Fikrettin Koç hocanın konuyla ilgili yeni paylaşılmış olan yazısı;
İBNİ TEYMİYYEYİ (Rahmetullahi aleyh) DELİL ALIP KÜFRE DESTEK OLUNUR MU?
YADA İBNİ TEYMİYYE(Rahmetullahi aleyh) KÜFRE DESTEK FETVÂSIMI VERMİŞTİR?
KAFİRLERE RAHMET OKUMANIN HÜKMÜ NEDİR?
Gençler...
Bu üç başlık ağır, zor ve mes’uliyet isteyen başlıklardır. Bu iş, tarım ve hayvancığa benzemez.
.
Tarımda yanlış yaparsın sonra düzeltirsin. Hayvancılıkta hata eder bir iki hayvan öldürürsün diğer hayvanlardan zararı çıkartırsın. Ama bu yazdığım konu öyle değil. İyi yazamazsan. Yada iyi anlatamazsan ya bir adamı Demokratik Lâik yaparsın. Yada başarırsan İmân ehli yaparsın.
Onun için çok dikkatlice okuyalım.
بسم الله الرحمان الرحيم
1- İbni Teymiyye dahil hiç bir Müçtehid, Sahabe, Tabiin sorgulanamaz(لا يسأل) değildir.
Yaptığı şeyden sorgulanamaz tek varlık(لا يسأل عما يفعل) Allah’tır.( Celle celâluhû ve celle şânuhu)
2- İbni Teymiyyenin kıymetini bilelim diye, neredeyse İbn’i Tetmiyyecilerin türediği bir ortamda yaşadığımız doğrudur.Bununla beraber İbni Teymiyyeyi mütekâmilen tanımadıklarıda doğrudur. Zira büyük müçtehitleri kâmilen anlamak için onların bir konuda yazdıkları eserlerini değil, bir çok konuda yazdıkları eserlere hâkim olmak lâzım.
3- ibni Teymiyyenin Bahsi geçen fetvası vardır. Arapça metninide Tercemesinide gördüm.Doğrudur, inşaallah hakka isabet etmiştir. Şöyle demektedir;
Zalimlerin, kâfirlerin sultasında Müslüman birinin görev alıp alamayacağı ile ilgili soruya değişik yerlerde şu cevabı vermiştir:
“Bu şartlarda görev alan kişi, eğer gücü yettiği kadar adaleti ikame edip, zulmü Müslümanlardan hafifletiyorsa ve onun o görevde bulunması diğerlerine göre daha faydalı ise onun o görevde kalması caizdir.
Gücün yettiği kadar adaletin ikamesi ve zulmün giderilmesi Müslümanlar üzerine farzı kifaye olduğu için bu işi ondan başka yapacak birisi yok ise bu görev onun için VACİP olur. Elinden geldiği kadar zulmü gidermekle sorumludur. Her şey elinden gelemeyebilir. Onun mevcudiyetine rağmen Müslümanların başına sıkıntılar geliyorsa o gideremediği müddetçe sorumlu değildir. Hatta bazen büyük zulmü hafifletmek için bizzat kendisi küçük zulmü Müslümanlara istemeyerek uygulamışta olabilir. Bundan dolayı sorumlu tutulmaz. Bütün bunlar maslahatın mefsedete galip olduğu durumlardadır. Hz. Yusuf’un Mısır Kralının hazinelerinin başına geçmesi bu kabildendir. Kral ve toplum kâfir idi. Şüphesiz kafir kralın adil olmayan uygulamaları vardı. Hz. Yusuf, o uygulamaların hepsinin önüne geçemiyordu. Ancak o, imkânı ölçüsünde adaleti ve iyiliği ayakta tutmaya çalışıyordu. Bunların hepsi, ‘Gücünüz yettiği kadar Allah’tan korkun’ ayetinin mazmununa girer.”
// Mecmuu’l Fetâvâ, Cilt 20, Sayfa 55 //
Şimdi bu fetvayı kritik edelim:
Şeyhul islam, müslümanların iktidara gelmesini ve beşeri kanunlar yapmalarını yada var olanlarla hükmetmesinin VACİP olduğunu mu söylemiştir?
Haşâ... Böyle düşünen varsa o da Şeyhul islâm’ı tanımıyor demektir.
Peki bu fetva neyi içeriyor?
A- Müslüman cemaatin Ehlül Hâl vel Akd dediğimiz şûrası toplanır ve şu kararı alabilir;
1- Şayet şu şu kafirler yönetimden inmezse hâli hazırda müslümanların kadınlarına tecavüzler,yaşlılar ve çocuklarını öldürmelerinin önüne geçemeyiz, o halde “ EHVENU ŞERREYN” -ZARÛRET VE MASLAHET kuralları gereği,İktidara islâmi usûllere uygun olarak Müslümanlar geçsin. Ya da itikaden kâfir ama zalim olmayan şu şu gurubu seçeceğiz derlerse bu caizdir.
Zira bunun en bariz örneği, islamın tabiri caizse varlık ve yokluk savaşı verdiği hicret esnasında olmuştur. Hicrette bir çok müslüman varken,yolda mürşitlik (yol klavuzluğu)yapacak insan kişi olarak İslam'ı kabul etmemiş Müşrik ama güvenilir bir kimse ve maharetli bir kılavuz olan Abdullah b. Üreykıt -belli bir ücret karşılığında- Rasulullah (sav) tarafından seçilmişti.
Rasulullahın canının tehlikede olduğu bir ortamda yine canını koruyacak birisini Müşriklerden seçmesi bize neyi öğretiyor acaba?
2- Başka bir açıdan Şeyhul İslam’ın fetevada söylediği sözü özet olarak şunları söyleye biliriz..
Şeyhul İslâm (rahimehullah) burada, Başa gelecek kişi için konuşuyor, burada onlar desteklenmesi gerekir demiyor.!
Başa geldiginde daha iyi işler yapabilecekse, başkasının yapamadıgını yapacaksa hatta cihad hadleri ikame etme, ganimeti paylaşma gibi meseleleri daha iyi yapabilecekse VACİPTİR diyor.!
Başa gelmesindeki niyetide onemli oldugunu söylüyor.Gücünün yettigini uyguluması gerekir diyor.!
Çünkü burda Şeyhul İslâm,cihad gibi islam devletlerinin yapacagi seylerden bahsediyor.!
Şayet küfür yönetimi icin gecerli olsaydi islamin hadlerinden bahsetmezdi.!
İkinci satırda cihad, hadleri ikame etme, ve ganimeti paylaşmadan bahsediyor.! bunun gibi maslahatı vacip olan seylerin sorumluluğuna geçerse ve daha iyi yapacagina inaniyorsa vaciptir diyor.!
Şimdi bunun Küfür kanunlarıyla yönetim yapacak, ben Müslümanım! ama Lâik devlet başkanıyım ve İslâm dininin dışındaki kanunlarla yönetirim diyen bir müşrik’in durumunun caizliğinin İbni Teymiyyenin verdiği fetva ile ne alâkası var?
Bu mantıkla konuya bakarsak, Hz. Yusuf (as)’ın Kafir kral ve halkın küfür kanunlarıyla hükmettiği anlamını mı çıkartmamız lazım? Haşâ... Bu, bir Peygambere iftiradır. Nebi ve Rasûllere iftira ise KÜFÜRDÜR.
Hz Yusuf, aldığı görevden sorumluydu. O görevinde de zerre kadar Akideyi ifsat edecek bir amel işlememişti. Züleyhanın (قالت يهت لك) hadi bana gel davetinin üzerine Şanı yüce Rabbimiz buyurdu ki:
وَلَقَدْ هَمَّتْ بِهٖ وَهَمَّ بِهَا لَوْلَا اَنْ رَاٰ بُرْهَانَ رَبِّهٖ كَذٰلِكَ لِنَصْرِفَ عَنْهُ السُّوءَ وَالْفَحْشَاءَ اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُخْلَصٖينَ
“Doğrusu, hanım ona sahip olmayı iyice aklına koymuş ve buna yeltenmişti de. Eğer Rabbinin burhanını görmeseydi, o da kadına meyledecekti. Biz, ondan kötülüğü ve fuhşu uzaklaştırmak için işte böyle yaptık. Çünkü o, ihlâsa erdirilmiş kullarımızdandı.” (Yusuf, 12/24)
Şimdi iyice düşünelim;
Rabbimiz Peygamberini “Sadece günah!” Olan amel için korudu ve kolladı da, hâşa, sümme hâşâ Küfür ameli için korumadı öyle mi?
Bakınız Hz Yusuf’u beşeri sistemler için diline dolayan her bir insan bilerek yada bilmeyerek bir Nebiye iftiradan dolayı Kafir olur. Zira Nebilere iftira KÜFÜRDÜR.
3- Şu cümlelerin ve satırların sahibi İbni Teymiyye ( Rahimehullah)’tır. Şöyle diyor:
وَمَعْلُومٌ بِالِاضْطِرَارِ مِنْ دِينِ الْمُسْلِمِينَ وَبِاتِّفَاقِ جَمِيعِ الْمُسْلِمِينَ أَنَّ مَنْ سَوَّغَ اتِّبَاعَ غَيْرِ دِينِ الْإِسْلَامِ أَوْ اتِّبَاعِ شَرِيعَةٍ غَيْرِ شَرِيعَةِ مُحَمَّدٍ - صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ - فَهُوَ كَافِرٌ، وَهُوَ كَكُفْرِ مَنْ آمَنَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَكَفَرَ بِبَعْضِ الْكِتَاب
Müslümanların dininden zaruri olarak olarak bilindiği gibi ve de bütün Müslümanların ittifakıyla her kim İslam dininden başka bir dine tabi olmaya veyahut da Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şeriatından başka bir şeriata uymaya müsaade ederse bu kimse kafirdir. Ve bunun küfrü kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar edenin küfrü gibidir.
Aynı fetvanın başka bir yerinde ise şöyle demektedir:
وَلَا يَلْتَزِمُونَ الْحُكْمَ بَيْنَهُمْ بِحُكْمِ اللَّهِ؛ بَلْ يَحْكُمُونَ بِأَوْضَاعِ لَهُمْ تُوَافِقُ الْإِسْلَامَ تَارَةً وَتُخَالِفُهُ أُخْرَى
Onlar yani Tatarlar kendi aralarında Allahın hükmüyle hükmetmezler, bilakis kendilerine ait uydurmalarla hükmederler ki bu hükümler bazen İslama uygun olur, bazen uygun olmaz.
Ardından şöyle devam etmektedir:
وَقِتَالُ هَذَا الضَّرْبِ وَاجِبٌ بِإِجْمَاعِ الْمُسْلِمِينَ وَمَا يَشُكُّ فِي ذَلِكَ مَنْ عَرَفَ دِينَ الْإِسْلَامِ وَعَرَفَ حَقِيقَةَ أَمْرِهِمْ
Bu kesimle savaşmak Müslümanların icması ile vacibtir. İslam dinini bilen ve de bu kimselerin iç yüzünü bilen bir kimse bu hususta şüphe etmez.(Bkz. Mecmu’ul Fetava, 28/501-553)
4- Cengiz yasasıyla hükmedenlerin küfrüne tek fetva veren İbn Teymiyye ve öğrencileri değildir. Onlardan sonra yaşayan, hatta belki başka konularda İbn Teymiye (rh.a)’a muhalif olan bazı alimler dahi aşağıda misali görüleceği üzere- bizzat muayyen birtakım yöneticiler hakkında dahi yasayla hükmettikleri için kafir olduklarına dair fetva vermişlerdir.
Hafız İbn Hacer el Askalani’nin öğrencisi İmam Sehâvî rahimehullah şöyle der:
ويعتمد قَوَاعِد جنكزخان ويجعلها أصلا وَلذَلِك أفتى جمع جم بِكُفْرِهِ مَعَ أَن شَعَائِر الاسلام فِي بِلَاده ظَاهِرَة
Timur, Cengiz Han’ın kaidelerine dayanıyor ve onları temel esas haline getiriyordu. Bundan dolayı birçokları, hükmettiği ülkelerde İslam şiarları zahir olduğu halde onun küfrüne fetva vermişlerdir. (ed-Dav’ul-Lâmi, 3/49).
İbn-i Arabşâh rahimehullah da şöyle demiştir:
وكان معتقداً للقواعد الجنكيزخانية، وهي كفروع الفقه من الملة الإسلامية، وممشياً لها على الطريقة المحمدية، وكذلك كل الجغتاي وأهل الدشت والخطا وتركستان وأولئك الطغام، كلهم يمشون قواعد الملعون جنكيزخان على قواعد الإسلام ومن هذه الجهة أفتى كل من مولانا وشيخنا حافظ الدين محمد البزازي رحمه الله، ومولانا وسيدنا وشيخنا علاء الدين محمد البخاري أبقاه الله، وغيرهما من العلماء الأعلام، وأئمة الإسلام، بكفر تيمور وبكفر من يقدم القواعد الجنكيزخانية على الشريعة الإسلامية
Timur, Cengiz Han kaidelerine/kanunlarına inanıyordu. Bunlar ise tıpkı İslam dinindeki füru-u fıkıh hükümleri ve Muhammedi yolda kendisine uyulan ahkam mesabesinde görülüyordu. Bu nedenle efendimiz ve hocamız Hafizuddin el-Bezzazî (rh.a), yine efendimiz, büyüğümüz ve hocamız Allah onu daim etsin- Alâuddin Muhammed el-Buharî ve diğer tanınmış alimler ve İslam imamlarının hepsi, hem Timurlenk’in hem de Cengiz Han’ın kanunlarını İslam şeriatının önüne geçirenlerin küfrüne fetva vermişlerdir.( Acâibu’l-Makdûr fî Ahbari Teymûr, sf. 445.)
Bunlar, İslama nisbet edilen muayyen bir şahıs olan Timurlenk hakkında, onun döneminde veya yakın dönemlerde yaşamış alimlerin onu Cengiz yasalarıyla hükmettiği için tekfir ettiklerini gösteren delillerdir. Şimdi hal böyleyken ve mesele bu kadar açıkken, eğer Mısır hükümdarlarından da iddia edildiği üzere -Zahir Baybars veya bir başkası Cengiz yasalarını yasa edinip insanlara bununla hükmettiyse şüphesiz ki alimler bunun da küfrüne hüküm vermişlerdir. Yani kendi dönemlerinde Timurlenk ve benzeri İslam iddiasındaki Tatar hükümdarlarını yasadan dolayı tekfir eden alimler sıra kendi hükümdarlarına, soydaşlarına gelince tolerans mı geçecekler? Zaten, İbn Kesir (rh.a) yasayla hükmedenlerin küfrünün birkaç alimin görüşü olmaktan ziyade bütün alimlerin üzerinde icma ettiği bir husus olduğunu açıkça beyan etmiştir. Şu halde geriye sadece İbn Tağriberdi ve başkalarının naklettiği Melik ez-Zahir ve diğer Mısır hükümdarlarının Tatar töresini ve Cengiz kanunlarını takip ettiğine dair sözlerinin ne anlama geldiği hususu kalmıştır. Bizler bu hususta zikri geçen İbn Tağriberdi’nin en-Nucum’uz Zahira adlı eserinin muhakkiki ki bu zat, Allah sağ ise kendisine hidayet etsin, İbn Kesir tefsiri ve başka bir çok eserin bu şekilde tahkikini gerçekleştirmiştir- Muhammed Hüseyin Şemseddin’in sözünü nakledeceğiz. O, İbn Tağriberdi’nin Melik ez-Zahir hakkında sarfettiği Melik ez-Zahir (rahimehullah) Tatar hükümdarlarının kaidesi ve de Yesak, Töre gibi Cengizhan’ın hükümlerinin birçoğu üzere muamele ederdi sözüne düştüğü ta’likte şöyle demektedir:
لعل في عبارة المؤلف هنا بعض التجاوز والمبالغة ، إذ أن " الياسة " كانت تمثل الشريعة المغولية الوثنية ، ويقابلها تعاليم الإسلام التي اتبعها فيما بعد القسم الأكبر من مغول آسيا وبلاد فارس . وقد أشرنا إلى الخلاف الذي قام حول هذا الأمر بين هولاكو وابن عمه بركة خان .
ونرجح أن يكون المراد هو اتباع دولة المماليك الأولى ، ابتداءً من سلطنة الظاهر بيبرس ، لبعض تعاليم الياسة في شعائر المملكة وترتيب الوظائف ، أو في بعض أحكام الياسة التي تتفق مع الشريعة المحمدية .
وإشارة ابن إياس في بدائع الزهور إلى هذا هذا الأمر أكثر وضوحاً ودقـة ، قال : " وفيها � أي سنة 663 هــ " أراد الملك الظاهر أن يسلك في مماليكه طريقة ملوك التتار في شعائرالمملكة ، من أرباب الوظائف ، ففعل ما أمكنه من ذلك ، ورتب أشياء لم تكن قبل ذلك بمصر " بدائع الزهور1/323 " .
ويشير ابن فضل الله العمري إلى موقف المماليك المتسامح من " الياسة " في ذلك العصر بقوله : " وأما الياسة ، وأحوالها كثيرة ، فمنها ما يوافق الشريعة المحمدية ... وليعلم أن هذا الرجل أي جنكزخان لم يقف على سيرة ملوك ولا طالع كتاباً ، وجميع ما ينسب إليه من ذلك صادر عن قوة ذهنه وحسّه ، واستدراك الأصلح من قبل نفسه . مسالك الأبصار : 2/30 المقدمة ...
Müellifin buradaki ibaresinde haddi aşma ve mübalağa sözkonusu olabilir. Zira Yasa putperest Moğolların şeriatını, kanununu temsil etmekteydi. Ve de daha sonrasında Asya ve Fars ülkelerindeki Moğolların büyük çoğunluğunun tabi oldukları İslam öğretilerine de zıtlık arzetmekteydi. Biz daha önce bu konuda (İslam’a tabi olma hususunda) Hulagu ile amcasının oğlu Bereket Han arasındaki ihtilafa işaret etmiştik. Biz, birinci Memluk devletinin Zahir Baybars’ın saltanatından itibaren Yasa’nın bazı öğretilerine uymasından kasdedilenin, yönetim tarzı, devlet görevlerinin tertibi/düzenlenmesi veyahut da Yasa’nın Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)in şeriatına uygun bazı hükümleri hususunda olduğu görüşünü tercih ediyoruz. İbn İyas’ın (v. 930 ) Bedai’uz Zuhur adlı eserinde bu duruma işaret etmesi meseleyi daha da açıklayıcı nitelikte ve daha dakiktir. Şöyle diyor: 663 senesinde Melik ez-Zahir, hakimi olduğu memleketlerde bilhassa da devlet görevlilerinin durumu gibi hükümdarlık şiarları, prensipleri hususunda Tatar hükümdarlarının izini takip etmeye niyetlendi ve imkanlar nisbetinde de bunu yaptı. Böylece Mısır’da daha önce raslanmamış birtakım düzenlemeler yaptı.Aynı şekilde İbn Fadlillah el-Umeri (v.749) de bu dönemde Yasa’ya karşı müsamahakar olan Memluklerin tutumuna işaret ederek şöyle demektedir: Yasa’ya gelince;
onun ahvali değişkenlik arzeder. Onun bir kısmı Muhammedi Şeriat’a uygundur. Şurası bilinmelidir ki bu adam yani Cengizhan, hükümdarların hayat tarzlarına vakıf olmadığı gibi herhangi bir kitabı da mütalaa etmemişti. Ona nisbet edilen şeylerin hepsi zihin gücünden ve hissiyatından ve de kendi nefsinin uygun gördüğü şeylerden kaynaklanmaktaydı. (Mesalik’ul Ebsar, Mukaddime, 2/30)
5- KAFİR TİMUR'A RAHMET OKUMANIN HÜKMÜ:
Aliyyu'l-Kari Timur hakkında şöyle diyor:
Timur bir gün çok üzülmüş ve kimsenin sorduğu soruya cevap vermemiş. Bu arada Onun fıkracılarından biri huzuruna girip güldürmek için şöyle bir fıkra anlatmış: Falan memleketin kadısının huzuruna girdim. Ramazan ayı başlamıştı. Hakime dedim ki: Falanca Ramazan orucunu yedi. Benim şahitlerim vardır. Kadı da şöyle cevap verdi: Keşke namazı yese de ondan kurtulsak. Emiri güldürmek için söylediği bu söz karşısında Timur o fıkracıya dinî meseleden başka güldürecek bir şey bulamadınız mı? diyerek bu fıkracının boynunun vurulmasını emredip bu noktada, çok sert davrandı İslâm'a saygı gösterenlere Allah rahmet eylesin.[Fıkhı Ekber Aliyyu'l-Kari Şerhi 143]
Halbuki Timur beşeri hükümlerle hükmettiği için tekfir edilmiştir.
İbn Hacerin en önemli talebelerinden birisi olan İmam Sehâvî rahimehullah şöyle der:
Timur, Cengiz Han’ın kanunlarına dayanmış ve onları temel esas haline getirmişti. Bundan dolayı birçok âlim, hükmettiği ülkelerde İslam şiarları kaim olduğu halde (yine de) onun kâfir olduğuna dair fetva vermiştir.[ed-Davul-Lâmi, 3/49.]
İbn-i Arabşâh rahimehullah da şöyle demiştir:
Timur, Cengiz Han’ın kanunlarına inanan birisi idi. Bu kanunlar, İslam Dinine nispetle fıkhın detayları mesabesindedir. O, bunları Muhammed aleyhisselam’ın yolu üzere icra ederdi. Bu nedenle hocamız Hafizuddin Muhammed el-Bezzazî, Alâeddin Muhammed el-Buharî ve diğer büyük İslam âlimleri, hem Timurlenk’in hem de Cengiz Han’ın ortaya koyduğu bu kanunları İslam kanunlarının önüne geçirenlerin kâfir olacağına dair fetva vermişlerdir. [Acâibu’l-Makdûr fî Nevâibi Teymûr, sf. 455.]
İmam Şevkanî rahimehullah, Cengiz Han’dan ve onun Yesak adlı eserinden söz ettikten sonra şöyle demektedir:
Sonra bu kötü yola ve küfrî işe Timurlenk tabi oldu. O, saltanatını sürdürürken Yasa kitabından başkasıyla amel etmezdi. [Akdu’l-Ceman fî Hudûdil-Buldân.]
Bütün bunlardan sonra hâlâ ŞEYHUL İSLÂM İBN’İ TEYMİYYE ( Rahmetullahi Aleyh)’e iftira ile beşeri düzenlere( Allaha rağmen kanun koyanlara) cevaz verdi diyecekmisiniz?