2016’nın Nisan ayında Adana Emniyeti tarafından Nusret Cephesi’ne yönelik olduğu iddia edilen operasyonda çeşitli derneklerde verdiği ilmi sohbetler ile gündem olan Recep Baltacı Hoca ile beraber toplamda 11 Müslüman gözaltına alındı. Gözaltına alınanların bazılarının diğer derneklerden olduğu ve Adana’daki Suriyeli mültecilere yardım çalışmalarıyla tanındıkları bildirildi. Recep Baltacı hoca ile beraber alınanların evlerindeki aramada ise kitaplar ve bilgisayarlar “suç” unsuru olarak alındı.
İslam’ı anlatmak ve savunmaktan başka “suçları” olmayan Recep Baltacı hoca ve arkadaşlarının 14.10.2016 tarihindeki ara mahkemesinden ise tutuklu yargılanmalarına devam kararı çıktı. Bir sonraki mahkemede Müslümanların serbest bırakılmasını temenni ediyoruz. Recep Baltacı hocanın Ümmeti İslam’a gönderdiği mektubu sizlere sunuyoruz:
1.sayfa:
Rasulullah (s.a.v) kazaya rızayla karşılık vermeyi, âlimlerin, fakihlerin konumunda olduğundan ve peygamberlerin derecesine yakınlığından dolayı da övmüştür. Rasulullah’ın (s.a.v) yanına bir heyet gelir. Rasulullah (s.a.v) onlara: “ Siz kimsiniz?” diye sorar. “ Biz müminleriz” derler. Rasulullah (s.a.v) da “ İmanınızın alameti nedir?” buyurur. Derler ki : “ Bela esnasında sabır, rahatlık da şükür, kazanın geçip gitmesine rıza, karşılaşma yerinde doğruluk, düşmanın başına gelene sevinmemek.” Rasulullah (s.a.v) : “ Bunlar alim ve hakim kişilerdir. Anlayışları sayesinde neredeyse peygamber olacaklardı. “ buyurdu. (İbn-i Hacer el-İsabe)
Rıza mertebesinde olmak yani Allah’tan (Subhanahu ve Teala) gelen ve gelmeyen her şeyi büyük bir memnuniyetle karşılamak her müminin erişmek istediği mertebelerden olmalıdır. Bu mertebeye ulaşmak kolay olmadığı gibi bazı şartları da gerektirmektedir. Bu şartları yerine getirip bu mertebeye ulaşmak ancak bazı sırları keşfetmekle mümkün olacaktır. Başımıza gelen kazalar bazen tatlı bazen de acı oluyor. İmtihanların bir an bile insanı boş bırakmadığı şu dünyada mertebelerin en değerlisine ulaşıp, Allah’ın (Subhanahu ve Teala) sevgisine mazhar olmak her akıllı kulun arzusudur. Bu arzunun gerçekleşmesini istiyor ve nasıl bu konuma gelebileceğini düşünüyorsan bazı meseleleri kavramalı ve nefsinin bu alandaki cehaletini sürdürmesine müsaade etmemelisin. Allah’tan (Subhanahu ve Teala) ve kulu için tercih ettiği kazasından razı olmak istiyorsan şu sırları anlamaya çalış:
a-) Rıza; Allah’ın sevdiğini sevmektir. Kulu hakkında bir kazayı tercih etmesi, bu kazanın kulu üzerinde görülmesi Allah’ı (Subhanahu ve Teala) sevindirmektir. O hâlde Allah’ın (Subhanahu ve Teala) sevdiği bir şeye kulun hoşnutsuzluk duyması olacak şey değildir. Şu kıssayı dikkatlice oku: Vuheyb bin el-Verd, Sufyan el-Sevri ve Yusuf bin Esbad bir araya gelmişler. Sufyan es-Sevri (r.h) : “Bugüne kadar ansızın ölmekten hoşlanmazdım. Ama bugün ölmeyi istedim. “ der. Yusuf bin Esbad ona: “Niçin?” diye sorar. O da: “ Fitneden korktuğum için.” der. Yusuf bin Esbad: “ Fakat ben, uzun yaşamayı çirkin görmüyorum der.” Sufyan es-Sevri : “Ölümden neden hoşlanmıyorsun?” diye sorar. O da : “Herhâlde tevbe edeceğim ve Salih amel işleyeceğim bir güne rastlarım diye.” cevap verir. Vuheyb bin el-Verd’e : “Sen ne dersin?” diye soraralar. O da: “Ben hiçbir şeyi tercih etmem. Bana daha sevimli olan Allah’a (Subhanahu ve Teala) daha sevimli olandır.” der. Sufyan es-Sevri onun alnından öper ve :“Kabe’nin Rabbine yemin olsun. Sen ruhânisin.” der.
Bil ki zor ve meşakkâtli olan bu davada başımıza gelecek olanlar yeni icat edilecek ya da bizim için özel yaratılacak belalar ve musibetler olmayacaktır. Tarihin şerefli sayfalarında davaları için başlarına türlü türlü bela ve musibetlerin geldiği insanların kıssalarını okuduk, okuyoruz. İşte bütün okumaların ana gayesi de bundandır. Tarihin tekerrür etmesi doğru mudur? Bilmem. Ancak aynı davaya aynı sadâkat, aynı sonuçları getirir. Aynı davaya sahip olduğumuzu iddia ettiğimiz selefimizin başına gelenler, başımıza gelmiyorsa ortada bir yalan vardır. Ya aynı davanın ehli değiliz, ya aynı sadâkatte değiliz, ya da daha kötüsü her ikisi de; yani hem onların davalarına sahip değiliz hem de sadâkatine. Allah’ım bu ne büyük bir beladır. Bunu bizden uzak et. Şayet başımıza imanları Kur’an ile tescillenmiş olanların başına gelenler ya da benzeri şeyler geliyorsa o hâlde sabırdan öte buna rıza gerekir, sevinmek gerekir, şeref duymak gerekir. Buna ancak davasında ihlassız olanlar karşı çıkar. Bu musibetlere davanın özünü kavrayamayanlar hoşnutsuzluk duyarlar.
b-) Allah’ın (Subhanahu ve Teala) sana istemene rağmen vermediklerini ihsan olarak, seni denemesini de afiyet olarak bil. Sufyan es-Sevri’nin (r.h) dediği gibi, vermemesi ihsandır. Çünkü cimriliğinden ve ya olmadığından dolayı vermemiş değildir. Ancak ve ancak mümin kulunun hayrını nazarı itibara almış ve böyle tercih ederek hüsnü nazar neticesini ona vermemiştir. Allah’ın (Subhanahu ve Teala) kulu için kaza buyurduğu şeyler onu üzse de bilmelidir ki sadece onun hayrı içindir. Kul her ne kadar vermeyi takdir buyurmuşsa da bunu ihsan olarak görmeli, meşakkâtli ve üzücü olsa da verdiklerini nimet ve afiyet olarak görmelidir. Allah (Subhanahu ve Teala) ne kuluna zulmetmek için elem ne de cimri olduğu için istediğini vermiyor değil. Kul bunu anladığında aza olan şükrü çoğa olan şükründen, fakirliğe olan şükrü zenginliğe olan şükründen daha fazla olacaktır. Beladan aldığı lezzeti, afiyetten aldığı lezzetten daha fazla olur. Bunu ancak cahil olanlar anlayamaz. Selefin hâli de bunun aynısıydı. Akıllı olan razı kul; belayı afiyet, vermemeyi nimet, fakirliği de zenginlik sayar. Sufyan es-Sevri (r.h) bir gün Rabiatul Adeviyye’nin yanında der ki ; “Ya Rab bizden razı ol.” Rabia da : “Sen, Allah’tan (Subhanahu ve Teala) gelene razı değil iken, O’nun senden razı olmasını istemeye hayâ etmiyor musun?” der. Sufyan es-Sevri’de (r.h) : “Estağfurullah.” Der. Sonra Cafer b. Süleyman (r.h) Rabia’ya : “ Kul, Allah’tan (Subhanahu ve Teala) gelene ne zaman razı olur?” diye sorar. Rabia ; “ Musibete olan sevinci nimete karşı sevinci gibi olunca.” der. Allah’tan (Subhanahu ve Teala) geleni sevmeyenin Allah’ı (Subhanahu ve Teala) seviyorum sözü boştur.
2.sayfa:
Allah’ın (Subhanahu ve Teala) tercihinden rahatsız olan O’nun varlığından hoşnut olduğu gerçek değildir. Zünnun der ki; üç şey rızanın alametlerindendir. 1-) Kazadan önce seçmeyi bırakmak 2-) Kazadan sonra acı duymamak 3-) Belada sevginin tahrik olması
İmran b. Hüseyin(r.h) istiska hastalığına yakalanmıştı. Uzun süre sırt üstü yatarak kalıyor ne kalkabiliyor ne de oturabiliyordu. İhtiyacını gidermek için karyolasına bir delik açmışlardı. Mutarrıf b. Abdullah huzuruna girer onun bu durumunu görünce ağlamaya başlar. Bunun üzerine İmran ona der ki: “ Niçin ağlıyorsun?” Mutarrıf: “ Çünkü seni çok kötü durumda gördüm.” Der. İmran: “Ağlama O’na sevimli olan bana da sevimlidir..” der.
Sad b. Ebi Vakkas (r.h) yaşlılığından dolayı gözü âma olmuştu. Mekke’ye hac için gittiğinde insanlar duasını almak için akın akın ona gelirler, onlara dua etmeye başlar. Abdullah b. Saib “Ben genç bir delikanlıyken ona geldim. Ona kendimi tanıttım, beni tanıdı. Ona dedim ki “Amca, sen insanlara dua ediyorsun ve şifa buluyorlar(Allah’ın izniyle). Peki kendin için neden dua etmiyorsun? Dua etsen de Allah (Subhanahu ve Teala) senin gözlerini tekrar sana verse. “ Sad (r.h) gülümseyerek “ Evlat, Allah’ın (Subhanahu ve Teala) takdiri bana gözümden daha sevimlidir.” dedi.
c-) Şu bir gerçektir ki bütün bidat ve sapık ehlinin ortaya çıkmasının altında rızasızlığı görüyoruz. Mürcieler, hariciler vs. bütün bidat ehli sapıklar aslı itibariyle Allah’ın (Subhanahu ve Teala) hükmüne razı olmadığından başka yol ve bidatlara başvurmuşlardır. İblisi (lanetullahi aleyh) sapıklardan kılan en tehlikeli sebep de işte budur. O, Allah’ın (Subhanahu ve Teala) kevni ve dini hüküm ve kazalarına razı olmamıştır. İblis, Allah’ın (Subhanahu ve Teala) tercihine hoşnutsuzluk gösterdi. İşte bu tehlike de ademoğlu için canlığını korumaktadır. Rasulullah(s.a.v) bu konuda şöyle buyurur: “ Allah’tan istihare ademoğlunun mutluluğundandır. Allah’ın kazasından hoşlanmamak ademoğlunun sapıklığındandır.” (Tirmizi,Kader,15)
d-) Kesin olarak biliyor ve yakinen inanıyoruz ki Allah’ın (Subhanahu ve Teala) kaza ve kaderi değişmeyecektir. Allah’ın (Subhanahu ve Teala) vuku bulmasını dilediği her şey vuku bulacaktır. Allah (Subhanahu ve Teala) bütün beka ve musibetleri, nimetleri bir kadere bağlamıştır. Hoşlanılsa da hoşlanılmasa da hiç şüphesiz kaza vakı olacaktır. O hâlde akıllı kimseler, bu kesin gerçekleşecek olanları rıza ile mükâfata çevirir. Gafiller ise bunu hoşnutsuzluk ile eza ve cefaya çevirir. Akılı kimseler bunu bir fırsat bilip derecelerinin yükselmesi için rızayı tercih ederler. Rasulullah(s.a.v) “ Her şeyin bir hakikati vardır. Kul kendisine gelecek olan şeyin asla şaşmayacağını ve başına gelmeyecek olan bir şeyin de kendisine isabet etmeyeceğini bilmedikçe imanın hakikatine ulaşamaz.” Buyurur. (Müsned,6/441) Enes (r.h) anlatıyor: Rasulullah (s.a.v) yapmadığım bir şeyden dolayı neden yapmadın ya demedi. Olan her şey için keşke olmasaydı, olmayan bir şey için de keşke olsaydı demedi. Ailesinden biri beni kınayınca “Onu bırakın bir şey takdir olunsaydı olurdu” derdi. (Buhari, Edeb)
Hoşnutsuzlukla karşılanan her kaza dünyada da elem ve hüzünden başka bir şey olmamaktadır. Rıza kişiye kendisinden daha faydalı olmayan iç huzuru verir. Şunu görmekteyiz: “Allah (Subhanahu ve Teala) kulu için takdir ettiği belalara razı olmayanlar, gam keder ve hüzün içinde boğulmaktadırlar. Bazen öyle bir sıkıntıya giriyorlar ki ne konuştuklarını ne yaptıklarını kendileri dahi kavrayamaz hâle geliyorlar. Üzüntüleri onların dünya ve ahretini helak ediyor. Halbuki hâla o musibet içerisindeler rıza ehli olan arkadaşları da. Ancak bir fark ile, kardeşleri rızayla karşıladıkları belaları değerlendirip, dünya ve ahretin makamlarının en üst zirvesine tırmanırken, hoşnutsuzluklarda bedenlerini, ruhlarını ve amellerini helak etmektedirler. Allah(Subhanahu ve Teala) bizleri böyle olmaktan korusun.
e-) Kul işlerin sonucunu bilemiyor. Allah (Subhanahu ve Teala) onun yararını ve ona faydalı olanı daha iyi bilmektedir. Kul sebepleri bilse bile her yönden kendi yararını isteyemez. Çünkü cahildir. Rabbi onun yararını istemektedir. Ona sebeplerini sevk etmektedir. En büyük sebeplerden biri de kulun hoşlanmadığı şeylerdir. Çünkü hoşlanmadığı şeydeki yararı, sevdiği şeydekinin yararından kat kat daha fazladır. Nitekim Allah (Subhanahu ve Teala) : “Hoşunuza gitmese de kıtal size yazıldı(farz kılındı). Sizin şer bildiğinizde hayırlar vardır, sizin hayır bildiğinizde şerler vardır. Siz bilmezsiniz Allah bilir.” (Bakara,216) “Eğer kendisinden hoşlanmadınızsa da olabilir ki bir şey sizin hoşunuza gitmez de Allah ondan çok hayır takdir etmiştir.” (Nisa,19)
f-) İbni Kayyım’ın (r.h) dediği gibi; Kuldan gelen rıza cennet ve içindekilerden daha büyüktür. Çünkü rıza Allah’ın sıfatı, cennet ise yaratmasıdır.
3.sayfa:
“İçlerinde ebedi, daimi kalıcıdırlar. Allah bunlardan razı olmuştur. Bunlarda Allah’tan razı olmuşlardır. İşte bu Rabbinden korkanlara mahsustur. “ (Beyyine,8)
İnsanın kendisinden hoşlanmayan, tercihlerini beğenmeyen ve kendisinden razı olmayan herhangi bir insandan memnun olması mümkün değildir. Bir insan için bunu söyleyebiliyorsak Allah (Subhanahu ve Teâlâ) için söylemek elbette doğru olacaktır. Allah (Subhanahu Teâlâ) kendisinden ve tercihlerinden razı olmayanlardan razı olmadığı gibi onlara dünya ve ahirette memnun olmayacakları bir hayata mubteli kılacaktır. Aynı şekilde kendi tercih ve yasalarını memnuniyetle karşılayıp hiçbir hoşnutsuzluk belirtisi göstermediklerinde dünya ve ahirette onlara razı olacakları bir hayat vermeyi kendine vacip kılmıştır. Rasulullah (s.a.v) hadisinde : “Her kim, Rab olarak Allah’tan, din olarak İslam’dan razı oldum derse, kıyamet günü onu razı etmeyi Allah üzerine almıştır. “ (Ebu Davud, Edeb 100)
Bazıları sabır ile rıza mertebelerini birbirine karıştırıp rızayı sabır ya da sabrı rıza olarak anlamışlardır. Bazıları da ikisinin aynı şey olduğunu söylemişlerdir. Hâlbuki bu, ‘kelimelerin ihtilafı, mananın da ihtilafını gerektirir’ kaidesince doğru bir anlayış değildir. Eğer kelimelerin farklılığını göz ardı edip aynı manalar yüklenecek olursa, Kur’an-i kavramların katledildiği gibi Yahudilerin kitaplarındaki kelimeleri tahrif etmesinin benzeri bir sonuç doğurması söz konusu olacaktır. Sabır ile rıza birbirinden ayrı kavramlar olduğu gibi mertebeleri de birbirinden farklıdır.
Sabır : Kişinin elem anında öfkelenme ve taşkınlık yapmama konusunda nefsine hakim olmasıdır. Rıza ise, başa gelen kazayı gönül hoşnutluğu ve huzurla karşılamaktır. Başka bir manaya göre, elem duysa bile elem verici bu hâlin sona ermesini temenni etmemektedir. Abdullah ibni Mübarek (Rh) : Allah (Subhanahu ve Teâlâ) kaderine razı olan kişi, sabredenlerin aksine üzerinde bulunduğu hâlin değişmesini temenni etmez. Bir hadiste de “ Eğer yakin ile birlikte razı olmaya gücün yeterse bunu yap; eğer gücün yetmezse nefsin hoşlanmadığı şeye sabırda çokça hayır vardır.” Anlaşılıyor ki kuldan istenen ilk şey kazaya rıza ile karşılık vermesidir. Zira rıza mertebesi, sabır mertebesinden daha üstün ve mükâfatı o oranda daha fazladır. Burada bir şeyin altını çizmek istiyor ve sen kardeşimden bu konuda kısa da olsa tefekküre dalmanı istiyorum. “ Allah (Subhanahu ve Teâlâ) sabredenlere mükâfatını hesapsız veriyorsa ( Zümer,10) peki rıza mertebesinde olana mükâfatını nasıl verir. Bu gerçekten düşünülmesi gereken bir gerçekliktir.
Bazıları rıza mertebesini vacip görürken, bazıları da müstahap görürler. Hükmün ne olduğuyla ilgili ihtilafların çok da önemli olmadığının kanaatindeyiz. Zira Allah (Subhanahu ve Teala) rıza mertebesine ulaşmış olanları övdüğü gibi bu mertebede olanları “ Ceza amelin cinsindendir” kaidesince ondan razı olacağını bildirmiştir. Sabır, avam için en zor ve en büyük mertebe olabilir. Anacak gerçek bir mümin için aynısını söyleyemeyiz. Samimi bir dava adamı hiçbir zaman avam konumunda olmamalıdır. Onların sadık olanları en az havas konumundadırlar. İçlerinde hassul havas olanlar da olduğunu söylersek abartmış olmayız. Durum böyle iken dava ehli olanların bu konunun farkında olup bulundukları konumu dikkate alarak asıl ulaşması gereken mertebelerine ulaşmanın gayreti içinde olmalıdırlar. Sabrı cemil(en güzel sabır) mertebesinde olanların Allah (Subhanahu ve Teala) ya bulunduğu elem verici azaptan dolayı şikayette bulunması bu mertebeye ters bir iş değildir. Yani sabrın en güzel makamında da olsanız başınıza gelen herhangi bir elem durumunda Allah’a (Subhanahu ve Teala) şikayette bulunabilirsiniz. Ancak rıza mertebesinde olanlar için aynı şeyi söyleyemeyiz. Onlar öyle bir mertebedelerdir ki başlarına gelen elemin şiddeti ne olursa olsun onlar bunu hissetmezler bile. Onlar için önemli olan neyin geldiği değil kimden geldiğidir. Bundan dolayı bu mertebede olanların beladan aldıkları lezzet ile afiyetten aldıkları lezzet aynıdır. Dava ehli olanların bu mertebeye talib olmaları gerekir. Buna ulaştıktan sonra dava ehli için; bela ile afiyet, fakirlik ile zenginlik, mahpus ile özgürlük gibi bir ayrım olmayacaktır. Nimete karşı sevinç, belaya karşı olan sevinç ile aynı olmadığı sürece rıza hasıl olmuş değildir.
4.sayfa:
Kardeşim cennet ve içindekilerden daha büyük bir makama Allah (Subhanahu ve Teala) katında cennet ve içindekilerden daha hayırlı bir makama erişmek istemez misin? İşte o, Allah (Subhanahu ve Teala) ve kaderinden razı olmaktır. Allah (Subhanahu ve Teala) şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın rızası ise daha büyüktür.”(Tevbe, 72) Bu ayetin öncesinde: “Allah mü’min erkelere de mü’min olan kadınlara da kendileri, içinde ebedi kalmak üzere altından ırmaklar akan Adn cennetlerini ve çok güzel meskenler vaad etti. Allah’ın rızası ise daha büyüktür.”(tevbe,72).
Ey ümmetin şu içinde bulunduğu hali görüp de bağrı yanan yiğit kardeşim. Kendi haline ve ümmetin haline acıyor ve bu halin değişmesinde samimi isen yapman gereken ilk iş: Allah’tan (Tebareke ve Teala) , kaderinden, verdiği/vermediği her şeyden razı olacak bir nefse sahip olmak için gayret içerisine girmendir. Yukarıda Sad(r.a) ve birçok kişileri örnek verdim. O insanlar Allah’ın (Tebareke ve Teala) elleriyle davasını hakim kıldığı ve ümmetin izzetli duruşa sahip olmasında en büyük rolü oynayan kimselerdir. Onlar Allah’tan (Tebareke ve Teala) razı olunca Allah da (Tebareke ve Teala) onlara razı olacağı medeniyeti inşa etmeyi nasip etti. Allah’ın (Tebareke ve Teala) kendisinden razı olmayanlara beşeriyetin komutanlığını vereceğini mi zannediyorsun. Vallahi Allah’ın (Tebareke ve Teala) takdiri, bizim için görmekten, duymaktan, yürümekten, özgürlükten daha sevimli gelmedikçe Allah’tan (Tebareke ve Teala) razı olacağımız güce sahip olmayı istemeye gücümüz olmaz. Rabia Hatun’un Sevri’ye dediği gibi O’ndan utanmaz hale gelmişiz. Allah’tan (Tebareke ve Teala) şeriatından, kitabından, Rasulunun(s.a.v) yolundan, tercihinden razı değilken, O’ndan razı olacağı ümmet ve insan olmayı istiyoruz. Şunu bil ki: İnsanların mertebesi, ümmetin mertebesidir. Zira ümmetleri de insanlar kurar. Sendeki ve bendeki mertebe ümmetin mertebesinin aynısıdır. Sen Allah’tan (Tebareke ve Teala) razı olmadığında, ümmet de razı olmamış olacak. Nasıl ki kul razı olmadığında, iç ve dış alemde ızdırap çekiyorsa, aynı şekilde ümmet de ızdırap çekecek ve çekiyor da.
Ey Rabbim! Seni razı etmeyecek özgürlükten, Seni sevindirmeyecek güçten, Senin buğzettiğin arzulardan Sana sığınırım.
Enes’den (r.a) rivayet edildiğine göre, Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Allah (subhanahu ve Teala) bir topluluğu sevdiği zaman, onlara musibet gönderir. Bu musibetlere rıza gösterenlere Allah’ın rızası, öfkelenene de Allah’ın öfkesi vardır.” (Tirmizi)
Velhamdullillahi Rabbil-Alemin.
Recep BALTACI
Kürkçüler F Tipi Kapalı Cezaevi
Ümmet-i İslam / Özel Haber