Zulumât-ı ademde kalabilirdi bu ten;
Mûcid-i Hakîm “Ol!” dedi; kalmadık var olduk.
Mertebe-i câmidât olabilirdi bu beden;
Muhyî-yi Hayy tecellî etti; kalmadık hayy olduk.
Esnâf-ı nebâtât kalabilirdi bu can;
Fâtır-ı Kerîm irade etti; kalmadık zîruh olduk.
Ecnâs-ı hayvânât olabilirdi bu bendegân;
Rahîm-i Rahmân istedi; olmadık nâs olduk.
Halîfe-i ruy-ı zemîn, en câmi‘ ma‘kes-i Sultan olduk.
Acz u fakr cenahlarıyla huzura mazhar olduk.
Açtık gözümüzü; taşlara hakk edilmiş hatt-ı Kur’an’ı gördük.
Kubbe-yi semayı dolduran sadâ-yı ezan duyduk.
Hep aynı davaya topyekûn imza basan,
Binlerle enbiyayı, milyonlarla evliyayı bulduk.
Ve kendimizi lutf-ı Sübhân, fazl-ı Hannân, ihsân-ı Mennân,
İnd-i İlâhî’de makbul, Hak din İslâm’da bulduk.
Ol Resûl-i Kibriyâ’yı bürhân-ı nâtık, delîl-i sâdık gördük;
Candan cânân, vesîle-i gufrân bildik;
Ve kitâb-ı kâinâtı okuyup hakkıyla haber veren,
Ahir zamana i‘tâ Nur’un nurunu bulduk.(*)
Kat‘-ı merâtib ederek verilen bu ihsanlar,
Lâ yüâd velâ yuhsâ hakkıyla şükür ister.
Ya Şekûr, kıllet-i şükrümüze bakıp niamdan mahrum etme.
Biz fakîrleri afv et; kendine bende eyle.
(*)“Nûr-ı Kur’an’dan bir nur; ol ki delîl-i pürnur;
Rahmet oldu âleme elmas kılınçlı zinnur,
Haydi sen de alsana bu münevver kılıncı,
Oldur hem senin hem de tüm âdemin ilacı.”
Mûcid-i Hakîm “Ol!” dedi; kalmadık var olduk.
Mertebe-i câmidât olabilirdi bu beden;
Muhyî-yi Hayy tecellî etti; kalmadık hayy olduk.
Esnâf-ı nebâtât kalabilirdi bu can;
Fâtır-ı Kerîm irade etti; kalmadık zîruh olduk.
Ecnâs-ı hayvânât olabilirdi bu bendegân;
Rahîm-i Rahmân istedi; olmadık nâs olduk.
Halîfe-i ruy-ı zemîn, en câmi‘ ma‘kes-i Sultan olduk.
Acz u fakr cenahlarıyla huzura mazhar olduk.
Açtık gözümüzü; taşlara hakk edilmiş hatt-ı Kur’an’ı gördük.
Kubbe-yi semayı dolduran sadâ-yı ezan duyduk.
Hep aynı davaya topyekûn imza basan,
Binlerle enbiyayı, milyonlarla evliyayı bulduk.
Ve kendimizi lutf-ı Sübhân, fazl-ı Hannân, ihsân-ı Mennân,
İnd-i İlâhî’de makbul, Hak din İslâm’da bulduk.
Ol Resûl-i Kibriyâ’yı bürhân-ı nâtık, delîl-i sâdık gördük;
Candan cânân, vesîle-i gufrân bildik;
Ve kitâb-ı kâinâtı okuyup hakkıyla haber veren,
Ahir zamana i‘tâ Nur’un nurunu bulduk.(*)
Kat‘-ı merâtib ederek verilen bu ihsanlar,
Lâ yüâd velâ yuhsâ hakkıyla şükür ister.
Ya Şekûr, kıllet-i şükrümüze bakıp niamdan mahrum etme.
Biz fakîrleri afv et; kendine bende eyle.
(*)“Nûr-ı Kur’an’dan bir nur; ol ki delîl-i pürnur;
Rahmet oldu âleme elmas kılınçlı zinnur,
Haydi sen de alsana bu münevver kılıncı,
Oldur hem senin hem de tüm âdemin ilacı.”