İnsan-ı Kamil - Abdulkerim Ceyli
cilt 2
“Kıyametten sonra iblise lanet yoktur. İlahi yakınlığa döner.” İftirası (S.176)
Kıyamet günü geçtikten sonra, İblis'e lanet yoktur...
Z i r a:
—Kıyamet günü..
Dediğimiz DİN GÜNÜ, tabiî zulmetin hükmü kalkar..
Nitekim DİN GÜNÜ tefsiri, bu kitabın KIRKINCI BÖLÜM'ünde geçti..
Bu manaya göre iblis: ilâhî huzurdan, ancak kıyamet gününden önce kovulur ve tard edilir.. Zira onun, asli durumu bunu gerektirir..
"Ünün aslının iktizası ise., tabiî engellerdir.. Ru hun ilâhî hakikatlerle tahakkukuna engel olur..
Amma, bundan sonra.. Tabiî durumlar, kemalât cümlesinden sayılır.. Ona lanet yoktur, sırf yakınlık vardır...
Ve o zaman İblis, önce olduğu gibi, ALLAH ka tında bulunan ilâhî yakınlığa döner..
Bu ise.. cehennemin zevalinden sonra olur..
Çünkü: ALLAH-ü Taâlâ'nın yarattığı her şey, cennette önceden bulunduğu hale dönecektir..
Bu asalet durumu, kat'îdir..
Bu manayı anla...
Cili'ye göre “Bütün gayri müslümler cezasını çektikten sonra ilahi saadete nail olurlar.”iftirası (S.327-339)
Bunlar on millete ayrılır.. Bu on millet, çeşitli milletlerin aslıdır.. Teferruata geçilecek olsa, bit mez.. O kadar ki çoktur..
Hepsinin dayanağı şu on millettir:
• Küffar..
• Tabaiyye..
• Felâsife..
• Seneviyye..
• Mecus..
• Dehriyye..
• Berahime..
• Yahud..
• Nasara..
10. Müslimun..
Bu anlatılan taifeden hangisi olursa olsun; ALLAH-ü Taâlâ: Bir kısmını, cennet için; bir kısmını da, cehennem için yaratmıştır..
Hele geçmiş zamanlardaki küffara bir bak: O zaman da peygamberlerin daveti ulaşmayan bel gelerde oldukları halde, yine ikiye ayrılmışlardır..
Onların bir kısmı hayır işlemiş; ALLAH-ü Taâlâ, cennet mükâfatı vermiştir..
Bir kısımları da şer işlemiş; ALLAH-ü Taâlâ ce hennemle cezalandırmıştır..
Kitap ehlinin durumu da budur..
Şeriat gelmeden evvel, onlar için hayır şuydu: Kalblerin kabullendiği, nefislerin sevdiği, ruhların hoşlandığı..
Şeriat geldikten sonra da, onlar için hayır şu oldu: ALLAH'ın kullarının ibadet emrine uyması..
Şeriatın nüzulünden önce ser ise., şu idi: Kalb lerin kabul etmediği, nefislerin kötü gördüğü, ruhların acı duyduğu..
Şeriatın nüzulünden sonra ise., şer: ALLAH'ın
kullarına yasak ettiği şeyler oldu..
Bütün bunlar, ALLAH'a ibadet ederler.. Ama, .nasıl ibadet etmeleri uygun ise, öyle..
Zira onları, ALLAH-ü Taâlâ. zatı için yaratmıştır., kendileri için değil..
Onlar, hakkı olduğu şekilde, Yüce Hakkındır..
Sonra..
Sübhan olan Yüce ALLAH, bütün bu milletleri: İsimlerinin, sıfatlarının hakikati olarak yaratmıştır.. Hepsine zatı ile tecelli eylemiştir..
Bu sebeple: Bütün zümreler, ona ibadet eder ler..
KÜFFARA GELELİM:
Bunlar, bizzat ALLAH'a ibadet etmektedir..
Şöyle ki: Sübhan olan yüce Hak baştan sona, bu varlığın hakikatidir.. Küffar da bu varlık cüm lesinden sayıldığına göre., onların hakikati odur..
Onlar, kendileri için bir RABB olmadığı yolunda inkâra sapıp kâfir oldular..
Bu böyledir.. Çünkü, ALLAH-ü Taâlâ onların hakikatidir.. Onun için bir RABB olamaz.. Mutlak RABB kendisidir..
Böylece onlar, aynen zatları neyi gerektiriyor sa., ona göre ibadet ettiler...
PUTA İBADET EDENLERE GELELİM:
Bu dahi, Yüce Hakk'ın varlık sırrına dayanır. O: Hülulsüz, katıksız olarak, vücud zerreleri nin her birinde, kemali ile vardır..
Bu açıdan, Yüce ALLAH, onların ibadet ettiği put ların dahi hakikatidir..
Bu manaya göre: Ancak ALLAH'a ibadet etmiş olurlar..
Bunun böyle olması onların bilmesine mühtaç değildir.. Aynı şekilde, onların niyetlerine de muhtaç değildir..
Zira: Hakikatlerin gizliliği ne kadar uzarsa uzasın; elbette iş neyse., onun üstünde açık zuhurla rı zarurîdir..
Şu mana da, onların içten Hakk'a tabi olduk larının sırrıdır..
Şöyleki: Onların kalbleri, bu işte hayır olarak lehte onlara sehadet eder.. İtikadlan da bu işin hakikatına bağlıdır..
Bu mana ise.. Kulunun ona ait zannıdır..
Bu manada, şu hâdis-i şerif önemlidir:
- «Müftüler fetva verse dahi: kalbine danış..!
Bu kalb fetvası umumî manadadır.. Hususî kalb fetvasına gelince., o zaman iş değişir..
Her kalb doğru fetva veremez.. Her kalbden fetva sorulmaz., danışılmaz..
Bundan bazı kalbler murad edilmiştir; hepsi değil..
Bu, itikada dayalı incelik; onların yaptığı işin hakikatına uygundur.. Onları, bu yoldan hakikat, işin zuhuruna çeker götürür., ama, âhirette..
ALLAH-ü Taâlâ bu manada şöyle buyurdu:
— «Her cemaat, kendilerinde olanla sendir-» (30/32)
Yani: Dünyada da böyledir; âhirette de.. Bu böyledir.. Çünkü: İsim müsemmadan ay rılmaz..
Onları şenlikle isimlendiren odur.. Onları, bu şekilde vasıflandırdı..
Bu vasıf ise., mevsufa mugayir değildir..
Ancak:
— Her cemaat, kendilerinde olanla şen oldu..
Denseydi.. o zama n, bu fiil sığası ile gelmiş olurdu.. Yukarıdaki manaya aykırı düşerdi.. Muzari sığası ile:
—Şen olur...
Deseydi.. o zaman, arada bir açıklık olurdu..
Amma, isim böyle değildir.. O, sürenin deva mını gerektirir..
Yani: Onlar, dünya hayatında yaptıkları ile sendirler.. Âhirette ise., halleri ile şendirler.. Ellerinde bulunanla daimî bir şenlik içindedirler..
Bu mana icabıdır ki: Dünyaya geri çevrilseler; yine kendilerine yasak edilen şeyi yaparlar.. Yaptıkları işin sonucunu azap bildikleri halde.. Zira o işte, bir lezzet, lütuf bulurlar.. Bu lezzet dahi, o azapta bekalarının sebebidir..
Zira Hak Taâlâ'nın rahmeti icabıdır ki:
Kuluna âhiret azabı dilediği zaman, onun için bu azapta gizli bir lezzet yaratır. Azap görenin cesedi de, ona aşık olur..
Böyle olur ki: O azaptan ALLAH'a ilticası ve o azaptan ALLAH'a sığınması yerinde bir şey olmaya.. O lezzet, onun için var oldukça azap içinde kala..
Ama, ALLAH-ü Taâlâ, onun azabını hafifletmeyi dilediği zaman, o lezzeti yitirir.. O zaman rahmete yönelmeye muztar kalır.. ALLAH-ü Taâlâ'nın şanı odur ki: Muztar kalmışın duasına icabet ede..
İşbu durumdaysa.. o kulun azaptan ALLAH'a il ticası ve ona sığınması yerinde olur.. Hak Taâlâ ise.. onun sığınmasını kabul buyurur...
Yukarıda anlatılan mana icabıdır ki: Küffarın ALLAH'a ibadeti zatîdir."
Onlann bu şekilde ibadeti, her nekadar kendi lerini saadete götürür ise de., dalâlet yoludur..
Dalâlet yolu olması da, o yoldan saadet husulünün uzadığıdır..
Zira o yoldan gidene, hakikatler inkişafı, an cak âhiretin azap tabakalarına girdikten sonra mümkündür.. Bunların tümü, dünyada tabiat ateşi tabakalarına dalmasının cezasıdır.. Beşeriyeti ica bı onlara, sözle dalmıştı; işle dalmıştı; halle dalmıştı..
Bu cezasını bitirdikten sonra, ALLAH'a vardıran yolunu da kat etmiş olur.. Bunun böyle oluşu, ken disine gelen nidanın uzaktan oluşudur..
Ancak, bu hallerden sonra, ilâhî saadetine nail olur.. İlk adımda yakınlık bulanların erdiğine erer..
Bu ilklere yakından nida gelmiştir... A n l a..
TABİATÇILARA GEÇELİM ; Bunlar, ALLAH-ü Taâlâ'ya dört sıfatı cihetinden ibadet ederler..
Bu ilâhî dört sıfat şunlardır: Hayat, ilim, kud ret, irade..
Bunlar, vücud binasının aslıdır.. Hararet, bürudet, rutubet, yübuset ise., o dört sıfatın, bu kâi nat alemindeki zuhur yerleridir..
Rutubet, hayatın zuhur yeridir..
Bürudet, ilmin zuhur yeridir..
Hararet, iradenin zuhur yeridir..
Yübuset, kudretin zuhur yeridir..
Bütün bu zuhur yerlerinin hakikati ise., anlatılan sıfatların sahibi olan Yüce Sübhan'dır...
Anlatılan zuhur yerlerinde var olan, bu ilâhî incelik, sair tabiatçıların ruhlarına da açılınca; bu ilâhî dört vasfın eserim de, gördükten sonra., bu varlığı: Hararet, bürudet, yübuset ve rutubete bağladılar..
Ve., kabiliyetler, ilâhî istidat ciheti ile bildi ki: Anlatııan sıfatlar, bu suretlerin manasıdır..
Yahut:
- Bu kalıpların ruhudur..
- Bu zuhur yerlerinde zahir olanlardır..
Şeklinde anladıklarını da söyleyebilirsin..
İşbu sırrın icabıdır ki: Anlatılan tabiî kuvvet lere ibadet olundu..
Bazısı bunu bilerek yaptı.. Bazısı da bilmeden ' yaptı..
Bilen önde gitti; cahil de katıldı..
Her ne ise., onlar, Hakk'ın âbid kullarıdır.. Amma, sıfat cihetinden.. Neticede işleri saadete ula şır.. Tıpkı, bunlardan önce anlatılanların durumu gibi..
İslerinin bineği olan hakikatlerin zuhuru ile, durum anlatıldığı gibi olur...
FELSEFECİLERE GELELİM :
Bunlar Yüce Sübhan'a isimleri cihetinden iba det ederler..
Zira: Yıldızlar, onun isim mazharlarıdır.. ALLAH-ü Taâlâ ise., zatı ile, onların hakikatidir..
Şöyle ki:
Güneş, ALLAH isminin mazharıdır.. Nuru ile, bütün yıldızların yardımına koşar.. Tıpkı: Bütün isimlerin, ALLAH isminden yardım aldıkları gibi..
Kamer, (ay) Rahman isminin mazharıdır.. Zira: Yıldızların en kâmilidir.. Güneşin nurunu taşır.. Tıpkı: Rahman isminin, bütün isimlere nazaran, en yüce mertebeye sahip olduğu gibi.. Bunun beyanı daha önce, kendi yerinde yapıldı..
Müşteri, Rabb isminin mazharıdır.. Zira o: Se mada yıldızların en saadetlisidir.. Tıpkı: Rabb is mi, mertebeler içinde özel bir mertebeye sahip ol duğu gibi.. Zira o: Merbubun hükmüne göre, kibriya kemâlini şümulüne almıştır..
Zühal., bu yıldız, vahidiyet mazhandır.. Zira, bütün felekler onun kapsamına girer.. Tıpkı: Bü tün isimler ve sıfatlar vahid ismi altında olduğu gibi..
Merih, kudret mazharıdır.. Zira o: Kahhariyet fiillerine ait bir yıldızdır..
Zühre ise., iradenin mazharıdır.. Zira o: Ken di özünde, çok seri bir tekallübe sahiptir.. Aynı şe kilde Yüce Hak: Her an bir başka şey murad eder..
Utarit, ilim mazharıdır.. Zira o: Semada kâtiptir..
Baki kalan malum yıldızlar ise., onun güzel isimlerinin mazharlarıdır., ki onlar, sayılabilirler..
Bilinmeyip baki kalan yıldızlar ise,, sayıya gel meyen isimlerin mazharlandır..
İşte., felsefecilerin ruhları, bu manaları tadınca.. ki bunu: İdrâk yönü ile tadarlar.. Bu idrâki ise., kendilerinde var olan, ilâhî fıtrat istidadından alırlar..
İşbu durumda, anlatılan yıldızlara ibadet etti ler.. Bu ibadet ise., her yıldızda bulunan ilâhî latife içindir..
Sonra..
Hak Taala bu yıldızların hakikati olduğuna göre.. onun zatı namına mabud olması icab eder... Onların ibadeti, bu sırra dayalıdır..
Bu varlıkta, Âdemoğlu ve onun dışında kalan hayvanatın ibadet etmediği hiç bir şey yoktur..
Meselâ: Bukalemun, güneşe ibadet eder..
Meselâ: Necaset böceği kötü kokuya ibadet eder..
Ve.. hayvanatın diğer çeşitleri...
Bu varlıkta, ALLAH'a ibadet etmeyen hiç bir canlı yoktur..
Ya takyid yollu ibadet eder, ki bu: Zuhur yerine veya yaratılmış bir şeydir..
Ya da itlak yolludur..
İtlak yollu ibadet eden, muvahhiddir.. Yani: Tevhid ehlidir..
Takyid yollu ibâdet eden ise... Şirk ehlidir.. müşriktir...
Hâsılı: Anlatılanların ve anlatamayanların tümü, hakikat üzere ALLAH'a ibadet etmektedir.. Şunun için ki: Hakkın varlığı ondadır..
Zira, Hak Taâlâ, zatı cihetinden şunu iktiza eder ki: Hangi şeyde zuhur ederse., o şeye ibadet oluna.
Halbuki o: Kâinatın bütün zerrelerinde zuhura gelmiştir..
Bundandır ki: İnsanların bazısı tabiata bağlı şeylere vücudun aslıdır diye ibadet etti. Onlardan, yıldızlara ibadet edenleri de var.. Madene ibadetleri de var.. Ateşe ibadet edenleri de var..
Hâsılı: Varlıkta hiç bir şey yoktur ki: Bu âlem-de bir şeye ibadet etmiş olmasın... Ancak, MUHAMMEDİ olanlar müstesna..
Bunlar, mutlak yoldan, ALLAH'a ibadet ederler..
Bu ibadetlerini mahlukat parçalarından hiç bi ri ile takyıd etmemişlerdir.. Bütün varlık olması yönü ile, ona ibadet etmişlerdir..
Sonra.. Bunların ibadeti, bir yana bağlı, bir yandan ayrı; batına bağlı, zahirden ayrı oımak gi bi bir ilgiden yana da pek nezihdir...
Bunların yolu: Sonunda zatına vardıran ALLAH'ın yoludur..
Bu sebepledir ki: İlk adımda yakınlık derecesini bulmuşlardır..
Bunlar o zümredir ki, ALLAH-ü Taâlâ, şu cüm lesi ile onlara işaret etmiştir:
— «İşte.. bunlar, yakın mekândan nida olunmuşlar..» (50/41)
Bunlar, cihet yönü ile, tabiata bağlı şeylerden birine, yıldızlara ibadet edenlere benzemezler..
Hele putçular ve benzerleri gibi hiç değildirler.. Zira, putçuların durumuna şu âyetle işaret olunmuştur:
— «Bunlara uzaktan nida olunur...» (41/44)
Zira, bunların Hakka dönüşü, ancak ibadet et tikleri zuhur yönünden olmaktadır.. Sadece, ona o olduğu için ibadet ettiler, Hak bilerek değil.. Böyle olunca da onlara başka yönden bir zuhur olmadı..
İbadetlerine dayanak bildikleri bu durum ise., onlara göre uzaklığın taa, kendisidir..
Ancak... Ancak... esas konağa vardıktan sonra., uzaktan çağırılan da, yakından çağrılan da aynı olur"
Bunu anla; olur mu?
SENEVİYYE KISMINA GELELİM:
Bunlar, Yüce ALLAH'a zatı cihetinden ibadet et tiler. Zira, ALLAH-ü Taâlâ, bütün zıdları özünde top lar.. Hakka ait mertebeleri, halka ait mertebeleri şümulüne alır.
İki vasıfta, iki hükümle zuhur eyledi..
Dünya ve âhirette, iki sıfatla zuhur eyledi..
Hakka bağlı hakikate mensup olan, nurlarda zahir olandır..
Halka bağlı hakikate mensup olan da, zulmet ten ibarettir..
İşbu ilâhî sır icabıdır ki: Nura ve zulmete iba det ettiler.. Zira, bu ilâhî sır:'İki vasfı, iki zıddı, iki itibarı, iki hükmü camidir.. Onun bu cami oluş şeklini, nasıl istersen öyle söyle.. Nasıl dilersen öyle hükmeyle..
Çünkü Sübhan ALLAH, o dilediğin şeyi ve zıddı zatı ile camidir..
Hâsılı: Seneviyyeler, Yani: Puta ibadet eden ler, bu ilâhî latife icabı ona ibadet ettiler.. Bu iba det şekli de, Yüce Sübhanın zatı nasıl iktiza ediyor sa.. Öyle oldu..
Çünkü: Hak, olarak isimlendirilen odur.. Halk olarak isimlendirilen odur... Nur odur; keza zulmet- de.. AMMA MECUS..
Bunlar, ALLAH-ü Taala'ya AHADİYET yönü ile ibadet ettiler..
Şundan ki: Ahadiyet, bütün mertebeleri isim- leri ve sıfatları ifna eder.. Ateş de aynıdır..
O da, anasır arasında en çok güce sahip olan dır.. En üstünüdür.. Hizasına gelen bütün tabiî kuvvetleri yok eder..
Ona yaklaşan her tabiî kuvvet, mutlaka galip kuvveti ile ateşe çevrilir..
Ahadiyet de aynıdır. Ona mukabil duran İsim ve sıfat mutlaka onda" kaybolur.. Onda muzmahii olur..
İşte.. Onların ateşe ibadetleri, bu latife icabı dır.. O ateşin hakikati ise.. ALLAH-ü Taâlâ'dır..
Heyula zuhurundan önce, tabiat rükünlerinin 3 rüknüydü.. Ki bunlar: Ateş, hava, su ve topraktır..
O heyula bu rükünlerinden hangisine isteseydi; o zaman girebilirdi..
Ancak, bu rükünlerden birinin suretini giy dikten sonra, artık o suretten soyunamaz.. Böyle bir şey onun için mümkün değildir.. Başka bir surete de artık giremez..
Vahidiyet gözünde, esma ve sıfatın durumu da aynıdır..
Bu esma ve sıfatlardan her birinin ikinci bir manası da vardır..
Meselâ: Mün'im, müntekimin kendisidir..
Ancak, isimler, ilâhî mertebelerde zuhura ge lince., o zaman her isim, iktiza ettiği hakikati ifa de eder..
İşte., o zaman, Mün'im müntekimin zıddı olur..;
Ateş ise., tabiat kuvvetlerinin sırasına göre, isimlerden vahidiyetin mazharıdır..
Ne zaman ki, Mecus ruhları, bu miskin kokusu nu aldı; başka koku almaktan yana nezleye tutuldu; alamadı.
Ve., ateşe ibadet ettiler..
Amma, Vahid, Kahhar ALLAH'tan başkasına ibadet etmediler..
DEHRİYE FASLINA GELİNCE..
Bunların ibadeti, Yüce Hakk'a hüviyeti yönü iledir..
Bu manaya işaret olarak, Resulüllah Selamun Aleykum. efendimiz şöyle buyurdu:
— " Dehre sövmeyiniz; zira dehr, o ALLAH'tır.."
Bu, onun hüviyetini ifade eder..
BERAHİME İSE..
Bunlar, mutlak yoldan. ALLAH'a ibadet ederler.. İbadetlerini ne nebi cihetinden yaparlar; ne de resul..
Bunlar derler ki:
— Bu vücudda ne varsa o. ALLAH için mahluktur..
Bu sözleri ile onlar, bu varlıkta yüce ALLAH'ın vahdaniyetini ikrar ederler.. Ama, nebileri ve resulleri inkâr ederler..
Bunlar. kendilerini İbrahim evlâdı sanırlar..
Kendilerinin yanında bir Kitap olduğunu, bu kitabı da, İbrahim Halil a.s. kendiliğinden yazdı., diye anlatırlar..
- Kitap Rabbı katından geldi.. Demezler..
— O kitapta hakikatler anlatılır.. Beş cüzdür.. Bundan dört cüzü, herkesin okumasını mu bah sayarlar..
Beşinci cüzü ise., kendilerinden ancak bazı fertlere, okumayı mubah sayarlar.. Bunun sebebi ise., onun derinliğidir..
Onlar arasında bu beşinci cüzü okuyan meşhur olur..
Bunların netice yolu İslama çıkar.. Resulüllah Selamun Aleykum. efendimizin dinine girer..
Bu taife çoğunlukla Hind ülkesinde bulunur..
Orada, birtakım insanlar vardır ki; bunların kılığına girerler, BERAHİME olduklarını iddia ederler, ama bunlardan sayılmazlar..
Bunlar, BERAHİME arasında puta ibadetle tanınmıştır..
Halbuki, onlardan biri puta ibadet ettimi, kendilerine göre BERAHİME sayılmaz..
Hâsılı:
Yukarıda cins cins anlatılan zümreler, bu ibaet şekillerini kendilerinden icad ettikleri için; şekavetlerine sebep oldu..
İsterse, bu iş, onlan saadete götürsün..
Zira şekavet: Saadet zuhurundan evvel., onların sabit kıldıkları uzaklıktan başka bir şey değildir..
İşte.. şekavet bu manadır., anla..
İnsan-ı Kamil cilt 2 - Abdulkerim Ceyli, Üçdal Neşriyat, İst-1980
cilt 2
“Kıyametten sonra iblise lanet yoktur. İlahi yakınlığa döner.” İftirası (S.176)
Kıyamet günü geçtikten sonra, İblis'e lanet yoktur...
Z i r a:
—Kıyamet günü..
Dediğimiz DİN GÜNÜ, tabiî zulmetin hükmü kalkar..
Nitekim DİN GÜNÜ tefsiri, bu kitabın KIRKINCI BÖLÜM'ünde geçti..
Bu manaya göre iblis: ilâhî huzurdan, ancak kıyamet gününden önce kovulur ve tard edilir.. Zira onun, asli durumu bunu gerektirir..
"Ünün aslının iktizası ise., tabiî engellerdir.. Ru hun ilâhî hakikatlerle tahakkukuna engel olur..
Amma, bundan sonra.. Tabiî durumlar, kemalât cümlesinden sayılır.. Ona lanet yoktur, sırf yakınlık vardır...
Ve o zaman İblis, önce olduğu gibi, ALLAH ka tında bulunan ilâhî yakınlığa döner..
Bu ise.. cehennemin zevalinden sonra olur..
Çünkü: ALLAH-ü Taâlâ'nın yarattığı her şey, cennette önceden bulunduğu hale dönecektir..
Bu asalet durumu, kat'îdir..
Bu manayı anla...
Cili'ye göre “Bütün gayri müslümler cezasını çektikten sonra ilahi saadete nail olurlar.”iftirası (S.327-339)
Bunlar on millete ayrılır.. Bu on millet, çeşitli milletlerin aslıdır.. Teferruata geçilecek olsa, bit mez.. O kadar ki çoktur..
Hepsinin dayanağı şu on millettir:
• Küffar..
• Tabaiyye..
• Felâsife..
• Seneviyye..
• Mecus..
• Dehriyye..
• Berahime..
• Yahud..
• Nasara..
10. Müslimun..
Bu anlatılan taifeden hangisi olursa olsun; ALLAH-ü Taâlâ: Bir kısmını, cennet için; bir kısmını da, cehennem için yaratmıştır..
Hele geçmiş zamanlardaki küffara bir bak: O zaman da peygamberlerin daveti ulaşmayan bel gelerde oldukları halde, yine ikiye ayrılmışlardır..
Onların bir kısmı hayır işlemiş; ALLAH-ü Taâlâ, cennet mükâfatı vermiştir..
Bir kısımları da şer işlemiş; ALLAH-ü Taâlâ ce hennemle cezalandırmıştır..
Kitap ehlinin durumu da budur..
Şeriat gelmeden evvel, onlar için hayır şuydu: Kalblerin kabullendiği, nefislerin sevdiği, ruhların hoşlandığı..
Şeriat geldikten sonra da, onlar için hayır şu oldu: ALLAH'ın kullarının ibadet emrine uyması..
Şeriatın nüzulünden önce ser ise., şu idi: Kalb lerin kabul etmediği, nefislerin kötü gördüğü, ruhların acı duyduğu..
Şeriatın nüzulünden sonra ise., şer: ALLAH'ın
kullarına yasak ettiği şeyler oldu..
Bütün bunlar, ALLAH'a ibadet ederler.. Ama, .nasıl ibadet etmeleri uygun ise, öyle..
Zira onları, ALLAH-ü Taâlâ. zatı için yaratmıştır., kendileri için değil..
Onlar, hakkı olduğu şekilde, Yüce Hakkındır..
Sonra..
Sübhan olan Yüce ALLAH, bütün bu milletleri: İsimlerinin, sıfatlarının hakikati olarak yaratmıştır.. Hepsine zatı ile tecelli eylemiştir..
Bu sebeple: Bütün zümreler, ona ibadet eder ler..
KÜFFARA GELELİM:
Bunlar, bizzat ALLAH'a ibadet etmektedir..
Şöyle ki: Sübhan olan yüce Hak baştan sona, bu varlığın hakikatidir.. Küffar da bu varlık cüm lesinden sayıldığına göre., onların hakikati odur..
Onlar, kendileri için bir RABB olmadığı yolunda inkâra sapıp kâfir oldular..
Bu böyledir.. Çünkü, ALLAH-ü Taâlâ onların hakikatidir.. Onun için bir RABB olamaz.. Mutlak RABB kendisidir..
Böylece onlar, aynen zatları neyi gerektiriyor sa., ona göre ibadet ettiler...
PUTA İBADET EDENLERE GELELİM:
Bu dahi, Yüce Hakk'ın varlık sırrına dayanır. O: Hülulsüz, katıksız olarak, vücud zerreleri nin her birinde, kemali ile vardır..
Bu açıdan, Yüce ALLAH, onların ibadet ettiği put ların dahi hakikatidir..
Bu manaya göre: Ancak ALLAH'a ibadet etmiş olurlar..
Bunun böyle olması onların bilmesine mühtaç değildir.. Aynı şekilde, onların niyetlerine de muhtaç değildir..
Zira: Hakikatlerin gizliliği ne kadar uzarsa uzasın; elbette iş neyse., onun üstünde açık zuhurla rı zarurîdir..
Şu mana da, onların içten Hakk'a tabi olduk larının sırrıdır..
Şöyleki: Onların kalbleri, bu işte hayır olarak lehte onlara sehadet eder.. İtikadlan da bu işin hakikatına bağlıdır..
Bu mana ise.. Kulunun ona ait zannıdır..
Bu manada, şu hâdis-i şerif önemlidir:
- «Müftüler fetva verse dahi: kalbine danış..!
Bu kalb fetvası umumî manadadır.. Hususî kalb fetvasına gelince., o zaman iş değişir..
Her kalb doğru fetva veremez.. Her kalbden fetva sorulmaz., danışılmaz..
Bundan bazı kalbler murad edilmiştir; hepsi değil..
Bu, itikada dayalı incelik; onların yaptığı işin hakikatına uygundur.. Onları, bu yoldan hakikat, işin zuhuruna çeker götürür., ama, âhirette..
ALLAH-ü Taâlâ bu manada şöyle buyurdu:
— «Her cemaat, kendilerinde olanla sendir-» (30/32)
Yani: Dünyada da böyledir; âhirette de.. Bu böyledir.. Çünkü: İsim müsemmadan ay rılmaz..
Onları şenlikle isimlendiren odur.. Onları, bu şekilde vasıflandırdı..
Bu vasıf ise., mevsufa mugayir değildir..
Ancak:
— Her cemaat, kendilerinde olanla şen oldu..
Denseydi.. o zama n, bu fiil sığası ile gelmiş olurdu.. Yukarıdaki manaya aykırı düşerdi.. Muzari sığası ile:
—Şen olur...
Deseydi.. o zaman, arada bir açıklık olurdu..
Amma, isim böyle değildir.. O, sürenin deva mını gerektirir..
Yani: Onlar, dünya hayatında yaptıkları ile sendirler.. Âhirette ise., halleri ile şendirler.. Ellerinde bulunanla daimî bir şenlik içindedirler..
Bu mana icabıdır ki: Dünyaya geri çevrilseler; yine kendilerine yasak edilen şeyi yaparlar.. Yaptıkları işin sonucunu azap bildikleri halde.. Zira o işte, bir lezzet, lütuf bulurlar.. Bu lezzet dahi, o azapta bekalarının sebebidir..
Zira Hak Taâlâ'nın rahmeti icabıdır ki:
Kuluna âhiret azabı dilediği zaman, onun için bu azapta gizli bir lezzet yaratır. Azap görenin cesedi de, ona aşık olur..
Böyle olur ki: O azaptan ALLAH'a ilticası ve o azaptan ALLAH'a sığınması yerinde bir şey olmaya.. O lezzet, onun için var oldukça azap içinde kala..
Ama, ALLAH-ü Taâlâ, onun azabını hafifletmeyi dilediği zaman, o lezzeti yitirir.. O zaman rahmete yönelmeye muztar kalır.. ALLAH-ü Taâlâ'nın şanı odur ki: Muztar kalmışın duasına icabet ede..
İşbu durumdaysa.. o kulun azaptan ALLAH'a il ticası ve ona sığınması yerinde olur.. Hak Taâlâ ise.. onun sığınmasını kabul buyurur...
Yukarıda anlatılan mana icabıdır ki: Küffarın ALLAH'a ibadeti zatîdir."
Onlann bu şekilde ibadeti, her nekadar kendi lerini saadete götürür ise de., dalâlet yoludur..
Dalâlet yolu olması da, o yoldan saadet husulünün uzadığıdır..
Zira o yoldan gidene, hakikatler inkişafı, an cak âhiretin azap tabakalarına girdikten sonra mümkündür.. Bunların tümü, dünyada tabiat ateşi tabakalarına dalmasının cezasıdır.. Beşeriyeti ica bı onlara, sözle dalmıştı; işle dalmıştı; halle dalmıştı..
Bu cezasını bitirdikten sonra, ALLAH'a vardıran yolunu da kat etmiş olur.. Bunun böyle oluşu, ken disine gelen nidanın uzaktan oluşudur..
Ancak, bu hallerden sonra, ilâhî saadetine nail olur.. İlk adımda yakınlık bulanların erdiğine erer..
Bu ilklere yakından nida gelmiştir... A n l a..
TABİATÇILARA GEÇELİM ; Bunlar, ALLAH-ü Taâlâ'ya dört sıfatı cihetinden ibadet ederler..
Bu ilâhî dört sıfat şunlardır: Hayat, ilim, kud ret, irade..
Bunlar, vücud binasının aslıdır.. Hararet, bürudet, rutubet, yübuset ise., o dört sıfatın, bu kâi nat alemindeki zuhur yerleridir..
Rutubet, hayatın zuhur yeridir..
Bürudet, ilmin zuhur yeridir..
Hararet, iradenin zuhur yeridir..
Yübuset, kudretin zuhur yeridir..
Bütün bu zuhur yerlerinin hakikati ise., anlatılan sıfatların sahibi olan Yüce Sübhan'dır...
Anlatılan zuhur yerlerinde var olan, bu ilâhî incelik, sair tabiatçıların ruhlarına da açılınca; bu ilâhî dört vasfın eserim de, gördükten sonra., bu varlığı: Hararet, bürudet, yübuset ve rutubete bağladılar..
Ve., kabiliyetler, ilâhî istidat ciheti ile bildi ki: Anlatııan sıfatlar, bu suretlerin manasıdır..
Yahut:
- Bu kalıpların ruhudur..
- Bu zuhur yerlerinde zahir olanlardır..
Şeklinde anladıklarını da söyleyebilirsin..
İşbu sırrın icabıdır ki: Anlatılan tabiî kuvvet lere ibadet olundu..
Bazısı bunu bilerek yaptı.. Bazısı da bilmeden ' yaptı..
Bilen önde gitti; cahil de katıldı..
Her ne ise., onlar, Hakk'ın âbid kullarıdır.. Amma, sıfat cihetinden.. Neticede işleri saadete ula şır.. Tıpkı, bunlardan önce anlatılanların durumu gibi..
İslerinin bineği olan hakikatlerin zuhuru ile, durum anlatıldığı gibi olur...
FELSEFECİLERE GELELİM :
Bunlar Yüce Sübhan'a isimleri cihetinden iba det ederler..
Zira: Yıldızlar, onun isim mazharlarıdır.. ALLAH-ü Taâlâ ise., zatı ile, onların hakikatidir..
Şöyle ki:
Güneş, ALLAH isminin mazharıdır.. Nuru ile, bütün yıldızların yardımına koşar.. Tıpkı: Bütün isimlerin, ALLAH isminden yardım aldıkları gibi..
Kamer, (ay) Rahman isminin mazharıdır.. Zira: Yıldızların en kâmilidir.. Güneşin nurunu taşır.. Tıpkı: Rahman isminin, bütün isimlere nazaran, en yüce mertebeye sahip olduğu gibi.. Bunun beyanı daha önce, kendi yerinde yapıldı..
Müşteri, Rabb isminin mazharıdır.. Zira o: Se mada yıldızların en saadetlisidir.. Tıpkı: Rabb is mi, mertebeler içinde özel bir mertebeye sahip ol duğu gibi.. Zira o: Merbubun hükmüne göre, kibriya kemâlini şümulüne almıştır..
Zühal., bu yıldız, vahidiyet mazhandır.. Zira, bütün felekler onun kapsamına girer.. Tıpkı: Bü tün isimler ve sıfatlar vahid ismi altında olduğu gibi..
Merih, kudret mazharıdır.. Zira o: Kahhariyet fiillerine ait bir yıldızdır..
Zühre ise., iradenin mazharıdır.. Zira o: Ken di özünde, çok seri bir tekallübe sahiptir.. Aynı şe kilde Yüce Hak: Her an bir başka şey murad eder..
Utarit, ilim mazharıdır.. Zira o: Semada kâtiptir..
Baki kalan malum yıldızlar ise., onun güzel isimlerinin mazharlarıdır., ki onlar, sayılabilirler..
Bilinmeyip baki kalan yıldızlar ise,, sayıya gel meyen isimlerin mazharlandır..
İşte., felsefecilerin ruhları, bu manaları tadınca.. ki bunu: İdrâk yönü ile tadarlar.. Bu idrâki ise., kendilerinde var olan, ilâhî fıtrat istidadından alırlar..
İşbu durumda, anlatılan yıldızlara ibadet etti ler.. Bu ibadet ise., her yıldızda bulunan ilâhî latife içindir..
Sonra..
Hak Taala bu yıldızların hakikati olduğuna göre.. onun zatı namına mabud olması icab eder... Onların ibadeti, bu sırra dayalıdır..
Bu varlıkta, Âdemoğlu ve onun dışında kalan hayvanatın ibadet etmediği hiç bir şey yoktur..
Meselâ: Bukalemun, güneşe ibadet eder..
Meselâ: Necaset böceği kötü kokuya ibadet eder..
Ve.. hayvanatın diğer çeşitleri...
Bu varlıkta, ALLAH'a ibadet etmeyen hiç bir canlı yoktur..
Ya takyid yollu ibadet eder, ki bu: Zuhur yerine veya yaratılmış bir şeydir..
Ya da itlak yolludur..
İtlak yollu ibadet eden, muvahhiddir.. Yani: Tevhid ehlidir..
Takyid yollu ibâdet eden ise... Şirk ehlidir.. müşriktir...
Hâsılı: Anlatılanların ve anlatamayanların tümü, hakikat üzere ALLAH'a ibadet etmektedir.. Şunun için ki: Hakkın varlığı ondadır..
Zira, Hak Taâlâ, zatı cihetinden şunu iktiza eder ki: Hangi şeyde zuhur ederse., o şeye ibadet oluna.
Halbuki o: Kâinatın bütün zerrelerinde zuhura gelmiştir..
Bundandır ki: İnsanların bazısı tabiata bağlı şeylere vücudun aslıdır diye ibadet etti. Onlardan, yıldızlara ibadet edenleri de var.. Madene ibadetleri de var.. Ateşe ibadet edenleri de var..
Hâsılı: Varlıkta hiç bir şey yoktur ki: Bu âlem-de bir şeye ibadet etmiş olmasın... Ancak, MUHAMMEDİ olanlar müstesna..
Bunlar, mutlak yoldan, ALLAH'a ibadet ederler..
Bu ibadetlerini mahlukat parçalarından hiç bi ri ile takyıd etmemişlerdir.. Bütün varlık olması yönü ile, ona ibadet etmişlerdir..
Sonra.. Bunların ibadeti, bir yana bağlı, bir yandan ayrı; batına bağlı, zahirden ayrı oımak gi bi bir ilgiden yana da pek nezihdir...
Bunların yolu: Sonunda zatına vardıran ALLAH'ın yoludur..
Bu sebepledir ki: İlk adımda yakınlık derecesini bulmuşlardır..
Bunlar o zümredir ki, ALLAH-ü Taâlâ, şu cüm lesi ile onlara işaret etmiştir:
— «İşte.. bunlar, yakın mekândan nida olunmuşlar..» (50/41)
Bunlar, cihet yönü ile, tabiata bağlı şeylerden birine, yıldızlara ibadet edenlere benzemezler..
Hele putçular ve benzerleri gibi hiç değildirler.. Zira, putçuların durumuna şu âyetle işaret olunmuştur:
— «Bunlara uzaktan nida olunur...» (41/44)
Zira, bunların Hakka dönüşü, ancak ibadet et tikleri zuhur yönünden olmaktadır.. Sadece, ona o olduğu için ibadet ettiler, Hak bilerek değil.. Böyle olunca da onlara başka yönden bir zuhur olmadı..
İbadetlerine dayanak bildikleri bu durum ise., onlara göre uzaklığın taa, kendisidir..
Ancak... Ancak... esas konağa vardıktan sonra., uzaktan çağırılan da, yakından çağrılan da aynı olur"
Bunu anla; olur mu?
SENEVİYYE KISMINA GELELİM:
Bunlar, Yüce ALLAH'a zatı cihetinden ibadet et tiler. Zira, ALLAH-ü Taâlâ, bütün zıdları özünde top lar.. Hakka ait mertebeleri, halka ait mertebeleri şümulüne alır.
İki vasıfta, iki hükümle zuhur eyledi..
Dünya ve âhirette, iki sıfatla zuhur eyledi..
Hakka bağlı hakikate mensup olan, nurlarda zahir olandır..
Halka bağlı hakikate mensup olan da, zulmet ten ibarettir..
İşbu ilâhî sır icabıdır ki: Nura ve zulmete iba det ettiler.. Zira, bu ilâhî sır:'İki vasfı, iki zıddı, iki itibarı, iki hükmü camidir.. Onun bu cami oluş şeklini, nasıl istersen öyle söyle.. Nasıl dilersen öyle hükmeyle..
Çünkü Sübhan ALLAH, o dilediğin şeyi ve zıddı zatı ile camidir..
Hâsılı: Seneviyyeler, Yani: Puta ibadet eden ler, bu ilâhî latife icabı ona ibadet ettiler.. Bu iba det şekli de, Yüce Sübhanın zatı nasıl iktiza ediyor sa.. Öyle oldu..
Çünkü: Hak, olarak isimlendirilen odur.. Halk olarak isimlendirilen odur... Nur odur; keza zulmet- de.. AMMA MECUS..
Bunlar, ALLAH-ü Taala'ya AHADİYET yönü ile ibadet ettiler..
Şundan ki: Ahadiyet, bütün mertebeleri isim- leri ve sıfatları ifna eder.. Ateş de aynıdır..
O da, anasır arasında en çok güce sahip olan dır.. En üstünüdür.. Hizasına gelen bütün tabiî kuvvetleri yok eder..
Ona yaklaşan her tabiî kuvvet, mutlaka galip kuvveti ile ateşe çevrilir..
Ahadiyet de aynıdır. Ona mukabil duran İsim ve sıfat mutlaka onda" kaybolur.. Onda muzmahii olur..
İşte.. Onların ateşe ibadetleri, bu latife icabı dır.. O ateşin hakikati ise.. ALLAH-ü Taâlâ'dır..
Heyula zuhurundan önce, tabiat rükünlerinin 3 rüknüydü.. Ki bunlar: Ateş, hava, su ve topraktır..
O heyula bu rükünlerinden hangisine isteseydi; o zaman girebilirdi..
Ancak, bu rükünlerden birinin suretini giy dikten sonra, artık o suretten soyunamaz.. Böyle bir şey onun için mümkün değildir.. Başka bir surete de artık giremez..
Vahidiyet gözünde, esma ve sıfatın durumu da aynıdır..
Bu esma ve sıfatlardan her birinin ikinci bir manası da vardır..
Meselâ: Mün'im, müntekimin kendisidir..
Ancak, isimler, ilâhî mertebelerde zuhura ge lince., o zaman her isim, iktiza ettiği hakikati ifa de eder..
İşte., o zaman, Mün'im müntekimin zıddı olur..;
Ateş ise., tabiat kuvvetlerinin sırasına göre, isimlerden vahidiyetin mazharıdır..
Ne zaman ki, Mecus ruhları, bu miskin kokusu nu aldı; başka koku almaktan yana nezleye tutuldu; alamadı.
Ve., ateşe ibadet ettiler..
Amma, Vahid, Kahhar ALLAH'tan başkasına ibadet etmediler..
DEHRİYE FASLINA GELİNCE..
Bunların ibadeti, Yüce Hakk'a hüviyeti yönü iledir..
Bu manaya işaret olarak, Resulüllah Selamun Aleykum. efendimiz şöyle buyurdu:
— " Dehre sövmeyiniz; zira dehr, o ALLAH'tır.."
Bu, onun hüviyetini ifade eder..
BERAHİME İSE..
Bunlar, mutlak yoldan. ALLAH'a ibadet ederler.. İbadetlerini ne nebi cihetinden yaparlar; ne de resul..
Bunlar derler ki:
— Bu vücudda ne varsa o. ALLAH için mahluktur..
Bu sözleri ile onlar, bu varlıkta yüce ALLAH'ın vahdaniyetini ikrar ederler.. Ama, nebileri ve resulleri inkâr ederler..
Bunlar. kendilerini İbrahim evlâdı sanırlar..
Kendilerinin yanında bir Kitap olduğunu, bu kitabı da, İbrahim Halil a.s. kendiliğinden yazdı., diye anlatırlar..
- Kitap Rabbı katından geldi.. Demezler..
— O kitapta hakikatler anlatılır.. Beş cüzdür.. Bundan dört cüzü, herkesin okumasını mu bah sayarlar..
Beşinci cüzü ise., kendilerinden ancak bazı fertlere, okumayı mubah sayarlar.. Bunun sebebi ise., onun derinliğidir..
Onlar arasında bu beşinci cüzü okuyan meşhur olur..
Bunların netice yolu İslama çıkar.. Resulüllah Selamun Aleykum. efendimizin dinine girer..
Bu taife çoğunlukla Hind ülkesinde bulunur..
Orada, birtakım insanlar vardır ki; bunların kılığına girerler, BERAHİME olduklarını iddia ederler, ama bunlardan sayılmazlar..
Bunlar, BERAHİME arasında puta ibadetle tanınmıştır..
Halbuki, onlardan biri puta ibadet ettimi, kendilerine göre BERAHİME sayılmaz..
Hâsılı:
Yukarıda cins cins anlatılan zümreler, bu ibaet şekillerini kendilerinden icad ettikleri için; şekavetlerine sebep oldu..
İsterse, bu iş, onlan saadete götürsün..
Zira şekavet: Saadet zuhurundan evvel., onların sabit kıldıkları uzaklıktan başka bir şey değildir..
İşte.. şekavet bu manadır., anla..
İnsan-ı Kamil cilt 2 - Abdulkerim Ceyli, Üçdal Neşriyat, İst-1980