Bir bilmişlik taslıyormuş gibi bir enaniyet gösterecek kelimeler kullandıysam haddimi aşarak, kusura bakmayın lütfen. Estafurlah, böyle bir enaniyetten Rabbime sığınırım.
Kitab'ımızın elbette Arapçasını okuyarak orjinalini anlama gayretinde olmak en güzel emek olurdu ancak, yeryüzündeki bütün müslümanların Arapça öğrenerek orjinalini anlama çabasına girebilmesi oldukça zordur. O açıdan, benim de yanlış bir ifade ile Kuran'ın Türkçesi diye kullandığım, doğrusu, Kuran'ın Türkçe Meali olan kitabı okuma gayretinde olmaktan başka bir seçenek kalmamaktadır. Kaldı ki, Kitab'ı orjinalinden okuyabilenlerin, Arapça konuşan ulusların, mevcut durumlarını göz önüne getirdiğimizde, aslında Kitab'ı halis bir kalble anlama çabasının, orjinalini okumak vs gibi hususlardan da daha önemli olabileceğini müşahade ediyoruz. Sonuçta Kuran bütün insanlığa inmiş bir Kitab'dır ve baş üstünde tutularak ona tapılsın diye değil, İşte o Kitap, bunda şüphe yok; korunacaklar için hidayetin ta kendisi (Bakara,2) olsun diye inmiştir. Hidayetin hakikatini kavrayabilmenin yolu da okumaktir.
Kuran'ın tefsirleri çeşitlidir ve İslam sosyolojisinin temellerinin okuşmasında çok da faideleri olmuştur. Ancak, Kuran bütün zamanlara inmiş bir hikmettir. O yüzden bundan 1000 sene öncenin, 200 sene öncenin bilim ve kültür seviyesine nispeten o dönem son derece çağdaş tefsirler yapılmış olunsa bile günümüz itibariyle bu tefsirler demode olmuş olabilirler. Demode olmayacak tek ve bir kitap ancak ve ancak Kuran'dır. Kuran harici insan sözünün karıştığı hangi kitap olursa olsun, o kitaba, barındırabileceği bütün hikmetlere rağmen, kutsallık atfetmek, küfür olsa gerektir.
Bu çerçevede, söylemek istediğimiz aslında çok uzun uzadıya bir husus da değildir. Allah Kitab'ımızda bütün hırıstıyan ve yahudileri kastederek hepsi kafirdir, cehennemliktir demeyi bize yasaklıyor. Yoksa elbetteki, doğrusunu Allah bilir, çoğunluğu belki de kafir nispetindedir.
Olaya bu açıdan baktığımızda, Rabbimiz bütün hıristiyanları ve musevilerin hepsini bile kafir saymazken, onlara, belki içlerinde Allah'ın bildiği bir iman vardır, içinde iman olanlara ben aksi bir hüküm verirsem hüsrana uğrayanlardan olabilirim hassasiyetiyle yaklaşmak elzemdir. Bize düşen başkası hakkında hüküm vermeden önce, biz ne ölçüde kulluğumuzu yerine getirebiliyoruzu sorgulamak olmalıdır. Hüküm Allah'ındır.
Kaldı ki İslam tarihi bu hoşgörünün yüzyıllar boyu süren örnekleriye bezenmiş bir gül bahçesidir ve bugün bütün insanlığın ihtiyaç duyduğu şey de işte İslam'ın bu hoşgörüsü, bu sevgisidir. Sadece müslümanlar değil, bütün insanlık, tekrar İslam'ın hoşgörüsüne hiç bugünkü kadar muhtaç olmamışken, müslümanlar olarak birlik ve beraberlik içinde olmamız bir tercihten öte, belki de bir vazifedir.
Bu yüzden... Ne Şii, ne Sünni, ne Selefi, ne o, ne bu. Hepimizin ortak paydası Allah'ın varlığı ve birliğine iman ve Efendimiz'in peygamberliğini tescildir. Odaklanılması ve yeşertilmesi gereken husus, bu olsa gerektir.