SEBATI SAĞLAYAN ETKENLER
1) Kur'an'a Yönelmek:
Kur'an-ı Kerim ilk sebat vasıtasıdır. ALLAH'ın sağlam ipidir. Aydınlatıcı nurdur. O'na sımsıkı sarılanı ALLAH korur, tâbi olanı kurtuluşa erdirir.
ALLAH, Kur'an'ın belirli aralıklarla ayrıntılı olarak indirilmesindeki amacı, kalpleri iyice sağlamlaştırmak olarak açıklar.
<<İnkâr edenler dediler ki: “Kur'an ona tek bir defada, toplu olarak indirilmeli değil miydi?” Biz onunla kalbini sağlamlaştırıp-pekiştirmek için böylece (ayet ayet indirdik) ve onu “belli bir okuma düzeniyle (tertil üzere)” düzene koyup okuttuk.>> (Furkan 32)
*Kur'an kişinin imanını yeşertir, ALLAH ile bağını kurup koruyarak nefsi arındırır.
*Kur'an ayetleri, mü'minin kalbine serinlik ve esenlik indirir. Böylece fitne rüzgârları onu sürükleyemez. Kalbi, ALLAH'ın zikri ile huzur bulur.
*Kur'an Müslümanı doğru değerler ve düşüncelerle donatır. Bu düşünce ve değerler çerçevesinde olanları düzenler. Ayrıca kendisine olayları değerlendirme imkânı sağlayan ölçüler kazandırır.
*Olaylar ve insanlar değişti diye Kur'an'a uyan kişinin de sözleri değişip, birbiriyle çelişir hale gelmez ve kararında tereddüt olmaz.
*Kâfirler ile münafıklardan oluşan İslam düşmanlarının ortaya attığı şüphelere rahatlıkla cevap verir.
Sonuç olarak hayatlarını Kur'an'a bağlayanlar, Kur'an'ı okumaya, ezberlemeye, anlamaya ve düşünmeye yönelenler, onunla hareket edip ona boyun eğenler, tıpkı Rasulullah (a.s) ve sahabe gibi Kur'an'ı ahlâk edinenler bu yoldan asla ayrılmazlar.
Bizans imparatoru Herakl'in henüz iman etmemiş olan Ebu Süfyan'a sorduğu soruda bunu açıkça görmekteyiz:
Herakl: “Onlardan (Muhammed (a.s) tâbi olanlardan) hiç kimse bu dine girdikten sonra dinine kızarak ondan geri dönüyor mu?” diye sorar.
Ebu Süfyan: “Hayır” diye cevap verince, Herakl şöyle der: ”İmân sevinci kalbe sinip onunla bütünleşince böyle olur.”
Kur'an'dan uzaklaşınca ise kalpler katılaşır ve sonuç hüsrandır.
<<İman edenlerin, ALLAH'ı anma ve haktan inmiş olanın zikri (Kur'an) sebebiyle kalplerin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan bir çoğu yoldan çıkmış (fâsık) kimselerdir.>> (Hadid:16)
2) İmanı İslâmî İlim ile Dengelemek:
İnsanın motivasyon, aksiyon ve kalbinin manevi direncini artırmak için ilk önce imana ihtiyacı vardır. Bununla birlikte ahlâkça doğru olanı yapmak, kulluğunu düzene sokmak ve ALLAH'a olan yönelişini kuvvetlendirmek için de ilme ihtiyaç duyar. İman ve -sadece ALLAH rızası ve amel etmek için öğrenilen- İslâmi İlim kalbin derinliklerine yerleştiğinde artık o insanı doğru yoldan vazgeçirip saptıracak imkân neredeyse hiç kalmaz.
Kur'an'ın ve bazı kavramların ezberlenmesi, kişinin gerekli ilmi edindiği anlamına gelmez. Çünkü Kur'an, mü'min olsun, münafık olsun veya yeterli bilgisi bulunmasın, herkes tarafından okunmaktadır. Hasan Basri şöyle demiştir: “İki türlü ilim vardır: Kalpteki ilim ve dildeki ilim. Kalpteki ilim daha faydalıdır, çünkü sadece dilde olan ilim sebebiyle ALLAH kullarını hesaba çekecektir.”
İslâmi ilim arayışı boş vakit bırakmadığı için, düşünceleri hevaya uymaktan, kişiyi günahlara sapmaktan korur.
3) Salih Amel İşlemek:
<<ALLAH sağlam sözle iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sebat ettirir, sapasağlam tutar. Zalimleri ise ALLAH saptırır. ALLAH dilediğini yapar.>> (İbrahim 27)
Toplum bozulunca, fitne baş gösterince, salih amellere yaklaşmayan, onlardan geri duran tembellerden sebat beklenemez.
<<Eğer kendilerine verilen öğüdü yerine getirselerdi, onlar için bu hem daha hayırlı, hem de (imanlarını) pekiştirici olurdu.>> (Nisa 66)
Oysa iman eden ve salih amel işleyenleri, RABleri imanları sebebiyle doğru yola yönetir. Bunun içindir ki Rasulullah (a.s) salih amellere ısrarla devam ederdi. Kendisine en sevimli amel, az da olsa devamlı olanıydı. Kudsi bir hadiste:
<<Kulum bana nafilelerle yaklaşır. Nafilelere öyle devam eder ki neticede onu severim.>> buyurulur.
Hayır işlerde süreklilik göstermek, ısrarcı olmak bir alışkanlık halini alırsa, insana, hayatında bir zorlukla karşılaşması durumunda devreye girip yardımcı olur. Hayır işlerde (namazlarda, sadaka vermede, oruçta, zikirde, insanlara iyilik yapmada) gösterilen bu ısrar ve süreklilik , insanın sabır ve dürüstlük içinde yaşamasını, doğru yoldan saptıran şeylerden de uzak durmasını sağlayacaktır.
4) Üzerinde Düşünüp İbret Almak İçin Peygamber Kıssalarını İncelemek:
RABbimizin Mekke döneminin en kritik ve en zor zamanlarında Peygamber kıssalarını anlatması oyun ve eğlence olsun diye değildi. Aksine yüce bir gaye içindi.
<<Sana gönlünü pekiştirecek, bilgileri ve duyguları kalbinde sabitleştirecek Peygamberlerin başlarından geçen haberleri anlatıyoruz. Bu kıssalarda sana gerçeğin bilgisi, mü'minlere de bir öğüt ve hatırlatma gelmiştir.>> (Hud 120)
Hz. İbrahim (a.s)'in kavminden bazı kimseler: << ”Eğer iş yapacaksanız, yakın onu da, tanrılarınıza yardım edin! dediler. ”Ey ateş! İbrahim için serinlik ve esenlik ol!” dedik. Böylece ona bir tuzak kurmak istediler; fakat biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk.>> (Enbiya 68-70)
İbn Abbas şöyle der: “İbrahim aleyhisselam ateşe atıldığında en son sözü <<HasbiyALLAHu ve ni'mel-vekil (ALLAH bana yeter ve O ne güzel bir vekildir)>> sözü idi.”
İnsan bu kıssayı düşünürken baskı ve işkence karşısında direnme duygusunun kalbine yerleştiğini hisseder.
Musa (a.s) kıssasıyla ilgili ALLAH'ın (c.c):
<<İki topluluk birbirini görünce, Musa'nın adamları:”İşte yakalandık!” dediler. Musa:”Asla!” dedi. “RABbim şüphesiz benimledir, bana yol gösterecektir.”>> (Şuara 61-62) buyruğunu düşünelim. Bunda zalimlerle karşılaşınca sebat etme ve şiddet anında ümitsizliğe kapılanların bağrışmaları arasında bile kararlılık gösterme şuurunu elde etmiyor muyuz?
Hak kendilerine açıkça belli olunca, ölüm tehditlerine aldırmayan sihirbazlardan, Yasin suresindeki mü'min (Habibun-Neccar) ve Firavun ailesindeki mü'min kıssalarından, Ashab-ı Uhdud ve benzerlerinin kıssalarından alınacak en büyük ders, neredeyse tamamen sebat üzerinedir.
5) Dua:
ALLAH'ın mü'min kullarının özelliklerinden biri de, kendilerini dinde sabit kılması için dua ederek ALLAH'a yönelmeleridir:
<<RABbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme.>> (Al-i İmran 8)
<<Ey RABbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve ayaklarımızı sabit kıl.>> (Bakara 256)
<<Ademoğullarının kalplerinin hepsi Rahman'ın parmaklarından iki parmağın arasında iki kalp gibidir. Onu dilediği gibi çevirir.>> buyuran Rasulullah (a.s) bunun içindir ki çokça:
<<Ey kalpleri çeviren! Kalbimi dinin üzerine sabit kıl.>> diye dua ederdi.
Ayrıca, 'çok zikreden, çok şükreden ve çok sabreden bir kul' olabilmemiz için ettiğimiz dualarda dilimizi, kalbimizi ve hareketlerimizi yönlendirmesi açısından son derece faydalı olacaktır.
6) ALLAH'ı Zikretmek:
Bu, sebatı sağlayan en büyük etkenlerdendir.
<<Ey iman edenler! Herhangi bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebat edin ve ALLAH'ı çokça zikredin.>> (Enfal 45) ayetinde iki olay arasında kurulan bağı düşünelim. Burada ALLAH'ı zikretmek, cihatta kararlılık göstermeye yardımcı olacak en büyük sebeplerden biri olarak gösteriliyor.
İnananlar, birçok savaşta, sayılarının azlığına rağmen ALLAH'ı çokça zikretmeleri sebebiyle başarı göstermişlerdir.
Güzellik ve makam sahibi kadın, kendine çağırdığı zaman, onun fitnesine karşı koymak için Yusuf ( a.s) “MaazALLAH-ALLAH korusun” kalesine sığınmış, şehvet dalgaları bu kalenin surlarına çarpıp yok olmuştur.
Diliyle ve kalbiyle her an ALLAH'ı zikreden ve O'na sığınan bir insan, O'nun yardımıyla her bir tuzağı ve fitneyi rahatlıkla atlatabilecektir.
<<Bunlar iman edenler ve gönülleri ALLAH'ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki kalpler ancak ALLAH'ı anmakla huzur bulur.>> (Rad 28)
Peygamber (a.s) da:
<<Dilin daima ALLAH'ı anarak yaş (ıslak) kalsın.>> buyurarak zikrin önemini belirtmiştir.
7) Terbiye:
Din değiştiren ve bazı durumlarda zâfiyet gösterenlerin çoğu, İslâma daha yeni girmiş ve imanlarını kalplerine yavaş yavaş yerleştirecek terbiye metodunu henüz edinememiş insanlar arasından çıkmaktadır.
Sadece tevbe etmiş olmak ve dış görünüşte birtakım değişiklere gitmek yeterli değildir. Gerçek bir imana ve takvaya ulaşabilmek için kademeli bir eğitimden geçmek gereklidir.
Müslümanın aşama aşama ilerlemesi yani plânlı-programlı bir yol izlemesi onu olgunlaştırır ve dengeli bir yapıya sahip olmasını sağlar. Böylece aklına geleni söylemenin, aceleciliğin ve zararlı çıkışların önüne geçilmiş olur.
Kişi, pratik tecrübelerinden yararlanabileceği, birlikte ALLAH'ın ipine sarılarak günlük hayattaki zorluklara karşı ayakta kalmasına yardım edecek uygun bir örnek topluluk bulmalıdır. Ayrıca kişi, insanların gözlerinden uzak, özel-gizli ameller işleyerek ALLAH'la olan ilişkisini geliştirmeli, gece ibadetine devam etmelidir.
Sebatı sağlayan bu unsurun önemini daha iyi anlamak için Rasulullah (a.s) ın dönemine bir bakalım:
Rasulullah'ın, ashabın Mekke'de kendilerine baskı uygulanan günlerde gösterdikleri sabrın kaynağı ne idi?
Bilâl, Habbâb, Mus'ab, Yâsir ailesi ve diğer mazlumlar, hatta sahabenin önde gelenleri, boykot sırasında ve diğer zamanlarda nasıl sebat ettiler? Onların bu kararlılıkları, kişiliklerini aydınlatan nübüvvet ışığının köklü terbiyesi olmadan gerçekleşebilir miydi?
Bir sahabeyi ele alalım. Meselâ Habbâb İbn Eret... Efendisi, demir şişleri kor hâline gelinceye kadar ısıtır, sonra onun çıplak sırtına bastırırdı. Bu kor hâlindeki demirler, onun sırtının yağının eriyerek üzerlerine akışıyla sönerdi. Onu, bütün bunlara sabretmeye sevk eden ne idi?
Bilâl'i düşünelim... Güneşten yanmış kumların üzerinde, kayanın altında... Ve Sümeyye'yi, bağlar ve zincirler içerisinde...
Huneyn Gazvesinde, Müslümanların çoğu hezimet belirtileri gösterip dağılınca, Nebi (a.s) ile birlikte sebat gösteren kimlerdi? İslama yeni girenler, henüz nübüvvet okulunda yeteri kadar terbiye görmemiş ve çoğu ganimet hevesiyle savaşa çıkanlar mı? Asla!... Sebat gösterenlerin çoğu, Rasulullah'ın elinde uzun süre terbiye gören seçkin Mü'minlerdi.
Müslümanın Doğru Yolda Yürümeye Gayret Etmesi:
İnsanlar Peygamberler (a.s) ve sahabenin izlediği yolu terkederek birçok fırkalara ayrılmış, saf İslâm'a şirk, bid'at, hurafe karıştırarak dinin asliyetinden ayrılmışlardır.
ALLAH ve Rasulü yerine, her grubun önderi; Kur'an ayetleri ve hadisler yerine o önderlerin sözleri ön plâna çıkarılmış, Ehl-i Kitab'ın, ALLAH'ın kitabını bırakıp alimlerin kitaplarına yöneldikleri için sapıttıkları göz ardı edilmiştir.
<<Halbuki onlara ancak, dini yalnız O'na has kılarak ve hanifler olarak ALLAH'a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştur. İşte en doğru din budur.>> (Beyyine 5)
Eğer hak yolda sabit kalmak istiyorsak, Kur'an merkezli, Peygamber (a.s) örnekli bir yoldan asla ayrılmamalıyız.
9) Üzerinde Bulunduğu Yola Güvenmek:
Müslümanın, üzerinde yürüdüğü yola güveni arttıkça, o yolda yürümeye devam kararlılığı da şüphesiz daha büyük olur. Bu güveni sağlayan faktörlerden bazıları şunlardır:
*Üzerinde bulunduğumuz doğru yolun, bu asırda ve bu zamanda ortaya çıkmış yeni bir yol olmadığını bilmek.
Bu yol, bizden önce enbiyanın, sıddıkların, âlimlerin, şehitlerin ve salihlerin üzerinde yürüdükleri soylu bir yoldur. Bunu hissetmekle garipliğimiz, yalnızlığımız yok olur; üzüntülerimiz sevince ve mutluluğa dönüşür. Hepsinin bu yolda bize kardeş olduğunu hissederiz.
*Seçilmiş olmanın şuuruna varmak.
<<Hamd olsun ALLAH'a ve selâm olsun seçkin kıldığı kullarına.>> (Neml 59)
<<Sonra Kitab'ı kullarımız arasından seçtiklerimize verdik.>> (Fâtır 32)
ALLAH, peygamberleri nasıl seçmişse, salihler için de bu seçimden bir pay vardır. Bu pay peygamberlerin ilimlerinden kendilerine kalandır. ALLAH bizleri bir cansız, bir hayvan, bir kâfir, bir inkârcı, bir bid'at davetçisi, bir fasık olarak yaratabilirdi. Çevremize bakıp, bu kadar varlık ve insan arasında seçilmiş olduğumuzu farketmeli, bunun kıymetini bilerek üzerinde bulunduğumuz yolda kararlılık göstermeliyiz.
10) ALLAH'a Daveti Pratik Olarak Uygulamak:
Nefis, hareket etmezse bozulur. Dışa açılmazsa çürür. Nefsin dışa açılabileceği en güzel alanlardan biri de ALLAH'a davettir. Davet, Peygamberlerin görevidir ve nefsi azaptan kurtarır. Bu uğurda, kuvvetler harekete geçer ve önemli görevler yerine getirilir. Dolayısıyla kişi davet etmeli ve bu arada anlattıklarına zıt davranmayarak, emrolunduğu gibi dosdoğru olmalıdır.
Zaman harcayarak, zihin yorarak, çalışarak ve konuşarak doğru yola davet etmek, Müslümanın en önemli uğraşı ve kaygısı olursa; bu şeytanın onu saptırma ve fitneye düşürme çabasının önünü keser.
Ayrıca, davet yolunda yürürken karşılaştığı engeller, inatçılar ve batıl ehli karşısında davetçinin kalbinde oluşan meydan okuma duygusu da imanı ve sebatı kuvvetlendiren etkenlerdendir. Davet, kişiye sevap kazandırırken aynı zamanda gerilemeyi, bozulmayı ve çözülmeyi engeller. Çünkü hücum eden, savunma ihtiyacı hissetmez.
ALLAH, davetçilerle birliktedir, onların kalplerini sağlamlaştırır ve hatalarını örter. Davetçi doktor gibidir. Bilgisiyle ve tecrübesiyle hastalıklara karşı savaşır. Başkaları üzerindeki bu savaşıyla o, hastalığa yakalanma riskinden diğer insanlara oranla daha uzaktır.
<<ALLAH'a çağıran, salih amelde bulunan ve “gerçekten ben Müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kimdir?>> (Fussilet 33)
<<Ey iman edenler! Eğer siz ALLAH'a (dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.>> (Muhammed 7)
11) Salih İnsanlarla BeRABer Olmak, Nasihat Etmek ve Nasihat İstemek:
Bir Müslüman, ciddi bir acıyla, imtihanla karşılaşır ve RABbi bu vesileyle onu arındırmak ister. Bu durumda onun sebat etmesini sağlayan faktörlerden biri de, ALLAH'ın onu nasihat eden ve inancını sağlamlaştıran salih bir insanla desteklemesidir. Bu nasihatler, ALLAH'ın o insanı faydalandırdığı, hatasını örtmesini sağladığı nasihatlerdir. Bunlar, kişiye RABbini, O'na kavuşmayı, Cenneti ve Cehennemi hatırlatan sözlerle doludur.
İmam Ahmed İbn Hanbel'in hayatında, öldürülmeyle karşı karşıya kaldığı anlarda bunun örneklerine çokça rastlanır.
İmam Ahmed şöyle der: “Bu sıkıntıya düştüğümden beri Tavk düzlüğünde benimle konuşan bedevinin sözünden daha etkili bir söz işitmedim. Bana: 'Ey Ahmed! Hakk seni ölüme götürürse, şehit olarak ölürsün. Yaşarsan da övülmüş olarak yaşasın.' dedi ve kalbime güç verdi.”
İmam Ahmed kendisine eşlik eden ve acı imtihanda onunla beRABer direnen genç (Muhammed İbn Nuh) hakkında şöyle der: “Yaşının küçüklüğüne ve ilminin azlığına rağmen, ALLAH'ın emri konusunda Muhammed İbn Nuh'dan daha dirençli olan birini görmedim. Sonunun hayırlı olmasını dilerim. Bir gün bana şöyle dedi: 'Ey Ebû Abdullah! ALLAH'tan kork! Sen benim gibi değilsin. Sen, örnek alınan bir insansın. İnsanlar boyunlarını uzatmış ne yapacağını gözlüyorlar. ALLAH'tan kork ve ALLAH'ın emrinde kararlı ol.' Öldüğünde onun namazını kıldım ve onu defnettim.”
<<Müminlerden öyle erkek -adamlar vardır ki- ALLAH ile yaptıkları ahide sadakat gösterdiler; böylece onlardan kimi adağını gerçekleştirdi, kimi beklemektedir. Onlar hiçbir değiştirme ile (sözlerini) değiştirmediler.>> (Ahzab 23)
İmam Ahmed bir gün zindanda şöyle der: “Hapsedilmeye aldırmıyorum; evimden farkı yok. Kılıçla öldürülmeye de aldırmıyorum. Fakat kırbacın fitnesinden korkuyorum.” Zindandakilerden bazıları bunu işitir ve şöyle söylerler: “Aldırma ey Ebû Abdullah! İki kırbaç darbesinden başka bir şey değil. Sonra gerisinin nereye değdiğini bile hissetmezsin.” Bu söz üzerine İmam Ahmed sanki sıkıntılarından kurtulmuş gibi rahatlar.
Müslüman her zaman salih insanlardan öğüt almaya gayret etmeli, nasihati iyice dinleyip anlamalıdır.
İçine düşmekten korktuğu şeyler için yolculuğa çıkmadan önce, musibete uğradığında ve beklenen bir sıkıntıdan önce, bir makama tayin edildiğinde veya bir mirasa konup zengin olduğunda nasihat istemeli ve güzel nasihatlere uymalıdır.
Bir kimse doğru yoldan sapma belirtileri gösterdiğinde de o kişiye hemen nasihat edilmeli ve o kişi uyarılmalıdır.
Nasihat isteme ve nasihat etme hem kişinin kendi inancını sağlamlaştırır, hem de başkasının inancını sağlamlaştırır. ALLAH, mü'minlerin velisidir.
Cabir bin Abdullah şöyle demiştir: <<Ben ALLAH Rasulüne (a.s), namaz kılıp, zekât vermek ve her Müslüman'a nasihat etmek üzere beyat ettim.>> (Buhari-Müslim)
1) Kur'an'a Yönelmek:
Kur'an-ı Kerim ilk sebat vasıtasıdır. ALLAH'ın sağlam ipidir. Aydınlatıcı nurdur. O'na sımsıkı sarılanı ALLAH korur, tâbi olanı kurtuluşa erdirir.
ALLAH, Kur'an'ın belirli aralıklarla ayrıntılı olarak indirilmesindeki amacı, kalpleri iyice sağlamlaştırmak olarak açıklar.
<<İnkâr edenler dediler ki: “Kur'an ona tek bir defada, toplu olarak indirilmeli değil miydi?” Biz onunla kalbini sağlamlaştırıp-pekiştirmek için böylece (ayet ayet indirdik) ve onu “belli bir okuma düzeniyle (tertil üzere)” düzene koyup okuttuk.>> (Furkan 32)
*Kur'an kişinin imanını yeşertir, ALLAH ile bağını kurup koruyarak nefsi arındırır.
*Kur'an ayetleri, mü'minin kalbine serinlik ve esenlik indirir. Böylece fitne rüzgârları onu sürükleyemez. Kalbi, ALLAH'ın zikri ile huzur bulur.
*Kur'an Müslümanı doğru değerler ve düşüncelerle donatır. Bu düşünce ve değerler çerçevesinde olanları düzenler. Ayrıca kendisine olayları değerlendirme imkânı sağlayan ölçüler kazandırır.
*Olaylar ve insanlar değişti diye Kur'an'a uyan kişinin de sözleri değişip, birbiriyle çelişir hale gelmez ve kararında tereddüt olmaz.
*Kâfirler ile münafıklardan oluşan İslam düşmanlarının ortaya attığı şüphelere rahatlıkla cevap verir.
Sonuç olarak hayatlarını Kur'an'a bağlayanlar, Kur'an'ı okumaya, ezberlemeye, anlamaya ve düşünmeye yönelenler, onunla hareket edip ona boyun eğenler, tıpkı Rasulullah (a.s) ve sahabe gibi Kur'an'ı ahlâk edinenler bu yoldan asla ayrılmazlar.
Bizans imparatoru Herakl'in henüz iman etmemiş olan Ebu Süfyan'a sorduğu soruda bunu açıkça görmekteyiz:
Herakl: “Onlardan (Muhammed (a.s) tâbi olanlardan) hiç kimse bu dine girdikten sonra dinine kızarak ondan geri dönüyor mu?” diye sorar.
Ebu Süfyan: “Hayır” diye cevap verince, Herakl şöyle der: ”İmân sevinci kalbe sinip onunla bütünleşince böyle olur.”
Kur'an'dan uzaklaşınca ise kalpler katılaşır ve sonuç hüsrandır.
<<İman edenlerin, ALLAH'ı anma ve haktan inmiş olanın zikri (Kur'an) sebebiyle kalplerin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan bir çoğu yoldan çıkmış (fâsık) kimselerdir.>> (Hadid:16)
2) İmanı İslâmî İlim ile Dengelemek:
İnsanın motivasyon, aksiyon ve kalbinin manevi direncini artırmak için ilk önce imana ihtiyacı vardır. Bununla birlikte ahlâkça doğru olanı yapmak, kulluğunu düzene sokmak ve ALLAH'a olan yönelişini kuvvetlendirmek için de ilme ihtiyaç duyar. İman ve -sadece ALLAH rızası ve amel etmek için öğrenilen- İslâmi İlim kalbin derinliklerine yerleştiğinde artık o insanı doğru yoldan vazgeçirip saptıracak imkân neredeyse hiç kalmaz.
Kur'an'ın ve bazı kavramların ezberlenmesi, kişinin gerekli ilmi edindiği anlamına gelmez. Çünkü Kur'an, mü'min olsun, münafık olsun veya yeterli bilgisi bulunmasın, herkes tarafından okunmaktadır. Hasan Basri şöyle demiştir: “İki türlü ilim vardır: Kalpteki ilim ve dildeki ilim. Kalpteki ilim daha faydalıdır, çünkü sadece dilde olan ilim sebebiyle ALLAH kullarını hesaba çekecektir.”
İslâmi ilim arayışı boş vakit bırakmadığı için, düşünceleri hevaya uymaktan, kişiyi günahlara sapmaktan korur.
3) Salih Amel İşlemek:
<<ALLAH sağlam sözle iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sebat ettirir, sapasağlam tutar. Zalimleri ise ALLAH saptırır. ALLAH dilediğini yapar.>> (İbrahim 27)
Toplum bozulunca, fitne baş gösterince, salih amellere yaklaşmayan, onlardan geri duran tembellerden sebat beklenemez.
<<Eğer kendilerine verilen öğüdü yerine getirselerdi, onlar için bu hem daha hayırlı, hem de (imanlarını) pekiştirici olurdu.>> (Nisa 66)
Oysa iman eden ve salih amel işleyenleri, RABleri imanları sebebiyle doğru yola yönetir. Bunun içindir ki Rasulullah (a.s) salih amellere ısrarla devam ederdi. Kendisine en sevimli amel, az da olsa devamlı olanıydı. Kudsi bir hadiste:
<<Kulum bana nafilelerle yaklaşır. Nafilelere öyle devam eder ki neticede onu severim.>> buyurulur.
Hayır işlerde süreklilik göstermek, ısrarcı olmak bir alışkanlık halini alırsa, insana, hayatında bir zorlukla karşılaşması durumunda devreye girip yardımcı olur. Hayır işlerde (namazlarda, sadaka vermede, oruçta, zikirde, insanlara iyilik yapmada) gösterilen bu ısrar ve süreklilik , insanın sabır ve dürüstlük içinde yaşamasını, doğru yoldan saptıran şeylerden de uzak durmasını sağlayacaktır.
4) Üzerinde Düşünüp İbret Almak İçin Peygamber Kıssalarını İncelemek:
RABbimizin Mekke döneminin en kritik ve en zor zamanlarında Peygamber kıssalarını anlatması oyun ve eğlence olsun diye değildi. Aksine yüce bir gaye içindi.
<<Sana gönlünü pekiştirecek, bilgileri ve duyguları kalbinde sabitleştirecek Peygamberlerin başlarından geçen haberleri anlatıyoruz. Bu kıssalarda sana gerçeğin bilgisi, mü'minlere de bir öğüt ve hatırlatma gelmiştir.>> (Hud 120)
Hz. İbrahim (a.s)'in kavminden bazı kimseler: << ”Eğer iş yapacaksanız, yakın onu da, tanrılarınıza yardım edin! dediler. ”Ey ateş! İbrahim için serinlik ve esenlik ol!” dedik. Böylece ona bir tuzak kurmak istediler; fakat biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk.>> (Enbiya 68-70)
İbn Abbas şöyle der: “İbrahim aleyhisselam ateşe atıldığında en son sözü <<HasbiyALLAHu ve ni'mel-vekil (ALLAH bana yeter ve O ne güzel bir vekildir)>> sözü idi.”
İnsan bu kıssayı düşünürken baskı ve işkence karşısında direnme duygusunun kalbine yerleştiğini hisseder.
Musa (a.s) kıssasıyla ilgili ALLAH'ın (c.c):
<<İki topluluk birbirini görünce, Musa'nın adamları:”İşte yakalandık!” dediler. Musa:”Asla!” dedi. “RABbim şüphesiz benimledir, bana yol gösterecektir.”>> (Şuara 61-62) buyruğunu düşünelim. Bunda zalimlerle karşılaşınca sebat etme ve şiddet anında ümitsizliğe kapılanların bağrışmaları arasında bile kararlılık gösterme şuurunu elde etmiyor muyuz?
Hak kendilerine açıkça belli olunca, ölüm tehditlerine aldırmayan sihirbazlardan, Yasin suresindeki mü'min (Habibun-Neccar) ve Firavun ailesindeki mü'min kıssalarından, Ashab-ı Uhdud ve benzerlerinin kıssalarından alınacak en büyük ders, neredeyse tamamen sebat üzerinedir.
5) Dua:
ALLAH'ın mü'min kullarının özelliklerinden biri de, kendilerini dinde sabit kılması için dua ederek ALLAH'a yönelmeleridir:
<<RABbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme.>> (Al-i İmran 8)
<<Ey RABbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve ayaklarımızı sabit kıl.>> (Bakara 256)
<<Ademoğullarının kalplerinin hepsi Rahman'ın parmaklarından iki parmağın arasında iki kalp gibidir. Onu dilediği gibi çevirir.>> buyuran Rasulullah (a.s) bunun içindir ki çokça:
<<Ey kalpleri çeviren! Kalbimi dinin üzerine sabit kıl.>> diye dua ederdi.
Ayrıca, 'çok zikreden, çok şükreden ve çok sabreden bir kul' olabilmemiz için ettiğimiz dualarda dilimizi, kalbimizi ve hareketlerimizi yönlendirmesi açısından son derece faydalı olacaktır.
6) ALLAH'ı Zikretmek:
Bu, sebatı sağlayan en büyük etkenlerdendir.
<<Ey iman edenler! Herhangi bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebat edin ve ALLAH'ı çokça zikredin.>> (Enfal 45) ayetinde iki olay arasında kurulan bağı düşünelim. Burada ALLAH'ı zikretmek, cihatta kararlılık göstermeye yardımcı olacak en büyük sebeplerden biri olarak gösteriliyor.
İnananlar, birçok savaşta, sayılarının azlığına rağmen ALLAH'ı çokça zikretmeleri sebebiyle başarı göstermişlerdir.
Güzellik ve makam sahibi kadın, kendine çağırdığı zaman, onun fitnesine karşı koymak için Yusuf ( a.s) “MaazALLAH-ALLAH korusun” kalesine sığınmış, şehvet dalgaları bu kalenin surlarına çarpıp yok olmuştur.
Diliyle ve kalbiyle her an ALLAH'ı zikreden ve O'na sığınan bir insan, O'nun yardımıyla her bir tuzağı ve fitneyi rahatlıkla atlatabilecektir.
<<Bunlar iman edenler ve gönülleri ALLAH'ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki kalpler ancak ALLAH'ı anmakla huzur bulur.>> (Rad 28)
Peygamber (a.s) da:
<<Dilin daima ALLAH'ı anarak yaş (ıslak) kalsın.>> buyurarak zikrin önemini belirtmiştir.
7) Terbiye:
Din değiştiren ve bazı durumlarda zâfiyet gösterenlerin çoğu, İslâma daha yeni girmiş ve imanlarını kalplerine yavaş yavaş yerleştirecek terbiye metodunu henüz edinememiş insanlar arasından çıkmaktadır.
Sadece tevbe etmiş olmak ve dış görünüşte birtakım değişiklere gitmek yeterli değildir. Gerçek bir imana ve takvaya ulaşabilmek için kademeli bir eğitimden geçmek gereklidir.
Müslümanın aşama aşama ilerlemesi yani plânlı-programlı bir yol izlemesi onu olgunlaştırır ve dengeli bir yapıya sahip olmasını sağlar. Böylece aklına geleni söylemenin, aceleciliğin ve zararlı çıkışların önüne geçilmiş olur.
Kişi, pratik tecrübelerinden yararlanabileceği, birlikte ALLAH'ın ipine sarılarak günlük hayattaki zorluklara karşı ayakta kalmasına yardım edecek uygun bir örnek topluluk bulmalıdır. Ayrıca kişi, insanların gözlerinden uzak, özel-gizli ameller işleyerek ALLAH'la olan ilişkisini geliştirmeli, gece ibadetine devam etmelidir.
Sebatı sağlayan bu unsurun önemini daha iyi anlamak için Rasulullah (a.s) ın dönemine bir bakalım:
Rasulullah'ın, ashabın Mekke'de kendilerine baskı uygulanan günlerde gösterdikleri sabrın kaynağı ne idi?
Bilâl, Habbâb, Mus'ab, Yâsir ailesi ve diğer mazlumlar, hatta sahabenin önde gelenleri, boykot sırasında ve diğer zamanlarda nasıl sebat ettiler? Onların bu kararlılıkları, kişiliklerini aydınlatan nübüvvet ışığının köklü terbiyesi olmadan gerçekleşebilir miydi?
Bir sahabeyi ele alalım. Meselâ Habbâb İbn Eret... Efendisi, demir şişleri kor hâline gelinceye kadar ısıtır, sonra onun çıplak sırtına bastırırdı. Bu kor hâlindeki demirler, onun sırtının yağının eriyerek üzerlerine akışıyla sönerdi. Onu, bütün bunlara sabretmeye sevk eden ne idi?
Bilâl'i düşünelim... Güneşten yanmış kumların üzerinde, kayanın altında... Ve Sümeyye'yi, bağlar ve zincirler içerisinde...
Huneyn Gazvesinde, Müslümanların çoğu hezimet belirtileri gösterip dağılınca, Nebi (a.s) ile birlikte sebat gösteren kimlerdi? İslama yeni girenler, henüz nübüvvet okulunda yeteri kadar terbiye görmemiş ve çoğu ganimet hevesiyle savaşa çıkanlar mı? Asla!... Sebat gösterenlerin çoğu, Rasulullah'ın elinde uzun süre terbiye gören seçkin Mü'minlerdi.
İnsanlar Peygamberler (a.s) ve sahabenin izlediği yolu terkederek birçok fırkalara ayrılmış, saf İslâm'a şirk, bid'at, hurafe karıştırarak dinin asliyetinden ayrılmışlardır.
ALLAH ve Rasulü yerine, her grubun önderi; Kur'an ayetleri ve hadisler yerine o önderlerin sözleri ön plâna çıkarılmış, Ehl-i Kitab'ın, ALLAH'ın kitabını bırakıp alimlerin kitaplarına yöneldikleri için sapıttıkları göz ardı edilmiştir.
<<Halbuki onlara ancak, dini yalnız O'na has kılarak ve hanifler olarak ALLAH'a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştur. İşte en doğru din budur.>> (Beyyine 5)
Eğer hak yolda sabit kalmak istiyorsak, Kur'an merkezli, Peygamber (a.s) örnekli bir yoldan asla ayrılmamalıyız.
9) Üzerinde Bulunduğu Yola Güvenmek:
Müslümanın, üzerinde yürüdüğü yola güveni arttıkça, o yolda yürümeye devam kararlılığı da şüphesiz daha büyük olur. Bu güveni sağlayan faktörlerden bazıları şunlardır:
*Üzerinde bulunduğumuz doğru yolun, bu asırda ve bu zamanda ortaya çıkmış yeni bir yol olmadığını bilmek.
Bu yol, bizden önce enbiyanın, sıddıkların, âlimlerin, şehitlerin ve salihlerin üzerinde yürüdükleri soylu bir yoldur. Bunu hissetmekle garipliğimiz, yalnızlığımız yok olur; üzüntülerimiz sevince ve mutluluğa dönüşür. Hepsinin bu yolda bize kardeş olduğunu hissederiz.
*Seçilmiş olmanın şuuruna varmak.
<<Hamd olsun ALLAH'a ve selâm olsun seçkin kıldığı kullarına.>> (Neml 59)
<<Sonra Kitab'ı kullarımız arasından seçtiklerimize verdik.>> (Fâtır 32)
ALLAH, peygamberleri nasıl seçmişse, salihler için de bu seçimden bir pay vardır. Bu pay peygamberlerin ilimlerinden kendilerine kalandır. ALLAH bizleri bir cansız, bir hayvan, bir kâfir, bir inkârcı, bir bid'at davetçisi, bir fasık olarak yaratabilirdi. Çevremize bakıp, bu kadar varlık ve insan arasında seçilmiş olduğumuzu farketmeli, bunun kıymetini bilerek üzerinde bulunduğumuz yolda kararlılık göstermeliyiz.
10) ALLAH'a Daveti Pratik Olarak Uygulamak:
Nefis, hareket etmezse bozulur. Dışa açılmazsa çürür. Nefsin dışa açılabileceği en güzel alanlardan biri de ALLAH'a davettir. Davet, Peygamberlerin görevidir ve nefsi azaptan kurtarır. Bu uğurda, kuvvetler harekete geçer ve önemli görevler yerine getirilir. Dolayısıyla kişi davet etmeli ve bu arada anlattıklarına zıt davranmayarak, emrolunduğu gibi dosdoğru olmalıdır.
Zaman harcayarak, zihin yorarak, çalışarak ve konuşarak doğru yola davet etmek, Müslümanın en önemli uğraşı ve kaygısı olursa; bu şeytanın onu saptırma ve fitneye düşürme çabasının önünü keser.
Ayrıca, davet yolunda yürürken karşılaştığı engeller, inatçılar ve batıl ehli karşısında davetçinin kalbinde oluşan meydan okuma duygusu da imanı ve sebatı kuvvetlendiren etkenlerdendir. Davet, kişiye sevap kazandırırken aynı zamanda gerilemeyi, bozulmayı ve çözülmeyi engeller. Çünkü hücum eden, savunma ihtiyacı hissetmez.
ALLAH, davetçilerle birliktedir, onların kalplerini sağlamlaştırır ve hatalarını örter. Davetçi doktor gibidir. Bilgisiyle ve tecrübesiyle hastalıklara karşı savaşır. Başkaları üzerindeki bu savaşıyla o, hastalığa yakalanma riskinden diğer insanlara oranla daha uzaktır.
<<ALLAH'a çağıran, salih amelde bulunan ve “gerçekten ben Müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kimdir?>> (Fussilet 33)
<<Ey iman edenler! Eğer siz ALLAH'a (dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.>> (Muhammed 7)
11) Salih İnsanlarla BeRABer Olmak, Nasihat Etmek ve Nasihat İstemek:
Bir Müslüman, ciddi bir acıyla, imtihanla karşılaşır ve RABbi bu vesileyle onu arındırmak ister. Bu durumda onun sebat etmesini sağlayan faktörlerden biri de, ALLAH'ın onu nasihat eden ve inancını sağlamlaştıran salih bir insanla desteklemesidir. Bu nasihatler, ALLAH'ın o insanı faydalandırdığı, hatasını örtmesini sağladığı nasihatlerdir. Bunlar, kişiye RABbini, O'na kavuşmayı, Cenneti ve Cehennemi hatırlatan sözlerle doludur.
İmam Ahmed İbn Hanbel'in hayatında, öldürülmeyle karşı karşıya kaldığı anlarda bunun örneklerine çokça rastlanır.
İmam Ahmed şöyle der: “Bu sıkıntıya düştüğümden beri Tavk düzlüğünde benimle konuşan bedevinin sözünden daha etkili bir söz işitmedim. Bana: 'Ey Ahmed! Hakk seni ölüme götürürse, şehit olarak ölürsün. Yaşarsan da övülmüş olarak yaşasın.' dedi ve kalbime güç verdi.”
İmam Ahmed kendisine eşlik eden ve acı imtihanda onunla beRABer direnen genç (Muhammed İbn Nuh) hakkında şöyle der: “Yaşının küçüklüğüne ve ilminin azlığına rağmen, ALLAH'ın emri konusunda Muhammed İbn Nuh'dan daha dirençli olan birini görmedim. Sonunun hayırlı olmasını dilerim. Bir gün bana şöyle dedi: 'Ey Ebû Abdullah! ALLAH'tan kork! Sen benim gibi değilsin. Sen, örnek alınan bir insansın. İnsanlar boyunlarını uzatmış ne yapacağını gözlüyorlar. ALLAH'tan kork ve ALLAH'ın emrinde kararlı ol.' Öldüğünde onun namazını kıldım ve onu defnettim.”
<<Müminlerden öyle erkek -adamlar vardır ki- ALLAH ile yaptıkları ahide sadakat gösterdiler; böylece onlardan kimi adağını gerçekleştirdi, kimi beklemektedir. Onlar hiçbir değiştirme ile (sözlerini) değiştirmediler.>> (Ahzab 23)
İmam Ahmed bir gün zindanda şöyle der: “Hapsedilmeye aldırmıyorum; evimden farkı yok. Kılıçla öldürülmeye de aldırmıyorum. Fakat kırbacın fitnesinden korkuyorum.” Zindandakilerden bazıları bunu işitir ve şöyle söylerler: “Aldırma ey Ebû Abdullah! İki kırbaç darbesinden başka bir şey değil. Sonra gerisinin nereye değdiğini bile hissetmezsin.” Bu söz üzerine İmam Ahmed sanki sıkıntılarından kurtulmuş gibi rahatlar.
Müslüman her zaman salih insanlardan öğüt almaya gayret etmeli, nasihati iyice dinleyip anlamalıdır.
İçine düşmekten korktuğu şeyler için yolculuğa çıkmadan önce, musibete uğradığında ve beklenen bir sıkıntıdan önce, bir makama tayin edildiğinde veya bir mirasa konup zengin olduğunda nasihat istemeli ve güzel nasihatlere uymalıdır.
Bir kimse doğru yoldan sapma belirtileri gösterdiğinde de o kişiye hemen nasihat edilmeli ve o kişi uyarılmalıdır.
Nasihat isteme ve nasihat etme hem kişinin kendi inancını sağlamlaştırır, hem de başkasının inancını sağlamlaştırır. ALLAH, mü'minlerin velisidir.
Cabir bin Abdullah şöyle demiştir: <<Ben ALLAH Rasulüne (a.s), namaz kılıp, zekât vermek ve her Müslüman'a nasihat etmek üzere beyat ettim.>> (Buhari-Müslim)