Aleykum selam we rahmetullah, kardeşim
Cinlerin Sara Hastalığında Katkıları
Sara hastalığının ismi halk dilinde tutarık, tutarga veya tutarak’tır. Tıp dilinde ise epilepsidir.
Sara hastalığı insanın zaman zaman kendisini kaybetmesine, bayılıp yere düşmesine, vücutta şiddetli kasılma ve çırpınmaların meydana gelmesine ve ağızdan köpükler çıkmasına sebep olan bir sinir hastalığıdır. Bu hastalık insanın aklına isabet eder. Onun dengesini kaybettirir. Öyle ki buna yakalanan ne konuştuğunu bilmez. Sonucunda kişi hafızasını kaybedebilir, vücudunun hareketlerinde dengesizlik olur. Sara'lı kişi hareketlerinde, davranışlarında, konuşmalarında, yaptığı işlerde ve düşüncelerinde bocalar, her şeyi birbirine karıştırır.
(Âlimler sara'yı farklı şekillerde tarif etmişlerdir:
-Bazılarına göre sara, sinir sisteminde meydana gelen bir hastalıktır. Bunun akabinde kişi kendini kaybeder ve kaslarda kasılma olur.
-Diğer bazıları sara'yı şöyle tarif etmişlerdir:
Sara öyle bir hastalıktır ki iç organların, tamamen olmasa da çoğu kez işlevlerini yapmalarına engel olur.
-İbni Sînâ sârayı şöyle tarif etmiştir: Sara öyle bir hastalıktır ki, iç organların hissetmelerine, hareket etmelerine ve ayakta kalmalarına -tam olmasa da- engel olur. Bu da meydana gelen bir tıkanmadandır. Bu hastalığın çoğu beynin ön bölümüne isabet eden bir bozukluktan dolayı vücudun tam olarak kasılmasındandır. Beyindeki bu arıza tam olmayan bir damar tıkanmasına sebep olur. Bu da duyu ve hareketlerin güçlerinin beyne ve azalara ulaşmasına engel olur. Fakat tamamen kesilmez. Bununla birlikte ayakta durmaya engel olur.)
Sara'nın Türleri
İslâm âlimleri saranın maddî ve manevî olmak üzere iki kısma ayrıldığını zikretmişlerdir:
1. Maddî sara:
Doktorlar bunun nedeninden ve nasıl tedavi edileceğinden bahsederler.
İbni Sînâ bu türden olan sara için çeşitli sebepler zikretmiş ve şöyle demiştir:
“Sara'ya bizzat beynin kendisinde olur. Bunun sebebi şubhesiz ki orada meydana gelen bir maddedir. Bu madde algılama ve hareket etmeyi sağlayan damarları ya sıkıştırır veya beynin ön iki boşluğunda kısmî tıkanma yapar. Beyninde meydana gelen ve onun görevlerini ifa etmesine kısmen engel olan bu madde ise ya kan fazlalığı veya balgam yahut safra ya da sevda denilen bir maddedir.
Ya da saranın sebebi beynin dışındaki bir organdan kaynaklanır. Bu da o organdan beyne hava kabarcıklarının yükselmesi veya miktarı yahut niteliği yönünden zararlı olan havaların çıkmasıdır.” (el-Kânûn fî’t-Tıbb, II, 79)
İbni Kayyim da buna benzer bir tanım yapmıştır. (Zâdu’l-Me`âd, II, 79)
2. Mânevî sara:
Bunun sebebi yeryüzünde olan murdar ruhların (cinlerin) insanlara musallat olmalarıdır. Bu tür saranın varlığı tartışmalıdır.
a. Cumhur ulemaya göre bunun varlığı haktır. Cinlerin insanları çarptıkları muhakkaktır. Zira naslar bunu ifade etmektedir.
Allahu Teâlâ buyuruyor ki: “Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar…” (Bakara 275)
Mufessirlerin birçoğuna göre bu ayetteki şeytanın çarpmasından maksat, sara hastalığına sebep olmasıdır.
Taberî diyor ki: “Bu ayetteki ‘şeytanın çarpması’ndan maksat, onun dünyada insanı etkileyerek sara hastalığına sebep olması ve çarpmasıdır." (Taberî Tefsîri, III, 68)
İbni Kesîr diyor ki: “Yani faiz yiyenler ahirette kabirlerinden tıpkı saralının şeytanın çarpmasıyla sara nöbeti geçirdiğindeki kalkışı gibi kalkarlar." (Tefsîru İbni Kesîr, I, 326)
Kurtubî diyor ki: “Bu ayette cinler tarafından sara hastalığının gerçekleşeceğini inkâr edenlerin; onun sadece insanın vücudundaki bir arızadan kaynaklandığını, şeytanın insanın içine girip onu çarpmayacağını iddia edenlerin görüşlerinin fasit olduğuna delil vardır." (Kurtubî Tefsîri, III, 355)
Alûsî diyor ki: “Yani faiz yiyenler kabirlerinden, dünyada cinlenmiş saralının sağa sola vurarak kalktığı gibi kalkacaklardır. Buradaki çarpmadan maksat cinlenmektir. Zira bazen şeytan insana temas eder. Onun da kimyasal karışımı bozulmaya musait olursa şeytan onu bozar ve böylece cinlenme ve delirme olur. Bazen de bir kısım insanların vücuduna belli nitelikleri olan kokuşmuş bir hava girer. O havaya uygun olan habis bir ruh da ona sarılarak içeriye girer. Böylece çıldırma meydana gelir. Bu pis hava bazı zamanlarda duyu organlarına tamamen hâkim olur, onları bozar. Bu durumda ona giren habis ruh serbest olur ve dilediği gibi davranır. Saralı insan hissetmeksizin, pis ruh onun organlarıyla konuşur. Sağa sola vurur, kalkıp koşar. Bu vakıa görülen bir hâdisedir. Bunun varlığını inkâr edenler neredeyse görülenleri inkâr eden bencillere benzerler." (Âlûsî, Rûhu’l-Me`ânî Tefsîri, III, 49)
Yine Allahu Teâlâ buyuruyor ki: “Allah’tan korkanlara şeytandan bir arıza dokununca, Allah’ı hatırlar ve hemen gerçeği görürler" (Âraf 201)
İbni Kesîr diyor ki: “Bazı mufessirler bu ayetteki şeytandan arıza dokunmasından maksadı, sara hastalığı olarak yorumlamışlardır." (Tefsîru İbni Kesîr, II, 279)
Kezâ Allahu Teâlâ buyuruyorlar ki: “De ki: ‘Ey Rabbim! Şeytanların dürtüklemelerinden sana sığınırım’ (Mu'minûn 97)
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) da birçok hadisinde şeytanların insanlara musallat olduklarını, onlara eziyet etmeye çalıştıklarını beyan etmiştir.
Ebû Sa`îd el-Hudrî diyor ki: Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) geceleyin (teheccud namazına) kalktığında üç kere tekbir alır, sonra “SubhânekAllahumme ve bi hamdik ve tebârakesmuk ve Teâlâ cedduk ve lâ ilâhe ğayruk (=Ey Allahım! Seni överek tesbih ve tenzih ederim. İsmin mubâraktir, azametin yücedir ve senden başka ilâh yoktur)” der sonra da üç defa “Lâ ilâhe illallah (=Allah'tan başka bir ilah yoktur)” der, sonra üç defa “Allahu ekber (=En büyük Allahtır)” der, (daha) sonra da “Kovulmuş olan şeytanın dürtüklemesinden (arıza vermesinden), şişirmesinden ve üflemesinden, her şeyi işiten bilen Allah'a sağınırım” derdi. Sonra da Kur’ân okurdu.
(Ebû Dâvûd, Salât, bab: 122, hn: 775; Tirmizî, Salât, bab: 179, hn: 242; Musned, İmam Ahmed, III, 50)
Bu hadis-i şerîf yaklaşık lafızlarla şu sahabîlerden de rivayet edilmiştir: Cubeyr b. Mut`im (Ebû Dâvûd, Salât, bab: 121, hn: 765; İbni Mâce, İkâme, bab: 2, hn: 807) , Abdullâh b. Mes`ûd (İbni Mâce, İkâme, bab: 2, hn: 808; Musned, İmam Ahmed, I, 403, 404 - Abdullah b. Mesûd, “Şeytanın dürtüklemeden maksat sara hastalığına sebeb olmasıdır.” demiştir) ve Ebû Umâme el-Bâhilî (Musned, İmam Ahmed, V, 253)
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) bu hadisin izahını şu hadiste yapmıştır:
Ebû Seleme b. Abdirrahmân b. `Avf diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) diyorlardı ki:
“Sizler kovulmuş olan şeytanın arıza meydana getirmesinden, şişirmesinden ve üflemesinden Allah’a sığının”
Dedik ki: “Ey Allah’ın Rasûlu (sallallahu aleyhi ve sellem)! Onun arıza vermesi, şişirmesi ve üflemesi nedir?”
Buyurdular ki: “Onun arıza vermesi, insanoğlunu tutan, onu boğar gibi olan (sara) hastalığıdır. Şişirmesi, gururlanmadır. Üflemesi de şiirdir."
(Musned, İmam Ahmed, , VI, 156)
· Ebû’l-Yeser Ka`b b. `Amr diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) dua eder ve şöyle derdi:
“Allahım! (Yüksek bir yerden) düşmekten, yıkıntıdan (altında kalmaktan), boğulmaktan ve yanmaktan sana sığınırım. Beni ölüm esnasında şeytanın çarpmasından sana sığınırım, senin yolunda (harb ederken) düşmana arka dönerek ölmekten sana sığınırım ve (akrep ve yılan tarafından) sokularak ölmekten sana sığınırım”
(Nesâî, İsti`âze, bab: 61, hn: 5533; Ebû Dâvûd, Vitr, bab: 32, hn: 1552; Musned, İmam Ahmed, III, 427; Hâkim, Mustedrak, I, 531, 532)
Kendilerinden Allah’a sığınılan hususlar, kaynaklarda bazen farklıdır.
Bu hadisteki şeytanın çarpmasından maksat sara hastalığına düşürmesi ve insanla oynamasıdır. Nitekim İbni Manzûr bunu bu şekilde tefsir etmiştir. (Lisânu’l-`Arab, IV, 17) Kurtubî de bu hadisi şeytanların saraya sebeb olacaklarına delil göstermiştir. (Kurtubî Tefsîri, III, 355)
Atâ’ b. Ebî Rabâh diyor ki: Abdullâh b. Abbâs bana dedi ki:
“Ben sana cennet kadınlarından bir kadın göstereyim mi?”
Ben “Evet göster.” dedim.
İbni Abbâs “İşte şu zenci kadındır.” dedi. Bu kadın bir keresinde Peygamber’e (sallallahu aleyhi ve sellem) geldi de:
“Ben sara nöbeti geçiriyorum. Ben sara'lanınca da (üstüm başım) açılıyor. Benim için Allah’a duâ ediver.” dedi.
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) “İstersen hastalığına sabret, bunun karşılığında sana cennet vardır. İstersen sana afiyet vermesi için Allah’a dua edeyim” buyurdu.
Kadın “Ben sabredeyim” dedi ve “Benim üstüm başım açılıyor. Allah’a duâ et de açılmayayım” dedi.
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) da onun için duâ etti.
(Buhârî, Merdâ, bab: 6; Muslim, Birr, bab: 54, hn: 2576; Musned, İmam Ahmed, I, 347)
Bu kadının ismi Umm Zufer’dir. Uzun boylu zenci bir kadındı. Şeytanın kendisini soyunduracağından korktuğu için gidip Kâbe’nin perdesine tutunurdu. İbni Hacer el-`Askalânî hadisin çeşitli rivayetlerini naklettikten sonra Umm Zufer’in sarasının şeytandan kaynaklanan sara olduğunu, vücuttaki karışımların bozulmalarından meydana gelen sara olmadığını söylemiştir. (Fethu’l-Bârî, XXXI, 226)
Şeytanların insanlara musallat olarak onların sara nöbetleri geçirmelerine neden oldukları hakkında âlimlerden şu ve benzeri görüşler nakledilmiştir:
İmam Ahmed’in oğlu Abdullâh, babasından şunu nakletmiştir:
Dedim ki: “Baba! Bazı insanlar cinlerin saralanan insanların vücuduna girmediğini söylüyorlar.”
Dedi ki: “Oğlum! Yalan söylüyorlar. Saralının içine giren cin onun diliyle konuşur.”(Mecmû`u’l-Fetâvâ, XXIV, 277)
İbni Teymiyye diyor ki: Cinlerin insanın vücuduna girdikleri ehl-i sünnet vel cemaatin ittifakıyla sabittir. (Mecmû`u’l-Fetâvâ, XXIV, 277)
Şevkânî diyor ki: Bazen sara hastalığı cinlerin murdar ruhlarından türer. Bunu yapmaları ya bazı insanları güzel ve yakışıklı görmelerindendir veya insana eziyet etmek istemelerindendir. (Neylu’l-Evtâr, VIII, 203)
İbni Hazm diyor ki: Şeytanın Allah’ın musallat ettiği insana dokunup onu etkilediği sahîhtir. Şeytanın bu etkilemesi ile insan vücudundan beyne yükselen gazların ve sevdanın (siyah bir maddenin) harekete geçmelerine sebep olur. İşte o zaman Allahu Teâlâ sara hastalığını ve sara'lının çırpınmalarını meydana getirir. (el-Fisâl fî’l-Mileli ve’l-Ahvâi ve’n-Nihal, V, 13-14)
İbni Kayyim el-Cevziyye diyor ki: Sara hastalığı iki türlüdür. Biri yeryüzündeki habis ruhlardandır (cin ve şeytanlardandır). Diğeri ise insanın vücudundaki kimyasal karışımların dengesizleşmesindendir. Yani insanın vücudunun kendisindendir. İşte doktorlar bunun nedeninden bahsederler ve bunu tedavi etmeye çalışırlar. Habis ruhların sebep oldukları sara ise doktorların önde gelenleri ve akıllıları bunun da varlığını kabul ederler. Tedavisinin şerefli, hayırlı ve ulvî ruhların bu şerli murdar ruhlara karşı direnmeleri ile olacağını, böylece şerlilerin etkilerini bertaraf edeceklerini, yaptıklarına karşı koyup onları iptal edeceklerini söylerler. Doktorların cahilleri, seviyesi düşük olanları, ayak takımları ve zındıklığı, dinsizliği erdem sayanları ise sara hastalığının habis ruhlar tarafından meydana gelen bölümünü inkâr ederler. Bunlar cinlerin, saralının bedenini etkilediğini itiraf etmezler. Bu onların cehaletinden kaynaklanmaktadır. Yoksa tıp mesleğinde buna karşı olacak bir şey yoktur. Nitekim görülenler bunun varlığına şahittir. Bu gibi doktorların sara hastalığını vücuttaki kimyasal maddelerden bir kısmının diğerlerine baskın gelmesine bağlamaları doğrudur. Fakat bu, saranın bir türüdür. Hepsi bu türden değildir. Eski doktorlar cinlerin etkisi ile oluşan saraya, “ilahî hastalık” ismini veriyorlar ve bunun ruhlardan olduğunu söylüyorlardı. (Zâdu’l-Me`âd, II, 78)
Abdurrazzâk Nevfel diyor ki: Çağdaş ilim çarpılma (cinlenme) meselesini tekrar bilimsel ve objektif olarak incelemeyi ele aldı. Zira bilimde çokça ilerleme bu çağın insanlarını çarpılmayı incelemeye önem vermelerine engel olmadı. Aksine insanların bunu daha fazla incelemelerine vesile oldu. Çağdaş ilim bu sahada kesin sonuçlara vardı ve çarpılmayı şöyle tarif etti:
Çarpılma insanın başının üzerinde olan ve içinde akıl ve diğer tüm duyu organları bulunan mehtaba (eter titreşimlere) kargaşa çıkaran ruhun (şeytanın) savaşmasıdır. Bu savaş tedavisi güç olan sinirsel ve organik hastalıklara sebep olur. Burada zikredilen kargaşa çıkaran ruhtan maksadın şeytan olduğu, insanın ruhunun kast edilmediği açıktır. Zira ölen insanın ruhu başka bir âleme gider, başka bir hayat yaşar, berzah âleminde olur. Ölen insanın ruhunun dönüp başka bir insanın vücuduna girmesi, ona sebebsiz ve maksatsız olarak eziyet etmesi veya zarar vermesi mümkün değildir. İnsanın bedeninden çıkan ruhun bunu yapmaya imkânı yoktur. Zira ruh bedenden çıkıp yeryüzü âleminden ayrılınca artık onun elektrik akımı ve titreşimi değişir. Onun bu hali ile elektrik akımı ve titreşimi ondan daha fazla olan insanın bedeninde yaşaması imkân dışıdır, muhaldir. (Âlemu’l-Cinni ve’l-Melâike, 88)
Sara Hastalığının Tedavisi
Daha önce zikredildiği üzere sara hastalığı ya maddî etkenlerden kaynaklanır veya cin ve şeytanın musallat olmalarından meydana gelir. Bunların her birisinin tedavisi farklıdır.
Birinci Olarak: Maddî etkenlerden kaynaklanan saranın tedavisi
Bu saranın tıbben tedavi edilmesi gerekmektedir. Zira Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) hastalara tedavi olmalarını emretmiştir:
Câbir b. Abdillâh, Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Her derdin bir devâsı vardır. İlaç hastalığa uygun olursa hasta, Allah’ın izniyle iyileşir.”
(Muslim, Selâm, bab: 69, hn: 2204; Musned, İmam Ahmed, III, 335)
Usâme b. Şerîk diyor ki: Bedevîler dediler ki: “Ey Allah’ın Rasûlu (sallallahu aleyhi ve sellem)! Tedavi olmayalım mı?”
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Evet, ey Allah’ın kulları! Tedavi olun. Çünkü Allah hiçbir dert yaratmamıştır ki onun için bir şifa veya deva yaratmış olmasın. Bir hastalık hariç…”
Dediler ki: “Ey Allah’ın Rasûlu (sallallahu aleyhi ve sellem)! O hastalık nedir?”
Buyurdu ki: “İhtiyarlamadır.”
(Tirmizî, Tıbb, bab: 2, hn: 2038; Ebû Dâvûd, Tıbb, bab: 1, hn: 3855; İbni Mâce, Tıbb, bab: 1, hn: 3436; Musned, İmam Ahmed, IV, 278.
(Tirmizî bu hadisin hasen ve sahîh olduğunu, bu konu ile ilgili olarak Abdullâh b. Mes`ûd’dan, Ebû Hurayra’dan, Abdullâh b. Abbâs’tan ve Ebû Huzâme’nin babasından hadisler rivayet edildiğini söylemiştir.)
Enes b. Mâlik, Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Azîz ve celîl olan Allah nerede hastalık yaratmışsa ilacı da yaratmıştır. Tedavi olunuz”
(Musned, İmam Ahmed, III, 156)
Târık b. Şihâb, Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Azîz ve celîl olan Allah hiçbir hastalık vermemiştir ki, onun için bir şifa da koymuş olmasın”
(Musned, İmam Ahmed, IV, 315)
Abdullâh b. Mes`ûd, Rasûlullâh’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) şunu rivayet etmiştir:
“Allah hiçbir hastalık indirmez ki onun için bir şifa da indirmiş olmasın. Bilen bilir bilmeyen bilmez”
(Musned, İmam Ahmed, I, 377, 413, 446, 453)
Ebû Huzâme’nin babası Ya`mer şöyle demiştir: Ben Rasûlullâh’a (sallallahu aleyhi ve sellem) sordum ve dedim ki:
“Ey Allah’ın Rasûlu (sallallahu aleyhi ve sellem)! Bizim okuyup üflediğimiz dualar, tedavide kullandığımız ilaçlar ve kendileriyle korunmaya çalıştığımız korunma araçları Allah’ın kaderinden bir şeyi geri çevirebilir mi?”
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Bunlar da Allah’ın kaderindendır.”
(Tirmizî, Tıbb, bab: 21, hn: 2065 -Tirmizî hadisin Hasen Sahih olduğunu söylemiştir-; İbni Mâce, Tıbb, bab: 1, hn: 3437; Musned, İmam Ahmed, III, 421.)
Ensardan bir adam diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) yaralı olan bir hastayı ziyaret etti ve buyurdu ki: “Filanoğullarının doktorunu buna çağırın”
Ravi diyor ki: Onu çağırdılar da geldi ve şöyle dedi: “Ey Allah’ın Rasûlu (sallallahu aleyhi ve sellem)! İlaç bir şey sağlar mı?”
Buyurdu ki: “SubhânAllah! Allah yeryüzüne hiçbir hastalık indirmedi ki onun için bir şifa yaratmış olmasın"
(Musned, İmam Ahmed, V, 371)
Şeytanların çarpmaları sonucu oluşan sara'nın tedavisi
Bunun tedavisi ise manevî vesilelerle yapılır. Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) saralı hastaları tedavi ederken şu vasıtalara başvurduğu naslarla sabittir:
1. Dua etmek:
Daha önce de zikredildiği gibi Umm Zufer ismindeki bir sahâbî hanım sara hastalığına yakalanınca Rasûlullâh’a (sallallahu aleyhi ve sellem) gelmiş, iyileşmesi için Ondan kendisi hakkında Allah’a dua etmesini istemiştir. Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) da Onu hastalığa sabredip cennete girmesi ile kendisine dua edip Allah’ın Ona şifa vermesi şıkları arasında serbest bırakmıştır. Sahâbî hanım sabretme şıkkını seçmiş, ancak saralandığında mahrem yerlerinin açılmasından şikayet etmiş, Rasûlullâh’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) açılmaması için dua etmesini istemiş, Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) da buna dair ona dua etmiştir.
(Buhârî, Merdâ, bab: 6; Muslim, Birr, bab: 54, hn: 2576)
2. Kur’ân okumak:
Kur’ân okumak şeytanların ve cinlerin şerlilerini insandan uzaklaştırır ve onu korur. Sara'lıya Kur’ân okunarak onun şifa bulmasına dair Allah’a niyaz edilir. Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) bu hususta şu sure ve ayetlerin okunmasını beyan ettiği rivayet edilmiştir:
a. Bakara Sûresi’ni okumak:
Ebû Hurayra, Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Evlerinizi kabirler haline getirmeyin. Şubhesiz ki şeytan, içinde Bakara Sûresi okunan evden kaçar.”
(Muslim, Musâfirîn, bab: 212, hn: 780; Tirmizî, Fedâilu’l-Kur’ân, bab: 2, hn: 2877 -Tirmizî hadisin Hasen ve Sahîh olduğunu söylemiştir-; Musned, İmam Ahmed, II, 284, 337, 378, 388)
- Tirmizî’nin rivayetinde hadis “O eve şeytan giremez” (Tirmizî, Fedâilu’l-Kur’ân, bab: 1, hn: 2877) şeklinde, İmam Ahmed’in bir rivayetinde de “Şeytan Bakara Sûresi’ni duymamak için o evden kaçar.” (Musned, İmam Ahmed, II, 337) şeklindedir.
b. Nâs ve Felak sûrelerini okumak:
Abdullâh b. Hubeyb diyor ki: Mekke yolunda Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) ile beraberdim. Bir ara Ondan uzak kaldım. Yanına yaklaşınca bana “De!” buyurdu.
Ben de “Ne diyeyim?” dedim.
Tekrar “De!” buyurdu.
Ben de “Ne diyeyim?” dedim.
Buyurdu ki: De ki: “Kul e`ûzu bi rabbi’l-felak… (=De ki: Sığınırım karanlığı yaran sabahın rabbine!)…”
Sûreyi sonuna kadar okudu.
Sonra buyurdu ki: De ki: “Kul e`ûzu bi rabbi’n-nâs… (=De ki: Sığınırım insanların rabbine!)…”
Bunu da sonuna kadar okudu.
Sonra buyurdu ki: “İnsanlar bu iki sûreden daha üstün bir şeyle Allah’a sığınarak korunmalarını dilemiş olamazlar.”
(Nesâî, İsti`âze, bab: 1)
İbni `Âbis el-Cuhenî’den rivayet edildiğinie göre Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) Ona şöyle buyurmuş:
“Ey İbni `Âbis! Ben sana, sığınıp korunmayı dileyenlerin en üstün sığınıp korunacakları şeyi göstereyim mi veya haber vereyim mi?”
İbni Âbis “Evet, ey Allah’ın Rasûlu (sallallahu aleyhi ve sellem)!” demiş,
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) da Ona şöyle buyurmuştur: “De ki: Kul e`ûzu bi rabbi’l-felak” ve de ki “Kul e`ûzu bi rabbi’n-nâs” İşte o şey bu iki suredır.”
(Nesâî, İsti`âze, bab: 1; Musned, İmam Ahmed, III, 417; IV, 144, 153)
`Ukbe b. `Âmir el-Cuhenî diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) ile birlikte yürüyordum.
Bir ara bana buyurdu ki: “Ey Ukbe! De!”
Ben de “Ey Allah'ın Rasûlu! Ne diyeyim?” dedim.
Biraz sustu. Sonra yine “Ey Ukbe! De!” buyurdu.
Yine ben “Ey Allah'ın Rasûlü! Ne diyeyim?” dedim.
Yine biraz sustu. Bu sefer ben “Allahım! Onu tekrar ettir.” diye dua ettim.
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) hemen buyurdu ki: “Ukbe! De!” dedi.
Ben de “Ey Allah'ın Rasûlu! Ne diyeyim?” dedim.
Buyurdu ki: “De ki: Kul e`ûzu bi rabbi’l-felâk…”
Ben sûreyi okudum, tâ sonuna geldim.
Daha sonra buyurdu ki: “De!”
Ben “Ey Allah'ın Rasûlü! Ne diyeyim?” dedim.
Buyurdu ki: “De ki: Kul e`ûzu bi rabbi’n-nâs…”
Ben de onu da sonuna kadar okudum.
Sonra Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Hiçbir kimse bu sûrelerin bir benzeriyle Allah’tan bir şey dilemiş olamaz ve yine hiçbir kimse bunların benzeriyle Allah’a sığınıp korunmayı dilemiş olamaz”
(Nesâî, İsti`âze, bab: 1; Dârimî, Fedâilu’l-Kur’ân, bab: 25)
Yine `Ukbe b. Âmir diyor ki: Ben Cuhfe ile Ebvâ denilen yerlerin arasında Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) ile birlikte yürürken bulunduğumuz yerde şiddetli bir fırtına esti ve üzerimize zifiri bir karanlık çöktü.
Bunun üzerine Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) “Kul e`ûzu bi rabbi’l-felak…” ve “Kul e`ûzu bi rabbi’n-nâs…” sûreleriyle Allah’a sığınıp korunmayı diledi. Bana da şöyle buyurdu: “Ey `Ukbe! Sen de bunlarla sığınıp korunmayı dile. Hiçbir kimse bunların bir benzeriyle Allah’a sığınıp korunmayı istemiş değildır.”
(Ebû Dâvûd, Vitr, bab: 19 -Salât, bab: 354-; hn: 1463)
c. İhlâs Sûresi’ni okumak:
`Ukbe b. `Âmir el-Cuhenî diyor ki: Rasûlullâh (s. a. v) bana: “De!” buyurdu.
Ben de “Ne diyeyim?” dedim.
Buyurdu ki: “De ki: Kul huvAllahu ehad…”
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) sûreyi sonuna kadar okudu. Sonra Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) “Kul e`ûzu bi rabbi’l-felak…” Sûresi’ni sonuna kadar okudu. Ben de Onunla birlikte okudum. Sonra “Kul e`ûzu bi rabbi’n-nâs…” Sûresini sonuna kadar okudu. Ben de Onunla birlikte okudum.
Sonra Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: “Hiçbir kimse bunların bir benzeriyle Allah’a sığınıp korunmayı dilemiş olamaz”
(Nesâî, İsti`âze, bab: 1)
d. Fâtiha Sûresi’ni okumak:
Ebû Leylâ diyor ki: Ben Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) yanında oturuyordum.
Ona bir bedevî geldi ve dedi ki: “Benim hasta bir kardeşim var.”
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Kardeşinin hastalığı ne?”
O da dedi ki: “Onda bir çeşit delilik var.”
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Git onu bana getır.”
Bedevî gitti onu getirdi. Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) onu önüne oturttu. Ona Fâtiha Sûresi’ni ve diğer ayetleri okuyarak onu afsunladığını işittim…
(İbni Mâce, Tıbb, bab: 46, hn: 3549; Hâkim, Mustedrak, IV, 413
-Hâkim hadisi Ubeyy b. Ka`b’dan rivayet etmiştir. Heysemî, hadisin ravilerinden Ebû Cenab el-Kelbî’nin zayıf biri olduğunu söylemiştir. Hâkim de Buhârî ve Muslim’in, Ebû Cenâb’ın dışındaki ravilere itibar ettiklerini, hadisin ezberlenen ve sahîh bir hadis olduğunu, bununla birlikte Buhârî ve Muslim’in bunu rivayet etmediklerini söylemiştir. Zehebî de Ebû Cenab el-Kelbî’yi, Dârakutnî’nin zayıf gördüğünü ve hadisin munker olduğunu söylemiştir. Hâkim, Mustedrak, IV, 113)
e. Ayetu’l-Kursî’yi okumak:
Ebû Hurayra diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) beni ramazân zekâtını korumakla görevlendirmişti. (Bir gece) bana birisi geldi ve zekât mallarından avuçlamaya başladı.
Ben onu yakaladım ve “Seni elbette Rasûlullâh’a (sallallahu aleyhi ve sellem) götüreceğim” dedim. Ebû Hurayra hadisin tamâmını zikretti.
Sonunda dedi ki: O kişi bana “Yatağına girdiğinde Ayetu’l-Kursî'yi oku. (Bunu yaptığın takdirde) Seninle birlikte Allah tarafından bir koruyucu devamlı bulunur ve sana şeytan yaklaşmaz”
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) da buyurdular ki: “O çok yalancı olduğu halde sana doğru söylemiş. İşte o şeytandır.”
(Buhârî, Bed’u’l-Halk, bab: 11; Fedâilu’l-Kur’ân, bab: 10; Vekâlet, bab: 10 -Kıssanın tümü bu bölümdedir)
Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin şunları söylediği rivayet edilmiştir: Ebû Eyyûb’un bir kileri vardı. Onda hurma bulunuyordu. Cin veya şeytanların bir türü olan, adına “ğûl” denilen birileri gelir ve o depodan hurma çalardı. Ebû Eyyûb durumu Peygamber’e (sallallahu aleyhi ve sellem) şikayet etti.
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) da şöyle buyurdu “Git onu tekrar gördüğünde ‘Bismillah! Gel, Peygamber’in çağırmasına cevap ver’ de”
Sonra Ebû Eyyûb onu yakaladı. Onun bir daha gelmeyeceğine dair yemin etmesi üzerine onu bıraktı. Sonra Peygamber’e (sallallahu aleyhi ve sellem) geldi.
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) “Esirin ne yaptı” diye sordu.
Ebû Eyyûb: Bir daha dönmeyeceğine yemin etti, dedi.
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) “Yalan söylemiş. O yalan söylemeye alışıktır.” dedi.
Ebû Eyyûb o kişiyi bir daha yakaladı, tekrar gelmeyeceğine yemin edince onu tekrar serbest bıraktı.
Rasûlullâh’a (sallallahu aleyhi ve sellem) gelince “Esirin ne yaptı?” diye sordu.
Ebû Eyyûb: Bir daha dönmemeye ikinci defa yemin etti, dedi.
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) “Yalan söylemiş. O yalan söylemeye alışıktır.” buyurdu.
Üçüncü sefer yakalayınca; bu sefer seni Rasûlullâh’a (sallallahu aleyhi ve sellem) götürmeden bırakmayacağım, dedi.
Bunun üzerine o kimse dedi ki: Sana bir şey hatırlatacağım. O, Ayete’l-Kursîdir. Bunu evinde oku. Sana ne şeytan yaklaşabilir ne de bir başkası.
Ebû Eyyûb, Peygamber’e (sallallahu aleyhi ve sellem) geldi. Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) “Esirin ne yaptı” diye sordu.
Ebû Eyyûb olup biteni haber verdi. Bunun üzerine Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) “O doğru söylemiş fakat aslında kendisi çok yalancıdır.” buyurdu.
(Tirmizî, Fedâilu’l-Kur’ân, bab: 3, hn: 2880; Musned, İmam Ahmed, V, 423)
f. Kur’ân’dan Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) okuduğu diğer ayetleri okumak:
Ebû Leylâ’dan yukarıda rivayet edilen hadisin devamında Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem), bedevînin getirdiği akıl hastasına şu ayetleri ve sûreleri de okuduğu rivayet edilmiştir:
- Bakara Sûresi’nin başından dört ayeti; ortasından yüz altmış üçüncü ayeti; iki yüz elli beşinci ayet olan ayete’l-kursîyi; sonundan, iki yüz seksen dört, iki yüz seksen beş ve iki yüz seksen altıncı ayetleri;
- Âl-i `İmrân Sûresi’nden on sekizinci ayeti;
- A`râf Sûresi’nden elli dördüncü ayeti;
- Mu’minûn Sûresi’nden yüz on yedinci ayeti;
- Cinn Sûresi’nden üçüncü ayeti;
- Sâffât Sûresi’nin ilk on ayetini;
- Haşr Sûresi’nin sonundan yirmi iki, yirmi üç ve yirmi dördüncü ayetlerini;
- İhlâs Sûresi’ni;
- Nâs ve Felak sûrelerini okumuştur.
Ebû Leylâ diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) bedevînin getirdiği deliye bunları okuyunca o iyileşti, kendisinde hiçbir sıkıntı kalmadı.
(İbni Mâce, Tıbb, bab: 46, hn: 3549; Hâkim, Mustedrak, IV, 413.
-Heysemî, hadisin ravilerinden Ebû Cenab el-Kelbî’nin zayıf biri olduğunu söylemiştir. Hâkim de Buhârî ve Muslim’in, Ebû Cenâb’ın dışındaki ravilere itibar ettiklerini, hadisin ezberlenen ve sahîh bir hadis olduğunu, bununla birlikte Buhârî ve Muslim’in bunu rivayet etmediklerini söylemiştir. Zehebî de Ebû Cenab el-Kelbî’yi, Dârakutnî’nin zayıf gördüğünü ve hadisin munker olduğunu söylemiştir.)
3. Allah’ı anmak:
· Hâris el-Eş`arî diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
“Allah, Zekeriyya’nın oğlu Yahyâ’ya beş şeyi yapmasını ve İsrailoğulları’na da bunu yapmalarını emretmesini buyurdu…”
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) Allahu Teâlâ’nın Yahyâ’ya, İsrailoğulları’na emretmesini istediği şeylerin, yalnız Allah’a kulluk edip Ona hiçbir şeyi ortak koşmamak, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek ve Allah’ı devamlı anmak olduğunu zikretmiş ve Yahyâ’nın bu son beşinci emir hakkında şöyle dediğini haber vermiştir:
“Ben sizlere Allah’ı anmanızı emrediyorum. Çünkü Allah’ı anan bir kimse şu kişiye benzer ki, arkasından onu hızlıca düşman kovalar. O da mustahkem bir kaleye girer. Kendisini onlardan korumuş olur. Evet, Allah’ı anan kul, kendisini şeytandan ancak Allah’ı zikrederek korumuş olur…”
(Tirmizî, Edeb, bab: 78 -Emsâl, bab: 3-, hn: 2863 -Tirmizî hadisin hasen, sahîh ve ğarib olduğunu söylemiştir)
Ebû Hurayra, Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu söylemiştir:
“Namaz için ezan okunduğu vakit şeytan gerisin geri döner yellene yellene (gaz çıkara çıkara) kaçar…”
(Buhârî, Bed’u’l-Halk, bab: 11; Ezân, bab: 4; el-Amel fi’s-Salât, bab: 18; Sehv, bab: 6; Muslim, Salât, bab: 16-19, hn: 389; Mesâcid, bab: 83, hn: 379)
Ebû Hurayra diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki:
“Her kim bir günde yüz kere ‘Lâ ilahe illellâhu vahdehû lâ şerike leh, lehu’l-mulku ve lehu'l-hamdu ve huve `alâ kulli şey’in kadîr (=Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. O birdir. Onun hiçbir ortağı yoktur. Mülk Onundur. Övülme ancak Ona aittir. O her şeye kâdirdir)’ derse, o kimse on köle âzâd etmiş gibi olur. Ona yüz sevab yazılır. Ondan yüz günah silinir ve bu dua onu, dua ettiği günü akşamlayıncaya kadar şeytandan korur. Hiçbir kimse bunun yaptığından daha üstün bir şey yapmış olamaz. Ancak bundan daha fazla amel yapan olur.”
(Buhârî, Bed’u’l-Ḣalk, bab: 11; De`avât, bab: 64; Muslim, Zikr, bab: 28, hn: 2691)
4. Şeytanın şerrinden Allah’a sığınmak:
Allahu Teâlâ buyuruyor ki: “(Ey Muhammed!) De ki: ‘Rabbim! Şeytanların dürtüklemelerinden sana sığınırım. Rabbim! Yanımda bulunmalarından da sana sığınırım’ (Mu’minûn, 97-98)
“Eğer şeytandan gelen bir dürtüş seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendır.” (Fussilet, 36)
Ebû’l-`Alâ’ dedi ki: Osman b. Ebi’l-Âs Rasûlullâh’a (sallallahu aleyhi ve sellem) geldi ve dedi ki:
“Ey Allah’ın Rasûlu! Muhakkak şeytan benimle namazımın ve kıraatimin arasına girdi. Onu bana karıştırıyor.”
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) da “Bu ‘Hınzeb’ denilen bir şeytandır. Onu hissettiğin vakit Ondan Allah’a sığın ve sol tarafına üç defa tükür.” buyurdu.
Osman “Ben bunu yaptım. Allah da onu benden giderdi” demiştir.
(Muslim, Selâm, bab: 68, hn: 2203; Musned, İmam Ahmed, IV, 216)
5. Saralının içinden cini çıkarmak:
Aşağıda zikredilecek hadislerde görüleceği gibi Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) bunu yapmıştır. Bu Onun bir mucizesi midir, yoksa diğer insanlar da bunu yapabilirler mi meselesi kesin olarak bilinmemektedir. Bazı kitaplarda İmam Ahmed b. Hanbel’in ve diğer bir kısım âlimlerin de cin çıkarttığı zikredilmiştir. Doğrusunu Allah bilir. Ancak genel olarak Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) yaptığı bir şeyi yapmanın mahzuru yoktur. Onu çıkartmak isteyen, ayetler ve dualar okuyarak çıkartmaya çalışır. Cin çıkar veya çıkmaz, onu Allah’a bırakmak gerekir. Yeter ki dinin yasakladığı vasıtalara başvurulmasın.
Şu ve benzeri hadislerde Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem), insanın vücuduna giren cin veya şeytanı çıkarttığı beyan edilmiştir:
Abdullâh b. Abbâs diyor ki: Bir kadın Rasûlullâh’a (sallallahu aleyhi ve sellem) çocuğunu getirdi ve dedi ki:
“Ey Allah’ın rasûlu (sallallahu aleyhi ve sellem)! Bunda bir çeşit delilik var. Bu onu yemek yememiz esnasında yakalıyor. Yemeğimizi bize ifsad ediyor.”
Abdullâh b. Abbâs diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) onun göğsüne elini sürdü (meshetti) ve ona dua etti. Çocuk köh köh yapıp öksürdü. Ağzından siyah köpek yavrusu gibi bir şey çıktı. Çocuk şifa buldu.
(Musned, İmam Ahmed, I, 239, 254 268)
Ya`lâ b. Murra diyor ki: Ben Rasûlullâh’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) üç şey gördüm. Onları benden önce hiçbir kimse görmemiştir. Benden sonra da görmeyecektir. Onunla birlikte bir yolculuğa çıktık. Yolun bir bölümünü gidince, beraberinde küçük çocuğu bulunan bir kadının yanından geçtik.
Kadın dedi ki: “Ey Allah’ın Rasûlu (sallallahu aleyhi ve sellem)! Bu çocuğa bir bela dokundu. Bize de belası bulaştı. Her gün onu bilemiyorum kaç defa yakalıyor.”
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Onu bana ver.”
Kadın çocuğu (bineğinin üzerine olan) Rasûlullâh’a (sallallahu aleyhi ve sellem) doğru kaldırdı ve onu Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) ile eyer kaşının arasına koydu. Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) çocuğun ağzını açtı, içine üç defa üfledi sonra şöyle dedi: “Allah’ın ismiyle… Ben Allah’ın kuluyum. Ey Allah’ın düşmanı! Defol git!”
Kadına da dedi ki: “Biz dönerken sen bizi burada karşıla ve çocuğun ne yaptığını bize bildır.”
Ya`lâ diyor ki: Biz gittik. Geri döndüğümüzde kadını orada bulduk. Yanında üç koyun vardı.
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) ona dedi ki: “Çocuğun ne yaptı?”
Kadın dedi ki: Seni hak ile gönderene yemin olsun ki ondan, bu ana kadar hiçbir şey hissetmedik. Şu koyunları beraberinde götür.
Ya`lâ diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) bana buyurdu ki: “İn onlardan birini al, diğerlerini geri ver…”
(Musned, İmam Ahmed, IV, 170.
(Heysemî diyor ki: “Bu hadisi İmam Ahmed iki senetle rivayet etmiş, Taberânî de benzerini rivayet etmiştir. Ahmed’in senetlerinden birinin ravileri, sahîh hadis kitabının ravilerindendır.” Mecma`u’z-Zevâid, IX, 5-6)
Hadisin diğer bir rivayetinde Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) çocuktaki şeytana “Çık Allah düşmanı! Ben Allah’ın peygamberiyim” demiş, bunun üzerine çocuk iyileşmiştir.
Çocuğun annesi Rasûlullâh’a (sallallahu aleyhi ve sellem) iki koç, biraz kurut (çökelek), biraz da tereyağı hediye etmiştir.
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem), Ya`lâ’ya “Sen kurutu, tereyağını ve koçların birini al, diğerini geri ver.” demiştir.
(Musned, İmam Ahmed, IV, 171; Hâkim, Mustedrak, II, 618
(Heysemî “Bu hadisi İmam Ahmed rivayet etmiştir. Ravileri sahîh hadis kitabının ravileridır.” demiştir. Mecma`u’z-Zevâid, IX, 6. Hâkim de “Bu hadis senedi sahîh olan bir hadistir. Fakat Buhârî ve Muslim hadisi bu senetle zikretmemişlerdır.” demiştir. Zehebî de Ona katılmıştır)
Osmân b. Ebi’l-`Âs diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) beni Tâif vâliliğine tâyin ettiği dönemde namazımda bana bir hâl peyda olmaya başladı. Hattâ ne kıldığımı bilmezdim. Ben bu durumu görünce kalkıp (Tâif’ten Medîne-i Munevvere'ye) Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) yanına gittim.
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) (beni görünce) “Ebû'l-Âs'ın oğlu, değil mi?” buyurdu.
Ben evet, Yâ Rasûlallah, dedim.
O “Seni (buraya) getiren sebeb nedir?” buyurdu.
Ben dedim ki: “Ey Allah’ın Rasûlu (sallallahu aleyhi ve sellem)! Namazlarımda bana bir hâl peyda oldu, öyle ki ne kıldığımı bilmiyorum”
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) “Anlattığın şey şeytandır. Onu bana yaklaştır.” buyurdu.
Bunun üzerine ben Onun yakınına vardım ve (diz çökerek) ayaklarım üzerinde oturdum. Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) (mubârak) elini göğsüme vurdu, ağzımın içine tükürdü ve “Çık, ey Allah'ın düşmanı!” buyurdu.
Bu işi üç defa tekrarladı. Sonra (bana) “(Git) İşinle meşgul ol” buyurdu.
Râvi demiştir ki: Sonra Osman şöyle dedi: “Hayatım hakkı için, ondan sonra şeytanın bana sokulduğunu sanmam”
(İbni Mâce, Tıbb, bab: 46, hn: 3548
(Heysemî hadisin senedinin sahîh ve ravilerinin de güvenilir olduklarını söylemiştir. Hadisi Hâkim de rivayet etmiştir)
Görüldüğü gibi sara hastalığına yakalanan kişi çeşitli manevî vasıtalarla tedavi edilmiştir.
Tedavinin etkili olması için İbni Kayyim, şu şartların bulunmasının gerekli olduğunu söylemiştir:
a) Saralının iradesi kuvvetli olmalı, kendini salıvermemeli, ona musallat olan ruhların yaratıcısına samimi olarak yönelmelidir.
b) Kendisine yapılan afsunlamaya kalben inanmalı, yapılan afsunlama sahîh olmalıdır. Zira bu bir savaştır. Savaşanın düşmanına galip gelmesi ancak iki şeyle olur: Silahının sağlam ve iyi olması, bileğinin kuvvetli olması. Bunlardan biri olmazsa silah fazla fayda sağlamaz. Nerede kaldı ki ikisi birlikte olmazlarsa düşmanı yenmek beklenmez. Sara'lının kalbi Allah’ı birlemeden, Ona tevekkul etmeden, Ondan korkmadan ve Ona yönelmeden boş olursa, tedavi vasıtası da doğru olmazsa nereden şifa bulacaktır?
Tedavi edende de bu iki şartın bulunması gerekir. Allah’a tam yönelmek, sıhhatli bir şekilde tedavi etmek…
İbni Kayyim devamla diyor ki:
Ben hocamı gördüm. Sara'lıya, içindeki ruhla (cinle) konuşacak birini gönderiyor, o da “Hoca sana dedi ki, çık! Çünkü bu sana helal değildır.” diyordu. Bunun üzerine sara'lı uyanıp kendisine geliyordu. Bazen o ruhla bizzat kendisi konuşuyordu. Bazı zamanlar saralının içinde olan ruh şerli biri oluyordu. Ancak dövme ile çıkıyordu. Saralı uyandığında hiçbir acı hissetmiyordu. Bizler ve başkaları hocanın bunu yaptığını defalarca gördük. Hoca çok kere saralının kulağına şu ayeti okuyordu:
“Sizi boşuna yarattığımızı ve bize tekrar döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” (Mu’minûn, 115)
Yine ayete’l-kursîyi okuyarak da tedavi ediyordu. Saralının ve onu tedavi edenin çokça ayete’l-kursîyi, Felak ve Nâs sûrelerini okumalarını emrediyordu…
Aslında habis ruhlar inancı zayıf, yüreği harap, kalbi ve dili Allah’ı anmaktan, Ona sığınmaktan uzak ve peygamberî vasıtalardan ve imanı koruma vesilelerinden mahrum olan kimselere musallat olurlar. Evet, habis ruh manevî silahı olmayan birini bulur ve onu etkisi altına alır.” (Zâdu’l-Me`âd, II, 78-79)
Hulâsa saralıyı Kur’ân ayetleriyle, Allahu Teâlâ’nın güzel isimleriyle ve Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) hadisleriyle tedavi etmenin bir mahzuru yoktur. Çünkü bu yol Rasûlullâh’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) ve sâlih kimselerden görülüp nakledilen bir yoldur.
Sara'lıyı meşru olmayan vasıtalarla tedavi etmek caiz değildir
Eğer sara hastalığına yakalanan, dinen meşru olmayan yollarla tedavi edilecek olursa, bazen ters teper. Sara'lı iyice hastalanır.
Meşru olmayan bu vasıtalardan bazıları şunlardır:
1. Manası anlaşılmayan şeyleri okumak veya yazmak:
Tılsımlar bu türdendir. Bunları yapmak caiz değildir.
2. İçinde küfür veya şirk bulunan bir sözü söylemek veya yazmak:
Müslümanların ittifakıyla bununla tedavi etmek haramdır. Zaten insana giren şeytan bununla çıkmaz.
3. Saralının yanında topluca dans edip oynayarak habis ruhları kovmaya çalışmak:
Bu tamamen anlamsız bir şeydir. Şeytan dans edenlerle beraberdir. Neden kaçacaktır?
4. Habis ruhları taltif edip razı ederek saralıdan çıkarmaya çalışmak:
Habis ruhları razı etmek hiç mümkün müdür?
5. Habis ruhlarla yardımlaşarak saralıya giren habis ruhu çıkartmak:
Bunlar insanoğlunun ezelî düşmanlarıdır. Bunlarla nasıl yardımlaşılacaktır?
6. Cinlere veya şeytanlara yemin ederek onlara tazim etmek ve bu yolla saralıdan habis ruhu çıkartmak:
Yemin ancak Allah’a olur. Onun dışında herhangi bir şeye kasıtlı olarak yemin etmek yasaklanmıştır. Yerine göre kişi kâfir dahi olabilir.
7. Sara`ya sebep olan cini hapsetme yolu:
Böyle bir şey varit değildir. Kimse Rasûlullâh’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) bu şeyleri daha iyi bilemez.
8. Sara`a sebeb olan cini yakmak:
Bu da varid olmamıştır.
9. Sara`a neden olan cinnîye işkence etmek, onu öldürmek yolu:
Bu da geçmişlerden nakledilmeyen bir yoldur, caiz değildir.
Cinlerin sara hastalığına sebeb olduğunu inkâr edenler
Mutezile Fırkası’ndan Cubbâî (Bunun ismi Muhammed b. Abdulvehhâb b. Selâm el-Cubbâî’dir. Basra’nın Cubba köyünde H. 235 yılında doğmuş ve oraya nispet edilmiştir.) ve Ebû Bekr er-Râzî (Bunun ismi Muhammed b. Zekeriyyâ er-Râzî’dir. H. 211’de doğmuş H. 311’de vefat etmiştir. Bu kişi İrân’ın Rey -Tahran- Şehri’ndendir. Filozoftur. Tıb ilminin önderlerindendir.) gibi bir grup insan cinlerin insanlara musallat olarak onların sara hastalığına yakalanmalarını inkâr etmişler ve delil olarak şunları zikretmişlerdir:
1- Allahu Teâlâ buyuruyor ki: “İş bitirilince şeytan da diyecek ki: ‘Şubhesiz Allah size gerçek olanı söz verdi. Ben de size söz verdim ama yalancı çıktım. Zaten benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi çağırdım, siz de hemen bana geliverdiniz. O halde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Şubhesiz ben, daha önce sizin, beni Allah’a ortak koşmanızı kabul etmemiştim. Şubhesiz zalimlere elem dolu bir azab vardır’” (İbrahim 22)
Bu ayet gösteriyor ki şeytanın insanın üzerinde herhangi bir otoritesi yoktur ki onun cismine girip iradesini ve aklını -kısa bir zaman da olsa- etkilesin.
Alûsî, bu delillerine şu cevabı vermiştir:
“Ayet onların iddialarına delil değildir. Çünkü ayette olmadığı beyan edilen otoriteden maksat, günah işlemede ve sapmada kendisine uymaya mecbur etmektir. Şeytanın insan üzerinde böyle bir gücü yoktur. Fakat bunun anlamı, şeytanın insana sataşmasında, ona eziyet etmesinde ve onu helake sürükleyecek hususlarda onun üzerinde nufûzu yoktur, insana bunları yapamaz demek değildir. Zira Rasûlullâh’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) gelen haberleri izleyenler şeytanların insanlara bunları yaptıklarını çokça görürler.” (Rûhu’l-Me`ânî, III, 49-50)
2- Dediler ki: “Şayet cinler sara hastalığına sebep olma gücüne ve imkânına sahip olsalardı diğer insanlardan daha fazla peygamberlere ve âlimlere bunu yaparlardı. Çünkü cinlerle bunların arasındaki düşmanlık diğer insanlarla onlar arasındakilerden daha dehşetlidır.”
Ortaya attıkları bu şubheye de şu cevab verilmiştir:
Allahu Teâlâ bu kâinatta mahlûkat yaratmış, her bir cinsine belli bir güç vermiştir. Hiçbiri Allah’ın kendisine belirlediği gücü aşamaz. Tâ ki bu kâinat Allah’ın koyduğu düzene göre hareket etsin. Onun dilediği gibi görevlerini ifa etsinler. Binaenaleyh Allahu Teâlâ cinlerin bu evrende diledikleri gibi davranmalarına musaade etmemiştir. Cinler peygamberlere ve sâlih kullara musallat olup onların saralanmalarına sebeb olamazlar. Çünkü bu onların gücü dışındaki bir husustur. Peygamberler masumiyetlerinden dolayı bunlardan korunmuşlardır. Sâlih kullar ise ilimle ve Allah’ı zikretmekle meşgullerdir. Cinler bunlara vesvese vermeye, bunları saptırmaya, bunlara sataşmaya çalışsalar da bunların içine girerek saralandırmaya güçleri yetmez. Bunlar imanla, ilimle, Allah’a sığınmakla ve Onu anma ile kendilerini koruma altına alırlar. Cinler ve şeytanlar bunlara ne bedenen ne de aklen hâkim olabilirler. Nasları dikkatle okuyanlar bunu açıkça görürler. Fakat gafil olan cahiller böyle bir muhafaza altında değillerdir. Düşmanın karşısında silahsız olan askere benzerler. Şeytan ve cinler bunlarla diledikleri gibi oynarlar. Onlara çeşitli eziyetler ederler.
Bu hususta Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Şeytanların kime ineceğini size haber vereyim mi? Onlar her günahkâr yalancıya inerler. Bunlar da şeytanlara kulak verirler. Onların çoğu ise yalancıdır.” (Şu`arâ’, 221-223)
Hulâsa, cinler bazı şeyleri yapmaya kadirdirler, bazı şeylere güçleri yetmez. Cahil gafillere musallat olup sara'lanmalarına sebeb olmaları birinciye, peygamberleri ve sâlih kulları sara hastalığına sokamamaları ikinciye örnektir.
3- Yine dediler ki: “Cinlerin insanların bedenlerine girdikleri kabul edilirse bu, sindirim, boşaltım ve dolaşım organlarının genişlemesini veya cisimlerin birbirleri içine girmelerini gerektirir. Bu da imkânsızdır.”
Bu şubheye de şu cevap verilmiştir:
Cinlerin insanın vücuduna girmeleri ne sindirim, boşaltım ve dolaşım sistemlerini genişletir ne de bir cismin diğerine hulûlünü icap ettirir. Zira bedenimize yemek, su ve hava girmekte, bu iddia edilenleri meydana getirmemektedirler.
4- Keza dediler ki: “Cinler ateşten yaratılmış varlıklardır. Eğer insanın vücuduna girmiş olsalar onu yakarlar.”
Bu itirazlarına da şu cevap verilmiştir:
Allahu Teâlâ, cinler insanın vücuduna girdiklerinde onlardan yakma gücünü yok etmeye kadirdir. Nitekim ateş İbrâhîm’i yakmamıştır. (Enbiya 69)
Diğer yandan nasıl ki insan ilk defasında çamurdan yaratılmış, sonra ete, kemiğe ve kana dönüşmüşse cinlerin de ilk yaratıldıkları ateşten başka bir maddeye dönüşmüş olmaları beklenen bir şeydir. Şu hadis-i şerifler bu dönüşümün cin ve şeytanlarda da olduğunu ifade etmektedir:
Ebû’d-Derdâ’ dedi ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) namaz kılmak için ayağa kalktı. Biz Onun üç defa “Senden Allah'a sığınırım” dediğini ve sonra üç kere “Seni Allah’ın lânetiyle lanetlerim” dediğini işittik.
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) sanki bir şey alacakmış gibi elini uzattı.
Namazdan çıkdıktan sonra biz dedik ki: “Ey Allah’ın Rasûlu! Gerçekten namazda öyle bir şeyler söylediğini işittik ki bundan önce bunları söylediğini duymamıştık. Hem senin elini uzattığını gördük”
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: “Hakikaten Allah'ın düşmanı İblîs, yüzüme çarpmak için bir ateş parçası ile (karşıma) geldi. Bunun üzerine ben üç defa ‘Senden Allah'a sığınırım’ dedim. Sonra yine üç defa ‘Seni Allah'ın tam lânetiyle lanetlerim’ dedim. Fakat o yine geri çekilmedi. Sonra kendisini yakalamak istedim. Vallahi eğer kardeşimiz Suleymân'ın duası olmasaydı, İblîs muhakkak bağlı olarak sabahı boylayacak, Medîne halkının çocukları Onunla oynayacaklardı”(Muslim, Mesâcîd, bab: 40, hn: 542; Nesâî, Sehv, bab: 19)
Ebû Hurayra diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
“Cinlerden bir ifrit (azgın ve şerli olan) dün gece namazımı kesmek için ansızın üzerime geldi. Hemen Allah beni ona karşı muktedir kıldı da, sabaha girdiğiniz zaman hepiniz ona bakasınız diye mescidin sütunlarından birine bağlamak istedim. Fakat kardeşim Suleymân Peygamber’in: ‘Ey Rabbim! Beni affeyle ve bana öyle bir mulk (saltanat) ver ki o benden başka hiçbir kimseye lâyık olmasın. Şubhesiz bütün murâtları ihsan eden sensin sen’ (Sa'd 35) sözünü hatırladım”
Râvî Ravh “Rasûlullâh o ifrîti zelil olarak kovdu” dedi.
(Buhârî, Salât, bab: 75; Enbiyâ’, bab: 40; Tefsîr, Sûrati Sâd, bab: 2; Muslim, Mesâcid, bab: 39, hn: 541)
Eğer cinler ilk yaratıldıkları ateş maddesi üzere kalmış olsalardı, İblîs elinde ateşle gelip Rasûlullâh’ı (sallallahu aleyhi ve sellem) yakmaya kalkışmazdı. Keza Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) şeytanı yakalayıp onu boğmak istediğinde Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) elleri yanardı. Diğer yandan cinlerin inkârcıları ve günahkârları âhirette cehennem ateşinde yanacaklardır. Şayet bunlar ateş olarak kalmış olsalardı bunları ateşte yakmanın bir anlamı olmazdı. Abes bir şey olurdu.
5- Yine bunlar “İslâm Şerîatı’nda cinlerin insanları sara hastalığına soktuklarına dair herhangi bir delil yoktur.” demişler ve konuyla ilgili olan Kur’ân ayetlerini kendi düşüncelerine göre tevil etmeye çalışmışlar, hadisleri ise kökünden inkâr etmişlerdir. Mesela “Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar…”(Bakara 275) ayetini şöyle tevil etmişlerdir:
Şeytanın çarpması Cahiliye Dönemi Arabları’nın zannıdır. Onlar şeytanın insanı çarptığını ve onu saralandırdığını sanıyorlardı. Ayet onların inançlarına göre geldi.
“(Meryem’in annesi) Onu (Meryem’i) doğurunca dedi ki: ‘Rabbim! Onu kız doğurdum’ -Oysa Allah, Onun ne doğurduğunu daha iyi bilir- ‘Erkek, kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. Onu ve soyunu kovulmuş şeytandan senin korumana emanet ediyorum’” (Âl-i `İmrân, 36) ayeti hakkında ise şunları söylemişlerdir:
Bu ayeti açıklayan şu hadisin sahîh olduğunu Allah bilir:
Ebû Hurayra dedi ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki:
“Doğan hiçbir çocuk yoktur ki, doğurulurken şeytan ona mutlaka dokunur olmasın. İşte şeytanın bu dokunmasından dolayı çocuk çığlık atarak ilk defa ağlamaya başlar. Şeytanın bu dokunmasından yalnız Meryem ile oğlu İsâ mustesnadır.”
Sonra Ebû Hurayra “İsterseniz ‘Onu ve soyunu kovulmuş şeytandan sana emanet ediyorum’ (Âl-i `İmrân, 36) ayetini okuyunuz” dedi.
(Buhârî, Tefsîr, Sûrati Âli `İmrân, bab: 2; Muslim, Fedâil, bab: 146, hn: 2366)
“Şayet bu hadis sahîhse bunun manası şudur:
Şeytan her doğan çocuğu azdırmaya iştahlanır. Meryem ile oğlu hariç. Çünkü bunlar masumdular. ‘Çocuk doğduğunda şeytanın ona dokunup incitmesinden dolayı ağlayıp çığlık atar’ cümlesinden maksat şeytanın saptırma arzusunu teşbih yoluyla tasvir etmektir. Sanki şeytan onu tokatlamış ve dövmüştür, demektir. Ama gerçekten de dokunması ve sıkması abur cuburcuların (hadisleri delil kabul edenlerin) sandığı gibi söz konusu değildır.”
Âlimler inkârcı fırkanın bu deliline de şu cevabı vermişlerdir:
“Cinlerin insanları sara hastalığına düşürdüklerine dair İslâm Şerîatı’nda herhangi bir delil yoktur.” iddianız tamamen batıldır. Zira bu konudaki Kur’ân ayetleri ve Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) hadisleri, daha önce zikredildiği gibi, pek çoktur. Bize düşen Allah’ın kelâmına, peygamberimizin sözüne teslim olmak ve saranın maddî arızalardan olduğu gibi cinlerden de meydana geleceğine inanmaktır. Nasları hevâ ve hevesinize göre tevil etmeniz ise sırf inatçılık, gurur ve manalarını kesin ifade eden nassları zahirî manalarından çıkartıp ihtimali olmayan manalara tevil etmektir, başka bir şey değildir. Tevilin anlamını genişletmenin ne kadar riskli olduğu herkesçe malumdur. Şayet tevil kapısı sonuna kadar açılacak olursa, bu takdirde İslâm Dîni bir kısım vehimler ve hayallerden ibaret olur. Onun gerçeğinden bir şey kalmaz. Artık aklı naklin; itirazı teslim olmanın ve şubhe etmeyi imanın önüne geçiren her şımarık, bu dinle oynar durur. Tabii ki Ehl-i Sünnet’in metodu bu değildir. Onların metodu naslara iman edip teslim olmak ve onları Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem), hadisleriyle açıkladığı şekilde kabul etmektir. Zira Cenâb-ı Hakk şöyle buyurmuştur: “(O peygamberleri) Mucizelerle ve kitaplarla (gönderdik). Sana da Kur’ân’ı indirdik ki, insanlara, kendilerine indirilenleri açıklayasın ve onlar da düşünsünler.” (Nahl, 44)
(Şeyh Hasan Karakaya, İslam Akaidi)
DUA ILE TEDAVI - RUKYE
[D]10111[/D]