Kaynak: Kutup - Süleyman F. Atatoprak, İzmir - 1976
El-İbriz’den ruhani müşahade kopyaları (S.6-7)
RUHANİ MÜŞAHEDE
Eserin yazımı için ruhani emir telakki ettiğime rağmen neşrine mütedair her hangi sarih bir emir almış değildim. Bu bakımdan endişe duymak üzere iken, birdenbire vücuduma arız olan tatlı bir uyuşuklukla kendimden geçmiş ve böylece ruhani müşahedem başlamıştı:
«Önümde Afrika kıtasının büyük sahrasından daha muazzam ve daha geniş bir meydan belirmiş ve meydanı sayısı, belirsiz insanlarla dolmuştu. Dikkat ettim meydandâki muntazam saflar halinde bulunan insanlar Hazreti Ademden son Peygamberimizin Hazreti Muhammed’e{Ona hakkın ve benim Selâmım olsun) gelinceye dek bütün geçmiş peygamberler ümmetleriyle birlikte ben
âcize müteveccih hürmetle ayakta durmakta idiler. Yalnız ümmeti" Muhammed'in önlerinde Muhiddini Arabi hazretleri bulunuyordu. Hatiften gelen bir nida (Ses) üzerine oldukları yerde aniden beliren çeşmelerden abdest alarak fakire karşı ayakta ikişer rekat namaz kıldılar. Bu müşahede tecellisine göre ben Aciz: kul Süleyman Atatoprak ruhani külle ve hakka bağlı olarak bu cemaatin kıblesi olmuştum. (Kâinat Hakkın hüviyyetidir) Kitabından nakledilmiştir.
Süleyman Atatoprak’a Allah’tan Cebrail’in mektup getirmesi yalanı (S.9-11)
(Tarihî ledün ilmine ait, büyük ruhî bir müşahede)
Vaktile ispanya halkı, iki ayrı ideolojiye bölünerek, General Franko taraftarlarıle Komünist lideri Tito arasında dahilî harp başlamadan önce fakira (kardeşim ceb-raile selâmım olsun) Teşrif ederek Cenabı haktan batini mektup getirdi. Ancak bu batıni mektubun zarfını bizzat Cebraifl açıp kendi elinde okumam için fakira yardım edi-yordu. şöyle ki:
Mektubun başından okuduğum kısımlar parça parçâ uçuyor ve kayboluyordu, mektubun tamamını okudum, mektubun tümü de uçup Hakka rücu etti. Tabiî mektubun meali zihrimde kaldı. Mektubun aynı (Tecelli) (ilâhi- emirdir. -- Dünyaya doğru hücum halinde gelen büyük yıldızı Tut; tutki dünya parçalanmasın), imza Kâinatların sahibi ben Allah.
Ertesi günü keza manada bilumum dünya halkı (insanlar) sağa ve sola koşarak heyecanla ağlaşıyorlar. Sordum:
Telâşınız nedir? cevaplan şu oldu. (Dünyamıza doğru hücum halinde bir, mütecaviz kürre geliyor, dünyamıza çarpmak suretile imha edecekmiş)! dediler.
Fakire Haktan gelen mektup muhtevasına ve dolayısiyle Haktaalânın emrine göre insanlara [Haktaalâ adına] yere yatın! emrini verdim, onlar da emre itaat ederek yattılar. O anda sözü gecen kürre de göründü. Fakir de meydana yürüdüm, le dün ilmine göre kürreyi hışmî nazarimle küçülterek iki elime aldım; ayni zamanda ellerimle (kudret elimle) küreyi zararsız hale koydum. Arkadan ayni ilimle kürreyi yok ettim. Katibimin izniyle insanlar yok olmaktan kurtuldular.
tevasına göre (Dünyanız mihverinden 500 metre oynadı ve yeni merkezde kaldı) şimdilik başka tehlike yok buyruldu. Tamamlayıcı olarak aldığım ledünni, bilgi ve teviline göre (Asi kürre tarafımızdan imha edilmesine rağmen yakında bir umumî dünya hart» başlayacak, ancak Türkiye ülkesini ve devletini bu badireden kurtar, diye emir buyuruldu. Haktaalâ da aynen öyle yaptı. Şimdi de büyük Türkiye’nin kuruluşuna çalışacağız, inşallah tahakkuk eder.
Atatoprak’ın Atatürk’ü faytonla Cennet’e götürmesi (S.12-15)
iKiNCi DERS
Müşahede ettiğim olaylardan mühimi, biz Türk Milletinin çok sevdiği ATATÜRK'ün (Gazi Mustafa Kemâl paşa hazretleri) şerif ruhunun letafet alemine intikâli ile yer yüzünde ve özellikle Türkiyemizde vuku bulacak üzüntülü, ağlantılı manzaralarının tecellisidir. işbu tecelliden sonra ATATÜRK bir miktar daha Ömür sürmüş ve sonra da fena alemine göçmüştür. Keyfiyeti ev-velâ dostlarım arasında bir zabıt ile tevsik ettik. Bilâhare 1944 senedinde (Kâinat Hakkın Hûviyyetidir) adlı ki-; tabımda neşrederek ilân etmiştim. Yine o kitapta mez-kür tecelliyi yazarken ileride bu tecelliyi daha uzunca ve etraflı olarak yazacağıma söz vermiştim, îşte bu sözümde duruyorum. İş bu tecelliyi yazmaktan maksadım ledün ilminin resmi akıl ilimleri haricinde bulunduğunu açıklamıştır. Bu açıklamamla şahsım için rabbimin bir lütfü olan işbu tecelliyi ifşa etmekle halk arasında kendimi mana sahibi olduğumu ilân etmek gibi şeytani haz ve gururdan rabbıma sığınırım. Bundan başka memleketi ve milleti için çabalıyan sayın Atatürk hakkında yobazların ileri geri dedikodularına kesin olarak son verilmesini arzu eden cenabı Hak: «Atatürk'ü rahmetimle yargılıyıarak onun müslüman Türk milletine yaptığı hizmetlerinden arzı oldum ve aciz kulum Süleyman F. Atatoprak eliyle onu seven milletine ve diğer milletlere müjde kılmasıdır.
Şayed Atatürk'ün akifoetine mütedair ruhani keyfiyet gizli kalması takdir edilmiş olsaydı Rabbim bana bu bakımdan müsaade ve tevkif etmezdi. Cenabı hakkın her şeyde kendine mahsus nice gizli hikmetleri olduğu gibi bu tecellinin ifşaşında da tabiatiyle hususi bir maksat ve gayesinin mevcut olduğunu kabul etmek icap eder. Nitekim aşağıda verilecek izahat mahalline masruf olduğu tebeyyün edecektir. Bahsettiğim tecelli şu misalde zuhur etmiştir.
Ben şahsen Sayın Atatürk ile birlikte hususi bir tren katarı ile (Türkiyede ruhen mevcut) Hasan Hüseyin köyü istasyonuna vasıl olduğumuzda tren durmuştu. O sırada yanımıza gelen .tren kondüktörü gayet ihtiramkâr bir vaziyette önümüzde durdu. «Efendim—diye söze başladı ve devamla—Katarımızın son durak yeri olan Hasan Hüseyin köyü istasyonu burasıdır..» diyebildi. Yani Atatürk'le ruhani seyahatimiz tamam olduğunu tebliğ ediyordu. Ben hemen trenden indim, istasyon postahanesine gittim, Sayın Atatürk'ün karşılanması için cennetteki müdüre telgraf çektim. Geri geldim, sayın Atatürk trende beni bekliyordu. Ben sayın Atatürk'e hitaben: «Paşam seyahatimiz burada bitti, buradan cennete kadar bir miktar daha yolunuz var..» diyerek paşaya hazır duran paytonu gösterek: «Zatıaliniz lütfen bu paytona binin, paytoncu sizi doğruca Cennete götürecek orada da Zatı-alinizi karşılamak için Cennetteki Alakalılara tel çektim» dedim. Fakat o anda beni dinliyen sayın Atatürk'ün nasiyesinde beliren ve bu gün dahi hiç unutamadığım bir durgunluk müşahade edince yüzlerine dikkatle baktım. O an paşa bana o kendisine has vakurane bir eda ile: «Hocam, beraber gitsek olmaz mı..?» diyerek zımnin bana arkadaşlık teklif etti. Ben acizane olarak: «Ey aziz Türk Milletine âşık ve insanlık dostu paşam, sen hiç üzülme, bundan sonra Ruhen hep seninle beraberim. Ancak benim bir müddet daha dünyada vazifelerim var. Bu vazifelerim sona erince nasıl siz cennete giderken zatıalindze refakat ettimse şüphesiz ileride benimde vak*tim gelince"sizde cennette beni karşılamak suretiyle karşılıklı muhabbet borçlarımızı ödemiş oluruz..» diye cevap verdim.
Paşa susmuştu ve epeyce uzakta duran kalabalığa göstererek: «Paşam lütfen karşıya bakınız. Zatıalinizi istikbalden gelen heyet sizi bekliyor Şimdi lütfen pytona binin bu'payton sizi demin arz ettiğim gibi doğruca heyete ulaştıracak ve heyet vasıtasîyle da cennete- gireceksiniz..» demiştim. Bir ara paşanın biraz evvel nasiyesin-de beliren o geçici tereddüd ve mahzuniyet kendiliğinden kalkmıştı. Müsterihane paytona bindi ve payton da hareket etti. Bende sayın paşayı gözlerimle takip ettim. Vakta ki cennetten gelen istikbâl heyetine eriştiğinde son bir defa daha ben acize yüzünü döndürerek mutmain ve mütebessim bir eda ile başını sallıyarak veda etti. Tabii bende bu ruhani buhrandan kurtularak dünyadaki bu hayata rucu ettim ve agâh oldum.
Bu ruhani hadise veya müşahede Ankara da saklı olan merhum Atatürk'ün vefatından üç ay kadar evvel tecelli etmişti. Bilahare vefat ettiği gün dahi yine ruhan teşrif etmişti. Görüştük, halinden çok memnundu. Ondan sonra da kısa fasılarlarla vakit vabit teşrif etmektedir, öyle ki Atatürk'ü ne zaman rüyamda görsem daima bana vatan ve millet olaylarından bahsetmektedir. Atatürk'ü seven vatansever her müslüman Türk'ün onu rüyasında görmesi gayri mümkün değildir. Meselâ: rüya ilmi erbabına göre kendinizden önce ölen herhangi bir kimseyi rüyanızda görmek isterseniz gece yatmadan ev vel iki rekat namaz kılar ve namazdan sonra gözleriniz kapalı olarak kendinizi karşınıza alırsınız ve Türkçe selevatı tekrarlarsanız, böylece istediğiniz zatı rüyanızda görmeniz mümkün olur. (Türkçe selavat Kâinat Hakkın Hüviyyetidir adlı kitaptadır..)
mustafa kemalin cennette karşılanması için cennetteki müdüre telgraf çekmiş..
m.kemal in islam ve peygamberler hakkındaki görüşleri
“Levh-i Mahfuz , Arş , Kürsi ,Kalem ve her şey kamil insanın kalbinde nefsinde
çalışmaktır.” Yalanı (S.15)
Hak Tealâ kur'an da kendi nefsini veli adiyle isimlendirmesi sırrın başıdır. Nebi ve resul olarak isimlendirmemiş oluşu vilâyetin arkasının kesilrnemesddir. Veli Sırfij şeriat etilinin batını kısmı ile mükellef tutulmaması henüz terbiye halinde yaşamaktadır. Butun mevcudatın ve alemlerin insanı kâmil yolu ile zuhuru meseli, top-lanan berzah varki âlem ile esma arasını ayırmamaktadır. Yani âlem ile esmaıy ayıran bizzat kâmil insanlardır.Aynı zamanda kamil insan, batını ve ,zahiri ayirmakla kalmayıp nazarı ile Allahın cemâl vazifesini de görmektedir ve göstermektedir. Şeriat ehli Allahın cemal dedikrerini müşahede etmeden sırf hayali izlemeleriyle batın ilminden mahrum kalmış olmalarından ötürüdür. Her mukaddesatın yalnız sözleriyle âlim olduklarım zan ettiklerinden hayal peresttirler.
Levhi mahfuz, Arş, Kürsi, Kalem ve herşey kâmil insanın mücmel olarak kalbinde ve nefsinde çalışmaktadır. Kur'an da esrarlı olarak levhi mahfuz, arş, Kürsi ve kalem ile mukaddes kitaplann bahsedilmesi şeriat ehlini değil batıni ehlini alâkadar eder. Çünkü şeriat ehli Muhammediyet usuliyle batın ilmini müşahede etmemişlerdir.
Atatoprak ve kıble hurafesi (S.17-18)
Gariptir ki, bu gibi kişiler hareketli şer'i namazlarını çoklukla gizli kılmaktadırlar. Sebebi de riyadan korkmakta oluşlarıdır.
Kur'an da hareketli secdenin istikametini hakteala Mekke olarak kabul etmesine rağmen batıni namaz secdenin istikametini tayin etmemiştir. Sadece Fesemme vecihullah ayetiyle her cihet hakkındır buyrulmasıile kullar batını secdede serbest bırakılmıştır. Şeriat ehli serbest cihetten ve secdesinden mahrumdurlar. Çünkü şeriat ehli bütün terbiyelerinde mukayyedir.. batın ehli kullar gayri mukkayedirler ki bu gibi zatlar ayni zamanda melâike secdesi istikametinden istifade ederler.Bu se bepten mezkûr secdenin adına Melâike kıblesi denir. Kâmil zatın yardımı ve ilahi cemalîn rizası el kalbde kendıî istikrarında olunca kıble de kendisi olur...
“Geylani uçarak açık pencereden içeri girdi.” Yalanı (S.18-19)
ŞAHSIMIZ FAKlRE AİT BATINI HADÎSE
Bir aralık ailece mali vaziyetimiz epeyce düzelmişti. Fakat beri yanında hâtun hastalanmıştı, tedavi için İstanbul’a gittik ve geldik. Tedavi seyri menfi halette tecelli etti. Bu hastalık yedi yıl devam etti.Zamanımız o halde geldi ki, hatunun şifası için rabbıma rica edemiyordum. Bir gün gündüz evimizin üst katındaki odadaki karyo*lada' hatun yatıyordu, o anda bende odanın penceresi altında"Kanepede oturuyordum Gözlerim dışarı müteveccih iken birdenbire (!) havada uçan Hazreti Abdülkadır geylani açık pencereden odamıza girdi. Aramızda sarmaş dolaş ve öpüşmeden sonra Abdülkadir Geylâni hazretlerine maruzat olarak:
Acizane — (Hatunu Göstererek) «Bunun hastalığı ne olacak efendim ya pir Hazretleri..» diye sordum.
Abdülkadir Geylâni Hazretleri -— «Kalksın abdest alsın, çoktandır bana da fatihayı şerife getirmiyor, getirsin. Bu gece manada ne görecekse öyle hareket etsin, buyurdu ve sonrada Allaha emanet olun...» diyerek yine aynı pencereden çıkıp uçarak gittiler.
Atatoprak Şemsettin Tibrizi’nin yüzyüze gelmesi yalanı (S.25)
ŞAHSİ BATINİ BİR HADİSE
Şahsen, resmen .batini intisabı vukuunda (Kalü Bela) kısa bir müddet sonra evimde gece zikir ederken Hazreti Şemsettin Tibrizi (Selâm Olsun) fakire mülaki olmuştu. Mumaileyhin ilk hitabı : «Ey Süleyman sen zamanının Mevlânası'sın. Bundan bövle lüzumlu dersi hem verece ceğim) buyurmuştu.
Nitekim emir yerine geldi, önce karşılıklı ders çalış maları, arkasından da müşahadeli tecelliler, bilahare baktım vazifeler tevali etti. Bir günde kırıklara arkadaş ol*dum.Sıra ile yedilere üçlere ve yine büyük dini (Manevi) içtimada vaki mülakatım ve KutbüZamanın vekâle-tine nasb oluşum.(Kâinat Hakkın hüviyyetidir) kitabımda açıklanmıştı. Hakkın inayetiyle arkamdan sayısız aşıklar yetişti ve zamanla büyük Türkiye'nin taazzuv ve inkişafında müjdelenecektir. inşallah... (Haza min rabbi. Elhamdüllillah.)
Ruhunun cesedinden ayrılıp , Allah’ın tebriğine mahzar olması yalanı (S.30)
Fakir bir gün yukarıda tarif ettiğim haller içinde iken manevi mürşidim azrail şuibesine bürünüp benim) cesedimi tayika başladı, öyleki maddi alemde ölülere tatbik edilen ölüm aynen fakire aktarma edilerek ruhum cesedimden ayrıldı. Bu kez haktan bir nida geldi «Ebedi hayata girdin. Yüksel» buyruldu. Filhakika şahsiyetim fani oldu, bende hakka büründüm mütehallil olarak yük
seldim, yükseldim. Yükseldim ve yükseldim dört merhaleye girdim ve bilumum varlık ben oldum. Bir müddet sonra Hakteâlanm tebrikine mazhar oldum (Melekler tarafında tekbir ve tehlil ile müjdelendim, ilahi vahdaniyyete göre aldığım emre uygun çıktığım dünyadan yerime(maddi vucudüme) dönüp uyandım. (Şimdilik açıklanması mahzurlu olanlar! hazfettim) Şimdiye kadar belkide
mütevatiren işidilmeyen işbu Muhammedi konusunu yazmakta maksadım Cenabı Hakkın hazırladığı cazip ve yüzde yüz kurtuluş yoluna meyil etmeleriyle ihzar sağlamaktır.
Ruhani İnsanlık Kongresinin Ankara’da oluşu yalanı (S.47-48)
Sözü geçen müşahedeye göre ruhani insanlık kongresinin Türkiye'de ve özellikle Ankara'da vukubuluşu çok ehemmiyetlidir. Kongrenin Türkiye'nin merkezi Ankara'da akdedilmiş olması şunu ispat ederki, Kutbuzza-man elyevm Türkiye'de ikamet etmekte olduğu kongrenin akdi esnasında da kutbuzaman hayatta ve sıhhatta idi. Zamanın kutbu, avni zamanda halis Türk soyundandır. Bu itibarla biz Türk'lerin iftihar ve tesellisi muciptir. Zira tecrübe ile sabittir ki, böyle mukaddes ve mana ademi hangi ülkede ikamet ediyorsa o memleket düşman şerrinden, istilâdan ve ruhani tenezilden masundur. Nitekîm ikinci Cihan Harbinde dört tarafımızı harp ateşinin sarmasına rağmen harbe girmemize ramak kalmış iken Cenabı Hak o zâtı akdesin hürmetine her hangi bir badireden biz Türk müslümanlarını ve dolayısıyla Türkiyemizi koruduğu muhakkaktır. Allah’ımıza şükürler olsun... Yâni siyasi mülâhazalarla ikinci Cihan Harbinde Türkiye'yi şu veya bu adam kurtardı gibi şuna ve buna paye vermek mesnetsizdir.
Hz.peygamber’in Allah’tan kendisine berat vermesi yalanı (S.117-118)
Batıni saltanatta iken yoğun Müslümanlar ictima etmişler Hazreti Muhammed'i (Ona Hakkın ve benim selâmım olsun)fakir ve herkes bekliyordu .Ben minberin önünde oturuyordum. Hazreti Resulullah teşrif ediyor, minberin yedinci basamağına çıkıyor gayet selis bir türkçe ile hudbe okuduktan sonra fakire hitaben: «Ey, Ehli beytten Süleyman oğlum gel..» buyuruyordu. Kalktım yanına yaklaştım “Bu ümmetin batını resülullahısın..” diye buyurduktan sonra cebinden bir kağıt çıkartarak fakire uzattıktan sonra «Buda Hakteâlanın beratıdır” diye verdi. Aldım, Beratı cebime koydum içtimada hazır bulunan melekler ve evliyayı kiram tekbir ve tehlil getirerek merasim yapıldı... Ha zâ min
fadlı rabbi...
Yarın mahşerde şikâyet kılıklı fakirden vazifemde ihmal olmadığını ispat için böylece Kutup kitabımı yazmağa izin aldım.
Süleyman Atatoprak ölüye benim iznim diril diyen veliyi haklı görmesi uydurması (S.124)
Meselâ: Bir veli (Ermiş) ölmüş bir kişinin cesedine hitaben (Benim iznimle) «kalk» dese cesette dirilip kalksa, dar halkada yetişmiş bir din Âlimi, velinin eserine bakmadan o veliyi tekdir eder. Yani bu zat ermiş değil, tam kafirdir diye fetva vererek katline bile hükmeder. Çünkü onlar için ifrat bir nevi ilâhi vazife kaydıdır. Zira ölünün dirilmesi için neden benim iznimle kalk de*miş olmam karşısında Allah'ın izniyle kalk demesi icap edeceğini düşünerek karar verir. Bu bakımdan veli bu kerameti gösterirken Allah'ın makamını gasp etmiş ve Allah'ın emirlerinin kendisi tarafından verilmekle müşrik olduğuna inanmışlardır. Hal böyle iken ölünün cesedine hitaben o anda konuşan veli, hakkı ve hakikati göremediklerinden yanlış zehapları bu vüzden af edilmez. Ölüyü ancak Allah diriltir, demelerine karşılık dirileni nazarla eseri gördüklerinde keza o cesedin ayağa kalkması (Allahın Emriyle) olduğunu kalk diye söyliyen velinin mazhariyeti içinde işitilen sesin hakkın sesi olduğunu göremediklerinden inkâr etmeleri kendilerine Allah yanında birşey kazandırmaz, bilâkis haktan uzaklaştırır.
“Bana da Arabi haktan Cebrail vasıtasıyla gerekli haberler gelmiştir.” Yalanı (S.125)
Cenabı Hakka şükürler ederim ki: Bu dediğimiz esaslardan bazı hükmi anasır Muhiddini arabi gibi bizdende zuhur etmiştir. Fakire de haktan Cebrail vasıtasıyle gerekli haberler ve emirler gelmiştir. Gelmiş olmsındâ herhangi bir fevkaladelik yoktur. Hakkin hidayetiyle sözü geçen kurtulan zümre arasına alı-alınan, benim herhangi bir mutlak itaat sonucu olmayıp hakkın ezelde fakire aşk damgası vurulmuş olmasıyla üzerime hasıl olan aşk mührünün aksül amelinin eseridir. Hakikatta benim malım değildir, esasta yoktur ve olamaz. Bu aşk mührü Muhiddini Arabinin buyurduğu gibi satışıma münhasır olmayıp bizden akan veya akacak işaretli mayilerin istihkak sahiplerine ulaşmış ola, yani aşk batini bir tohumdur. Bu tohumların sayısını ancak Allah bilir. Bundan önce yazdığım kitaplarda açıkladığım gibi bu batini tohumlar herhangi bir ilmi tarikata dayanmadığını bilmek gerekir. Muhiddini Arabi daha kitaplarında bu konuda bahsederken hiç bir surette tarikattan konu yapmamıştır. Halbuki onun zamanında şimdiki gibi ne tarikatlar mevcut idi ve nede tarikatlarıda kabul vardı. Demek ki , lüzum yokmuş, yalnız asrımızda ruh irşadı vardır. Bu da önceden açıklandığı gibi kalbten kalbe ve ruhtan ruha nakletmekle vuku bulur. Vesselam….