allah’a doğru kaldırılmış olduğunu görüyor; o şerefli dilin parmağını kaldırdığı zata ‘şahid ol Allah’ım’ diye seslendiğini işitiyor gibiyiz.”

10- Allah’ın yedi kat göklerin üstünde olduğu tasrih edilmiştir. Nebî r, Benî Kurayza kabilesi hakkında katillerinin öldürülüp mallarının ve zürriyetlerinin taksim edilmesine hükmettiğinde Sa‘d b. Mu‘âz t’ya şöyle buyurmuştur:

‘Onlar hakkında yedi kat semanın üzerindeki Allah’ın hükmüyle hükmettin.’

İbn Sa‘d, (3/426); Nesâ‘î, Sunenu’l-Kubrâ, (et-Tuhfe, 3881); Zehebî, el-‘Uluv, (62). İsnadı hasendir. Zehebî de sahihlemiştir. İbn Ebi’l-İzz el-Hanefî, Şerhu’t-Tahaviye, (sy. 378). Elbânî, Muhatasaru’l-‘Uluv’da hasen demiştir.

İmam Şafî‘î’nin ashâbının büyüklerinden biri, Yüce Allah’ın zatıyla mahlûkatından yüksek oluşuna dair Allah’ın Kitâbı’ndan binden fazla delil zikretmiştir.

Bu delilleri Hafız Hamd b. Osman b. Ebi Şeybe, Kitabu’l-‘Arş’ta, Muvaffak b. Kudâme, İsbâtu ‘Uluvvillah Te‘ala ‘alâ ‘Arşih Kitâbı’nda, Hâfız Zehebî, el-‘Uluvv’da, Ebû Muhammed el-Cuveynî, İsbâtu’l-İstivâ ve’l-Fevkiyet’de, Hâfız İbn Kayyım, İctima‘u’l-Cuyûşi’l-İslâmiye’de ve başkaları eserlerinde bu delilleri zikretmişlerdir. İbn Ebî’l-‘İzz el-Hanefî Allah’ın zatıyla mahlûkatı üzerinde oluşuna dair delillerin on sekiz türünü zikrettikten sonra şöyle der:
‘İşte bu tür deliller eğer birer birer serdedilmeye kalkışılacak olursa, yaklaşık bin delil kadar olur. Bunu te’vil etmeye kalkışan kimsenin bütün bunlara ayrı ayrı cevap vermesi gerekir. Hepsine cevap vermek bir tarafa, bunların bir bölümüne dahi sağlıklı ve doğru cevap vermek imkânı nereden bulunacak ki?’
Bkz. Mecmu‘u’l-Fetavâ, (5/226).





Allah c.c.’ın zatıyla mahlûkatından yüksekte oluşunu ispat eden bütün bu mütevatir ve apaçık şer‘î delillerin gelmiş olmasına rağmen, Mutezile ve Eş‘ârîlerin çoğu gibi Muattıla bunları kabul etmemişler, Allah c.c.’nın bu sıfatını ispat eden deliller karşısında Yunan Felsefesinden miras aldıkları Kelam ilmine tutunarak aklî şüpheleri nasların önüne geçirmişlerdir.

Eş‘ârîlerin büyük çoğunluğu Allah ’ın yükseklik sıfatını inkâr etmişlerdir. Bazısı: ‘Allah zatıyla heryerdedir’ derken, sonrakilerinden olanların çoğu: ‘Ne âlemin içinde, ne de dışındadır’ derler. Öncekilerinden bazıları da Allah’ın bu sıfatını ve Allah ’ın arşı üzerinde oluşunu ispat etmişlerdir. Bkz. Mecmu‘u’l-Fetavâ, (2/298, 5/272).

Böylece beşerî akılları Allah’ın Kitâbı ve Rasûlü r’in Sünneti üzerine hâkim kılmışlardır. Bu, dosdoğru yoldan açık bir sapmadır. İmam Şafî‘î: ‘Kelama bulaşıp da kurtulan kimse görmedim’ derken ne kadar doğru söylemiş!

Bunu İsmail el-Herevî, Zemmu’l-Kelâm ve Ehlihi, (4/285) rivayet etmiştir. Zehebî, el-‘Uluv, (sy. 166)’da İmam Şafî‘î’nin kelamı yermeye dair sözlerinden naklettikten sonra der ki: ‘İmam Şafî‘î’den kelamı ve kelamcıları yermeye dair gelen rivayetler mütevatirdir. O, usul ve fürû’da eserlere tabi olma hususunda şiddetli idi.’

Sahâbe, tabi‘in ve onlara güzellikle tabi olan ehlisünnet imamları Allah ’ın zatıyla mahlûkatının üstünde olduğu ve arşına istivâ ettiği hususunda icma etmişlerdir. Onların bu konudaki sözleri meşhur ve mütevatirdir. Nitekim Ebû Abdillah el-Kurtubî el-Mâlikî, Allah’ın yukarı cihette olduğuna dair Selefin icmasını nakletmiştir.

Bkz. Tefsîru’l-Kurtubî, (7/219, A‘râf, 7/54. Ayetinin tefsiri) sözleri şu şekildedir:

Selefî Salihîn’in ilk dönemleri ise, Allah’ın bir cihette bulunuşunu nefyetmiyorlar ve bunu nefyettiklerini de ifade etmiyorlardı. Aksine, onlar da genel olarak herkes de Yüce Allah’ın Kitâb’ında bildirdiği, Nebî’lerinin de haber verdiği şekilde O’na cihet isbat ediyorlardı; Selefî Salihînden her hangi bir kimse, Allah’ın arşı üzerinde hakikaten istivâ etmiş olduğunu inkâr etmiyordu.’

Cihet (yön) lafzı Kitâb ve Sünnet’te gelmemiştir. Lakin eğer bununla Allah’ın âlemin yukarısında, mahlûkatından ayrı olduğu ve âleme dâhil olmadığı kastedilirse bu doğrudur. O zaman cihet ile kastedilen olmayan bir iş olur ve âlemin dışı cihet olarak isimlendirilir. En layık olanı ise şer‘î lafzıyla ‘el-‘Uluv’ denilmesidir. Bkz. İbn Teymiyye, et-Tedmuriye, (sy. 153-157); Mecmu‘u’l-Fetavâ, (6/39-40) ve es-Sekkaf, Sıfatullah ‘Azze ve Celle, (sy. 85-87).

Büyük tabi‘in imam el-Evzâ‘î şöyle demiştir:

“Biz ve tabi‘in deriz ki: ‘Muhakkak ki Allah arşı üzerinde olduğunu zikretmiştir. Sünnet’te gelen Allah'in sıfatlarına iman ederiz.’”
Beyhakî, el-Esmâ’ ve’s-Sıfat, (sy. 515). İsnadı hasendir inşallah. Nitekim İbn Teymiye isnadının sahih olduğunu söylemiştir. Mecmu‘u’l-Fetavâ, (5/39).


Seleften hiçbirisi: ‘Allah semada değildir’ demediği gibi: ‘Allah zatıyla her yerdedir’ ve: ‘Her mekân O’na nisbetle eşittir’ de dememiştir.

Fıtrat deliline gelince:

Bütün kullar tabiatleri gereği Allah’a dua etmek ve yakarmak istedikleri zaman ellerini kaldırırlar ve kalplerini yukarıya yönlendirirler. Allah kullarının kalplerini duada yukarıya yönelecek fıtratta yaratmıştır. Bu da Allah’ın zatıyla bütün mahlûkatının üstünde olduğunu göstermektedir.

Bkz. Şerhu’t-Tahaviye, (sy. 390-392); Ebû’l-Hasen el-Eş‘ârî; el-İbâne, (2/107); el-Asbâhanî, el-Hucce, (2/117).

Hâfız Ebû Mansur b. el-Velîd isnadıyla Hâfız Ebû Ca‘fer b. Ebî ‘Alî el-Hemedanî’den rivayet ediyor:

“Ebû’l-Me‘alî el-Cuveynî’nin: ‘Rahman arşa istiva etti’ ayeti sorulduğunda şöyle dediğini işittim: ‘Arş yokken Allah vardı’ dedi ve konuşmasında detaya inmeye başladı. Dedim ki: ‘İşaret ettiğin manayı anladık. Peki, içimizdeki zarurî hissi nasıl bertaraf edebiliriz?’ Şöyle dedi: ‘Bu sözünle ne demek istiyorsun?’ dedim ki: ‘Allah’ı tanıyan herkes Ya Rabbi! dedikçe mutlaka kalbinde zorunlu olarak bir yücelik hissi duyar. Sağa da, sola da dönmez. Biz kendi içimizden böyle bir zorunlu hali nasıl bertaraf edebiliriz? Bize yukarı ve aşağı düşüncesinden kurtuluşu bildir.’ Ağladım ve insanlar da ağlamaya başladılar. Bunun üzerine Ebû’l-Me‘alî eliyle başına vurarak, kürsüden indi. el-Cuveynî inerken şöyle diyordu: ‘Hayret! Hayret! Dehşet! Dehşet!’ Bundan sonra arkadaşlarının şöyle dediklerini işittim: ‘Biz onun: el-Hemedanî beni şaşkına çevirdi dediğini duyduk.’”

Hafız Zehebî bunu el-‘Uluv (sy. 259)’da zikretmiştir. Elbânî de Muhtasaru’l-‘Uluv (sy. 277)de: ‘Bu kıssanın isnadı sahih olup ravileri hafızlardan oluşmaktadır’ demiştir.

Şeyh şunu kastetmişti: Bu Yüce Allah’ın kullarında fıtrî olarak yerleştirdiği bir histir. Onlar bunu bir öğretmenden öğrenmemişlerdir, bunu kalplerinde Yüce Allah’a yöneldiklerinde hissettikleri bir zaruret olarak görmektedirler ve onlar bu zarureti ‘Uluvv’da (yüce oluşta) görmektedirler.

Ey Murat! Deneyin görün! 4-5 yaşlarında bir çocuğa Allah (Azze ve Celle) nerededir dediğinizde size semayı gösterecek mi göstermeyecek mi? Sonra düşün benim mi fıtratım bozuk yoksa onun mu diye?


‘Arş Üzerine İstivâ Sıfatı:

el-İstivâ kelimesi, ‘alâ edatıyla kayıtlı olarak geldiği zaman Arab lügatında bunun anlamı, bir şeyin üzerine yükselmek ve yerleşmek demektir. Allah’ın şu ayetinde olduğu gibi:
﴿وَالَّذِيخَلَقَاْلأَزْوَاجَكُلَّهَاوَجَعَلَلَكُمْمِنْالْفُلْكِوَاْلأَنْعَامِمَاتَرْكَبُونَ. لِتَسْتَوُواعَلَىظُهُورِهِثُمَّتَذْكُرُوانِعْمَةَرَبِّكُمْإِذَااسْتَوَيْتُمْعَلَيْهِوَتَقُولُواسُبْحانَالَّذِيسَخَّرَلَنَاهَذَاوَمَاكُنَّالَهُمُقْرِنِينَ. ﴾

“Bütün çiftleri O yaratmıştır. Ve size bineceğiniz gemiler ve hayvanlar vâretmiştir ki, böylece onların sırtına binip üzerlerine (istivâ edince) yerleşince, Rabbinizin nimetini anarak: ‘Bunu bizim hizmetimize vereni tesbih ve takdis ederiz, yoksa biz bunlara güç yetiremezdik’ diyesiniz.”(Zuhruf, 43/12-13)

Burada el-İstivâ kelimesi sırtlarına çıkmak ve yerleşmek anlamındadır. Yine Nûh a’ın gemisi hakkında da Allah şöyle buyurmuştur:

﴿وَاسْتَوَتْعَلَىالْجُودِيِّ... ﴾

‘Ve gemi Cûdî üzerine (istivâ etmişti) oturmuştu…’(Hûd, 11/44)
Yani Cûdî Dağı üzerine yerleşti. Yine Allah şöyle buyurmuştur:


﴿فَإِذَااسْتَوَيْتَأَنْتَوَمَنْمَعَكَعَلَىالْفُلْكِفَقُلْالْحَمْدُلِلَّهِالَّذِينَجَّانَامِنْالْقَوْمِالظَّالِمِينَ.﴾

‘Sen ve seninle beraber olanlar gemiye (istivâ edince) yerleşince de bizi zâlim kimselerden kurtaran Allah'a hamd olsun de.’(Muminun, 23/28)
‘Falan bir yerin yüzeyine istivâ etti’ denildiği zaman kastedilen; o kimsenin o yüzey üzerine çıkması ve yerleşmesidir.


‘Arş ise lügatte: Kralın tahtı demektir. Nitekim Allah Belkıs hakkında şöyle buyurmuştur:

﴿وَلَهَاعَرْشٌعَظِيمٌ. ﴾

‘Onun, bir de büyük arşı var.’(Neml, 27/23)

Bkz. Lügat imamı Ebû Muhammed İbn Kuteybe’nin (v. 276). Te’vilu Muhtelefi’l-Hadis, (sy. 182). Lügat imamı İsmail b. Hammad el-Cevherî, (v. 393) es-Sıhah, (s-v-y) ve (‘arş) maddeleri. Arab dilinde İmam Ebû’l-‘Abbâs Sa‘leb’den (v. 291) naklen: el-Lalekâ’î, Şerhu İtikâdi Ehli’s-Sunne ve’l-Cema‘a, (668); Hâfız İbn Kayyım, es-Muhtasaru’s-Savâ’iki’l-Mursele, (sy. 360-368); el-Feyyumî, el-Misbahu’l-Munir, (s-v-y maddesi) ve Fethu Rabbi’l-Beriyye, (4/35-45). Ayrıca sonraki iki dipnota da bakınız.

Allah cc’nın ‘arşı üzerine istivâsının anlamı:

1-O’nun üzerine yükselmesidir

Buhârî, Sahîh’inde Tevhîd Kitabı, ‘Arşı su üzerinde idi’ babında muallâk olarak büyük tabî‘în Mucahid b. Cebr’in: ‘el-İstivâ: ‘Arş üzerine yükselmedir’ sözünü rivayet etmiştir. Bunu el-Firyabî mevsul olarak rivayet etmiştir. Elbânî, Muhtasaru’l-‘Uluv, (sy. 101)’de isnadının sahih olduğunu belirtmiştir. Hafız Ebû Ömer et-Talemenkî el-Mâlikî, (doğumu 339) şöyle demiştir:

“Ebû Ubeyde Ma‘mer b. el-Musennâ dedi ki: ‘el-İstevâ: yükseldi demektir. Araplar: ‘Atın üzerine istiva ettim’ derken: ‘onun üzerine çıktım’ anlamında söylerler.”

Bkz. Mecmu‘u’l-Fetavâ, (5/525). Darekutnî, Lugat İmamı Ebû’l-Abbâs Sa‘leb’den (v. 291), Allah’ın: ‘Rahman arş üzerine istiva etti’ ayeti hakkında: ‘Arş üzerine yükseldi demektir’ dediğini rivayet etmiştir. Bkz. el-Lalekâ‘î, Şerhu İtikadi Ehli’s-Sunne, (668).

Lalekâ’î, Şerhu İtikadi Ehli’s-Sunne, (662) adlı eserinde, Selef imamlarından biri olan Bişr b. Ömer’den (v. 207) şöyle dediğini rivayet etmiştir:

“Birçok müfessirlerin şöyle dediklerini işittim: ‘Rahman ‘arş üzerine istiva etti, yani yükseldi.’

İsnadı sahihtir. Buhârî yine aynı yerde muallâk olarak Büyük Tabî‘în Ebû’l-‘Aliye er-Riyahî’den şöyle dediğini rivayet etmiştir:

‘Sonra ‘arş üzerine istivâ etti ayetinde istivâ ile kastedilen yükselmektir.’
İbn Ebî Hatim bunu Tefsîr’inde Yunus suresi ve Ra‘d suresi tefsirinde mevsul olarak hasen bir isnad ile rivayet etmiştir.


2-Yerleşmesidir.

Hafız Ebû Ömer et-Talemenkî el-Malikî der ki:

“Abdullah b. el-Mubarek ve ona tabi olan birçok ilim ehli dediler ki: ‘Arş üzerine istivânın anlamı: Yerleşmektir.’”

Bkz. Mecmu‘u’l-Fetavâ, (5/519).

Lügat İmamı Ebû Muhammed b. Kuteybe, Te’vilu’l-Muhtelefi’l-Hadis, (sy. 182)’de şöyle der:

“Rahman ‘arş üzerine istiva etti; yani yerleşti demektir. Nitekim Allah: ‘Sen ve beraberindekiler istivâ ettiğinde’ buyurmuştur. Burada da istivâ yerleşmek demektir.”

İmam Hafız Ebû Ömer b. Abdilberr el-Mâlikî el-Endulusî (doğumu 368), et-Temhîd adlı eserinde (7/131) nüzul hadisini şerh ederken, Allah’ın ‘arş üzerine istiva ettiğine dair ayetleri zikrettikten sonra şöyle der:

“Burada istiva kelimesi ile mecaz kastedildiğini iddia etmelerine ve istivâ kelimesini istevlâ şeklinde te’vil etmelerine gelince, böyle bir anlamı yoktur. Zira bu, lugatin zahir anlamı değildir. İstilânın lügatte anlamı mugalebedir. Allah’a hiçbir şey galebe çalamaz ve kimse O’ndan yüksek olamaz. O Vahid ve Samed’dir. Kelamın hakkı, hakikati üzere hamledilmesidir. Meğerki ümmet bunun mecaz olduğu üzerinde ittifak etmiş olsun. O halde rabbimizden bize indirilene ancak bu şekilde tabi olmaktan başka yol yoktur. Muhakkak ki Allah kelamını en meşhur ve en açık şekilde indirmiştir. Bu şekilde teslim olmak gerekir. Şayet mecaz iddiası kabul edilecek olsa her iddiaya yollar açılır. İbarelerde mecaz sabit olmamıştır. Allah, Araplara ancak anlayabilecekleri şekilden başkasıyla hitap etmekten yücedir. İşitenlere göre sahih olan anlamı esastır. İstivâ lügat olarak ve mefhum olarak malumdur, bilinmektedir. Bir şeyin üzerine yükselmek ve yerleşmek anlamındadır.”

Hafız Zehebî, el-‘Uluv, (520)’de, Ebû Ahmed el-Kercî el-Kassab’ın (v: 360) hal tercemesinden bahsederken şöyle der:

“Allame Ebû Ahmed el-Kercî, telif ettiği akidesinde, Halife el-Kadir Billah bütün insanları bu akide üzerinde toplamak için mektuplar yazdı. Bu, 5. Yüzyılda, Bağdattaki Şafî‘îlerin şeyhi İmam Ebû Hamid el-İsferayinî’nin son günlerinde olmuştu. Mutezilî, Rafızî ve Haricîlerin çıkarılıp tevbe ettirilmelerini emretmişti. Orada söyledikleri arasında: ‘Rabbimiz I tek olarak vardı, onunla beraber bir şey yoktu, kapladığı bir mekân yoktu, her şeyi kudreti ile yarattı. ‘Arşı da yarattı. Ona ihtiyacı yoktur. Üzerine yerleşerek dilediği gibi yerleşti. Bu yerleşme mahlûkun istirahat etmesi gibi bir istirahat değildir’ ifadeleri de vardı.”

Ebû Abdillah el-Kurtubî el-Mâlikî (v. 671) Tefsîr’inde, (A‘râf, 7/54.) ayetinin tefsirinde şöyle demiştir:

‘İstivâ, Arab dilinde yükselmek ve yerleşmek demektir.’

Bkz. Mecmu‘u’l-Fetavâ, (5/404); en-Nuniye ve Muhammed Halil Herras Şerhi, (2/242-244) ve Şevkânî, Tefsîr, (A‘râf, 7/54.) ayetinin tefsiri.

Allah’ın ‘arşı üzerine istivâsı hakkındaki bu tefsir sahihtir. Mutezile, Cehmiyye ve onlara tabi olanların el-İstivâ’yı İstilâ olarak tefsir etmeleri yanlıştır. Kur’ân’ın kendisiyle nazil olduğu Arab dili bunu kabul etmez. Nitekim lügat âlimi Ebû Abdillah b. el-E‘rabî (doğumu 151) bu şekilde belirtmiştir. Bunu Beyhakî, el-Esmâ ve’s-Sıfat, (879) ve el-Lalekâ’î (666) rivayet etmişler. Elbânî de Muhtasaru’l-‘Uluv’da (sy. 194-196) sahih olduğunu belirtmiştir. Hicri 243 yılında vefat eden Arab dilinde imam olan İbnu’l-A‘rabî de bunu ikrar etmiştir. Bkz. el-‘Uluv (496). İstilâ şeklindeki tefsirden Allah’ı tenzih etmiştir. Bu, Allah'ın ilmi kuşatılamayan sıfatları hakkında aklıyla hükmedenlerin işidir. Bununla Allah'ı tenzih etmeyi amaçlar ve teşbihe düşme korkusuyla te’vil ederler. Böylece kaçtıkları şeyden daha kötüsüne düşmüşlerdir. İbn Abdilber’in bu konuda söylediklerini daha önce nakletmiştik.

Ebû’l-Hasen el-Eş‘ârî, el-İbane’de (sy. 86-87) şöyle demiştir:

“Mu‘tezile, Cehmiyye ve Harurîler (Haricîler) dediler ki: ‘Allah’ın: ‘Rahman arş üzerine istiva etti’ ayetinde kastedilen galebe çalmak, malik olmak ve kahr’dır. Allah her yerdedir.’ Bu sözleriyle, ehli hakkın söylediği: Allah'in ‘arşı üzerinde oluşunu inkâr ettiler. İstivâyı kudret olarak kabul ettiler. Dedikleri gibi olsaydı ‘arş ile yer arasında bir fark olmazdı. Allah yeryüzüne ve âlemde olan her şey üzerinde de kadirdir. Şayet Allah ‘arş üzerinde, istilâ anlamında istivâ etmiş olsaydı, O zaten ‘arş üzerinde, yer üzerinde, gökler üzerinde ve her şey üzerinde istilâ (galebe) etmiştir. Zira hepsi üzerinde kadirdir. Bütün her şey üzerinde kudret sahibi olduğuna göre, Müslümanlardan birinin: ‘Muhakkak ki Allah her şeyin üzerine istivâ etmiştir’ diyerek ‘arş üzerine istivâsının da her şey üzerindeki galebesi gibi olduğunu söylemesi caiz olmaz. Şu şekilde anlamını kabul etmesi gerekir: ‘İstivâ, diğer bütün her şey dışında Arş’a has kılınmıştır.’”

Şeyhulislam İbn Teymiyye, istivânın istilâ şeklinde tefsir edilmesini on açıdan iptal etmiştir. Bkz. Mecmu‘u’l-Fetavâ, (5/144-149) Hafız İbn Kayyım da kırkbir açıdan iptal etmiştir. Bkz. Muhtasaru’s-Savâ’ik, (sy. 352-368). Bkz. İbn ‘İsâ, Şerhu’n-Nuniyye, (1/440-441)

Yükselmesi ve yerleşmesi hakikidir, celaline layık şekildedir.
Bu istivâ, mahlûkların istivâsına benzetilemez.


Şeyhulislâm İbn Teymiyye, Mecmu‘u’l-Fetavâ, (5/199)’da dedi ki:

“Allah ’ın arş üzerine istivâsı hakikidir. Kulun gemi üzerine istivâsı hakikidir. Yaratıcının istivâsı ise mahlûkların istivâsına benzemez. Zira Allah hiçbir şeye muhtaç değildir. Bilakis o her şeyden mustağnidir. Allah ‘arşı taşır ve kudretiyle onu taşıtır. Göklerle yeri kaymaması için tutar. İmamların: ‘Muhakkak ki Allah ‘arşına hakiki olarak istivâ etmiştir’ sözünün, O’nun istivâsının kulun gemiye ve bineklere istivâsı gibi olmasını gerektireceğini zannederse, o kimse, imamların: ‘Muhakkak ki Allah’ın ilmi hakikidir. Görmesi hakikidir, konuşması hakikidir’ sözüyle ilzam edilir. Zira O’nun ilminin, işitmesinin, görmesinin ve kelamının hakiki olması, mahlûkların ilmi, işitmesi, görmesi ve kelamı gibi olmasını gerektirmemektedir.”

Allah’ın ‘arşı, şer‘î naslarda geldiği üzere; direkleri olan ve melekler tarafından taşınan bir tahttır.

Allah şöyle buyurmuştur:

﴿وَالْمَلَكُعَلَىأَرْجَائِهَاوَيَحْمِلُعَرْشَرَبِّكَفَوْقَهُمْيَوْمَئِذٍثَمَانِيَةٌ. ﴾

‘Melekler göğün yanlarındadır ve Rabbının ‘Arş’ını, o gün onlardan sekiz tanesi başlarının üzerinde taşıyacaktır.’(Hakka, 69/17)

Buhârî, (2412, 2472) ve Müslim, (2374) Ebû Sa‘îd el-Hudrî t’dan merfu olarak rivayet ediyorlar:

‘Nebîleri birbirlerinden üstün tutmayın. Muhakkak ki insanlar kıyamet günü bayılırlar. Ben yeryüzünün kendisi için yarılacağı ilk kimseyim. O sırada Mûsâ’nın arşın direklerinden bir direğe tutunmuş olduğunu görürüm.’

Hafız İsmail İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye’nin başlarında (1/20) şöyle der:

“Arş lügatte; krala ait taht demektir. Allah’ın: ﴿وَلَهَاعَرْشٌعَظِيمٌ. ‘Onun, bir de büyük arşı var.’(Neml, 27/23) ayetinde olduğu gibi. Rahmân Y’nın arşı ise direkleri olan ve melekler tarafından taşınan bir tahttır. O âlem üzerinde bir kubbe gibidir ve mahlûkatın tavanıdır.”
Bkz. İbn Teymiyye, Mecmu‘u’l-Fetavâ, (5/151-152).


Kürsi: Rab I’nin ayaklarını koyduğu yerdir.

Nitekim bu husus İbn Abbâs t’dan ve Nebî r’in diğer sahâbelerinden sabit olmuştur.

İbn Kesîr’in Tefsîr’inde nakline göre bunu Vekî‘ rivayet etmiştir. Darimî, er-Reddu ‘alâ’l-Merisî, (sy. 425, 429); Tefsîru İbn Ebî Hatem, (2601); Taberânî, (12404); Hâkim, (2/282); Beyhakî, el-Esmâ’ ve’s-Sıfat, (758) ve Ziyâ el-Makdisî, el-Muhtare, (10/310-311). Sufyân - ‘Ammar ed-Duhenî - Muslim el-Batin - Sa‘îd b. Cubeyr - İbn Abbâs t yoluyla:

‘Kürsi ayakların konulduğu yerdir. ‘Arş’ı ise Allah’tan başkası takdir edemez.’

İsnadı hasendir. Ravileri güvenilir olup ‘Ammar ed-Duhenî dışındakiler Sahîhayn ravileridirler. ed-Duhenî sadece Muslim’in ravilerindendir ve saduktur. Hâkim sahih demiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

Heysemî (6/323): ‘Ricali sahihin ricalidir’ dedi. Elbânî de Muhtasaru’l-‘Uluv’da (sy. 102) isnadının sahih olduğunu belirtmiştir.

İbn Ebî Şeybe, el-‘Arş’ta (60) ve başkaları Ebû Mûsâ t’dan şöyle dediğini rivayet ettiler:

‘Kürsi; ayakların konduğu yerdir.’ Elbânî, Muhtasaru’l-‘Uluv’da (sy. 124) sahih demiştir.

Allah’ın arşı üzerine istivâsı, Kitâb, Sünnet ve Selefin icmasının delalet ettiği fiili sıfatlarındandır.

Kur’ân-ı Kerîm’den delili Allah’ın şu ayetleridir:

﴿إِنَّرَبَّكُمْاللَّهُالَّذِيخَلَقَالسَّمَاوَاتِوَاْلأَرْضَفِيسِتَّةِأَيَّامٍثُمَّاسْتَوَىعَلَىالْعَرْشِ. ﴾

‘Rabbınız, şüphesiz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da ‘Arş üzerinde istivâ edendir.’(A‘râf, 7/54)

﴿الرَّحْمَانُعَلَىالْعَرْشِاسْتَوَى. ﴾

‘Rahmân ‘arş üzerine istivâ etmiş (yerleşmiş)tir.’(Tâhâ, 20/5)





Sünnet’ten Delilleri:

1- İbn Abbâs t’nun Nebî r’in kıyamet gününde şefaat etmesinden bahsettiği rivayette şöyle buyrulmuştur:

( فآتىبابالجنةفيفتحلىفآتىربىIوهوعلىكرسيهأوسريرهفأخرساجدا. )

‘Cennetin kapısına götürülürüm ve bana kapı açılır. Rabbim I kürsüsü veya divanı üzerinde gelir ve ben secdeye kapanırım.’ Tahrici daha önce geçti. Orada şahitleri de zikredilmiştir.

2- Ebû Hureyre t, Nebî r’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

( إناللهIخَلَقَالسَّمَاوَاتِوَالاَْرْضينوَمَابَيْنَهُمَافِىسِتَّةِأَيَّامٍثُمَّاسْتَوَىعَلَىالْعَرْشِ. )

‘Muhakkak ki Allah göklerle yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yarattı ve sonra ‘arş üzerine istiva etti.’

Nesâ‘î, Tefsîr, (2/153-154). Ravileri; hadisleri hasen derecesinden aşağı inmeyecek kimselerdir. Elbânî, Muhtasaru’l-‘Uluv, (sy. 112)’de: ‘İsnadı ceyyiddir’ dedi. Nesâ‘î, Tefsîr’inin muhakkiki de hasen olduğunu belirtmiştir.

- Birçok şahitleri vardır. Bunlardan birisi; Katâde b. Nu‘mân t’nun Nebî r’den şu rivayetidir:

‘Allah I yaratma işini bitirince ‘arşı üzerine istiva etti.’

Bunu el-Hallal, es-Sunne’de rivayet etmiştir. Bkz. Hafız İbn Kayyım, İctima‘u’l-Cuyuşi’l-İslamîyye, (sy. 107-108) ve Zehebî, el-‘Uluv, (sy. 110). Hafız İbn Kayyım: ‘İsnadı Buhârî’nin şartına göre sahihtir’ dedi. Hafız Zehebî de: ‘Ravileri güvenilirdir’ dedi.

- Diğer bir şahidi; Ebû Rezin el-Ukaylî’nin merfu olarak rivayetidir. Bu rivayette şöyle buyrulmuştur:

‘…Sonra ‘arşı yarattı. Sonra da Allah ‘arşın üzerine istivâ etti.’

Bunu Beyhakî, el-Esmâ ve’s-Sıfat’ta (846) ve Zehebî, el-‘Uluv’da (13) rivayet ettiler. Beyhakî’nin ravileri Vekî b. Hades dışında güvenilirdir. Vekî ise Takrîb’de geçtiği üzere makbul bir ravidir. Hafız Zehebî, el-‘Uluv’da (sy. 13) ve el-‘Arş, (sy. 15)’te ‘İsnadı hasendir’ dedi.

- Diğer bir şahidi; Enes t’ın Nebî r’den merfu olarak rivayet ettiği, Cuma günü hakkındaki şu hadistir:

‘Bu gün, Rabbinin ‘arş üzerine istivâ ettiği gündür.’

Bunu İmam Şafî‘î, el-Umm’da (1/208) ve başkaları rivayet yollarıyla rivayet etmişlerdir. Zehebî, el-‘Uluv’da (sy. 44) der ki: ‘Bu rivayet yolları birbirini desteklemektedir.’

- Diğer bir şahidi; İbn Mes‘ûd t, İbn Abbâs t ve sahâbe y’dan bir topluluğun şu sözleridir:

‘Allah I istediğini yarattıktan sonra arş üzerine istiva etmiştir.’
Bunu Taberî, Tefsîr’inde (Bakara, 2/19. Ayetinin tefsirinde) ve İbn Huzeyme, Kitâbu’t-Tevhîd, (2/886-888) rivayet ettiler. Elbânî, Muhtasaru’l-‘Uluv’da (sy. 105) ‘isnadı ceyyiddir’ dedi.


3- Cubeyr b. Mut‘im t’nun rivayet ettiği hadiste, Nebî r’in Rabbi U hakkında şöyle buyurduğu geçmiştir:

( إِنَّاللَّهَفَوْقَعَرْشِهِوَعَرْشُهُفَوْقَسَمَاوَاتِهِ. )

‘Muhakkak ki Allah, ‘arşının üzerindedir. ‘Arşı da göklerin üzerindedir.’
Ebû Dâvud, (4726); İbn Huzeyme, Tevhîd, (147); Beyhakî, el-Esmâ ve’s-Sıfât, (883-884) ve İbn Mende, Tevhîd, (643-644). Ravileri, hadisleri hasen derecesinden aşağı inmeyecek kimselerdir. Cubeyr b. Muhammed ise makbul bir ravidir. Nitekim İbn Mende sahihlemiştir. Zehebî de el-‘Arş’ta (2/28) hasen demiştir. İbn Kayyım, Tehzîbu’s-Sunen’de (7/98) hasen demiştir. Hafız Secezî, er-Reddu ‘alâ men Enkera’l-Harf, (sy. 124-125)’te ve Şeyhulislam İbn Teymiyye, Mecmu‘u’l-Fetavâ’da (16/435) isnadının kuvvetli olduğunu söylemişlerdir.


- İbn Abbâs t’nun rivayetinden şahidini: Ahmed, (1/206-207); Ebû Dâvud, (4723); İbn Huzeyme, Tevhîd, (144) rivayet etmişlerdir. el-Cûrkânî, el-Ebatil ve’l-Menakir ve’s-Sıhahi’l-Meşahir’de (1/79) sahih demiştir. Zehebî el-‘Arş’ta (2/33) ‘isnadı hasendir hatta hasenin de üzerindedir’ dedi ve Şeyhulislam’ın kuvvetli bulmasına meyletti. Bkz. Mecmu‘u’l-Fetavâ, (3/192) ve İbn Kayyım, Tehzîbu’s-Sunen, (7/92-93).

- Diğer bir şahidi Câbir b. Suleym t’nun merfu olarak rivayetidir:
‘Sizden öncekilerden biri iki bürde giydi ve bunlarla böbürlenmeye başladı. Allah ona ‘arşı üzerinden baktı ve öfkelendi. Allah yere emretti ve yer onu yuttu. O hala yerde debelenip durmaktadır. Allah Azze ve Celle’nin düşürmesinden sakının!’


Bunu Taberânî, (6384) ve başkaları rivayet etmişlerdir. Zehebî’nin Kitâbu’l-‘Uluv eserinin muhakkiki (2/396) rivayet yollarının toplamı ile hadisin hasen olduğunu söylemiştir.

- Üçüncü bir şahidini ‘Amir eş-Şa‘bî rivayet etmiştir:

“Müminlerin annesi Zeyneb bt. Cahş g, Nebî r’e: ‘Rahman beni sana ‘arşı üzerinden nikâhladı’ demiştir.”

Bunu Hâkim hasen bir isnad ile mürsel olarak rivayet etti.

- Dördüncü bir şahidi, ‘Â’işe g’nın Osman t hakkında söylediği şu sözlerdir:

‘Allah ‘arşı üzerinden bilmektedir ki ben onun öldürülmesini istemedim.’
Bunu Darimî, er-Reddu ‘alâ’l-Cehmiyye, (sy. 275)’te sahih isnad ile rivayet etmiştir. Elbânî de Muhtasaru’l-‘Uluv’da (sy. 104) sahih demiştir.


- Beşinci şahidi İbn Mes‘ûd t’nun şu sözüdür:

‘Allah I arşı üzerinde, sizin üzerinde olduğunuz şeyi bilmektedir.’

Bunu Darimî adı geçen yerde, İbn Huzeyme, (1/242); Zehebî, el-‘Uluv’da (67) hasen bir isnad ile rivayet etmişlerdir. Zehebî isnadının sahih olduğunu söylemiştir. Elbânî de Muhtasaru’l-‘Uluv’da ‘isnadı ceyyiddir’ dedi.

Bilcümle hadis şahidleriyle sahihtir.

Hicri 297 yılında vefat etmiş olan Hafız Osman b. Ebî Şeybe şöyle demiştir:

‘Allah I’nın arşı yarattıktan sonra zatıyla onun üzerine istivâ ettiğine dair haberler mütevatirdir.’ Bkz. el-‘Arş adlı eseri (sy. 51)

Nitekim bu ümmetin, Nebî r’in sahâbelerinden ve sonrakilerden olan Selefi, Allah'ın ‘arşı üzerinde ve ‘arşa istivâ etmiş olduğu hususunda icma etmişlerdir. Seleften hiçbirisi: ‘Muhakkak ki Allah‘arş üzerinde değildir’ dememiştir. Bütün Ehl-i Sünnet, öncekilerden ve sonrakilerden bütün ilim ehli Selefin böylece icma ettiklerini nakletmişlerdir.

el-‘Uluv sıfatının bahsinde tabî‘în imamlarından el-Evzâ‘î’nin sahâbe ve karşılaştığı bütün tabilerin Allah'ın ‘arşı üzerinde olduğuna dair icma ettiklerini naklettiğini zikretmiştik.

İmam İbn Kuteybe b. Sa‘îd (doğumu 150) İslam, sünnet ve cemaat imamlarının Allah’ın yedinci semada ‘arşının üzerinde olduğuna dair icmalarını nakletmiştir. Bkz. Zehebî, el-‘Uluv (sy. 174).

Muhaddisler İmamı Hafız ‘Alî b. el-Medinî (v. 234) cemaat ehlinin Allah’ın gökler üzerinde ‘arşı üstüne istiva etmiş olduğunda icma ettiklerini nakletmiştir. Bkz. el-‘Uluv (s. 178).

Hafız İshâk b. Rahuye (doğumu 166) ilim ehlinin Allah’ın ‘arş üzerinde istivâ ettiği hususunda icma ettiklerini nakletmiştir. Bkz. el-‘Uluv, (sy. 174).

Ebû’l-Hasen el-Eş‘ârî (v. 330) Makâlâtu’l-İslamîyyin (1/285)’te der ki:
“Ehlisünnet ve hadis ashabı derler ki: ‘Muhakkak ki Allah‘arş üzerindedir.’ Nitekim Allah: ‘Rahman arş üzerine istiva etmiştir’ buyuruyor. Sözde Allah’ın önüne geçemeyiz. Bilakis istivâyı keyfiyet belirlemeden söyleriz.”


Aynı eserde bkz. (1/345) sonra Ebû’l-Hasen el-Eş‘ârî ehlisünnetin akidesini özetle belirtir ve şöyle der:

‘Bütün bu zikrettiklerimiz bizim de kabul ettiğimiz görüşlerdir.’
Aynı şekilde Hafız Zekeriya es-Sâcî de (v. 307) karşılaştığı bütün hadis ehlinin Allah’ın ‘arş ve sema üzerinde olup yarattıklarına dilediği şekilde yaklaştığı hususunda icma ettiklerini söylemiştir. Bkz. Zehebî, el-‘Uluv (482).


Hafız Ebû İsmail es-Sabunî (doğumu 372) Kitâbu’s-Sunne adlı eserinde (1/109-110) hadis ehlinin Allah’ın yedi gök üzerinde, ‘arşı üzerinde olduğuna şehadet ettiklerini zikretmiştir.

Hafız İbn Abdilberr (doğumu 368) sahâbe ve tabî‘în âlimlerinin Allah’ın ‘arşı üzerinde olduğu, ilminin ise heryerde olduğu hususunda icma ettiklerini nakletmiş ve ‘Bu hususta onlara muhalefet eden hiç kimse hüccet getirememiştir’ demiştir. Bkz. et-Temhîd, (7/137-138) Zehebî, el-‘Uluv, (sy. 249).

Hafız Ebû Ömer et-Talemenkî (v. 429) şöyle demiştir:

‘Ehli Sünnetten olan Müslümanlar; Allah’ın zatıyla gökler üzerinde arşı üstüne dilediği gibi istiva etmiş olduğuna ve Allah'ın ‘arşı üzerinde istivâsının mecaz olmayıp hakiki olduğunda icma etmişlerdir.’
Bkz. el-‘Uluv (526); Mecmu‘u’l-Fetavâ, (5/189).


Ebû Abdullah el-Kurtubî (v. 671) Tefsîr’inde (7/219) şöyle demiştir:
‘Selefi salihten hiçbiri Allah’ın ‘arşı üzerinde hakiki olarak istivâ ettiğine karşı çıkmamıştır.’


Hafız Zehebî, el-‘Uluv adlı eserinin sonlarında (sy. 268) şöyle der:
‘Allah arşı üzerindedir. Nitekim ilk asır ehli bu konuda icma etmişler, imamlar da bunu onlardan nakletmişlerdir.’


Bkz. Mecmu‘u’l-Fetavâ, (3/260).

Yine aynı şekilde Ehli Sünnet’in, Allah'ın ‘arşı üzerinde istivâsının zatıyla ve hakiki olduğu hususunda icma ettiklerini nakletmiştir. Bkz. Mecmu‘u’l-Fetavâ, (5/189-193).

Tebeu’t-Tabî‘în’den olan, hicret diyarının imamı İmam Mâlik’ten sabit olmuştur ki birisi kendisine:

“‘Ey Eba Abdillah! ‘Rahman ‘arş üzerine istivâ etmiştir’(Tâhâ, 20/5) buyruluyor. İstivâ nedir?’ diye sormuş, bunun üzerine İmam Mâlik başını eğip sustu ve kendisinden ter çıkmaya başladı. Sonra şöyle dedi:

‘İstivâ meçhul değildir (bilinmektedir.) Keyfiyeti makul değildir (akıl ile bilinemez). Ona iman etmek vaciptir. Onun hakkında sormak ise bidattir. Seni de ancak bir bidatçi olarak görüyorum.’ Sonra o adamın çıkarılmasını emretti.”

Darimî, er-Reddu ‘alâ’l-Cehmîyye, (sy. 280); es-Sabunî, (1/110-111); Beyhakî, el-Esmâ’ ve’s-Sıfât, (867); İbn Abdilberr, et-Temhîd, (7/151) ve başkaları İmam Mâlik’e ulaşan yollarla rivayet etmişlerdir. Bu rivayet yolları sahihtir. Hafız Zehebî, el-‘Uluv’da (2/954) bunun sabit olduğunu belirtmiştir. Beyhakî (866) benzerini daha kısa rivayet etmiştir. Zehebî bunun da isnadının sahih olduğunu söylemiştir: el-‘Uluv, (344) Hafız İbn Hacer de Feth’de (13/407) isnadının ceyyid olduğunu belirtmiştir.

Hafız Zehebî şöyle demiştir:

‘Bu İmam Malik’ten sabittir. Nitekim benzerini daha önce Malik’in şeyhi Rebi‘a’dan da nakletmiştik. Bu, Ehli Sünnet’in üzerinde toplandığı görüştür.’

Bunu el-Lalekâ’î (665); Beyhakî, (868); İbn Kudâme, Sıfâtu’l-‘Uluv, (74) ve Zehebî, el-‘Uluv (322) rivayet etmişlerdir. Zehebî’nin isnadı hasendir. Şeyhulislâm İbn Teymiyye, Mecmu‘u’l-Fetavâ’da (1/365) dedi ki:

‘İmam Mâlik’in verdiği bu cevabın aynısı, Mâlik’in şeyhi Rebi‘a’dan da sabit olmuştur.’

Mecmu‘u’l-Fetavâ kenarında basılan el-Hameviye’de ise (5/40) şöyle demiştir:

‘el-Hallal tamamı güvenilir imamlardan oluşan bir isnad ile Sufyân’dan rivayet ediyor: Rebi‘a’ya soruldu…’

Böylece rivayeti zikretmiştir. Zehebî, el-‘Uluv’da ve Elbânî, Muhtasar’ında (sy. 132) isnadının sahih olduğunu belirtmişlerdir. Bkz. el-‘Uluv, (sy. 954).

‘İstiva meçhul değildir’ sözünün anlamı: Lügatte manası meçhul değildir demektir. Zira bunun manası; yükselmek ve yerleşmektir.

Ebû ‘Abdullah el-Kurtubî, Tefsîr’inde, A‘râf suresi 54. Ayetini tefsir ederken (7/219-220) Selefin mezhebi hakkında şöyle demiştir:

“Sadece istivânın keyfiyeti bilinmez demişlerdir. Zira onun hakikati bilinemez. Mâlik (rahimehullah) şöyle demiştir: ‘İstiva malumdur.’ Yani lügat anlamı bilinmektedir. Keyfiyeti meçhuldür. Onun hakkında soru sormak bidattir. Arap dilinde istivâ yükselmek ve yerleşmek demektir.”
Bkz. Mecmu‘u’l-Fetavâ, (3/167).


Şeyhulislam İbn Teymiye, el-Hameviye’de (Mecmu‘u’l-Fetavâ kenarında 5/41) şöyle demiştir:

“Rebi‘a ve Mâlik’in: ‘İstivâ meçhul değildir, keyfiyeti makul değildir, ona iman etmek vaciptir’ sözleri, diğerlerinin: ‘Keyfiyet belirlemeden geldiği gibi kabul edin’ sözlerine uygundur. Zira onlar sadece keyfiyetini bilmeyi nefyetmişler, sıfatın hakikatini nefyetmemişlerdir. Şayet Allah’a layık olan manayı anlamaksızın mücerret lafza iman etselerdi şöyle demezlerdi:

‘İstiva meçhul değildir, keyfiyeti makul değildir’ ve: ‘Keyfiyet belirlemeksizin geldiği gibi kabul edin’ demezlerdi. Zira istivâ o takdirde malum olmaz, bilakis harflerden ibaret bir meçhul olurdu. Yine lafzın manası anlaşılmasaydı keyfiyetin ilmini nefyetmeye ihtiyaç olmaz.

Keyfiyetin ilmini nefyetmeye ancak sıfat sabit olduğu zaman ihtiyaç olur.”
‘Keyfiyeti makul değildir’ sözünün anlamı: Bizler Allah’ın ‘arşı üzerine istivâsının keyfiyetini akıllarımızla idrak edemeyiz demektir. Onu bilmenin vahiyden başka imkânı yoktur. Vahiyde de keyfiyeti zikredilmemiştir. Dolayısıyla bu konuda konuşmamak gerekir.


‘Ona iman etmek vaciptir’ sözünün anlamı: Allah’ın ‘arşı üzerine kendisine layık şekilde istivâ ettiğine iman etmek vaciptir demektir. Zira Allah bunu kendisi hakkında haber vermiştir. Bunu tasdik edip iman etmek gerekir.

‘Onun hakkında soru sormak bidattir’ sözünün anlamı: İstivânın keyfiyeti (nasıl olduğu) hakkında sormak bidattir demektir. Zira bu Nebî ve sahâbeleri zamanında bilinmiyordu.

İmam Mâlik ve şeyhi Rebi‘a’nın bu sözü, Allah’ın kendisi hakkında Kitâb’ında ispat ettiği ve Rasûlü ’in dili üzerinden haber verdiği bütün sıfatlar için genel bir ölçüdür. Muhakkak ki bunların anlamı bizce malumdur fakat keyfiyetleri (nasıl oldukları) bize meçhuldür. Allah bize bu sıfatları bildirmiş fakat keyfiyetlerini bildirmemiştir. Sıfatlar hakkında konuşmak, zat hakkında konuşmanın bir dalıdır. Allah’ın zatını keyfiyet belirlemeden ispat ettiğimiz gibi aynı şekilde sıfatlarını da keyfiyet belirlemeden ispat ederiz.

Muhammed b. ‘Useymin, Fethu Rabbi’l-Beriyye bi Telhisi’l-Hameviye, (4/40-41).







Zâtı İlahî’nin Sema’da Olduğunu Kabul Etmeyenin Tekfiri


۱)عَنْمُعَاوِيَةَبْنِالْحَكَمِالسُّلَمِىِّt؛........فَقَالَلَهَا «أَيْنَاللَّهُ؟» قَالَتْ: فِىالسَّمَاءِ. قَالَ: «مَنْأَنَا؟» قَالَتْ: أَنْتَرَسُولُاللَّهِ. قَالَ: «أَعْتِقْهَافَإِنَّهَامُؤْمِنَةٌ.»
رواهمسلم(٥٣۷)؛وأبوداود (٩٣۰)؛والبخارىفيجزئه (٦٤)؛والنسائى (٣/۱٥)؛وأحمد (٥/٤٤۷)؛والبيهقي (۷/٣٨۷)؛وابنخزيمةفيالتوحيد (۱۲۱)؛وأبوسعيدالدارميفيالردعلىالجهمية (۲۷۱)؛وابنأبىشيبةفيالإيمان (٨٤)؛وابنأبىعاصمفيالسنة (٤٨٩)؛والبيهقيفيالأسماء (٤٢٢)؛وأبوحنيفةفيمسنده (٣).

1) Mu‘âviye b. el-Hakem es-Sulemî t’dan, şöyle dedi:
“………Rasûlullâh r cariyeye hitaben:
‘Allah nerededir?’ diye sordu. Cariye:
‘Semadadır’ dedi. Tekrar:
‘Ben kimim?’ buyurdu. Cariye:
‘Sen Allah’ın Rasûlüsün’ dedi. Bunun üzerine Rasûlullâh r bana:
‘Onu azat et. Çünkü o bir müminedir’ buyurdu.”


Bu hadisi Müslim, (537); Ebû Dâvud, (930); Buhârî, Cüz’ünde (64); Nesâ‘î, (3/15); Ahmed, (5/447); Beyhakî, (7/387); İbn Huzeyme, Tevhîd’de (121); Ebû Sa‘îd ed-Darimî, er-Reddi ‘ale’l-Cehmîyyeti’de (271); İbn Ebî Şeybe, İmân’da (84); İbn Ebî ‘Âsım, Sunen’de (489); Beyhakî, el-Esmâ’’da (422) ve Ebû Hanife, Musned’inde (3) rivayet etmişlerdir.

Ebû Sa‘îd ed-Darimî (rahmetullahi ‘aleyh), er-Reddu ‘alâ’l-Cehmîyye adlı eserinde şöyle diyor:

“Rasûlüllâh r’in bu hadisi şerifinde, Zâtı İlâhî’nin sema da olduğunu bilmeyenin mümin olmadığına delalet vardır. Görüldüğü gibi Allah’in semada olduğunu bilen cariyenin müspet olan bu cevabı Rasûlüllâh tarafından imanının emaresi olarak vasıflanmıştır. Aynı zamanda ‘Allah her yerdedir’ diyerek ehlisünnetten ayrılan dalalet fırkasına da Rasûlüllâh r’in ifadesi ile reddiye vardır. Eğer Allah, zatı ile semada olduğu gibi yeryüzünde de olsa idi muhakkak cariyenin tam olmayan bu cevabını, Rasûlüllâh tashih edecekti.”

Ebû Sa‘îd ed-Darimî, er-Reddi ‘ale’l-Cehmîyyeti’de (271)

٢)عنأمسلمةgفيقولهتعالى: ﴿الرَّحْمنُعَلََىالعَرْشِاسْتَوَى.﴾ [طه؛٥/۰٢]قالت: الإستوىغيرمجحول،والكيفغيرمعقول،الإقراربهإيمان،والجحودبهكفر.
رواهاسماعيلبنعبدالرحمنالصابونىفيعقيدةالسلف (۱٨)


2) Ummu Seleme g’dan, ‘Rahmân arşın üzerine istiva etti’[Tâhâ, 20/5] ayeti kerîmesi hakkında şöyle dediği rivayet olundu:

“‘el-İstivâ’ ma‘lum, (onun hakkında) nasıldır demek ma‘kul değildir. Olduğu gibi kabul etmek imandır. İnkâr etmek ise küfürdür.”

Bu eseri İsmail b. Abdurrahmân es-Sâbunî, Akîdetu’s-Selef’de (18) rivayet etmiştir.

۳)عنيونسبنعبدالأعلىسَمِعْتُالشاَّفِعِييَقُولُ: لِلَّهِUأَسْماَءوَصِفاَتلاَيسعأحداقاَمَتْعَلَيْهِالْحُجَّةُردها. زادفىالمختصر. فإنخالفبعدثبوتالحخةعليهفهوكافر،أماقبلثبوتالحخةعليهفمعذوربالجهل،لأنعلمذالكلايدركبالعقل،ولابالرويةوالفكر،ويثبتهذهالصفاتوينفىعنهاالتشبيهكمانفىعننفسه،﴿لَيْسَكَمِثْلِهِشَيْءٌوَهُوَالسَّمِيعُالبَصِيرُ.﴾ [الشورى؛١١/٤٢]
رواهالهكارىبإسنادوبهذاالتمامذكرهابنقيمفيالجيوشالإسلامية(٥۹)والذهبيفيالعلو (٢٠٢)


3) Yunus İbn Abdul‘âla (rahmetullahi ‘aleyh)’ten, (şöyle dedi):

“İmam Şafî‘î (rahmetullahi ‘aleyh)’i şöyle derken işittim. Diyordu ki:
‘Allah U’nin isimleri ve sıfatları vardır. Allah’in bu isim ve sıfatları kendisine ispat edildikten sonra hiç bir kimse bu isim ve sıfatların reddine gidemez.’ Muhtasar adlı kitabında şöyle bir ziyadelikle rivayet etti:

‘Her kim ki bu isim ve sıfatlar ispat edildikten sonra delile muhalefet ederse o kâfirdir. Hüccet ikame edilmeden önce ise cahillikle mazurdur. Zira isim ve sıfatlar hakkındaki ilim; akılla, görüşle ve düşünmekle tahsil edilmez. Çünkü bu sıfatlar, delil ile ispat ve nefyedilir. Aynen Allah’ın kendi nefsinden teşbihi nefyettiği gibi: ‘Onun misli gibi (yani: O’na benzer) hiç bir şey yoktur. O Semî‘ ve Basîr’dir.’[Şûrâ, 42/11]”
Bu eseri Hakkarî ve başkaları rivayet etmişlerdir. İbn Kayyım, Cuyûşu’l-İslâmîyye’de (59) tam olarak zikretmiş ve Zehebî de el el-‘Uluv’da (202) tahrîc etmiştir.

٤) وبلغنا عن أبي مطيع الحكم بن عبد الله البلخي صاحب الفقه الأكبر قاَلَ: سَأَلْتُ أَباَ حَنِيفَةَ عَمَّنْ يَقُولُ: لاَ أَعْرُفُ رَبِّي فِي السَّماَءِ أَوْ فِي اْلأَرْضِ. فَقاَلَ: قَدْ كَفَرَ، لِأَنَّ اللهَ Iيَقُولُ: ﴿الرَّحْمنُعَلََىالعَرْشِاسْتَوَى.﴾ [طه؛٥/۰٢]وَعَرْشُهُفَوْقَسَمَواَتِهِ. فَقُلْتُ: إِنَّهُيَقُولُ: أَقُولُعَلَىاْلعَرْشِاسْتَوَى،وَلَكِنَّقاَلَلاَأَدْرِيالعَرْشفِيالسَّماَءِأَوْفِياْلأَرْضِ. قاَلَإِذاَأَنْكَرَأَنَّهُفِيالسَّماَءِفَقَدْكَفَرَ.
رواهشسخالإسلامأبوإسماعيلالأنصارىفيالفاروق (١٠۳)؛وذكرهالطحاوىفيالعقيدة (۳٢٢)؛وذكرهالذهبىفيالعلو (١١٨).


4) Fıkhu’l-Ekber isimli meşhur kitabın sahibi Ebû Mutî‘i-l-Hakem İbn Abdullah el-Belhî’den bize şöyle bir haber ulaştı:

“Ebû Hanife (rahmetullahi ‘aleyh)’e ‘Rabbimin semada mı yerde mi olduğunu bilmiyorum’ diyen bir adamın hükmünü sordum. Dedi ki:
‘Şüphesiz o kâfir olmuştur. Çünkü Allah şöyle buyuruyor: ‘Rahmân arşın üzerine istiva etti’[Tâhâ, 20/5] Arşı da yedi kat semanın üstündedir.’

Bende dedim ki:

‘O adam diyor ki; tamam arşın üzerine istiva etmiştir diyorum. Lakin arşın semada mı yerde mi olduğunu bilmiyorum.’ Tekrar Ebû Hanife (rahmetullahi ‘aleyh), cevaben şöyle dedi:

‘Arşın semada olduğunu inkâr etti mi şüphesiz ki o kâfir olmuştur.’”

Bu eseri Şeyhülislâm Ebû İsmail el-Ensârî, el-Farûk’ta (103) rivayet etmiştir. Tahâvî de el-‘Akîde’de (322) zikredip Zehebî de el-‘Uluv’da (118) tahrîc etmiştir.

٥) عن القاضي الإمام تاج الدين عبد الخالق بن علوان قال: سمعت الإمام أبا محمد بن المقدسي مؤلف (المقنع) يَقُولُ: بَلَّغَنِي عَنْ أَبِي حَنِيفَةَ رَحِمَهُ اللهِ أَنَّهُ قاَلَ: مَنْ أَنْكَرَ أَنَّ اللهَ Uفِيالسَّماَءِفَقَدْكَفَرَ.
ذكرهالذهبىفيالعلو (١١۹).


5) Kâdî İmam Tacuddin ‘Abdulhâlik b. ‘Ulvân (rahmetullahi ‘aleyh)’ten, şöyle dedi:

el-Mukni‘ adlı eserin müellifi Ebû Muhammed b. Ahmed el-Makdesî (rahmetullahi ‘aleyh)’i şöyle derken işittim. Diyordu ki: Ebû Hanife (rahmetullahi ‘aleyh)’ten, bize şöyle dediği haberi ulaştı:

‘Her kim ki Allah’in semada olduğunu inkâr ederse muhakkak ki o kişi kâfir olmuştur.’”

Bu eseri Zehebî, el-‘Uluv’da (119) zikretmiştir.

٦) سمعتالحاكمأباعبداللهفيكتابه (التاريخ) الذيجمعهلأهلنيسابور،وفيكتابه (معرفةالحديث) يقول: سمعتأباجعفرمحمدبنصالحبنهانيءيقول: سمعتأبابكرمحمدبنإسحاقبنخزيمةيقول: منلميقلبأناللهIعلىعرشه،فوقسبعسمواتهفهوكافربربه،حلالالدميستتابفإنتابوإلاضربتعنقه،وألقيعلىبعصالمزابلحتىلايتأذىالمسلمونولاالمعاهدونبنتنوائحةجيفته،وكانمالهفينالايرثهأحدمنالمسلمين،اذالمسلملايرثالكافر،كماقالالنبىr: «لايرثالمسلمالكافرولاالكافرالمسلم.»
رواهشسخالإسلامأبوإسماعيلالأنصارىفيعقيدةالسلف (٢٠)؛والهروىفيذمالكلام ( ):وأخرجهالذهبىفيالعلو (٢٧٦).


6) Hâkim (rahmetullahi ‘aleyh)’in, Ehli Nisâbur için cem ettiği, et-Târîh’inde ve Ma‘rifetu’l-Hadîs adlı kitaplarında şöyle dediğini işittim:
“Ebû Ca‘fer Muhammed b. Salih b. Hânî’’yi şöyle derken işittim: O da şöyle haber verdi: Ebû Bekr Muhammed İbn İshâk İbn Huzeyme (rahmetullahi ‘aleyh)’i şöyle derken işittim: Diyordu ki:


‘Her kim ki Allah’ın yedi kat semasının üstünde arşın üzerinde olduğunu söylemezse o kişi rabbisine küfretmiştir. Kanı helal olmuştur. Tövbe ettirilir. Tövbe ederse ne ala, imtina ederse boynu vurulur ve cifesinin pis kokusundan, Müslümanların ve ahd sahiplerinin eziyet görmemesi için uzak bir çöplüğe atılır. Malı ise ganimet olur. Hiç bir Müslüman mirasçısı olamaz zira Müslüman kâfire mirasçı olamaz. Nebî r’in buyurduğu gibi:

Ne Müslüman kâfire ve ne de kâfir, Müslümana mirasçı olamaz.’”
Bu eseri Şeyhülislâm, Ebû İsmail el-Ensârî, ‘Akîdetu’s-Selef’de (20); Herevî de Zemmu’l-Kelâm’da ( ) rivayet etmişlerdir. Zehebî de ‘Uluv’da (276) tahrîc etmiştir.


٧) قاَلَ مُحَمَّدُ بْنُ يُوسُف: مَنْ قاَلَ: اِنَّ اللهَ Uلَيْسَعَلَىعَرْشِهِفَهُوَكاَفِرٌ.
رواهالبخارىفيخلقأفعالالعباد (١٢٨).


7) Muhammed İbn Yûsuf (rahmetullahi ‘aleyh) şöyle dedi:

‘Her kim ki Allah c.c., arşının üzerinde değildir derse o kâfirdir.’

Bu eseri Buhârî, Halku’l-Ef‘âlu’l-‘İbâd’da (128) rivayet etmiştir.

٨)عنمحمدبناسماعيلالترمذى: سمعتنعيمبنحماديقول: منشبهاللهبخلقهفقدكفر،ومنأنكرماوصفبهنفسهفقدكفر،وليسماوصفبهنفسهولارسولهتشبيها.
ذكرهالذهبىفيالعلو (۲۱۷)


8) Muhammed b. İsmail et-Tirmizî, Nu‘aym b. Hammâd’ı şöyle derken işittiğini rivayet etti: Nu‘aym b. Hammâd dedi ki:

‘Kim ki Allah’ı mahlûkatına teşbih ederse o kâfir olmuştur. Allah’ın kendi nefsini vasfettiği sıfatlarından birini inkâr ederse, yine kâfir olmuştur. Zira Allah’ın kendi nefsini ve Rasûlü r’in Rabbisini vasfettiği sıfatların hiç birisinde teşbih yoktur.’

Bu eseri Zehebî, ‘Uluv’da (217) zikretmiştir.

Muhterem okuyucu yukarıda tilavet ettiğin gibi İslâm âlimleri ittifakla Cehmiyye denilen bu sapık taifenin itikadına sahip olanları tekfir etmişlerdir. Bu tekfir edişlerinin başlıca sebepleri şunlardır.

a- Allah’ın kendisini Kitâb’ında ve Rasûlü r’in de O’nun Sünnet’inde vasfetmiş olduğu el-‘Uluv ve el-İstivâ sıfatlarını, nefyedip inkar etmek ve bunca ayet ve hadisi tahrif ederek reddetmek olduğundandır.

Zira geçmişteki ümmetler de böyle bir belayı düşmüşlerdi.

﴿فَبَدَّلَالَّذِينَظَلَمُواقَوْلًاغَيْرَالَّذِيقِيلَلَهُمْفَأَنزَلْنَاعَلَىالَّذِينَظَلَمُوارِجْزًامِنْالسَّمَاءِبِمَاكَانُوايَفْسُقُونَ.﴾

‘O zulmeden (Yahûdîler var ya) emir olundukları (tövbe ettik manasına gelen hıtta kelimesine denilmeyen bir nun ilave ederek hınta kelimesine) tebdil ettiler. Biz de, o zalimlere, yaptıkları fıskın karşılığı olarak, gökten bir azap indirdik.’(Bakara, 2/59)

Aynen de Cehmiyye ve takipçileri Allah’ın Kur’ân’da İstivâ olarak zikretmiş olduğu bu ilahi sıfatı denilmeyen bir lam ilave ederek İstevlâ diye tebdil ettiler.

b- Böylelikle Allah'ı istenilmeyen bir sıfatla vasfetmiş oldular. Geçen ümmetlerden de Allah’i böyle ilâhî bir vahye dayanmadan vasfedenler olmuştu da Allah şöyle buyurmuştu:
﴿سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ.﴾

‘İzzet sahibi rabbin onların (müşriklerin uygunsuz) vasıflandırmalarından münezzehtir.’(Sâffât, 37/180)






Muharriflerin Batıl Olan Davalarına Kullanmak İstedikleri Bazı Ayeti Kerimelerin Tefsiri

۱)قَالَأبوطالبأحمدبنحميد،سَأَلْتُأَحْمَدبْنَحَنْبَلِعَنْرَخُلٍقاَلَ: اللهُUمَعَناَ،وَتَلاَ: ﴿مَايَكُونُمِنْنَجْوَىثَلاَثَةٍإِلاَّهُوَرَابِعُهُمْ.﴾ [سورةالمجادلة؛٧]فقال: قَدْتَجَهَّمَهَذاَ،يَأْخُذُونَبِأَخِرِاْلأَيَةِ،وَيَدَعُونَأَوَّلَهاَ،قَرَأْتُعَلَيْهِ: ﴿أَلَمْتَرَىأَنَّاللَّهَيَعْلَمُمَافِيالسَّمَاوَاتِوَمَافِياْلأَرْضِمَايَكُونُمِنْنَجْوَىثَلاَثَةٍإِلاَّهُوَرَابِعُهُمْوَلاَخَمْسَةٍإِلاَّهُوَسَادِسُهُمْوَلاَأَدْنَىمِنْذَلِكَوَلاَأَكْثَرَإِلاَّهُوَمَعَهُمْأَيْنَمَاكَانُواثُمَّيُنَبِّئُهُمْبِمَاعَمِلُوايَوْمَالْقِيَامَةِإِنَّاللَّهَبِكُلِّشَيْءٍعَلِيمٌ.﴾ [سورةالمجادلة؛٧]فَعِلْمُهُمَعَهُمْ،وقالفي [سورةق؛١٦]﴿وَنَعْلَمُماَيُوَسْوِسُبِهِوَنَحْنُأَقْرَبُإِلَيْهِمِنْحَبْلِالْوَرِيدِ.﴾فَعِلْمُهُمَعَهُمْ.
رواهالخلالفيالسنة (١٩٩).

1) Ebû Tâlib Ahmed b. Humeyd (rahmetullahi ‘aleyh) şöyle dedi:
“Ahmed b. Hanbel (rahmetullahi ‘aleyh)’e ‘Allah bizimledir’ deyip şu ayeti: ‘Herhangi bir üç sırdaşın, bir fısıltısı oluyor mu? Mutlaka, Allah , dördüncüleridir’ [Mücadele Suresi, 7] okuyan bir adamdan sordum. Dedi ki muhakkak o Cehmî olmuştur. Ayetin evvelini bırakarak sonunu alıyorlar dedi. Ben de ayeti evveliyle beraber okudum:

‘Bilmiyor musun? Allah hem göklerdekini hem yerdekini hep bilir. Herhangi bir üç sırdaşın, bir fısıltısı oluyor mu? Mutlaka, Allah, dördüncüleridir. Beş kişinin oluyor mu? Mutlaka, Allah, altıncılarıdır. Bunlardan daha az, daha çok oluyor mu? Muhakkak Allah, her nerede olsalar, onlarla beraberdir. Sonra bütün yaptıklarını, kıyamet günü, kendilerine haber verir. Haberiniz olsun ki Allah her şeyi bilir.’[Mücâdele Suresi, 7] (Ayetin nihayetinde Ahmed İbn Hanbel (rahmetullahi ‘aleyh) şöyle dedi):
‘İlmi onlarla beraberdir. Ve sonra (Kaf) suresinden şu ayeti okudu:

‘Nefsinin ona ne vesveseler verdiğini de biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.’[Kaf Suresi 16] Ve sonra:

‘İlmi onlarla beraberdir’ dedi.”

Bu eseri Hallâl, es-Sunne’de (199) rivayet etmiştir.

٢) عَنْ مُقاَتِلِ بْنِ حَياَّنٍ فِي قَوْلِهِ تَعاَلَ: ﴿مَايَكُونُمِنْنَجْوَىثَلاَثَةٍإِلاَّهُوَرَابِعُهُمْ.﴾ [سورةالمجادلة؛٧]قاَلَ: هُوَعَلَىعَرْشِهِ،وَعِلْمُهُمَعَهُمْ.

رواهوأبوداودفيالمسائله (٢٦۳)؛وأحمدفيالسنة (٧١)؛والآجرىفيالشريعة (٢٨۹)؛والبيهقيفيالأسماء(٤٢٢).

2) Mukâtil İbn Hayyan’dan, şu ayeti kerime hakkında soruldu:

‘Herhangi bir üç sırdaşın, bir fısıltısı oluyor mu? Mutlaka, Allah, dördüncüleridir.’[Mücâdele Suresi, 7] Cevaben de:

‘O arşının üzerindedir. İlmi ile de onlarla beraberdir’ dedi.”

Bu eseri Ebû Dâvud, Mesâ’il’inde (263); Ahmed, Sunne’de (71); Ãcurrî, Şerî‘a’da (289)’da ve Beyhakî, Esmâ’’da (430) rivayet etmişlerdir.

۳) الحسن بن محمد بن الحارث قاَلَ: سُئِلَ عَلِيُّ بْنُ الْمَدِينِي وَأَناَ أَسْمَعُ: ماَ قَوْلُ أَهْلِ الْجَماَعَةِ؟ قاَلَ: يُؤْمِنُونَ بِالرُّؤْيَةِ وَبِالْكَلاَمِ، وَأَنَّ اللهَ Uفَوْقَالسَّمَواَتِعَلَىعَرْشِهِاسْتَوَى. فَسُئِلَعَنْقَوْلِهِI: ﴿مَايَكُونُمِنْنَجْوَىثَلاَثَةٍإِلاَّهُوَرَابِعُهُمْ.﴾ [سورةالمجادلة؛٧]فَقاَلَ: اِقْرَأْماَقَبْلَهُ﴿أَلَمْتَرَىأَنَّاللَّهَيَعْلَمُ.﴾ [سورةالمجادلة؛٧].
ذكرهالذهبىفيالعلو (٢٢٥).

3) Hasen İbn Muhammed İbnu’l-Haris (rahmetullahi ‘aleyh), şöyle dedi:
“Benim de duyar olduğum bir halde ‘Alî İbnu’l-Medinî (rahmetullahi ‘aleyh)’e, Ehli Sünneti ve’l-Cemaatin itikadından soruldu. O’da şöyle dedi:
‘Ehli Sünnet’in İtikadı; Allah cc’yi ahirette göreceklerine, Allah cc ’nin Mûsâ u ile konuştuğuna ve Zâtı İlâhî’nin yedi kat semanın üstüne arşının üzerine istiva ettiğine inanırlar.

Binaen aleyh şu: ‘Herhangi bir üç sırdaşın, bir fısıltısı oluyor mu? Mutlaka, Allah, dördüncüleridir’ [Mucâdele Suresi, 7] ayeti kerîmesiden sordular. ‘Alî İbnu’l-Medinî (rahmetullahi ‘aleyh) de cevaben: ‘Ayetin başını okusana (ne diyor bak!) ‘Bilmiyor musun? Allah hem göklerdekini hem yerdekini hep bilir.’ [Mücâdele Suresi, 7]”
Bu eseri Zehebî, ‘Uluv’da (225)de zikretmiştir.

٤) عن معدان قال: سَأَلْتُ سُفْياَنَ الثَّوْرِى عَنْ قَوْلِهِ U: ﴿وَهُوَمَعَكُمْأَيْنَمَاكُنْتُمْ.﴾ [سورةالحديد؛٤]،قاَلَ: عِلْمِهِ.
أخرجهعبداللهبنأحمدفيالسنة (٧٢)؛والآجرىفيالشريعة (٢٨۹)؛اللالكائي(١/۹٢).

4) Ma‘dân (rahmetullahi ‘aleyh)’ten, şöyle dedi:

“Sufyân es-Sevrî (rahmetullahi ‘aleyh)’e, Allah c.c.’nin şu kavli: ‘Nerede olursanız o sizinle beraberdir’[Hadid Suresi, 4] hakkında sordum. Cevap olarak:

‘İlmi ile beraberdir’’ dedi.”

Bu eseri Abdullah İbn Ahmed, Sunne’de (72); Ãcurrî, Şerî‘a’da (289) ve Lâlekâ’î, (1/92)’de tahrîc etmişlerdir.



son

ORİJİNİ VE DEVAMI :

https://www.islam-tr.org/tevhid/11859-allah-nerede-rahman-arsa-istiva-etti-kitap.html
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt