Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Sesli (Cehri) ve Toplu Zikrin Bid'at Oluşu

Ferzani Çevrimdışı

Ferzani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Muaviye ismini duyunca tüylerim ürperir bu sebepten pek tanımadığını düşündüğüm Efendimizin (s.a.a) dairesine müellefe-i kulub olarak giren ve öylece de kalan zatı tanıtmak isterim
Muaviye, Ebu Süfyan'ın oğludur.Ebu Süfyan, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) azılı düşmanlarından olup küfür ordularının reisiydi.
Mekke fethi sırasında, tepesinde kılıcı gördüğü ve canını kurtarmak için başka çare kalmadığı için kelime-i şehadet getirmiş olduğu halde kimi saftirikler onu hala müslüman bilmektedir
Süfyan İslam'a ve Hz. Resulullah'a (s.a.v) olan nefret ve düşmanlığını mezara kadar sürdürmüş, oğlu Muaviye'yle onun oğlu Yezid'e de bu nefret ve kini aktarmıştır.

İslam tarihinde hiçbir Müslümanın unutamayacağı en çirkin isim ve en iğrenç karakterlerden biri olan Hind, Muaviye'nin anasıdır.
Evet, Muaviye'nin babası Ebu Süfyan, anası Hind'dir!..
Hind, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) çok sevdiği amcası Hz. Hamza'yı (r.a) şehid etmek için bir terörist kiralamış ve bu kiralık katilin eliyle o yüce insanı şehid ettikten sonra mübarek na'şının yanına gelip ciğerlerini sökmüş ve bizzat katilin şaşkın bakışları arasında hayvanca bir hırsla şehidin ciğerlerini defalarca ısırmış, parçalamıştı!..
Buna rağmen cesedi bırakmamış, parmaklarını kesip gerdanlık yaparak boynuna asmıştır.
Hind'in ölünceye kadar bir hazine gibi koruduğu - ve İslam'ı kabul etmiş gibi göründükten sonra gizlice saklamaya devam ettiği- ve her fırsatta oğullarıyla torunlarına gösterip onlara kin ve nefret aşıladığı "parmak kemikleri gerdanlığı" budur...
Muaviye İslam hanesine müellefe-i kulûb olarak kabul edildi ve öylecede kaldı
Bir gün Muaviye'ye "Seni Hz. Resulullah (s.a.a) çağırıyor" dediler.
Onu çağıran adam bir süre sonra yanlız dönerek Hz. Resulullah'a (s.a.a) "Yemek yediğimi ve gelemeyeceğimi söyleyin" dediğini aktardı.
Hazret, peşine adam gönderip tekrar çağırttı.
Muaviye bu kezde aynı cevabı gönderdi ve Hz. Resulullah'la (s.a.a) görüşmektense yemek yemeyi tercih etti, bırakın meşguliyeti çağırsa uğrunda ölüm göze alınıp yetişilecek efendidir (s.a.a)
Üçüncü kez çağrıldığında da aynı mesajı gönderince Hz. Resulullah (s.a.a) pek rahatsız oldu, elini semaya kaldırıp "İnşaallah hiç doymaz..." buyurdu.
Tarih kaynaklarında Muaviye'nin çok fazla yemek yediği ve "yedikçe acıkıyorum", dediği ve bir türlü doymak bilmediği kayıtlıdır. Muaviye'nin sofradan çekildiğinde genellikle şu cümleyi söylediği meşhurdur: "Yemek yemekten yoruldum, ama doymadım!"..
Muaviye, Allah Resulü'nün (s.a.a) bedduasını almayı başarmış ender kimselerdendir.
Muaviye, birçok "ilk" e de imza atan bir isimdir.
İktidara geçtiğinde ve hilafet adına saltanat kurup tahta oturduğunda ilk işi İslam hükümlerini ayaklar altına alıp "geçmiş atalarının örf ve geleneklerine göre" davranmak oldu!
Şarap içti.
İpek elbise giydi.
Altın ve gümüş yemek servisleri kullandı.
Gınâ -haram çalgıları içeren müzik- meclisleri tertipletti, bu meclislere katıldı.
İslam fıkhına aykırı, yargılamada bulundu; şeriate aykırı hükümler verdi.
Hırsızı cezalandırmadı.
İslam tarihinde "Müslüman" adıyla yağma ve çapulculuğu başlatan ilk isim oldu.
Siyasi çıkarlar elde etmek için komplolar kurdu, tarihinde bununla meşhur oldu
Yine siyasi çıkarları uğruna leyhinde hadisler uydurdu
Osman'ın faziletleri ve Hz. Ali'nin (a.s) kınanacak vasıfları olduğuna dair hadisler uydurttu ve bunun için yüklüce paralar harcadı!
Sahabeye sebbettirmek (küfrettirme) bid'atini ilk başlatan da yine o oldu. Hükmü altındaki camilerin imam ve vaizlerine ferman gönderip minberde Hz. Ali'ye (a.s) lanet okutturdu ve nice Müslüman'ın yıllarca bu lanete "amin" diye bağırmasına ve Ali düşmanlığının yayılmasına neden oldu*
Çarşamba günü, Cuma namazı kıldırdı.
İslam düşmanlığı doruğa ulaştı.
İslam halifesine karşı tuğyan etti.
Hz. Ali şiasını bulduğu yerde öldürttü.
Şia olan aşiret ve kabileleri çocukları ve kadınlarıyla birlikte topluca katliam ettirdi.
Baskı, zulüm, işkence, şantaj, sabotaj, terör, yıldırma, dehşet, hakların çiğnenmesi...vb. uygulamalar Muaviye saltanatının en belirgin özelliklerindendi.
Kimsenin Muaviye'yi eleştirmeye veya ona itirazda bulunmaya cür'eti yoktu.
Muaciye'yi eleştirmeye veya onun icraatlarına itiraz etmeye kalkışanlar ya acımasızca terör ediliyor, ya da tutuklanarak işkence altında öldürülüyordu.
Hocr'le adamlarına Muaviye'nin neler yaptığını yazmak bile zordur...
Muaviye hepsini hepsini öldürttü.
Amr bin Hımak'ın boynunu vurdurdu.
Şam, o günlerde bir ülkeydi...
Şam fetholunduğunda oraya önce Ebu Ubeyde vali olarak gönderilmiş, ama çok geçmeden bu vali vebaya yakalanarak ölmüş ve 2. halife Ömer; Muaviye'nin kardeşi olan Yezid bin Ebu Süfyan'ı Şam valiliğine atamıştı
Emeviler ve Ebusüfyanoğullarının İslam tarihinde resmen devlet görevine getirilmesi bu tarihe rastlar...
Emevilere iktidar kapısı 2. halife döneminde açılmıştır.
Yezid öldüğünde her ne hikmetse halife Şam valiliğini tekrar Emevilere bıraktı ve ölen Yezid'in yerine kardeşi Muaviye atandı!
Böylece Şam'ın yönetimi bir hanedana bırakılmış oluyordu!..
Burada, birilerinin diyet borcunun ödenmekte olduğunu sezmek hiç de zor değildir...
İkinci halife, neden Yezid bin Ebu Süfyan'ı Şam valiliğine atamıştı sahi?
Ondan sonra Muaviye'yi ataması neyle açıklanabilir?
Dahası...
İkinci halifenin, kendisinden sonra ancak Osman'ın halife olarak belirlenebileceğinin apaçık belli olduğu "özel olarak terkibi tertiplenmiş bir şûrâyla" Osman'ın halifeliğini garantilemiş olması neyle açıklanabilir sahi?
O merhaleye kadar Haşimoğullarından olan hiçkimseye, hatta bir tek Haşimiye bile önemli makamlardan hiçbirinin verilmemesi ve Hâşîmîlerin iktidardan önemle de uzak tutulması da "basit bir tesadüf" müdür gerçekten?"
Ve... Sorulmaması ötedenberi âdet haline getirilmiş, ve cevabı hep ört-bas edilmeye çalışılmış daha nice sorular...
Yaradan'ın biricik sevgilisi Habib-i Hûdâ Hz. Resul-ü Ekrem'in (s.a.a) sünnet ve emirlerinin bunca çiğnenip onun soyuna onca kinle davranıldığını ve Allah'ın peygamberinin sarih emirlerine rağmen, tam tersi cihette şahsi görüş ve politikaların yürürlüğe konulup dayatılmış olduğunu görüp de "neden?" diye sormamak mümkün müdür sahi?
Bir gün Muaviye minberde hutbe okurken bir Müslüman kılıcını çekip tekbir getirerek minbere doğru atıldı. Muaviye'nin özel koruma muhafızları vardı; bu Müslümanı hemen yakalayıp sorguladılar:
- Bu eyleme neden giriştin? Kimin emriyle yaptın bunu?!
- Peygamberin emriyle! O büyük peygamberin "Muaviye'nin emîr olduğunu görürseniz kalçasını kılıçla parçalayın!" buyurduğuna bizzat şahid oldum ben!
- Onu emirliğe kimin atadığını biliyor musun?
- Hayır.
- Halife Ömer atadı onu!
- Öyleyse Ömer haklıdır, duydum ve itaat ettim!!!
İslam kaynaklarında buörnekler pek çoktur...
Şam emirliği, Muaviye için halifeliğe tırmanmaya yetecek kadar güçlü bir merdivendi.
Muaviye'nin Şam emiri olmasına yardım edildi...
Ve böylece Hz. Peygamber-i Ekren'in (s.a.a) minberine kadar tırmanması sağlandı...
Hz. Resulullah'ın (s.a.a) minberinde hutbe okumakla meşgul olduğu bir gündü... Abdullah bin Mesud cemaatin arasında ayağa kalkıp "Hz. Resulullah (s.a.a)" dedi, "muaviye'yi benim minberimde görürseniz hemen öldürün!"...
İktidar, Muaviye'nin biricik aşkıydı, onun için devlet vesile değil, bizzat gayeydi!..
Kufe şehrini ele geçirdiği gün minbere çıkıp Kufe halkına hitaben şöyle diyordu: "Yemin ederim ki ben namaz için savaşmadım sizinle; oruç, zekat veya hacc ibadeti rahatça uygulansın diye de savaşmadım!.. Siz bütün bu ibadetleri yerine getiriyordunuz zaten. Ben, sadece sizin başınıza geçebilmek için savaştım sizinle!"
Minberlerde, vaaz ve hutbelerde Hz. Ali'ye (a.s) lanet ve bedduada bulunulması bid'atini koyan kimse de Muaviye oldu.
Hz. Ali'ye (a.s) sebbettirirken, aslında kimi sebbediyor, kime karşı nefretini kusuyordu Muaviye?..
O tarihten itibaren sahabeye sebbetmek Müslümanlar arasında gayet normal karşılanır olmuştur.
Bu iğrenç bid'atin de temelini atma şerefi (!) yine Muaviye'ye aittir!
Bir gün Muğiyre bin Şu'be Muaviye'ye "Yeter artık!"dedi, "Resulullah'ın soyu olan Haşimoğullarına yaptıkların yeter! Artık onlar, kendilerinden korkmana neden olacak kadar güç ve nüfuz sahibi değil ki!"
Muaviye nefret dolu bakışlarını uzaklara dikerek "Neler söylüyorsun sen?!" diye çıkıştı Muğiyre'ye "Haşimoğullarından olan o adam (Hz. Resulullah (s.a.a) için Muaviye'nin kullandığı tabir daha ağır, ancak bu kadarını yazabiliyorum ben -Mütercim) öyle bir şey yapmış ki hergün beş kez onun adı Allah'ın adıyla birlikte bütün Müslümanlarca anılmada!.. Muğıyre! Bu ismi mezara gömmekten başka çare yok, anlıyor musun?!"
Olanca zekâ, kin ve nefretine rağmen Muaviye o yüce ismi mezara gömemedi; bilakis, Hz. Resulullah (s.a.a) ve onun ailesine beslediği o kinle birlikte kendisi gömüldü mezara. O Hazret'in ismi ise her geçen gün daha bir parlayarak güneş misali insanlık ufuklarını aydınlatıyor halâ...
"Allah, nurunu tamamlayacaktır; kafirler istemese de..."
Muaviye, İslam devleti adına küfürle uzlaşan bir küfür devletine * resmen eğilerek ona haraç veren ilk Müslüman yöneticidir...
Bu korkunç zillet ve bu büyük bid'atin ise bir tek nedeni vardı: İslamla savaşabilmek!.. Ali'yle (a.s) savaşırken, Romalıların kendisine saldıramayacağından emin olmak!..
Muaviye, Yezid'i kendi veliahdi olarak ilan etmek istiyor, ama İmam Hasan (a.s) hayatta olduğu sürece Müslüman halkın önemli bir çoğunluğunun böyle bir zilleti kabule yanaşmayacağını biliyordu.
İmam'ın eşi Cude binti Eş'as'a yüz bin dinar göndererek "İmam Hasan'ı zehirleyebilirse, onu oğlu Yezid'e nikahlayacağını ve Yezid'den doğacak çocuğunu tahta oturtacağı"nı vaadetti.
Eş'as'ın kızı, Muaviye'nin gönderdiği özel hazırlanmış zehiri İmam Hasan'ın (a.s) su içtiği testiye dökerek Peygamber çiçeğini şehid etti.
Yezid'in veliahdlığı ancak Hz. İmam Hasan'ın (a.s) şehadetiyle; tahta oturup dilediğince hüküm sürmesi de ancak Hz. İmam Hüseyin'in (a.s) şehadetiyle mümkün olmuştur.
Tarihte, Yezid'in iktidarından daha siyah ve aşağılık bir iktidar görülmemiştir.
Muaviye iyice hastalanmış, öleceğini anladığı günlerden birinde şu şiiri söylemişti:
"İktidarı ele geçirmeseydim keşke
Keşke zevkle tepinmeseydim keyif otlaklarında.
Keşke mezara giderken insanların saygı gösterdiği
Bir hırka bir hurma'lık bir derviş gibi olsaydım ben de!"
Evet, ölüm meleği göğsüne konduğunda "keşke şöyle yapsaydım, keşke şöyle yapmasaydım" diyen pek çok insan vardır.
Ölüm anında mutluluk duyan insanlarsa pek azdır.
Muaviye o "pek çok"lardan, Hz. Ali (a.s) ise "pek az"larındandır tarihin...
Muaviye'nin hastalığı giderek ağırlaşıyor, ölüme adım adım yürüdüğünü görüyordu artık. Son günlerinde Muaviye'nin şuurunu yitirdiği kayıtlıdır. Aklını yitirdiğine delalet eden saçma sorular sormaya, anlamsız şeyle söylemeye başlamıştı. Onun bu hali kızını pek üzüyordu, ağlamakta, figanlar etmekteydi.
Muaviye öldüğünde Yezid Şam'da değildi.
Muaviye'nin ölüm haberini Zehhak bin Kays duyuracak ve onun cenaze namazını da yine zehhak kıldıracaktı!
Mekke fethedildiği sırada Muaviye Yemen'deydi. Babası Ebu Süfyan'ın korkudan Müslüman olduğunu duyunca Yemen'den yazdığı bir mektupta şiir ve nesir diliyle onu kınıyor ve Müslüman olduğu için babasını alaya alıyordu.
Muaviye Mekke'ye döndüğünde Mekke Müslümanların elindeydi artık! Müşrik olan Muaviye, sığınacak kimse bulamayınca Medine'ye gidip Hz. Peygamber'in (s.a.a) amcası Abbas'ın ayaklarına kapandı ve sözle İslam'ı kabul ettiğini söyledi.
Abbas, onun için Hz. Peygamber'e (s.a.a) aracılıkta bulunup şefaatini istedi, bu istek kabul edildi ve Muaviye öldürülmekten kurtulmuş oldu.
Muaviye'nin ne zaman, hangi şartlarda ve nasıl Müslüman olduğu başlıbaşına ilginç ve ibret verici bir tarih kesitidir.
Muaviye beklemiş ve Hz. Resulullah'ın (s.a.a) hastalanması ve vefat edeceğinin tahmin edilmesi üzerine Müslüman olduğunu ilan etmiştir.
Yani Hz. Resulullah'ın (s.a.a) rıhletinden birkaç ay önce Müslüman olmuştur Muaviye! Bu nedenle de o Hazret'in yanında bulunmamıştır pek...
Kimilerinin zannettiği gibi Muaviye senelerce Hz. Resulullah'ın (s.a.a) hizmetinde bulunmuş değildir asla!
Bu doğrultuda uydurulan hadislerin çoğu da, bizzat Muaviye'nin saltanatı zamanında ve onun altın keseleri sayesinde uydurulmuş olup Muaviye tarafından tezgahlanan propagandaların bir parçasıdır sadece.
Bir Alman bilim adamının Şeyh Muhammed Abduh'a "Muaviye, İslam'a fûtuhat kapılarını kapadı" dediği bilinmektedir.
Bu yerinde, ama başka nedenlere dayalı bir tespittir aslında.
Muaviye, İslam tarihinde dâhili savaşları başlatan ve bu çirkin bida'ti koyan insandır. Muaviye, kafirlere karşı çekilen kılıcı Müslümanlara karşı kullandırtmasaydı, dahili savaşlar değil, fütuhat sürecekti elbette!
Bunun yegane sebebi ise Muaviye'nin Müslümanlara "emir" olması bedbahtlığıdır!
İslam peygamberinin (s.a.a) hak vasisi de onunla uğraşmak zorunda kalmaz, iktidarının bütün zaman ve imkanlarını Muaviye'nin oyunlarını bozup onun saldırgan ordularının tecavüzlerine karşı koymaya harcamak mecburiyetinde olmazdı.
Dost görünümlü düşmanla savaşmak düşman görünümlü düşmanla savaşmaktan elbette ki daha zordur.
Evet, İslam ve insanlık tarihinin en yalın hakikatlerinden biridir bu:
Şam valisi Muaviye olmasaydı...
Daha yerinde bir deyişle Muaviye Şam valisi olmasaydı Müslümanlar yıllarca dahili savaşlara girip birbirini kırmakla meşgul olmayacak, bunun yerine İslamı bütün dünyaya yayacaklardı. O günlerde zaten hızla ilerleyip yayılmakta olan İslam bütün insanlığı kurtaracak, küfrün bedbahtlığına gömülen bir tek insan kalmayacaktı bugün!
Zulüm ve haksızlığın kökü kazınmış, adalet güneşi bütün insanlığın iliklerini ısıtmış olacaktı bugün...
Şam valisi olmasa, müminlerin emiri Hz. Ali (a.s) şehid edilmeyecekti.
Şam valisi olmasa Hz. Hasan (a.s) şehid düşmeyecekti.
Şam valisi olmasa Hz. Hüseyin (a.s) şehid olmayacaktı...
Hatta hiçbir mazlum, bir zalim tarafından öldürülemeyecekti artık.
Çünkü adalet egemen olduğu bir dünyada zalimin zulmedecek gücü kalır mı?
Mahrumiyet ve yoksulluk ortadan kalkar, yoksul kimse bulunmazdı o zaman...
Yeşil saraylarda yutulan ve sahabe olarak geçinenlerin -öldükleri zaman- zulalarından çıkarılan ve ancak baltayla kırılıp parçalanabilen külçe altınlar, İslam ümmetinin yoksullarına harcansa ve o muazzam servetler Ali'nin (a.s) adaletiyle kullanılmış olsaydı Müslümanlar içinde bir tek fakir insan kalır mıydı sahi?
Parası olmadığı için evlenemeyen genç kalır mıydı?
Muaviye Şam valisi olmasa kimsenin burnu dahi kanamaz, Yezid halife olmaz, İbni Ziyad, Şimr, Sa'doğlu Ömer...vb'leri olmaz bu kaatiller ve hainler bunca katliam ve cinayet işleyemezdi.
Muaviye'nin İslama soktuğu bid'atlerden biri de cebriye ve kadercilik ekolünü Müslümanlar arasında yaymasıdır. İşlediği zulümleri "kader" telakki ettirebilmek ve Müslümanları her vak'a karşısında salt teslimiyete yöneltmek için yapmıştı bunu. Böylece kimse onun icraatlarına karşı çıkmayacak ve iktidarı güvencede olacaktı!
Muaviye'nin üç günlük iktidar için İslama soktuğu bu bid'at, İslam ümmetine çok pahalıya mal olmuş, bugün bile çoğu Müslümanlar bu belaya müptelâ olmaktan kurtulamamıştır!
Yezid'in Kufe valisi İbni Ziyad'la Hz. İmam Hüseyin'in (a.s) biricik yâdigarı İmam Seccad Zeyn'ul Âbidin hazretleri (a.s) arasında geçen konuşma ve bu konuşma sırasında İbni Ziyad'ın söyledikleri, söz konusu bid'at konusunda yeterince bilgi vermektedir zaten...

Son olarak her şeye bid'at bid'at diyip duracağına aslolan bid'atçileri kendine şahit yapma kardeşim! birde Allahın kelamlarını okumanın belli başlı şartlarımı varki “-bunları okuma adetini kim nereden bulmuş?” diye defalarca sorup duruyorsun bu tarikatların yaptığı Allah kelamı okumak, zikretmek ve iman ilmini öğrenmekten başka bişey değildir, bununla gayeleri imanlarını inkişaf ettirmektir, lakin iman ilminin ne olduğunu bilmeyen ve aklı ermeyenlere bir şey anlatmak zordur ayrıca sen anlaşılmaz bir insansın kardeşim
 
eL_Muhacir Çevrimdışı

eL_Muhacir

İlimsiz Mucâhid, kâtil; Cihâdsız âlim, belâm olur
Frm. Yöneticisi
Mekke fethi sırasında, tepesinde kılıcı gördüğü ve canını kurtarmak için başka çare kalmadığı için kelime-i şehadet getirmiş olduğu halde kimi saftirikler onu hala müslüman bilmektedir

ferzani

Muaviyenin Kalbini yarıp baktın mı ?

ALLAH Resulu (s.a.v) bunu sezememiş mi ki ? sen böyle net konuşuyorsun
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Ebu Sufyan bin Harb (r.anh)
بأبو سفيان بن حرب (Asıl adı : Sahr bin Harb'dır ; Kunyesi, Ebu Sufyan Sahr bin Harb bin Umeyye'dir)
Muaviye (radıyallahu anh)'ın ve Yezid'in babasıdır. Peygamber efendimizin muberak zevceleri olan Ummu Habîbenin (r.anhâ) (Ramle) babası olduğu için aynı zamanda Rasulullah (s.a.v.)'in kayınbabasıdır.

hakkında pek çok muslumanın yanlış kanaat sahibi olduğu bilinmektedir. Bilhassa, “Muslumanların Mekke’yi feth etmeleri sırasında, kalben iman etmediği halde, musluman olmuş gibi görünmüştür” iftiralarını ortaya atmışlardır.
Müslümanların Mekke'nin fethi öncesinde Cuhfe'de karargâh kurmalarından sonra, çocukluk arkadaşı olan Abbas'ın tavsiyesiyle Peygamberin huzuruna çıktı. Peygamber'in İslâm'a davetini kabul ederek Müslüman oldu.

8899- İbn Abbâs radiyallahu anh'dan: "Müslümanlar Ebu Sufyan'a yüz vermez ve yanında da oturmazlardı. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e:
'Senden üç dileğim var, kabul eder misin?'
'Evet.'
'Ummu Habîbe adında Arab'ın en iyi ve güzeli olan bir kızım var, onu sana vermek istiyorum, kabul eder misin?'
'Evet.'
'Muâviye'yi kendine kâtib yapar mısın?'
'Evet.'
'Beni kumandan yap da eskiden müslü-manlara karşı savaştığım gibi, kâfirlere karşı da kıyasıya savaşayım, olur mu?'
'Evet' buyurdu.
(Râvi) Ebu Zumeyl der ki: 'Eğer, o Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den bunları istemeseydi O, bunları ona vennezdi. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, kendisinden bir şey İstenildiğinde 'Hayır' demez daima 'Evet, olur' derdİ." (Muslim; Cem'ul-Fevaid ,5. Cilt , Menkibeler, H.No: 8899)

Ebu Sufyan Hz. Abbas'ın dostu idi. Huneyn seferine katıldı. Aleyhissalâtu vesselâm, ganimetten ona 100 deve ve 40 okiyye verdi. Oğulları Muâviye ve Yezid'e, her birine bir mislini verdi. Ebu Sufyan, Rasulullah' ın bol miktardaki bağışını görünce: "Vallahi sen kerimsin, anem babam sana feda olun, vallahi seninle savaştım, sen ne iyi hasım idin; seninle sulh da yaptım, en iyi sulh yapılan kimse idin; Allah sana hayırlı mukâafât versin" der. Taif seferine Rasûlullah'la katılan Ebu Sufyân'ın bir gözü isabet aldı ve çıktı.
Ebu Sufyan, Gözünü eline alıp Rasulullah (s.a.v.)'in yanına gelip Allah'ın izniyle yerine koymasını ve iyileştirmesini istedi.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.): "Ya Eba Sufyan! Hangisini istersin? Eğer dilersen, dua edeyim, gözün yerine gelsin. Eğer dilersen Allahu teâlâ, Cennette sana bir göz versin" buyurdu.
Ebu Sufyan; Ya Rasulullah! Cennette göz verilmesini isterim dedi ve avucundaki çıkmış gözünü yere attı ve üstüne basıp çiğnedi.

Yermuk savaşında da diğer gözü isabet aldı. Yermuk seferinde İslâm ordusunun kâss'ı (teşvikci) olduğu ve askerleri şu sözleriyle teşcî ettiği belirtilir: "ey Allah'ın nusret ve yardımı, yaklaş! "Allah! Allah! Sizler Arab'ın hâmileri ve İslâm'ın yardımcılarısınız, karşınızdakiler ise Rumun hamileri ve müşriklerin yardımcılarıdır. Allahım, bu gün senin günlerinden biridir. Allahım kullarına yardım ve nusretini indir." Her iki gözünü de kaybedince, onu bir azadlısı yedmiştir.

Mekke'nin fethinden hemen sonra yapılan Huneyn Gazâsına katılan Ebu Sufyân, kahramanca çarpıştı. Tâif Muhârebesinde bir gözünü kaybetti.
Rasûl-u Ekram efendimiz, daha sonra onu Necrâna vâli gönderdi.
Peygamber (s.a.v.), Taif'li Sakif oğulları Kabilesi'nin putu olan Lat heykelini yıkmak için Ebu Sufyan ile Muğıra Bin Şube'yi görevlendirip gönderdi. Onlar da gidip bu putu yıktılar, yerle bir ettiler.
(İbn-ul Esir, El-Kamil tere, c. 2, s. 268-269 ; Mahmud Şakir, . Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 2/247-248.)

Ömer (r.anh) zamânına kadar orada vâlilik yapan Ebu Sufyân, halîfeden izin alarak Suriyedeki gazâlara katıldı. Yaptığı ateşli konuşmalarla askerleri harbe teşvik ederdi. 636 yılında da (tek gözüyle) Yermuk Muhârebesine katıldı, diğer gözünü de orada kaybetti.

Rasûlullah (s.a.v) onu Necrân'a vali tayin etti. Aleyhissalâtu vesselâm vefat ettiğinde o burada vali idi. Bilahare Mekke'ye dönmüş, oradan Medine'ye geçerek orada ölmüştür. Bazı tarihçiler, Rasûlullah'ın vefatı sırasında Ebu Sufyan'ın Mekke'de olduğunu, Necran'da vali olarak Amr İbnu Haym'ın bulunduğunu söylemiştir.
Ebu Sufyan hicrî 31 yılında 88 yaşında olduğu halde vefat etmiş, Cennet-ul-Bakî Kabristanına defnedilmiştir. Hicrî 32, hatta 34 yılında vefat ettiği, yaşının 93 olduğu da söylenmiştir.

Boyunun kısa, başının iri olduğu söylenir. Cenaze namazını Hz. Osman kıldırmıştır. İslam'a sonradan da girmiş olsa, muellefe-i kulûb arasında da yer alsa, müslümanlığı samimi olmuş, İslâm için ciddi çalışmıştır. Yermuk'te gözünden isabet alması, bizzat savaştığına delil kabul edilmiştir, (radıyallahu anh).

******

Ebu Sufyan İle Heraklius Karşı Karşıya

Araştırıp soruşturma kararı veren Heraklius, etrafına, "Peygamber olduğunu söyleyen şu kişinin kavminden buralarda kimse yok mudur?" diye sordu.
O sırada ticâret munasebetleriyle Ebu Sufyan Kureyş`ten bazı adamlarla Şam`da bulunuyordu. Onu arkadaşlarıyla alıp yine o sırada Şam`da bulunan Kayserin huzuruna getirdiler.
Hâdisenin geri kalan kısmını Ebu Sufyan şöyle anlatmıştır:

"Hirakl`in huzuruna girdik. Bizleri önüne oturttu ve tercüman vasıtasıyla, `Peygamber olduğunu söyleyen bu zâta neseben en yakın hanginizdir?` diye sordu.
"`Neseben en yakınları benim` dedim.
"Beni önüne oturttular. Arkadaşlarımı da arkama. Sonra Hirakl, tercümanını çağırdı ve dedi ki:
"`Bunlara söyle, ben peygamber olduğunu söyleyen o zât hakkında bu adamdan bazı şeyler soracağım. Bu bana yalan söylerse siz onu tekzib ediniz.`
"Vallahi, arkadaşlarım tarafından yalanımın öteye beriye yayılmasından korkmasaydım, Peygamber hakkında o zaman muhakkak yalan uydururdum.
"Sonra da hükümdarla, Ebu Sufyan arasında sorulu cevaplı şu konuşma geçti:
"Sizin içinizde, onun nesebi nasıldır?"
"İçimizde onun nesebi pek büyüktür."
"Ecdadı içinde bir melik var mıdır?"
"Hayır."
"Peygamberlikten evvel, onu hiçbir yalan ile ittiham ettiniz mi?"
"Hayır."
"Ona kimler tâbi oluyor? Halkın ileri gelenleri mi, yoksa fakir kimseler mi?"
"Daha çok halkın zaif ve fakirleri tâbi oluyor."
"Ona uyanlar artıyor mu, yoksa eksiliyor mu?"
"Eksilmiyor, bilâkis artıyorlar."
"Onlardan, onun dinine girdikten sonra, beğenmeyip dininden dönen var mı?"
"Hayır, yoktur."
"Kendisinin hiç sözünde durmadığı, ahdini bozduğu vâki midir?"
"Hayır, vâki değildir. Fakat biz şimdi onunla bir müddet için çarpışmayı bırakarak muâhede yapmış bulunuyoruz. Bu müddet içinde ne yapacağını bilmiyoruz. Bu yoldaki ahdini bozmasından korkuyoruz.
"Ebu Sufyan sonraları, "Vallahi, verdiğim cevaplara bu sözden başka birşey ilâve etmek imkânını bulamadım" diyecektir.
"Onunla hiç harp ettiniz mi?"
"Evet, ettik."
"Yaptığınız savaşlar nasıl neticelendi?"
"Harp hali aramızda nöbet nöbet olur. Bazen o bize zarar verir, bazen biz ona."
"Sizden, ondan önce peygamberlik iddiâsında bulunmuş bir kimse var mıdır?"
"Hayır, yoktur."
"O, size neler emrediyor?"
"Yalnız bir Allah`a ibâdet etmeyi ve Ona hiç bir şeyi ortak koşmamayı emrediyor. Atalarımızın tapmış bulundukları şeylerden de bizi nehyediyor. Namaz kılmayı, doğru olmayı, kimsesiz ve fakirlere sadaka vermeyi, haram olan şeylerden sakınmayı, ahdinde durmayı, emâneti sahibine vermeyi, akrabalarla ilgilenmeyi ve onları görüp gözetmeyi emrediyor."
Bütün bunlardan sonra, Heraklius, tercümanı vasıtasıyla Ebu Sufyan`a şöyle dedi:
"Nesebini sordum, içinizde yüksek neseb sahibi olduğunu beyân ettin. Peygamberler de zaten böyle kavimlerinin en soyluları içinden seçilip gönderilirler.
"Ben babaları ve dedeleri içinde bir melik gelip gelmediğini sordum. Sen, `Hayır yok` dedin. Eğer babalarından, dedelerinden bir melik olsaydı, `Bu da babalarının mülkünü geri isteyen bir kimsedir` diye hükmederdim.
"Ben peygamberlik iddiâsında, ondan önce içinizde bulunanın olup olmadığını sordum. `Hayır, yoktur` diye cevap verdin. Eğer, ondan önce bu sözü söyleyen biri olsaydı, `Bu da belki kendisinden önce söylenmiş bulunan bir söze ittibâ etmek istemiş bir kimsedir` diye düşünürdüm.
"Ben, ona kimlerin tâbi olduklarını sordum. Sen, `Ona tâbi olanlar halkın zaifleridir` dedin. Peygamberlere tâbi olanlar da hep zaten öyle olurlar.
"Ben peygamberlik davasında bulunmadan evvel, onun bir yalan söylemiş olup olmadığını sordum. Sen, `Hayır` dedin. Ben ise, kat`i olarak bilmekteyim ki, insanlara karşı yalan söylemeyi irtikâb etmemiş bir kimse, Allah`a karşı da yalan söylemez.
"Ben, `Onun dinine girdikten sonra, beğenmeyip dininden geri dönenler var mıdır?` diye sordum. Buna da, `Hayır` cevabını verdin. Îmân da böyledir. Îmânın icabı olan iç ferahlık ve neşe kalbe karışıp kökleşince böyle olur.
"Benim, `Onlar artıyor mu, yoksa eksiliyor mu?` soruma sen; `Artıyorlar` cevabını verdin. İmân keyfiyeti tamamlanıncaya kadar hep bu minval üzere gider.
"Ben, `Onunla hiç savaştınız mı?` diye sordum. Sen, savaştığınızı, savaş neticesinin nöbet nöbet değiştiğini, bazen onun size, bazen sizin ona zarar verdiğinizi söyledin. Zaten diğer peygamberler de hep böyledir. Onlar belâlara uğratılırlar. Ama, sonra da güzel ve makbul âkıbet onların olur.
"Ben, `O zât ahdini bozar mı?` diye sordum. Sen, `Sözünde durmamazlık etmez` dedin. Peygamberlerin hâli budur. Hiç bir zaman verdikleri sözde durmamazlık etmezler.
"Ben, `O size neler emrediyor?` diye sordum."Sen, `Onun Allahü Teâlâya ibadet etmeyi, Ona hiç bir şeyi eş ve ortak koşmamayı size emrettiğini` söyledin. Bütün bu anlattıkların peygamberlerin vasıflarıdır.
"Eğer o zat hakkında bu söylediklerinin hepsi doğru ise, şüphesiz o bir peygamberdir. Zaten ben, bir peygamberin çıkacağını biliyordum. Fakat sizden çıkacağını tahmin etmezdim
. (Musned, 1:262-263; Buharî, 4:3-4; Muslim, 3:1395)

Bu karşılıklı konuşmadan sonra da, Heraklius açıkça şöyle dedi:
"Eğer, onun yanına gidebileceğim mümkün olsaydı, kendisiyle buluşmak üzere her türlü zahmete katlanırdım. Yanında olsaydım, hizmet ederek, ayaklarını yıkardım. Yemin ederek söylüyorum ki, onun mülkü, iktidarı şu ayaklarımın altında bulunan yerlere muhakkak gelip ulaşacaktır."
(Musned, 1:263; Buharî, 4:4; Muslim, 3:1395.
Ebû Kebşe, putlara tapmaktan yüz çevirip Şi'ra'l-Ubur adındaki yıldıza tapan Huzaâ Kabilesinden bir adamdı. Peygamberimiz de putlardan yüz çevirdiği için bu adama benzetilerek ve ona nisbet ederek İbn-i Ebu Kebşe` adını vermişlerdi. Bir başka rivayete göre ise, Ebu Kebşe annesi tarafından Peygamberimizin dedelerinden birinin adıydı. Muşrikler `İbn-i Ebu Kebşe` demekle güya Peygamberimizin bu dedesine çektiğini ifâde etmek istiyorlardı.)

Bu sözlere muhatap olan Ebu Sufyan`ı bir korku ve telaş sardı. Dışarı çıkıp arkadaşlarına, "İbni Ebu Kebşe'nin işi gerçekten gittikçe büyüyor. Şu muhakkak ki, Benu Asfar Hükümdarı bile ondan korkmaktadır" dedi. (Musned, 1:263)

(Fethu'l Be'ari ; C. 1, S. 43 - 50)
 
Ferzani Çevrimdışı

Ferzani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
ferzani

Muaviyenin Kalbini yarıp baktın mı ?

ALLAH Resulu (s.a.v) bunu sezememiş mi ki ? sen böyle net konuşuyorsun
peygamberimiz elbette bundan gafil değildi hem peygamberimizin Muaviyeye karşı tavrıda yukarıda anlattıklarımız üzere malumdur "-Bu muaviye aslında şöyledir böyledir, bunun oğlu benim torunlarımı katledecek müslümanların başına bela olacak" demesi ve buna göre hareket etmesi benim görüşüm; sahabeye tembihlediği malum nasiata ters düşeceğindendir ("Kalbini yarıp baktın mı?" dedin ya) bilirsinki sahabe efendilerimiz her konuda Resululahı (s.a.a) örnek alıyordu. Amma velakin peygamberimizin haberdar olduğu halde Allaha tevekkül etmesinin en önemli sebebi vahyide olabilir. en doğrusunu Allah bilir.
Muaviyenin oğlu Yezit öldüğünde yerine oğlu 2nci Muaviye getirilecekti ama O; "ben babalarımın kanlı tahtına oturmam" demiş ve öldürülmüştü bu sebepten bana göre hazret olabilecek tek Muaviye bu erdeminden dolayı 2nci Muaviyedir
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Ferzani , Sen Ebu Sufyan'a , Muaviye , Hind'de Kafir mi diyorsun ?

Yazılarından doğru mu anlıyorum?



Sen neden bu şahısların eski cahiliyye dönemlerindeki hareketlerini yazarak, sanki musluman olmamış gibi insanların kalbinde bu muslumanlara karşı kin ve nefret oluşturmaya çalışıyorsun? davranışların oldukça iğrenç!
 
Ferzani Çevrimdışı

Ferzani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Ferzani , Sen Ebu Sufyan'a , Muaviye , Hind'de Kafir mi diyorsun ?

Yazılarından doğru mu anlıyorum?



Sen neden bu şahısların eski cahiliyye dönemlerindeki hareketlerini yazarak, sanki musluman olmamış gibi insanların kalbinde bu muslumanlara karşı kin ve nefret oluşturmaya çalışıyorsun? davranışların oldukça iğrenç!
iyi okuduysanız eğer, mevzunun tamamı asıl Muaviye ile ilgilidir Süfyan ve Hindin cahiliye devrinden önce ve sonra yaptıklarına kısaca deyindim, Efendimizin (s.a.a) vefatından sonra Muaviyenin yaptıklarını bir bir anlattık bunun bir önyargı, demagoji yapıp farklı taraflara çekme yada kuru bir düşmanlıkla falan ilgisi yoktur mevzuyla alakalı tarih kitaplarından tahlil edilebilir Vahşi isimli sahabe Hidayete nail olmuştu hakkında zümer53 ve furkan71 ayetleri nail oldu şeksiz şüphesiz sahabe olduğuna inanırız inanmazsak imanımız dahi tehlikeye girer hulefa-i raşidinden sonra 5nci halife olan Ömer bin Abdülaziz; "Ben Hz. Vahşinin atının bir kılı bile olamam" dediği meşhurdur.Hatta bilirsiniz Hz Hamza ile kol kola cennete girdiklerine dair hadis rivayeti dahi vardır lakin Muaviyede islam nişanı samimi emmarelerle hiç bir zaman görülmemiştir efendimizin vafatından sonra ne haltlar karıştırdıkları ortada olduğu halde münafık diyemem hem bizler kafire dahi kafir diyemeyiz amacım kin ve nefret oluşturmak değildir böyle şeylerden zevk alacak ruh hastalarından değilim hamdolsun, sadece gerçeği ortaya koyduk o kadar
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
iyi okuduysanız eğer, mevzunun tamamı asıl Muaviye ile ilgilidir Süfyan ve Hindin cahiliye devrinden önce ve sonra yaptıklarına kısaca deyindim, Efendimizin (s.a.a) vefatından sonra Muaviyenin yaptıklarını bir bir anlattık bunun bir önyargı, demagoji yapıp farklı taraflara çekme yada kuru bir düşmanlıkla falan ilgisi yoktur mevzuyla alakalı tarih kitaplarından tahlil edilebilir Vahşi isimli sahabe Hidayete nail olmuştu hakkında zümer53 ve furkan71 ayetleri nail oldu şeksiz şüphesiz sahabe olduğuna inanırız inanmazsak imanımız dahi tehlikeye girer hulefa-i raşidinden sonra 5nci halife olan Ömer bin Abdülaziz; "Ben Hz. Vahşinin atının bir kılı bile olamam" dediği meşhurdur.Hatta bilirsiniz Hz Hamza ile kol kola cennete girdiklerine dair hadis rivayeti dahi vardır lakin Muaviyede islam nişanı samimi emmarelerle hiç bir zaman görülmemiştir efendimizin vafatından sonra ne haltlar karıştırdıkları ortada olduğu halde münafık diyemem hem bizler kafire dahi kafir diyemeyiz amacım kin ve nefret oluşturmak değildir böyle şeylerden zevk alacak ruh hastalarından değilim hamdolsun, sadece gerçeği ortaya koyduk o kadar


Bunları diyen(yazan) SAPIK SEN DEĞİL MİSİN?


Muaviye ismini duyunca tüylerim ürperir bu sebepten pek tanımadığını düşündüğüm Efendimizin (s.a.a) dairesine müellefe-i kulub olarak giren ve öylece de kalan zatı tanıtmak isterim
Muaviye, Ebu Süfyan'ın oğludur.
Ebu Süfyan, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) azılı düşmanlarından olup küfür ordularının reisiydi.
Mekke fethi sırasında, tepesinde kılıcı gördüğü ve canını kurtarmak için başka çare kalmadığı için kelime-i şehadet getirmiş olduğu halde kimi saftirikler onu hala müslüman bilmektedir

Süfyan İslam'a ve Hz. Resulullah'a (s.a.v) olan nefret ve düşmanlığını mezara kadar sürdürmüş, oğlu Muaviye'yle onun oğlu Yezid'e de bu nefret ve kini aktarmıştır.

İslam tarihinde hiçbir Müslümanın unutamayacağı en çirkin isim ve en iğrenç karakterlerden biri olan Hind, Muaviye'nin anasıdır.
Evet, Muaviye'nin babası Ebu Süfyan, anası Hind'dir!..
Hind, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) çok sevdiği amcası Hz. Hamza'yı (r.a) şehid etmek için bir terörist kiralamış ve bu kiralık katilin eliyle o yüce insanı şehid ettikten sonra mübarek na'şının yanına gelip ciğerlerini sökmüş ve bizzat katilin şaşkın bakışları arasında hayvanca bir hırsla şehidin ciğerlerini defalarca ısırmış, parçalamıştı!..
Buna rağmen cesedi bırakmamış, parmaklarını kesip gerdanlık yaparak boynuna asmıştır.

Hind'in ölünceye kadar bir hazine gibi koruduğu - ve İslam'ı kabul etmiş gibi göründükten sonra gizlice saklamaya devam ettiği- ve her fırsatta oğullarıyla torunlarına gösterip onlara kin ve nefret aşıladığı "parmak kemikleri gerdanlığı" budur...
 
Ferzani Çevrimdışı

Ferzani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Bunları diyen(yazan) SAPIK SEN DEĞİL MİSİN?
SAHABE OLDUKLARINI KABUL ETMİYORUM DİYORUM KAFİR OLUP OLMADIKLARI BENİ İLGİLENDİRMEZ, MÜSLÜMAN OLDUKLARINI ZANNEDİYORLAR DEMEK ONLAR KAFİRDİR ANLAMINA GELMEZ, SANA NE DEDİDİM KAFİRİN YÜZÜNE DAHİ KAFİR DENMEZ, DİYEBİLECEK OLSAYDIM ZATEN KAFİR DEĞİL MÜNAFIK DERDİM İSLAMA ZARAR VERENE BUKADAR TOLERANS TANIYORUZ YETMEDİMİ
EMEVİLER DÖNEMİNİ OKU, İSRAİL-EMEVİ İLİŞKİLERİNİ VE KÖKÜNDE İSRAİLİYAT OLAN BİD-ATLARIN BU DÖNEMDE DİNİMİZE NASIL GİRDİĞİNİ KİMLER TARAFINDAN SOKULDUĞUNU ÖĞREN BAK BAKALIM ALTINDAN KİMLER ÇIKACAK MUHATABLARINA HAKARET ETME HUYUNDAN DA VAZGEÇ BUNU MUHATABINLA KARŞI KARŞIYA OLDUĞUNDADA YAPABİLİYORMUSUN
 
eL_Muhacir Çevrimdışı

eL_Muhacir

İlimsiz Mucâhid, kâtil; Cihâdsız âlim, belâm olur
Frm. Yöneticisi

Bunların amaçları ne? neyin peşindeler ?neyi kanıtlamak istiyorlar ?

bu zikirse o zaman sirk gösterilerini izlemeye gidenlerde zikir yapıyor.




Ölmüş kimsenin başında toplu zikir


 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Ummetin her ev işgal edilmiş, kadınlarımızın ırzına geçilirken bu Sirk soytarıları böyle insanı çıldırtıp tahrik etmek için ne saçmalıyorlar! Yarabbim bunlar ne zaman İslamla tanışacak?
 
Ravzagülü Çevrimdışı

Ravzagülü

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
HATME-İ HÂCEGAN
Hatme, cemaat ile toplu hâlde yapılan bir halka zikridir. Kur'an ve sünnette övülen ve teşvik edilen zikir çeşitlerinden birisidir.

Kur'an-ı Hakim'de sabah akşam dua, ibadet ve zikir edenlerle beraber bulunmaya şöyle teşvik edilmiştir:



"Resûlüm! Sabah akşam Rablerine, O'nun rızasını isteyerek dua (ibadet ve zikir) edenlerle birlikte bulunmaya candan sabret. Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme."22

Bu ayet indiği zaman Resûlulah (s.a.v) Efendimiz, bu kimseleri araştırmak için mescide çıktı. Mescitte zikreden bir topluluk buldu. Bunlar elbiseleri eski fakir ve garip Müslümanlardı. Onları görünce hemen yanlarına oturdu ve: "Ümmetim içinde benim kendileriyle birlikte olmamı emrettiği kimseleri yaratan Allah'a ham dolsun." Buyurdu.23

Bu ne büyük bir tevazu ve edep örneğidir. Elbette Allah Resûlü (s.a.v) Efendimiz, kendileriyle birlikte olması emredilen kimselerden her yönüyle üstündü. Fakat, Yüce Allah bu emirle önce onların oluşturduğu zikir meclisinin faziletini gösterdi. Sonra, Efendimizin (s.a.v) yüksek tevazusunu bize gösterip kendisini örnek almamızı istedi. Ayrıca Efendimizin (s.a.v) onların içlerinde bulunup kendilerini şereflendirmesi ve onlara feyiz vermesi için bu emri verdi.

Bir rivayette, Efendimiz (s.a.v), mescitte zikredenlerin yanına gelerek: "Sizin üzerinize Allah'ın rahmetinin indiğini gördüm; ona sizinle ben de ortak olmak istiyorum." Buyurdular ve halkaya oturdular.24

Rasululah (s.a.v) Efendimiz, bir defasında:



"Cennet bahçelerine uğradığınızda, oralardan çokça istifade edin." buyurdu. Ashab-ı Kiram: "Cennet bahçeleri neresidir?" diye sorduklarında, Rasul-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz:



"Zikir halkalarıdır." buyurdu.25

Yine Efendimiz (s.a.v), mescitte halka şeklinde toplanmış bir grup ashabının yanına uğradı. Onlara:

"Burada ne yapıyorsunuz? " diye sordu. Halkadakiler:

"Allah'ı zikrediyoruz, bizi İslam'a ulaştırdığı ve ihsanlarda bulunduğu için O'na hamd ediyoruz." Dediler. Efendimiz (s.a.v) onlara:

"Allah için soruyorum, siz gerçekten bunun için mi oturdunuz?" diye sordu; Sahabeler:

"Vallahi biz ancak bunun için oturduk." dediler. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v):

"Yanlış anlamayın, ben sizi suçlamak için yemin etmenizi istemedim. Ben sizin asıl niyetinizi öğrenmek ve size şu müjdeyi vermek için geldim. Bana Cibril geldi ve haber verdi ki: Allah sizinle melekleri yanında övünmektedir."26

Şu müjde de önemli:



"Herhangi bir topluluk sırf Allah rızası için toplanıp Allah'ı zikrederse, görevli bir melek semadan onlara şöyle seslenir: "Günahlarınız affedilmiş olarak kalkın, hiç şüphesiz günahlarınız iyiliğe çevrildi."27

İşte halka şeklinde yapılan Hatme-i Hacegan da bu övülen zikir çeşitlerinden birisidir. Görüldüğü gibi halka hâlinde cemaatle zikir yapmak övülmüş fakat halkada ne okunacağı konusunda bir şey belirtilmemiştir. Bunun için, zikir sayılacak şeylerden ne okunsa zikir yapılmış ve bu müjdeye ulaşılmış olur. Hatmede okunan zikir ve dua çeşitleri de sünnet-i seniyyeden alınmıştır.

Hatmeyi bugünkü usul üzere Abdulhâlik Gücdevani Hz.leri tertip etmiştir. "Hatm-i Hâcegân" diye de anılır. Hâcegân, ulu zatlar, efendiler, büyük hocalar demektir. Hatm-i Hâcegân büyük velilerin tertip, talim ve tatbik ettiği hatim demektir.

Bu zikre hatim ve hatme denmesinin bir sebebi şudur: Bu yolun büyükleri müridleri ile bir meclis kurduklarında toplantıyı bu zikirle bitirirlerdi. Onlara has bir uygulama olarak bu zikre "Hatm-i Hâcegan" denmiştir.

Bu zikirlere hatim denmesinin bir diğer sebebi, içinde okunan Fatiha ve İhlasların hatim sevabına denk olmasındandır. Çünkü Resûlullah (s.a.v) Efendimiz, ihlas sûresini üç defa okuyan kimsenin Kur'an'ı bir kere hatmetmiş gibi sevap elde edeceğini müjdelemiştir.28 Büyük hatmede toplam bin defa İhlas sûresi okunmaktadır. Bu da üç yüz otuz üç (333) Kur'an hatim sevabına denktir. Onun için büyükler bu zikre çok önem vermişlerdir. Öyle ki çok ciddi bir hastalık ve ağır yolculuk hâlleri hariç, bütün ömürleri boyunca bu zikri hiç aksatmamışlardır.
 
E Çevrimdışı

ENSARİ

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
maşaAllah herkes ayeti,veya hadisi dilediği yöne çekiyor,olmadı tevil ediyor.. sündür sündürebildiğiniz kadar bu iş nereye kadar gidecek..
 
F Çevrimdışı

Fahreddin Razi

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
maşaAllah herkes ayeti,veya hadisi dilediği yöne çekiyor,olmadı tevil ediyor.. sündür sündürebildiğiniz kadar bu iş nereye kadar gidecek..


وَعَنْ يَعْلَى بْنِ شَدَّادٍ قَالَ : حَدَّثَنِي أَبِي شَدَّادُ بْنُ أَوْسٍ - وَعُبَادَةُ بْنُ الصَّامِتِ حَاضِرٌ يُصَدِّقُهُ - قَالَ : كُنَّا عِنْدَ النَّبِيِّ - صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ - فَقَالَ : " هَلْ فِيكُمْ غَرِيبٌ ؟ " - يَعْنِي أَهْلَ الْكِتَابِ - قُلْنَا : لَا يَا رَسُولَ اللَّهِ ، فَأَمَرَ بِغَلْقِ الْبَابِ وَقَالَ : " ارْفَعُوا أَيْدِيَكُمْ وَقُولُوا : لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ " . فَرَفَعْنَا أَيْدِينَا سَاعَةً ، [ ثُمَّ وَضَعَ رَسُولُ اللَّهِ - صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ - يَدَهُ ] ، ثُمَّ قَالَ : " الْحَمْدُ لِلَّهِ ، اللَّهُمَّ إِنَّكَ بَعَثْتَنِي بِهَذِهِ الْكَلِمَةِ ، وَأَمَرْتَنِي بِهَا ، وَوَعَدْتَنِي عَلَيْهَا الْجَنَّةَ ، وَإِنَّكَ لَا تُخَلِفُ الْمِيعَادَ " . ثُمَّ قَالَ : " أَلَا أَبْشِرُوا فَإِنَّ اللَّهَ قَدْ غَفَرَ لَكُمْ


Ashabtan Şeddad b. Evs ile Ubâde b. Sâmit der ki:

Peygamber aleyhissalatü vesselamın yanında bulunuyorduk. Peygamber aleyhissalatü vesselam: ‘İçinizde garîb (Ehl-i Kitab) var mı?’ diye sordu. ‘Hayır, yâ Rasûlallâh’ dedik.

Bunun üzerine kapıların kapatılmasını emretti. ‘Ellerinizi kaldırınız ve Lâ ilâhe illallâh deyiniz.’ buyurdu.

Ellerimizi kaldırdık ve bir saat boyunca birlikte ‘Lâ ilâhe illallâhdedik. Rasûlullâh aleyhissalatü vesselam, elini indirdi.

Sonra da:

‘Allah’a hamdolsun. Allah’ım! Sen, beni bu kelime ile gönderdin ve beni bununla memur kıldın. Cenneti de, bana bu söz üzerine vaat ettin. Şüphe yok ki sen, asla vaadinden dönmezsin’ diyerek dua etti. Sonra da: ‘Sevininiz! Hiç şüphesiz Aziz ve Celil olan Allah, sizi bağışladı.’ buyurdu
. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 124 ,no:16790,16672 ; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, I, 19 no:16798; Hâkim, Müstedrek, I, 501,no:1887 ; İbn Asakir,Tarihu Dimeşk,no:16002 ; Mucemul Kebir,no:7018,7163)
 
Zuhri Çevrimdışı

Zuhri

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
وَعَنْ يَعْلَى بْنِ شَدَّادٍ قَالَ : حَدَّثَنِي أَبِي شَدَّادُ بْنُ أَوْسٍ - وَعُبَادَةُ بْنُ الصَّامِتِ حَاضِرٌ يُصَدِّقُهُ - قَالَ : كُنَّا عِنْدَ النَّبِيِّ - صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ - فَقَالَ : " هَلْ فِيكُمْ غَرِيبٌ ؟ " - يَعْنِي أَهْلَ الْكِتَابِ - قُلْنَا : لَا يَا رَسُولَ اللَّهِ ، فَأَمَرَ بِغَلْقِ الْبَابِ وَقَالَ : " ارْفَعُوا أَيْدِيَكُمْ وَقُولُوا : لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ " . فَرَفَعْنَا أَيْدِينَا سَاعَةً ، [ ثُمَّ وَضَعَ رَسُولُ اللَّهِ - صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ - يَدَهُ ] ، ثُمَّ قَالَ : " الْحَمْدُ لِلَّهِ ، اللَّهُمَّ إِنَّكَ بَعَثْتَنِي بِهَذِهِ الْكَلِمَةِ ، وَأَمَرْتَنِي بِهَا ، وَوَعَدْتَنِي عَلَيْهَا الْجَنَّةَ ، وَإِنَّكَ لَا تُخَلِفُ الْمِيعَادَ " . ثُمَّ قَالَ : " أَلَا أَبْشِرُوا فَإِنَّ اللَّهَ قَدْ غَفَرَ لَكُمْ

Ashabtan Şeddad b. Evs ile Ubâde b. Sâmit der ki:

Peygamber aleyhissalatü vesselamın yanında bulunuyorduk. Peygamber aleyhissalatü vesselam: ‘İçinizde garîb (Ehl-i Kitab) var mı?’ diye sordu. ‘Hayır, yâ Rasûlallâh’ dedik.


Bunun üzerine kapıların kapatılmasını emretti. ‘Ellerinizi kaldırınız ve Lâ ilâhe illallâh deyiniz.’ buyurdu.

Ellerimizi kaldırdık ve bir saat boyunca birlikte ‘Lâ ilâhe illallâhdedik. Rasûlullâh aleyhissalatü vesselam, elini indirdi.

Sonra da:
‘Allah’a hamdolsun. Allah’ım! Sen, beni bu kelime ile gönderdin ve beni bununla memur kıldın. Cenneti de, bana bu söz üzerine vaat ettin. Şüphe yok ki sen, asla vaadinden dönmezsin’ diyerek dua etti. Sonra da: ‘Sevininiz! Hiç şüphesiz Aziz ve Celil olan Allah, sizi bağışladı.’ buyurdu. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 124 ,no:16790,16672 ; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, I, 19 no:16798; Hâkim, Müstedrek, I, 501,no:1887 ; İbn Asakir,Tarihu Dimeşk,no:16002 ; Mucemul Kebir,no:7018,7163)


İmam Ahmed bin Hanbel; "Râvilerinden Raşid b. Davud'un kendisinde zayıflık vardır."(Heysemi, Mecmau'z Zevâid, Hadis no: 16798)

Hâkim; "bu hadis rivayetinde yer alan râvi İsmail b. Ayyaş’ın hıfz / hafıza yönünden iyi olmadığını belirtmiştir." (Hâkim, Mustedrak, I, 501)

Zehebi ise, "bu hadis rivayetinde yer alan Raşid b. Davud’un Dârakutni tarafından zayıfgörülmüştür." (Zehebi, Talhis)

https://www.islam-tr.org/konu/tasav...n-delil-aldiklari-hadisin-sihati-nedir.29822/
 
F Çevrimdışı

Fahreddin Razi

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
İmam Ahmed bin Hanbel; "Râvilerinden Raşid b. Davud'un kendisinde zayıflık vardır."(Heysemi, Mecmau'z Zevâid, Hadis no: 16798)

Hâkim; "bu hadis rivayetinde yer alan râvi İsmail b. Ayyaş’ın hıfz / hafıza yönünden iyi olmadığını belirtmiştir." (Hâkim, Mustedrak, I, 501)

Zehebi ise, "bu hadis rivayetinde yer alan Raşid b. Davud’un Dârakutni tarafından zayıfgörülmüştür." (Zehebi, Talhis)

https://www.islam-tr.org/konu/tasav...n-delil-aldiklari-hadisin-sihati-nedir.29822/

Hakim bu hadis rivayetinde yer alan İsmail b. Ayyaş’ın hıfz /hafıza yönünden iyi olmadığını, fakat yine de kendi şartlarına uygun olduğunu belirtmiştir. (Hakim, a.g.y)


Zesehbi ise, bu hadis rivayetinde yer alan Raşid b. Davud’un Darekutni tarafından zayıf görüldüğünü, fakat, Dahim tarafından ise sika,güvenilir kabul edildiğini belirtmiştir. (bk. Zhebi Talhis-Hakim/Müstedrek ile birlikte- a.g.y)

Hafız Heysemi de, bu hadis rivayetinin Ahmed b. Hanbel, Taberani ve Bezzar tarafından nakledildiğini ve rivayetin senedinde bulunan ravilerin sika,güvenilir olduğunu bildirerek hadisin sahih olduğuna hükmetmiştir. (bk. Heysemi, Mecmau’z-Zervaid, 1/19-h. no: 23)
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Zayıf Rivayet !

Yüzlerce sahih hadisleri bırakıb zayıf ve uydurma hadislerle amel ve itikad etmeye çalışanlara ve bunu muslumanlara yutturmaya çalışanlara yaıklar olsun!

"Râvilerinden Raşid b. Davud ve İsmail b. Ayyaş hıfz / hafıza yönünden zayıf görüldüğünden hadis muteber muhaddislerce zayıf sayılmaktadır!



Tasavvuf Ehlinin Toplu Halde Cehri Zikir İçin Delil Aldıkları Hadisin Sıhati Nedir?

https://www.islam-tr.org/konu/tasav...n-delil-aldiklari-hadisin-sihati-nedir.29822/
 
Üst Ana Sayfa Alt