1. Buradaki "halife" tabiri, geniş anlamda Efendimiz (s.a.v)'den sonra gelecek salih ve raşid idarecileri anlatmaktadır. Fıkıh tarihinde salih idarecilerin uygulamalarına yapılan atıflar burada mutlak surette hatırlanmalıdır. İmam Mâlik ile İmam el-Leys arasında teati edilen o meşhur mektuplarda salih idarecilerin uygulamalarına iki tarafca da sıklıkla dikkat çekilmesi bundandır.
2. "Raşid halifeler'in sünneti" kavramı, dar anlamda alındığında dikkatimizi ilk dört halifenin Sünnet-i Seniyye ile ontolojik ilişkisine yöneltmektedir. Onlar sadece Sahabe kuşağına mensup ve bu kuşağın ileri gelenleri olarak Efendimiz (s.a.v)'e "halef" değil, aynı zamanda nübüvvet/risalet vasfı dışında Efendimiz (s.a.v)'in bütün yönlerini temsil konumunda bulunmakla Efendimiz (s.a.v)'in "halife"leridir ve bu ikinci durum, dar anlamda diğer Müslüman idareciler için hemen hemen söz konusu değildir.
İbni Teymiyye nickli kardeşin düştüğü hata burası;
3. Ayağımızın altındaki zemini buharlaştırmak amacıyla kavramlarla oynayanlar, hemen sözlüklere koşarak "halife" tabirinin "h-l-f" kökünden geldiği, dolayısıyla Efendimiz (s.a.v)'e hangi alanda olursa olsun "halef" olma vasfını haiz herkesi anlattığı gibi "dahiyane" keşiflerde bulunabilir. Böyle olduğunda mesela bir kısım Şia'nın iddiaları belli bir haklılık payı kazanacak ve zaten eni konu sarsılmış bulunan Sahabe bilinci, bir darbe de buradan yiyecektir. Zira "raşid halifeler" kavramı, yine hadislerde ifadesini bulan "Nübüvvet hilafeti" ile sıkı bir irtibatı bulunan bir kavramdır ve yerinden oynatıldığında, Efendimiz (s.a.v)'e halef olduğu düşünülen her meslekten insanın uygulaması birden "sünnet" vasfını kazanacaktır!
4. Raşid halifelerin uygulamaları Sünnet-i Seniyye'nin asr-ı saadet iklimi dışındaki zamanlarda hayatla irtibatının nasıl kurulacağını fiilen ortaya koyması bakımından Sünnet'i yansıtır.
Burada modernistlerin yaklaşımındaki tuzağa dikkat edilmelidir. "Sünnet'e uygunluk, onun "şeklen" aynen taklid edilmesiyle ortaya çıkmaz. Sünnet'e uygun davranış, ona şeklen aykırı olsa bile onun ruhunu yansıtan uygulamadır" türünden tesbitleri kastediyorum.
Doğrusu, Hulefa-i Raşidin'in uygulamalarının, şekil-ruh ayrımına tabi tutulmaksızın Sünnet-i Seniyye'ye her bakımdan ve bütünüyle uygun olduğudur.
Bu durumun "Sahabe icmaı" kavramıyla yakından ilişkisine de dikkat edilmelidir. Zira Raşid Halifeler'in uygulama ve kararları, bilhassa Sahabe'nin icmaı ile uygulamaya konulanlar elbette şeklen de ruhen de Kur'an ve Sünnet'i tam anlamıyla yansıtmaktadır. Oysa modernistlerin yaklaşımı esas alındığında "Sünnet'in (hatta Kur'an'ın) ruhuna uygunluk" adı altında berhava edilmeyen İslamî hüküm kalmayacaktır!