Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

SEBATI SAĞLAYAN ETKENLER

İ Çevrimdışı

_İnKıLaB_

Üye
İslam-TR Üyesi
SEBATI SAĞLAYAN ETKENLER

1) Kur'an'a Yönelmek:

Kur'an-ı Kerim ilk sebat vasıtasıdır. ALLAH'ın sağlam ipidir. Aydınlatıcı nurdur. O'na sımsıkı sarılanı ALLAH korur, tâbi olanı kurtuluşa erdirir.
ALLAH, Kur'an'ın belirli aralıklarla ayrıntılı olarak indirilmesindeki amacı, kalpleri iyice sağlamlaştırmak olarak açıklar.
<<İnkâr edenler dediler ki: “Kur'an ona tek bir defada, toplu olarak indirilmeli değil miydi?” Biz onunla kalbini sağlamlaştırıp-pekiştirmek için böylece (ayet ayet indirdik) ve onu “belli bir okuma düzeniyle (tertil üzere)” düzene koyup okuttuk.>> (Furkan 32)
*Kur'an kişinin imanını yeşertir, ALLAH ile bağını kurup koruyarak nefsi arındırır.
*Kur'an ayetleri, mü'minin kalbine serinlik ve esenlik indirir. Böylece fitne rüzgârları onu sürükleyemez. Kalbi, ALLAH'ın zikri ile huzur bulur.
*Kur'an Müslümanı doğru değerler ve düşüncelerle donatır. Bu düşünce ve değerler çerçevesinde olanları düzenler. Ayrıca kendisine olayları değerlendirme imkânı sağlayan ölçüler kazandırır.
*Olaylar ve insanlar değişti diye Kur'an'a uyan kişinin de sözleri değişip, birbiriyle çelişir hale gelmez ve kararında tereddüt olmaz.
*Kâfirler ile münafıklardan oluşan İslam düşmanlarının ortaya attığı şüphelere rahatlıkla cevap verir.
Sonuç olarak hayatlarını Kur'an'a bağlayanlar, Kur'an'ı okumaya, ezberlemeye, anlamaya ve düşünmeye yönelenler, onunla hareket edip ona boyun eğenler, tıpkı Rasulullah (a.s) ve sahabe gibi Kur'an'ı ahlâk edinenler bu yoldan asla ayrılmazlar.
Bizans imparatoru Herakl'in henüz iman etmemiş olan Ebu Süfyan'a sorduğu soruda bunu açıkça görmekteyiz:
Herakl: “Onlardan (Muhammed (a.s) tâbi olanlardan) hiç kimse bu dine girdikten sonra dinine kızarak ondan geri dönüyor mu?” diye sorar.
Ebu Süfyan: “Hayır” diye cevap verince, Herakl şöyle der: ”İmân sevinci kalbe sinip onunla bütünleşince böyle olur.”
Kur'an'dan uzaklaşınca ise kalpler katılaşır ve sonuç hüsrandır.
<<İman edenlerin, ALLAH'ı anma ve haktan inmiş olanın zikri (Kur'an) sebebiyle kalplerin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan bir çoğu yoldan çıkmış (fâsık) kimselerdir.>> (Hadid:16)

2) İmanı İslâmî İlim ile Dengelemek:

İnsanın motivasyon, aksiyon ve kalbinin manevi direncini artırmak için ilk önce imana ihtiyacı vardır. Bununla birlikte ahlâkça doğru olanı yapmak, kulluğunu düzene sokmak ve ALLAH'a olan yönelişini kuvvetlendirmek için de ilme ihtiyaç duyar. İman ve -sadece ALLAH rızası ve amel etmek için öğrenilen- İslâmi İlim kalbin derinliklerine yerleştiğinde artık o insanı doğru yoldan vazgeçirip saptıracak imkân neredeyse hiç kalmaz.
Kur'an'ın ve bazı kavramların ezberlenmesi, kişinin gerekli ilmi edindiği anlamına gelmez. Çünkü Kur'an, mü'min olsun, münafık olsun veya yeterli bilgisi bulunmasın, herkes tarafından okunmaktadır. Hasan Basri şöyle demiştir: “İki türlü ilim vardır: Kalpteki ilim ve dildeki ilim. Kalpteki ilim daha faydalıdır, çünkü sadece dilde olan ilim sebebiyle ALLAH kullarını hesaba çekecektir.”
İslâmi ilim arayışı boş vakit bırakmadığı için, düşünceleri hevaya uymaktan, kişiyi günahlara sapmaktan korur.

3) Salih Amel İşlemek:

<<ALLAH sağlam sözle iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sebat ettirir, sapasağlam tutar. Zalimleri ise ALLAH saptırır. ALLAH dilediğini yapar.>> (İbrahim 27)
Toplum bozulunca, fitne baş gösterince, salih amellere yaklaşmayan, onlardan geri duran tembellerden sebat beklenemez.
<<Eğer kendilerine verilen öğüdü yerine getirselerdi, onlar için bu hem daha hayırlı, hem de (imanlarını) pekiştirici olurdu.>> (Nisa 66)
Oysa iman eden ve salih amel işleyenleri, RABleri imanları sebebiyle doğru yola yönetir. Bunun içindir ki Rasulullah (a.s) salih amellere ısrarla devam ederdi. Kendisine en sevimli amel, az da olsa devamlı olanıydı. Kudsi bir hadiste:
<<Kulum bana nafilelerle yaklaşır. Nafilelere öyle devam eder ki neticede onu severim.>> buyurulur.
Hayır işlerde süreklilik göstermek, ısrarcı olmak bir alışkanlık halini alırsa, insana, hayatında bir zorlukla karşılaşması durumunda devreye girip yardımcı olur. Hayır işlerde (namazlarda, sadaka vermede, oruçta, zikirde, insanlara iyilik yapmada) gösterilen bu ısrar ve süreklilik , insanın sabır ve dürüstlük içinde yaşamasını, doğru yoldan saptıran şeylerden de uzak durmasını sağlayacaktır.

4) Üzerinde Düşünüp İbret Almak İçin Peygamber Kıssalarını İncelemek:

RABbimizin Mekke döneminin en kritik ve en zor zamanlarında Peygamber kıssalarını anlatması oyun ve eğlence olsun diye değildi. Aksine yüce bir gaye içindi.
<<Sana gönlünü pekiştirecek, bilgileri ve duyguları kalbinde sabitleştirecek Peygamberlerin başlarından geçen haberleri anlatıyoruz. Bu kıssalarda sana gerçeğin bilgisi, mü'minlere de bir öğüt ve hatırlatma gelmiştir.>> (Hud 120)
Hz. İbrahim (a.s)'in kavminden bazı kimseler: << ”Eğer iş yapacaksanız, yakın onu da, tanrılarınıza yardım edin! dediler. ”Ey ateş! İbrahim için serinlik ve esenlik ol!” dedik. Böylece ona bir tuzak kurmak istediler; fakat biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk.>> (Enbiya 68-70)
İbn Abbas şöyle der: “İbrahim aleyhisselam ateşe atıldığında en son sözü <<HasbiyALLAHu ve ni'mel-vekil (ALLAH bana yeter ve O ne güzel bir vekildir)>> sözü idi.”
İnsan bu kıssayı düşünürken baskı ve işkence karşısında direnme duygusunun kalbine yerleştiğini hisseder.
Musa (a.s) kıssasıyla ilgili ALLAH'ın (c.c):
<<İki topluluk birbirini görünce, Musa'nın adamları:”İşte yakalandık!” dediler. Musa:”Asla!” dedi. “RABbim şüphesiz benimledir, bana yol gösterecektir.”>> (Şuara 61-62) buyruğunu düşünelim. Bunda zalimlerle karşılaşınca sebat etme ve şiddet anında ümitsizliğe kapılanların bağrışmaları arasında bile kararlılık gösterme şuurunu elde etmiyor muyuz?
Hak kendilerine açıkça belli olunca, ölüm tehditlerine aldırmayan sihirbazlardan, Yasin suresindeki mü'min (Habibun-Neccar) ve Firavun ailesindeki mü'min kıssalarından, Ashab-ı Uhdud ve benzerlerinin kıssalarından alınacak en büyük ders, neredeyse tamamen sebat üzerinedir.

5) Dua:

ALLAH'ın mü'min kullarının özelliklerinden biri de, kendilerini dinde sabit kılması için dua ederek ALLAH'a yönelmeleridir:
<<RABbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme.>> (Al-i İmran 8)
<<Ey RABbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve ayaklarımızı sabit kıl.>> (Bakara 256)
<<Ademoğullarının kalplerinin hepsi Rahman'ın parmaklarından iki parmağın arasında iki kalp gibidir. Onu dilediği gibi çevirir.>> buyuran Rasulullah (a.s) bunun içindir ki çokça:
<<Ey kalpleri çeviren! Kalbimi dinin üzerine sabit kıl.>> diye dua ederdi.
Ayrıca, 'çok zikreden, çok şükreden ve çok sabreden bir kul' olabilmemiz için ettiğimiz dualarda dilimizi, kalbimizi ve hareketlerimizi yönlendirmesi açısından son derece faydalı olacaktır.

6) ALLAH'ı Zikretmek:

Bu, sebatı sağlayan en büyük etkenlerdendir.
<<Ey iman edenler! Herhangi bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebat edin ve ALLAH'ı çokça zikredin.>> (Enfal 45) ayetinde iki olay arasında kurulan bağı düşünelim. Burada ALLAH'ı zikretmek, cihatta kararlılık göstermeye yardımcı olacak en büyük sebeplerden biri olarak gösteriliyor.
İnananlar, birçok savaşta, sayılarının azlığına rağmen ALLAH'ı çokça zikretmeleri sebebiyle başarı göstermişlerdir.
Güzellik ve makam sahibi kadın, kendine çağırdığı zaman, onun fitnesine karşı koymak için Yusuf ( a.s) “MaazALLAH-ALLAH korusun” kalesine sığınmış, şehvet dalgaları bu kalenin surlarına çarpıp yok olmuştur.
Diliyle ve kalbiyle her an ALLAH'ı zikreden ve O'na sığınan bir insan, O'nun yardımıyla her bir tuzağı ve fitneyi rahatlıkla atlatabilecektir.
<<Bunlar iman edenler ve gönülleri ALLAH'ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki kalpler ancak ALLAH'ı anmakla huzur bulur.>> (Rad 28)
Peygamber (a.s) da:
<<Dilin daima ALLAH'ı anarak yaş (ıslak) kalsın.>> buyurarak zikrin önemini belirtmiştir.

7) Terbiye:

Din değiştiren ve bazı durumlarda zâfiyet gösterenlerin çoğu, İslâma daha yeni girmiş ve imanlarını kalplerine yavaş yavaş yerleştirecek terbiye metodunu henüz edinememiş insanlar arasından çıkmaktadır.
Sadece tevbe etmiş olmak ve dış görünüşte birtakım değişiklere gitmek yeterli değildir. Gerçek bir imana ve takvaya ulaşabilmek için kademeli bir eğitimden geçmek gereklidir.
Müslümanın aşama aşama ilerlemesi yani plânlı-programlı bir yol izlemesi onu olgunlaştırır ve dengeli bir yapıya sahip olmasını sağlar. Böylece aklına geleni söylemenin, aceleciliğin ve zararlı çıkışların önüne geçilmiş olur.
Kişi, pratik tecrübelerinden yararlanabileceği, birlikte ALLAH'ın ipine sarılarak günlük hayattaki zorluklara karşı ayakta kalmasına yardım edecek uygun bir örnek topluluk bulmalıdır. Ayrıca kişi, insanların gözlerinden uzak, özel-gizli ameller işleyerek ALLAH'la olan ilişkisini geliştirmeli, gece ibadetine devam etmelidir.
Sebatı sağlayan bu unsurun önemini daha iyi anlamak için Rasulullah (a.s) ın dönemine bir bakalım:
Rasulullah'ın, ashabın Mekke'de kendilerine baskı uygulanan günlerde gösterdikleri sabrın kaynağı ne idi?
Bilâl, Habbâb, Mus'ab, Yâsir ailesi ve diğer mazlumlar, hatta sahabenin önde gelenleri, boykot sırasında ve diğer zamanlarda nasıl sebat ettiler? Onların bu kararlılıkları, kişiliklerini aydınlatan nübüvvet ışığının köklü terbiyesi olmadan gerçekleşebilir miydi?
Bir sahabeyi ele alalım. Meselâ Habbâb İbn Eret... Efendisi, demir şişleri kor hâline gelinceye kadar ısıtır, sonra onun çıplak sırtına bastırırdı. Bu kor hâlindeki demirler, onun sırtının yağının eriyerek üzerlerine akışıyla sönerdi. Onu, bütün bunlara sabretmeye sevk eden ne idi?
Bilâl'i düşünelim... Güneşten yanmış kumların üzerinde, kayanın altında... Ve Sümeyye'yi, bağlar ve zincirler içerisinde...
Huneyn Gazvesinde, Müslümanların çoğu hezimet belirtileri gösterip dağılınca, Nebi (a.s) ile birlikte sebat gösteren kimlerdi? İslama yeni girenler, henüz nübüvvet okulunda yeteri kadar terbiye görmemiş ve çoğu ganimet hevesiyle savaşa çıkanlar mı? Asla!... Sebat gösterenlerin çoğu, Rasulullah'ın elinde uzun süre terbiye gören seçkin Mü'minlerdi.

:cool: Müslümanın Doğru Yolda Yürümeye Gayret Etmesi:

İnsanlar Peygamberler (a.s) ve sahabenin izlediği yolu terkederek birçok fırkalara ayrılmış, saf İslâm'a şirk, bid'at, hurafe karıştırarak dinin asliyetinden ayrılmışlardır.
ALLAH ve Rasulü yerine, her grubun önderi; Kur'an ayetleri ve hadisler yerine o önderlerin sözleri ön plâna çıkarılmış, Ehl-i Kitab'ın, ALLAH'ın kitabını bırakıp alimlerin kitaplarına yöneldikleri için sapıttıkları göz ardı edilmiştir.
<<Halbuki onlara ancak, dini yalnız O'na has kılarak ve hanifler olarak ALLAH'a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştur. İşte en doğru din budur.>> (Beyyine 5)
Eğer hak yolda sabit kalmak istiyorsak, Kur'an merkezli, Peygamber (a.s) örnekli bir yoldan asla ayrılmamalıyız.

9) Üzerinde Bulunduğu Yola Güvenmek:

Müslümanın, üzerinde yürüdüğü yola güveni arttıkça, o yolda yürümeye devam kararlılığı da şüphesiz daha büyük olur. Bu güveni sağlayan faktörlerden bazıları şunlardır:
*Üzerinde bulunduğumuz doğru yolun, bu asırda ve bu zamanda ortaya çıkmış yeni bir yol olmadığını bilmek.
Bu yol, bizden önce enbiyanın, sıddıkların, âlimlerin, şehitlerin ve salihlerin üzerinde yürüdükleri soylu bir yoldur. Bunu hissetmekle garipliğimiz, yalnızlığımız yok olur; üzüntülerimiz sevince ve mutluluğa dönüşür. Hepsinin bu yolda bize kardeş olduğunu hissederiz.
*Seçilmiş olmanın şuuruna varmak.
<<Hamd olsun ALLAH'a ve selâm olsun seçkin kıldığı kullarına.>> (Neml 59)
<<Sonra Kitab'ı kullarımız arasından seçtiklerimize verdik.>> (Fâtır 32)
ALLAH, peygamberleri nasıl seçmişse, salihler için de bu seçimden bir pay vardır. Bu pay peygamberlerin ilimlerinden kendilerine kalandır. ALLAH bizleri bir cansız, bir hayvan, bir kâfir, bir inkârcı, bir bid'at davetçisi, bir fasık olarak yaratabilirdi. Çevremize bakıp, bu kadar varlık ve insan arasında seçilmiş olduğumuzu farketmeli, bunun kıymetini bilerek üzerinde bulunduğumuz yolda kararlılık göstermeliyiz.

10) ALLAH'a Daveti Pratik Olarak Uygulamak:

Nefis, hareket etmezse bozulur. Dışa açılmazsa çürür. Nefsin dışa açılabileceği en güzel alanlardan biri de ALLAH'a davettir. Davet, Peygamberlerin görevidir ve nefsi azaptan kurtarır. Bu uğurda, kuvvetler harekete geçer ve önemli görevler yerine getirilir. Dolayısıyla kişi davet etmeli ve bu arada anlattıklarına zıt davranmayarak, emrolunduğu gibi dosdoğru olmalıdır.
Zaman harcayarak, zihin yorarak, çalışarak ve konuşarak doğru yola davet etmek, Müslümanın en önemli uğraşı ve kaygısı olursa; bu şeytanın onu saptırma ve fitneye düşürme çabasının önünü keser.
Ayrıca, davet yolunda yürürken karşılaştığı engeller, inatçılar ve batıl ehli karşısında davetçinin kalbinde oluşan meydan okuma duygusu da imanı ve sebatı kuvvetlendiren etkenlerdendir. Davet, kişiye sevap kazandırırken aynı zamanda gerilemeyi, bozulmayı ve çözülmeyi engeller. Çünkü hücum eden, savunma ihtiyacı hissetmez.
ALLAH, davetçilerle birliktedir, onların kalplerini sağlamlaştırır ve hatalarını örter. Davetçi doktor gibidir. Bilgisiyle ve tecrübesiyle hastalıklara karşı savaşır. Başkaları üzerindeki bu savaşıyla o, hastalığa yakalanma riskinden diğer insanlara oranla daha uzaktır.
<<ALLAH'a çağıran, salih amelde bulunan ve “gerçekten ben Müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kimdir?>> (Fussilet 33)
<<Ey iman edenler! Eğer siz ALLAH'a (dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.>> (Muhammed 7)

11) Salih İnsanlarla BeRABer Olmak, Nasihat Etmek ve Nasihat İstemek:

Bir Müslüman, ciddi bir acıyla, imtihanla karşılaşır ve RABbi bu vesileyle onu arındırmak ister. Bu durumda onun sebat etmesini sağlayan faktörlerden biri de, ALLAH'ın onu nasihat eden ve inancını sağlamlaştıran salih bir insanla desteklemesidir. Bu nasihatler, ALLAH'ın o insanı faydalandırdığı, hatasını örtmesini sağladığı nasihatlerdir. Bunlar, kişiye RABbini, O'na kavuşmayı, Cenneti ve Cehennemi hatırlatan sözlerle doludur.
İmam Ahmed İbn Hanbel'in hayatında, öldürülmeyle karşı karşıya kaldığı anlarda bunun örneklerine çokça rastlanır.
İmam Ahmed şöyle der: “Bu sıkıntıya düştüğümden beri Tavk düzlüğünde benimle konuşan bedevinin sözünden daha etkili bir söz işitmedim. Bana: 'Ey Ahmed! Hakk seni ölüme götürürse, şehit olarak ölürsün. Yaşarsan da övülmüş olarak yaşasın.' dedi ve kalbime güç verdi.”
İmam Ahmed kendisine eşlik eden ve acı imtihanda onunla beRABer direnen genç (Muhammed İbn Nuh) hakkında şöyle der: “Yaşının küçüklüğüne ve ilminin azlığına rağmen, ALLAH'ın emri konusunda Muhammed İbn Nuh'dan daha dirençli olan birini görmedim. Sonunun hayırlı olmasını dilerim. Bir gün bana şöyle dedi: 'Ey Ebû Abdullah! ALLAH'tan kork! Sen benim gibi değilsin. Sen, örnek alınan bir insansın. İnsanlar boyunlarını uzatmış ne yapacağını gözlüyorlar. ALLAH'tan kork ve ALLAH'ın emrinde kararlı ol.' Öldüğünde onun namazını kıldım ve onu defnettim.”
<<Müminlerden öyle erkek -adamlar vardır ki- ALLAH ile yaptıkları ahide sadakat gösterdiler; böylece onlardan kimi adağını gerçekleştirdi, kimi beklemektedir. Onlar hiçbir değiştirme ile (sözlerini) değiştirmediler.>> (Ahzab 23)
İmam Ahmed bir gün zindanda şöyle der: “Hapsedilmeye aldırmıyorum; evimden farkı yok. Kılıçla öldürülmeye de aldırmıyorum. Fakat kırbacın fitnesinden korkuyorum.” Zindandakilerden bazıları bunu işitir ve şöyle söylerler: “Aldırma ey Ebû Abdullah! İki kırbaç darbesinden başka bir şey değil. Sonra gerisinin nereye değdiğini bile hissetmezsin.” Bu söz üzerine İmam Ahmed sanki sıkıntılarından kurtulmuş gibi rahatlar.
Müslüman her zaman salih insanlardan öğüt almaya gayret etmeli, nasihati iyice dinleyip anlamalıdır.
İçine düşmekten korktuğu şeyler için yolculuğa çıkmadan önce, musibete uğradığında ve beklenen bir sıkıntıdan önce, bir makama tayin edildiğinde veya bir mirasa konup zengin olduğunda nasihat istemeli ve güzel nasihatlere uymalıdır.
Bir kimse doğru yoldan sapma belirtileri gösterdiğinde de o kişiye hemen nasihat edilmeli ve o kişi uyarılmalıdır.
Nasihat isteme ve nasihat etme hem kişinin kendi inancını sağlamlaştırır, hem de başkasının inancını sağlamlaştırır. ALLAH, mü'minlerin velisidir.
Cabir bin Abdullah şöyle demiştir: <<Ben ALLAH Rasulüne (a.s), namaz kılıp, zekât vermek ve her Müslüman'a nasihat etmek üzere beyat ettim.>> (Buhari-Müslim)
 
İ Çevrimdışı

_İnKıLaB_

Üye
İslam-TR Üyesi
12) Dostlarımızı Seçerken Dikkatli Olmak:

Şüphe yok ki arkadaş topluluğu karakterin oluşmasında çok etkilidir. Bu sebeple ALLAH Rasulü (a.s) şöyle buyurmuştur: << Kişi, dostunun dini üzerinedir. Öyleyse her biriniz, kiminle dostluk kuracağına dikkat etsin.>> (Ebu Davud, Tirmizi)
Bu etki iki açıdan ele alınabilir:
Birincisi, kişinin birlikte olmak zorunda olduğu çevre ki, bunlar akRABalar, komşular, okul ve iş çevresi gibi tercihin fazlaca söz konusu olmadığı alanlardır.
İkincisi ise, kendi tercihine göre oluşturduğu ve daha çok beRABer olabildiği arkadaş çevresidir.
Kişi iman durumuna göre arkadaş çevresini belirler. İnancı zayıf, nefsine uymaya, gaflete düşmeye meyilli ise, dünya zevklerini seviyorsa, namaz kılıp oruç tutsa dahi, fedakârlık isteyen durumlarda ciddiyetsiz olan bir çevreye dahil olur.
<<İnsanlardan kimi, ALLAH'a bir ucundan ibadet eder. Eğer kendisine bir hayır dokunursa, bununla tatmin bulur ve eğer kendisine bir fitne isabet edecek olursa yüz üstü dönüverir, o dünyayı kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu apaçık bir kayıptır.>> (Hac 11)
Böyle bir çevre onu hiçbir zaman ilerletmez. 'O bunu yapıyorsa, ben neden yapmayayım diyerek kötüleri taklide başlar. Daha önce hiç yapmadığı şeyleri yapar, bazı ibadetlerini terk eder, ALLAH'a yalvarıp isteyeceği yerde, başkalarına yalvarır, sünnetleri terk eder. ALLAH'ı anmayı bırakır, namazlarını geciktirmeye başlar. Haram şeyleri seyretme ve dinleme hevesi gelişir. Sonunda etrafındaki kötülüklere seyirci kalır, bir günahı engellemeyi bırakır, böyle bir ortama alışır ve kalbi katılaşmaya ve kararmaya yüz tutar.
Hiç şüphesiz tüm bunlar zayıf bir imanın sonucudur. Kişi her zaman kendini ilerletecek bir çevreye talip olmalıdır. Tercihini güzel bir çevreden yana yapanlara mecburen içinde bulundukları çevrenin olumsuz herhangi bir etkisi olmayacaktır.

13) Şehvetleri Hakim Kılmamak:

İnsanları doğru yoldan saptıran en önemli faktörlerden biri de kesin ve gerçek olan hususlarda düşülen 'şüphelerdir'. Bunları atlatan birini bekleyen ikinci tehlike de kalbinde üstünlük kuran 'şehvetlerdir'. Şehvetler insanı hakikatten ve ALLAH'a itaatten uzaklaştırıp saptırır ki; bu, günümüzde en çok dikkat edilmesi gereken hususlardandır.
İnananlar, tevbe edip ALLAH'a yönelenler de en az diğerleri kadar insan ve en az diğerleri kadar şehvetlere sahiptirler. Peki şehvetler ne zaman problem oluşturur? Günaha meyledildiğinde ve bu düşünce davranışa dönüştürüldüğünde...
Meselâ, dindar, ibadete düşkün biri... O, bakılması günah olan bir şey görür (güzel bir kadın gibi). O kişinin kalbinde hemen zorlu bir mücadele başlar. İman, kalbi tevbe etmeye ve ALLAH'a yönelmeye çağırırken, artan şehvetin çağrısı da kalbe baskın gelebilir. Eğer iman baskın gelirse, hemen tevbe edip salih amelle temizlenerek bu badireyi atlatabilir. Maalesef, şehvet ateşi, imandaki zayıflıktan ötürü bazı kimselerin kalplerini tuzağa düşürebilir; baskın gelerek kişinin ALLAH'a yönelebileceği her türlü yolu engelleyebilir. Sonuç olarak bu insan günahın kurbanı olur ve onu bu düşüşten kaldıracak olan tevbeyle ALLAH'a yönelemez. Böyle bir durumda kendi kendine şöyle diyecektir: “Çoktan günah batağına girdim. Artık böyle devam edebilirim. Zaten pek çok kez tevbe etmeyi denedim, ama fayda etmedi. Ben zayıfım, tevbe etmek için bir ümidim de kalmadı. Benim yolum artık salih insanların yolundan çok farklı .” (Üzerine çamur sıçramasın diye dikkat eden birinin, bir kere çamura düştü mü, artık çamur sıçramasına aldırmadığı gibi.)
Bunun için iman kuvvetlendirilmeli, şehvete geçecek yol bırakılmamalıdır. Bir şekilde hataya düşüldüğünde ise ALLAH'tan ümit kesmemeli, tevbeyle yine O'na dönmelidir.

14) Haddi Aşmaktan, Aşırıya Kaçmaktan Sakınmak:

ALLAH Teâlâ bize her neyi yapmamızı emretse, şeytan bir taraftan o amelde aşırılığa gitmeye, diğer taraftan amel esnasında gaflet içinde ve dikkatsizce davranmayı teşvik eder.
<<De ki: Ey Kitap ehli! Dininizde haksız yere haddi aşmayın.>> (Maide 77)
ALLAH Rasulü (s.a.v): <<Dinde aşırılıktan sakının. Sizden öncekileri, dinde aşırılıkları helâk etmiştir.>> (Nesai) buyurmuştur.
İbadette aşırıya gitmek de başlı başına bir sapmadır. Örneğimiz bellidir, bizim onu aşmaya çalışmamız haddi aşmaktır. Peygamberimiz (a.s) uyumayarak, sürekli oruç tutarak ve evlenmeyerek kendilerine fazladan yük yüklenenleri uyarmıştır.
Böyle bir girişim kişiyi zamanla zor duruma sokacak, gaflet ettirecek veya kişinin mutedil yola geri dönmesi zorlaşacak ve iyice sapıtabilecektir.
<<..... (bir bid'at olarak) Türettikleri ruhbanlığı ise biz onlara yazmadık (emretmedik). Ancak ALLAH'ın rızasın aramak için (türettiler). Ama buna da gerektiği gibi uymadılar.....>> (Hadid 27)
Yapılacak iş ALLAH'a tam bir teslimiyettir. O, kuluna gücünün üzerinde bir yük yüklemez. Hiçbir zaman unutmamalıyız ki sadece amellerimiz de cennete girmemiz için yeterli değildir.
<<Mutedil olun ve aşırıya gitmeyin. Bilin ki sadece amelleriniz sizi cennete sokmayacaktır. ALLAH'ın en çok hoşuna giden, az da olsa devamlı olan ibadettir.>> [Hz. Muhammed (a.s)]

15) Günahları Küçük Görmemek:

ALLAH Teâlâ şöyle buyuruyor:
<< ..... Bunun önemsiz bir şey olduğunu sanıyorsunuz. Halbuki bu ALLAH katında çok büyük bir suçtur.>> (Nur 15)
Enes (r.a) şöyle demiştir:
<<Sizler bir kısım ameller işliyorsunuz ki, onlar sizin nazarınızda kıldan daha ince (daha ehemmiyetsiz) dir. Halbuki bizler onları, Rasulullah (a.s) ın zamanında helâk edici günahlardan sayardık.>> (Buhari)
Günahları Küçük Görmenin Zararları:
*Günahlarımız ALLAH katında sandığımızdan daha çok, daha büyük olabilir.
*Günahı küçük ve önemsiz olarak görmek, kişiyi tevbeden uzaklaştıRABilir. Günahın ciddiyetinin farkında olan biri ise pişmanlık içinde bağışlanma diler, günahını affedip silecek olan ALLAH'a tevbe eder.
*Günahı işleyen kişi, benzer şekilde ilgileri olan kişilere doğru meyledebilir, ALLAH'ı hatırlatan topluluklardan uzaklaşabilir. İyi amellerde bulunmasına yardımcı olacak tüm fırsatları kaçırmış olur.
*Günah, bırakılması çok zor bir alışkanlık haline gelebilir. İşlenen günahlar küçük bile olsalar, büyüyüp insanın yoldan sapmasına sebep olacak hale gelebilirler.
Abdullah b. Mes'ud'un rivayet ettiği bir hadise göre ALLAH'ın Rasulü (a.s) bizleri bu konuda uyarmıştır:
<<Küçük günahlardan sakınınız. Çünkü küçük günahların durumu, bir vadinin tabanına inmiş bir topluluğa benzer. Bunlardan birisi bir parça çalı çırpı getirir, bir diğeri de gider bir parça çalı çırpı getirir. Bu durum, ekmeklerini pişirecek yakacak birikinceye kadar devam eder. İşte bunun gibi, küçük günahların işleyicisi, büyüyen günahın ateşinde tutuşur, helâk olur.>> (Ahmed-Müsned)

16) Kibir ve Gururdan Uzaklaşarak, Kararlı Davranmaya Yardımcı Olacak Güzel Huylar Edinmek:

Kibir ve gurur, İblis'in önceleri melekler arasında olmasına rağmen sapmasına neden olan en kötü özelliklerdendir.
Kendini beğenmek, mükemmel olduğuna inanmak, insanın iyi amellerle kendini geliştirme isteğini ve imanını güçlendirecek diğer yolları engelleyecektir.
İnsanın kendi yaptıklarıyla gururlanması, ALLAH'a olan ibadetlerinin yavaş yavaş terk etmesine sebep olacaktır. Çünkü ibadet sadece ALLAH'a karşı boyun eğme ve alçakgönüllülük üzerine kuruludur ve her şeyin en mükemmelinin yalnızca ALLAH'a ait olduğunun bilinmesini gerektirir.
ALLAH'tan yeterince korkmayan, kendine güvenen kibirli insan, kolaylıkla Sırat-ı Mustakim'den ayrılma endişesini kaybedecek doğru yolu göstermesi ve o yoldan ayırmaması için ALLAH'a yakarışta bulunamayacaktır.
Gurur, sadece Müslümanca gelişmeyi değil, şahsi gelişmeyi de etkili bir şekilde engelleyen en büyük tuzaktır. Gururlu insanları kimse sevmez. Hatta gururlu insanlar bile.
Kişi öncelikle kötü huylarını terbiye etmelidir. ALLAH'ın vahiyle terbiyesinin en güzel örneği olan Rasulullah (s.a.v) bizi şekillendirecek en önemli vasıtadır. Kişinin yaratılışından güzellikleri olabilir, fakat bilinçli olarak Kur'an'la şekillenmedikçe fazla bir işe yaramayacaktır. (Kişi sadaka verebilir, fakat riya karışabilir. Veya yardım için hırsızlık yapabilir.)
Hased'in amelleri ateşin odunu yediği gibi yeyip bitirdiğini ve yalanın da asla Müslümanlar tarafından söylenemeyecek bir özellik olduğunu bildiren Rasulullah (a.s) dır.
Hayânın imandan olduğunu, kişinin utanmadıktan sonra dilediğini yapabileceğini de bildiren Rasulullah (a.s) dır:
<<ALLAH bir kimseyi helâk etmek istediği zaman ondan utanmayı kaldırır. Utanması kalkınca hep kötülük işlediğini görürsün. Kötü kişiye kimse güvenmez. O hep hainlik yapar ve hainliğe uğrar. Bu defa da acıma duygusundan mahrum olur ve lânetlenerek kovulur. Böylece o kişi İslam'dan uzaklaşır.>>
İbn Mace'de geçen bu hadiste kötü huyların insanı doğru yoldan nasıl uzaklaştırdığını görüyoruz. Bu özellikler kişide yerleşmeden hemen tedbir alınmalı onun âhlak hâline gelmesi engellenmelidir.
Bundan sonra kişi kararlı davranmaya yardımcı olacak, imanını kuvvetlendirecek, kişiliğini geliştirecek insanî duygular edinmeye gayret eder.
Alçakgönüllü, cesur-mert, kendine hakim, affedici, cömert, dürüst, adil, iyimser, iyiliksever, sadık-vefalı, mutedil-ölçülü, sabırlı, azimli-sebatkâr, tedbirli, samimi, saygılı, sorumluluk sahibi, güvenilir, nazik, sade, hoşgörülü, çalışkan... bu huyları edinen kimseler ALLAH ve insanlar tarafından sevilen mutlu insanlardır.
Belki kişinin yaratılıştan bazı olumsuz özellikleri olabilir. O, bununla mücadele ettiği taktirde daha çok sevap kazanacaktır. Meselâ Peygamber (a.s):
<<ALLAH için mütevazi olanın ALLAH derecesini yükseltir.>> müjdesini veriyor .
Yine o, Câmiu's Sağirde geçen bir hadiste:
<<ALLAH bir ev halkı hakkında hayır dilerse onları dinde bilgi sahibi kılar. Küçüklerini büyüklerine saygılı yapar. Hayatlarında yumuşaklılık, harcamalarında iktisat nasip eder. Tevbe etmek için kusurlarını kendilerine gösterir. Hayır dilemezse onları kendi hâline terkeder.>> buyuruyor.
Herhangi bir sıkıntıyla karşılaşıldığında insana en çok gerekli olan sabırdır. Sabrın en güçlüsü ise, musibetle ilk karşılaşma anında gösterilen sabırdır. Kişi beklemediği bir felâketle karşılaştığında çöküntü yaşar ve sabrı yoksa kararlılığını kaybeder.
Rasulullah (a.s) şöyle buyuruyor:
<<Hiç kimse sabırdan daha hayırlı, daha bereketli bir ihsanla ödüllendirilmedi.>> (Buhari-Müslim)


17) Batılın Gerçek Yüzünü Bilmek ve Ona Kanmamak:

ALLAH'ın (c.c) <<İnkârcıların diyar diyar dolaşması seni aldatmasın.>> (Al-i İmran 196) buyruğunda Müslümanlar için bir teselli ve inançlarını kuvvetlendirme vardır.
ALLAH'ın (c.c) <<Köpük ise atılıp gider.>> (Ra'd 17) ayetinde bâtıldan korkmama ve bâtıla teslim olmama konusunda akıl sahipleri için ibretler vardır.
ALLAH Müslümanların gâfil yakalanmamaları, İslama nereden zarar geleceğini bilmeleri için bâtıl ehlini tanıtır, hedeflerini ve kullandıkları yolu belirtir.
<<Böylece suçluların yolu belli olsun diye ayetleri iyice açıklıyoruz.>> (En'am 55)
Düşmanlarını tanımadıkları için hesap etmedikleri yerden saldırıya uğrayınca sebat edemeyen, ayakları kayan nice davetçiler ve dağılan hareketler olmuştur. İnançsızların geçici başarısı bizi yıldırmamalıdır.
<<O inkâr edenler Müslüman olmayı nice kereler dileyecekler. Onları bırak, yesinler, yararlansınlar ve onları (boş) emel oyalayadursun. Yakında bileceklerdir.>> (Hicr 2-3)

18) ALLAH'ın Yardımına ve Geleceğin İslâm'ın Olacağına Tamamen İnanmak:

Sebata en çok yardım geciktiği zaman, sabit olan ayaklar kaymasın diye ihtiyaç duyulur. ALLAH Teâlâ şöyle buyurur:
<<Nice peygamberler vardır ki, beRABerinde birçok ALLAH erleri bulunduğu hâlde savaştılar da onlar, ALLAH yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. ALLAH sabredenleri sever. Onların sözleri, sadece şöyle demekten ibaretti: “Ey RABbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla, ayaklarımızı sabit kıl, kâfirler topluluğuna karşı bizi muzaffer eyle!” ALLAH da onlara dünya nimetini ve ahiret sevabının güzelliğini verdi. ALLAH iyi davrananları sever.>> (Âl-i İmran 146-148)
Rasulullah (a.s) işkence gören sahabilerin inançlarını sağlamlaştırmak için onlara baskı ve işkence günlerinde, geleceğin İslâmın olacağını haber vermişti. Habbâb (r.a) Rasulullah (a.s) ın şöyle buyurduğunu rivayet eder:
<<ALLAH bu işi (dini) mutlaka tamamlayacaktır. Öyle ki bir yolcu San'a'dan Hadramevt'e kadar ALLAH'tan ve sürüsü için kurttan başka hiçbir şeyden korkmadan gidebilecektir.>> (Buhari)
Geleceğin İslam'ın olacağı ile ilgili ayet ve hadisleri, İslâmı yeni kabul etmiş veya başarısızlık ve güçsüzlükten dolayı ümitsizliğe düşmüş olanlara bildirmek ve hatırlatmak, onların kararlılık üzere terbiye edilmesi açısından önemlidir.
<<Ağızlarıyla ALLAH'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kâfirler istemese de ALLAH, kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor.
Müşrikler istemese de O dini (İslâmı) bütün dinlere üstün kılmak için elçisini hidayetle ve hak dinle gönderen O'dur.>> (Tevbe 32-33)
<<Eğer ALLAH size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğratacak yoktur. Ve eğer sizi yapayalnız ve yardımsız bırakacak olursa, ondan sonra size yardım edecek kimdir? Öyleyse Mü'minler yalnızca ALLAH'a tevekkül etsinler.>> (Âl-i İmran 160)
<<Onlar, kendilerine insanlar:”Size karşı insanlar toplandılar, artık onlardan korkun” dedikleri hâlde imanları artanlar ve: “ALLAH bize yeter, O ne güzel bir vekildir” diyenlerdir.>> (Âl-i İmran 173)

19) Cennet Nimetlerini ve Cehennem Azabını Düşünmek ve Ölümü Hatırlamak:

Cennet, mutluluklar diyarıdır. Acıların dindiği yerdir. Mü'minlerin son konaklama mekânıdır.
Karşılık olmadan vermeme, çalışmama ve sebat etmeme özelliği nefsin yaratılışındandır. Karşılığın var olması, insana zorlukları kolaylaştırır, yolundaki engelleri ve güçlükleri küçük gösterir. Alacağı mükafatı bilene çalışmanın zorluğu kolaylaşır. Mü'min yolunda yürürken sebat göstermezse, genişliği gökler ve yer kadar olan cennete girme fırsatını kaçıracağını bilir.
Peygamberim (a.s) sahabelerin inancını sağlamlaştırmak için yer yer onlara cenneti hatırlatırdı. Yâsir, Ammar ve Sümeyye, ALLAH yolunda işkence görürken onların yakınından geçen Rasulullah (a.s) şöyle derdi:
<<Ey Yâsir Ailesi sabredin! Çünkü gideceğiniz yer Cennet'tir.>> (Hâkim-Müstedrek)
Yine sapanların olabileceğine dikkat çekmek için:
<<Kıyamet günü, havz-ı Kevserime bir grup kimseler de gelecekler ki, onlar oradan uzaklaştırılacaklar. Ben “Onlar benim ashabımdır!” diyeceğim. Fakat “Sen onların arkandan neler işlediğini bilmiyorsun!” denilecek.>>
Fâcirler, en zor anlarında sebâttan mahrum bırakılırlar. Ölüm anında şehâdet getiremezler. Bu kötü sonun işaretlerindendir. Meselâ bir adama ölmek üzereyken Kelime-i Tevhid telkin edilir, başını sağa sola çevirir. Söylemeyi reddeder. Başka bir ölüm anında satışına devam eder, bir diğeri şarkı sözleri mırıldanır. Bir başkası satranç taşlarının ve sevgilisinin ismini sayıklar. Çünkü bunlar dünyada onu ALLAH'ı zikretmekten alıkoymuştur.
<<Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle haşrolursunuz.>> [Hz. Muhammed (a.s)]
Sünnet ehli salih insanlara gelince, ALLAH onları ölüm anında sebat göstermeye muvaffak kılar. Kelime-i Şehadet getirirler. Yüzlerinin parladığı ve güzel koku yaydıkları görülür. Ruhları çıkarken kendilerine bir şekilde müjde verilir.
Ölümü hatırlamak; kabri, haşrı, hesaba çekilmeyi, mizanı, sıratı düşünmek, Müslümanı kötü olmaya karşı korur. Onu ALLAH'ın sınırları önünde durdurur, sınırları çiğnetmez. Çünkü bu şuurda olan insan, ölümün kendisine çok yakın olduğunu bilir, her an ölüme hazırlıklı olmaya çalışır, yanlış yapmaktan, hatada ısrar etmekten uzaklaşır, RABbi kendinden razı olduğu anlarda O'na kavuşmak ister. Bunun için de sürekli salih amel işlemeye yönelir.
Bu kontrolü sağladığından Rasulullah (a.s) şöyle buyuruyor:
<<Lezzetleri yıkıp yok eden (ölümü) çokça hatırlayın.>>

20) ALLAH'a Sığınmak:

Müslüman sağlam imanı ve salih amelleriyle cennet yolunda ilerlerken ALLAH'a sığınmayı ihmal etmemelidir. Sırat-ı Müstakim üzerine oturan şeytan ve dostları maddî-manevî saldırılarıyla Müslümanı rahat bırakmamaktadır. Fatiha'dan İhlâs'a kadar Kur'an-ı yaşayan bir insan Felâk ve Nasla ALLAH'a sığınacaktır.
Zayıf iradeli, zayıf imanlı kişilere şeytanlar yaklaşır ve onları saptırmaya çalışırlar. Her birimiz Hz. Ömer gibi güçlü iradeli, sağlam imanlı, haklı davamızda insanlara meydan okuyabilen, şeytanları kaçırtan bir şahsiyete sahip olmalıyız.
ALLAH (c.c) kendisine tevekkül eden, O'na şirk koşmayan ve O'nun sonsuz gücüne inanarak O'na sığınan muhlis kullarını koruyacak, ve onları şeytan ve dostlarının eline bırakmayacaktır.
 
İ Çevrimdışı

_İnKıLaB_

Üye
İslam-TR Üyesi
Özetleyecek olursak:
Biz Mü'minler, TEVHİD'i;
Bir inanç olarak KALPLERİMİZE,
Bir düşünce olarak KAFALARIMIZA,
Bir eylem olarak BEDENLERİMİZE,
Bir hayat biçimi olarak YAŞANTILARIMIZA (tartışmasız ve karşılaştırmasız)
Bir dünya görüşü olarak TOPLUMLARA hakim kılmadıkça başarıya ulaşmış sayılamayız.
GELİN! Kendimize ve çocuklarımıza,
Cennet Hayatı değil,
Cennet'i kazanmaya vesile olacak bir hayat sunalım.
Mü'minlere karşı alçakgönüllü, kâfirlere karşı izzetli ve onurlu, başı dik, alnı açık, ayaklarını yere sağlam basan, dünyayı ahiretin tarlası bilip, hedefi cennet meyveleri olan bir nesil yetiştirelim...
<<Şüphesiz, RABbimiz ALLAH'tır deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara “Korkmayın, üzülmeyin, size vaad olan cennetle sevinin!” derler.>> (Fussilet 30)
ALLAH'ım! Bizleri de onlardan eyle. Kalbimizi nifaktan, ilmimizi riyadan gözlerimizi hain bakışlardan, dilimizi yalandan temizle ve koru. ALLAH'ım işlerimizde sebât ve doğruda kararlılık ver.

Dualarımızın sonu, Âlemlerin RABbi olan ALLAH'a hamdetmektir. VelhamdulillâhiRABbil âlemin...

Fatıma N. Tuna
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt