1— Hz. Peygamberdin (s.a.) Liân Hakkındaki Hükmü:
Yüce Allah şöyle buyurur: "Eşlerine zina isnadında bulunup da kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince, onların her birinin şahitliği, kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ederek şahitlik etmesi, besince defa da, eğer yalan söyleyenlerden ise, Allah'ın lanetinin kendi üzerine olmasını dilemesidir.
Kadının, kocasının yalan söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ile şahitlik etmesi, beşinci defa da, eğer (kocası) doğru söyleyenlerden ise, Allah'ın gazabının kendi üzerine olmasını dilemesi, kendisinden cezayı kaldırır."(1>
Sahihayrfâa. Sehl b. Sa'd hadisi şöyledir: Uveymir el-Aclânî, Âsim b. Adiy el-Ensarî'ye gelerek: "Ne dersin ya Âsim! Bir adam karısının yanında birini bulursa onu öldürür. Siz de kendisini öldürür müsünüz?. Yoksa ne yapar? Şunu benim için ya Âsim, Rasûlullah'a (s.a.) soruver!" demişti. Âsim da Rasûlullah'a (s.a.) sormuş, Rasûlullah (s.a.) bu suallerden hoşlanmamış; onlan ayıp görmüştü. Hatta (bu meyanda) Rasûlullah'tan işittiği sözler, Âsım'a ağır gelmişti. Âsim evine dönünce Uveymir gelmiş ve: "Ya Âsim! Rasûlullah (s.a.) sana ne dedi?" diye sormuştu. Âsim: "Sen-bana hayır getirmedin; Rasûlullah (s.a.) kendisine sorduğum sorudan hoşlanmadı." dedi. Uveymir: "Vallahi ben bu meseleyi ona sormaktan vazgeçmeyeceğim." diye karşılık verdi. Derken Uveymir kalkarak, halk arasında bulunan Rasûlullah'ın yanına geldi.
1. Nûr, 24/6-9.
ve: "Ya Rasûlullah! Ne buyurursun, bir adam karısının yanında birisini bulursa onu öldürür, siz de kendisini öldürür müsünüz; yoksa ne yapmalı?" diye sordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Seninle zevcen hakkında âyet indi. Haydi git de onu getir" buyurmuştu.
Sehl şunu söyledi: Müteakiben Iiân yaptılar. Ben de halk ile beraber Rasû-iullah'ın yanında idim. Liânı bitirdikleri vakit Uveymir: "Eğer karımı nikâhım altında tutsam, hakkında yalan söylemiş (oldum) Ya Rasûlallah!" demiş ve kendisine Rasûlallah (s.a.) emretmeden onu üç talâkla boşamıştı.
Zührî şöyle der: "Artık bu, Hân yapanların âdeti olmuştur."
Sehl devamla: "Kadın hamile idi. Artık çocuğu annesinin adı ile çağrılıyordu. Sonra Allah'ın farz kıldığı üzere, çocuğun kadına, kadının çocuğa varis olması sünnet halini aldı." demiştir.
Bir rivayette: Mescidde Hânda bulundular ve Hz. Peygamber'in yanında karısından ayrıldı. Hz. Peygamber: "İşte Hân yapanlar arasındaki ayırma (tefrik) budur." buyurdu, denilmektedir.{2)
SehTinf "Kadın hamile idi..." sözü Buharî'de Zührî'nin sözü olarak verilmiştir. Buharî'nin rivayetinde şu da vardır: Sonra Hz. Peygamber: "Bakınız, eğer bu kadın, vücudu siyah, gözlerinin siyahı koyu, kıçının iki yanı büyük, baldırları kaba tipte bir çocuk getirirse, muhakkak ben Uveymir'in bu kadına zina isnadında doğru olduğunu sanırım. Eğer kadın kelergillerden kızılca kurt gibi kızıl bir çocuk doğurursa, bu defa da ben şüphesiz kadına bühtan ve iftira ettiğini sanırım." buyurdu. Sonra çocuk, Rasûlullah'ın Uveymir'i tasdik yollu tasvir ettiği şekilde doğdu.
Bir rivayette: "Kadın hamile idi. (Uveymir) hamli(n kendisinden olduğunu) inkâr etti." şeklindedir.(3)
Sahih-i Müslim'de İbn Ömer anlatır: Falan oğlu falan Hz. Peygamber'e: "Ya Rasûlullah! Ne buyurursun, birimiz karısını kötülük yaparken bulsa ne yapmalıdır? Konuşmuş olsa, pek büyük bir şey hakkında konuşacak; sussa yine böyle bir şey hakkında susacak!" dedi. Hz. Peygamber (s.a.) sükut buyurdu; ona cevap vermedi. Biraz arası geçince o adam tekrar gelerek: "Ya Rasûlallah! Sana sorduğum başıma geldi." dedi. Bunun üzerine Allah (c.c), Nûr süresindeki: "Kanlarına iftira atanlar..." âyetlerini indirdi. Hz. Peygamber (s.a.) bunlan o zata okudu, kendisine vaaz ve nasihatta bulundu. Dünya azabının ahiret azabından kolay olduğunu ona haber verdi. Adam: "Hayır! Seni hak (din) ile gönderen Allah'a yemin olsun ki, kanma iftira etmedim." dedi. Sonra kadını çağırdı. Ona da vaaz ve nasihatta bulundu ve dünya azabının ahiret azabından kolay olduğunu haber verdi. Kadın: "Hayır! Seni hak (din) ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, bu adam hakikaten yalancıdır!" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.) (Hâna) erkekten başladı. Adam kendisinin gerçekten doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah'a şehadet etti. Beşinci şehadet: Eğer yalaıicılardansa Allah'ın laneti kendi üzerine olması idi. Sonra Hz. Peygamber (s.a.) bunlan kadına tekrarlattı. O da: Adamın gerçekten yalancılardan olduğuna, dört defa Allah'a şehadet etti. Beşincide: Şayet kocası doğru söyleyenlerdense Allah'ın gazabı kendi üzerine olması idi. Müteakiben Hz. Peygamber onları birbirinden ayırdı.(4)
2. Buharı, 68/29; Müslim, 1492(1,2,3)
3. Buharı, 65/24 (1)
Sahihayn'da, şöyle belirtilir: Hz. Peygamber'in Hânda bulunan eşlere: "Hesabınız Allah'a kalmıştır. Biriniz yalanadır. Senin kadın aleyhine bir deliHn yok." buyurdu. Erkek: "Ya Rasûlallah! Ya (mehir olarak verdiğim) malım?" diye sordu. Hz. Peygamber: "Sana mal yok. Eğer kadın aleyhinde doğru söylediysen, mal, fercinin sana helâl olmasına tekabül eder. Yalan söylediysen, bu mal talebi senin için ondan daha uzaktır." buyurdu.
Yine Sahihayn'd&ki bir rivayette Hz. Peygamber: "Vallahi, ikinizden biri mutlaka yalancıdır. Tövbe edeniniz var mı?" buyurmuştur.<5>
4. Müslim, 1493.
5. Buharı, 68/33; Müslim, 1493 (5,6).
Yine Sahihayn'da îbn Ömer'den nakledilmiştir: Bir adam Hz. Peygamber (s.a.) devrinde Hânda bulundu. Rasûlullah (s.a.) onları ayırdı ve çocuğu annesinin (nesebine) kattı.*6*
Müslim'de İbn Mes'ûd hadisinde Hân edenlerle ilgili olayda şu anlatılır:
Erkek, kendisinin hakikaten doğru söyleyenlerden olduğuna Allah'a dört defa şehadette bulundu. Sonra beşincide: Eğer yalancılardan isem Allah'ın laneti kendi üzerime olsun, diye lanette bulundu. Arkasından kadın Hân yapmaya kalktı. Rasûlullah (s.a.) ona: "Vazgeç!" buyurdu. Fakat kadın razı olmadı ve Hân yaptı. Onlar dönüp gittikten sonra Hz. Peygamber: "Umulur ki bu kadın, kara, cılız bir çocuk doğurur." buyurdu. Müteakiben kadın kara, cılız bir çocuk doğurdu.(7)
6. Buhar; 68/33; Müslim, 1494.
7. Müslim, 1495.
Yine Sahih-i Müslim'de Enes b. Mâlik şöyle anlatır: Hilâl b. Ümeyye, karısına Şerik b. Sehma ile zina isnadında bulundu. Şerik, Berâ b. Malik'in anne bir kardeşi olup İslâm'da ilk Iiân yapan adamdı. Hilâl kansı ile Iânet-leşti. Bunun üzerine Rasûluilah (s.a.): "Kadını gözetleyin! Eğer beyaz (tenli), düz saçlı, bozuk gözlü bir çocuk doğurursa, çocuk Hilâl b. Ümeyye'ye; sürmeli gözlü, cılız, ince baldırh doğurursa Şerik b. Sehma'ya aittir." buyurdu. Bilahare haber aldım ki kadın sürmeli gözlü, cılız, ince baldırh bir çocuk doğurmuş.(
Sahihayn'da. İbn Abbas, benzeri bir ifadeyle bu olayı anlatmıştır. İbn Abbas'a bir adam: Rasûlullah'ın: "Bir kimseyi şahitsiz recmetseydim, bu kadını recmederdim." buyurduğu kadın bu mudur? diye sormuş. O da: "Hayır, o İslâm'da aşikâr kötülük işleyen bir kadındı." cevabını vermiştir.(9)
Bu hadisin Ebu Davud'a ait rivayetinde İbn Abbas şöyle demiştir: "Hz. Peygamber onları ayırdı ve çocuğun, baba adıyla çağrılmamasına, ne kadına ne de çocuğa zina isnadında bulunuimamasına; kim kadına ya da çocuğa zina isnadında bulunursa kendisine (iftira) cezası gerekeceğine hükmetti. Ayrıca talaksız ayrılmış oldukları için ölüm iddeti de olmadığından kocanın kadın lehine mesken ve nafaka (iddet nafakası) yükümlülüğü olmadığına da hükmet-ti."(10)
Buharî zikreder: Hilâl b. Ümeyye, Nebî (a.s.)'ın huzurunda kansma, Şerik b. Sehma ile zina etti, diye söz attı. Rasûluilah da Hilâl'e: "Dört şahidini hazırla, yahut arkana had (vurulur)." buyurdu. Bunun üzerine Hilâl: "Ya Rasûluilah! Bizim birimiz karısının üstünde bir erkek görürse şahit aramağa mı gidecek? (Şahit getirinceye kadar) işini görüp savuşmaz mı?" diye itiraz etti. Rasûl-i Ekrem: "Sen şahitlerini hazırla, aksi takdirde arkana iftira cezası (seksen değnek) vurulur." demeğe devam etti. Bunun üzerine Hilâl b. Ümeyye: "Ya Rasûlallah! Seni hak peygamber gönderen Allah Teâlâ'ya yemin ederim ki, muhakkak ben kesin olarak doğru söylüyorum ve eminim ki, Allah benim sırtımı hadden kurtaracak bir vahiy, bir âyet gönderecektir." dedi. Bu sırada hemen Cibril İndi, Rasûl-i Ekrem'e: "Eşlerine zina isnad edip de..."(lı> âyetlerini getirdi. Bunun üzerine Rasûluilah, kadına haber gönderdi. Kocası Hilâl de hazır bulundu. îlk önce Hilâl şehadet ve yemin etti. Rasûl-i Ekrem:
8. Müslim, 1496.
9. Buharî, 68/36; Müslim, 1497.
10. Ebu Davud, 2256; Ahmed, 2131; Tayalisî, 2667; Taberî, 18/65, 66. Senedinde Abbâd b. Mansur vardır. O hafızasının iyi olmaması ve tedlisciliği sebebiyle zayıf bir ravidir. Ancak hadisi İbn Hacer (et-Telhîs, 3/227'de) Hailâl'ın el-İtel'inden, îbn İshak tariki ile, Amr b. Şuayb'ın da babası ve dedesi vasıtasıyla buna benzer bir hadisi zikretmiştir.
11. Nur, 24/6-9.
"Allah muhakkak bilir ki, sizin biriniz elbette yalancıdır. Şu halde içinizden tevbe eden (ve Han yemininden dönen) var mıdır?" buyurdu. Sonra karısı şehadette bulundu. Beşinci yemine sıra geldiğinde, mecliste hazır
bulunanlar, kadını durdurarak: "Bak kadın! Bu beşinci yemin azabı mucibtir." ihtarında bulundular.
Râvi îbn Abbas der ki: Bu ihtar üzerine kadın biraz ağırlaşip durakladı. Hatta biz kadını yemin etmekten vazgeçecek ve geri dönecek sandık. Sonra kadın (kendisini toplayıp): "(Şimdiye kadar şerefle yaşamış) kavim ve kabilemi ben bundan sonraki günlerde rezil ve rüsvay etmem!" diyerek Iiân yeminini yerine getirdi. Sonra Rasûl-i Ekrem: "Bu kadına bakınız. Eğer gözleri sürmeli, iki kıçı iri, baldırları kalın bir tipte çocuk dünyaya getirirse, çocuk Şerik b. Sehma'ya aittir." buyurdu. Kadın da hakikaten böyle bir çocuk doğurdu. Bunun üzerine Rasûluilah: "Eğer Allah'ın Kitab'mın Iiân hükmü infaz edilmemiş olsaydı, benimle bu kadın arasında bir macera vardı (Yani ben o kadına zina cezası icra ederdim.)" buyurdu.(12)
12. Buharî, 65/24.
Sahihayn'da rivayet edilir. Sa'd b. Ubâde: "Ya Rasûlallah! Ne buyurursun, karısının yanında bir adam bulan kimse onu öldürebilir mi?" diye sormuş, Rasûluilah (s.a.): "Hayır!" cevabını vermişti. Sa'd: "Seni hak (din) ile gönderen Allah'a yemin ederim, ki bilâkis evet!" demişti. Bunun üzerine Rasûluilah: "Efendinizin söylediğine kulak verin!" buyurmuştu.
Bir başka rivayette: "Ya Rasûlallah! Eşimin yanında bir adam bulursam dört şahit getirinceye kadar ona mühlet verecek miyim?" diye sormuş. O da: "Evet!" cevabım vermişti.
Bir başka rivayette: "Eşimin yanında bir adam bulsam, dört şahit getirinceye kadar dokunmayacak mıyım?" diye sordu. Rasûl-i Ekrem: "Evet!" cevabını verdi. Sa'd: "Asla olamaz. Seni hak (din) ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, ben onu bundan önce mutlaka kılıçla tepeleyiveririm!" dedi. Rasûluilah (s.a.) şöyle buyurdu: "Efendinizin söylediğine kulak verin. O hakikaten gayur (kıskanç, gayretli) dur. Ben ondan daha gayurum. Allah da benden daha gayurdur."
Bir başka rivayet ise şöyledir: "Ben eşimin yanında bir adam görürsem onu mutlaka ters tarafını çevirmeden kılıçla vururum." dedi. Bu söz Rasû-lullah'ın (s.a.) kulağına vardığında şöyle buyurdu: "Siz SaM'ın gayretine şaşıyor musunuz? Vallahi ben ondan daha gayurum; Allah da benden daha gayurdur. Gayretinden dolayıdır ki, Allah kötülüklerin aşikârını, gizlisini haram
kılmıştır. Allah'tan daha gayur, hiçbir şahıs yoktur. Allah'a olduğundan fazla hiçbir kimseye özür makbul olamaz. Bunçlan dolayıdır ki Allah, Peygamberi müjdeci ve korkutucu olarak göndermiştir. Allah'tan başka hiçbir kimseye övgü daha makbul değildir. Bundan dolayıdır ki, Allah cenneti vaad etmiş-
tir.(13)
2— Liân Her Eş Arasında Yapılabilir:
Bu hadislerden birçok hüküm çıkmaktadır:
Lîân her eş arasında yapılabilir: Eşlerden her ikisinin ya da birisinin müslü-man, kâfir, âdil, fasık, iftira cezasına çarptırılmış olup olmamaları arasında fark yoktur. İshak b. Mansur rivayetinde İmam Ahmed şöyle demiştir; "Bütün eşler liân yapabilirler. Hür erkek, zevcesi olan hür kadın ve cariyeye; köle zevcesi olan hür kadın ve cariyeye karşı; müslüman koca yahudi ya da hıris-tiyan zevcesine karşı Iiânda bulunabilir.'* Bu aynı zamanda Mâlik, İshak, Saîd b. Müseyyeb, Hasan, (el-Basrî), Rebîa, Süleyman b. Yesâr'ın da görüşleridir.
Re'y âlimleri, Evzaî, Sevrî ve daha başka bir grup da Iiâmn ancak müslüman, âdil, hür ve iftira cezasına çarptırılmamış eşler arasında cari olabileceği görüşünü benimsemişlerdir. Bu görüş İmam Ahmed'den de rivayet edilmiştir.
Bu iki görüşün yaklaşımları şu şekildedir: Liân kendisinde iki özelliği bir arada toplamaktadır: Yemin ve şehadet. Nitekim Yüce Allah liâna, "şehadet" tabirini kullanırken Hz. Peygamber de: "Eğer yeminler olmasaydı, onunla benim aramda bir macera olurdu." buyurduğunda "yemin" ifadesini kullanmıştır. Dolayısıyla yemin tarafını ağır bastıranlar yemin yapması sahih olan herkesin Hânda bulunabileceğini söylemişlerdir. Bunlara göre, "Kadınlara zina isnadında bulunanlar..." ifadesinin genel (âm) oluşu da bunu gerektirmektedir. Hz. Peygamber onu yemin diye İsimlendirmiştir; Allah'ın ismine ve tekitli bir yemin sözcüğüne ve onun cevabına ihtiyaç vardır. Yine yemin olduğu içindir ki, Hânda —şehadetin aksine— kadın ve erkek eşittir. Eğer şehadet olsaydı, lâfzı tekrarlanmazdı. Yemin ise öyle değildir. Kasâmede olduğu gibi, yeminin tekrarlanması meşrudur. Hem şehadeti makbul olmayan bir insanın liân ve çocuğun reddine olan ihtiyacı, şehadeti makbul insanların ihtiyacı ile aynıdır. Şehadeti makbul olmayanın başına gelen ve Hâna götürecek olan durum, âdil ve hür insanın başına gelen durum gibidir. Şeriat iki türden birinin zararım kaldırıp, onun hakkında bir çıkış ve kurtuluş yolu indirip de, diğer türü sıkıntı
13. Buharı, 86/40; Müslim, 1498, 1499.
ve ağır yükler altında eli kolu bağlı bir vaziyette bırakmaz. Mümkün müdür ki şeriatte, bir kişi yardım isteyecek de ona el uzatılmayacak eman isteyecek eman verilmeyecek, konuşmuş olsa konuşamayacak (çünkü ceza var), sussa susamayacak (çünkü içi rahat etmeyecek), Allah'ın rahmeti ona dar gelece! ve sadece şehadeti makbul insanları kapsayacak olsun? Bu, Rahmet Peygarhj beri'nin hoşgörü ve genişlik esasına dayalı şeriatının asla kabul etmeyeceği bir durumdur.
Diğerlerinin delilleri: Yüce Allah (c.c): "Eşlerine zina isnadında bulı nup kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince, onların her birinin şahı ligi..." buyurmaktadır. Bu âyette üç açıdan delil vardır:
Birincisi: Yüce Allah lian yapacak kocaları şahitlerden istisna kılmıştıı . Buradaki istisna kesinlikle istisna-ı muttasıldır. Bu yüzdefı de kelimesi merfu olarak gelmiştir.
İkincisi: Kocaların Hânda bulunmalarının bir şehadet olduğunu tasrj ı etmiş, sonra Yüce Allah daha ziyade beyanda bulunarak: "Kadının, kocajf nın yalan söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ile şahitli etmesi, beşinci defa da, eğer (kocası) doğru söyleyenlerden ise, Allah'ın gaz! bınm kendi üzerine olmasını dilemesi, kendisinden cezayı kaldırır." buyui muştur.
Üçüncüsü: Yüce Allah liân ifadelerini şahitlerin yerine bedel kılmış bulunmamaları durumunda onların yerini aldırmıştır.
Amr b. Şuayb, babası ve dedesi kanalıyla Hz. Peygamber'in: "Ne ı köle, ne de iki kâfir arasında liân yoktur." buyurduğunu rivayet eder. E'|u Ömer b. Abdİlber, bunu et-Temhîd'de zikretmiştir. |
Dârakutnî yine aynı zattan, aynı senetle merfu olarak: "Dört (grup) vardır ki bunlar arasında liân yoktur: Hür ve cariye arasında liân yoktur. Hür kadın ve köle arasında liân yoktur. Müslüman ve yahudi kadm arasında liân yoktur. Müslüman ve hıristiyan kadm arasında liân yoktur."(14) hadisini nakleder.
Abdürrezzak, Musannef İnde İbn Şihab'dan, şöyle dediğini nakleder: Hz. Peygamber'in, (Mekke valisi) Attâb b. Esîd'e talimatından birisi de: "Dört (grup) arasında liân yoktur." buyurarak yukardakileri saymasidır.(15)
14. Dârakutnî, 3/163. Senedinde metruk olan Osman b. Abdurrahman el-Vakkâsî vardır. Yine Dârakutnî ve İbn Mace başka bir tarikten de rivayet etmişlerdir. Onun senedinde gerçekten çok zayıf olan Osman b. Atâ el-Horasânî vardır. Evzaî ile İbn Cüreyc —ki ikisi de büyük imamdırlar—, Amr b. Şuayb—babası—dedesi tarikiyle bu sözü rivayet ermişler, fakat Hz. Peygamber'e ref etmemişlerdir. Bk. Musannef, 12508 ve Dârakutnî1 nin Sürei
15. Musannef, 12498.
Hem sonra liân şahitlikten bede! ve şahitlerin bulunmaması halinde onların yerine kâim kılınmıştır. Dolayısıyla ancak şahitlikleri makbul olan kimseler liân yapabilirler. Liân şahitlik sayıldığı içindir ki, kadın Hândan kaçındığında kocanın yaptığı dört liân ifadesi, dört zina şahidi yerinde kabul edilerek zina cezasına çarptırılmaktadır.
Bu geçen yeminler olmasaydı, benimle onun arasında bir macera olurdu." şeklindeki hadise gelince; mahfuz olan ve Buhari'de yer alan ifadesi: = Eğer Allah'ın Kitab'ında geçen (hüküm) olmasaydı..." şeklindedir.
şeklindeki rivayet Abbâd b. Mansur'un rivayetidir.
Pek çok kimse onu tenkit etmiştir. Yahya b. Maîn: "O bir şey değildir." demiş. Ali b. el-Huseyn b. el-Cüneyd er-Râzî: "Metruktür, kadercidir." demiş. Nesâî de zayıf olduğunu söylemiştir.
Şeriatte yerleşik bir kaide vardır: Beyyine, müddeî üzerine, yemin de münkir (inkâr eden davacı) üzerinedir. Koca burada iddia makamındadır. Dolayısıyla onun Hânı şehadet olmaktadır. Eğer yemin olsaydı, müdeî (davacı) olduğu için (liân) kendi tarafına düşmezdi.
Birinci görüş sahiplerinin cevaplan:
Liâna şehadet isminin verilmesi, Hânda bulunanın yemininde: ( it, jl^Î ) "Allah adına şahitlik ederim ki..." demesindendir. Lâfzına itibarla her ne kadar yemmse de, bu şekilde şehadet diye isimlendirilmiştir. Nasıl yemin olmaz ki, Hânda bulunan kasem ve cevabı ile onun yemin olduğu tasrih edilmiştir. Yine, ( İÜ -4J.Î ) demesi durumunda bununla yemin etmiş olmaktadır. Bu yeminde sarih bir ifade olduğu için yemine niyet edip etmemesi durumu değiştirmez. Araplar hem lügatlerinde, hem de kullanışlarında bu ifadeyi yemin saymaktadırlar. Kays şöyle demiştir:
"Allah yanında şehadet ederim ki, ben onu gerçekten sevmekteyim. İşte budur onun bendeki yeri; acep nedir
ondaki benim yerim."(16)
Bu beyitte, bir insanın Allah'ın ismini zikretmese bile sadece ( .Î4İ1 ) demesiyle yemin etmiş olur görüşünde olanlar için delil vardır. İmam Ahmed'-den gelen bir rivayet de öyledir. İkinci rivayete göre, ancak niyetle yemin olur. Bu, aynı zamanda çoğunluğun görüşü olmaktadır. ( Jıı j^ıî ) demesi ise, niyet-
16. Beyit Divan'ının 300. sayfasındaki kasidesindedir.
siz mutlak zikrinde bile yine çoğunluğa göre yemindir.
îlâ yapanların şahitlerden istisnası konusuna gelince; şöyle denilebilir: Herşeyden önce âyetindeki
mânasında sıfattır. Yani şeklindedir. Çünkü kelimeleri sıfathk ve istisnaiık mânalarında birbiri yerine kullanılabilir. anlamında ile istisna yapılabilir. anlamında ile vasıflandınlmaya gidilebilir. (Bu takdirde mâna, "şahid olarak sadece kendileri" değil de; "kendilerinden gayrı şahitleri..." şeklinde olur.)
İkinci olarak,kelimesi dan müstesnadır. Ancak bu istisnanın Benî Temim lûgatına göre munkatı olması caizdir. Çünkü onlar isîisnay-ı munkatı'da da, müstesnayı bedel olmak üzere okuyorlar. Nitekim hem onlar, hem de Hicazİılar istisnay-ı muttasılda da, müstesnayı bedel oîmak üzere i'raba tâbi tutmaktadırlar.
Üçüncü olarak,kelimesi dan, sadece sözlerinin kabulü konusunda onların yerlerinde tutuldukları için istisnaya gidilmiştir. Bu izah, özellikle de, kadın Hândan kaçındığında, kocanın Hânı durumunda recmedi-lir görüşünde olanlara göre —ki sahih olan da budur— gerçekten güçlüdür. İnşaallah izahı ilerde gelecektir. Doğrusu şudur: Liân iki vasfı bir arada bulundurmaktadır: Yemin ve şehadet. O hem kasem ve tekrarla tekid edilmiş bir şehadettir; hem de şartlar gereği durumun te'kidini gerektirdiği için şehadet lâfzı ve tekrarlan yapılmış ağır bir yemindir. Bu yüzden Hânda on türlü te'kid bulundurulmuştur:
1— Şehadet lâfzının zikri.
2— Kasemin Rab Teâlâ'nın yüce isimlerinden ve esmâ-i hüsnânın bütün mânalarını içinde toplayan "Allah" (c.c.) ismi ile zikredilmiş olması.
3— Cevap cümlesinin, üzerine kasem edilen şeyin te'kidini sağlayan edatlardan olan ( jı ), ve ( J ) ile te'kidi.
4— Bunun dört defa tekrar edilmesi.
5— Beşinci defasında, eğer yalancılardansa kendi üzerine Allah'ın llıe-tini istemesi.
6— Hz. Peygamber'in, beşinci yemin sırasında, onun Allah'ın aza*im gerektirici olduğunu ve dünya azabının ahiret azabından ehven olduğunu b| irt-mesi. r
7— Kocanın Hânını, kadın üzerine azabın husulünü gerektirici kılması.
Azabdan maksat ya haddir ya da hapistir; kadının Iiânım da, kendisinden azabı uzaklaştırıcı kılması.
8— Bu Hân, ikisinden biri üzerine, ister dünyada ister ahirette olsun mutlaka azabı gerektirmektedir.
9— Liânda bulunan eşleri ayırmak, kadının yuvasını ayrılıkla yıkmak, harab etmek-
10— Ayrılığın ve aralarındaki haramlığın devamlı olması.
Liânın durumu işte böyle olunca, o hem şehadetle iç içe bulunan bir yemin; hem de yeminle birlikte olan bir şehadet kılınmıştır; liânda bulunan erkek sözünün kabulü için şahit gibi sayılmıştır. Eğer kadın Iiâna yanaşmayacak olsa şahitliği yürüyecek ve kadın had esasına çarptırılacaktır. Erkeğin şahitliği ve yemini iki şey ifade etmektedir: Kendisinden (iftira) haddini düşürmekte, kadına (zina) haddini gerektirmektedir. Eğer kadın da liânda bulunur ve böylece erkeğin liânı başka bir Iiânla karşılaşırsa, bu durumda erkeğin Hânı sadece kendi üzerinden haddin düşmesini sağlar, kadın üzerine haddin uygulanmasını gerektirmez. Böylece erkeğin liânı, kadına değil de kendisine nisbetle şehadet ve yemin olmaktadır. Çünkü eğer liân sırf bir yemin olsaydı, erkeğin 'nücerred yeminiyle kadın had cezasına çarptırılmazdı. Eğer şehadet olsaydı, sadece kendisinin şahitliğiyle kadına yine had tatbik edilmezdi. Ama buna kadının Hândan kaçınması da eklenince, erkek hakkında, te'kidli ifadeleri ile ısrarı ve kadının da kaçınması sebebiyle şehadet ve yemin tarafı kuvvet kazanır, bu durum erkeğin doğruluğuna açık bir delil olur ve ondan (iftira) haddini düşürür; kadına da (zina) cezasını vacip kılar.
Bu olabilecek en güzel hükümdür. Düşünen bir kavim için Allah'tan daha güzel hükmü olan kim vardır! Böylece ortaya çıkmıştır ki, liân hem yemindir, içinde şehadet mânası vardır, hem de şehadettir, içinde yemin mânası vardır.
Amr b. Şuayb'ın, babası ve dedesi kanalıyla rivayet ettiği hadise gelince; eğer onun Amr'a ulaşması sahih olsaydı, ne kadar açık bir delâleti olurdu. Ama heyhat! Amr'a ulaşıncaya kadar tarikinde nice badireler, nice uçurumlar var! İbn Abdilber: "Bu hadisin senedinde Amr b. Şuayb'dan beride kendisine güvenilebilecek hiçbir kimse yoktur." demiştir.
Dârakutnî'nin rivayet ettiği diğer hadisine gelince, onun da yolu üzerinde Osman b. Abdurrahman el-Vakkâsî vardır. Hadisçİlerin icmaı ile o da "metruk"tur. Dolayısıyla onun yüzünden hadisin yolu kesiktir.
Abdürrezzak'ın rivayetine gelince, hadisçilere göre Zührî'nin mürselleri zayıftır ve delil olarak kullanılamaz. Hem Attâb b. Esîd, Hz. Peygamber'in Mekke valisi idi. Mekke'de yahudi ya da hıristiyan yoktu ki Hz. Peygamber ona, onlar arasında liânda bulunmaması talimatını versin.
"Bu geçen yeminler olmasaydı..." hadisini reddediyorsunuz. Oysa ki hadisi Ebu Davud Sünen'mde rivayet etmiştir. İsnadı da fena değildir. Seneddeki Abbâd b. Mansur'a sarılmanız, reddi için yeterli değildir. Onun en büyük kusuru kaderci olması ve mezhebinin propagandasını yapmasıdır.'171 Bu ise hadisinin reddini gerektirmez. Sahih'te, doğruluğu bilinen kimselerden olmak kaydıyla Kaderiyye, Mürcie, Şia'ya mensup birçok râviye yer verilmiştir.(I8) "Eğer Allah'ın Kitab'mda geçen (hüküm) olmasaydı..." ifadesi ile "Bu geçen yeminler olmasaydı..." rivayeti arasında bir zıdhk da yoktur ki, iki lâfızdan birinin diğerine tercih ve takdimine ihtiyaç duyulsun. Çünkü, "geçen (söylenen) yeminler" bizzat Allah'ın kitabındadir; Allah'ın kitabı da, liânda bulunan eşler arasında vaz'ettiği hükmüdür. Hz. Peygamber bu sözüyle, "Eğer Allah'ın, liânda bulunan eşler arasını ayıran hükmü geçmiş olmasaydı..." demek istemiştir.
"Şehadet (beyyine) davacı tarafına, yemin de davalı tarafına düşer." kaidesinin şeriatta yerleşikliğiyle ilgili sözünüze birkaç açıdan cevap verilebilir:
Birincisi: Şeriat bu kaide üzerinde sabit değildir. Aksine kasâmede davacıların yemini ile işe başlamaktadır. Bu karinelerle (levs) onların tarafının daha güçlü olmasından dolayıdır. Dolayısıyla şeriattaki bu kaide, yeminin taraflardan daha güçlü olanın tarafına ait olması şeklindedir. Berâet-i asliyye (asıl olan suçsuzluktur ükesin)den dolayı davalı tarafı daha güçlü olduğu için, genelde yemin davacı üzerindedir. Ama kasâmede, karinelerle davacı taraf güç kazanınca, güçlü taraf olması hasebiyle yemin, onların tarafına geçmiştir. Sahih olan görüşe göre, yine aynı şekilde davalının nükûlü (yeminden kaçınması) ile, davacı tarafının güç kazanması durumunda da kendisine: "Yemin et, hak kazan." denilir. Bu durum, imkânlara göre, kulların çıkarlarının korunması
17. Hayır, aksine hafızası bozuk, tedlisçi birisidir. Ömrünün sonunda değişmiştir.
18. İbn Hibbân Sahih'inde (1/120) şöyle der: "Râvilerden, Mürcie, Rafızîlik vb. gibi çeşitli mezheplere mensup olanlara gelince, eğer bunlar ortaya koyduğumuz bu şartlara sahipseler onların rivayetlerini delil olarak kullanır; mezheplerini, inançlarını da Allah (c.c.) ile kendileri arasına bırakırız. Ancak mezhebin dâiliğini yapıyorsa o hariç. Çünkü mezhebin dâiliğini yapmış, onun müdafii olmuş ve sonunda da imamlığa yükselmiş birisinin, sika bile olsa, rivayetlerini alırsak, tebaa İçin onun mezhebine doğru bir yol açmış olur, yani öğrencilere ona itimad edilebileceğini, sözüne güvenilebileceğini telkin etmiş oluruz. Dolayısıyla ihtiyat tedbiri olarak mezhebine dâilik yapan imamların rivayetlerini kabul etmemek, ama bu mezhep tâbilerinden olan ve aradığımız şartlan haiz râvilerden rivayet etmek gerekir."
için konulan ilâhî şeriatın hikmet ve kemalinin bir neticesidir. Eğer yemin her zaman için aynı taraf üzerine meşru kılınmış olsaydı, daha ağır basan tarafın gücü heder olurdu. Bu ise Sâri' Teâlâ'nın hikmeti ile bağdaşmaz. O'nun getirdiği hüküm, bizzat hikmet ve maslahatın doruğu olmaktadır.
Bu anlaşildıysa, şimdi bakıyoruz: Burada koca tarafı kadın tarafından daha güçlüdür; çünkü kadın zina ettiğini inkâr ediyor ve kocasının bühtanda bulunduğunu söylüyor. Kocanın ise kendi mahremiyetini ortaya dökmesinde, yatağım (nesebini) ifsad etmesinde, ailesini fahişeliğe nisbetinde bir garazı yoktur. Aksine, bu onu son derece tedirgin eder ve hayatında en çok nefret edeceği bir durumdur. Dolayısıyla bu açık bir karine (levs) olur. Bir de buna kadının Hândan kaçınması (nükûlü) eklenince, durum fert veya toplum olarak herkesin kalbinde güç kazanır ve bu şer'an kadın üzerine zina hükmünün sabit olmasını gerektiren müstakil bir delil halini alır. Bu durumda kadının da, kendisinden Nûr (24/2) süresindeki: "Onların azabları.ıa mü'minlerden bir grup şahitlik etsin (orada hazır bulunsun).'* âyetinde sözü edilen azabı bertaraf edecek karşı liân yeminlerinde bulunma hakkı vardır. Eğer kocanın liânı gerçek bir beyyine olsaydı, ondan sonraki kadının yeminleri kendisinden hiçbir şey uzaklaştıramazdı. Bu, Hz. Peygamber'in hükmünden çıkarılan ikinci fasıl ile vuzuh kazanır: Faslın konusu şudur: Kadın liânda bulunmadığı zaman ne olur? Had mi uygulanır, ikrar edinceye ya da liânda bulununcaya kadar hapis mi edilir?
Fukahaya ait iki görüş vardır: İmam Şafiî ile selef ve haleften bir grup: "Had uygulanır." demişlerdir. Hicaz âlimlerinin görüşü de böyledir. İmam Ahmed: "İkrarda ya da liânda bulununcaya kadar hapsedilir." demiştir. Irak âlimlerinin görüşü de budur. İmam Ahmed'den gelen ikinci b:r rivayet ise: "Hapsedilmez, serbest bırakılır." şeklindedir.
Irak âlimleri ve onlar doğrultusunda düşünenler şöyle derler: Eğer kocanın Hânı haddi gerektiren bir beyyine olsaydı, kadın liânla ve beyyineyi tekzible haddi düşürme hakkına sahip olamazdı. Nitekim aleyhine dört zina şahidinin bulunması durumunda böyle bir yetkisi yoktur.
Koca kendisinden başka üç kişi ile birlikte kadın aleyhine şehadette bulunsa, bu şahitlikle üzerine had uygulanmaz. Dolayısıyla yalnız başına yaptığı şahitlikle, kadın üzerine evleviyetle had gerekmez. Sonra koca liân yapanlardan biridir. (Tek taraf) diğeri üzerine haddi gerektirmez. Nitekim kadının liânı da koca üzerine haddi gerektirmemektedir.
Hz. Peygamber: "= Beyyine davacı üzerinedir."(19)
19. Tarikleri ve şahitleri ile hasen bir hadistir. Bk. tbn Receb el-Hanbelî, Câmiu'!-Ulûm ve'/-Hikem, s.294-295.
buyurmuştur. Kocanın burada davacı olduğunda şüphe yoktur.
Hem kocanın Hânının gereği, kendisinden haddi düşürmektir; kadın üzerine haddi vacib kılmak değildir. Bu yüzdendir ki, Hz. Peygamber (s.a.): "Beyyine yoksa sırtına had!" buyurmuştur. Çünkü kocanın iftirada bulunmasının gereği, yabancının iftirasının gereği gibidir; o da haddir. Yüce Allah, bu hadden kurtulması için liânla ona bir kapı açmıştır. Kadın üzerine had ikamesinin yolunu da şu iki durumdan birisinin bulunması şeklinde belirlemiştir: Ya dört şahit, ya da itiraf. Bazı sahabîlere göre de bir üçüncü durum gebeliktir. Nitekim Hz. Ömer ve bazıları bu görüştedirler. Hz. Ömer, Hz. Peygamber'in minberi üzerinde şöyle demiştir: "Recim, muhsan (evli) olma şartıyla zina eden her erkek ve kadın üzerine; beyyine bulunması veya gebelik durumunun olması, ya da itirafta bulunması durumunda vacibtir."(20)
Hz. Ali de aynı şekilde söylemiş, had sebeplerini üç şey olarak belirlemiş, Hânı bunlardan saymamıştır.
Sonra bu kadının zina ettiği tahakkuk etmemiştir, dolayısıyla üzerine had gerekmez. Çünkü zinasının tahakkuku sadece kocanın liânı ile olmaz. Şayet sadece kocanın liânı ile tahakkuk edecek olsa, artık kadın Hânda bulunsa bile had düşmez ve bundan sonra kadına iftirada bulunana da had gerekmezdi. Sadece kadınm nükûlü (Handan kaçınması) ile de tahakkuk etmez. Çünkü had nükûl ile sabit olmaz. Zira hadler şüphe ile düşerler, hal böyle olunca nükûl ile nasıl gerekebilir? Çünkü nükûlün, aşırı utangaçlık, dili tutulmak, rezil rüsvay edici o makamın heybetinden dehşete düşmek vb. sebeplerle olması muhtemeldir. Bu durumda, beyyine olarak diğer hadlerde aranan sayının iki katının arandığı (dört erkek şahit) itirafı durumunda sahih ve sarih sünnetle sabit olduğu üzere dört ayrı ikrarda bulunması istenen bir had nükûüe nasıl sabit olabilir? Sonra hem ikrarda hem de şahitlikte zina fiilinin açıkça tavsifi ve tasrihi şartı aranmaktadır. Böylece zorlaştırılmakta, mümkün mertebe vuku bulan zina olaylarının örtülmesi, şüyu edilmemesi amaçlanmakta, en küçük bir şüphe ile haddin bertaraf edilmesi ve düşürülmesi istenmektedir. Bu durumda, mal davaları dışında hiçbir had ve ceza davasında dikkate alınmayan ve bizzat kendisi şüphe olan nükûlle nasıl olur da hüküm verilebilir?!
Şafiî (r.h.), bir dirhem ve daha az konularda bile, en basit ta'zir için dahi nükûl ile hükümde bulunmanın caiz olmayacağı görüşündedir. Hal böyle olunca, nasıl olur da, çok önemli bir konuda, çok zor sabit olan ve en çabuk düşen bir davada onunla hükme gidilebilir?
20. Buharı, 86/30; Müslim, 1691.
Kadın diliyle ikrarda bulunsa, sonra dönse üzerine had gerekmemektedir. Dolayısıyla suçsuzluğu üzerine yapacağı yeminden sadece imtina etmesi durumunda ise, üzerine had öncelikle gerekmeyecektir.
Kadının zinasının tahakkukunda ikisinden birinin Hânının etkisi olmadığı anlaşılınca, ikisiyle (kocanın liânı, zevcenin nükûlü) birden tahakkuk edeceğini söylemek de iki sebepten dolayı mümkün olmayacaktır:
1) Her birinde mevcut olan şüphe, birinin diğerine eklenmesi ile yok olmaz. Yüz fâsıkın şahitliği gibi. Çünkü kadının nükûlünün, aşın utangaçlıktan, duruşma makamının heybet ve kalabalığından, sıkılganlıktan, konuşma aczinden dilin tutulmasından olma ihtimali, kocanın liânı ile ortadan kalkmaz. Kocanın liânındaki şüphe de kadının nükülü İle yok olmaz.
2) Diğer haklarda olduğu gibi, sadece yemin ile hükmedilemeyen davalarda, yeminle birlikte nükûlle de hükmedilemez. "Allah adı ile yapacağı dört şehadet, kendisinden azabı kaldırır." âyetine gelince; bu âyette geçen azaptan kastedilen kesin değildir. Had olabileceği gibi, hapis veya başka bir ceza da olabilir. Dolayısıyla "azab"dan had kasdedildiği kesin değildir. Çünkü mutlak bir kelime, harici bir delil olmadıkça mukayyede delâlet etmez. En azından ihtimal ifade eder, ihtimalle de had cezası sabit olmaz. Bu tez, daha önce geçen Hz. Ömer ve Hz. Ali'ye ait: "Had ancak beyyine veya itiraf (ikrar), ya da gebelikle (isbat edilmiş) olur." sözüyle de ağırlık kazanır.
Daha sonra bunlar, kadının Hâna yanaşmaması durumunda kendisine ne yapılacağı konusunda ihtilâf etmişlerdir. İmam Ahmed: "Erkeğin Hânından sonra, kadının liânûa bulunmadan kaçınması durumunda onu Hâna icbar ederim. Üzerine (Hândan önce) recm ile hükmetmekten korkarım. Çünkü kadın dili ile ikrarda bulunsa da, sonra dönse onu recmetmem. Bu durumda Hândan kaçınıyor diye nasıl recmedebilirim? " demiştir. İmam'dan ikinci bir
rivayet: "Serbest bırakılır." şeklindedir. Ebu Bekir de bu görüşü tercih etmiştir. Çünkü üzerine had vacip değildir, beyyinenin tamam olmaması durumundaki gibi tahliye edilmesi gerekir.
Haddi vacip kılanların karşı cevap ve tenkitleri:
Bunlar şöyle diyorlar: Malum olduğu üzere Yüce Allah, kocanın Hânda bulunmasını şahitlerden bedel ve onların yerine kaim kılmıştır. Hatta daha önce de geçtiği gibi Hân yapan kocaları şahitler saymıştır. Onların Hânlarının şehadet olduğunu açıkça belirtmiştir. Daha açığı, "Allah adı ile yapacağı dört şehadet, kendisinden azabı kaldırır." ifadesidir. Bu ifade, dünyevî azabın sebebinin vücuda gelmiş olduğuna ve bu azabı da kendisinden ancak Hânının kaldıracağına delâlet eder. Liânı ile kadından kaldırılacak "azab", "Mü'minler den bir grup onların azabına şahitlik etsin (hazır bulunsun)." âyetinde sözü edilen azaptır. Bu azap da kesinlikle haddir. Bu âyette ( -^ kelimesi muzaf olarak, liân âyetinde de ahid (bilgi) için olan ( J1) ile zikredilmiştir. Dolayısıyla, bu (-'),( v'-i* ) kelimesinin, Kur'an'da zikri geçmeyen, herhangi bir şekilde delâlet de bulunmayan hapis vb. bir cezaya yorulması caiz değildir. Sonra nasıl olur da kadın serbest bırakılır ve Hânsız kendisinden azab kaldırılır? Bu Kur'ân'ın zahirine açıkça muhalefetten başka bir şey değil midir?
Yüce Allah kocanın Hânını, kendisinden iftira cezasını, kadının Hânını da kendisinden zina cezasını düşürücü bir nitelikte kılmıştır. Koca Hânda bulunmadığı zaman nasıl kendisine iftira cezası tatbik ediliyorsa, kadın Hâna yanaşmadığında da kendisine zina cezası tatbik edilir.
"Kocanın liânı kadın üzerine haddi gerektiren bir beyyine olsaydı; kadın, yabancının şahitUğinde olduğu gibi Hân ile onu düşürme yetkisine sahip olamazdı." sözünüze gelince, onun cevabı şöyle olacaktır:
Liân hükmü, başlı başına müstakil bir hükümdür ve diğer davalar ve beyyinelerle ilgili ahkâma tâbi değildir. O kendi başına kaim bir asıldır, diğer hükümleri vaz'eden Allah onu da vaz'etmiş, helâl ve haramı açıklayan (Allah) onu da açıklamıştır. Kocanın Hânı şahitlerden bedel olunca, hiç kuşkusuz beyyine mertebesinden aşağı inmiştir. Böylece yalnız başına beyyine hükmü ile müstakil olmamıştır ve kadına benzeri bir Hânla karşı koyma hakkı tanınmıştır. Onun da liân etmesi durumunda biz kullar için iki taraftan birini tercih imkânı bulunmaz. Ama Allah onlardan birinin yalancı olduğunu bilir. Sadece kocanın Hânı ile kadına had tatbikinin bir gerekçesi yoktur. Kadına, ona karşı koyma ve kendisinin masum olduğunu ortaya koyacak Hân imkânı tanınır ve o da bunu yapmaz, kaçınırsa (nükûl), o zaman (iş değişir): Koca zina iddiasıyla Hânda bulunmuş (zina haddini gereJuirici tasarruf); buna da bir karine eklenmiş ve onu teyid etmiştir ki, bu karine kadının nükûlü ve kendisini azaptan kurtaracak, üzerinden haddi kaldıracak şeyden yüz çevirmesidir.
"Koca, kendisinden başka üç kişi ile birlikte kadın aleyhine şahitlik etse, bu şahitlikle kadına had gerekmez. Bu durumda sadece kendi şahitliği ile nasıl gerekebilir?" sözünüzün cevabı şöyledir: Kadın sadece şahitlikle had cezasına çarptırılmıyor. Bilâkis hem kocanın beş defa Iiânda bulunması, hem de kadının imkânı varken karşı Hânda bulunmadan kaçınması sebebiyle, hadde maruz kalıyor. Bu iki şeyin birleşmesinden, kocanın doğruluğuna gayet açık ve güçlü bir şekilde delâlet eden bir delil ortaya çıkmaktadır ki, bununla ulaşılan kanaat, şahitlerin şahitliğinden elde edilen kanaattan çok daha güçlüdür.
"O Hânın iki tarafından biridir. Kadının Hânının koca üzerine had gerektirmediği gibi, kocanın liâm da kadın üzerine had gerektirmez.*' sözünüzün cevabına gelince: Kadının liâni sadece haddi (düşürmek) için meşru kılınmış, haddi gerektirici olarak meşru kılınmamıştır. Nitekim Yüce Allah: "Kadının... şehadet etmesi kendisinden azabı kaldırır." buyurmuştur. Nas, kocanın Hânının haddi gerektirici, buna karşılık kadının liânımn ise haddi gerektirici değil, düşürücü olduğuna delâlet etmektedir. Bu itibarla, bunlardan birisini diğerine kıyas etmek, Yüce Allah'ın birbirinden ayırdığı şeyleri bir araya toplamak olur ki, o da bâtıldır.
Hz. Peygamber'in (s.a.); ( ^H* ji. ÎQ\ ) '*= Beyyine davacı üzerinedir." hadisine gelince, o başımızın gözümüzün üstüne! Hiç şüphe yoktur ki, kocanın zikredilen ve tekrarlanan liâm bir beyyinedir ve ona, bazılarınca ikrar, diğer bazılarınca da davacı beyyinesi makamında sayılan kadının nükûlü eklenmiştir. Böylece bu en güçlü beyyinelerden biri olmuştur. Buna şu husus da delâlet eder: Hz. Peygamber, ona: "Beyyine yoksa sırtına had" buyurmuş ve Allah bunu iptal etmemiştir. Bilâkis, onu kendisinden haddi düşürecek ayrı bir beyyine ikamesinden âciz kalması durumunda ikame edebileceği başka bir beyyineye çevirmiştir. Bu çevrilen beyyine rütbe olarak daha aşağıda olunca, bu kez onu güçlendirecek ayrı bir şeye itibar etmiştir ki, o da kadının karşı koymaya ve haddi def etmeye imkânı varken yüz çevirmesi, nükûlde bulunmasıdır.
"Kocanın Hânının gereği, kendisinden haddi düşürmektir; kadın üzerine haddi vacip kılmak değildir." şeklindeki sözünüze gelince; eğer siz bununla, "Onun gereği kendisinden haddi düşürmektir." diyorsanız doğrudur. Yok eğer, "Ondan haddin düşmesi liânın bütün gereğini düşürür, başka bir gere-ği yoktur." demeyi kastediyorsanız,
bu kesinlikle bâtıldır. Çünkü ayrılığın gerçekleşmesi veya aralarını ayırmanın vacipliği, ebedî veya geçici haramhk, kocanın tasrihi ile çocuğun açıktan veya Hân ile zımnen reddi ile iktifa, had ya da hapis yoluyla zevce üzerine azabın vacib olması, bütün bunlar Hânın gereklerindendir. Bu durumda, "Kocanın Hânı, sadece kendisinden iftira cezasının düşürülmesini gerektirir." demek doğru olmaz.
"Sahabe zina haddini üç şeyden biri ile gerekli görmüşlerdir: Ya beyyine veya ikrar (itiraf) ya da gebelik. Liân bunlardan değildir." sözünüzün cevabı da şöyle: Sizinle tartışmada olanlar şöyle diyorlar: "Eğer Hân ile kadın üzerine haddi gerekli kılmak bu sahabîlerin sözlerine muhalif oluyorsa, gebelikle haddi düşürmek onlara daha açık ve kuvvetli bir muhalefet olur." Onların gebelikle gerekli gördükleri haddi düşürmeyi ve onlara açıkça muhalefette bulunmayı tecviz eden ve fakat, sizin gibi düşünmeyenlere, bu üçün dışında bir sebeple haddi gerekli görme hususunda muhalefette bulunmayı haram kılan şey nedir, söyler misiniz? Oysa ki, onlar üç açıdan sizden daha çok mazu durlar:
Birincisi: Onlar bu sahabîlerin sözlü ifadelerine muhalefet etmemişlerdir. Onlarınki, sözlü beyanda bulunmadıkları mefhuma muhalefettir. Oyia ki siz, açıkça beyan ettikleri hususa muhalefet ettiniz.
İkincisi: Onların muhalefeti nihayet mefhumadır ve yine ashaptan bir grubun haddin gerekliliğini ifade ederek buna muhalefetleri sözkonusudur. Onlar ashabın üzerinde icma ettikleri bir hususa muhalefet etmemişlerdir. Siz ise onların sözlü beyanlarına (mantûk) muhalefet ettiniz ve burada onlara bir muhalifin bulunduğu da bilinmemektedir, ki bu gebelikle haddin gerekli olması hususudur. Sahabeden hiçbir kimsenin bu yüzden haddin gerekeceği konusunda Hz. Ömer ve Hz. Ali'ye muhalefetleri bilinmemektedir.
Üçüncüsü: Onlar sözkonusu mefhuma, bu geçen delillerin sözlü beyanlarına (mantûk) ve "Şehadet etmesi ondan azabı kaldırır." ifadesinin de mefhumuna dayanarak muhalefet etmişlerdir. Şüphesiz ki bu âyetin mefhumu (yani şehadet etmezse azab düşmez şeklindeki mefhum-ı muhalifi), Hz. Ömer'in ve Hz. Ali'nin sözlerinin mefhumundan daha güçlüdür. Onlar daha güçlü ve evlâ olan bir mefhumdan dolayı, başka bir mefhumu terketmişlerdir. Hem onlar sahabeye nasıl muhalefet etmiş olurlar? Çünkü onların sözleri, sahabenin sözlerine uygundur. Zira liân kadının nükûlü ile birleşince, daha önce de geçtiği üzere en güçlü beyyinelerden birisi olmaktadır.
"Kadının zinası tahakkuk etmemiştir..." sözünüze gelince, cevabı şöyle olacaktır: Eğer siz "tahakkuk" sözünden muharremât gibi yakîn ve kesin demeyi kastediyorsanız, haddin uygulanması için bu şart değildir. Eğer bu şart olsaydı dört kişinin şahitliği ile ceza tatbik edilemezdi. Zira onların şahitlikleri zinayı bu mânada muhakkak kılmaz. Eğer "tahakkuk etmemek"ten de, sübut tarafı ağır basmayacak şekilde eşit olarak şüphelidir demeyi kastediyorsanız, bu da kesin olarak bâtıldır. Aksi takdirde Hânı ile üzerinden düşürülen azab, kadın üzerine vacib olmazdı. Hiç şüphe yok ki, kocanın tekitli ve mükerreren yapılan Hânı ile imkânı varken kadının nükûlde bulunmasından hasıl olan tahakkuk, dört şahitle elde edilecek tahakkuktan daha güçlüdür. Çünkü olabiHr ki, şahitlerin kadına karşı bir garazları vardır ve bu yüzden ona iftirada bulunmak, şerefini çiğnemek, ko'cası ile aralarını bozmak istemişlerdir. Kocada ise böyle bir garazın bulunması sözkonusu değildir.
"Eğer tahakkuk edecek olsa ya kocanın Hânı ile, ya kadının nükûlü ile, ya da her ikisiyle tahakkuk edecektir..." sözünüze gelince; her ikisiyle birden tahakkuk etmektedir. İki şeyden her birinin haddi gerektiricilikte müstakil olmayışı ve zayıf bulunuşundan, ikisinin birlikte haddi gerektiricilikle müstakil bir delil olamayacağı gerekmez. Zira bu, yalnız başına hükme mesned olamayan, fakat bir başkasından aldığı kuvvetle birlikte mesned olabilen her tekin Özelliğidir.
"Şafiî'ye şaşmak lâzım! Bir dirhemlik bir davada nükûl ile hükmetmiyor da, Sâri' Teâlâ'nın örtmeye son derece gayret ettiği,sübutu için en büyük beyyıneyi (dört şahit) istediği bir haddin uygulanmasında onunla hükümde bulunuyor." sözünüze gelince, burası ne Şafiî, ne de bir başka imamın müdafaasının yapıldığı yer değil. Bu kitabımız da bu amaç için yazılmamıştır. Kasdı-mız herhangi bir âlimi desteklemek de değildir. Bizim bu kitaptan maksadımız sadece Hz. Peygamber'in (s.a.) yaşantısında, kazalarında, koyduğu hükümlerinde gerçekleştirdiği rehberliğini, O'nun hatt-ı harekâtım ortaya koymaktır. Bunun ötesinde girdiğimiz izahlar vb. hep asıl maksadımıza tâbidir, maksadımız olduğu için verilmiş değildir. Farzet ki, nükûl ile hükmetmeyen kimse kendi içerisinde tenakuza düştü. Bunun Hz. Peygamber'in (s.a.) koyduğu şeriata ne zararı olur?
Kaldı ki İmam Şafiî bir tenakuz içerisinde değildir. Çünkü o, bir desteği bulunmayan sade nükûl ile Hânla beraber olan nükûlü ayırmıştır. Liân deyip de geçmeyiniz, tekitli ve mükerreren yapılmakta, koca hakkında hâl karinesi ile beraber beyyıne yerine geçmektedir. Koca, karısının zina etmesi, onun rezü-rüsvaylığı, yuvasının yıkılması, kendisinin ve sevgilisinin müslümanlarm gözü önünde büyük kalabalık içinde dikilerek, Allah'a dört defa yemin ettikten sonra, eğer yalancılardan ise kendi üzerine Allah'ın lanetini dilemesi gibi durumlar koca için hiç de hoş olmayan şeyler olmasına rağmen liânda bulunmuşsa, iddiasının doğruluğuna bu bir hâl karinesi olur. İmam Şafiî, işte böylesi
Yüce Allah şöyle buyurur: "Eşlerine zina isnadında bulunup da kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince, onların her birinin şahitliği, kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ederek şahitlik etmesi, besince defa da, eğer yalan söyleyenlerden ise, Allah'ın lanetinin kendi üzerine olmasını dilemesidir.
Kadının, kocasının yalan söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ile şahitlik etmesi, beşinci defa da, eğer (kocası) doğru söyleyenlerden ise, Allah'ın gazabının kendi üzerine olmasını dilemesi, kendisinden cezayı kaldırır."(1>
Sahihayrfâa. Sehl b. Sa'd hadisi şöyledir: Uveymir el-Aclânî, Âsim b. Adiy el-Ensarî'ye gelerek: "Ne dersin ya Âsim! Bir adam karısının yanında birini bulursa onu öldürür. Siz de kendisini öldürür müsünüz?. Yoksa ne yapar? Şunu benim için ya Âsim, Rasûlullah'a (s.a.) soruver!" demişti. Âsim da Rasûlullah'a (s.a.) sormuş, Rasûlullah (s.a.) bu suallerden hoşlanmamış; onlan ayıp görmüştü. Hatta (bu meyanda) Rasûlullah'tan işittiği sözler, Âsım'a ağır gelmişti. Âsim evine dönünce Uveymir gelmiş ve: "Ya Âsim! Rasûlullah (s.a.) sana ne dedi?" diye sormuştu. Âsim: "Sen-bana hayır getirmedin; Rasûlullah (s.a.) kendisine sorduğum sorudan hoşlanmadı." dedi. Uveymir: "Vallahi ben bu meseleyi ona sormaktan vazgeçmeyeceğim." diye karşılık verdi. Derken Uveymir kalkarak, halk arasında bulunan Rasûlullah'ın yanına geldi.
1. Nûr, 24/6-9.
ve: "Ya Rasûlullah! Ne buyurursun, bir adam karısının yanında birisini bulursa onu öldürür, siz de kendisini öldürür müsünüz; yoksa ne yapmalı?" diye sordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Seninle zevcen hakkında âyet indi. Haydi git de onu getir" buyurmuştu.
Sehl şunu söyledi: Müteakiben Iiân yaptılar. Ben de halk ile beraber Rasû-iullah'ın yanında idim. Liânı bitirdikleri vakit Uveymir: "Eğer karımı nikâhım altında tutsam, hakkında yalan söylemiş (oldum) Ya Rasûlallah!" demiş ve kendisine Rasûlallah (s.a.) emretmeden onu üç talâkla boşamıştı.
Zührî şöyle der: "Artık bu, Hân yapanların âdeti olmuştur."
Sehl devamla: "Kadın hamile idi. Artık çocuğu annesinin adı ile çağrılıyordu. Sonra Allah'ın farz kıldığı üzere, çocuğun kadına, kadının çocuğa varis olması sünnet halini aldı." demiştir.
Bir rivayette: Mescidde Hânda bulundular ve Hz. Peygamber'in yanında karısından ayrıldı. Hz. Peygamber: "İşte Hân yapanlar arasındaki ayırma (tefrik) budur." buyurdu, denilmektedir.{2)
SehTinf "Kadın hamile idi..." sözü Buharî'de Zührî'nin sözü olarak verilmiştir. Buharî'nin rivayetinde şu da vardır: Sonra Hz. Peygamber: "Bakınız, eğer bu kadın, vücudu siyah, gözlerinin siyahı koyu, kıçının iki yanı büyük, baldırları kaba tipte bir çocuk getirirse, muhakkak ben Uveymir'in bu kadına zina isnadında doğru olduğunu sanırım. Eğer kadın kelergillerden kızılca kurt gibi kızıl bir çocuk doğurursa, bu defa da ben şüphesiz kadına bühtan ve iftira ettiğini sanırım." buyurdu. Sonra çocuk, Rasûlullah'ın Uveymir'i tasdik yollu tasvir ettiği şekilde doğdu.
Bir rivayette: "Kadın hamile idi. (Uveymir) hamli(n kendisinden olduğunu) inkâr etti." şeklindedir.(3)
Sahih-i Müslim'de İbn Ömer anlatır: Falan oğlu falan Hz. Peygamber'e: "Ya Rasûlullah! Ne buyurursun, birimiz karısını kötülük yaparken bulsa ne yapmalıdır? Konuşmuş olsa, pek büyük bir şey hakkında konuşacak; sussa yine böyle bir şey hakkında susacak!" dedi. Hz. Peygamber (s.a.) sükut buyurdu; ona cevap vermedi. Biraz arası geçince o adam tekrar gelerek: "Ya Rasûlallah! Sana sorduğum başıma geldi." dedi. Bunun üzerine Allah (c.c), Nûr süresindeki: "Kanlarına iftira atanlar..." âyetlerini indirdi. Hz. Peygamber (s.a.) bunlan o zata okudu, kendisine vaaz ve nasihatta bulundu. Dünya azabının ahiret azabından kolay olduğunu ona haber verdi. Adam: "Hayır! Seni hak (din) ile gönderen Allah'a yemin olsun ki, kanma iftira etmedim." dedi. Sonra kadını çağırdı. Ona da vaaz ve nasihatta bulundu ve dünya azabının ahiret azabından kolay olduğunu haber verdi. Kadın: "Hayır! Seni hak (din) ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, bu adam hakikaten yalancıdır!" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.) (Hâna) erkekten başladı. Adam kendisinin gerçekten doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah'a şehadet etti. Beşinci şehadet: Eğer yalaıicılardansa Allah'ın laneti kendi üzerine olması idi. Sonra Hz. Peygamber (s.a.) bunlan kadına tekrarlattı. O da: Adamın gerçekten yalancılardan olduğuna, dört defa Allah'a şehadet etti. Beşincide: Şayet kocası doğru söyleyenlerdense Allah'ın gazabı kendi üzerine olması idi. Müteakiben Hz. Peygamber onları birbirinden ayırdı.(4)
2. Buharı, 68/29; Müslim, 1492(1,2,3)
3. Buharı, 65/24 (1)
Sahihayn'da, şöyle belirtilir: Hz. Peygamber'in Hânda bulunan eşlere: "Hesabınız Allah'a kalmıştır. Biriniz yalanadır. Senin kadın aleyhine bir deliHn yok." buyurdu. Erkek: "Ya Rasûlallah! Ya (mehir olarak verdiğim) malım?" diye sordu. Hz. Peygamber: "Sana mal yok. Eğer kadın aleyhinde doğru söylediysen, mal, fercinin sana helâl olmasına tekabül eder. Yalan söylediysen, bu mal talebi senin için ondan daha uzaktır." buyurdu.
Yine Sahihayn'd&ki bir rivayette Hz. Peygamber: "Vallahi, ikinizden biri mutlaka yalancıdır. Tövbe edeniniz var mı?" buyurmuştur.<5>
4. Müslim, 1493.
5. Buharı, 68/33; Müslim, 1493 (5,6).
Yine Sahihayn'da îbn Ömer'den nakledilmiştir: Bir adam Hz. Peygamber (s.a.) devrinde Hânda bulundu. Rasûlullah (s.a.) onları ayırdı ve çocuğu annesinin (nesebine) kattı.*6*
Müslim'de İbn Mes'ûd hadisinde Hân edenlerle ilgili olayda şu anlatılır:
Erkek, kendisinin hakikaten doğru söyleyenlerden olduğuna Allah'a dört defa şehadette bulundu. Sonra beşincide: Eğer yalancılardan isem Allah'ın laneti kendi üzerime olsun, diye lanette bulundu. Arkasından kadın Hân yapmaya kalktı. Rasûlullah (s.a.) ona: "Vazgeç!" buyurdu. Fakat kadın razı olmadı ve Hân yaptı. Onlar dönüp gittikten sonra Hz. Peygamber: "Umulur ki bu kadın, kara, cılız bir çocuk doğurur." buyurdu. Müteakiben kadın kara, cılız bir çocuk doğurdu.(7)
6. Buhar; 68/33; Müslim, 1494.
7. Müslim, 1495.
Yine Sahih-i Müslim'de Enes b. Mâlik şöyle anlatır: Hilâl b. Ümeyye, karısına Şerik b. Sehma ile zina isnadında bulundu. Şerik, Berâ b. Malik'in anne bir kardeşi olup İslâm'da ilk Iiân yapan adamdı. Hilâl kansı ile Iânet-leşti. Bunun üzerine Rasûluilah (s.a.): "Kadını gözetleyin! Eğer beyaz (tenli), düz saçlı, bozuk gözlü bir çocuk doğurursa, çocuk Hilâl b. Ümeyye'ye; sürmeli gözlü, cılız, ince baldırh doğurursa Şerik b. Sehma'ya aittir." buyurdu. Bilahare haber aldım ki kadın sürmeli gözlü, cılız, ince baldırh bir çocuk doğurmuş.(
Sahihayn'da. İbn Abbas, benzeri bir ifadeyle bu olayı anlatmıştır. İbn Abbas'a bir adam: Rasûlullah'ın: "Bir kimseyi şahitsiz recmetseydim, bu kadını recmederdim." buyurduğu kadın bu mudur? diye sormuş. O da: "Hayır, o İslâm'da aşikâr kötülük işleyen bir kadındı." cevabını vermiştir.(9)
Bu hadisin Ebu Davud'a ait rivayetinde İbn Abbas şöyle demiştir: "Hz. Peygamber onları ayırdı ve çocuğun, baba adıyla çağrılmamasına, ne kadına ne de çocuğa zina isnadında bulunuimamasına; kim kadına ya da çocuğa zina isnadında bulunursa kendisine (iftira) cezası gerekeceğine hükmetti. Ayrıca talaksız ayrılmış oldukları için ölüm iddeti de olmadığından kocanın kadın lehine mesken ve nafaka (iddet nafakası) yükümlülüğü olmadığına da hükmet-ti."(10)
Buharî zikreder: Hilâl b. Ümeyye, Nebî (a.s.)'ın huzurunda kansma, Şerik b. Sehma ile zina etti, diye söz attı. Rasûluilah da Hilâl'e: "Dört şahidini hazırla, yahut arkana had (vurulur)." buyurdu. Bunun üzerine Hilâl: "Ya Rasûluilah! Bizim birimiz karısının üstünde bir erkek görürse şahit aramağa mı gidecek? (Şahit getirinceye kadar) işini görüp savuşmaz mı?" diye itiraz etti. Rasûl-i Ekrem: "Sen şahitlerini hazırla, aksi takdirde arkana iftira cezası (seksen değnek) vurulur." demeğe devam etti. Bunun üzerine Hilâl b. Ümeyye: "Ya Rasûlallah! Seni hak peygamber gönderen Allah Teâlâ'ya yemin ederim ki, muhakkak ben kesin olarak doğru söylüyorum ve eminim ki, Allah benim sırtımı hadden kurtaracak bir vahiy, bir âyet gönderecektir." dedi. Bu sırada hemen Cibril İndi, Rasûl-i Ekrem'e: "Eşlerine zina isnad edip de..."(lı> âyetlerini getirdi. Bunun üzerine Rasûluilah, kadına haber gönderdi. Kocası Hilâl de hazır bulundu. îlk önce Hilâl şehadet ve yemin etti. Rasûl-i Ekrem:
8. Müslim, 1496.
9. Buharî, 68/36; Müslim, 1497.
10. Ebu Davud, 2256; Ahmed, 2131; Tayalisî, 2667; Taberî, 18/65, 66. Senedinde Abbâd b. Mansur vardır. O hafızasının iyi olmaması ve tedlisciliği sebebiyle zayıf bir ravidir. Ancak hadisi İbn Hacer (et-Telhîs, 3/227'de) Hailâl'ın el-İtel'inden, îbn İshak tariki ile, Amr b. Şuayb'ın da babası ve dedesi vasıtasıyla buna benzer bir hadisi zikretmiştir.
11. Nur, 24/6-9.
"Allah muhakkak bilir ki, sizin biriniz elbette yalancıdır. Şu halde içinizden tevbe eden (ve Han yemininden dönen) var mıdır?" buyurdu. Sonra karısı şehadette bulundu. Beşinci yemine sıra geldiğinde, mecliste hazır
bulunanlar, kadını durdurarak: "Bak kadın! Bu beşinci yemin azabı mucibtir." ihtarında bulundular.
Râvi îbn Abbas der ki: Bu ihtar üzerine kadın biraz ağırlaşip durakladı. Hatta biz kadını yemin etmekten vazgeçecek ve geri dönecek sandık. Sonra kadın (kendisini toplayıp): "(Şimdiye kadar şerefle yaşamış) kavim ve kabilemi ben bundan sonraki günlerde rezil ve rüsvay etmem!" diyerek Iiân yeminini yerine getirdi. Sonra Rasûl-i Ekrem: "Bu kadına bakınız. Eğer gözleri sürmeli, iki kıçı iri, baldırları kalın bir tipte çocuk dünyaya getirirse, çocuk Şerik b. Sehma'ya aittir." buyurdu. Kadın da hakikaten böyle bir çocuk doğurdu. Bunun üzerine Rasûluilah: "Eğer Allah'ın Kitab'mın Iiân hükmü infaz edilmemiş olsaydı, benimle bu kadın arasında bir macera vardı (Yani ben o kadına zina cezası icra ederdim.)" buyurdu.(12)
12. Buharî, 65/24.
Sahihayn'da rivayet edilir. Sa'd b. Ubâde: "Ya Rasûlallah! Ne buyurursun, karısının yanında bir adam bulan kimse onu öldürebilir mi?" diye sormuş, Rasûluilah (s.a.): "Hayır!" cevabını vermişti. Sa'd: "Seni hak (din) ile gönderen Allah'a yemin ederim, ki bilâkis evet!" demişti. Bunun üzerine Rasûluilah: "Efendinizin söylediğine kulak verin!" buyurmuştu.
Bir başka rivayette: "Ya Rasûlallah! Eşimin yanında bir adam bulursam dört şahit getirinceye kadar ona mühlet verecek miyim?" diye sormuş. O da: "Evet!" cevabım vermişti.
Bir başka rivayette: "Eşimin yanında bir adam bulsam, dört şahit getirinceye kadar dokunmayacak mıyım?" diye sordu. Rasûl-i Ekrem: "Evet!" cevabını verdi. Sa'd: "Asla olamaz. Seni hak (din) ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, ben onu bundan önce mutlaka kılıçla tepeleyiveririm!" dedi. Rasûluilah (s.a.) şöyle buyurdu: "Efendinizin söylediğine kulak verin. O hakikaten gayur (kıskanç, gayretli) dur. Ben ondan daha gayurum. Allah da benden daha gayurdur."
Bir başka rivayet ise şöyledir: "Ben eşimin yanında bir adam görürsem onu mutlaka ters tarafını çevirmeden kılıçla vururum." dedi. Bu söz Rasû-lullah'ın (s.a.) kulağına vardığında şöyle buyurdu: "Siz SaM'ın gayretine şaşıyor musunuz? Vallahi ben ondan daha gayurum; Allah da benden daha gayurdur. Gayretinden dolayıdır ki, Allah kötülüklerin aşikârını, gizlisini haram
kılmıştır. Allah'tan daha gayur, hiçbir şahıs yoktur. Allah'a olduğundan fazla hiçbir kimseye özür makbul olamaz. Bunçlan dolayıdır ki Allah, Peygamberi müjdeci ve korkutucu olarak göndermiştir. Allah'tan başka hiçbir kimseye övgü daha makbul değildir. Bundan dolayıdır ki, Allah cenneti vaad etmiş-
tir.(13)
2— Liân Her Eş Arasında Yapılabilir:
Bu hadislerden birçok hüküm çıkmaktadır:
Lîân her eş arasında yapılabilir: Eşlerden her ikisinin ya da birisinin müslü-man, kâfir, âdil, fasık, iftira cezasına çarptırılmış olup olmamaları arasında fark yoktur. İshak b. Mansur rivayetinde İmam Ahmed şöyle demiştir; "Bütün eşler liân yapabilirler. Hür erkek, zevcesi olan hür kadın ve cariyeye; köle zevcesi olan hür kadın ve cariyeye karşı; müslüman koca yahudi ya da hıris-tiyan zevcesine karşı Iiânda bulunabilir.'* Bu aynı zamanda Mâlik, İshak, Saîd b. Müseyyeb, Hasan, (el-Basrî), Rebîa, Süleyman b. Yesâr'ın da görüşleridir.
Re'y âlimleri, Evzaî, Sevrî ve daha başka bir grup da Iiâmn ancak müslüman, âdil, hür ve iftira cezasına çarptırılmamış eşler arasında cari olabileceği görüşünü benimsemişlerdir. Bu görüş İmam Ahmed'den de rivayet edilmiştir.
Bu iki görüşün yaklaşımları şu şekildedir: Liân kendisinde iki özelliği bir arada toplamaktadır: Yemin ve şehadet. Nitekim Yüce Allah liâna, "şehadet" tabirini kullanırken Hz. Peygamber de: "Eğer yeminler olmasaydı, onunla benim aramda bir macera olurdu." buyurduğunda "yemin" ifadesini kullanmıştır. Dolayısıyla yemin tarafını ağır bastıranlar yemin yapması sahih olan herkesin Hânda bulunabileceğini söylemişlerdir. Bunlara göre, "Kadınlara zina isnadında bulunanlar..." ifadesinin genel (âm) oluşu da bunu gerektirmektedir. Hz. Peygamber onu yemin diye İsimlendirmiştir; Allah'ın ismine ve tekitli bir yemin sözcüğüne ve onun cevabına ihtiyaç vardır. Yine yemin olduğu içindir ki, Hânda —şehadetin aksine— kadın ve erkek eşittir. Eğer şehadet olsaydı, lâfzı tekrarlanmazdı. Yemin ise öyle değildir. Kasâmede olduğu gibi, yeminin tekrarlanması meşrudur. Hem şehadeti makbul olmayan bir insanın liân ve çocuğun reddine olan ihtiyacı, şehadeti makbul insanların ihtiyacı ile aynıdır. Şehadeti makbul olmayanın başına gelen ve Hâna götürecek olan durum, âdil ve hür insanın başına gelen durum gibidir. Şeriat iki türden birinin zararım kaldırıp, onun hakkında bir çıkış ve kurtuluş yolu indirip de, diğer türü sıkıntı
13. Buharı, 86/40; Müslim, 1498, 1499.
ve ağır yükler altında eli kolu bağlı bir vaziyette bırakmaz. Mümkün müdür ki şeriatte, bir kişi yardım isteyecek de ona el uzatılmayacak eman isteyecek eman verilmeyecek, konuşmuş olsa konuşamayacak (çünkü ceza var), sussa susamayacak (çünkü içi rahat etmeyecek), Allah'ın rahmeti ona dar gelece! ve sadece şehadeti makbul insanları kapsayacak olsun? Bu, Rahmet Peygarhj beri'nin hoşgörü ve genişlik esasına dayalı şeriatının asla kabul etmeyeceği bir durumdur.
Diğerlerinin delilleri: Yüce Allah (c.c): "Eşlerine zina isnadında bulı nup kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince, onların her birinin şahı ligi..." buyurmaktadır. Bu âyette üç açıdan delil vardır:
Birincisi: Yüce Allah lian yapacak kocaları şahitlerden istisna kılmıştıı . Buradaki istisna kesinlikle istisna-ı muttasıldır. Bu yüzdefı de kelimesi merfu olarak gelmiştir.
İkincisi: Kocaların Hânda bulunmalarının bir şehadet olduğunu tasrj ı etmiş, sonra Yüce Allah daha ziyade beyanda bulunarak: "Kadının, kocajf nın yalan söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ile şahitli etmesi, beşinci defa da, eğer (kocası) doğru söyleyenlerden ise, Allah'ın gaz! bınm kendi üzerine olmasını dilemesi, kendisinden cezayı kaldırır." buyui muştur.
Üçüncüsü: Yüce Allah liân ifadelerini şahitlerin yerine bedel kılmış bulunmamaları durumunda onların yerini aldırmıştır.
Amr b. Şuayb, babası ve dedesi kanalıyla Hz. Peygamber'in: "Ne ı köle, ne de iki kâfir arasında liân yoktur." buyurduğunu rivayet eder. E'|u Ömer b. Abdİlber, bunu et-Temhîd'de zikretmiştir. |
Dârakutnî yine aynı zattan, aynı senetle merfu olarak: "Dört (grup) vardır ki bunlar arasında liân yoktur: Hür ve cariye arasında liân yoktur. Hür kadın ve köle arasında liân yoktur. Müslüman ve yahudi kadm arasında liân yoktur. Müslüman ve hıristiyan kadm arasında liân yoktur."(14) hadisini nakleder.
Abdürrezzak, Musannef İnde İbn Şihab'dan, şöyle dediğini nakleder: Hz. Peygamber'in, (Mekke valisi) Attâb b. Esîd'e talimatından birisi de: "Dört (grup) arasında liân yoktur." buyurarak yukardakileri saymasidır.(15)
14. Dârakutnî, 3/163. Senedinde metruk olan Osman b. Abdurrahman el-Vakkâsî vardır. Yine Dârakutnî ve İbn Mace başka bir tarikten de rivayet etmişlerdir. Onun senedinde gerçekten çok zayıf olan Osman b. Atâ el-Horasânî vardır. Evzaî ile İbn Cüreyc —ki ikisi de büyük imamdırlar—, Amr b. Şuayb—babası—dedesi tarikiyle bu sözü rivayet ermişler, fakat Hz. Peygamber'e ref etmemişlerdir. Bk. Musannef, 12508 ve Dârakutnî1 nin Sürei
15. Musannef, 12498.
Hem sonra liân şahitlikten bede! ve şahitlerin bulunmaması halinde onların yerine kâim kılınmıştır. Dolayısıyla ancak şahitlikleri makbul olan kimseler liân yapabilirler. Liân şahitlik sayıldığı içindir ki, kadın Hândan kaçındığında kocanın yaptığı dört liân ifadesi, dört zina şahidi yerinde kabul edilerek zina cezasına çarptırılmaktadır.
Bu geçen yeminler olmasaydı, benimle onun arasında bir macera olurdu." şeklindeki hadise gelince; mahfuz olan ve Buhari'de yer alan ifadesi: = Eğer Allah'ın Kitab'ında geçen (hüküm) olmasaydı..." şeklindedir.
şeklindeki rivayet Abbâd b. Mansur'un rivayetidir.
Pek çok kimse onu tenkit etmiştir. Yahya b. Maîn: "O bir şey değildir." demiş. Ali b. el-Huseyn b. el-Cüneyd er-Râzî: "Metruktür, kadercidir." demiş. Nesâî de zayıf olduğunu söylemiştir.
Şeriatte yerleşik bir kaide vardır: Beyyine, müddeî üzerine, yemin de münkir (inkâr eden davacı) üzerinedir. Koca burada iddia makamındadır. Dolayısıyla onun Hânı şehadet olmaktadır. Eğer yemin olsaydı, müdeî (davacı) olduğu için (liân) kendi tarafına düşmezdi.
Birinci görüş sahiplerinin cevaplan:
Liâna şehadet isminin verilmesi, Hânda bulunanın yemininde: ( it, jl^Î ) "Allah adına şahitlik ederim ki..." demesindendir. Lâfzına itibarla her ne kadar yemmse de, bu şekilde şehadet diye isimlendirilmiştir. Nasıl yemin olmaz ki, Hânda bulunan kasem ve cevabı ile onun yemin olduğu tasrih edilmiştir. Yine, ( İÜ -4J.Î ) demesi durumunda bununla yemin etmiş olmaktadır. Bu yeminde sarih bir ifade olduğu için yemine niyet edip etmemesi durumu değiştirmez. Araplar hem lügatlerinde, hem de kullanışlarında bu ifadeyi yemin saymaktadırlar. Kays şöyle demiştir:
"Allah yanında şehadet ederim ki, ben onu gerçekten sevmekteyim. İşte budur onun bendeki yeri; acep nedir
ondaki benim yerim."(16)
Bu beyitte, bir insanın Allah'ın ismini zikretmese bile sadece ( .Î4İ1 ) demesiyle yemin etmiş olur görüşünde olanlar için delil vardır. İmam Ahmed'-den gelen bir rivayet de öyledir. İkinci rivayete göre, ancak niyetle yemin olur. Bu, aynı zamanda çoğunluğun görüşü olmaktadır. ( Jıı j^ıî ) demesi ise, niyet-
16. Beyit Divan'ının 300. sayfasındaki kasidesindedir.
siz mutlak zikrinde bile yine çoğunluğa göre yemindir.
îlâ yapanların şahitlerden istisnası konusuna gelince; şöyle denilebilir: Herşeyden önce âyetindeki
mânasında sıfattır. Yani şeklindedir. Çünkü kelimeleri sıfathk ve istisnaiık mânalarında birbiri yerine kullanılabilir. anlamında ile istisna yapılabilir. anlamında ile vasıflandınlmaya gidilebilir. (Bu takdirde mâna, "şahid olarak sadece kendileri" değil de; "kendilerinden gayrı şahitleri..." şeklinde olur.)
İkinci olarak,kelimesi dan müstesnadır. Ancak bu istisnanın Benî Temim lûgatına göre munkatı olması caizdir. Çünkü onlar isîisnay-ı munkatı'da da, müstesnayı bedel olmak üzere okuyorlar. Nitekim hem onlar, hem de Hicazİılar istisnay-ı muttasılda da, müstesnayı bedel oîmak üzere i'raba tâbi tutmaktadırlar.
Üçüncü olarak,kelimesi dan, sadece sözlerinin kabulü konusunda onların yerlerinde tutuldukları için istisnaya gidilmiştir. Bu izah, özellikle de, kadın Hândan kaçındığında, kocanın Hânı durumunda recmedi-lir görüşünde olanlara göre —ki sahih olan da budur— gerçekten güçlüdür. İnşaallah izahı ilerde gelecektir. Doğrusu şudur: Liân iki vasfı bir arada bulundurmaktadır: Yemin ve şehadet. O hem kasem ve tekrarla tekid edilmiş bir şehadettir; hem de şartlar gereği durumun te'kidini gerektirdiği için şehadet lâfzı ve tekrarlan yapılmış ağır bir yemindir. Bu yüzden Hânda on türlü te'kid bulundurulmuştur:
1— Şehadet lâfzının zikri.
2— Kasemin Rab Teâlâ'nın yüce isimlerinden ve esmâ-i hüsnânın bütün mânalarını içinde toplayan "Allah" (c.c.) ismi ile zikredilmiş olması.
3— Cevap cümlesinin, üzerine kasem edilen şeyin te'kidini sağlayan edatlardan olan ( jı ), ve ( J ) ile te'kidi.
4— Bunun dört defa tekrar edilmesi.
5— Beşinci defasında, eğer yalancılardansa kendi üzerine Allah'ın llıe-tini istemesi.
6— Hz. Peygamber'in, beşinci yemin sırasında, onun Allah'ın aza*im gerektirici olduğunu ve dünya azabının ahiret azabından ehven olduğunu b| irt-mesi. r
7— Kocanın Hânını, kadın üzerine azabın husulünü gerektirici kılması.
Azabdan maksat ya haddir ya da hapistir; kadının Iiânım da, kendisinden azabı uzaklaştırıcı kılması.
8— Bu Hân, ikisinden biri üzerine, ister dünyada ister ahirette olsun mutlaka azabı gerektirmektedir.
9— Liânda bulunan eşleri ayırmak, kadının yuvasını ayrılıkla yıkmak, harab etmek-
10— Ayrılığın ve aralarındaki haramlığın devamlı olması.
Liânın durumu işte böyle olunca, o hem şehadetle iç içe bulunan bir yemin; hem de yeminle birlikte olan bir şehadet kılınmıştır; liânda bulunan erkek sözünün kabulü için şahit gibi sayılmıştır. Eğer kadın Iiâna yanaşmayacak olsa şahitliği yürüyecek ve kadın had esasına çarptırılacaktır. Erkeğin şahitliği ve yemini iki şey ifade etmektedir: Kendisinden (iftira) haddini düşürmekte, kadına (zina) haddini gerektirmektedir. Eğer kadın da liânda bulunur ve böylece erkeğin liânı başka bir Iiânla karşılaşırsa, bu durumda erkeğin Hânı sadece kendi üzerinden haddin düşmesini sağlar, kadın üzerine haddin uygulanmasını gerektirmez. Böylece erkeğin liânı, kadına değil de kendisine nisbetle şehadet ve yemin olmaktadır. Çünkü eğer liân sırf bir yemin olsaydı, erkeğin 'nücerred yeminiyle kadın had cezasına çarptırılmazdı. Eğer şehadet olsaydı, sadece kendisinin şahitliğiyle kadına yine had tatbik edilmezdi. Ama buna kadının Hândan kaçınması da eklenince, erkek hakkında, te'kidli ifadeleri ile ısrarı ve kadının da kaçınması sebebiyle şehadet ve yemin tarafı kuvvet kazanır, bu durum erkeğin doğruluğuna açık bir delil olur ve ondan (iftira) haddini düşürür; kadına da (zina) cezasını vacip kılar.
Bu olabilecek en güzel hükümdür. Düşünen bir kavim için Allah'tan daha güzel hükmü olan kim vardır! Böylece ortaya çıkmıştır ki, liân hem yemindir, içinde şehadet mânası vardır, hem de şehadettir, içinde yemin mânası vardır.
Amr b. Şuayb'ın, babası ve dedesi kanalıyla rivayet ettiği hadise gelince; eğer onun Amr'a ulaşması sahih olsaydı, ne kadar açık bir delâleti olurdu. Ama heyhat! Amr'a ulaşıncaya kadar tarikinde nice badireler, nice uçurumlar var! İbn Abdilber: "Bu hadisin senedinde Amr b. Şuayb'dan beride kendisine güvenilebilecek hiçbir kimse yoktur." demiştir.
Dârakutnî'nin rivayet ettiği diğer hadisine gelince, onun da yolu üzerinde Osman b. Abdurrahman el-Vakkâsî vardır. Hadisçİlerin icmaı ile o da "metruk"tur. Dolayısıyla onun yüzünden hadisin yolu kesiktir.
Abdürrezzak'ın rivayetine gelince, hadisçilere göre Zührî'nin mürselleri zayıftır ve delil olarak kullanılamaz. Hem Attâb b. Esîd, Hz. Peygamber'in Mekke valisi idi. Mekke'de yahudi ya da hıristiyan yoktu ki Hz. Peygamber ona, onlar arasında liânda bulunmaması talimatını versin.
"Bu geçen yeminler olmasaydı..." hadisini reddediyorsunuz. Oysa ki hadisi Ebu Davud Sünen'mde rivayet etmiştir. İsnadı da fena değildir. Seneddeki Abbâd b. Mansur'a sarılmanız, reddi için yeterli değildir. Onun en büyük kusuru kaderci olması ve mezhebinin propagandasını yapmasıdır.'171 Bu ise hadisinin reddini gerektirmez. Sahih'te, doğruluğu bilinen kimselerden olmak kaydıyla Kaderiyye, Mürcie, Şia'ya mensup birçok râviye yer verilmiştir.(I8) "Eğer Allah'ın Kitab'mda geçen (hüküm) olmasaydı..." ifadesi ile "Bu geçen yeminler olmasaydı..." rivayeti arasında bir zıdhk da yoktur ki, iki lâfızdan birinin diğerine tercih ve takdimine ihtiyaç duyulsun. Çünkü, "geçen (söylenen) yeminler" bizzat Allah'ın kitabındadir; Allah'ın kitabı da, liânda bulunan eşler arasında vaz'ettiği hükmüdür. Hz. Peygamber bu sözüyle, "Eğer Allah'ın, liânda bulunan eşler arasını ayıran hükmü geçmiş olmasaydı..." demek istemiştir.
"Şehadet (beyyine) davacı tarafına, yemin de davalı tarafına düşer." kaidesinin şeriatta yerleşikliğiyle ilgili sözünüze birkaç açıdan cevap verilebilir:
Birincisi: Şeriat bu kaide üzerinde sabit değildir. Aksine kasâmede davacıların yemini ile işe başlamaktadır. Bu karinelerle (levs) onların tarafının daha güçlü olmasından dolayıdır. Dolayısıyla şeriattaki bu kaide, yeminin taraflardan daha güçlü olanın tarafına ait olması şeklindedir. Berâet-i asliyye (asıl olan suçsuzluktur ükesin)den dolayı davalı tarafı daha güçlü olduğu için, genelde yemin davacı üzerindedir. Ama kasâmede, karinelerle davacı taraf güç kazanınca, güçlü taraf olması hasebiyle yemin, onların tarafına geçmiştir. Sahih olan görüşe göre, yine aynı şekilde davalının nükûlü (yeminden kaçınması) ile, davacı tarafının güç kazanması durumunda da kendisine: "Yemin et, hak kazan." denilir. Bu durum, imkânlara göre, kulların çıkarlarının korunması
17. Hayır, aksine hafızası bozuk, tedlisçi birisidir. Ömrünün sonunda değişmiştir.
18. İbn Hibbân Sahih'inde (1/120) şöyle der: "Râvilerden, Mürcie, Rafızîlik vb. gibi çeşitli mezheplere mensup olanlara gelince, eğer bunlar ortaya koyduğumuz bu şartlara sahipseler onların rivayetlerini delil olarak kullanır; mezheplerini, inançlarını da Allah (c.c.) ile kendileri arasına bırakırız. Ancak mezhebin dâiliğini yapıyorsa o hariç. Çünkü mezhebin dâiliğini yapmış, onun müdafii olmuş ve sonunda da imamlığa yükselmiş birisinin, sika bile olsa, rivayetlerini alırsak, tebaa İçin onun mezhebine doğru bir yol açmış olur, yani öğrencilere ona itimad edilebileceğini, sözüne güvenilebileceğini telkin etmiş oluruz. Dolayısıyla ihtiyat tedbiri olarak mezhebine dâilik yapan imamların rivayetlerini kabul etmemek, ama bu mezhep tâbilerinden olan ve aradığımız şartlan haiz râvilerden rivayet etmek gerekir."
için konulan ilâhî şeriatın hikmet ve kemalinin bir neticesidir. Eğer yemin her zaman için aynı taraf üzerine meşru kılınmış olsaydı, daha ağır basan tarafın gücü heder olurdu. Bu ise Sâri' Teâlâ'nın hikmeti ile bağdaşmaz. O'nun getirdiği hüküm, bizzat hikmet ve maslahatın doruğu olmaktadır.
Bu anlaşildıysa, şimdi bakıyoruz: Burada koca tarafı kadın tarafından daha güçlüdür; çünkü kadın zina ettiğini inkâr ediyor ve kocasının bühtanda bulunduğunu söylüyor. Kocanın ise kendi mahremiyetini ortaya dökmesinde, yatağım (nesebini) ifsad etmesinde, ailesini fahişeliğe nisbetinde bir garazı yoktur. Aksine, bu onu son derece tedirgin eder ve hayatında en çok nefret edeceği bir durumdur. Dolayısıyla bu açık bir karine (levs) olur. Bir de buna kadının Hândan kaçınması (nükûlü) eklenince, durum fert veya toplum olarak herkesin kalbinde güç kazanır ve bu şer'an kadın üzerine zina hükmünün sabit olmasını gerektiren müstakil bir delil halini alır. Bu durumda kadının da, kendisinden Nûr (24/2) süresindeki: "Onların azabları.ıa mü'minlerden bir grup şahitlik etsin (orada hazır bulunsun).'* âyetinde sözü edilen azabı bertaraf edecek karşı liân yeminlerinde bulunma hakkı vardır. Eğer kocanın liânı gerçek bir beyyine olsaydı, ondan sonraki kadının yeminleri kendisinden hiçbir şey uzaklaştıramazdı. Bu, Hz. Peygamber'in hükmünden çıkarılan ikinci fasıl ile vuzuh kazanır: Faslın konusu şudur: Kadın liânda bulunmadığı zaman ne olur? Had mi uygulanır, ikrar edinceye ya da liânda bulununcaya kadar hapis mi edilir?
Fukahaya ait iki görüş vardır: İmam Şafiî ile selef ve haleften bir grup: "Had uygulanır." demişlerdir. Hicaz âlimlerinin görüşü de böyledir. İmam Ahmed: "İkrarda ya da liânda bulununcaya kadar hapsedilir." demiştir. Irak âlimlerinin görüşü de budur. İmam Ahmed'den gelen ikinci b:r rivayet ise: "Hapsedilmez, serbest bırakılır." şeklindedir.
Irak âlimleri ve onlar doğrultusunda düşünenler şöyle derler: Eğer kocanın Hânı haddi gerektiren bir beyyine olsaydı, kadın liânla ve beyyineyi tekzible haddi düşürme hakkına sahip olamazdı. Nitekim aleyhine dört zina şahidinin bulunması durumunda böyle bir yetkisi yoktur.
Koca kendisinden başka üç kişi ile birlikte kadın aleyhine şehadette bulunsa, bu şahitlikle üzerine had uygulanmaz. Dolayısıyla yalnız başına yaptığı şahitlikle, kadın üzerine evleviyetle had gerekmez. Sonra koca liân yapanlardan biridir. (Tek taraf) diğeri üzerine haddi gerektirmez. Nitekim kadının liânı da koca üzerine haddi gerektirmemektedir.
Hz. Peygamber: "= Beyyine davacı üzerinedir."(19)
19. Tarikleri ve şahitleri ile hasen bir hadistir. Bk. tbn Receb el-Hanbelî, Câmiu'!-Ulûm ve'/-Hikem, s.294-295.
buyurmuştur. Kocanın burada davacı olduğunda şüphe yoktur.
Hem kocanın Hânının gereği, kendisinden haddi düşürmektir; kadın üzerine haddi vacib kılmak değildir. Bu yüzdendir ki, Hz. Peygamber (s.a.): "Beyyine yoksa sırtına had!" buyurmuştur. Çünkü kocanın iftirada bulunmasının gereği, yabancının iftirasının gereği gibidir; o da haddir. Yüce Allah, bu hadden kurtulması için liânla ona bir kapı açmıştır. Kadın üzerine had ikamesinin yolunu da şu iki durumdan birisinin bulunması şeklinde belirlemiştir: Ya dört şahit, ya da itiraf. Bazı sahabîlere göre de bir üçüncü durum gebeliktir. Nitekim Hz. Ömer ve bazıları bu görüştedirler. Hz. Ömer, Hz. Peygamber'in minberi üzerinde şöyle demiştir: "Recim, muhsan (evli) olma şartıyla zina eden her erkek ve kadın üzerine; beyyine bulunması veya gebelik durumunun olması, ya da itirafta bulunması durumunda vacibtir."(20)
Hz. Ali de aynı şekilde söylemiş, had sebeplerini üç şey olarak belirlemiş, Hânı bunlardan saymamıştır.
Sonra bu kadının zina ettiği tahakkuk etmemiştir, dolayısıyla üzerine had gerekmez. Çünkü zinasının tahakkuku sadece kocanın liânı ile olmaz. Şayet sadece kocanın liânı ile tahakkuk edecek olsa, artık kadın Hânda bulunsa bile had düşmez ve bundan sonra kadına iftirada bulunana da had gerekmezdi. Sadece kadınm nükûlü (Handan kaçınması) ile de tahakkuk etmez. Çünkü had nükûl ile sabit olmaz. Zira hadler şüphe ile düşerler, hal böyle olunca nükûl ile nasıl gerekebilir? Çünkü nükûlün, aşırı utangaçlık, dili tutulmak, rezil rüsvay edici o makamın heybetinden dehşete düşmek vb. sebeplerle olması muhtemeldir. Bu durumda, beyyine olarak diğer hadlerde aranan sayının iki katının arandığı (dört erkek şahit) itirafı durumunda sahih ve sarih sünnetle sabit olduğu üzere dört ayrı ikrarda bulunması istenen bir had nükûüe nasıl sabit olabilir? Sonra hem ikrarda hem de şahitlikte zina fiilinin açıkça tavsifi ve tasrihi şartı aranmaktadır. Böylece zorlaştırılmakta, mümkün mertebe vuku bulan zina olaylarının örtülmesi, şüyu edilmemesi amaçlanmakta, en küçük bir şüphe ile haddin bertaraf edilmesi ve düşürülmesi istenmektedir. Bu durumda, mal davaları dışında hiçbir had ve ceza davasında dikkate alınmayan ve bizzat kendisi şüphe olan nükûlle nasıl olur da hüküm verilebilir?!
Şafiî (r.h.), bir dirhem ve daha az konularda bile, en basit ta'zir için dahi nükûl ile hükümde bulunmanın caiz olmayacağı görüşündedir. Hal böyle olunca, nasıl olur da, çok önemli bir konuda, çok zor sabit olan ve en çabuk düşen bir davada onunla hükme gidilebilir?
20. Buharı, 86/30; Müslim, 1691.
Kadın diliyle ikrarda bulunsa, sonra dönse üzerine had gerekmemektedir. Dolayısıyla suçsuzluğu üzerine yapacağı yeminden sadece imtina etmesi durumunda ise, üzerine had öncelikle gerekmeyecektir.
Kadının zinasının tahakkukunda ikisinden birinin Hânının etkisi olmadığı anlaşılınca, ikisiyle (kocanın liânı, zevcenin nükûlü) birden tahakkuk edeceğini söylemek de iki sebepten dolayı mümkün olmayacaktır:
1) Her birinde mevcut olan şüphe, birinin diğerine eklenmesi ile yok olmaz. Yüz fâsıkın şahitliği gibi. Çünkü kadının nükûlünün, aşın utangaçlıktan, duruşma makamının heybet ve kalabalığından, sıkılganlıktan, konuşma aczinden dilin tutulmasından olma ihtimali, kocanın liânı ile ortadan kalkmaz. Kocanın liânındaki şüphe de kadının nükülü İle yok olmaz.
2) Diğer haklarda olduğu gibi, sadece yemin ile hükmedilemeyen davalarda, yeminle birlikte nükûlle de hükmedilemez. "Allah adı ile yapacağı dört şehadet, kendisinden azabı kaldırır." âyetine gelince; bu âyette geçen azaptan kastedilen kesin değildir. Had olabileceği gibi, hapis veya başka bir ceza da olabilir. Dolayısıyla "azab"dan had kasdedildiği kesin değildir. Çünkü mutlak bir kelime, harici bir delil olmadıkça mukayyede delâlet etmez. En azından ihtimal ifade eder, ihtimalle de had cezası sabit olmaz. Bu tez, daha önce geçen Hz. Ömer ve Hz. Ali'ye ait: "Had ancak beyyine veya itiraf (ikrar), ya da gebelikle (isbat edilmiş) olur." sözüyle de ağırlık kazanır.
Daha sonra bunlar, kadının Hâna yanaşmaması durumunda kendisine ne yapılacağı konusunda ihtilâf etmişlerdir. İmam Ahmed: "Erkeğin Hânından sonra, kadının liânûa bulunmadan kaçınması durumunda onu Hâna icbar ederim. Üzerine (Hândan önce) recm ile hükmetmekten korkarım. Çünkü kadın dili ile ikrarda bulunsa da, sonra dönse onu recmetmem. Bu durumda Hândan kaçınıyor diye nasıl recmedebilirim? " demiştir. İmam'dan ikinci bir
rivayet: "Serbest bırakılır." şeklindedir. Ebu Bekir de bu görüşü tercih etmiştir. Çünkü üzerine had vacip değildir, beyyinenin tamam olmaması durumundaki gibi tahliye edilmesi gerekir.
Haddi vacip kılanların karşı cevap ve tenkitleri:
Bunlar şöyle diyorlar: Malum olduğu üzere Yüce Allah, kocanın Hânda bulunmasını şahitlerden bedel ve onların yerine kaim kılmıştır. Hatta daha önce de geçtiği gibi Hân yapan kocaları şahitler saymıştır. Onların Hânlarının şehadet olduğunu açıkça belirtmiştir. Daha açığı, "Allah adı ile yapacağı dört şehadet, kendisinden azabı kaldırır." ifadesidir. Bu ifade, dünyevî azabın sebebinin vücuda gelmiş olduğuna ve bu azabı da kendisinden ancak Hânının kaldıracağına delâlet eder. Liânı ile kadından kaldırılacak "azab", "Mü'minler den bir grup onların azabına şahitlik etsin (hazır bulunsun)." âyetinde sözü edilen azaptır. Bu azap da kesinlikle haddir. Bu âyette ( -^ kelimesi muzaf olarak, liân âyetinde de ahid (bilgi) için olan ( J1) ile zikredilmiştir. Dolayısıyla, bu (-'),( v'-i* ) kelimesinin, Kur'an'da zikri geçmeyen, herhangi bir şekilde delâlet de bulunmayan hapis vb. bir cezaya yorulması caiz değildir. Sonra nasıl olur da kadın serbest bırakılır ve Hânsız kendisinden azab kaldırılır? Bu Kur'ân'ın zahirine açıkça muhalefetten başka bir şey değil midir?
Yüce Allah kocanın Hânını, kendisinden iftira cezasını, kadının Hânını da kendisinden zina cezasını düşürücü bir nitelikte kılmıştır. Koca Hânda bulunmadığı zaman nasıl kendisine iftira cezası tatbik ediliyorsa, kadın Hâna yanaşmadığında da kendisine zina cezası tatbik edilir.
"Kocanın liânı kadın üzerine haddi gerektiren bir beyyine olsaydı; kadın, yabancının şahitUğinde olduğu gibi Hân ile onu düşürme yetkisine sahip olamazdı." sözünüze gelince, onun cevabı şöyle olacaktır:
Liân hükmü, başlı başına müstakil bir hükümdür ve diğer davalar ve beyyinelerle ilgili ahkâma tâbi değildir. O kendi başına kaim bir asıldır, diğer hükümleri vaz'eden Allah onu da vaz'etmiş, helâl ve haramı açıklayan (Allah) onu da açıklamıştır. Kocanın Hânı şahitlerden bedel olunca, hiç kuşkusuz beyyine mertebesinden aşağı inmiştir. Böylece yalnız başına beyyine hükmü ile müstakil olmamıştır ve kadına benzeri bir Hânla karşı koyma hakkı tanınmıştır. Onun da liân etmesi durumunda biz kullar için iki taraftan birini tercih imkânı bulunmaz. Ama Allah onlardan birinin yalancı olduğunu bilir. Sadece kocanın Hânı ile kadına had tatbikinin bir gerekçesi yoktur. Kadına, ona karşı koyma ve kendisinin masum olduğunu ortaya koyacak Hân imkânı tanınır ve o da bunu yapmaz, kaçınırsa (nükûl), o zaman (iş değişir): Koca zina iddiasıyla Hânda bulunmuş (zina haddini gereJuirici tasarruf); buna da bir karine eklenmiş ve onu teyid etmiştir ki, bu karine kadının nükûlü ve kendisini azaptan kurtaracak, üzerinden haddi kaldıracak şeyden yüz çevirmesidir.
"Koca, kendisinden başka üç kişi ile birlikte kadın aleyhine şahitlik etse, bu şahitlikle kadına had gerekmez. Bu durumda sadece kendi şahitliği ile nasıl gerekebilir?" sözünüzün cevabı şöyledir: Kadın sadece şahitlikle had cezasına çarptırılmıyor. Bilâkis hem kocanın beş defa Iiânda bulunması, hem de kadının imkânı varken karşı Hânda bulunmadan kaçınması sebebiyle, hadde maruz kalıyor. Bu iki şeyin birleşmesinden, kocanın doğruluğuna gayet açık ve güçlü bir şekilde delâlet eden bir delil ortaya çıkmaktadır ki, bununla ulaşılan kanaat, şahitlerin şahitliğinden elde edilen kanaattan çok daha güçlüdür.
"O Hânın iki tarafından biridir. Kadının Hânının koca üzerine had gerektirmediği gibi, kocanın liâm da kadın üzerine had gerektirmez.*' sözünüzün cevabına gelince: Kadının liâni sadece haddi (düşürmek) için meşru kılınmış, haddi gerektirici olarak meşru kılınmamıştır. Nitekim Yüce Allah: "Kadının... şehadet etmesi kendisinden azabı kaldırır." buyurmuştur. Nas, kocanın Hânının haddi gerektirici, buna karşılık kadının liânımn ise haddi gerektirici değil, düşürücü olduğuna delâlet etmektedir. Bu itibarla, bunlardan birisini diğerine kıyas etmek, Yüce Allah'ın birbirinden ayırdığı şeyleri bir araya toplamak olur ki, o da bâtıldır.
Hz. Peygamber'in (s.a.); ( ^H* ji. ÎQ\ ) '*= Beyyine davacı üzerinedir." hadisine gelince, o başımızın gözümüzün üstüne! Hiç şüphe yoktur ki, kocanın zikredilen ve tekrarlanan liâm bir beyyinedir ve ona, bazılarınca ikrar, diğer bazılarınca da davacı beyyinesi makamında sayılan kadının nükûlü eklenmiştir. Böylece bu en güçlü beyyinelerden biri olmuştur. Buna şu husus da delâlet eder: Hz. Peygamber, ona: "Beyyine yoksa sırtına had" buyurmuş ve Allah bunu iptal etmemiştir. Bilâkis, onu kendisinden haddi düşürecek ayrı bir beyyine ikamesinden âciz kalması durumunda ikame edebileceği başka bir beyyineye çevirmiştir. Bu çevrilen beyyine rütbe olarak daha aşağıda olunca, bu kez onu güçlendirecek ayrı bir şeye itibar etmiştir ki, o da kadının karşı koymaya ve haddi def etmeye imkânı varken yüz çevirmesi, nükûlde bulunmasıdır.
"Kocanın Hânının gereği, kendisinden haddi düşürmektir; kadın üzerine haddi vacip kılmak değildir." şeklindeki sözünüze gelince; eğer siz bununla, "Onun gereği kendisinden haddi düşürmektir." diyorsanız doğrudur. Yok eğer, "Ondan haddin düşmesi liânın bütün gereğini düşürür, başka bir gere-ği yoktur." demeyi kastediyorsanız,
bu kesinlikle bâtıldır. Çünkü ayrılığın gerçekleşmesi veya aralarını ayırmanın vacipliği, ebedî veya geçici haramhk, kocanın tasrihi ile çocuğun açıktan veya Hân ile zımnen reddi ile iktifa, had ya da hapis yoluyla zevce üzerine azabın vacib olması, bütün bunlar Hânın gereklerindendir. Bu durumda, "Kocanın Hânı, sadece kendisinden iftira cezasının düşürülmesini gerektirir." demek doğru olmaz.
"Sahabe zina haddini üç şeyden biri ile gerekli görmüşlerdir: Ya beyyine veya ikrar (itiraf) ya da gebelik. Liân bunlardan değildir." sözünüzün cevabı da şöyle: Sizinle tartışmada olanlar şöyle diyorlar: "Eğer Hân ile kadın üzerine haddi gerekli kılmak bu sahabîlerin sözlerine muhalif oluyorsa, gebelikle haddi düşürmek onlara daha açık ve kuvvetli bir muhalefet olur." Onların gebelikle gerekli gördükleri haddi düşürmeyi ve onlara açıkça muhalefette bulunmayı tecviz eden ve fakat, sizin gibi düşünmeyenlere, bu üçün dışında bir sebeple haddi gerekli görme hususunda muhalefette bulunmayı haram kılan şey nedir, söyler misiniz? Oysa ki, onlar üç açıdan sizden daha çok mazu durlar:
Birincisi: Onlar bu sahabîlerin sözlü ifadelerine muhalefet etmemişlerdir. Onlarınki, sözlü beyanda bulunmadıkları mefhuma muhalefettir. Oyia ki siz, açıkça beyan ettikleri hususa muhalefet ettiniz.
İkincisi: Onların muhalefeti nihayet mefhumadır ve yine ashaptan bir grubun haddin gerekliliğini ifade ederek buna muhalefetleri sözkonusudur. Onlar ashabın üzerinde icma ettikleri bir hususa muhalefet etmemişlerdir. Siz ise onların sözlü beyanlarına (mantûk) muhalefet ettiniz ve burada onlara bir muhalifin bulunduğu da bilinmemektedir, ki bu gebelikle haddin gerekli olması hususudur. Sahabeden hiçbir kimsenin bu yüzden haddin gerekeceği konusunda Hz. Ömer ve Hz. Ali'ye muhalefetleri bilinmemektedir.
Üçüncüsü: Onlar sözkonusu mefhuma, bu geçen delillerin sözlü beyanlarına (mantûk) ve "Şehadet etmesi ondan azabı kaldırır." ifadesinin de mefhumuna dayanarak muhalefet etmişlerdir. Şüphesiz ki bu âyetin mefhumu (yani şehadet etmezse azab düşmez şeklindeki mefhum-ı muhalifi), Hz. Ömer'in ve Hz. Ali'nin sözlerinin mefhumundan daha güçlüdür. Onlar daha güçlü ve evlâ olan bir mefhumdan dolayı, başka bir mefhumu terketmişlerdir. Hem onlar sahabeye nasıl muhalefet etmiş olurlar? Çünkü onların sözleri, sahabenin sözlerine uygundur. Zira liân kadının nükûlü ile birleşince, daha önce de geçtiği üzere en güçlü beyyinelerden birisi olmaktadır.
"Kadının zinası tahakkuk etmemiştir..." sözünüze gelince, cevabı şöyle olacaktır: Eğer siz "tahakkuk" sözünden muharremât gibi yakîn ve kesin demeyi kastediyorsanız, haddin uygulanması için bu şart değildir. Eğer bu şart olsaydı dört kişinin şahitliği ile ceza tatbik edilemezdi. Zira onların şahitlikleri zinayı bu mânada muhakkak kılmaz. Eğer "tahakkuk etmemek"ten de, sübut tarafı ağır basmayacak şekilde eşit olarak şüphelidir demeyi kastediyorsanız, bu da kesin olarak bâtıldır. Aksi takdirde Hânı ile üzerinden düşürülen azab, kadın üzerine vacib olmazdı. Hiç şüphe yok ki, kocanın tekitli ve mükerreren yapılan Hânı ile imkânı varken kadının nükûlde bulunmasından hasıl olan tahakkuk, dört şahitle elde edilecek tahakkuktan daha güçlüdür. Çünkü olabiHr ki, şahitlerin kadına karşı bir garazları vardır ve bu yüzden ona iftirada bulunmak, şerefini çiğnemek, ko'cası ile aralarını bozmak istemişlerdir. Kocada ise böyle bir garazın bulunması sözkonusu değildir.
"Eğer tahakkuk edecek olsa ya kocanın Hânı ile, ya kadının nükûlü ile, ya da her ikisiyle tahakkuk edecektir..." sözünüze gelince; her ikisiyle birden tahakkuk etmektedir. İki şeyden her birinin haddi gerektiricilikte müstakil olmayışı ve zayıf bulunuşundan, ikisinin birlikte haddi gerektiricilikle müstakil bir delil olamayacağı gerekmez. Zira bu, yalnız başına hükme mesned olamayan, fakat bir başkasından aldığı kuvvetle birlikte mesned olabilen her tekin Özelliğidir.
"Şafiî'ye şaşmak lâzım! Bir dirhemlik bir davada nükûl ile hükmetmiyor da, Sâri' Teâlâ'nın örtmeye son derece gayret ettiği,sübutu için en büyük beyyıneyi (dört şahit) istediği bir haddin uygulanmasında onunla hükümde bulunuyor." sözünüze gelince, burası ne Şafiî, ne de bir başka imamın müdafaasının yapıldığı yer değil. Bu kitabımız da bu amaç için yazılmamıştır. Kasdı-mız herhangi bir âlimi desteklemek de değildir. Bizim bu kitaptan maksadımız sadece Hz. Peygamber'in (s.a.) yaşantısında, kazalarında, koyduğu hükümlerinde gerçekleştirdiği rehberliğini, O'nun hatt-ı harekâtım ortaya koymaktır. Bunun ötesinde girdiğimiz izahlar vb. hep asıl maksadımıza tâbidir, maksadımız olduğu için verilmiş değildir. Farzet ki, nükûl ile hükmetmeyen kimse kendi içerisinde tenakuza düştü. Bunun Hz. Peygamber'in (s.a.) koyduğu şeriata ne zararı olur?
Kaldı ki İmam Şafiî bir tenakuz içerisinde değildir. Çünkü o, bir desteği bulunmayan sade nükûl ile Hânla beraber olan nükûlü ayırmıştır. Liân deyip de geçmeyiniz, tekitli ve mükerreren yapılmakta, koca hakkında hâl karinesi ile beraber beyyıne yerine geçmektedir. Koca, karısının zina etmesi, onun rezü-rüsvaylığı, yuvasının yıkılması, kendisinin ve sevgilisinin müslümanlarm gözü önünde büyük kalabalık içinde dikilerek, Allah'a dört defa yemin ettikten sonra, eğer yalancılardan ise kendi üzerine Allah'ın lanetini dilemesi gibi durumlar koca için hiç de hoş olmayan şeyler olmasına rağmen liânda bulunmuşsa, iddiasının doğruluğuna bu bir hâl karinesi olur. İmam Şafiî, işte böylesi