Acaba orduyu tekfir etmemelerinin sebebi ameli küfür görüp muayyen şahısları aslen cehalet veya te'vil engellerinden dolayı mazur görmelerinden mi kaynaklanıyor (bu muasır bazı selefilerin de görüşüdür) yoksa bu ameli aslen küfür dahi görmeyip haram saydıklarından mı? Maturidi ve Eşarilerin itikadına göre şirki değerlendirmede bile selefiler arasında farkları var, bizim büyük şirkten/ ibadetten saydığımız amelleri, (tevhid itikadı üzere olup amelde tevhide aykırı davranmayı) onlar sadece haramdan sayıyorlar. Bu görüşe göre mesela ölüden yardım istemek bizatihi şirk değil, eğer Allah'ın izni ve dilemesine bağlanır ve yardım istediği kişinin rabliğine, ilahlığına ve Allah'tan bağımsız yardım edebileceğine inanmadan işleniyorsa, haram oluyor. İman ve küfür amellerini ve tevelli meselesini de buna benzer şekilde yorumluyorlarsa kafirlere yapılan tüm dostluk amellerini de haram sayacaklardır ve küfür oluşunu da tamamen istihlale/itikada bağlayacaklardır. Günümüzdeki muhafazakar parti ve yöneticileri tekfir etmemelerinin sebebi de zannımca bu itikaddır.
Hanefi alimler
muvalat ile tevelli arasında bir ayrım yapmamıştır ve bunun Allah indinde küfür olduğuna kail olmuşlardır. İmam Ebu Bekir el-Cessas Ahkam Tefsirinde Maide 51'in tevilinde şöyle söylüyor: "
وإنْ كانَ الخِطابُ لِلْمُسْلِمِينَ فَهُوَ إخْبارٌ بِأنَّهُ كافِرٌ مِثْلُهُمْ بِمُوالاتِهِ إيّاهُمْ".
Yavuz sonrası Osmanlı da bu şekilde amel etmiş, tekfir ettikleri Safevilerle işbirliği yapanlara ve onların şiarlarını kendilerine şiar edinenlere aynı hükümle muamele etmişlerdir. Ancak ulemanın muvalatın ölçüsü ve şartları hakkında ihtilaf etmiş olmaları mümkündür. İbn Ebi Balta ve Ebu Lübabe radiyallahu anhuma'nın hâşâ bu hükümde olmadıkları gibi. 16.yüzyılda Şihabeddin el-Remli gibi bazı Mısır ve Şam alimleri örneğin Osmanlı'yı tekfir konusunda eleştirmişlerdir. Nassların belirlediği amelleri aşan kabarık bir efali küfür anlayışına gittiklerini söylemişlerdir. Ali el-Kari de eleştirmiştir sonrasında başka açılardan.
Onun dışında şahsa ilişkin belli
özürler devreye girer dediğin gibi. Ama
tevhit ile bu meselenin bir ilgisi yok. Allahu a'lem.
****
Allah'ın hükmüyle hükmetmeme meselesini de yine cumhur ulema tevhid açısından değil, fıkhi açıdan değerlendirmişlerdir. Buna Hanbeli alimler de dahil. İbn Kayyim buna milletten çıkarmayan ameli küfür demiştir mesela. La Hukme İlla Lillah şiarıyla huruc eden Hariciler bile tekfir ettiklerini tevhit üzerinden tekfir etmediler, aksine içlerinden bazı kimseler tekfir ettiklerine muvahhit ve bölgelerine darut tevhid diyerek bir ara katagori oluşturdular.
Modern yasama ve tebdil fiillerinin ilkinden daha üst düzeyde doğrudan tekfiri gerektiren bir cürüm olarak görülmesi başka bir mesele olsa da, buradaki ihtilafın da akaitteki tevhit veya iman anlayışından kaynaklandığını ispat etmek kolay değildir, çünkü Cihadi ve bazı Siyasi Selefilerin aksine Şeyh Albani ve onunla aynı çizgide olan halkalar bu tekfire katılmıyor, ama Kaplancılar gibi bazı Maturidi cemaatler ve Hizbut Tahrirden bazıları katılıyor.
Yine bu meseledeki ihtilafın fıkhi olduğunu gösteren başka bir nokta, Şeyh Süleyman Ulvan gibi bazı ulemanın Maide suresindeki hüküm ayetlerini İbn Abbas'tan gelen "küfür dune küfür" rivayeti zayıf diyerek mutlak manaya tevil etmeleridir. Buna göre Allah'ın hükmüne muhalif bir hüküm ile hükmeden, bu yaptığını beğenmese dahi itikadından bağımsız kafir olur.
Hükumdarları mazur gören ferîk ise onların masiyet işlediklerini veya zarureti ön sürerek bu hükme razı olduklarını kabul eder. Bunu tefsir sahibi İmam Alusi de
burada böyle anlatıyor.
Tevhit konusunda naklettiğin Ömer Faruk hocanın yazısı Kelam ehli ulemanın Allah'tan başkasına ibadet etmeyi küfür görmediği izlenimini veriyor, halbuki bu Cehmiyye'nin görüşüdür. Böyle itikat ettiğine inanılan bir insan tekfir edilmezse din ve şeriatı iptal olur. Ancak mütekellimin böyle demez. Onların tevhidi tarifte zat, sıfat ve filler üzerinde durmaları, Allah'tan başka mabud bil hak olmadığını ispat etmek içindir. Buna tevhidin hakikati veya cevheri diyorlar. Allah tealanın Enam suresinde buyurduğu gibi: ذَ ٰلِكُمُ ٱللَّهُ رَبُّكُمۡۖ لَاۤ إِلَـٰهَ إِلَّا هُوَۖ
خَـٰلِقُ كُلِّ شَیۡءࣲ فَٱعۡبُدُوهُۚ وَهُوَ عَلَىٰ كُلِّ شَیۡءࣲ وَكِیلࣱ. Buna benzer ayetler var, Allah'ın rububiyetinden, yarattıklarından bahsedip iman ve ibadete davet ediyor.
Rab-ilah ayrımı yapmadıklarına göre, rab aynı zamanda mabud bil hak olan yegane ilahtır. Allah'tan başka rab olmadığını yakinen ve tahkiken bilip tasdik ettikten sonra Hak Teala'ya ibadette şirk koşmak akla sığar mı? Örneğin Bakıllani İnsaf'ta şöyle diyor: "والتوحيد له هو: الإقرار بأنه ثابت موجود،
وإله واحد فرد معبود، ليس كمثله شيء؛ على ما قرر به قوله تعالى: " وإلهكم إله واحد لا إله إلا هو الرحمن الرحيم " وقوله: " ليس كمثله وهو السميع البصير " ." Tekfir konusuna gelince yine İbn Hümam ve Keşmiri gibi Hanefi alimlerinin başkasına secde etme gibi amellerin ibadet olup küfür olduğunu söyedikleri sabittir.
Mekke müşrikleri putlarda müstakil bir kuvvet gördükleri için onlara ibadet ediyorlardı. Bu ibadetlerinde tezellül, huzu ve takdisleri açıktı. Bu şekilde ibadet edenin küfründe ihtilaf yoktur. Ancak İstigase mevzuunda olduğu gibi benim yaptığım ibadet değildir deyip, amelini zayıf da olsa kendince bir delil getirerek şeriata nispet eden tevil sahibi Sufilerin tekfir edilmemesi, hâşâ Allah'tan gayrına ibadet edilmesini ihlal değildir.