Sakıncalı Eserler (Sakıncalı Zihniyet)

KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

İslam-tr Sakini
İslam-TR Üyesi
Kaynaklar birbirine karıştı ! Daha sonra gelen nesillerin beslenme kaynaklarına Grek felsefe ve mantığı, İran düşünce ve mitolojisi, Yahudi hurafeleri, Hristiyan metafizigi ve başka kültürlerin, medeniyetlerin tortuları karıştırıldı…
Bu yabancı unsurların tümü Kur`an-ı Kerim tefsirine, Kelam ilmi`ne, Fıkıh`a, Fıkıh usulünede karıştırıldı. Ve işte o ilk nesilden sonra gelen nesiller, o karma karışık kaynaklara muhatap oldular..(Seyyid Kutub (Kutub, 18)


----------------------------------------------------------------------------------
Bizim toplumumuzda yaygın olan bu eserlerin bizimde bildiğimiz İslam alimlerine ait olduğu belirtilmektedir. Bu eserler her ne kadar bu insanlar tarafından yazılmışsa da zaman içerisinde birçok değişime uğramış, eklemeler olmuştur. Aslında sadece iki cilt olan bazı eserler günümüzde onlarca esere dönüştürülmüştür. Bugün bu eserleri incelediğimizde birçok bölümlerinin Tevhid İnancına zıt ve İslamın özüne ters olduğu görülmektedir. Sakıncalı bulduğumuz bu eserleri kaynaklarını vererek sizlere tanıntmayı uygun gördük.


Onlara: İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin, denildiği vakit "Biz hiç, sefihlerin (akılsız ve ahmak kişilerin) iman ettikleri gibi iman eder miyiz!" derler. Biliniz ki, sefihler ancak kendileridir, fakat bunu bilmezler (veya bilmezlikten gelirler). (Bakara 13)

farabi.jpg
sina.jpg

Farabi (870-950) İbn-i Sina (980-1037)



rusd.jpg


İbn-i Rüşd (1126-1198)

MÜSLÜMANLARIN FELSEFE İLE TANIŞMASI

Felsefi kültüre sahip kişilerin müslüman toplumunun mensupları haline gelmeleri, müslümanların felsefeyle karşılaşmalarının ilk safhasını oluşturur. Cundişupur, Nusaybin, Antakya, İskenderun gibi yerlerdeki faal felsefe bilim okulları müslüman ülkesinin sınırları içerisinde kaldığı gibi, buralarda faaliyetgösteren felsefe bilim adamlarıda başta yönetim olmak üzere toplumun önemli kilit noktalarında yerlerini alırlar. Böylelikle müslüman felsefeye ilgi gösterenler gün geçtikçe artar.

Rüyasında Aristo`yu görerek, onunla felsefi tartışmalar giren ve bazı tavsiyeler alan Abbasi Halifesi Me`mun[1] felsefe kitaplarını kurmuş olduğu Beytü’l - Hikme yoluyla arapçaya tercüme işini asıl görevi telakki eder. Ancak bazılarının iddia ettiği gibi, onun felsefeye yönelik ilgisi müsamahasının işareti değil, aksine devlet mezhebi haline getirip, destekledigi Mutezile hareketine destek verme gayretinin sonucudur.[2]
Çünkü o, felsefeye olan ilgi ve hürmetini Kur`an ve ulamaya göstermeyerek birçok fakihin, muhaddisin zindanlarda çürümesine neden olmuştur.

Me`munun devletin imkanlarınıda kullanarak tercüme ettirmeye çalıştığı felsefe kitapları, müslümanlarla felsefenin karşılaşmasını sağlayan ikinci safhadır. Bu safhadan sonrada tercüme devrini, telif dönemi takip eder.
Önceleri felsefe kitaplarını okumakla yetinenler elde ettiklerifelsefe birikimini kitaplaştırıp
daha yeni, orjinal felsefe kitapları yazarlar.

Sonuç olarakfelsefeyi konuşma ve tartışmalarında araç olarak kullana Kelamcıların yanısıra, asıl ilgi alanları haline getiren kisler görülmekte gecikilmez. Klasik kaynakların bildirdiğine göre müslümanlar arasında felsefeyi esas ilgi alanı haline getiren ilk kişi Ebu`l Abbas İranşehri olur.[3] Ancak onun hakkında fazla bilgiye sahip değiliz. Genel kabul gören kanaate göre felsefeyi asıl ilgi alanı haline getirip, dolayısıyla filozof ismini layıkıyla alan ilk kişi el-Kindi`dir(185/801 - 260/873). Böylelikle sistemli bir şekilde felsefe hareketi başlamış olur.

KAYNAKLAR






[1] Fahri 18, Prof.Dr. Macit Fahri, Islam Felsefe Tarihi; Çev: Kasim Turhan, İklim Yy.İst.1987


[2] Fahri 17


[3] Düşünce 91, Fahri 3, S.Hüseyin Nasr, İslamda Düşünce ve Hayat,Çev: Fatih Tatlılıoğlu, Insan Yy.İst. 1988


 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

İslam-tr Sakini
İslam-TR Üyesi
DİNE RAĞMEN FELSEFE

Dinin temel özelliklerinden, varlığın ve varoluşun nedenlerini açıklama özelliği, felsefeninde ilgi alanı içerisinde yer alır. Varlık nedir ?, Niçin var olunmuştur ?, Sonrası ne olacaktır?, Varoluşun bir gayesi var mıdır ?, Varse bu gaye nedir ?... vs. gibi sorularla açığa çıkrılan konulara din tarafından cevabı verilmiş durumdadır. Ançak felsefe de bu sorulara cevap verme ifadesi taşır. Din ilahi kaynaktan aldığı bilgiyle (vahiy) cevapları verirken, felsefe, „Dine rağmen“bir duruma sahip olarak, beşeri bilgiyle cevap vermeye çalışır.

Bu durum dinin bir bölümüyle ilgi alanı aynı olan felsefe arasında çatışmanın çıkmasını zorunlu kılar. Zira felsefe, dini kabul edecek olsa, kendi fonksiyonunu (beşeri cevap anlayışını ) kaybeder, ortada felsefe kalmaz. Onun için felsefenin var olabilmesi „Dine rağmen“ özelliğini zorunlu kılar.[1]

Felsefenin bu temel özelliği nedeniyle filozofun dine cephe almasını beklemek gerekir. Ancak ne kadar dejenere olmuş olursa olsun, genel muhteva olarak İslam`ın hala etkin olduğu müslüman toplumunun üyeleri olan filozofların İslam`a açıkca cephe almaları mümkün olmaz. Çünkü, İslam kesin, şüphesiz cevaplar getiren bir dindir. İslam`a rağmen felsefe yapmak kolay şey değildir. O zaman görünüş itibariyle hem İslam`a muhalif olmadan hem de onun temel esaslarına rağmen felsefe yapmak gerektiği kanaatine varılır. Müslüman toplumunun filozofları bunu yapabilmenin çaresi olarak da din-felsefe beraberliğini oluşturmaya gayret ederler. Bunlara göre din ve felsefe aynı hakikatin değişik ifade ediliş şekilleridir. Bu nedenle onlar din-felsefe karşıtlığından bahsetmenin anlamsiz olduğunu açıklarlar. Onlara göre felsefe ve din „Aynı memeden emmiş (öz) kardeştirler.“[2]

İkiside haktır ve hak olan bir şeyin diğer hak olana karşıtlığı düşünülemez. Bilakis onlar birbirlerinin doğruluklarına şahitlik ederler.[3]

Felsefe ve dine rağmen hakikatın çift olduğu düşünülemez. Çünkü zihnin kabul ettiği genel kural gereği hakikat tektir. Din ve felsefe bu tek hakikatin sadece değişik ifade ediliş şekilleridirler.

Filozoflara göre bu nedenlerden dolayı ifadelerdeki felsefe din ayrımı, hakikatın iki olduğu kanaatine yol açmamalıdır. Hakikat tektir ve eğer buna rağmen felsefe ile din arasında bazı ayrılıklar görülüyorsa, hatta bazı zıtlık biçiminde bile açıga çikarsa, bunun sebebi dindir. Dinden dolayı yanlış anlayışlar oluşmaktadır. Onlara göre bu ayrılık ve zıtlığın kaynaklanmasının nedeni ise, dinin halk için (cahil insanlar için ) gelmiş olması ve hakikatı halkın anlamasını sağlamak içinsembollerle ifade etmesinden kaynaklanır.

İşte bu sebeble sembollerin değişik yorumlanması değişik inanç ve anlayışlara yol açmaktadır. Halbuki bunun yanında felsefe hakikatı olduğu gibi ifade eder ve yanlış anlamlara yol açmaz.Bundan dolayı dini doğru anlayabilmek için, onun bildirdiklerini felsefeye uygun şekilde tevil etmek gerekir. Bu ise filozofların başarabileceği bir iştir. Bu yapıldığında da felsefe ile din arasındaki ayrılıklar kendiliğinden kalkmış olur.[4]


Kısaca özetlediğimiz görüşlerden anlaşılmaktadır ki, filozoflar düşünce ve inançta kendilerine yer açabilmek ve söylediklerini meşrulaştırabilmek için dini kendi anlayışları içerisinde yorumlamaktan, istedikleri şekle sokmaktan çekinmemişleridir.

Eğer bir filozofun söz ve düşüncelerinde dine aykırı şeyler görülüyorsa bunun nedeninin normal insanların (filozof olmayanların) bilgilerinin yetersizliğinden kaynaklandığı inanci genel kabul görür hale getirilmiştir. Buna göre felsefe zeki, aydın insanların kavrayabileceği birşeydir ki böylelerinin sayısı ise çok azdır. Bu durum filozofların sayısının neden az olduğunuda göstermiş olur.[5]

KAYNAKLAR



[1]- Jaspers, 47-52 Karl Jaspers,Felsefe Nedir,Çev:İsmet Zeki Eyüpoğlu, Say Yy.İst.1986
- Buhr 103-106, Manfred Buhr,Alfred Kosing-, Marksçı Leninci Felsefe Sözlüğü, Çev: Veysel Atayman, Konuk Yy.2.Baskı, İst.1978
-Bilim Felsefesi, 26-27, Cemal Yildirim, Bilim Felsefesi ,Remzi Kitabevi, İst. 1979


[2] Faslu`l Makal, 164, İbn Rüşd, Felsefe Din Ilişkileri (Faslu`l Makal) Çev: Süleyman Uludağ, Dergah Yy. 1985

[3] Faslu`l Makal, 112,

[4] Islam 150, Prof.Dr.Fazlur Rahman , İslam, Çev: Doç. Dr. Mehmet Dağ-Doç.Dr. Mehmet Aydın, Selcuk Yy. 1981


[5] Faslu`l Makal, 146-165
Felsefenin Tekniği 84-85, Prof. Dr. Nihat Keklik, Doğuş Yy. Ist. 1984
 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

İslam-tr Sakini
İslam-TR Üyesi
FİLOZOF MU DAHA ÜSTÜN PEYGAMBER Mİ ?

Müslümanların toplumunda kendilerine meşru(!) bir zemin hazırlayan filozoflar, sinsice dine saldırma safhasına geçerler. Onlara göre din, Peygamber tarafından belirli bir zamanda belirli bir topluma gönderilmiştir. Halbuki felsefenin zamanı ve coğrafyası yoktur,o evrenseldir. Felsefenin dine karşı olan bu ve benzeri üstünlükleri hakikatı en iyi ve saf biçimiyle felsefenin gösterebileceği görüşüne yol açar. Bu nedenle „Eski (Filozof)lerin eserlerine bakmak (onları okumak ve incelemek) şer´an vacip olmuştur.“[1]

Bütün bu düşüncelerin etkisiyle müslüman toplumunda, bugün bazılarının Batı´yı herşeyiyle taklid etmeleri gibi 9. yy´dan itibaren de Eski Yunan´ı aynen bugünkü şekliyle taklid edenler çıkar.[2]

Bunlar filozof ismini alan ve Yunan Felsefesi´ni, mantığını, inancını ´´İslamileştiren´´ kişilerdir.[3]
Onların çalışma ve gayretleriyle Yunan inancı, İslam örtüsü altında yerini alır ve etkin bir şekilde varlığını devam ettirmeye başlar. Felsefenin müslüman toplumuna girişi ve İslam´ın insanlar tarafından anlaşılan bazı esaslarını bozup,kendisinin hakikatı ifade eden asıl düşünce tarzı olduğunu ilan edişi, halkın gelenekleşmiş ve dejenere olmuş İslam anlayışını tamamıyla bozar.
Elbetteki sayıları az da olsa İslam´ın temsilcisi ve savunucusu alimler vardır. Fakat bunlar bütün gayret ve çalışmalarına rağmen seslerini fazla duyuramazlar. Çünkü devlet, filozoflardan yana desteğini koyduğu gibi, onların bazı bilimsel çalışmaları da halkın kendilerine iyice bağlanmasına yol açar.[4]

Kendilerini ve düşüncelerini kabul ettirmeyi başaran filozoflar, çoğu kez İslam´ın en temel esaslarına zıt duruma düşmelerine rağmen, kendilerini çeşitli ithamlardan kurtarmayı başarırlar. Onlar dinin sadece inanılmak için gelmiş esaslar olduğu kenaatini yayarlar.[5]

Dine karşı olan düşünce ve fikirlerine rağmen, müslümanlar gibi inandıklarını söyleyerek kendilerini kurtarırlar. Bu arada gerektikçe sık sık felsefe-din beraberliğini gündeme getirmeyi de ihmal etmezler. Peygambere vahyedilenle, filozofun elde ettiği bilginin aynılığı(!) iddiasını her fırsatta yenilerler.[6]
Aristo Felsefesi, müslüman toplumunda ilk defa öğrenildiği zaman filozof olmaya aday kişiler o´na vahyi teyid eden İlahi bilgi nazarıyla bakarlar. Onlara göre Aristo doğru söylemiştir, Platon doğru söylemiştir, Kur´an doğru söylemiştir. Ancak Kur´an´ın söylediği doğruyu anlayabilmek için onu tevil etmek gerekir.[7]

Bu amaçla sonuçta,Kur´an ayetlerini istedikleri gibi yorumlayıp, anlamlandıran filozoflar görülmekte gecikmez. Bunlar arasında bazı surelerin başında bulunan harflere dayalı tafsirler yazanlar olduğu gibi, Zerdüştlükle İslam´ı, Kur´an´ın bazı ayetlerini tevil ederek aynı göstermeye çalışırlar.[8]

Bunlardan el-Kindi´nin Kur´an hükümlerini tevil ederek vahyi felsefeyle aynı gösterme çalışmasında, çok fazla problem açığa cıkmaz. Çünkü onun tavilleri Kur´an ayetlerinin anlamlarını fazla değiştirmeye yönelik değildir. Genellikle yaptığı, ayetler ile filozofların görüşlerini yan yana koymak biçimindedir. Halbuki İbn Sina ayetlerin anlamlarını açıkça çarpıtıp, İslam´ı Yunan felsefesi´nin kalıplarına uydurmaya çalışır. Farabi ise zaten İslamı kaygılara diğer birçok filozofa oranla en az sahip olan kişidir.[9]

Farabi, taklid edilmeye en layık kişiler olarak gördüğü Platon ve Aristo`nun fikirlerini, filozofların hakikatı ifade ettikleri ve değişik filozofların ifadelerinde açıga çıkan farklılıkların hakikatın yapısına uygun olduğu inanciyla birleştirip aynı gösterme gayretleri taşır. Kur`ana ters olup olmamak hiç önemli değildir onun açısından. Ona göre vahiy, akıllar arası ilişkiden doğan birşeydir. Ayrıcalıklı başka özelliği yoktur. Peygamber ise vahyi elde etmiş kişi olarak saadeti elde etmiş birisidir. Fakat filozof ondan geri kalmaz. Hatta daha ileridir. Filozofun, hakikatı açık ve tam olarak bildirmesine karşılık, muhatabı halk olduğu için, Peygamberin halkı ahlak ve erdeme çekebilmek için, cennet, cehennem, hesap günü gibi aslı olmayan (haşa) sembolik şeyleri kullandığını, asıl amacının filozofun ysapmaya çalıştığının en basit şekli olduğunu belirtir.[10]

KAYNAKLAR



[1] - Faslu`l Makal 107, İbn Rüşd, Felsefe Din Ilişkileri (Faslu`l Makal) Çev: Süleyman Uludağ, Dergah Yy. 1985

[2] Islam Düşüncesi 1/6 Seyyid Kutup, Islam Düşncesi, Çev: Hamid Şükrü, M.Çelen,R.Tosun, Dünya Yy. 1986

[3] Gölpınarlı 47, Abdulhaki Gölpinarli, 100 Soruda Tasavvuf, Gerçek Yy. 2.baskı, 1985
Ihya Hareketleri 119, Mevdudi, Islamda ihya Hareketleri, Çev: A.Ali Genç, Pinar Yy.1986


[4] Ihya Hareketleri 78
Islam Düşüncesi 1/143
Kozmoloji 303, Seyyid Hüseyin Nasr, İslam Kozmoloji öğretilerine giriş, Çev: Nazife Şişman, Insan Yy.1985


[5] Islam Tarihi 6/249, Prof.Dr.H.Ibrahm Hasan, Çev: Komisyon, Kayihan Yy. 6 cilt, 1985

[6] İslamı Tetkikler-52 (W.Montgomery Watt-İslam felsefesi ve kelamı-)Çev. Dr. Süleyman Ateş AUİF Yy.Ank.1968
Fahri 62,136, Prof.Dr. Macit Fahri, Islam Felsefe Tarihi; Çev: Kasim Turhan İklim Yy.İst.1987
Düsünce 107, S. Hüseyin Nasr, İslamda düşünce ve hayat, Çev: Fatih Tatlıoğlu, İnsan Yy. 1988


[7] Hitti 3/921 Prof. Dr. Philip Hitti, Siyasi ve Kültürel Islam Tarihi, Çev: Prof. Dr. Salih Tuğ, Bogaziçi Yy. 4 cilt, 1980

[8] Cerrahoğlu 2/42, Prof. Dr. Ismail Cerrahoglu, Tefsir Tarihi,DIB Yy. 2.cilt Ank. 1988
Üç Müslüman, 137, Seyyid Hüseyin Nasr, Üç Müslüman Bilge,Çev: Ali Ünal, İnsan Yy. 1985
Fahri 219, Prof.Dr. Macit Fahri, Islam Felsefe Tarihi; Çev: Kasim Turhan, İklim Yy.İst.1987


[9] Islam Felsefesi 59, Ord.Prof. Hilmi Ziya Ülken, Selcuk Yy. 2. baski, tarihsiz
Garaudy 116-119, Roger Garaudy, Islamın Vadettikleri,Çev: Doç. Salih Akdemir,Pinar Yy. 4.baski


[10] Islam Felsefesi 62,
Cerrahoğlu 2/39
Uludağ 225, Süleyman Ulugağ, İslam DüşüncesininYapısı, Dergah Yy. 1979
Teymiye 2/119, Şeyhülislam ibni Teymiye, Ibn Teymiye Külliyatı, 5 cilt, Çev: Kurul, Tevhid Yy. 1986
Çubukçu 52, Prof. Dr. Ibrahim Ağah Çubukçu, İslam Düşüncesi Hakkında Araştırmalar, AÜIF Yy. Ankara 1972
 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

İslam-tr Sakini
İslam-TR Üyesi
FARABİ (258/870 - 339/950)

Ebu Nasr b. Muhammed b. Turhan b. Uzluğ el-Farabi: İnsanlığın ilk öğretmeni olarak Aristo’yu görmekte, kendisinin de ikinci öğretmen olduğunu iddia etmekte yada öylece isimlendirmektedir. Ona göre en mükemmel insan Aristo’dur ve Ona göre filozoflar peygamberlerden üstündür. Şöyle ki:

“Farabi, Aristo’nun kitaplarını 40 veya 100 defa okuma ihtiyacı hisseder. Ona göre en mükemmel insan Aristo’dur; insanlığın << ilk öğretmeni >> (Muallim’ul Evvel) dir.[1]

O, filozof - peygamber karşılaştırması yapar ve üstünlük önceliğini birincisine veriri. Bu görüşündeki delili de peygamberin, isteği ve arzusu olmadığı bir durumda vahiy aldığı, halbuki filozofun çalışıp, gayret sarf ederek İlâhi bilgiyi (hakikati) elde ettiği, bu nedenle çalışanın çalışmayandan her zaman üstün olacağı biçimindedir.[2]

O böylesi bir iddianın büyük tepki çekeceği korkusunun etkisiyle olsa gerek, filozofluğun vahyi insanlara iletme anlamındaki peygamberlikten üstün olduğunu ancak, her peygamberin filozofluk yönü de bulunduğu için peygamberlerin sadece filozof olan şahsiyetlerden, filozofluklarının yanı sıra diğer özelliklere de fazladan sahip olmaları nedeniyle üstün oldukları gibi çarpık bir iddiayı ileri sürer. Ancak bunun hemen arkasından da bazı tevillere kaçar ve gerçeklere peygamberlerin ameli ve ahlâki hikmeti bildiğini, filozofun ise hem ameli ve ahlâki hikmeti bunun yanı sıra, birde nazari hikmeti bildiğini ve bu nedenle filozofun üstünlüğünün tartışılamaz olduğunu belirtir.” [3]

“Samâni emiri Nuh b. Sâman, Fârâbi’yi Buhara’ya çağırıp iltifat etmiştir. Fârâbi orada Aristo’nun bütün eserlerini Arapçaya çevirip şerh etti. Ansiklopedik mahiyette bir eser meydana getirdi. Sâmani sarayında yaptığı sanılan bu eserin adı et-Ta’limu’s-Sani’dir. Bugün eserin yalnız hangi bahisleri içine aldığını bilemiyoruz. Fârâbi bu eseri yazdığı için, Muallim-i Evvel (Birinci Üstat) kabul edilen Aristo’dan sonra, Muallim-i Sani (İkinci Üstat) sayılmıştır.” [4]

Görüldüğü gibi, Aristo hayranı olan Farabi için teker teker bütün filozoflar peygamberlerden üstündür. Anlaşılan odur ki, Farabi’nin peygamberliğe veya peygamberlere inandığı falan yoktur. Aristo felsefesini, Müslümanlara kabul ettirebilmek için, peygamberlik olayına inanıyor görünmeye çalışmaktadır. Zira, onun inancının kaynağı Kuran değil, Aristo’nun felsefi sözleridir. Bizim inancımıza göre Kuran Vahyi, Allah sözüdür, bütün filozofik sözler ise, kime ait olursa olsunun, şahsi kul sözleridir. Örneğin; Allah konusunda şöyle demektedir :

“Tanrı kendi kendisini biliyor demek, kendi kendisini düşünüyor demektir. Tanrı kendi kendisini düşünüyor demek, yaratıklara varlıklarını veriyor demektir. Yaratıklar, Tanrı’ya en yakın varlıklar olan “Akıllar” halinde Tanrıdan çıkıp varlığa gelirler. “Sudûr” ederler. Tanrıya en uzak olan varlık, belirsizlik demek olan “Madde” dir.” [5]

“Aristo’yu taklit edilecek en mükemmel insan, insanlığın “birinci öğretmeni” olarak düşünen, onun düşüncesini tam anlayabilmek için kitaplarını tekrar tekrar okuyan ve ona muhalif olmaktansa, İslam’a muhalif olmayı tercih eden Farabi ve İbn Sina, tanrı görüşünde de ufak farklılıklarla üstatlarını takip ederler. Onlara göre tanrıdan ilk akıl, ondan da ikinci, ikinciden de üçüncü... akıllar sûdur etmiştir. Tanrının evreni yaratmasının bu akıllar aracığıyla gerçekleştiği görüşündedirler. Onlara göre ilk akıldan başlayarak safha safha diğer akıllara bağlı olarak yaratma gerçekleşir. Bu şekliyle Tanrı vardır ve yaratıcıdır. Ancak bu yaratmanın yoktan var etme biçiminde anlaşılmaması gerekir. Çünkü onlar yoktan var etmenin imkânsız olduğunu ve bu imkansızlığın tanrıyı da kapsadığını belirtirler.” [6]

“Farabi’nin geliştirdiği sudur teorisinde, evren Tanrı’dan - bir bakıma O’nun iradesi olmaksızın - türemiş kabul ediliyordu ve Tanrı ile evren arasında çok sayıda aracı varlıklar (mutavassıt) tasavvur edilmiştir. Teori kaçınılmaz olarak, İmam Gazali’nin felsefecileri tekfir edeceği üçüncü sorunu, Tanrı’nın bilgi alanının sınırları sorununu gündeme getiriyordu. Çünkü evrenin kendisinden zorunlu sudur ettiği Tanrı kendi zatından başkasını bilmiyordu. İslâmi öğreti ve Kur’an vahyi açısından bu tanım doğal olarak anlayışla karşılanamazdı. İşte Farabi bu teori ile Aristo’yu İslâm’a yaklaştırmak ve Tanrı’yı irade sahibi kılmak istediyse de, teorinin üzerinde oturduğu sudur görüşünde, varlıklar Tanrı’dan dışa vuramamazlık edemediklerinden, gerek Tanrı’yı iradesizleştiren gerekse varlık dünyasını kesin bir determinizm içine sokan görüşlerden dolayı bu çabasında başarı sağlayamadı.[7]

Aristo‘nun felsefi görüşlerini esas alan Farabi’nin iddialarına göre, Allah hiçbir şeyi yoktan yaratmamıştır, hatta hiçbir şeyden haberi olmadığı gibi herhangi bir şeyin meydana gelmesinde veya gelmemesinde etkende değildir, zira, bu görüşe göre yaratıklar, istese de istemese de kendisinden “sudur” yani fışkırmak suretiyle varlığa gelmektedir; Allah aynı zamanda kendi zatından başkasını bilmemekte, yani kainatın varlığı konusunda bir bilgisi bulunmamaktadır. Ayrıca, her şeyin Allah’tan çıkarak meydana geldiğini “sudur” ettiğini söylemekle her şeyi İlâh kabul etmektedir. Bu bağlamda “Vahdet-i Vücut” çu müşriklerin iddia ettikleri şirkin aynısını iddia etmektedir. Bütün bu iddialar Kuran’a aykırı ve dolayısıyla İslâm diniyle bağdaşması mümkün olmayan iddialardır.

Ayrıca, Aristo’nun Münfail Akıl ve Faal akıl görüşünden hareket eden Farabi, peygamberleri Vahiy alan kimseler değil de, hayal kuran kimseler olarak tanımlamaktadır, şöyle ki:

“Farabi’nin üzerinde durduğu ikinci önemli konu nübüvvettir. Ona göre nübüvvet tabiatüstü bir olay değildir. Yalnızca bir insan olan peygamberin muhayyile gücünün kemalin doruğuna ulaşması halidir. Ona Münfail Akıl ulaşır. Peygamber işte bu yolla, şimdi ve gelecekteki cüz’i bir takım bilgileri, haberleri feyiz yoluyla alır. Farabi bu bağlamda mucizeyi de akılcı yöntemlerle açıkladı ve kutsi güçlere bazı tanımlar getirdi. Burada Farabi’nin peygamberlerle filozof arasında ilginç benzerlikler kurduğu görülüyor. Getirdiği bu felsefi yaklaşıma göre, peygamber de filozof da Faal Akıl’la ilişki kuran seçkin insanlardır. Aralarında ki fark, buna muhayyile gücüne sahip mertebesiyle varması, ikincisinin ise buna düşünce ve nazarla ulaşmasıdır.”[8]

Görüldüğü gibi, Farabi, Vahyi inkâr etmenin yanında, Akıllı davranışı filozofa, hayal kurmayı peygamber yakıştırmaktadır. Peygamberin Vahiy almasını konu ettiği zaman, İslam da anlaşılan gerçek manadaki vahiy kavramını değil de, peygamberin hayal kurduğunu ve bu hayalleriyle, faal akılla ilişki kurduğunu söylemektedir. Aslında faal akıl, Aristo’nun iddia ettiği, aslı olmayan bir hayalden başka bir şey değildir, bundan dolayı hayal kurmak peygamberin değil, Aristo ve Farabi gibi kimselerin işidir.

İslam dininde, ahirete inanmak, dolayısıyla bütün nefislerin yaptıklarının karşılığında muamele görmek üzere dirileceklerine; ayrıca Cennet ve Cehennemin gerçek olarak var olduğuna; ahiret hesabına inanmak, imanın şartlarındandır. Farabi bu ve bu gibi hususlar konusunda kuşkulu olup, onları inkar etmektedir, şöyle ki:

“Din -felsefe ilişkisini belirleyen son önemli nokta ölümden sonraki hayata ilişkin filozofların görüşleri etrafında çıkan tartışmalardır. Gerçek şu ki; Farabi hayatı boyunca ruhun ölümünden sonraki ebediliği konusunda büyük bir kuşku içinde yaşadı”[9]

“Farabi, taklid edilmeye en layık kişiler olarak gördüğü Platon ve Aristo’nun fikirlerini, filozofların hakikatı ifade ettikleri ve değişik filozofların ifadelerinde açığa çıkan farklılıkların hakikatın yapısına uygun olduğu inancıyla birleştirip aynı gösterme gayretleri taşır. Kûr’an’a ters olup olmamak hiç önemli değildir onun açısından. Ona göre vahiy, akıllar arası ilişkiden doğan bir şeydir. Ayrıcalıklı başka bir özelliği yoktur. Peygamber ise vahyi elde etmiş kişi olarak saadeti elde etmiş birisidir. Fakat filozof da ondan geri kalmaz. hatta daha ileridedir. Filozofun, hakikati açık ve tam olarak bildirmesine karşılık, muhatabı halk olduğu için, Peygamberlerin halkı ahlak ve erdeme çekebilmek için, cennet, cehennem, hesap günü gibi aslı olamayan (haşa) sembolik şeyleri kullandığını, asıl amacının filozofun yapmaya çalıştığının en basit şekli olduğunu belirtir.”[10]

“Farabi ve İbn Sina’nın daha sonraları Gazâli’nin çok sert eleştirilerine konu olacak inançlarından birisi de mahşerde dirilme ile ilgilidir. Onlara göre ölümsüz olan vücut değil, ruhtur. Ancak tekrar dirilecek olan ruhlarda herkesin ruhları değil sadece seçkin, üstün insanların ruhlarıdır. Onlar böylelikle cismani dirilişi açıkça reddeder, hatta İbn Sina bununla ilgili olarak “Risalet’ül Adhaviye” isimli bir kitap yazar. Ona göre bedenin dirilmesi peygamberin zihninden doğan hayali bir “mit”ten başka bir şey değildir. O, peygamberin bu mit’le kitleleri kontrol altında tutmaya çalıştığını iddia eder. Ona göre akla uygun yaşamak cennet, hayâl alemi ise cehennemdir. Hisler ise kabir alemidir. Dolayısıyla bu yaşanan hayattan başka bir hayatın olamayacağını iddia eder. İbn Sina ölüm sonrası cismani dirilişi Peygamberin mit’i olarak nitelemesine karşılık halk için yazdığı bazı kitaplarında Kur’an ayetlerini kullanarak, cismani diriliş ve hesap gününün gerçek olduğundan bahseder. İnsanların yaşantılarına çekidüzen vermeleri gerektiğini belirtir. Farabi ise hiçbir yoruma yer bırakmayacak şekilde ve İbn Sina gibi ikiyüzlü olmadan cismani dirilişin Kur’an’da geçen bir teşbih olduğunu, bunun imkânsızlığını savunur. Zaten o, filozoflar içerisinde davasına en bağlı İslam’a en uzak olanıdır.”[11]

İşte, Farabi’nin inanç konusunda ki görüşleri bu şekildedir. Amacım filozofların tüm felsefelerini detaylı olmadığından. Farabi’nin düşünceleri konusunda verdiğim örneklerin, onun İslâm dinine karşı yapmış olduğu saldırıları belirtmek açısından yeterli olduğu kanaatindeyim.


Kaynak:
Fereç Hüdür, KUR’AN DIŞI OLUŞUMLARIN ELEŞTİRİSİ VE KUR'AN'A ARZI, Kişisel Yayınlar; İstanbul, 2007,



[1] Ilimlerin Sayımı, 64, 87 Mehmet Farabi, (ibsa-ul ulum), Çev. Prof. Dr. Ahmet Ateş, Devlet Kitapları, 1986
Düşünce 94, S. Hüseyin Nasr, İslamda düşünce ve hayat, Çev: Fatih Tatlıoğlu, İnsan Yy. 1988


[2] Uludağ 232, Süleyman Ulugağ, İslam DüşüncesininYapısı, Dergah Yy. 1979
Farabi ve Düşüncesi 279, Prof.Dr. Ibrahim Ağah Çubukçu, Belleten, TTK. Yy.1985, Sayı 194, s.273

[3] (Vahiyden Kültüre,Yazan, Celaleddin Vatandaş Pınar Yayınları 1991 Baskısı Sayfa 127-128 .)

[4] (Fârabi, El-Medinetü’l Fadıla, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları 1985 baskısı S.4 Müellif H. İsmail Mekki, Terceme, Abdullah Özbek. )


[5] (Felsefeye Giriş M.E.B. Yayınları 1992 baskısı S. 78 Yazarları, Heyet.)

[6] (Vahiyden Kültüre,Yazan, Celaleddin Vatandaş Pınar Yayınları 1991 Baskısı Sayfa 129.)

[7] (Felsefe-i Ülâ, Ali Bulaç İslâm Düşüncesinde Din-Felsefe/Vahiy-Akıl İlişkisi, Sayfa 129, Beyan Yayınları 1994. )

[8] (Felsefe-i Ülâ, , Sayfa 127,

[9] ( Ali Bulaç, İslâm Düşüncesinde Din-Felsefe/Vahiy-Akıl İlişkisi, Sayfa 136, Beyan Yayınları 1994. )

[10] (Vahiyden Kültüre,Yazan, Celaleddin Vatandaş Pınar Yayınları 1991 Baskısı Sayfa 126.)

[11] (Vahiyden Kültüre,Yazan, Celaleddin Vatandaş Pınar Yayınları 1991 Baskısı Sayfa 130.)
 
H Çevrimdışı

Habibullah

İslam-tr Sakini
Site Emektarı
buram buram felsefe kokan KURAN tefsirlerini okuyan ve yanlis sapmalara dalabilen her muslumanin okumasi gerekir..iyi bir calisma..
 
B Çevrimdışı

berae24

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Allah razı olsun inşallah.. VAHİYDEN KÜLTÜRE - TASAVVUF VE İSLAM - GİBİ ESERLERİ OKUMAK LAZIMMMM..
 
Üst