Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Sınıfta Dinle Alay Edilirken Ne Yapmalıyım?

Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Soru :
hanif_dusunen :
Esselemu aleykum va rahmetullah. Arkadaşlar ben Türkiyeli değilim. Başka ülkede yaşıyorum. Burası kendini müslüman zann eden fakat cahil toplum, Türkiyeden beter.

Ben üniversiteliyim. Sınıfta bir tane olsun mümin yok. Yalnızım. Onlarla yakın değilim. Bazen oluyor ki, sınıfta ders zamanı boşluk oluyor, sınıf arkadaşlarım kendi aralarında şakalaşırken dinle ilgili konularda da şakalaşıyor. Ben kalbimle itiraz ediyorum ve kızıyorum. Fakat gücüm yetmiyor onlara karşı. Bu alay edenler hepsi değil bir kaç tanesi kendi aralarında yapıyor. Ben Nisa 140a göre sınfı terk mi etmleyim? Ama benim başım başka konuya karışık, ya da ben omlarla beraber olmuyorum. Ders içim aynı sınıfdayım. Ben ne yapayım?

Âleykumu's selam we rahmetullahi we berakatuh

Evvela sorduğunuz ayetin detayını izah etmeye çalışalım:


وَقَدْ نَزَّلَ عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ أَنْ إِذَا سَمِعْتُمْ آيَاتِ اللّهِ يُكَفَرُ بِهَا وَيُسْتَهْزَأُ بِهَا فَلاَ تَقْعُدُواْ مَعَهُمْ حَتَّى يَخُوضُواْ فِي حَدِيثٍ غَيْرِهِ إِنَّكُمْ إِذًا مِّثْلُهُمْ إِنَّ اللّهَ جَامِعُ الْمُنَافِقِينَ وَالْكَافِرِينَ فِي جَهَنَّمَ جَمِيعًا
"O size kitabda, Allah'ın âyetlerine küfredildiğini ve alaya alındığını işittiğinizde, onlar başka bir konuya geçinceye kadar yanlarında oturmayın. Yoksa siz de onlar gibi olursunuz. " diye bildirdi. Doğrusu Allah, munafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır." (Nisa 140)

Ayetin Nuzul sebebi:
Muşrikler, meclislerinde Kur'ân'dan bahseder ve onunla alay ederlerdi. Bunun üzerine Allah Tealâ "Ayetlerimiz hakkında munasebetsizliğe dalanları gördüğün zaman onlar, Kur'ân'dan başka bir sözle meşgul oluncaya kadar kendilerinden yüz çevir. Eğer şeytan sana bunu unutturursa, o halde hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğu ile birlikte oturma." (En'âm, 68) âyet-i kerimesini indirdi. Bu, Mekke'de idi.

Peygamber (s.a.v.) Medine-i Munevvere'ye hicret ettikten sonra bu sefer yahudiler aynı şeyi yapmaya başladılar. Bu meclislerinde dinleyicileri de munafıklardı. Bunun üzerine de Allah Tealâ bu âyeti: "O size kitabda, Allah'ın âyetlerine küfredildiğini ve alaya alındığını işittiğinizde, onlar başka bir konuya geçinceye kadar yanlarında oturmayın. Yoksa siz de onlar gibi olursunuz, diye bildirdi..." âyet-i kerimesini indirdi. (Fahraddin Râzî, Mefâtîhu'1-Ğayb, Tahran Tarihsiz, Xl,81)

Medine'de de yahudi hahamları bulundukları meclislerde Kur'an'dan küfür ve alay ile bahsederler ve munafıklar da onlarla beraber bulunur, dinlerlerdi. Bundan dolayı o âyet meâl olarak anılmış ve bu şekilde Peygamber'e hitabın, bütün ummetine hitab etmek demek olduğu anlatılmış ve buyurulmuştur ki: Bu takdirde, yani Allah'ın âyetleriyle küfür ve alay edilirken yanlarında oturduğunuz takdirde siz onların, o kâfir alaycıların aynısınız. O zaman siz de onlar gibi kâfir olursunuz. Bu âyetin zahirine bakarak Allah'ın âyetleri ile alay etmek küfür olduğu gibi, o esnada yalnız onların yanında oturmak da küfür olacağı anlaşılıyor. Bununla beraber Akaid âlimleri bunu rıda (hoş görme) ile kayıtlandırmışlar ki, buna karine de nuzul sebebinin munafıklar hakkında olmasıdır. Fakat rıda itirazı terketmek demek olduğuna göre açık veya gizli itiraz edilmedikçe kişi küfürden kurtulmuş olamaz. Kalkıp gitmek de bir itiraz demektir. Meğer ki "Kalbi iman ile dopdolu olduğu halde küfre zorlanan kimse hariç" (Nahl, 106) olsun. Oturur onlar gibi olursa ne mi olur? Şubhesiz ki Allah munafıklarla kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır. Dünyada Allah'ın âyetleriyle alay etmek için toplandıkları gibi, ahiratte de cehennem azabında öylece toplanırlar.


Mufessirler bu âyete dayanarak, bid'at ehlinden veya fâsıklardan yahud benzeri, haktan ayrılan kimselerden uzak durulmasının gerektiğini, âyet-i kerimenin, bu gibi insanlarla oturub kalkmayı yasakladığını söylemişlerdir.
İbrahim et-Teymi diyor ki: "Ebu Vâil dedi ki: "Kişi bulunduğu bir mecliste, arkadaşlarını güldürmek için bir yalan söyler. İşte bu durumda Allah onlara gazab eder." Ben, bunu İbrahim en-Nihai'ye anlattım. O da dedi ki: "Ebu Vâil doğru söylüyor. Allah tealanın kitabının şu âyetinde Duyurulmuyor mu ki: "Allah size kur'an'da, Allah'ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman başka bir söze geçmedikleri müddetçe o kâfirlerle oturmayın. Aksi halde siz de onlar gibi olursunuz..."

Yüce Allah'ın: Onlar başka bir söze dalıncaya kadar yanlarında oturmayın" yani, küfür ve inkârdan başka bir söz söyleyînceye kadar onlarla birlikte oturmayın. "Çünkü o zaman siz de onlar gibi olursunuz." İşte bu buyrukda, munkeri açığa vurdukları takdirde mâsiyet işleyenlerden uzak durmanın vucubuna delalet vardır. Çünkü, onlardan uzak durmayan bir kimse, onların fiillerine radı olmuş olur. Küfre rıda ise küfürdür. Nitekim yüce Allah da: "Çünkü o zaman siz de onlar gibi olursunuz" diye buyurmaktadır. Buna göre masiyetin işlendiği bir mecliste oturup da onlara karşı tepki göstermeyen herkes, günahta onlarla beraber eşit olur. Masiyet sözünü söyleyip bunun gereğince de amel ettiklerinde onlara tepki göstermesi icab eder Eğer onlara tepki gösterme gücünü bulamıyorsa, bu âyet-i kerimenin tehdid ettiği kimselerden olmamak için yanlarından kalkıb gitmesi gerekir.
Ömer b. Abdulaziz (rahimehullah)'dan rivayet edildiğine göre o, şarap içen bir topluluk yakalar. Orada hazır bulunanlardan birisi hakkında oruçlu
Hişam b. Urve diyor ki: "Ömer b. Abdulaziz, içki masasında bulunan bir kısım insanları yakalayıp onlara içki içme cezası verdi. İçlerinden biri de oruçluydu. Onlar: "Bu adam oruçlu." dediler. Bunun üzerine Ömer: "Başka bir söze geçmedikleri muddetçe onlarla oturmayın. Aksi halde siz de onlar gibi olursunuz." âyetini okudu.

Bu âyet-i kerimede: "Muhakkak ki Allah, munafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır." buyurulmaktadır. Bu ifadeden maksad, nasıl ki kâfirler ve munafıklar, dünyada iken mûminlerin aleyhine birleşmekte ve ittifak etmekte iseler, âhiratte de Allah onları birleştirecek ve bir yere koyacaktır. Fakat orada birleştikleri yer, cehennem olacaktır.

**

Yaşadığın ülke için Türkiye dışarısında bir ülkede fakat Türkiye'den de beter olduğunu söylemişsin. Bu sebeble sizin durumunuz için İslam devleti Medine'de nazil olan Nisa 140 ayetindense, Mekke cahiliyye düzeninde nazil olan Enam 68. ayetin hükmü daha uygundur. Evet sonuçta iki düzende de kafir ve munafıkların dinle alay ettiği yerde müslümanların tavrı ve tepkisi olur. Fakat şeriatın hakim olduğu yerde daha ağır yaptırım ve tavırları olması söz konusudur.


وَإِذَا رَأَيْتَ الَّذِينَ يَخُوضُونَ فِي آيَاتِنَا فَأَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتَّى يَخُوضُواْ فِي حَدِيثٍ غَيْرِهِ وَإِمَّا يُنسِيَنَّكَ الشَّيْطَانُ فَلاَ تَقْعُدْ بَعْدَ الذِّكْرَى مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ
"Ayetlerimiz hakkında munasebetsizliğe dalanları gördüğün zaman onlar, Kur'ân'dan başka bir sözle meşgul oluncaya kadar kendilerinden yüz çevir. Eğer şeytan sana bunu unutturursa, o halde hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğu ile birlikte oturma." (En'âm, 68)

Hak Teâlâ'nın, "Kendilerinden yüz çevir" buyruğundaki "yüz çevirme", onların yanından kalkıb uzaklaşmak sureti ile olabileceği gibi, başka bir şekilde de olabilir. Cenâb-ı Allah bundan sonra, "O halde hatırladıktan sonra artık onlarla oturma..." buyurunca, bu tabir, burada kastedilenin, onların yanından kalkıp uzaklaşmak suretiyle yüz çevirme olduğuna bir delil olmuş olur.
Bu hususta akla birkaç soru gelebilir:

Soru:
Yüz çevirmenin, onların yanından kalkıp gitmenin dışında, başka bir şekilde olması câiz midir?,

Cevab:
Lâfızların zahirlerine tutunan ve kelimeleri zahirî mânalarına hamletmek gerektiğini söyleyenler, bunu caiz görmemektedirler. Asıl muteber olanın mâna olduğunu söyleyenler ise, bunu câiz görmüş ve şöyle demişlerdir:
"Çünkü bu yüz çevirmeden maksad, onların fikrine katılmamayı, onları reddetmeyi ortaya koymaktır. Binâenaleyh bu maksadı ifâde eden her yol caizdir."

وَمَا عَلَى الَّذِينَ يَتَّقُونَ مِنْ حِسَابِهِم مِّن شَيْءٍ وَلَكِن ذِكْرَى لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ
"Takva üzere olanlara, onların hesabından hiç bir şey gerekmez. Fakat (onlara düşen), bir nasihattir. Umulur ki (onlar da) ittikâ ederler" (En'âm, 69)

İbn Abbas (r.anhuma) şöyle demiştir: "Müslümanlar, "Muşrikler Kur'ân ile istihza edib, onun hakkında ileri geri konuşmaya daldıklarında, eğer onların yanından kalkıb ayrılırsak, Mescid-i Haram'da oturmaya ve Kabe'yi tavaf etmeye imkân bulamayız" dediler ve bunun üzerine işte bu âyet nazil oldu. (İbnu'i-Cevzî, Zâdu'l Mesîr fî İlmi't-Tefsîr, Beyrut 1384/1965, III, 62)
Bu âyet ile, mûminlere o muşriklerle birlikte oturma, onlara öğüt ve nasihat ile dini anlatma ruhsatı ve musaadesi verilmiş oldu. İbn Abbas (r.anhuma), âyetin mânasının, "Şirkten, büyük günahlardan ve hayasızlıklardan ittikâ edenler için, o kâfirlerin hesaplarından, yani günahlarından hirşey gelmez. Fakat o muttakilere gereken, öğüt vermeleridir" şeklinde olduğunu söylemiştir.
Zeccâc ise şöyle demiştir: "Âyetteki "zikrâ" kelimesi, ref mahallinde de, nasb mahallinde de sayılabilir. Bu kelimenin ref mahallinde sayılması, şu iki şekilde izah edilebilir:

a) Takdirindedir, yani, "Fakat size gereken, onlara öğüt ve nasihat etmenizdir" demektir.
b) Yine bunun, "Fakat sizin onlara emredeceğiniz şey, bir öğüt ve nasihattir" takdirinde olması da caizdir. Birinci izaha göre, "zikrâ" kelimesi, "hatırlatma" mânasında; ikinci izaha göre ise, "zikir" (anma) mânasındadır.
Bu kelimenin nasb mahallinde sayılmasına göre, kelamın takdiri., "Onlara iyice öğüt veriniz, umulur ki ittikâ ederler" şeklindedir. Buna göre mâna, "Umulur ki onlara yaptığınız öğüt, onları böyle lüzumsuz şeylere dalmaktan alıkor" şeklinde olur.



Kâfirlerle Oturup Kalkmayı Bırakmak, Tebliği Terke Yol Açmamalıdır


وَذَرِ الَّذِينَ اتَّخَذُواْ دِينَهُمْ لَعِبًا وَلَهْوًا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَذَكِّرْ بِهِ أَن تُبْسَلَ نَفْسٌ بِمَا كَسَبَتْ لَيْسَ لَهَا مِن دُونِ اللّهِ وَلِيٌّ وَلاَ شَفِيعٌ وَإِن تَعْدِلْ كُلَّ عَدْلٍ لاَّ يُؤْخَذْ مِنْهَا أُوْلَئِكَ الَّذِينَ أُبْسِلُواْ بِمَا كَسَبُواْ لَهُمْ شَرَابٌ مِّنْ حَمِيمٍ وَعَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُواْ يَكْفُرُونَ
"Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence edinen, kendilerini dünya hayatı aldatmış bulunan kimseleri bırak... Sen yalnız onunla öğüt ver ki, hiç bir kimse kazandığı yüzünden helake sürüklenip atılmasın... Ona Allah'dan başka ne bir dost, ne de bir şefaatçi yoktur. O, bütün varını fidye olarak verse, yine ondan alın(ıb kabul olun)maz. Onlar, kazandıkları yüzünden helake sürüklenmiş kimselerdir. Küfür ve inkâr etmekte olduklarından dolayı, kaynar su ve acıklı azab onlar içindir" (En'âm, 70)

Bil ki bunlar, Cenâb-ı Hakk'ın, "
âyetlerimiz hakkında "(munasebetsizliğe) dalanlar..." buyruğuyla anlatılan kimselerdir. Âyette bulunan kelimesinin manası, "onlardan yüz çevir, onlara aldırış etme" demektir. Bundan maksad, onların inzâr edilmemeleri değildir. Çünkü Cenâb-ı Hak bundan sonra, "sen yalnız onunla va'z et..." buyurmuştur. Bunun bir benzeri de, "İşte bunlar! Allah öyle kimselerin kalblerinde olanı bilir. Artık onlardan yüz çevir..." (Nisa 63) âyetidir. Bilakis bundan murad, onlarla içli dışlı olmamak ve onlara itaat ederek şefkat etmemektir.. Yoksa onların inzâr edilme ve korkutulmalarının terk edilmesi değildir.

Cibai şöyle dedi:
“Ayette yasaklanan şey; onlara karşı gelmeksizin ve söylediklerinden hoşlanmadığını göstermeksizin onlarla birlikte oturarak söylediklerini dinlemektir.”
(Alusi Tefsiri)

Terk Edilmesi Gereken Kimselerin Vasıfları
Bil ki yüce Allah, Peygamberine şu iki sıfatla muttasıf olan kimseleri terk etmesini emretmiştir:
Birinci Sıfat:
Onların sıfatlarının, kendi dinlerini oyun ve eğlence edinmeleridir. Bu sıfatın izahı hususunda şunlar zikredilmiştir:

a) Onların, mukellef tutuldukları ve kendisine davet edildikleri dinlerini, İslâm dinini oyun ve eğlence edinmeleridir... Çünkü onlar onunla alay ederek, onunla istihza etmişlerdir.
b) Onlar putlara tapmayı vb. şeyler gibi, oyun ve eğlenceyi kendilerine din edinmişlerdir.
c) Kâfirler, "Sâibe" ve "Bahira'yı haram kılmak gibi, Allah'ın dini hususunda sırf şehvet ve arzularına göre hüküm veriyorlar, dinî hususlarda ihtiyatlı olmuyorlar ve bu konuda sırf taklitle yetiniyorlardı.. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, onlardan "Dinlerini oyun ve eğlence ediniyorlar" şeklinde bahsetmiştir.
d) İbn Abbas şöyle demektedir: "Allah Teâlâ her kavme, kendisine saygı duyacakları, kendisinde namaz kılıb, onu Allah'ın zikri ile imar edecekleri bir bayram vermiştir. Sonra, insanların yani muşrik ve ehl-i kitabın pek çoğu, bu bayramlarını oyun ve eğlence edinmişlerdir. Müslümanlarsa, böyle değildir. Zira onlar, bayramlarını, Allah'ın meşru kıldığı şekilde bayram edinmişlerdir."
e) Doğruya en yakın olan görüş bu olup, buna göre gerçek dindar, kendi dininin hak, doğru ve gerçek olduğuna dair delil bulunduğu için, dinine yardım eden kimsedir.. Ama, makam ve riyaset elde etmek, rakibine üstün gelmek ve mal toplamak için dinine yardım edenlere gelince, bunlar dünyaları için dinlerine yardım etmişlerdir, demektir. Halbuki Cenâb-ı Hak diğer âyetlerinde, dünyanın bir oyun ve eğlenceden ibaret olduğuna hükmetmiştir. Binâenaleyh, "Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence edinen... kimseleri bırak" buyruğundan maksad, dinini, dünyasını elde etmeye vesile ve alet edinen kimselere bir işaret olmuş olur. İnsanların ekserisinin durumu hakkında düşündüğünde, onların bu sıfatla muttasıf olduklarını ve bu durumla ilgili hükme dahil olduklarını görürsün. Allah en iyi bilendir.

İkinci Sıfat:
Cenâb-ı Hakk'ın, "
kendilerini dünya hayatı aldatmış..." ifadesidir. Bu da, bir üstteki deki görüşü tekid etmektedir. Buna göre Cenâb-ı Hak sanki, "Onları dünya hayatı aldattığı için, dinlerini oyun ve eğlence edinmişler; dünya sevgisi kalblerini istila ettiği için de dinin hakikatinden yüz çevirmiş, böylece dünya malını elde etmek için, dış görünüşlerini tezyin edip süslemekle yetinmişlerdir" demek istemiştir.
"Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence edinen... kimseleri bırak" buyruğunun mânası, "onlardan yüz çevir, yalanlanma ve istihzalarına aldırış etme, onlara zerre kadar değer verme..." şeklindedir.

***

Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur :

"Sizden kim bir kötülük görürse eliyle düzeltsin, buna gücü yetmezse diliyle düzeltsin, buna da gücü yetmezse kalben bu kötülüğe iştirak etmesin. Bu sonuncusu imanın en zayıf mertebesidir."
(Muslim, İman, 78)

Daru'l Harb ile Daru'l İslam'da durum değişmektedir. Muşriklerin hakim olduğu diyarlarda yaşayan musluman, dini konusunda zillete düşmesi söz konusu olduğundan Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
Muşrikler arasında ikamet eden müslümandan beriyim.
(Tirmizi, Siyer, Bab 42, Hadis no: 1645; Ebu Davud, Cihad, Bab 105, Hadis no: 2645; Nesei 2558, 4753; Cessâs, II, 242; İbn Kayyim, Zâdu`l-Meâd fî Hedyi Hayri`l-İbâd, Kahire, 1950, II, 70; İbn Kudâme, el-Muğnî , I, 513; Mubârekfuri, V, 229; İbn Ruşd, el-Mukaddimat, Mısır 1325, II, 612)

Kufur duzeninin hakim olduğu yerlerde ikâmet eden bir musluman, Allah'a kufredilen bir ortamda bulunmamalıdır. Eğer mumkun ise , gücü yetiyorsa engel olmalıdır, işlediği curumdan vazgeçmesi, tebliğ edilederek tevbeye davet edilmeli aksi taktirde orayı terk (Nisa 140, En'am 68) etmelidir. Bu fucûru engellemek için bu uğurda aşamalı olarak zikrettiğimiz tedbirlerden sonra (rağmen) kişi kufrunde ısrar ediyor ise mudahâle durumunda öldürülmesi halinde bir vebal olmayacağına inanıyorum. (Allahu âlem). Bu uğurda kendisi öldürülürse de inşeAllah şehiddir.
Rasulullah (s.a.v.) : "Kim, canı (nefs) uğrunda ölürse şehiddir, kim namusu (ailesi) uğrunda ölürse şehiddir; kim malı uğrunda ölürse şehiddir"
(Tirmizi, Diyat, 21; Musned, 2/221)




İslam dini, (Dar'ul İslam'da) önce musluman olan kişinin, sonradan dinden çıkması (kâfir olması) halinde öldürülmesini emreder.
Rasulullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur :
"
Kim dinini değiştirirse onu öldürün"
(Buhârî, es-Sahîh, Cihâd, 149; Ebû Dâvûd, es-Sunen, Hudûd, 1; et-Tirmizî, es-Sunen, Hudûd, 20; İbnu Mâce, es-Sunen, Hudûd, 2)

Abdullah ibnu Mes'ud'un, Rasulullah (s.a.v.)den rivayet ettiği bir hadis şöyledir:
"
Allah'tan başka ilah olmadığına ve benim de Allah'ın Rasulu olduğuma şehadet eden müslüman bir kimsenin kanı şu üç sebebden başka bir sebeble helal olmaz:
`Muhsan' olan kimsenin zina etmesi, cana karşılık
(kısasen) olmaksızın adam öldürmek ve dini terk etmek, İslam toplumundan ayrılmak
."
(Buhâri, es-Sahih, Diyât, 6; Muslim, es-Sahih, Kasâme, Hadis, 1676; Ebû Dâvûd, es-Sunen, Hudûd, 1; et-Tirmizi es-Sunen, Diyât, 10)

Rasulullah (s.a.v.), Muaz b. Cebel’i Yemen’e vali olarak gönderirken ona şunu da emretti:
Herhangi bir erkek İslam dininden dönerse, onu (İslam’a) geri davet et, eğer kabul ederse mesele yok, kabul etmezse boynunu vur. Bir kadın da eğer İslam dininden dönerse ona da (geri İslam’a girmeye) çağır, eğer kabul ederse mesele yok, kabul etmezse boynunu vur.
(Şevkani, Neylu’l-Evtar, 7/211)

İbn Hacer
(rahimehullah) bu hadisin hasen/sağlam olduğunu söylemiştir.
Hanefiler dışındaki alimlerin ittifakıyla, murted kadın da, murted erkek gibi öldürülecektir. Bu alimler yukarıdaki hadis rivayetini delil olarak kabul etmişlerdir.
(Vehbe Zuhaylî, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, C. 6, S. 186)

Muhammed b. Abdullah b. Abd el-Kârî der ki: Ebû Musa el-Eşarî'nin yanından, Ömer b. el-Hattab'a bir adam geldi.
Ömer, adama halkı sordu, O'da Ömer'e açıklamalarda bulundu.
Sonra Ömer (r.anh) O'na: «—
Oralara ait yeni bir haberin var mı?» diye sordu.
Adam: «—
Evet, adamın biri irtidat etti» dedi.
Ömer (r.anh): «—
Ona ne yaptınız?» diye sordu.
Adam: «—
Yakaladık ve boynunu vurduk» diye cevap verdi.
Ömer (r.anh): «—
Onu üç gün hapsederek, her gün bir ekmek verip tevbeye davet etmediniz mi? Olur ki tevbe eder ve Allah'ın emrine dönerdi.» dedi.
Sonra Ömer (r.anh) sözüne şöyle devam etti: «—
Allah'ım ben (orada) bulunmadım. Öldürülmesini de emretmedim. Bana bildirilseydi öldürülmesine razı olmazdım.»
(Muvatta, Akdiye, Bab 18, Hadis no: 16)


İbn Abbas (radıyallahu anhuma) şöyle haber verdi: "Âmâ bir adamın bir ummu veledi vardı, Rasâlullah'a küfreder, onun hakkında yakışıksız şeyler söylerdi. Âmâ, onu bundan nehyeder, fakat kadın vazgeçmez, âma yine onu meneder ama dinlemezdi.
Kadın, bir gece Rasûlullah (s.a.v.) hakkında yakışıksız şeyler söylemeye, ona küfretmeye başladı.
Bunun üzerine âmâ, hançeri aldı kadının karnına sapladı ve üzerine yüklenip onu öldürdü.
Ayakları arasına bir çocuk düştü. Kadın orasını
(yatağı) kana buladı.
Sabah olunca olay Rasûlullah'a anlatıldı.
Rasûlullah (s.a.v.) halkı toplayıp şöyle dedi: "
Bu işi yapan şahsı Allah'a havale ediyorum (Allah adına yemin vererek arıyorum). Şubhesiz onun üzerinde benim hakkım var, (bana itaat etmesi vâcib) ama ayağa kalkarsa mustesna."
Bunun üzerine âmâ kalktı, safları yararak ve sallanarak
(gelip) Rasûlullah (s.a.v.)'ın önüne gelip oturdu ve: "Ya Rasûlullah! Ben o kadının sahibiyim. Sana küfreder ve hakkında çirkin sözler söylerdi. Onu nehyederdim dinlemez, men ederdim vazgeçmezdi. Benim ondan inci tanesi gibi iki oğlum var. O bana karşı da yumuşaktı. Dün gece yine sana sövmeye ve hakkında çirkin sözler söylemeye başladı. Ben de hançeri alıb karnına sapladım, üzerine yüklenip onu öldürdüm.!' dedi.
Rasûlullah (s.a.v.): "
Dikkat edin! Şahid olunuz ki, o kadının kanı hederdir (öldürülmeyi hak etmiştir)" buyurdu.
(ebu Davud, Hudud, Hadis no: 4361; Nesai, tahrim, Bab 12, Hadis no: 4002)

Üstteki hadis-i şerife dikkat edersek, Rasulullah (s.a.v.) hayatta ve İslam devleti olmasına rağmen, Rasulullaha kufreden kadın, efendisi tarafından Rasulullahtan habersiz ve tâlimatsız olarak Kur'an ve sunnetle (Ka'b bin Eşref infazı) âmel ediyor.
Rasulullah (a.s.), önce kadının şahsı bir hadiseden dolayı mâsum olarak öldürüldüğünü düşünüyor ve öldürenin haksız yere öldürmesi sebebiyle, kendisine başvurmadan böyle hareket eden ashabının, Rasuullah (s.a.v.)'in hakkına girdiğini zikrediyor. Fakat âma adam Rasulullaha gelerek öldürme sebebinin kufur olduğunu zikretmesi üzerine Rasulullah (a.s.), kadının kanının heder olduğunu, yâni öldürenin vebale girmediğini buyurmuştur.

Bu hadisten de anlaşılacağı üzere, İslam devleti
(suikast izni) olsun veya olmasın, tüm muslumanları, ummeti ilgilendiren Allaha, peygambere sövme kufrunu işleyenin öldürülme hukmunu imkan, güç ve fırsat bulanın, uygulamasından dolayı bir vebal yoktur.

Ali (r.anh) şöyle demiştir;
"
Bir yahudi kadın, Rasûlullah (s.a.v.)'a küfreder ve onun hakkında çirkin şeyler söylerdi. Bir adam o kadını boynundan yakaladı ve basarak öldürdü. Rasûlullah (s.a.v.) kadının kanını ibtal etti (heder saydı)."
(ebu Davud, Hudud, Hadis no: 4362)

Hattabi, bundan önceki hadisi izah ederken şöyle demektedir:
"Bu, Rasûlullah'a küfreden kişinin kanının heder olduğunu beyan etmektedir. Çünkü Rasûlullah'a küfretmek dinden çıkmaktır. Dinden çıkanın katlinin vacib olduğu konusunda ulemadan ihtilaf eden birisini bilmiyorum. Ama eğer küfreden, zimmî ise onun hakkında ihtilaf edilmiştir.
Mâlik b. Enes, yahudi ve hristiyanlardan Rasûlullah'a küfreden kişi müslüman olmazsa öldürülür der.
İmam Şafiî'de Rasûlullah'a küfreden bir zımmî öldürülür ve kendisinden zimmet kalkar demiştir.
İmam Ebû Hanîfe'den de; Peygambere sövmekle zımmî öldürülmez, onların içinde bulundukları şirk daha büyüktür, dediği nakledilmiştir."

Hattâbî'nin bu sözünden; Rasûlullah'a küfreden şahsın müslüman veya zimmî oluşuna göre hükmün farklı olacağı anlaşılmaktadır.
İbn Abidin; "Kitabu tenbihi'l-vulat ve'1-hukkam ala ahkamı şatimi hayri'l-enam ey ehadin min ashabihi'l-kiram aleyhi ve aleyhimu's-salâtu vesselam"
[İbn Abidin'in bu risalesi; Rasûlullah'a veya ashaba küfreden kişiye ait hükümleri ihtiva etmektedir. Resâili îbn Abidin'in 15 risalesidir. Mecmuatu Resal-i İbn Abidin: I, 282. Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye de, es-Sarimu'I-Meslûl alâ Şâtimi'r-Rasul adındaki 600 sayfalık eserini bu konulara tahsis etmiştir] adlı risalesinde bu iki şıktan başka Rasûlullah'a küfreden bir müslümanın tevbe edib etmemesi halini de ekleyerek meseleyi incelemiştir.

Bu çok değerli incelemenin sonucunu özet olarak burada vermek istiyoruz.


a) Rasûlullah (s.a.v.)'a küfredip de tevbe etmeyen bir müslümanın durumu:

Takiyuddin Ebu'l-Hasen Ali b. Abdi'1-Kâfi es-Subki'nin, es Seyfu'l -Meslul ala men sebbe er-Rasûl (s.a.v.), adındaki eserinde Kadı Iyaz'dan naklettiğine göre; Rasûlullah (s.a.v.)'e küfreden ya da ona kusur isnâd eden müslümanlar öldürülür. Bu konuda ummetin görüşbirliği vardır. Fakihlerden bazısı Rasûlullah'a küfreden ve tevbe etmeyen bir müslümamn öldürülmesi gerektiği konusunda icma olduğunu belirttikten sonra Mâlik b. Enes, Leys, Ahmed b. Hanbel, İshak, Şafiî, Ebû Hanife ve talebeleri, Sevri, Kufe uleması ve Evzai'nin bu görüşte olduklarını söyler. Kadı Iyaz da bu alimlerin bir kısmının isimlerini zikretmiştir.
Bu isimlerin ittifak ettiği bir meselede ihtilafı zikredilen birkaç kişinin sözüne elbette itibar edilmez. Ancak şuna işaret etmek gerekir: İmam Ebu Hanife'ye göre Rasûlullah'a küfreden, kadın olursa öldürülmez. Çünkü ona göre murted olan kadın öldürülmez.

Ulemânın Rasûlullah'a küfreden birisinin kafir olup öldürüleceği hükmüne varırken delilleri; kitab, sünnet, icma ve kıyastır.

Bu hükmün Kur'an'dan delilleri şunlardır:
"
Allahı ve peygamberini incitenlere Allah dünyada da ahirette de lânet eder, onlara alçaltıcı bir azab hazırlar." (Ahzâb 57)

"
Allah'ın Peygamberini incitenlere can yakıcı azab vardır." (Tevbe 57)

"
İki yüzlüler, kalblerinde fesat bulunanlar, şehirde bozguncu haber yayanlar, eğer bundan vazgeçmezlerse, andolsun ki seni onlarla mucadeleye davet ederiz, Sonra çevrende az bir zamandan fazla kalamazlar. Lanetlenmiş olarak, nerede bulunurlarsa yakalanır ve hem de öldürülürler." (Ahzâb 61-62)

Görüldüğü gibi bütün ayetler, Peygamber (s.a.v.)'ı incitenlerin kâfir olacağına delâlet etmektedir.

Rasûlullah'a küfredenin katli hükmünün sünnetten delilleri de üzerinde durduğumuz hadislerin yanısıra İfk hadisesi üzerine Rasulullah'ın Abdullah b. Ubeyy b. Selûl hakkında Sâd b. Muâz'ın ".
..Eğer o Evs'ten ise boynunu vururum. Eğer kardeşlerimiz olan Hazrec'ten ise ve sen bize emredersen, emrini uygularız." şeklindeki sözlerini Rasûlullah'ın ikrar etmesidir.

Kadı Iyad'ın rivayet ettiği bir hadiste Rasûlullah efendimiz: "
Kim bir peygambere söverse onu öldürünüz. Kim de benim sahabelerime söverse onu dövünüz" buyurmuştur.

Hilal ve Ezci'nin, Ali (r.anh) den rivayet ettikleri bir hadiste de efendimiz şöyle buyurmuştur: "
Kim bir peygambere söverse öldürülür. Kim de benim ashabıma söverse sopa ile dövülür"
(Bu iki hadis zayıftır. Birincisinin isnadında Abdulaziz b. Huseyn vardır. İbn Hibban onu cerhetmiştir, ikincisinin isnadına da İbn Salah vakıf olmadığını belirtmiştir)

Rasûlullah'a küfreden bir müslümanin öldürülmesinin vâcib olduğunun icma' ile sabit olduğunu az önce belirtmiştik.

Kıyastan delil de:
Murted icmâen öldürülür. Rasûlullah'a küfreden de murteddir. O halde o da öldürülür.

Rasûlullah'a küfreden birisinin öldürülmesinin gereği hükmü açıkça ortaya konulduktan sonra akla bir soru gelmektedir:
Acaba böyle birisi küfründen dolayı mı öldürülür, yoksa had olarak mı öldürülür?

Ulemânın büyük çoğunluğuna göre murted olan kişi tevbe ederse kabul edilir, aksi halde öldürülür. Murtedin öldürülmesi de had olarak olacaktır. Çünkü veliyyul-emrin, murtedin cezasını affetmeye veya değiştirmeye yetkisi yoktur. Aslen kafir olan ise böyle değildir. Çünkü veliyyu'1-emir isterse onu öldürür isterse köleleştirir. Muted hakkında ise böyle bir serbestlik yoktur. Murted had olarak öldürüleceğine ve Peygamber (s.a.v.)'e küfr eden de murted olduğuna göre, onun öldürülmesi de had olacaktır.


b) Rasûlullah (s.a.v.)'a küfreden birisi tevbe ederse, tevbesi kabul edilib had düşer mi? Yoksa yine öldürülür mü?

Ebu Bekr b. el-Munzir; Mâlik b. Enes, Leys, Ahmed, İshak ve Şafii'ye göre Rasûlullah'a küfredenin öldürülmesi gerektiğini ve tevbesinin kabul edilmeyeceğini söyledikten sonra, Ebû Hanife ve ashabının, Sevri ve Evzai'nin de aynı görüşte olduklarını ama bunlara göre Rasûlullah'a sövmenin, dinden dönme sayıldığını ilave eder.

İbn Abidin, yaptığı tahkik sonunda İmam Malik ve ashabına, Selefe ve ulemanın cumhuruna göre Rasûlullah'a küfredenin had olarak öldürüleceğini, bunlara göre tevbesinin kabul edilmeyeceğini, tevbenin yakalandıktan sonra olması ile, kendisinin tevbe ederek dönmesi arasında fark olmadığını söyer.
Delilleri ise, bunun bir had oluşu ve diğer hadlerde olduğu gibi onu tevbenin düşürmeyişidir. İbn Abidin'in araştırmasına göre İmam Şafii ve İmam Azam Ebu Hanife'ye göre ise Rasûlullah'a küfreden tevbe ederse tevbesi kabul edilir. Aksi halde öldürülür. İbn Abidin vardığı bu sonucu; İmam Subki'den, İbn Teymiye'nin; es Sarimu'I-Meslul'un-den, Ebu Yusuf'un; Kitabu'l - Harac'ından, Şeyhu'l - İslam es-Sadi'nin, Kitabu'n-nef'inden, Mueyyedzade'nin Fetavasından, Muinû'1-Hukkam'dan ve Nuru'I-ayn Islahu cami'il fusuleyn'den yaptığı nakillerle teyid eder. Sonuç olarak şöyle der: "Mezheb ehlinden yapılan bu nakiller, Rasûlullah'a küfredenin tevbesinin kabulü konusunda makbul olduğunda açıktır. Bizim mezhebimizin dışındaki mezheb mensublarından
(Subki ve İbn Teymiye)yaptığımız nakiller de aynı istikamettedir." (İbn Abidin, Mecmuatu'r- Resâil I, 303)

Konuyu toparlarsak deriz ki; Dört Mezheb İmamından İmam Malik ve Ahmed b. Hanbel'e göre Rasûlullah'a küfreden birisi pişmanlık duyup tevbe etse bile dinlenmez öldürülür. Ama Allah katındaki durumunu biz bilemeyiz.
İmam Azam Ebu Hanife ve İmam Şafii'ye göre ise tevbe ederse kabul edilir, öldürülmez. Bu görüşün delili de Murted'de yapılan uygulamadır. Çünkü daha önce de geçtiği gibi murted tevbe eder de tekrar İslama dönerse öldürülmez. Rasûlullah'a küfreden de murteddir.

İbn Abidin araştırmasının devamında el-Fetavâ'1-Bezzaziye gibi Hanefi bazı muteahhirûn kitaplarında Rasûlullah'a küfredenin tevbesinin kabul edilmeyeceği yolunda nakiller bulunduğuna dikkat çekerek bunun bir hata olduğunu, konunun iyi araştırılması gerektiğini söyler ve önceki anlattıklarının sahih olduğunu bildirir. İbn Abidin'in bu istikameteki nakil ve cevabları hayli uzundur. Buraya aktarmanız mümkün değildir. Dileyen adı geçen esere bakabilir.
(İbn Abidin, Mecmuatu'r Resâil I, 305 ve devamı)

c) Zimmilerden, Rasûlullah'a küfredenin durumu:

Açıklamamızın baş tarafından Hattabî'den naklen, Rasûlullah'a küfreden zimminin
(müslümanların idaresi altındaki yahudi ve hristiyanın) İmam Mâlik ve İmam Şafiî'ye göre öldürüleceğini, İmam-ı Ebu Hanife'den ise öldürülmeyeceğinin nakledildiğini söylemiştik.

Kadı İyad da, Ebu Hanife ve Sevri ile bunların ashabının dışındaki âlimlere göre, Rasûlullah'a küfreden zimminin öldürüleceğini söyler. Çünkü müslümanlar onlara peygamberlerine sövsünler diye zimmet vermemişlerdir. İmam Subki de Hanefi mezhebinin dışındaki mezheblere göre böyle bir zımmînin öldürüleceğini bildirir.

Zımmî, Rasûlullah'a küfreder de öldürülmeden önce müslüman olursa durum ne olacaktır?
Hanefilere göre cevab bellidir. Müslüman olmasa bile öldürülmeyeceğine göre, müslüman olduktan sonra hiç öldürülmez. Diğer üç mezhebe göre ise konu ihtilaflıdır.

İmam Malik'den bu konuda iki rivayet vardır. Bir rivayete göre öldürülmez, diğerine göre öldürülür.
Hanbelilerden üç farklı görüş rivayet edilmektedir:
I) Rasululullah'a küfrettikten sonra müslüman olup tevbe edenin tevbesi bir kayda tabi olmadan kabul edilir.
II) Mutlak olarak tevbesi kabul edilmez.
III) Zimminin tevbesi müslüman olmakla kabul edilir, müslümanken küfredip de tevbe edenin tevbesi kabul edilmez.

Şafiilere göre de mutlak olarak
(yani ister müslüman olsun ister zimmi iken İslama girsin) Rasûlullah'a küfredenin tevbesi kabul edilir, kati düşer.

Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi Hanefi'lere göre, Rasûlullah'a küfreden bir zimmî öldürülmez ve zimmeti bozulmaz. Ancak adam ta'zir edilir. Hanefi fıkhına ait metin ve şerhlerde zikredilen budur.
Takiyuddin İbn Teymiye de anılan eserinde Hanefilerin bu konudaki görüşlerini verirken şöyle der:
"Ebu Hanife ve ashabına gelince; sövmekle ahd bozulmaz ve zimmî öldürülmez. Ancak böyle çirkin bir davranışı izhar ettiği için diğer munkeratta olduğu gibi tâzir edilir."


Muctehidlerin Görüş ve İstidlalleri

a)
Hanefî'lere göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimize sövüp sayan, O'nun aleyhine ağır söz söyleyen dinden çıkıp küfre girer. Böylece murted olur ve hakkında murted hükmü uygulanır. Bunun gibi Peygamber'in (s.a.v.) sünnetlerinden bir sünnete radı olmayan, beğenmeyip reddeden kimse de dinden çıkıp küfre girmiş olur. (Şeyhzâde, Mecmeu'l-Enhur fi Şerhi Multeka'l-Ebrur: 1/630)

Muhammed'e (s.a.v.) sövmeğe zorlanıb tehdit edilen kimse Muhammed ismini anarak ağır söz kullanırsa bu onun niyetine göre sonuç verir:
"Ben istemediğim halde sövdüm" derse kâfir olmamış sayılır. "Ben Nasarâ'dan Muhammed adındaki bir adamı kasdederek sövdüm" derse yine küfre girmemiş olur. Ama "tehdit karşısında Muhammed'i kasdederek sövdüm" derse küfre girmiş olur. Zira sadece dil ile değil kalben de sövmüş oluyor. Bunun gibi Muhammed cinnet getirmiştir veya o delinin biridir derse yine dinden çıkıp kâfir olmuş olur ve hakkında murted hükmü uygulanır.
(Şeyhzâde, Mecmeu'l-Enhur fi Şerhi Multeka'l-Ebrur: 1/631)

b) Şâfiîlere göre, kim İslâm'dan niyetle veya sözüyle veya fiiliyle koparsa murted olur. İsterse söz ve fiilini istihza, mad veya itikad cihetiyle, yapmış ve söylemiş olsun fark etmez. O halde bir peygamberi tebzîb eden veya onu küçümseyip hafife alan kimse kâfir olur ve hakkında murted hükmü uygulanır. (el-Ğamrâvî / es-Siracu'l-Vehhac: 1/519. Mısır: 1933)
Tabii Peygamber (s.a.v.) Efendimize sövüp sayan, onun aleyhine ağır söz söyleyen kimsenin durumu da böyle...

c) Hanbelîlere göre, Allah'a ister şaka yollu isterse ciddi olarak söven kimse kâfir olur. Allah'ın âyetlerini veya peygamberlerini küçümseyip hafife alan kimse de böyle...

Gayr-i muslim iken Peygamber'e (s.a.v.) sövüp saydıktan sonra İslâm girerse hakkında bir ceza uygulanmaz. Müslüman olduğu halde söverse, bir rivayete göre tevbesi kabul olunmaz ve katledilir.
(İbn Kudame/el-Muğnî: 10/230, 231)



Silinen Konu Eklendi



İlgili Konular :


Dar'ul-harb'te Çocukları Okula Göndermenin Hükmü
https://www.islam-tr.org/konu/darul-harbte-cocuklari-okula-gondermenin-hukmu.9428/

Kâfirin Kanı Helal midir?
https://www.islam-tr.org/konu/kafirin-kani-helal-midir.19796/

Dar-ul Harb'de Gayr-ı Muslim Öldürmek Câiz mi?
https://www.islam-tr.org/konu/dar-ul-harbde-gayr-i-muslim-oldurmek-caiz-mi.29599/
 
Son düzenleme:
Üst Ana Sayfa Alt