Tağut ve Destekçilerinin “La İlahe İllallah” Demeleri
Bize muhalif olanlar diyorlar ki: “La İlahe İllallah dedikleri halde; bu askerleri, istihbarat üyelerini, emniyet güçlerini ve ben-zerlerini nasıl tekfir edersiniz? Ayrıca onlara selam vermiyor ve onlara kafir muamelesi yapıyorsunuz.
Allah Rasulü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem); “La İlahe İllallah” lafzını söyleyen kişiyi, bu lafzı söylemesine rağmen tekfir edip öl-düren Üsame’nin (Radıyallahu Anhu), bu yaptığını kabul etmemiş ve Üsame’ye (Radıyallahu Anh); “La İlahe İllallah dediği halde onu nasıl öldürdün?” demiştir. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Ey İman Edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek; ‘Sen mü’min değilsin’ demeyin. Çün-kü Allah’ın nezninde sayısız ganimetler vardır. Önceden siz de böyle iken Allah size lütfetti. O halde iyi anlayıp dinleyin. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (4 Ni-sa/94)
Yine şu hadis de gözden kaçırılmamalıdır: “Kim Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet ederek ölürse cennete girer.”
Ve yine “el-Bitaga” hadisi de bunun delillerindendir ki hadis-te; Kıyamet Günü, 99 günahı olan ve bu günahları sebebi ile helak olacağını zanneden, ama daha sonradan söylemiş olduğu “La İla-he İllallah” sözü sebebi ile kurtulan adamın durumu bahsedilir.
Delillerden birisi de Huzeyfe’den (Radıyallahu Anh) rivayet olunan şu hadistir: “İslam aynen elbisenin deseninin silinmesi gi-bi silinir. Öyle ki; oruç nedir, namaz nedir, hac ibadetleri ve sada-ka nedir, bilinmez hale gelir. Allah’ın Kitabı bir gecede çekilip alı-nır. Yeryüzünde ondan bir ayet bile kalmaz. Geriye yaşlı erkek ve kadınlardan oluşan bir grup insan kalır. Derler ki:
‘Biz babalarımızı La İlahe İllallah sözü üzere bulduk ve biz de bunu söylüyoruz.’ Sıla bin Züfer, Huzeyfe’ye dedi ki:
‘Onlar namaz nedir, oruç nedir, hac ve sadaka nedir bilmez-ken, La İlahe İllallah onlara ne kazandırabilir?!’
Bunun üzerine Huzeyfe ona cevap vermekten kaçındı. O, bu soruyu üç kez tekrarladı. Huzeyfe ise her seferinde aynı şekilde davrandı. Sonra üçüncüsünde ona dönerek şöyle dedi: ‘Ey Sıla! Onları ateşten kurtarır.’”
Bu söylenenlere birkaç yönden cevap verilebilir.
Birincisi: Allahu Teala, Kitabı’nda şöyle buyurur:
“Sana kitabı indiren O’dur. Onun (Kuran’ın) bazı ayetleri muhkemdir ki bunlar kitabın esasıdır. Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar fitne çıkarmak ve onu te’vil etmek için, ondaki müteşabih ayetlerin peşine dü-şerler. Halbuki onun te’vilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek payeye erişenler ise; “Ona iman ettik, hepsi Rabbimiz tara-fındandır” derler. Bu (inceliği) ancak aklı selim sahipleri dü-şünüp anlar.” (3 Al-i İmran/7)
Allah Azze ve Celle Kitabı’nda; tartışma ve ihtilaflar esnasın-da başvurulması gereken muhkem ayetler, kesin kaideler ve açık emirler indirdiği gibi, müteşabih ayetlerin de aynı kitapta yer al-ması ile kullarını imtihan edeceğini açıklamaktadır.
Kuran’da müteşabih olan ve zihinlerde birden fazla manalara gelen ayetler vardır. Kalplerinde hastalık olanlar ve dalalet ehli kişiler bu müteşabihlere başvururlar ve muhkem olanları bırakır-lar. Bununla beraber onlar bunu; Allah’ın o konudaki muradını değiştirmek ve Allah’ın kulları arasına fitne yaymak için yaparlar.
Ancak hakkın talipleri ve ilim ehli olanlar; ihtilafa düştükle-rinde veya kendileri için anlamada zorluk olan müteşabihleri, -Kitap’ın aslı olan, ihtilafların kendisine döndürüleceği ve te’villerin ana ekseni konumunda olan- muhkem ayetlere götü-rürler.
Şatibi (Rahimehullah), “İ’tisam” isimli eserinde, ihtilafların muhkeme götürülmesi ve müteşabihlerin muhkem ayetler ekse-ninde değerlendirilmesi kaidesinin sadece Kur’an-ı Kerim için değil, aynı zamanda Nebi’nin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Sünneti ve onun (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sireti için de geçerli olduğunu açıklamaktadır.
Belirli münasebetlere binaen söylenmiş olan hadisler ve or-taya çıkan olaylar vardır. Bu hadis ve olayların, söyleniş ve ortaya çıkış sebeplerine bakmaksızın direk olarak ele alınması ve üzerine hüküm bina edilmesi de muhkemi terk edip müteşabihe başvur-mak manasına gelir.
Aynı şekilde bir mesele ile alakalı olarak genel manadaki de-lili alıp özel olarak o konu ile alakalı olan delili terketmek veya mutlak olanı alıp mukayyıt (başka bir nass ve hükme bağlı) olanı terketmek ve yine bir konu ile alakalı olarak o konunun alakalı olduğu tüm delilleri almak yerine sadece bir tanesini almak; muhkem olanı terkedip müteşabihi almak ve Allah hakkında bil-gisizce konuşmak, şeriatında söylemediği bir şeyi söylemek ma-nasına gelir.
Allah ve Rasulü’nün tüm sözlerine toptan iman etmek ve bunların tamamını almak İslam’a girmenin zaruretindendir. Hevaya uygun olanı takip etmek ise hastalıklı ve sapık kimselerin yoludur ki bu; dalalet ehlinin çoğunluğunun dalalete düşmesinin sebebidir.
Haricilerin dalalete düşmelerinin sebebi; vaad (müjde) nasslarını ihmal edip, vaid (tehdit) nassları üzerinde durmaları-dır. Bu hatalarına binaen onlar, Allahu Teala’nın şu sözünü ken-dilerine delil olarak almışlardır:
“Artık kim, Allah ve Rasulü’ne karşı gelirse bilsin ki ona (ken-di gibilerle birlikte) içinde ebedi kalacakları cehennem ateşi vardır.” (72 Cin/23)
Bu ayetin manası geneldir ve ayet eğer ki kendisi ile kayıt-landığı ve açıklandığı nass ile birlikte ele alınmaz ise müteşabih olur. Bu ayeti tek başına alarak üzerine hükümler bine etmek müteşabihe başvurmak olur. Oysa ki yukarıdaki ayetin mutlaka şu ayet ile birlikte ele alınması gerekir:
“Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bundan başkasının günahlarını dilediği kimse için bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse büyük bir günah ile iftira etmiş olur.” (4 Nisa/48)
Bunun tam tersi olarak Mürcie’den olanlar ise sadece, “La İlahe İllallah” diyenin cennete gireceğine dair gelen nassları aldı-lar ve böylece amelin kişinin imanındaki etkisini ortadan kaldır-mış olup, ameli tamamen ihmal ettiler. Bununla beraber tek başı-na bu kelimeyi söyleyenin, bu kelimenin gereklerini yerine getir-meye güç yetirebilmesine rağmen, hiçbir gerekeni yapmasa dahi cennete gireceğini söylediler.
Oysa ki alimler “La İlahe İllallah” kelimesinin durumu ile alakalı olarak, Buhari’nin Sahihi’nde, Vehb bin Münebbih’ten ri-vayet edilen şu sözü aktarırlar: “La İlahe İllallah, cennetin anah-tarıdır. Lakin bütün anahtarların dişleri olur ve her kim dişleri olmayan anahtarla gelirse ona kapı açılmaz.” Burada dişlerden kasıt, İslam’ın şartlarının yerine getirilmesi ve onu bozan şeyler-den sakınılmasıdır.
Akıl sahibi ve İslam dininin hakikatini bilen bir kişi, “La İla-he İllallah” kelimesinden kastedilenin ve bu kelime ile istenenin; bu kelimenin nefy ve isbat ihtiva eden manası olduğundan şüphe etmez. Burada Allahu Teala’nın istediği; manası kastolunmadan, gerekleri yerine getirilmeden ve bu kelimeyi bozan şeylerden de kaçınılmadan, boş bir teleffuz ile bu kelimeyi söylemek değildir. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Bil ki Allah’tan başka ilah yoktur.” (47 Muhammed/19)
Ve yine Rabbimiz şöyle buyurur:
“Ancak bilerek hakka şahitlik edenler bunun dışındadır.” (43 Zuhruf/86)
“Kim Allah’tan başka ilah olmadığını bilerek ölürse cennete girer” hadisi de; bu kelimenin Tevhid’i ve Allah’tan başka tüm ilahları reddetmeyi içeren manasını bilmenin, şehadetin gerçek-leşmesi ve kişinin Allah’ın vaadettiklerine kavuşması için gerekli olduğunun delilidir. Nevevi (Rahimehullah) Sahih-i Müslim’de bu konuya işaret ederek “Kim Tevhid üzere ölürse cennete girer” başlığıyla bir bab açmıştır. Burada asıl istenen bu kelimenin ihti-va ettiği Tevhid’i gerçekleştirmektir. Bu kelimeyi bozan hallerden kaçınmadan ve hukukuna da teslim olmadan kuru bir teleffuz de-ğildir.
Aynen Muaz’ın (Radıyallahu Anhu) hadisinde olduğu gibi ki Buhari ve Müslim’de rivayet olunduğuna göre Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Muaz’ı (Radıyallahu Anhu) Yemen’e vali olarak gönderirken ona şu nasihatı yapmıştır: “Onları ilk olarak davet edeceğin şey “La İlahe İllallah” kelimesi olsun.” Başka bir rivayette ise “..Allah’ı birlemeleri” olarak geçer. Bu hadis delalet etmektedir ki bu kelimeden gerçek murad; nefy ve isbattır. Sade-ce lafzın söylenmesi değildir.
Bu kitapçıkta ve “Hâzâni Hasmâni İhtasamu fi Rabbihim” isimli başka bir kitapçığımızda açıkladığımız gibi; La İlahe İllallah ve el-Urvetü’l-Vüsga (kopmayan sağlam kulp) kelimelerinin ma-naları iki rükun içermektedir. Bu iki rükun “Nefy” ve “İsbat” rükunlarıdır.
Nefy, “La İlahe (ilah yoktur)” kelimesidir ve tağutları inkar manasındadır. İsbat ise, “İllallah (Allah’tan başka)” ibaresidir ve yalnızca Allah’a kulluk manasına gelir. Aynen Allahu Teala’nın; “el-Urvetü’l-Vüsga” kelimesini izah ettiği ayette geçtiği gibi:
“O halde kim tağutu reddedip, Allah’a iman ederse kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır.” (2 Bakara/256)
Bu ayette Allah Azze ve Celle kurtuluşa ermenin ve sağlam bir kulpa tutunmanın şartını birbirinden ayrı olmayan iki emre bağlamıştır. Bu emirlerden ilki; “Tağutu inkar” ve ikincisi ise “Al-lah’a iman”dır. “Tağutu inkar”, “Allah’a iman” olmadan tek başı-na yeterli değildir ve yine aynı şekilde “Allah’a iman” da “Tağutu inkar” olmaksızın tek başına yeterli değildir. Bu iki emrin mutla-ka birleştirilmesi gerekmektedir.
Dolayısıyla madem ki bu askerler ve diğerleri, tağutu inkar etmiyorlar ve bilakis tağutun koruculuğunu ve yardımcılığını ya-pıp, onların ordusunu oluşturuyorlarsa; bunlar Müslüman veya mü’min ve dolayısıyla da kopmayan sağlam bir kulpa tutunanlar değillerdir. Bunlar; bu şirk halleri üzere öldüklerinde, “La İlahe İllallah” kelimesini binlerce kez söylemiş olsalar da helak olacak olanlardandır ve bu kelimenin onlara bu halleri ile hiçbir faydası dokunmayacaktır.
Müseylemetü’l-Kezzab’a tabi olanlar “La İlahe İllallah” keli-mesini söylüyor, namaz kılıp oruç tutuyorlar ve Muhammed’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) peygamberliğine şehadet ediyorlardı. Ancak bununla beraber Müseyleme’nin de peygamberliğini kabul ederek şirk koşuyorlardı. Bu yaptıkları nedeni ile tekfir edildiler, kanları ve malları Müslümanlara helal kabul edildi. Aşiretlerin-den bir kişiyi peygamberlik ve risalet konusunda Rasulullah’a (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şirk koşmaları nedeni ile “La İlahe İl-lallah” kelimesi onlara tek başına fayda sağlamadı.
Durum bu olduğu halde, kullukta Allah’a karşı bir kral, emir, reis veya alimi ortak koşanın hali nedir..? Allah’a karşı koşulan bu şirkin secde ve rüku ile yapılması ile günümüzdeki müşriklerin yaptığı gibi kanunlar koyarak yapılması arasında fark yoktur.
Allah’a iman ile birlikte tağutu inkar şartı, Kelime-i Tevhid’in şartlarından sadece birisidir. Bu kelimenin şartları konusunda ilim ehli; Müslümanların bu kelimenin sadece dil ile söylenecek bir kelime olmadığını ve bazı şartları olduğunu bilmeleri için açıklamalar yapmışlar ve bunun delillerini aktarmışlardır. Bu ke-limenin şartları olarak ilim ehli aşağıdaki meseleleri sıralamışlar-dır:
1- Nefy ve isbatın gereklerini bilmek
2- Bu kelimenin hukukuna bağlılık
3- Kişinin, ikrar ettiği bu kelimede doğru (Sıdk) olması, dili ile ikrar ettiği gibi kalbi ile de bunu tasdiklemesi.
4- Samimiyetin (ihlas) olması ve şirki reddetme
5- Yakîni iman olması ve şüpheden uzak kalınması
6- Bu kelimeye ve delalet ettiklerine muhabbet (Sevgi)
7- Bu kelimenin gerektirdiklerini kabul etmek ve bu kelimeyi bozacak her şeyden de uzaklaşmak.
Bu şartların ayrıntıları, konuları ve delilleri ile birlikte kay-naklarda ele alınmıştır. Burada bunu zikretmemizin amacı, bah-settiğimiz şüphede zikredilen bu ve benzeri hadisler için, Kur’an ve Sünnet’te geçen bazı nassların bu hadisleri açıklayıcı mahiyette olduğunu göstermektir.
“Kim Allah’tan başka ilah olmadığını bilerek ölürse cennete girer” hadisinin mutlaka; “O halde, kim tağutu reddedip Allah’a iman ederse kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır” (2 Bakara/256) ayeti ile birlikte ele alınması ve tefsir edilmesi gerekir. Yine bu hadisin mutlaka; “Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa büsbütün sapıtmıştır.” (4 Nisa/116) ayetine döndürülmesi gerekir.
Bir müşrik binlerce kez “La İlahe İllallah” kelimesini, anla-mını bilerek söylese, ancak bununla beraber şirkini terk etmese, kulluk ve yardım ettiği tağutundan uzaklaşmasa; “sağlam bir kulp”a tutunmuş olmaz. Allah (Subhanehu ve Teala) onu bu hali ile bağışlamaz ve bu kişi bu hali ile cennete de giremez. Allah Subhabehu ve Teala şöyle buyurur:
“Biliniz ki, kim Allah’a ortak koşarsa muhakkak Allah ona cenneti haram kılar.” (5 Maide/72)
Aynı şekilde bir konu hakkında konuşulacağı zaman o konu ile alakalı olan tüm nassları ve konunun bütün yönlerini ele al-mak gerekir. Hatta böylece nasslardan müteşabih olanları takip edenlerden olmayalım. Buhari ve Müslim’de geçen şu hadisler de bu kabildendir:
“Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve şehadet ederim ki ben O’nun elçisiyim. Allah’a bu ikisine şüphe olmaksı-zın iman ettiği halde kavuşan kişi, cennete girer.”
“Her kim kalbinde doğruluk ile; Allah’tan başka ilah olmadı-ğına ve benim de Allah’ın elçisi olduğuma şehadet ederse, Allah cehennemi ona haram kılar.”
Aktardığımız bu hadisler ve metod ile dinin anlaşılması, ilme ulaşılması ve Allah’ın muradının, yine Allah’ın sevdiği ve razı ol-duğu şekli ile bilinmesi gerekir. Bu nedenle Nevevi (Rahimehullah) Müslim şerhinde bazı ilim ehlinden bu hadislerin yorumu ile il-gili sözler nakleder. Nevevi şöyle aktarır: “Bu hadisler mücmeldir (manaları açık değildir) ve dolayısıyla şerh gerektirir. Bu hadisle-rin manası; “Her kim bu kelimeyi söyler ve bununla beraber hak-kını ve farzlarını yerine getirirse” demektir. Bu görüş Hasan el-Basri’ye (Rahimehullah) aittir. Yine denir ki; “Her kim pişmanlık ve tevbe anında bu sözü söyler ve bu hal üzere de ölürse...” Bu ise Buhari’nin (Rahimehullah) görüşüdür.”
Aynı şey “el-Bitaga” hadisi için de geçerlidir. “El-Bitaga”dan kasıt, bilindiği gibi “La İlahe İllallah” kelimesidir. Bu ise Tevhid’in; Allah’a iman, tağutları inkar ve bu kelimeyi bozacak her türlü şeyden uzaklaşarak gerçekleştirilmesidir.
Bu hadisi Allahu Teala’nın, “Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz” (4 Nisa/116) ayeti gibi muhkem olan nasslar ışı-ğında anlamak ve bunun gibi muhkem nasslara döndürmek gere-kir. Bilinmelidir ki hadiste geçen bu doksan dokuz günahlık sici-lin arasında, kişiyi küfre sokacak veya şirke düşmesine sebep ola-cak bir günah yoktur. Çünkü şirk hadiste geçen “el-Bitaga”yı bo-zan hallerdendir ve Allah (Subhanehu ve Teala), ayette de belirttiği üzere şirki asla affedecek değildir. Bu kişi şirk üzere ölmüş olsa cennete giremez. Eğer ki “el-Bitaga”yı bozacak (şirk gibi) bazı du-rumlar olmuş olsaydı bu kişinin kurtuluşa ermesi mümkün ol-mazdı. Gereklerini yerine getirmeden ve manasını kasdetmeden bu söz sadece dil ile ikrar edilmiş olsa; “el-Bitaga” sahih bir Tevhid olarak kabul edilmezdi ve tezatlıklar olmuş olurdu.
Şayet bu kişinin sicilinde, Allah’tan başkasına kulluk, Allah (Subhanehu ve Teala) ile beraber kanun koyma veya bu kanun ko-yanlara yardımcılık ve dostluk yapma ya da dine sövme, dinin dostlarına karşı tavır takınıp onlara karşı savaşma olmuş olsaydı; bu durumda böyle bir kişinin kurtuluşa ermesi ve cennete girmesi mümkün olmazdı. Çünkü bu sayılanların tamamı kurtuluşa er-menin engellerindendir. Ancak hadiste bahsi geçen bu kişinin si-cilindeki günahlar şirk türünden olmayan günahlardandı.
Bu hadiste Kelime-i Tevhid’in önemi ve büyüklüğünün açık-laması da bulunmaktadır. Ayrıca yine kişinin bu kelimenin huku-kuna riayet etmesi ve Allah’ın (Subhanehu ve Teala) hoşnut ve razı olduğu bir halde O’nun huzuruna varması durumunda bu keli-menin, büyüklüğü ile kişinin şirk dışındaki bütün günahlarını ör-teceğinin ve sileceğinin beyanı da vardır. Bu aynı zamanda şu kudsi hadiste de belirtilmiştir: “Ey Ademoğlu! Sen bana yeryüzü kadar hata ile gelsen, sonra bana hiçbir şeyi şirk koşmadan ka-vuşsan ben de sana mağfiret ederim.”
Huzeyfe’den (Radıyallahu Anhu) aktarılan; “Bir gecede Al-lah’ın Kitabı kaldırılır ve yeryüzünde ona ait hiçbir şey kalmaz” hadisi doğru ise, bu hadiste bahsi geçen kişilerin Allah’ın şeria-tından bir şey bilmemelerine rağmen bu kelimenin (Kelime-i Tevhid’in) manasını yerine getirip, Allah’a (Subhanehu ve Teala) şirk koşmamaları sebebi ile bağışlandıklarını anlarız. Çünkü Allahu Teala kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz.
Namazı, sadakayı ve dinin diğer emirlerini bilmeyen bu in-sanlar, Allah’a şirk koşmamaları şartı ile özürlü olarak kabul edi-lirler. Çünkü şeriatın emirleri ancak risalet hücceti ile bilinebilir. Yukarıda zikredilen hadiste açıklandığı üzere bu insanların yaşa-dığı dönemde Allah’ın Kitabı bu insanların arasından kaldırılır ve o kitaptan bir ayet dahi kalmaz. Allah’ın Kitabı insanları onunla uyardığı hüccetidir. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Bu Kur’an bana, kendisi ile sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyolundu.” (6 En’am/19)
Kur’an-ı Kerim kime ulaşırsa üzerine hüccet ikame edilmiş olur. Ancak kime Kur’an ulaşmaz ise bu kişi dinin füru’undan olan ve tafsilata giren meseleler hakkında özürlü olabilir. Bu kişi Tevhid’in aslına giren meselelerden ve açık olan şirk fiillerinden dolayı mazur olmaz. Çünkü Allah (Subhanehu ve Teala) aşağıda daha tafsilatlı olarak açıklayacağımız gibi; Tevhid konusundaki hüccetini, bir çok yönden kulları üzerine ikame etmiştir.
Yukarıdaki hadiste zikredilen kimselerin durumu aynen Zeyd bin Amr bin Nufeyl’in durumu gibidir. Zeyd bin Amr bin Nufeyl (Radıyallahu Anhu) kendi döneminde yaşayan bir nebi olmadığı halde, Allah Rasulü’nün (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) peygamberli-ğinden önce Hanif ve Müslümandı. Sahih-i Buhari’de geçtiği üze-re Tevhid’in hukukunu yerine getirmiş ve İbrahim’in (Aleyhisselam) dini üzereydi. İbn İshak (Rahimehullah), Zeyd’in (Radıyallahu Anhu) şöyle dediğini rivayet eder: “Ey Allah’ım! Eğer ki sana ibadetin hangisinin daha sevimli olduğunu bilseydim, öyle ibadet ederdim. Ancak bunu bilmiyorum.”
Zeyd’in (Radıyallahu Anhu) durumunda olanlar, ancak rasullerin hücceti ile bilinebilecek olan namaz veya zekat gibi şe-riatın tafsilatına giren meselelerde özürlü olarak kabul edilebilir-ler.
Tevhid konusunda ise, hukuku yerine getirilmediği sürece bu kelime kişiyi kurtarmaz. Çünkü bu kelime bütün rasullerin uğru-na gönderildiği hak kelimesi ve Allah’ın kulları üzerindeki hakkı-dır. Bu meselede kullar üzerine hüccet bir çok yönden ikame edilmiştir.
Bütün bu bahsedilenler hadisin metninde geçen, “ateşten kurtaracak” sözünün Rasulullah’a (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ait olup olmadığına bağlıdır. Ancak ilim ehlinin çoğunluğu metinde geçen bu ibarenin Huzeyfe’den (Radıyallahu Anhu) eklenti olduğu-nu belirtmişlerdir. Hatta bazı ilim ehli hadisin ravileri arasında Muaviye bin Darir’in olması sebebi ile hadisin tüm metnini zayıf olarak görmüşlerdir. Çünkü Muaviye, hadis rivayetinde müdellis olarak bir ravidir. İlim ehli onun bu özelliği sebebi ile, A’meş’in (Rahimehullah) yolu dışında rivayet ettiği hadisleri zayıf olarak ni-telendirirler. Yukarıda zikrettiğimiz ve ravileri arasında Muaviye’nin bulunduğu hadis ise A’meş yolu ile rivayet edilme-miştir. Ayrıca Muaviye, Hafız İbn-i Hacer’in (Rahimehullah) belirt-tiği gibi Mürcie’nin liderlerindendir. Yine bu hadis mürcienin tu-tunduğu ve söylemlerini delillendirdikleri bir hadistir. Alimler, bid’at ehlinin rivayet ettikleri konusunda dikkatli olunması gerek-tiği ve onların kendi bid’atlerine destek olan rivayetlerinin kabul edilmemesi konusunda uyarırlar. Bu hadis, Mürcie ehlinin görüş-lerini destekledikleri bir hadistir. Ayrıca bir de rivayetinde zayıflık ve tedlis olabileceği de ilave edildiğinde durumun nasıl olacağını düşünmek gerekir.
Üsame (Radıyallahu Anhu) hadisine gelince; herhangi bir kafir İslam’a yeni girer ve kendisinden de o esnada İslam’ını bozacak bir fiil veya söz ortaya çıkmaz ise öldürülmesi caiz değildir. Çünkü bu kişi İslam’a girmek ile kanını ve malını kurtarmış oldu. Yapıl-ması gereken İslam’ını bozacak bir hali açığa çıkmadığı sürece bu kişiden el çekmektir.
Nevevi (Rahimehullah) Sahih-i Müslim’de bu konuya işaret ederek “La İlahe İllallah, dedikten sonra kafirin öldürülmesinin haramlığı” başlığıyla bir bâb açmıştır.
Ancak burada himayenin başlangıcı ile devam etmesi arasın-da büyük bir fark vardır. Himaye kafirin “La İlahe İllallah” keli-mesini söylemesi ile başlar. Bu himayenin devam etmesi ise an-cak bu kelimenin hukukunu yerine getirerek ve onu bozacak şey-lerden kaçınarak olabilir.
Dolayısıyla kafir, İslam’a girmek istediğinde Kelime-i Tevhid’i söylemesi gerekir. Bu kelimeyi mücerred olarak söyleme-si; İslam şeriatının emir ve yasaklarını kabul etmesi, bu kelimenin hukukuna teslim olması ve bu kelimeyi bozan her türlü söz ve davranışlardan uzak durması manasındadır. Eğer ki bunları yeri-ne getirmez ise, İslam’ın onun kanını ve malını himayesi sona erer.
Buna göre Üsame hadisi; İslam’a yeni girmiş olan ve İs-lam’ını bozacak herhangi bir söz veya davranışta bulunmamış olan kişi içindir. Bu hadiste geçen mesele İslam’ını uzun bir süre-dir iddia eden kişi ile alakalı değildir. Özellikle bu kişi, İslam’a ve ehline karşı savaş; tağuta, tağutun destekleyicilerine ve anayasa-sına karşı dost durumunda ise yüzlerce ve hatta binlerce defa bu kelimeyi söylese de bu kelimenin o kişiye hiçbir faydası yoktur. Ta ki küfründen, şirkinden ve kulluk ettiği tağutundan tamamen uzaklaşıncaya kadar da faydası olmayacaktır. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Ey İman Edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selam verene dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek; ‘sen mü’min değilsin’ demeyin.” (4 Nisa/94)
Bu ayetin nüzul sebebi ile alakalı olarak, hadiste de aktarıldı-ğı üzere; sahabeden bir topluluğun yolculukları esnasında, koyun-ları olan bir adam ile karşılaşmaları ve bu adamın kendilerine se-lam verip İslam’ını onlara belli etmesine rağmen, Üsame’nin (Radıyallahu Anhu) olayında olduğu gibi, adamı öldürüp koyunları almalarının olduğu söylenmiştir.
Allahu Teala Kur’an-ı Kerim’de bu sahabe topluluğunun yap-tıklarını reddetmiştir. Bu nedenle bize vacip olan; İslam’ını zahi-ren belli eden bir kişiye karşı, zahiri halinin hilafına muamele et-memektir.
Bütün bu izah edilen meselelerden sonra şu kesin olarak or-taya çıkmıştır ki kim İslam ile birlikte demokrasi veya anayasa gi-bi başka bir dine bağlı olduğunu ortaya koyarsa; bu kişiden, kabul ettiği diğer dinlerden tamamen uzaklaşıp, dini yalnızca alemlerin Rabbi’ne has kılmadığı sürece İslam’ı kabul olunmaz. Bu nedenle Allahu Teala işlerin başında ve sonunda; “iyi anlayıp dinleyin” buyurmaktadır.
EBU MUHAMMED EL-MAKDİSİ