Selefiler, Vehhabiler, Nurcular, Tarikatcıler, Ehli Rey'ciler, Ehl-i Hadisciler, Mealciler, Hariciler, Mürcieler, Cehmiyeler, Kelamcılar, Şia'lar, Ehl-i Sünnetciler ve daha sayamayacağım niceciler.
SubhanAllah ! Ne oluyoruz kardeşler. Bu nasıl bir iştir. Bir parçalanmışlık, bir bölünmüşlük almış başını yürüyor. Herkesin bir cemaati var, herkesin bir şeyhi var, herkesin bir hocası var ve herkes diğerini sapıklıkla itham ediyor ve ötekileştiriyor.
Bunlara sorsak ve desek ki sayın bakalım edille-i şer'iyyeyi vallahi hepsi de Kuran ve Sünneti başa yazarlar.
SubhanAllah! O halde bunun müsebbibi Kuran ve Sünnet midir? Bizi bu şekilde keskin uçlara, ifrat ve tefrite sürükleyen Kuran ve Sünnet' midir?
Haşa ve Kella.
Burada her bir cemaati ele alıp tek tek yanlışlıklarını saymaya kalkışmanın anlamı yok zira hepsinin saptığı ve ifrat ve tefrite kaçtığı nokta bellidir
Evet hepimiz edille-i şer'iyyeyi sayarken Kuran ve Sünneti başa koyuyoruz, doğrudur lakin ortaya çıkan tablo bu vakıayı yansıtıyor mu? Eğri oturalım ve doğru konuşalım. Bırakın Kuran'ı, Sünnetin dahi ön sırada olduğu tartışmalıdır. Sıralamayı hep yanlış yapıyoruz. Evet sözde öyle diyoruz ama vakıaya gelince ilk sıraya "alimlerin görüşleri"ni koyuyoruz. Ve gerekçemiz de hemen hazır; "Biz onlardan daha iyi anlayamayız"
İşte sorun bundan sonra başlıyor ve sorunun temeli budur. Bu sıralamaya dikkat etmek çok önemli. Sıralamyı değiştirmek ya da ilk iki sırayı yok bilip doğrudan alimlere muracaat etmek insanı saptırabilir, yanıltabilir. Çünkü o zaman o alimin söz ve düşüncelerini tartacak ve doğrulayacak veya yanlışlayacak bir hakikat elimizde olmayacak!!!
O zaman o alimin her şeye ve söze boyun eğen muridi olmaktan başak çaremiz de olmayacak.
İfrat ve tefrit, yani iki aşırı uçta gidip gelmek, insanoğluna ait en büyük zaaflardandır ve acilen izale edilmesi gereken büyük bir hastalıktır. Bunu her hususta görebiliriz. Rabbimiz bizleri sürekli bu aşırı uçlardan sakındırır ve orta yolu/sırat-ı mustakimi tavsiye eder ve ayrılık/hizipleşme/gruplaşma belasına karşı da uyarır;
Rum suresi 31. ve 32. ayet
"Allah’a yönelmiş kimseler olarak yüzünüzü hak dine çevirin, O’na karşı gelmekten sakının, namazı dosdoğru kılın ve müşriklerden; dinlerini
darmadağınık edip grup grup olan kimselerden olmayın. (Ki onlardan) her bir grup kendi katındaki (dini anlayış) ile sevinip böbürlenmektedir"
Şimdi bazı kardeşler kızacaktır ama dikkat edin bu sapmanın temel sebeplerinin başında Hadis/Sünnet anlayışı gelmektedir.
Kuran başka kaynak, hadisler başka bir kaynak değildir. Kuran dışındaki tüm kaynaklar, ancak Kuran'dan neşet ettigi zaman anlam kazanır ve kaynak değeri taşır. Kuran evrensel ilahi mesaj, Nebevi sünnet ise onun uygulanmış örneğidir. Bu anlamda ayrılmaz ikilidirler. Kuraniyyun ya da mealcilik, ifrattır. Sünneti vahiyle eş görme de tefrit. İfrat ve tefrit, yani iki aşırı uçta gidip gelmek, insanoğluna ait en büyük zaaflardandır.
Yeryüzünün en cahil toplumlarını kuşatarak örnek bir toplum haline getirerek dönüştüren bu kitap neden kendini en çok okuyanları dönüştürememektedir. Allahın Resulu insanlara ne anlatıyordu. Toplumu neyle terbiye ediyordu.
Kurana teslim olan ilk Müslümanlar Rablerine ulaşmak için ellerinden geleni yaparken, günümüzdekiler ise Kurana ulaşmamak için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Kuranla aralarına bildikleri bütün engelleri koymaktadırlar. Kurana inandıklarını söylerken, Kuranın önüne binlerce kaynak ölçü usul yöntem koymaktadırlar. Adete geleneklerden usullerden yeni bir din algısı oluşturmaktadırlar.
Dinimize göre usul belirlememiz gerekirken. Usullere ait din algısı geliştiriyoruz. Bunu da Allaha ait kılıyoruz. Yani belirleyen canlı diri yöneten bir din yerine , belirlenen bitmiş cansız bir bir din algısı yaşıyoruz.
Kuran teberrüken okunan bir kitap, hadisler ise tek başına hükmün kaynağı haline gelmiştir maalesef. SubhanAllah! Bir bütünün diğer yarısını teşkil eden sünnet ve hadisin, vahiyden bağımsız yada ona rağmen olması kabul edilebilir mi? Hadis ve Sünnet Kuran’ın açılımıdır ve bir bütündür, bu bütünün kendi içinde çelişmesi nasıl mümkün olur? Ebu Hanife başta olmak üzere bir çok alim birinin sahih dediğine sahih dememiştir, usul'de bunu bile görmek hadislerin vahiy olmadığının kanıtıdır.
Hadis, vahiy'den 100-200 yıl sonra yazılmış metinlerdir, sahihi, zayıfı, mevzusu vardır...
Oysa vahiy için, sahihi, zayıfı, mevzusu vardır denilemez...
Yüce Kuran'ı bize Muhammed a.s aracılığıyla gönderen Allah, tabii ki onun bu Kuran'ı en iyi anlayan, algılayan ve özümseyen olmasını da dilemiştir doğal olarak. Yani ayaklı Kuran olan Muhammed a.s'ın sözleri, tamamen vahye dayalıdır. Bu yönüyle vahy kaynaklıdır.
Mevdudi'nin de dediği gibi ; Hz. Peygamber'in İslam'ı tebliğ, Kuran'ı beyan ve izah niteliği taşıyan sözlerinin tümünün vahy kaynaklı olduğuna şüphe yoktur. Maazallah bunlar hevasından uydurduğu düşünceler değildi.
Velhasıl, "hadis inkarcısı" etiketi yapıştırıp marjinalleştirip kendilerini haklı çıkarmak isteyen kardeşler lütfen bunu yapmasınlar.
Bizler ne hadisleri inkar ediyor ne de hadislere "tavsiye niteligindeki metinler" gözüyle onları hafife almaya çalışıyoruz.
Diyoruz ki, Sahihligi noktasinda mutabakata varilmis ve Kuran'a uygun düşen hadisler, bizim icin kaynak mesabesindedir. Kuran'ı nebevi sünnetten koparmıyoruz. Siyer kitaplari, kaynaklar, yüzyıllardır elimizdedir, tıpkı Kuran gibi. Bunlara vahy muamelesi yapmadan, vahy ile karşılaştırarak dikkate almak durumundayız. Son olarak Ebu Hanifenin konuyla alakalı el-Alim adlı eserindeki son derece güzel sözleri ile noktalıyorum. İmam diyor ki;
Eğer bir kimse, "Peygamber 'in her söylediğine inanıyorum, ancak Nebi haksız (cevren) konuşmaz ve Kuran’a muhalefet etmez" derse, bu, onun, Peygamber’i tasdik ettiğini ve Peygamberi Kur’an’a muhalefetten tenzih ettiğini gösterir. Şeyet Peygamber Kuran’a muhalefet etse ve Allah’a karşı haktan başka bir şey söyleseydi, Allah Teala,
“Eğer Muhammed, bize karşı ona (Kur’an’a) bazı sözler katmış olsaydı, biz onu kuvvetle yakalardık, sonra onun şah damarını koparırdık, hiç biriniz de onu koruyamazdınız” (Hakka 44-47)
kavline uygun olarak, onu kuvvetle yakalar ve şahdamarını koparırdı.
Allah’ın Resûlü (sav), Allah’ın kitabına muhalefet etmez.
Allah’ın kitabına muhalefet eden de Allah’ın Resûlü olamaz...
Nebi (sav)’den Kur’an’a aykırı olarak hadis rivayet eden kimseyi red, Peygamber (sav)’i red ve onu yalanlama değildir. Bu, ancak, Peygamber (sav)’den batıl rivayette bulunan kimseyi reddir. Töhmet bu kimseyedir, Peygamber (sav)’e değil. Onun için Peygamber (sav)’in söylediği her şey, işitelim, işitmeyelim, başımız gözümüz üstünedir. Buna iman eder, ve Allah’ın Resûlünün söylediğine, olduğu gibi şehadet ederiz.
Ve yine şehadet ederiz ki O (sav), Allah’ın nehyettiği bir şeyi emretmez.
Allah’ın bağladığı bir şeyi koparmaz.
Allah’ın tavsif ettiği bir şeyi ona aykırı bir şekilde tavsif etmez.
Şehadet ederiz ki O (sav) bütün işlerde Allah’la muvafıktır.
Bidat olabilecek hiç bir şey yapmamış,
Allah azze ve celle’nin söylediği söze hiç bir şey katmamış ve zorlayıcılardan olmamıştır.
Onun için Allah Teala; “Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur” (Nisa 80), buyurmuştur.
( el-Alim 26-27)